YOLSUZLUK KISKACINDA TÜRKİYE BÖLÜM 4
- TINAZ TİNİZ (Oturum Başkanı)
Çok teşekkür ederiz Sayın Elkatmış, Efendim Sayın Tuncay Özkan. Buyurunuz Sayın Özkan.
- TUNCAY ÖZKAN (Kanal D Genel Yayın Yönetmeni)
Sağolun efendim. Şöyle sloganlara bakarak diyelim ki "Dünya fani hırsızlık baki". Çalmaya devam etsinler. İkinci Beyazıt çok kızmış. Çağırmış sadrazamına demiş ki;
"nedir bu kadılardan gelen şikayet? Herkes nereye gitsem kadılardan yakınıyor. Adalet kalmamış. Bunlar her şeyi parayla alıp satar olmuşlar. Hepsini Bursa'da bir eve toplayın iyice bir odun yığın yakın" demiş. Güçlükle ikna edebilmişler. Demişler ki; "efendim sorunları var". "Sorunları ne?" "Efendim az para alıyorlar" demişler.
O günden bu güne temizlik mekanizmasında bir şey değişmemiş. Değişen şey ne? Hırsızların adları değişiyor. Ben Plan Bütçe Komisyonunu takip ederdim parlamento muhabirliğim sırasında. Orada "pik" komisyonuna girdim. Bir boru hattından bahsediliyor. Şimdi bu boru hattı 1970'li yıllarda İslam Kalkınma Bankasından alman on milyon dolar karşılığında yaptırılmış. Ama hattın kaybolduğunu söylüyorlar. Yaptırılmış mı, yaptırılmamış mı? Para alınmış, müteahhit firma belli ama hat döşenmiş mi, döşenmemiş mi konusunda bir komisyon kuruldu. Biz komisyondan önce gittik, baktık kontrol ettik. Evet efendim; İzmit'ten Harami dere'ye kadar benzin pompalamak üzere kilometrelerce bir hat döşenmiş. Döşenmiş ama sonra unutulmuş. On milyon dolar alınmış ve unutulmuş. Hat orada duruyor ama kullanılmamış.
Çürümüş olduğu yerde. Şimdi Türkiye'de "yolluluk" ve "yolsuzluk" üzerine çok şey söylenebilir. Anadolu'da yollu diye faişelik sanatını icra (eskiden sanattı şimdi meslek oldu. Sadettin Tantan meslek haline getirdi, Avrupa Birliği normlarına göre) eden insanlara denir. Yolsuz diye de yolu olmayana denir. Yani gariban Kastamonu'nun köylüsüne, Hakkari'nin köylüsüne falan denir. Yolunu bulana da Anadolu tabiriyle yollu denir. Bu yolsuzluk hırsızlığın karşılığı değildir. Yolsuzluk garibanlığın karşılığıdır. Zaten garibanlık olduğu için bu yolsuzluk dedikleri şeyde kader olarak gelir yakanıza yapışır. Yani yolsuzluğun kader olduğu yer yoksulluktur. Yoksulluk olmadan yolsuzluk olmaz. Şimdi siz ülkenizin %80'i ile %20'si arasındaki dengesizliği; "çok üzülüyoruz efendim, aman Allah'ım ne kadar büyük bir felaket, bu toplumsal dinamizmimizi alt üst eder, bunu değiştirmek gerekir" diye halka yalan söyleyecek siniz. Öbür taraftan götürmeye devam edeceksiniz.
Nasıl götüreceksiniz?
Her şekilde götüreceksiniz, insafsızca götüreceksiniz. On milyon doları alacaksınız boru hattı kuracaksınız. Aman benzin taşıyan tanker komisyonlarına, baskı gruplarına ses çıkartmasınlar diye onu orada unutacaksınız, çürüteceksiniz. İşte o günlerden bu günlere... Yani o zamanlardan bu zamanlara gelen bir şey bu. Şimdi "Türkiye'de çok ilginç bir süreçten, dönemeçten geçiyoruz" dediler bütün konuşmacılar. Ben aynen katılıyorum, çok ilginç bir dönemeç. Özelleştirme yapmaya çalışıyoruz.
Yaptığımız bütün özelleştirmelerin hepsini satacağız, karşılık olarak beklediğimiz para on iki milyar dolar. Biz bunu yaparsak çağdaş ülkeler arasına gireceğiz.
Avrupa Birliği bizi kabul edecek. Bütün dertlerimize merhem olacak, hiçbir sorunumuz kalmayacak. Ben size söyleyeyim işte Sayın Başkan söyledi. On milyar dolar, on iki milyar dolar diyor ama yedi ile on milyar dolar arasında hesaplanıyor. On milyar dolar bankalar, iki buçuk milyar dolar Ömer Lütfı Topal, l .7 milyar dolar Sudi Özkan, iki milyar dolar Orhan Aslıtürk. İşte size özelleştirmeden daha fazla kaynak. Hadi kullansanıza! Ama garibanlara karşı kullandığınız silahı başkasına karşı kullanamazsınız. Şimdi Nuh Mete orada oturuyor ben görüyorum. Nuh Mete Yüksel olmadan önce bu işler nasıl oluyordu? Nuh Mete Yüksel olmasaydı ne olacaktı? Nuh Mete Yüksel vicdanı el vermedi. Türkiye'nin bu sessizliğinde bir ses oldu bu işlere başladı. Hadi olma¬saydı ne yapacaktık? İyi ki orada var, Allah razı olsun. Olmasaydı mahvolmuştuk. Yani hukuksuzluk dönemlerini yaşıyoruz. Hukukun olmadığı yerde öyle kuzgun leşe falanda gelemiyor. Leşinde sahipleri var.
Başına çöreklenmişler kimseyi sokmuyorlar, yaklaştırmıyorlar. Öyle kolay bir şey değil. Tuz kokmuş. Tuzu ne ile temizleyeceksiniz? Hukukla temizleyeceksiniz.
Bundan altı sene önce Yargıtay başkanımızın oğlu Zafer Çarşısı'nın üstünde avukatlık yapıyor. Bir büro kurmuştu. Bize bir adam geldi bir öykü anlattı. Çok ilginç bir öykü.
Dedi ki; gidiyorsunuz telefonu kaldırıyor "Baba şu dairede şöyle bir istimlak kararı var onu bir değiştiriver sek bak arkadaş diyor ki; iki yüz elli bin dolar veririm".
Dedim ki; böyle şey olur mu? "Vallahi oluyor" dedi. Hakikaten bizim arkadaşlarımız gitti aynen böyle. "Baba şu daire başkanı amcaya söylesek ya bunun parası az buna bir iki yüz yapar mıyız?". Yargıtay'da dosyaların açılmadan kararlar verildiğini siz bilmiyor musunuz? Şimdi bu yollu lar arasında öyleleri var ki her zaman bu işlerde on senede bir gelip yapıyorlar. Hiç değişmiyor. Türkiye'de ilk hayali ihracat 1960'lar da uygulanmış. Sonra Yahya Demirci çıkmış. Arkasından devam etmiş. 1990 rakamlarına göre 50 katrilyon liraydı, hayali ihracattan Türkiye'nin kaybı. Orada ben gümrüklerin teftiş kurulu başkanı arkadaşımızı görüyorum. Kendisi Gaziantep'teki operasyonları falan yaptılar. Orada zaten neredeyse 120 milyon dolara yakın bir para çıktı. Bir firma yapıyor bunu. Ne kadar yol kat etmişiz görebiliyor musunuz? Özel sektörümüzün büyümesi, gelişmesi karşısında siz şaşkınlığa hiç uğramıyor musunuz. Bu özel sektör nasıl büyüyor, serpiliyor?
Nasıl gelişiyor?
Devlet giderek küçülüyor. Devletten sürekli iste¬yin küçül, küçül, küçül devlet. Yargıç verme, savcı verme, doktor verme, öğretmen ver¬me. Küçüle, küçüle, küçüle bir kaç tane iş adamının gireceği kadar küçülttük devleti. İşte karşımızdaki tablo budur. Devlet denetleyemiyor. Niye? Küçül devlet. Kimse hiç bir şey söylemiyor.
Ben burada bütün konuşmacılardan şunu bekliyorum; Türkiye'de hiç dokunulmayan bir alan var. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin silah alımları. Son on beş yılda, yirmi yılda neresinden baksanız yüz milyarlarca dolar lirayı silah alımına vermişiz. Sayıştay inceleyebiliyor mu? Şimdi Sayın Elkatmış Sayıştay raporunda okudu.
Bu Sayıştay öyle ilginç bir kurumdur ki hep inceleyemediklerini anlatır, inceleyebildiklerinden bugüne kadar çıkarttığı bir tek yolsuzluk dosyasını ben hatırlayamıyorum.
Siz hatırlıyor musunuz? Sayıştay'ın ortaya koyduğu bir tek yolsuzluk dosyası var mıdır Allah aşkına? Bütün bütçe denetimini de onlar yaparlar. Var mı böyle bir şey?
Tuz kokmuş. Tuz kokunca tuzu temizlemenin yolu hukuka gitmektir. Bugün Mecliste Adalet Bakanlığının bütçesi görüşülüyor. %7.7 oranında para veriyorsunuz.
Ondan sonra cezaevi istiyorsunuz, ondan sonra savcının parası diyorsunuz, ondan sonra hakimin parası diyorsunuz. %7 özür dilerim. %7 çok büyük rakam tabi.
Şimdi eğer bu parayı oraya vermezseniz yani hukukunuzdan çalarsanız ondan sonra gelirler bu akbabalar diyor Sadettin Tantan, Akbaba deyin, karga de-yin ne derseniz deyin. Gelirler ciğerinizi sökerler. Hukuksuzluk her şeyin başıdır. Hukuku olmayan bir toplumda ne yaparsanız yapın isterseniz yasayla ahlak kurumu koyun, isterseniz bekaret kemeri takılacak diye yasa çıkartın. Bakın bakalım sonuçları ne oluyor. Hiç bir şey elde edemezsiniz. Hukukunu yitiren toplumların ayakta kalması mümkün değildir. Sosyal yapınız da, ahlaki yapınız da, ekonomik yapınız da hukukunuzun üstünde durur. Hukukunuzu yitirdikten sonra geriye ne kalacak. Yarın Nuh Mete Yüksel ile ilgili iki tane daha soruşturma dosyası açarlar. Nuh Mete Yüksel'i alıverirler oradan. Ne olur, ne yaşanır, ne yaparsınız? Yürüyüş yapar mısınız?
Yapmayız.
Sinan Aygün'ün şahsi şeyleri var. Bakın hamaset hukuksuzluk olursa tersi olur zaten. Hukuka uyulacak. Çok net bir şey söylemek istiyorum. Sayın Elkatmış ile biz hemen hemen çok uzun süredir birlikte bu işlerde kavrulup duruyoruz. Ülkenin birinci tehdidi irtica mı, yolsuzluk mu? Elma ile armudu birbirine toplamaya benzer.
Bunu birbirine karıştırmamak lazım. O zaman Hizbullah bir realitedir. Tehdit değilse Hizbullah'ı birisi bana açıklasın. Nedir Hizbullah? Tortop edilmiş, gömülmüş cesetlerden ne anlamamız gerekiyor? Topyekün olaylara baktığımız zaman tabloyu net göreceğiz. Gördüğümüz tablodan siyasi görüşlerimize, bizim çıkarımıza göre hisseler çıkartmayacağız. Mecliste bankalarla ilgili şeyler görüşülmüyor. Neden görüşülmüyor? Mesut Yılmaz'ın yarası var. Bülent Beyin yarası var. O yüzden görüşülmüyor. Yoksa dururlar mı? Bakın bakalım kimin döneminde en çok banka açılmış, kimin döneminde en çok banka kapatılmış, batmış. Bakın göreceksiniz. Niye bu işler Cumhurbaşkanı Süleyman Demirci varken olmadı da şimdi oluyor? Bunun bir anlamı yok mu? Türkiye'de gücün nerede olduğunu, nereden yönlendirildiğini görmeyecek miyiz? Onun üstüne gitmeyecek miyiz? Oraya parmak basmayacak mıyız? Susurluk Komisyonu Başkanıydı Sayın Elkatmış. Sayın Erbakan "fasa fiso" diyordu.
Fasa fiso işte bunların hepsi fasa fiso. Yedi yılda batan bankaların zaman aşımına uğrayan dosyalan var. Nuh Mete Yüksel bir ayda Türkiye'yi kasıp kavuracak
operasyonlara imza atıyor. Adam yedi yılda batmış bankalarla ilgili olarak karar veremiyor. O da yargıç değil mi? Oradaki savcı, savcı değil mi? Onların hesabını
kim soracak? Nuriş diye bir adam cezaevini satın almış. Hangi parayla satın almış? Alaaddin Çakıcı diye bir adam, Kürşat Yılmaz diye bir adam.
Bunlar adam, yollu adamlar. Yollu adamlar devletin kurumlarını satın almışlar. Ne ile satın almışlar? Parayla. Parayı nereden bulmuşlar? Kürşat Yılmaz'ın ne işi varmış
Süleyman Demirel'in Cumhurbaşkanlığı döneminde lojmanlarda? Yeşil denen adam nerede?
Hangi parayla kimleri dolandırmış? Kimleri öldürmüş? Bu sadece ekonomik hırsızlık değil. Ali Balkaner'in korumalığını kim yapmış? Murat Demirel'in korumalığını kim yapmış? Silah olmadan, külah olmadan bu işler oluyor mu? O zaman hepimiz çıkalım, gidelim kamu bankalarına, tanıdıklarımız var, Şükrü hoca burada işte. Sayın Kılıçdaroğlu da burada. Onların daha çok tanıdığı var bürokraside. Onlar mülkiyelidir hem de herhalde. Sayın Kılıçdaroğlu öyle de siz değil misiniz?
İkinizde değil misiniz? O zaman çok kötü. Mülkiyeci değilseniz bankacılık sektörüne yanaşmayın. Şimdi gideceksiniz bankaya tanıdığınıza diyeceksiniz ki,
bana kredi verin. Kolay. Üstelik sizi çok seviyorsa tanıdığınız, size mesela, Ziraat Bankasının yurtiçi şubesinden krediyi vermez. Buradan verirse faiz oranlan
yüksek çıkar efendim. Nereye? Washington'a, orada şubesi var. Orada verir krediyi. Orada %1 ile verir. Sonra gelirsiniz buraya, yatırırsınız bankaya, %15 alırsınız, sorun kendiliğinden çözülür. Bunun adı hırsızlık mı? kredi kullandık ya. Kredi kullanmakta mı suç yani. Demek ki yollu olmakla yolsuz olmak arasındaki ayrımı iyi belirlemek gerekiyor. İyi ile kötü arasındaki ayrımı net bir şekilde ortaya koymazsak sorunu görmekte zorlanırız. Yarın serveti milyar doları aşanlar ahlaken en güçlü adamları olarakçıkarlar karşımıza. O zaman bizi yasalar filan koruyamaz.
Eğer Yahya Demirel cezalandırılabil-seydi, Murat Demirel bu naneleri yiyebilir miydi? Nerede devlet? Hani devletin gücü? Şimdi bu yapılanlardan umutlar almak lazım.
Bu yapılanlardan Türkiye'nin geleceğine dair bir ışık çıkartmak lazım. Saadettin Tantan ve ekibinin polisiye operasyonları elbette ki iyidir. Ama bana sorarsanız fazlaca abartılmıştır. Ön tarafa savcılarla maliyecilerin çıkması gerekiyor. Temizlik harekatını onların iyice bir yoğurması gerekiyor. Ondan sonra parlamentonun devreye girmesi gerekiyor. Bir toplum temizleniyor parlamento dışında... Böyle şey olur mu? Halkın katılmadığı yerde temizlik operasyonu olur mu? Halk nerede? Sivil toplum örgütü yok, işçi, memur sokakta ne diye bağırıyor? İşte sendika başkanı burada. "Açım, para istiyorum" diye bağırıyor. Yolsuzluğa karşı bir şey yapılabiliyor mu?
Çünkü insanların başka kaygıları var. İnsanlar eve ekmek götürmek derdinde. Yüz altmış milyon lira ile geçinen gardiyana Alaattin Çakıcı her sabah yemek tepsisini getirdiğinde yetmiş dolar bahşiş atıyorsa o ülkede adalet olmaz. O ülkede cezaevleri denetimini kamusal güç sağlayamaz. Bu gerçeklerden kopacaksınız, astım, kestim, yaktım, yıktım. Olmaz, yapamazsınız. Yapılması gereken şey şudur; polisimiz elbette ki savcının denetiminde olmalıdır. Ama ön tarafa maliyeci ve savcı çıkmalıdır. Türkiye'de parlamento temizlik harekatına katılmalıdır ki bir yere ulaşılabilsin. Yoksa bir yere ulaşmak mümkün değildir. Bir yere ulaşmak isterken gideceğimiz yer ne yazık ki sonuçsuzluk olarak kalır. Bugün polisin yaptığı operasyonlar delil yetersizliğinden yargıdan geri dönerse asıl yıkıntı o zaman başlar.
Bir binayı sallarken nereye düşeceğini iyi hesaplamak gerekir. Hesaplamadan yapmamak lazım bazı şeyleri. Şimdi denetim organlarından bahsedildi. Efendim,
adam Gümrük Müsteşarlığında yolsuzlukla suçlanmış atandığı yer Başbakanlık Devlet Denetleme Kuruluşu ya da Cumhurbaşkanlığı Denetleme Kuruluşu. Bu nasıl iş?
Adamı yolsuzlukla suçluyorsunuz, denetleme kuruluna üye diye atıyorsunuz. Merkez Valisini görevden alıyorsunuz, Danıştay'a üye diye gönderiyorsunuz, Allah Allah...
Polis müdürlükten alınıyor Müfettiş yapılıyor. Alıyorsan niye müfettiş yapıyorsun? Böyle bir temizlik mekanizması olabilir mi? Böyle bir mekanizma Türkiye'de temizliği getirebilir mi? Parlamento her şeyin dışında... Mesut Yılmaz hakkında önerge veriliyor. Haklı tamam ama Mesut Yılmaz hırsızlık yaptıysa tek başına mı yaptı?
Yanında hiç mi bürokrat yok, hiç mi siyasi kimse yok? İntikam önergeleri derken işi sulandırdık. Hangi noktaya kadar getirdik. Bugün artık elimizde bir şey kalmadı, tutamıyoruz. Tutamadığımız şeylerin ağırlığını ölçmeye kalkıyoruz. Ölçemezsiniz çünkü; parmaklarınızın arasından aktı gitti her şey. Boş yere kavga etmemek lazım.
Attığınız taş ürküttüğünüz kurbağaya değecek. Onun için Türkiye'de yoksullukla mücadele, yolsuzlukla mücadelenin başlangıcıdır. Yoksullukla mücadele etmeden yolsuzluğun yenemezsiniz. Benim memurum işini bilir anlayışı, "anayasayı bir kere delmekle bir şey olmaz" anlayışı hukuksuzluğun başlangıç noktası da orasıdır.
Bunları yenmeden bizim bir yere gitmemiz mümkün değildir.
Şevket Bülent Yahnici konuşmasını yaptıktan sonra sohbet ederken ilginç bir şey söyledi, Emlak Bankasını devraldıklarında teminat riski üç yüz trilyon liradan fazla. Sekiz diyor bakın Sayın Cemil Çiçek. Sekiz trilyon lira. Buradan kamu yönetimine seslenmek istiyorum. Özel bankaların içini boşaltırken çete kuruyorlar da kamu bankalarım boşaltırken çete kurmuyorlar mı? Onu ne yapacaksınız? Niye Ziraat Bankasının yurt dışında şubesi var? Niye Vakıflar Bankasının Off shore'ları var? Niye ada Şirketlerinde gidip bunları açıyorlar, yapıyorlar, kimlere kredi vermişler? Şimdi çok net bir tablo ile karşı karşı-yayız. Siyaset ayağı olmadan, bürokrasi ayağı olmadan ve parlamento istemeden, katılmadan temiz toplum mücadelesi olmaz. O zaman ne yapmış oluruz, içimizdeki bir kaç tane yürekli insanı, Nuh Mete Yüksel gibi, ön tarafa sürmüş oluruz, yarın da onlar iki denetimle giderler merak etmeyin. O adamı niye öyle aldın da böyle almadın diye söylerler, görevden alıverirler. Bizde arkasında duramayız. Çünkü biz örgütlü bir toplum değiliz. Çünkü biz örgütlenmekten yoksun bırakılan bir toplumuz. Örgütlü toplum olmadan bu işlerin mücadelesi olmaz. Sendikanız olacak, sandığınız olacak, odanız olacak. Bizde sandığı niye kuruyorlar biliyor musunuz? Türk Ticaret Bankasında yaptıkları gibi, önce şirketin çoğunluk hissesini sandığa devrediyorlar, sonra mafya geliyor sandığı ele geçiriyor, sonra bankayı almaya çalışıyor. Yarın İş Bankasının başına neler gelecek, hep beraber gö-rürüz. Bugünden bakıp görmek lazım. Bütün konuşmacılar aynı şeyi söylüyor. Ahlak kurumu kuralım, sosyal bilmem ne kurumu kuralım. Aman Allahım! Şimdi düşünebiliyor musunuz bir ülkede yolsuzlukla mücadele bakanlığı kurmak ne demek? Hukuk varken böyle
bir bakanlık kurulur mu? Kurmadılar mı? Orhan Kilercioğlu ne yaptı? Yüz tane dosya çıkarttı. Ne oldu KÖŞK A taslağı, nerede KÖŞK A taslağı? Her on yılda bir kuralım. Her on yılda bir onuncu yıl marşını söyleyerek yeni bakanlıklar kuralım, yeni kurumlar ihdas edelim, yeni ahlaklar. Bununla bir yere gitmemiz mümkün değil. Ben öyle düşünüyorum. Global dünyada ekonomi yeniden tarif edilirken, global dünyada her şeyin tarifi yeniden yapılırken bizim yapmamız gereken şey oturup yeni baştan sömürüye karşı, ahlaksızlığa karşı, hırsızlığa karşı, vurguna karşı, kamunun talanına karşı yeni anlayışları üretmemizdir. Bunu yapacak olanlar parlamenterlerdir, bunu yapacak olanlar sendikacı¬lardır, bunu yapacak olanlar sivil güçlerdir. Kamu otoritesinden bunu beklemeyin, kamu otoritesi tepkisel davranır.
Ne olur, yolsuzluk bu noktaya çıktıysa, "yolsuzluğun sebebi özel sektör" der, özel sektörü baltalar. Onun için hep beraber oturulup, ülkenin gerçeklerini iyi tahlil
ederek yeni bir tanımlar silsilesi önümüze koymalıyız. Bunları yaşama geçirmeliyiz. Başbakanlık Teftiş Kurulu rapor hazırlıyor, üstüne gizli damgası basıyor, sonra rafa kaldırıyor. Adliyeden dosyayı alsanız ne olacak, okuyabiliyor musunuz, ilaç prospektüsü gibi. Hangi vatandaş okudu kanun metnini siz...
Allah aşkına her kanun metnini anlayabiliyor musunuz? O yüzden gerekçelerini yazıyorlar, gerekçelerin gerekçelerini yazıyorlar, dibacelerini koyuyarlar ki anlaşılır olsun diye. Sonra hapı yuttunuz mu? Yutmuş oluyorsunuz zaten, öbür tarafta başınıza ne gelirse. Saygılar sunuyorum efendim.
5 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder