YOLSUZLUK KISKACINDA TÜRKİYE BÖLÜM 10
- ŞÜKRÜ KIZILOT (Oturum Başkanı)
Sayın YAZICIOGLU'na hem bu güzel konuşması için hem de süreye saniyesine kadar uyduğu için çok Teşekkür ederiz. Tabi bu anlatılanlar bizim yabancımız olmadığı için çok fazla bir hayretle izlemiyoruz. Çünkü trilyonlarca da hayali ihracat yapıp da daha sonra çıkan bir yasa ile sadece yüz bin lira ödemek suretiyle insanların af olduğunu gördük biz. Yine öğleden önce bir soru yöneltmiştik. Sayıştay yasasına otuz üç yıl önce konmuş şu veya bu şekilde haksız para alanlar, zimmetine para geçirenler, suistimal yapanlar ortaya çıkartıldığında, yedi sekiz yıl sonra bu parayı iade ederken, "sekiz yıllık toplam gecikme faizi yüzde onu aşamaz" diye bir madde konmuş. O da halen yürürlükte. Birde çıkartılan yasalardaki anlayışa bakıyoruz. "Acaba bu niye böyle oluyor?" diyesi geliyor. Geçtiğimiz günlerde Türkiye'de ilginç bir olay yaşadık biliyorsunuz. Hükümet Dünya Bankasından iki milyar dolarlık uyum kredisini alabilmek için kanun hükmünde kararname hazırladı ve bunu Sayın Cumhurbaşkanına sundu. Sayın Cumhurbaşkanı da "bu böyle olmaz kanunla olur" dedi. Ondan sonra bildiğiniz gibi küsme olayları başladı. Birbirine
arkayı dönme olayları oldu. Borsa düştü, faizler yükseldi. "İki milyar dolar kredi gelmiyor" dendi. Her şey böyle allak bullak oldu. Sırf o kanun hükmündeki
kararname ile getirilmek istenen vergi resim harç istisnası getirilemediği için... Daha sonra birde baktık ki meğerse o kararnameye konan vergi resim harç istisnası altı yıl önce bir başka kanunda çıkmış, durduğu yerde duruyor. Hükümet de farkında değil, cumhurbaşkanı da farkında değil yani, Türkiye böyle ilginç olayları yaşayabiliyor. Şimdi çoğumuzun da yakından bilmediği bir kurum açısından olayları ele alacağız. Sayın Şevket Taşdelen, Emniyet Genel Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Dairesi Başkan Yardımcısı. Kendisi 1980'de Polis Akademisi mezunu. 15 yıldır da mali polis biriminde çeşitli görevlerde çalışıyor. Özellikle olayın emniyet açısından görüntüsünü, kaçakçılıkla ve organize suçlar¬la mücadelenin ne şekilde olduğu ve oradaki bakış açısından bizleri aydınlatacak. Buyurunuz Sayın Taşdelen.
- ŞEVKET TAŞDELEN (Kaçakçılık Daire Bşk. Yrd.)
Teşekkür ederim Sayın Başkan. Müsaadenizle bende yolsuzluğun polisiye açıdan mücadelesi nasıl yapılıyor? Bizim tespitlerimize göre kaç türlü yolsuzluk var,
ülkemizde polis kayıtlarına giren ve adli sisteme intikal eden. Bunları ana hatlarıyla gruplayarak bir özetleme yapmak istiyorum, bana ayrılan sürede.
Hukuk sistemimiz içerisinde baktığımız zaman yolsuzluğun; yolsuzluk ismiyle bir tarifi yok. Yani bu isimle tanımlanmış kanunların suç kabul ettiği bir fiil yok.
Ancak çeşitli yasalarda şu anda konuştuğumuz yolsuzluk suçlarını, fiillerini tarif eden hükümler var. Biraz önce bazı konuşmacılar ismen değindiler bir takım yasalara.
Bunlardan son dönemde yürürlüğe giren, son bir yıldır uygulanan 4422 sayılı Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele Yasası. Bu yasa çıkmadan öncede Türk Ceza Yasasında çeşitli hükümler vardı. Bunlar içerisinde yine yolsuzluk suçla¬rı çerçevesinde gündeme gelen Türk Ceza Yasasının 313-314. maddesi yani, suç işlemek için teşekkül oluşturma maddeleri uygulanıyordu. Bu her iki yasada Devlet Güvenlik Mahkemelerinin görev alanına giren ceza maddeleri içeriyor. Bunun dışında yolsuzluk suçlarında uygulanan yasa maddelerinden birisi de yine Türk Ceza Yasasında yeri bulunan, nitelikli dolandırıcılık diye tarif edebileceği miz, Türk Ceza Yasasının 503-504. maddesi. Şimdi bu yasa maddelerinden bahsettikten sonra, peki biz yolsuzluk olarak hangi suç türlerini, hangi fiileri yolsuzluk kapsamında düşünüyoruz, değerlendiriyoruz? Şu anki uygulamalar açısından bakıldığı zaman şöyle bir tarif yapmak mümkün; tabi ki yolsuzluk toplantılarda bile tartışılır hale geldiğine göre çok yaygın bir şekilde gelmiş demektir. Buradan sanıyorum daha önce yapılmayan tanımlamalar, tarifler, sınır çizmelerde yapılacak bundan sonra.
Müsaade ederseniz ben kendi tanımladığım bir yolsuzluk tarifini sunmak istiyorum. "Genellikle üç veya daha fazla kişinin bir araya gelerek bazı kamu görevlilerinin de katılımıyla devlet hazinesinin zarara uğratılması genel anlamda yolsuzluk olarak tarif edilebilir." Şimdi buradaki tariften de baktığınız zaman ülkemizdeki yolsuzluk suçlarında iki çakışan nokta var, bileşke var. Birisi bu suçlarda zarar gören devlet hazinesi, yani sizlerin bizlerin parası. Devlet hazinesi vatandaşların ödediği vergilerden oluşan bir hazine. Burada yolsuzluk suçlarının tamamında hazineden birileri paraları götürüyor. Bir başka çakışan bir bileşke var o da bu suçlarda neredeyse büyük bölümünde o konu ile ilgili olan kamu görevlilerin de payı var. Ya da suça iştiraki var, ya da şebekeye iştiraki var. Şimdi buradan bakınca şöyle bir gruplama yapmak mümkün. İhale yolsuzluğu, hayali ihracat ve ithalat yolsuzluğu, gübre yolsuzluğu, pamuk yolsuzluğu, vergi iadesi yolsuzluğu, gümrük yolsuzluğu ve son günlerde yine kamuoyu gündeminde olan banka yolsuzluğu. Tabi ki buradaki gruplamalar a baktığımız zaman yolsuzluğun yapılış şekline ve yapıldığı alana bağlı olarak isimlendirme almış. Bu tartışılabilir. Birine göre doğrudur, bir başkasına göre yanlıştır. Ama ana hatları ile anlaşılabilir olması için böyle bir gruplama yapmak mümkün. İhale yolsuzluğuna baktığımız zaman ihale komisyonunu oluşturan devlet görevlilerinin ihaleye katılan özel şahıslarla birlikte organize bir şekilde yine devlet hazinesini zarara uğrattığını görüyoruz. Hayali ihracat ve ithalat yolsuzluğunda ise gerçekte herhangi bir ihracat ya da ithalat işlemi olmadığı halde efektif işlem yapılıyor, görünmeyen işlemler yapılıyor. Bazı gümrük görevlileri de organizasyona katılarak yine devlet hazinesi zarara uğratılıyor. Bu hayali ihracat ve ithalat yolsuzluğuna baktığınız zaman iki çeşit zarar söz konusu hazine için. Birincisi, gümrük işlemleri sırasında devletin alması gereken vergi, resim ve harçlar sahte belgeler düzenlendiği için doğrudan devlet kasasına girmiyor, şebeke içerisindeki kişilerin cebine gidiyor. Bir başkası da, ihracat ve ithalat işlemlerinde devletin verdiği teşviklerden yararlanmak suretiyle yine aynı sahte belgelerle sizlerin ödediği vergilerden bir kısmını da tekrar yine ceplerine indiriyorlar.
Yani ödemedikleri vergilerle, ödemedikleri paralarla yetinmiyorlar birde gerçekten dürüst bir şekilde vergisini ödeyen insanların parasını da yine Hazineden sahte belgelerle alarak yolsuzluğun boyutlarını artırıyorlar.
Gübre yolsuzluğu da şöyle izah edilebilir; devlet biliyorsunuz sosyal devlet olma ilkesinden hareketle çeşitli alanlarla teşvikler veriyor. Örneğin; tarım alanında
teşvikler veriyor, çeşitli kanallardan Ziraat Bankası kanalı ile ya da Hazine Müsteşarlığı kanalıyla ya da başka kaynaklar kanalıyla... Bu teşvikler verilirken belli tebliğler çıkarılıyor. Kuralları belirleniyor. Örneğin; çiftçimiz gübre kullansın, daha çok ürün elde etsin, daha kaliteli ürün elde etsin diye iyi niyetli hazırlanan düzenlemeler var.
Bunun sistemi kurulmuş, hangi belgelerle bu teşvikten faydalanacağı belirlenmiş. Ancak benzeri organizasyonlar, yine bu teşvik uygulamasında para ödemesi yapan, ya da bu belgelerin kontrolünü yapan bazı kamu görevlilerinin de şebekeye katılımı ile bu kez gerçekte çiftçilikte hiç ilgisi olmayan, hiç bir tarım üretimi yapmayan bazı uyanıkların cebine gidiyor; devlet hazinesindeki teşvik için ayrılan, tarımı desteklemek üzere ayrılan paralar. Öbür tarafta da gerçekten hak sahibi olması gereken, gerçekten desteklenmesi gereken de çiftçi de hiçbir zaman hak ettiği teşvik primini alamıyor. Benzeri bir yolsuzluk da pamuk alanında karşımıza çıkıyor kayıtlarımızda. Yine aynı niyetle devlet daha kaliteli pamuk üretimi yapılsın, daha çok pamuk üretilsin ve dünya piyasaları ile rekabet edebilsin Türk çiftçisi, Türk köylüsü diye pamuk eken çiftçimize destekleme primi veriyor. Bunun da belli kurallarını belirlemiş. Belli belgeler istiyor bu parayı öderken. Çoğu kez de bu desteklemeler dünya piyasaları ile boy ölçülebilsin diye dolar bazında belirleniyor ton başına ya da kilo başına. Burada da yine sahte belgeler düzenlenerek, gerçekte pamuk çiftçiliği ile hiç ilgisi olmayan, pamuk ekimi ile hiç ilgili olmayan bazı art niyetli kişiler, bu ödemede rolü bulunan yetkililerin ve kamu görevlilerinde katılımıyla yine hazineden devletin bu iş için ayırdığı fonlar hiç pamuk üreticisine gitmeden çoğu kez maalesef bir kaç kişinin cebine gidiyor.
Devlet yine aldığı bazı vergilerden iadelerde bulunuyor, çeşitli alanları, çeşitli sektörleri desteklemek amacıyla. Bu KDV iadesi dediğimiz yöntemde de bu kez KDV iadesi yapan bazı vergi dairesi görevlilerinde yine şebekeye katılımıyla gerçekte desteklenmesi gereken sektörler ya da kişiler yerine hiç ilgisi olmayan art niyetli kişilerin cebine gitmekte ve desteklenmesi gereken sektörler de hiç bir zaman gereken desteği görememekte, bu yolsuzluk sayesinde. Gümrük yolsuzluğu da ülkemizde maalesef en çok karşımıza çıkan yolsuzluk türleri içerisinde yer alıyor. Gümrüklerde biliyorsunuz çok sayıda gümrük kapımız var. Bakanlar kurulu kararı ile belirlenmiş. Hem mal hareketlerinde girişte hem de çıkışta ya da transit işlemlerde Serbest Bölgeler üzerinden ya da doğrudan diğer kapılarda çeşitli gümrük işlemleri yapılıyor. Bunların hepsinin kanunu var, mevzuatımızda bir eksiklik yok baktığınız zaman. Ama işte o mevzuatı uygulamak zorunda olan görevliler şebekeye katıldığı zaman şekil değişiyor. Mevzuatın bir anlamı kalmıyor. İşte gümrük yolsuzluğunda da maalesef çoğu kez gümrük görevlilerinde şebekeye katılımıyla fiktif işlem dediğimiz sahte belgeler düzenlenerek, gerçekte gitmeyen mallar herhangi bir ülkeye gitmiş gibi belge düzenleniyor. Hem ülke içerisinde vergi iadesi alınıyor, hem de birilerinin kara parası varsa bunu bankacılık sistemine sokmak suretiyle kolayca aklayabiliyorlar bu yöntemle. Son olarak kamuoyu gündemde olan banka yolsuzluğu. Banka yolsuzluğuna da baktığımız zaman, burada söz konusu edilen banka yolsuzluğu, bizim kayıtlarımıza giren banka yolsuzluğu, özel bankalarda özel şahısların işlettiği bankalarda karşımıza çıkıyor. Peki özel bankalarda yolsuzluk nasıl oluyor, bu iki bileşkeye uymadığı halde? Şimdi burada da biliyorsunuz, tüm bankalar ülkemizde mevduata verilen garanti sebebi ile mevduat sigorta fonu kapsamında, yani bankaların mali yapıları zayıfladığı anda özel bankaların kendilerini idare edemez hale geldiği zaman, bu kez devlet mevduat sigorta fonu kanalıyla yeni adıyla Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu kanalıyla el koyuyor. "Siz idare edemediniz bankayı şu andan itibaren biz idare edeceğiz" diyor kısa bir şekilde ve bunu söylerken de bankanın mevcut tüm zararlarını devlet hazinesi üstleniyor. Ne oluyor, baktığınız zaman şu ana kadar saydığımız diğer yolsuzluk türlerinin neredeyse tamamım da kat kat aşacak bir miktarda, sizlerin ödediği vergilerin bir kaç bankaya ya da bu şekilde el konulan banka kaynaklarına aktarıldığını ya da bunların borçlarına aktarıldığını görüyorsunuz.
Peki banka yolsuzluğu nasıl yapılıyor, yöntem olarak?
Bankaların mali bünyeleri nasıl zayıflatılıyor, ne tür yöntemlerle zayıflatılıyor? Gerçekten bu bankalar ticari kredi açtığı için, bunlar geri dönmediği için mi bunlar oluyor sadece? Riskli kredi dediğimiz krediler yoluyla mı oluyor? Baktığınız zaman, kayıtlara giren yöntemler sadece kredi olayı değil. Zaten burada sorgulanan ticari krediler değil, gerçekten bir bankadan kredi alan ve bunu çeşitli sebeplerle ödeyememiş kişiler değil; burada soruşturma konusu edilen sorgulanan bu değil. Gerçekte krediler için öngörülecek belgeler arandıktan, risk analizleri yapıldıktan sonra verilen krediler değil, burada sorgulanan. Şimdi bir vatandaş olarak bir bankaya gidin elli milyonluk kredi isteyin, sizden elli çeşit garanti ve belge isterler. Ama burada soruşturulan kredilere baktığınız zaman krediler zaten yanlış yerlere gitmemiş; yani bir üçüncü şahsa gitmemiş. Yine banka sahibinin yakınları yoluyla kendisine dönmüş. Burada normal bir ticari işlemden bahsetmek söz konusu değil.
İşte "back to back" dediğimiz bir kredi yöntemi var. Kamuoyuna al gülüm ver gülüm diye yansıyan bir yöntem. Sizin bankanız var. Bankalar yasasına göre kendi şirketlerinize, grup şirketlerinize belli limitlerde kredi açabilirsiniz, kendi bankanızdan. İşte bu limiti aşabilmek için bir başka banka sahibi ile anlaşma yapmak sureti ile onun şirketlerine, limitleri aşan miktarda kredi açıyorsunuz. Aynı miktarda parayı da onun bankasından kendi şirketlerinize alıyorsunuz. Sonuçta, her iki banka da battığı, devlet el koyduğu zaman ikisinin zararını da sizler ve bizler ödüyoruz. Bir başka yaygın yöntem, Off-Shore bankaları kurmak suretiyle. Biliyorsunuz. Off-Shore Türkçe adıyla "Kıyı Bankacılığı" denen bir sistem. Genellikle ülkemizdeki bankaların çoğunun özellikle Kıbrıs'ta Off-Shore bankaları var.
Off-Shore bankası kurmak yasa dışı bir işlem değil. Hazinenin izin verdiği, yasaların uygun gördü¬ğü çerçevede yapılabilir. Off-Shore da ilginç bir olay var. Neden, peki mevduat var, çe¬şitli enstrümanlar var, reposundan tutun da döviz hesabına varan kadar niye Off-Shore ay¬rıca bir hesabı var? Off-Shore yurt dışı kabul edildiği için vergi dışı bir sistem biliyorsu¬nuz, Türk vatandaşları açısından. Siz müşteri olarak cebinizde para ile bir bankaya gittiğiniz zaman herhangi bir mevduat açtırırsanız. Türk yasalarına tabisiniz ve onun için ön¬görülen vergileri sizden otomatik olarak bankacılık sistemi alır peşinen. Faiz size tahakkuk ettiğinde bunu keser.
Ama Off-Shore hesabı açtırdığınız an yurt dışında kabul edilen bir hesaptır. Ama gerçekte bu, Türkiye'dedir. Hiç bir zaman yurt dışına gitmemiştir. Çünkü,
Off-Shore bankalarının hiçbirinin bir personeli yoktur. Kulübe bankacılık dediğimiz sistemdir. Fiktif işlemler görür. O, makine üzerinden işlemler yürür. Ama kağıt üzerinde diyorlar ki, Off-Shore denen bir sistem var. Üstelik hiç bir vergide ödemiyorsunuz. Ödemeyince %12 daha fazla gelir elde ediyorsunuz. Üstelik de maalesef, bazı banka görevlileri devlet garantisi kapsamında olmadığı halde, devlet garantisi kapsamındadır bu hesap da diyerek böyle bir yönlendirme yapmak suretiyle, Off-Shore hesaplarını yurt dışına yönlendirmiş, oradan da yine yakın şirketlere giderek bu şekilde olmuş. Bir başka yöntem vergi cennetleri dediğimiz biraz önce bahsedilen adalarda şirketler kurarak paraları bura¬ya kredi gibi, kredi süsü altında yönlendirmek daha sonra yine başka şahıslar üzerinden Türkiye'ye dönmesi. Yine paravan şirketler kurup bu şirketlere işte çaycısına, garsonuna, yakınlarına gerçekleşmiş sermayesi olmayan kişiler adına şirketler kurup bu paraları onlar adına transfer edip daha sonra nakit olarak almak gibi yöntem olabilir. Ana hatları ile yolsuzluk türleri böyle. Sanıyorum soru cevap bölümü varsa kalan bölümleri de orada anlatmak mümkün bana ayrılan süre şu anda doldu.
Teşekkür ederim.
- ŞÜKRÜ KIZILOT (Oturum Başkanı)
Teşekkür ederiz Sayın TAŞDELEN. Bu Off-Shore bankalarla ilgili devletin açıklaması dahi yanıltıcı olduğu için çok vatandaşımız olayın iç yüzünün ne olduğunu anlamadı ve iki türlü perişan oldu. Birincisi Off-Shore'dan elde edilen faiz gelirleri vergiye tabi değil denildiği için, bankalarca da herkes öyle dediği için vatandaş da "iyi burada vergi yokmuş" diyerek onu tercih etti, yüzde bir iki puanda fazla olduğu için... Oysa sonradan gerçek ortaya çıktı ki normal bankadaki faiz geliri tutarı kaç lira olursa olsun beyan edilmiyormuş; Off-Shore'dan örneğin, beş yüz milyon lira da faiz geliri elde edilse beyan edilmesi gerekiyormuş. Şu anda bir başka potansiyel sıkıntı da geriye dönük beş yıl içerisinde Off-Shore'dan faiz geliri elde edenlerin vergi kaçakçılığı durumu yani, Off-Shore hesaptan faiz gelirini elde etmiş sayılıyorlar. Ana paraya eklemişler, beyan etmişler böylece katlanarak gitmiş. Şimdi bunlar eğer üzerlerine gidilse "dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olacaklar" misali ikinci bir kez de o elde ettikleri gelirden dolayı da başka bir yükümlülükle karşı karşıya kalacaklar maalesef. Efendim dördüncü konuşmacımız Mahmut ASLAN, Hacettepe Üniversitesinde Öğretim Üyesi. Kendisi iş ahlakı konusunda Doktora yapmış, özellikle "Avrupa İş Ahlakı Örgütü" ile ilişkisinde ve Türkiye koordinatörlüğüyle bilinen bir arkadaşımız. Hacettepe Üniversitesinde Öğretim Üyesi olan Yardımcısı Doçent Doktor Mahmut ASLAN, iş ahlakı yönüyle de konuya değinerek yol¬suzluk konusunu açıklayacak.
Buyurun Sayın ASLAN.
- MAHMUT ASLAN (Öğretim Üyesi)
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan. Öncelikle Ankara Ticaret Odasına bizlere bu fırsatı verdikleri için teşekkür ederek konuşmama başlamak istiyorum ve daha çok konunun, eğitim ve iş ahlakı yönüne değinmek istiyorum. Oğuz hocam, dünyadaki yolsuzlukların nedenini açıklarken ayrıntılı olarak bunun ekonomik nedenleri üzerinde durdu. Ancak bu ekonomik nedenlerin dışında kültürel ve hukuksal bir takım nedenler de var. Yine işin hukuksal boyutu üzerinde, Sayın Recep YAZICIOĞLU durdular. Fakat dikkatinizi çekmek istediğim bir nokta var. Yine Sayın KIZILOT'un yaptığı açıklamalarda ülkeler; temiz ülkeler ya da yolsuzluk açısından belli bir puantaja tabi tutuldukları zaman, o sıralamalarda Türkiye'nin yerini gördük ve ilginç bir yapıyla da karşılaşıyoruz. Bakın belli bir kültürel yapıya sahip olan memleketlerde yolsuzluğun daha az olduğunu görmek mümkün. Bunlar hangi ülkelerdir? Genellikle anglo-sakson ve tarihte protestan ahlakı dediğimiz ahlaki yapıya ve mirasa sahip olan kuzey ülkeleridir. Yani, İskandinav ülkeleri ve anglosakson ülkelerinde bu yolsuzluğa karşı tutumun daha sert olduğunu, en azından kültürelolarak, yolsuzluğa karşı belli bir duyarlılığın olduğunu, söylemek mümkün. Şimdi, bizim ülkemizde kültür olarak yolsuzluğa karşı yatkınlık olmadığını söyleyemeyiz. Bu bizim bir oryantal despotizm türü bir yapıdan, devlet yapısından, gelmemizden de kaynaklanıyor. Şimdi hepiniz düşünebilirsiniz ki peki; eğitim ya da iş ahlakı bu yolsuzlukları önlemede etkili olacak mıdır, böyle bir şey mümkün olabilir mi? Cevabım kesinlikle hayır. Yani, tek başına ahlakın ya da ahlak eğitiminin etkili olacağı
şeklinde bir şey söylemek mümkün değil. Fakat neden önemli? Bunu şöyle küçük bir örnekle size belki anımsatabilirim. Düşünelim ki, trafik büyük bir sorun ülkemizde ve bu trafik canavarı dediğimiz illetle boğuşmak için bir şeyler yapılmaya çalışılıyor, ama devlet gerekli önlemi almıyor. Şimdi biz istediğimiz kadar yüksek cezalar koyalım trafikte. Dört milyar, beş milyar, on milyarlık cezalar koyalım. Eğer insanlar, trafik kurallarının ne olduğunu biliniyorlarsa acaba bu cezalarla trafik terörünü durdurabilir miyiz? Bir ülkede özellikle politik açıdan yolsuzluklar baş göstermeye devamlı bir hal arz etmeye başlarsa, toplum içerisinde yolsuzluklar baş göstermeye başlayıp devamlı bir hal arz etmeye başlarsa, toplumda yolsuzluğun olağan bir şey olduğu yönünden bir tutum gelişiyor. İşte belki de bu; yolsuzluğu besleyen, onu bir fasit daire haline getiren çok önemli bir toplumsal açmaza yol açıyor. Yani düşünün ki, siz trafikte gidiyorsunuz. Önünüzde trafik kurallarını ihlal ederek ve herkesin
canını tehlikeye atarak zikzaklar çizen, kesinlikle sinyal vermeyen bir araç gidiyor ve buna her gün rastlıyorsunuz. Fakat bir tek kimse bir kornayla protesto etme gereği duymuyor bu ülkede. Oysa bu tür bir araç sürmenin cezası Avrupa ülkelerinde örneğin, İngiltere'de 4.5 milyar liradır, artı mahkemeye verilir o kişi. Ama biz uyarma gereği bile duymayız. Sanki normal bir şeymiş gibi... Neden? Böyle bir davranışın olağan bir davranış olduğu hesabına kapılmışızdır. İşte yolsuzluklarda bu derece özellikli kamu hayatında yer alınca vatandaşlarda ufak yolsuzlukları hoş görmeye, bunu olağan karşılamaya başlıyor. Tabi "balık baştan kokar" atasözünü hatırlamakta fayda var. Şimdi eğitim bu tür şeyleri engelleyebilir mi? Biz bir şeyler yapabilir miyiz, yol alabilir miyiz? Eğitimin amacı, özellikle iş ve meslek ahlakı eğitiminin amacı kesinlikle yolsuzlukları ortadan kaldırmak değil. Ancak buna katkıda bulunmak... Nasıl katkıda bulunuyor? İşte biraz önce söylediğim o uyuşukluğu ortadan kaldırmaya
çalışıyor. Yani, yolsuzluğun toplumsal meşrutiyetini azaltmaya ve yok etmeye çalışıyor. Bakın bir örnek vereceğim. ABD'de bugün bildiğiniz gibi işletmecilik eğitimi zirve noktasındandır. İşletmecilik eğitimi yapmak isterseniz, dünyada nereye giderseniz gidip sorsanız herhalde herkes ABD der. Ama ABD'de bir işletmecilik okulu açmak, bir okulda işletmecilik eğitimi vermek için belli şartlar gerekir. O şartlardan bir tanesi de; o okullarda mutlaka iş ahlakı dersinin müfredata konulmasıdır.
Bu bir zorunluluktur artık Amerika'da. Şimdi bu nereden kaynaklanıyor? İşte onlarda da küresel olarak yolsuzluğun, mafyacılığın, çıkarcılığın artması karşısında kapitalizmin tökezlemesi ya da yabancı yatırımcıların yatırımlarını yapamama gibi bir sonuç ortaya çıkacağı için, sistemin kendi içinde çökmemesini sağlamak adına ahlak eğitimine önem verilir ve toplumsal duyarlılık korunmaya çalışıyor. Birde o ülkelerin sahip oldukları bu protestan iş ahlakı mirasının erimemesi ne önem göstermeleri. Yani artan göçlerle birlikte gelen diğer kültürlerin onların bu çalışma ahlakına, dürüstlüğe ve meslek ahlakına dayanan özelliklerine zarar vermesini engellemek için, bu tür dersler zorunlu olarak konuyor. Türkiye'de yolsuzluğu önlemek için neler yapılabilir? Biraz önce diğer Sayın konuşmacıların ifade ettiği gibi yolsuzluğun üç ayağı var. Bir tarafı ekonomik boyut yani ekonomik dengesizlikler, gelir dağılımı dengesizlikleri, yüksek enflasyon gibi durumlar ve bu durumların yaşandığı ülkelerde yolsuzluk katsayılarının, yolsuzluk oranının arttığını görüyoruz. Bir diğeri; bir ülkede eğer hukuk devleti yoksa ve hukuk devleti işlemiyorsa o zaman yolsuzlukları önlemenin de mümkün olmadığını ya da çok zor olduğunu görüyoruz. Bir diğeri; daha önce sözünü ettiğim o ülkenin tarihinden, sosyal yapısından kaynaklanan kültürel etkenler. Kamuoyunda daha çok yolsuzlukla mücadele ederken yaptırımlarla ağırlık veriliyor. Yolsuzlukla mücadelenin iki ayağı varsa bunlardan biri eğitim, biri yap-tırımlarsa, yaptırımlara daha çok ağırlık verildiğini ben düşünüyorum. Yaptırımlar da nelerdir? Mali yaptırımlar ve cezai yaptırımlarıdır. Ama yine Sayın Yazıcıoğlu'nun çok iyi ifade ettiği gibi ülkemizde yaptırımlar maalesef yoktur. Ekonomik etkenler olarak yolsuzluğun çıkacağı bir ortama
sahibiz. Yolsuzluğu besleyen bir ortama sahibiz ve bunun kısa dönemde değişmesi beklenmiyor. Kültürel açıdan da Kuzey ülkelerinin kültürüne sahip olmadığımız için rüşvetin, yolsuzluğun, adam kayırmacılığının gelenek haline geldiği bir toplumsal yapıdan geldiğimiz için, kültürel açıdan da çok şanslı olduğumuz söylenemez.
O halde ne yapabiliriz? Yapabileceğimiz şey, sivil toplum örgütlerinin özellikle üniversitelerin de işbirliği ile bir araya gelerek bir toplumsal uyanış ve seferberlik ruhuyla, ülkede yolsuzluğa karşı iş ve meslek ahlakının duyarlılığının artırılması. Bunun için tabi ki araştırmalar yapılmalı, üniversiteler gerekli desteği vermelidirler. Sivil toplum kuruluşları ve özel sektör firmaları bu konuda gönüllü olarak çalışmalıdırlar. Eğer böyle bir katılım olursa umuyorum ki en azından bir yerden başlanmış olacaktır. 1987 yılında kurulan bir örgütten bahsetmek istiyorum size. Avrupa İş Ahlakı Örgütü. Bu örgüt 1987 yılında Avrupa'daki üniversitelerin, sivil toplum kuruluşlarının ve firmaların iş dünyasından kişilerin bir araya gelerek kurduğu bir gönüllü kuruluş ve amacı da Avrupa çapında yolsuzlukların ve iş ahlakına aykırı uygulamaların önlenmesine çalışmak. Fakat bu bir kontrol mekanizması ya da örgütü değil. Yani gidip de birilerini teşhir etmek için böyle araştırmalar yapan, hafiye gibi bir kuruluş değil. Bunun amacı hizmet içi eğitimler yoluyla, seminerler, konferanslar yoluyla, Avrupa çapında iş ahlakı duyarlılığının artırılması ve bunun için hem uluslararası bir yapılanma içinde hem de ulusal bir yapılanma içinde faaliyet gösterilmesi. Biz Hacettepe üniversitesi olarak, 1999 yılında bir "İşletmecilik Meslek Etiği Merkezi" kurduk. Bu bir uygulama ve araştırma merkezi ve bu merkez olarak da Avrupa İş Ahlakı Örgütünün Türkiye Koordinatörlüğünü aldık.
Bize başvuru ya da istek olduğu zaman gönüllü sivil toplum kuruluşlarının, firmaların ve akademisyenlerin de desteği ile bu Avrupa İş Ahlakı Örgütünün
Türkiye ayağı, Türkiye şubesi de kurulacak ve yapılacak olan çalışmalarla belki toplumsal duyarlılığın artırılmasına üniversite olarak katkıda bulunacağız.
Örneğin bizim çağrılarımıza bugüne kadar cevap veren kimler oldu diye sorabilirsiniz. Bir tanesini özel sektörden, Alarko Holding'ten Sayın İshak Bey cevap vermişlerdir. Bir tanesi de ilginç bulabilirsiniz. Jandarma Genel Komutanlığı 3500'e yakın personelini iş ve meslek ahlakı eğitiminden geçirme kararı aldı ve özellikle rüşvete, yolsuzluğa karşı, adam kayırmacılığa karşı eğitmek için personelini on beş gün süren dizi konferanslarla uzman çavuş rütbesine, teğmen rütbesine kadar bütün okumakta olan personelini eğitme kararı aldı ve bu, uygulanıyor şu anda. Dileriz ki diğer kuruluşlarımızda, gerek özel sektörde gerek kamu sektöründe bu tür eğitim uygulamalarına sıcak bakarlar ve işin bir noktasından başlamış olabiliriz. Son olarak şunu söylemek istiyorum. Bizlerin kültür olarak her şeyi devletten bekleme şeklinde bir yaklaşımı var.
Her şeyi birilerin bizler adına çıkıp yapmasını bekliyoruz. Bu yolsuzluk olayında da sanki birileri beyaz prens çıkacak ve bizi bu yolsuzluktan kurtaracak gibi bir beklenti içine girebiliriz. Ama artık bunu bırakmamız gerektiğine inanıyorum. Artık biz kendi kişisel inisiyatifimizi kullanmadığımız sürece, kendi yapmamız gerekenleri yapmadığımız zaman kimse bizi kurtarmayacak. Eğer biz önümüzde giden arabanın trafik kurallarını ihlal etmesine seyirci kalıyorsak, bu ülkede bir trilyonu, 1.5 katrilyonu götürdüğüne de aynen öyle seyirci kalıyoruz ve uyuyoruz .Bu toplumsal bir hastalıktır bence ve bunun ancak aileden gelen eğitimle, bireye daha çok önem vererek, bireysel inisiyatife daha çok önem vererek ve okulda da bu eğitimin desteklenmesiyle olabilecek bir şey olduğu muhakkak Maalesef kısa dönemde gerçekleştirilebilecek gibi de görünmüyor. Hepinize teşekkür ederim.
11 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder