PKK’lıları Affetmek
Mehmet Yılmaz
3,ARALIK 2007
Süleyman Nazif (1870-1927) Batarya ile Ateş adlı kitabında şöyle diyor:
“Benim dinim kinimdir… Irkına, vatanına, tarihine ihanet etmiş olan insanların ve milletlerin hiçbirini unutma Türkoğlu! Unutma ve affetme”
Kin tutma fiili yâd etmek anlamına gelmediği için bir katili affetmek de öldürülen yakınımızı unutmak anlamına gelmiyor.
Bizim dinimiz kinimiz değil İslâm dini olduğu için affetmenin zor olduğu durumlarda da önce dinimizin kaynaklarına dönüyoruz haliyle. Adaleti ve ilmiyle yolumuzu aydınlatan İslam büyüklerinden meselâ Hz Ali, Hz Ömer veya Hz. Mevlâna bakanlar kurulunda olsalardı terör sorununu çözmek için Başbakan Tayip Erdoğan’a ne gibi tavsiyelerde bulunurlardı?
Hz. Mevlâna “Kur’an’ı açıklamak için yazdım” dediği Mesnevî adlı eserinde şöyle söylüyor:
“Ey insan, başkalarından gördüğün zulümler, kötülükler, senin kendi kötü huyunun onlardan aksetmesidir, görünmesidir. Senin varlığın, iki yüzlülüğün, zalimliğin, gafletin onlara aksetmiştir. O sensin, sen kendini yaralıyorsun; lânet ipliğini, kendine, kendin dokuyorsun.” (Cilt I, beyitler 1318-1320)
Bugüne kadar kaleme aldığımız yazılarda :
- Kuzey Irak’a yapılacak geniş çaplı bir harekâtın hem insanî hem de stratejik bir hata olduğunu, (Kuzey Irak’a girelim mi?)
- Ulus-devlet modelinin neden Türk-Kürt gerginliğini körüklediğini, (Ax! Welate min – Ah! vatanım)
- PKK ile mücadelede yıllardır insanî, hukukî ve askerî hatalar yapıldığını, (PKK… Ters giden nedir? Bundan sonra nereye?)
- 12 Eylül darbesinden sonra Kürtlere yapılan haksızlıkların fanatik Kürtçülüğü ve ayrılıkçı terörü körüklediğini (Ata’mın hapishaneleri)
anlattık. Bu yazılarda sunduğumuz bilgiler ve alternatif bakış açıları bütün sorumluluğun teröristlerde olmadığını açıkça gösteriyor.
Ne var ki yürekleri PKK’lılara karşı öfkeyle dolu insanlar “Bu kadar çok şehit verilmişken nasıl affedebilirim? Affetmek şehitlerimizi unutmak olur. Öfkemi canlı tutmamak ahlaksızca olur” diye düşünüyorlar. Akıl yoluyla öfkelerinin sebebini kendilerine açıklayarak öfkeyi rasyonalize ediyorlar, oluyor size “haklı öfke”. Haklı zina gibi, elbette zıt, bir başka deyişle haklı haram!
Posta kutuma gelen anonim bir mesaj şu hikayeyi anlatıyordu:
Ölümü yaklaşan bir baba evlatlarını yanına toplamış, “ölmeden önce bir ricam olacak sizden” demiş. “Köşede duran bir çuval patatesten affedemediğiniz her insan için bir tane seçin.” Evlatları dediğini yapmışlar. Kimi bir iki tane seçmiş, kimi 5-6 tane. “Bunları gittiğiniz her yere götüreceksiniz, uyurken bile bu patateslerden ayrılmayacaksınız”. Çocuklar şaşkın vaziyette oradan ayrılmışlar.
Bir süre sonra yeniden babalarının başucuna toplanan çocuklar dert yanmış:
“Bu kadar ağırlıkla dolaşmak kolay değil, insanlar tuhaf tuhaf bakıyor. Hem patatesler kötü kokmaya başladı”. Babanın cevabı şu olmuş : “Gördüğünüz gibi kin tutarak, affetmeyi red ederek aslında kendimizi cezalandırıyoruz. Bağışlamayı ötekine verilmiş bir armağan sanıyoruz, oysa bağışlamak kendimize yaptığımız bir iyiliktir”
Teröre karşı olumlu gelişmelerin birbiri ardına medyada yer aldığı şu günlerde kendimize sormaya bile cesaret edemediğimiz bir soru var: Ne zaman bitecek?
Yani tartışmasız bir biçimde ne zaman “PKK terörü artık bir sorun değildir” diyebileceğiz?
- Beş yıl boyunca hiç bir saldırı olmazsa,
- Bölge halkının ortalama geliri ülke ortalamasına yaklaşırsa,
- Öcalan resmen bittiğini ilân ederse,
- Bütün PKK eylemlerinin sorumluları öldürülürse,
- PKK militanları topluma yeniden kazandırılırsa.
Bu son iki madde aslında terörle mücadelede en zor adımı tarif ediyor:
Suçluları öldürerek intikam almak veya onları kazanmak.
Diyelim ki yönetici kadro dışında PKK yanlısı olduğu şüphe götürmeyen 5000 kişi var. Bu insanların kardeşleri, ana ve babaları, nişanlıları elleri yüreklerinde her an bir kara haber bekliyorlar. Bu 5000 genci bir çatışma sırasında öldürmek, yakaladıktan sonra idam etmek ya da hapislerde çürütmek bunun en az on misli insana evlat, kardeş, sevgili acısı tattıracak. Türkiye “5000 teröristten kurtuldum” derken 50 bin potansiyel PKK’lı bulacak karşısında. 10 veya 20 yıl hapis çarptırılan bir gencin 30 veya 40 yaşında dışarı çıktığında (Kötü insan nasıl üretilir?) yeniden suç işlemekten başka hangi seçeneği olacak?
Zaten 25 yıldır yaptığımız da buydu. Askerler sayısal verilerden memnundu, “100 asker feda ettik ama 2000 terörist öldürdük” tarzından istatistiklerle övünüyorlardı ama biten bir şey yoktu ortada.
İkinci seçenek: Bu 5000 insanın ekonomik olarak kazanılmasını yani meslek edinmesini ama aynı zamanda sosyal ve psikolojik olarak da “tamir edilmesini” sağlayacak bir “rehabilitasyon” programı uygulamak. Hukukçuların, sosyologların, psikologların, iş adamlarının ve Türkiye’yi seven herkesin el ele verip çalışacağı uzun soluklu bir projeyi hayata geçirmek.
Müslüman olsun olmasın aklımıza ve kalbimize yakın gelen her insanı dinlemeye hazırız. Meselâ Gandi ‘Göze göz, bütün dünyayı kör bırakır’ dediği zaman bu söz bizde yankı bulur.
Ama bizler her şeyden önce ALLAH’a kulluk ediyoruz. O ALLAH ki bir kudsî hadiste
“Rahmetim gazabımdan üstündür.” (Müslim) buyurmuştur.
Artık vatan uğrunda ölmek/öldürmek değil de vatan uğrunda yaşamak ve yaşatmak zamanı olduğu kanaatindeyiz. Yazının başında da belirttiğimiz gibi Müslüman olmanın bize getirdiği bazı sorumluluklar var.
İslâm’a göre neyin doğru, neyin eğri olduğunu anlamak icab ettiğinde elbette ki alimler konuşur. Biz de susarak okurlarımızı Mesnevî’nin birinci cildinin 3725-3985’inci beyitleriyle başbaşa bırakıyoruz:
İbadetteki ihlâsı, gönül temizliğini, Hakk’a bağlanışı Hz. Ali’den öğren. O ALLAH arslanını, hileden temizlenmiş bil. Savaşta bir yiğidi alt etti. Hemen kılıcını çekti. Onu öldürmek istedi. O yiğit, her peygamberin, her velînin övündüğü Hz. Ali’nin yüzüne tükürdü. …O anda Hz. Ali kılıcını yere attı, onu öldürmekten vaz geçti. O savaşçı düşman, bu işe, bu beklenmedik acımaya, bu yersiz bağışlanmaya şaşırdı kaldı. Dedi ki: “Bana keskin kılıcını çekmiştin, beni öldürecektin; sonra neden kılıcı yere attın, beni bıraktın?
Hz. Ali buyurdu ki: “Ben kılıcı, ALLAH rızası için vururum. Ben ALLAH’ın kuluyum. Nefsimin, bedenimin kulu değilim. Ben, ALLAH arslanıyım, nefis arslanı değilim. Yaptığım işler, dinime bağlılığıma şâhittir. Ben savaşta; ‘Attığın zaman sen atmadın, ALLAH attı.’ ayetinin anlamını yaşıyorum[Enfal Sûresi 17]. …Benim kılıcım, haksız yere kana bulanmaz. Nefis rüzgârı, benim merhamet bulutumu nasıl yerinden kıpırdatır, sürüp götürebilir? Saman çöpü değilim; hilim, sabır, adalet dağıyım. Kasırga, nasıl olur da koca bir dağı yerinden koparabilir? İsteğim, dileğim, O’nun iradesi rüzgârından başka bir şeyle hareket etmez. Rûhanî ve cismanî kuvvetlerimin, gönül ordularımın başkomutanı, tek olan, eşi, benzeri bulunmayan ALLAH’ın aşkıdır. Hiddet, öfke padişahlara padişahtır. Fakat, bizim kölemizdir. Ben öfkenin ağzına gem vurmuşumdur.
Hilmimin kılıcı, hiddetimin boynunu vurmuştur da, bu yüzden Hakk’ın hışmı, bana rahmet ve rahat olmuştur. Savaşırken, yüzüme tükürdüğün için nefsanî bir benliğe, öfkeye kapılırım diye kılıcı gizlemeyi daha doğru buldum. ‘Kim ALLAH için severse, kim ALLAH için nefret ederse hadisine uymak, o emri yaşamak istedim.[Hadis-i Şerîf: “Kim ALLAH için sever, ALLAH için öfkelenir, ALLAH için verir, ALLAH için vermezse, şüphe yok ki o müminin imanı kemal bulmuştur.” Feyzü’l-Kadir, c. VI, s. 29.]
Ben ne yapıyorsam, ALLAH içindir. Taklid değildir. Hayale kapılarak, zanna, şüpheye düşerek iş görmedim. Ben görerek iş yaparım….Ben garazdan kurtulmuşum, hür bir adamım. Hür bir adamın tanıklığını dinle, kölelerin tanıklığı bir para etmez. Madem hürüm, öfke, hiddet beni nasıl olur da bağlar?
…Emîrü’l-müminîn Ali, o gence dedi ki: “Ey yiğit, savaşırken sen yüzüme tükürünce, nefsime ağır geldi. Benim huyum değişti. Yapacağım savaşın yanrısı ALLAH rızası için, yarısı da öfkem zoru ile nefsim için, intikam almak için olacaktı. Halbuki, ALLAH’a ait işlerde ortaklık uygun değildir. ALLAH seni kudret eli ile yarattı, süsledi. Sen ALLAH’ınsın, benim mahlukum değilsin. ALLAH’ın yarattığını, yine ALLAH’ın emri ile kır, dök; ‘Dostun camına dostun taşını at.’ demişlerdir.”
Hz. Ali’nin düşmanı, bu sözleri işitince, gönlünde Hakk nûru parladı, imana geldi. Dedi ki: “Ya Ali, meğer ben seni fena huylu kişilerle kıyas ederek, hata etmişim, cefalara düşmüşüm ve seni başka türlü insan sanmışım… Ya Ali, bana kelime-i şehadeti öğret ki, seni zamanın en üstün, en yücesi olarak gördüm.” O yiğidin kabilesinden, en yakınlarından elli kadar kişi, bu vak’a üzerine şevkle, aşkla dine yöneldiler, müslüman oldular. Hz. Ali böylece, hilim kılıcı ile bunca halkı, bunca insanı kılıçtan kurtardı. Hilim kılıcı, çelik kılıçtan daha keskindir. Belki, yüzlerce ordudan daha fazla üstünlükler elde ettirir.
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder