ULUSLARARASI TERORİZM İLE MÜCADELEDE DE HUKUK İLKELERİNİN ETKİSİ: İNGİLTERE ÖRNEĞİ, BÖLÜM 10
2.1.2.2. İspanya’nın 11 Eylül Saldırıları Sonrası Küresel Terörizme Karşı Mücadelesi
Terörizmin acısını bilen ve yaklaşık 30 yıllık terör tecrübesi olan İspanya, 11 Eylül saldırılarını kınamış ve hem halk nezdinde hem de hükümet nezdinde ABD’nin ve vatandaşlarının yanında yer alacaklarını belirtmiştir. Afganistan’a yapılacak operasyonda kamuoyu nezdinde olumlu tepki oluştururken, Washington Antlaşması’nın 5. Maddesi’nin uygulanması teklifini 12 Eylül 2001 günü İspanya hükümeti getirmiştir.
Dönemin İspanya Başbakanı Anzar, ABD Başkanı Bush’un en yakın müttefiklerinden biri olmuştur. Meşruiyeti her zaman şüpheli bulunan ve bu sebeple uluslararası arenada olduğu gibi, dünya kamuoyunda da destek bulamayan Irak Operasyonu’na dahi 1432 asker göndererek, İngiltere ile beraber ABD’ye en çok destek veren ülke olmuştur. Başbakan Anzar bu desteğini her fırsatta göstermiş ve 2002 yılının ilk döneminde AB dönem başkanlığı sırasında Avrupa Parlamentosu’nda okuduğu programında mevcut siyasi durumun terörizme karşı ortak bir cevap verilmesi gereğini oluşturduğunu belirterek, gündemin en önemli maddesinin bu olduğunu belirtmiştir. Bu yüzden de Birliğin uluslararası etkinliğini arttırmak için de ABD ile özellikle adli ve yasal anlamda işbirliği yapılması gerekliliğini vurgulamıştır.
Bu dönemde İspanya, ABD’nin yakın bir müttefiki olmakla beraber, küresel terörizme karşı tepkisel bir mücadeleye girişmiştir. Bu tepkisel anlayış ise İspanya’nın yıllar boyu mücadelesi ile şekillenen terörizm tecrübesine tamamen zıt bir durum teşkil etmiştir. Terörizm ile mücadelede başat aktörlerin hukuki meşruiyet ve kamuoyu desteği almak olduğunu acı tecrübeler ile öğrenmiş olan İspanya, kendi terörizmle mücadele politikaları ile tamamen çelişen bir politika izleyen ABD’nin yanında – ABD’nin politikalarını destekler biçimde – yer almıştır. Bu tezat bir bakıma dış politika tercih ve kaygılarının anlamlı bir örneğini oluşturmaktadır. Nitekim birçok ülke ister başka devletlerin terörizm sorunlarına isterse küresel terörizm tehdidine karşı, samimi bir şekilde sorun çözücü yaklaşmamakta ve her türlü gelişmeyi dış politika aracı olarak kullanmakta ve ileri sürülen politikalara bu saiklerle karşı çıkmakta veya desteklemektedir. Kısacası İspanya, Başbakan Anzar döneminde küresel terörle mücadeleye salt dış politik çıkarları kapsamında bakmıştır. İspanya Başbakanı Anzar’ın bu tutumu ise İspanyol halkının 11 Mart saldırıları ile tarifsiz acılar çekmesine sebep olmuş ve Anzar’ın partisinin seçimleri kaybederek sekiz yıllık iktidarının sona ermesiyle sonuçlanmıştır.
11 Mart saldırılarından üç gün sonra yapılan genel seçimlerde Anzar koltuğunu kaybederek, yerini Zapatero’ya bırakmıştır. Anzar’ın seçim arifesine çok güçlü bir şekilde girmiş olmasına rağmen 11 Mart saldırılarındaki tutumu, halkın kendisine olan güvenini kaybetmesine neden olmuş ve bu sebeple Anzar seçimleri kaybetmiştir. Anzar’ın terörist saldırılardan hemen sonra suçlu olarak ETA’yı göstermesi ve bunun BM dahil uluslararası arenada kabul ettirmeye çalışmış; buna karşılık ETA’nın ilk defa bir açıklama yaparak kendilerinin bu saldırıdan sorumlu olmadıklarını belirtmişler ve Anzar hükümetini yalancılıkla suçlamıştır. Bir gün sonra ise polisin yaptığı araştırmalar sonucu bir kamyonette yedi adet fünye ve Arapça bir kasetin bulunması, El Kuds El Arabi gazetesinin saldırıların sorumluluğunu El - Kaide örgütünün bir e – posta ile üstlendiğini duyurması ise Anzar hükümeti’ni zor durumda bırakmıştır. Bu olaylar gölgesinde 14 Mart 2004 günü girilen seçimlerde ise; Irak savaşında kamuoyunun sesini dinlemeyen ve 11 Mart saldırılarında ise yine kamuoyunu yanlış yönlendirmeye çalışan Anzar seçimi kaybetmiş ve yerine Zapatero ipi göğüslemiştir.
Yeni Başbakan Zapatero ilk iş olarak Irak savaşını ve arkasından gelen işgali bir felaket olarak nitelendirip, ABD Başkanı Bush ve İngiltere Başbakanı Blair’i bu savaşı haklı göstermek için dünyaya yalan söylemekle suçlamış ve İspanyol askerlerini aksi bir gelişme olmazsa Irak savaşından geri çekeceğini duyurmuştur. Bu karar İspanya halkı ve savaş karşıtları tarafından sevinçle karşılanmış fakat ABD ve müttefikleri tarafından ise terörün ilk defa bu kadar tesiri olduğu ve bu kararın teröristlerce zafer olarak algılanacağı ve teröristleri bu tip eylemlere karşı teşvik edeceği iddia edilmiştir. Fakat asker çekme kararı aslında İspanya’nın terörizmden korkmasına ve teröristlere taviz vermesine değil, terörizmle daha etkin mücadele etmek amacıyla halk tarafından kabul edilmeyen bir politikadan vazgeçilmesine dayandırılmıştır. Bunun en güzel kanıtı ise İspanyol halkının 11 Mart saldırılarının ertesi günü sokak ve caddeleri doldurarak, terör vahşetinden korkmadıklarını ve ona duymuş oldukları nefret ve itirazları ifade etmeleridir.
Özellikle ABD’nin, batı demokrasilerinde endişenin yıkıcı etkilere sahip olduğu ve bu sebeple seçimleri halkın oylarına bağlı olan siyasetçilerin bu süreç ile terörle mücadele etmek yerine teröristleri teskin etmeye yönelecekleri suçlamalarına karşın, Zapatero İspanya’nın terörle mücadele tecrübe ve stratejisine dayanarak terörle etkin bir şekilde mücadele edileceğini açıklamıştır. Gerçekten de Başbakan Zapatero getirdiği sağduyulu, kapsamlı ve yapıcı yaklaşım ile terörle mücadele konusunda tüm dünyanın saygısını kazanan politikalar izlemiştir.
Zapatero terörle mücadele bağlamındaki politikalarını en iyi şekilde, 21 Eylül 2004 günü BM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşma ile ortaya koymuştur. Başbakan Zapatero bu konuşmasında teröre her zaman karşı çıkacaklarını ve bununla mücadele edeceklerini ancak bunu başka hiçbir yolla değil fakat tamamen ulusal ve uluslararası kanunilik, insan haklarına saygı ve BM’e bağlılıkları çerçevesinde gerçekleştireceğini duyurmuştur. Küresel terörle savaştan ziyade küresel terörizm ile mücadeleye dikkat çekmiş ve küresel terörizmi tetikleyen unsurlarla mücadelenin önemini vurgulayarak, “dünya çapında ne kadar çok insan onurlu şartlarda yaşarsa, tüm insanlık o kadar güvende olur tespitini yapmıştır. Küresel terörizm ile mücadelede sonuç alınmak isteniyorsa, devletlerin bu mücadelenin temel unsuru olan; hukukun üstünlüğü, demokratik prensiplerden vazgeçmeme, insan temel hak ve özgürlüklerine saygı, göstermeleri gerektiğine vurgu yapmıştır.
Ayrıca İspanya küresel terörle mücadele adına, ötekileştirmenin ve yabancılaştırmanın önüne geçmek için “Medeniyetler İttifakı” tezini öne sürmüştür. Medeniyetler İttifakı farklı kültürler ve bölgelere mensup milletler ve topluluklar arasında anlayışı ve işbirliğine dayalı ilişkileri geliştirmeyi ve kutuplaşma ve her türlü aşırılıkla mücadele etmeyi hedeflemektedir. Bu ittifakın amaçlarından biri de farklı topluluklar arasında anlayış ve güveni geliştirmeye kendilerini adamış toplum kurumları bir araya getirerek, özellikle Müslüman ve Batılı toplumlar arasında birleştirici bir köprü kurmaktır. 100’ün üzerinde üye ülke ve 20 dolayında uluslararası kuruluş tarafından oluşan Dostlar Grubunca desteklenen Medeniyetler İttifakı Projesi, karşılıklı yabancılaşma ve kutuplaşma eğilimine, ancak kültürler arasında karşılıklı saygıyı savunan kapsamlı bir koalisyonla karşı konabileceği anlayışı üzerine kuruludur. İspanya bu girişimle terörle mücadelenin temel direklerinden plan terörü oluşturan etmenlerin önüne geçmeyi hedeflemiştir. Bu şekilde alan kazanarak, karşılıklı anlayışı artırarak meydana gelen gerilimlerin önüne geçilerek (her defasında iki medeniyet arasındaki gerilimin kaynağının dini değil politik olduğu vurgulanmıştır) küresel terörizmin propaganda unsurlarını yok etmek istenmiştir.
İspanya’nın önderliğinde daha yüksek bir sesle dile getirilmeye başlanan bu yaklaşım, uluslararası alanda da kabul görmüş ve 11 Mart 2005 tarihinde düzenlenen Madrid Zirvesi başkan ve başbakan düzeyinde geniş katılım bulmuştur. Bu zirvenin amacı, küresel terör tehdidine, küresel ve demokratik bir karşılık politikası ile alternatif getirmektir. Bu zirvede İspanya’nın terörle mücadele üzerine getirdiği yeni soluk ilham alınmıştır. Bu zirvede dönemin BM Genel Sekreteri Kofi Annan’nın getirdiği ve İspanyol yaklaşımı ile paralellik gösteren ve beş temel prensipten oluşan yeni bir terörle mücadele stratejisi açıklanmıştır. Beş temel prensibin orijinal İngilizce metninde “d” harfi ile başlaması sebebi ile “5D stratejisi” adı verilen bu yaklaşım şu başlıkları taşımaktadır:
Küresel teröre bulaşmamış grupların, amaçlarına ulaşmada terörizmi taktik olarak kullanmaktan vazgeçirmek,
Teröristlerin eylemlerini yaparken kullandıkları araçları temin etmelerini engellemek,
Devletleri teröristleri desteklemekten vazgeçirmek,
Devletlerin terörizmi önleme kapasitelerini artırmak,
Terörizmle mücadelede insan haklarını savunmak,
Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler nezdinde İspanyol sentezinin hayata geçirilebilmesi için çalışmalar halen sürse de hem uluslararası kuruluşlarda hem de ulusal hükümetlerde, bu konuya salt küresel terörle mücadele yerine, ekonomik ve siyasi fayda sağlama çabaları daha ağır bastığı için istenen düzeye getirilememiştir. Fakat bu sentezin en üst makamlarca dile getirilerek seslendirilmesi hem İspanyol sentezinin doğruluğunu kanıtlamakta hem de terörle mücadelede genel geçer bir “olması gereken” uygulamasının ilk adımı sayılabilir.
İspanya ulusal terörle mücadele uygulamasında da yukarıda belirtilen prensipler ışığında hareket etmiştir. Hem İspanyol halkı hem de İspanyol hükümeti 11 Mart saldırıları ardından tepkisel bir süreç içerisine girmemiştir. Terörün korku ortamından sonra propagandasını daha rahat yapabilmesi için gerekli olan “kin – nefret ortamı”, “ötekileşmenin” artarak halk arasında gerginlik oluşması gibi sonuçlara terör örgütü ulaşamamıştır. Nitekim 11 Eylül saldırılarının hemen ardından, ABD’de Müslümanlara ve sırf sakalları ve kıyafetleri Müslümanlara benzediği için Sihlere karşı girişilen ve terörle mücadele adına kişisel hak ve hürriyetleri oldukça sınırlanmış, bireysel ve toplu şiddet eylemleri ile yabancı korkusu ve düşmanlığı İspanya’da yaşanmamıştır. Buna mukabil saldırılarda hayatını kaybedenlerin ailelerine kaçak yollarla ülkeye girmiş de olsalar İspanyol vatandaşlığı verileceği açıklanmıştır. Human Rights Watch örgütü de İspanya’da herhangi bir olay veya yabancı düşmanlığı yaşanmadığı, hatta 11 Mart saldırılarını düzenleyen örgüt elemanlarının Faslı olmalarına rağmen İspanyol polisinin diğer Faslılara dahi ayrımcılık yapmadığı belirtilmiştir.
İspanya 11 Eylül saldırıları ve 11 Mart saldırıları sonrası diğer ülkelerde olduğu gibi terörle mücadele konusunda acil yasalar çıkartma yoluna gitmemiştir. Terörizm suçları karşısında verilecek cezaları artırarak, caydırıcılığı etkinleştirmeyi hedefleyen bir yasa çıkartılmıştır. Bu kanunla gelen yeni düzenlemeye göre terör suçlarına 40 yıla kadar hapis cezası verilebilecektir. Ayrıca Bilgi Toplumu Yasası ve Terörizmin Finansmanını Durdurma ve Önleme adında iki yasa çıkartılmıştır. Bu yasalardan birincisi ile güvenlik güçleri mahkeme kararı ile dijital ortamdaki iletişimi inceleyebilme yetkisi kazanmış, ikincisi ile de hükümet altı ay süre ile teröristlere ait olduğu değerlendirilen hesapları dondurabilme yetkisi kazanmıştır.
İspanya’nın terörle mücadele stratejisi bize halkın teröre neden destek verdiğini araştıran ve problemlere, insana değer vererek çözüm arayan demokratik mücadele yöntemlerinin mutlaka kazanacağını ortaya koymaktadır. Bataklığı kurutmak için öncelikle bataklığa su getiren kaynakların kesilmesi ve sonrasında bataklıkla mücadele edilmesi örneği İspanya’nın terörle mücadele yöntemini özetlemektedir.
2.2. Uluslararası Örgütlerin Yaptığı Düzenlemeler
Uluslararası örgütler, ortak bir fayda elde etmek için kurulmuş ve uluslararası düzeyde faaliyet gösteren örgütlerdir. Terörizmin sınırları aşarak uluslararası bir tehdit haline gelmiş olması, kolektif bir şekilde mücadele etme zorunluluğu oluşturmuştur. İnsanlığın daha önce yaşadığı acı dolu tecrübelerin bir daha yaşanmaması için kurularak, insan haklarının, demokrasinin ve hukukun uluslararası düzeyde etkin bir hale gelmesi için faaliyet gösteren bu örgütler; terörizm konusunda da ortak bir akıl oluşturmak için çalışmaktadırlar. Bu şekilde terörizm ile mücadelenin ve terörizme verilecek cevabın belli kriterler çerçevesinde olması hedeflenmektedir. Uluslararası örgütlerin kararlarına genel olarak uymamanın çok büyük yaptırımları bulunmasa da, özellikle devletlerin uygulamalarının meşruluğu, onayı, uluslararası hukuka uygunluğunun denetimi için bu tip yapılanmaların önemi büyüktür. Ayrıca aldığı kararlarla devletlerin ortak ve birlikte hareket edebilmelerini sağlamadaki görevleri, terörizmle mücadele açısından oldukça önemlidir.
Bu başlık altında 11 Eylül saldırıları ardından bazı örgütlerin aldığı kararlar ve düzenlemelere kısa bir şekilde yer verilecektir. Bunun için ilk defa uluslararası düzeyde kuvvet kullanımını yasaklayan bir antlaşma ile kurulan ve 192 üye ülkeden oluşan küresel bir örgüt olan Birleşmiş Milletler; tüm üye ülkeleri bağlayan standart yasalar aracılığıyla ortak bir pazar oluşturmayı başarmış ve devletlerarası ve çok uluslu bir oluşum olan Avrupa Birliği; insan haklarını demokrasiyi ve hukukun üstünlüğünü savunmak amacı ile Avrupa Kıtası çapında kurulmuş (Rusya ve Azerbaycan dahil) ve 47 üye ülkeden oluşan hükümetlerarası bir kuruluş olan Avrupa Konseyi; örnek olarak incelenecektir.
2.2.1. Birleşmiş Milletlerin Yaptığı Düzenlemeler
Terörün küreselleşmesi ona karşı artık bir ya da birkaç devletin aldıkları önlemlerle başarılı olunamayacağını göstermiş ve işbirliği içerisinde, topyekun küresel bir mücadeleyi gerekli kılmıştır. Bu hususta da şüphesiz bağlayıcı kararlar alabilen ve 192 üye devletten oluşan Birleşmiş Milletlerin rolü büyüktür.
Birleşmiş Milletler uluslar arası barış ve güvenliği sağlamak ve onu korumak için kurulan, bunun için de üyelerini işbirliğine davet eden uluslararası bir örgüttür. BM Şartı’nın giriş kısmında örgütün kuruluş amacı “…bir insan yaşamı içinde iki kez insanlığa tarifsiz acılar yaşatan savaş felaketinden gelecek kuşakları korumaya, temel insan haklarına, insan kişiliğinin onur ve değerine, …saygı gösterilmesi için gerekli koşulları oluşturmaya, …uluslararası barış ve güvenliği korumak için güçlerimizi birleştirmeye, …bu amaçları gerçekleştirmek için çaba harcamaya karar verdik ” olarak gösterilmiştir. Ayrıca Şart’ın 1. maddesinde örgütün amaçları şu şekilde belirlemiştir: uluslararası barış ve güvenliği sağlamak; uluslararasında dostça ilişkiler geliştirmek; uluslararası işbirliğini sağlamak; uluslararası sorunların çözüm bulduğu bir merkez olmak.
Terörizmin uluslararası barış ve güvenliğe tehdit oluşturduğu ve bunun yukarıda anılan amaçlara ulaşmakta bir engel teşkil ettiği dikkate alındığında, örgütün bu alanda çalışmalar yapmasını bir hükümlülük olarak algılamak gerekmektedir. Bu sebeple örgüt kurulduğu 1945 yılından beri terörizm ile ilgili birçok çalışma yapmıştır.
11 Eylülde ABD’ne yönelik terör eylemlerinin yaşanması pek çok uluslar arası örgüt gibi Birleşmiş Milletlerin de tepkisini çekmiş ve örgüt daha önceden mevcut olan terörizmle mücadele alanındaki girişimlerine yenilerini ekleme ihtiyacı duymuştur. Bu girişimler terörizmle mücadele konusunda 11 Eylül’e kadar çeşitli adımlar atan ancak yeterli etkiyi yaratamayan BM sisteminin bu konuda kendini yenileme isteğini sergilemektedir. BM, Soğuk Savaş dönemindeki dünya konjonktürünün bir sonucu olarak, terörizmle mücadele alanında başarılı olamamış fakat 11 Eylül sonrası dönemde terörle mücadele konusunda oldukça ciddi çabalar sarf ettiği ve önemli derecede yol aldığını söylemek doğru olacaktır. Gerçektende BM uluslararası terörizm engellenmesi ve bu konuda uluslararası camianın işbirliği içerinde, belli kurallar dahilinde çalışılabilmesi için 11 Eylülden sonraki süreçte bir çok karar almıştır. Bu kararlardan bazıları şunlardır:
BM Güvenlik Konseyi (Konsey) saldırıların hemen akabinde 12 Eylül 2001 tarihinde 1368 sayılı kararı almıştır. Bu kararla yapılan saldırılar kınayarak olayları uluslararası barış ve güvenliğe bir tehdit olarak gördüğünü açıklamıştır. Kararın son paragrafında ise Konsey, BM Şartı altındaki sorumlulukları ile uyum içinde, 11 Eylül terörist saldırılarına cevap vermek ve terörizmin tüm çeşitlerine karşı mücadele etmek için gerekli tüm adımları atmaya olan istekliliğini açıklamıştır.
28 Eylül 2001 tarihinde ise 1373 sayılı kararı ile Konsey; devletlere bir takım bağlayıcı yükümlülükler getirmiştir. Bunlar aktif ya da pasif olarak terörün desteklenmesinin durdurulmasını öngörmektedir. Terörün finanse edilmesi, teröristler ve teröristlere ilişkin malvarlıklarının dondurulması, sınır kontrollerinin sıkılaştırılması, pasaport ve kimlik dokümanlarının taklit edilebilirliğinin engellenmesi yönünde çalışılması bu yükümlülüklerdendir. Ayrıca BM Şartı’nın VII. bölümü uyarınca alınan bu kararla, kararda belirtilen yükümlülüklerin yerine getirilmesini sağlamak amacıyla Terörizmle Mücadele Komitesini kurmuştur. Alınan bu kararın diğer bir önemi de BM Şartı’nın VII. bölümü uyarınca alınmış olmasıdır. Zira bu bölüme ilişkin alınan kararlar uluslararası barış ve güvenlikle ilgilidir ve bunlar her devlet için bağlayıcılığı olan ve uyulması zorunlu kurallardır.
11 Eylül sonrasında terörle mücadele konusunda 28 Nisan 2004 tarihinde alınan 1540 sayılı Konsey kararı da yeni bir komite kurulmasını sağlamıştır. Kitle İmha Silahları Komitesi adlı bu yeni komite; kitle imha silahları olarak adlandırılan kimyasal, biyolojik ve nükleer silahların denetlenmesi amacı ile kurulmuştur. Şart’ın VII. bölüm uyarınca alınan bu karar da bağlayıcı niteliktedir. 11 Eylül sonrası dönemde ortaya çıkan güvenlik anlayışının bir sonucu olarak devletlerden ziyade devlet dışı aktörlerin bu silahlara erişmesi, bunları edinmesi, bulundurması ve kullanması olasılığı artan bir risk taşımaktadır. Bu sebeple bu kararın 1. paragrafında “tüm devletler nükleer, biyolojik ve kimyasal silahları veya onların ulaştırılması için gereken araçları geliştirme, edinme, üretme, sahip olma, nakletme, transfer etme veya kullanmaya teşebbüs eden devlet dışı aktörlere her çeşit yardımı sağlamaktan kaçınılacaktır” hükmü yer alarak uluslar arası terör örgütlerinin kullandığı materyallere ulaşımını kesmeyi ümit etmektedir.
Bu kararlara verilebilecek bir diğer örnek ise 8 Ekim 2004 tarihinde alınan 1566 sayılı karardır. Karar aslen Terörle Mücadele Komitesi ile ilişkili olmakla beraber kararın ekinde Güvenlik Konseyi nezdinde terörün ne olduğu ve onunla mücadelenin hangi esaslar çerçevesinde yapılması gerektiği hususları maddeler halinde sıralanmıştır.
BM İnsan Hakları Komisyonu da dikkatleri 11 Eylül saldırılarından sonra, ulusal liberal demokrasiler tarafından kabul edilen terörle mücadele politikalarının uluslararası insan hakları standartlarına ciddi bir meydan okuma şeklinde geliştiğine dikkat çekmiştir. Bu sebeple İnsan Hakları Komisyonu, kendisine tavsiyelerde bulunmak ve insan hakları konusunda mevcut durumu incelemekle görevli bir uzman atanmasına karar vermiştir. Atanan uzman ise ilk raporunda BM içindeki insan hakları koruma sistemlerinden ne sözleşmeye dayalı ne de sözleşme dışı usullerin devletlerin ulusal seviyede uyguladıkları terörizm karşıtı politikaları insan haklarının korunması açısından değerlendirmede başarısız kaldığını kabul etmiştir. Bu çerçevede Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 18 Aralık 2002 tarihinde aldığı kararında devletlerin terörizm ile mücadele adına aldıkları tüm tedbirlerin uluslararası hukuka ve özellikle insan hakları, mülteciler hukuku ve insancıl hukuka uygun olması gerektiği teyit edilmiştir.
2.2.2. Avrupa Birliği’nin Yaptığı Düzenlemeler
11 Eylül terörist saldırıları sonrası tüm dünya da olduğu gibi AB de terörle mücadele stratejilerini gözden geçirerek, yeniden yapılandırma ihtiyacı hissetmiştir. Bölük pürçük ve nispeten çok yavaş şekillenme sürecinde olan AB’nin terörle mücadeleye ilişkin önlemlerinin bu saldırılardan sonra ciddi oranda değişime uğradığı gözlemlenmiştir.
11 Eylül saldırıları ile sarsılan dünyada, AB’nin saldırılara ilk cevabı ABD’ye tam siyasi desteği olmuştur. 11 Eylül saldırılarının hemen ardından 12 Eylül’de bir deklarasyon yayınlayan AB, terörist saldırıları kınayarak ABD hükümeti ve halkı ile dayanışma içinde olduklarını ifade etmiştir. Saldırıları tüm insanlığa yapılmış olarak kabul eden AB, uluslararası terörizm ile mücadelede ABD ile yakın işbirliği içinde olacağını belirterek, BM ve diğer uluslararası organizasyonların terörizmle mücadele ile ilgili (özellikle terörizmin finansal kaynakları açısından) gerekli tüm önlemleri uygulayacağını vurgulamıştır.
Söz konusu trajik saldırıların ardından 21 Eylül 2001 tarihinde Brüksel’de olağanüstü bir Konsey Zirve toplantısı gerçekleştirilmiş ve terörizm ile mücadeleye katkı sağlamak amacıyla bir takım yeni önlemler almayı içeren “eylem planı” kabul edilmiştir. Bu önlemler özellikle dış ilişkiler, polis ve yargı işbirliği, hava ulaşımı, insani yardım ve ekonomik – mali politika alanlarında olmaktadır. Terörizme karşı mücadele amaçlı bu önlemler; Amerikan halkı ve Afganistan sivil halkı ile dayanışma; hava ve diğer ulaşım sektöründe arttırılmış güvenlik ve ABD ve AB üyesi olmayan diğer ülkelerle polis ve adli işbirliğini geliştirmek ve terörizme karşı daha geniş bir koalisyon oluşturmada diplomatik işbirliğinin artırılmasına yönelik kararlılık anlayışı şeklinde gelişeceği vurgulanmıştır. Ayrıca bu zirvede 11 Eylül saldırılarına karşı ABD’nin Afganistan’a gerçekleştirdiği operasyonun yasallığını da tanımıştır.
8 Ekim 2001 tarihinde toplanan AB Adalet ve İçişleri Bakanlar Konseyi, BM’nin aldığı bir karar uyarınca, AB Komisyonu’ndan 11 Eylül saldırılarının yapılması ile bağlantısı olduğu düşünülen 27 örgüt ve kişinin malvarlığının dondurulmasına ilişkin gerekli önlemlerin alınmasını istemiştir. Ayrıca bu tüp malvarlıklarının dondurulmasına ilişkin AB, Konsey Ortak Pozisyonu kabul etmiştir. Ayrıca AB çatısı altında faaliyet gösteren ve ortak polis birliği olarak nitelendirilebilecek Europol ve ortak yargı birliği olarak nitelendirilebilecek Eurojust’ın çalışma alanları terör suçlarını da kapsayacak şekilde arttırılmıştır.
Şüphesiz bu süreçte AB’nin yaptığı en önemli düzenleme, 13 Haziran 2002 tarihli “Terörizm ile Mücadele Hakkında Avrupa Konseyi Çerçeve Kararı” olmuştur. Bu düzenleme öncelikli olarak terörizmin temel unsurları ve verilecek cezalara ilişkin olup, terörizm suçlarının etkin, orantılı ve caydırıcı bir şekilde cezalandırılmasını amaçlamaktadır. Bu kararın en büyük özelliği ise kapsamlı bir işlevsel terör tanımı yapmasıdır. Kararın ilk dört maddesinde azmettirme, yardım, yataklık ve teşebbüsü de kapsayacak şekilde, terör tanımlamasına yer verilmiştir. Diğer maddelerde ise yargı yetkisi ve verilecek cezaların etkili olması için gereken unsurlardan bahsedilmiştir. Ayrıca bu çerçeve karar sadece AB üyesi ülkeleri kapsamamakta, AB dışındaki ülkelerde işlenen bu tür eylemleri de içermektedir. Bu da AB Komisyonu’nun terörizmle mücadeledeki kararlılığının sadece AB düzeyinde değil, aynı zaman da küresel nitelikte olduğunu da göstermektedir.
Genel olarak 11 Eylül saldırıları sonrası dönemde AB politikaları incelendiğinde, terörizme karşı çok yönlü bir yaklaşım sağlama çabasının olduğu görülmektedir. Birlik, uluslararası güvenliğin sağlanması açısından kendisini sorumlu bir küresel aktör olarak görmektedir. Birliğin uluslararası terörizmle mücadele açısından uzun dönemli politikasının temel direkleri olarak, AB içerisinde üye devletlerin ceza hukuklarını harmonize ederek yargı ve polis güçleri arasındaki işbirliğini azami seviyeye çıkarmak, üye ülkeler arasında ortak bir politika belirleyerek genel tutumu koordine etmek, soruna global bir yaklaşım benimseyerek BM’in çatısı altında bir çözüm üretilmesini sağlamak, bu yeni terörizmin önemli niteliklerinden biri olan finansal gücünü sona erdirmek ve hava yolu taşımacılığı esas olmak üzere sınırlarda güvenliği arttırmak olarak söylenebilir.
11 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder