ULUSLARARASI TERORİZM İLE MÜCADELEDE DE HUKUK İLKELERİNİN ETKİSİ: İNGİLTERE ÖRNEĞİ, BÖLÜM 9
2.1.1.3. PATRIOT Kanunu
Orijinal adı “Uniting and Strengthening America by Providing Appropriate Tools Required to Intercept and Obstruct Terrorism Act of 2001” (U.S.A. P.A.T.R.I.O.T.) kanunu olan düzenlemeden çalışmamızda PATRIOT Kanunu olarak bahsedilecektir. Bu yasanın Türkçe karşılığı ise “2001 Amerika’yı Terörizmin Engellenmesi ve Durdurulması için Gereken Uygun Araçları Sağlayarak Birleştirmek ve Güçlendirmek Yasası” (ABD Vatansever) olarak çevirmek mümkündür.
PATRIOT Kanunu 2001 yılında kabul edilmiştir. Bu kanun 15’ten fazla federal yasal düzenlemeyi değiştirmiştir. Bu kanun aslen terör ve terörle ilgili konulara ilişkin çıkartılmış olmasına rağmen, aynı zamanda kara para aklama, dinleme, arama izinlerinin yetki alanlarının arttırılması, Uluslararası İstihbarat Takip Kanunu (FISA), çeşitli bilişim teknolojilerinin kullanılarak soruşturulmaların yürütülmesi, mali suçlar, sınır kontrolleri, uyuşturucu ve ihbar edenlerin ödüllendirilmesi gibi alanlarda da bağlayıcı hükümler içermektedir. Kanunun en can alıcı noktası ise, federal ve yerel kolluk görevlilerine terör örgütü üyesi olduğuna inanılan kişilerin dinlenmesi ve takip edilmesinde sıra dışı yetkiler tanımasıdır. Saldırıların hemen ertesinde yürürlüğe giren ve 4 yıllık bir sürede yürürlükte kalacak bu kanun, 21 Temmuz 2005’te 16 maddesinden 14 maddesinin yürürlükte kalması kabul edilmiş ve kanun daimi nitelik kazanmıştır.
Bu yasanın en temel amacı, topluma zarar verme potansiyeli olan kişi ve grupları çok kısa bir sürede teşhis etmek ve üyeleri hakim önüne çıkartabilmek için gerekli adımları atmaktır. Yasada başlıca yapılmak istenen şey; istihbarat birimlerinin yeterli bilgi ve donanıma sahip olmasının önündeki yasal engellerin kaldırılması ve daha geniş yetkilerle donatılmalarını sağlamaktı. İstihbarat birimleri arasında bilgi paylaşımı hususunda sorun çıkmamasını temin etmek ve istihbarat paylaşımının düzenli ve devamlı şekilde yapılmasını kolaylaştırmak da amaçlardan birisidir. PATRIOT Kanunu, mevcut olan yasalarda güvenlik güçlerinin yetkilerini sınırlandıran ibareleri kaldırmıştır. 11 Eylül saldırılarının, bilgi yetersizliği ve güvenlik güçleri arasındaki bilgi paylaşımının karmaşık bir prosedüre sahip olması nedeniyle önlenemediği ileri sürülmüştür. Bu nedenle söz konusu yasada bilgi paylaşımı konusunda da değişiklikler yer almıştır. Ek olarak, yasa güvenlik güçlerinin ABD’de yaşayan herkes hakkında bilgi toplama konusundaki yetkilerini artırmıştır.
ABD Adalet Bakanlığı tarafından 2004 yılında yayınlanan “Sahadan Rapor: ABD PATRIOT Kanunu İş Başında” adlı rapor, bu kanunun temel amaçlarını ve ulaşılan noktaları belirten bir rapor hazırlamış ve bunları 4 başlık altında toplamıştır.
Bu rapora göre:
“Federal hükümetin istihbarat paylaşımı kapasitesini artırmak” başlığı altında; istihbari faaliyetlerde bulunma yetkisi olan kurumlar arasında işbirliğini artırmak ve özellikle kolluk kuvvetleri ile istihbarat örgütleri arasında bulunan görülmez duvarı yıkmak için bir dizi düzenlemeler yapıldığı belirtilmiştir. Fakat halen örgütler arasındaki paylaşımın istenilen düzeyde olmadığı, bunu sebebinin ise işin sonunda takdirin kimin alacağının hesabı olduğu söylenmiştir.
“Terörle mücadelede kullanılan yasaların sertleştirilmesi” ise bahse konu yasaların gözden geçirilerek daha sert bir şekle sokulması amacını yansıtmaktadır. Bu işlemde amaç olarak, teröristleri sokaklardan sürekli uzaklaştırılmak gösterilmiştir. Bu sebeple de kanunun ıslah edebilme özelliği göstermediği için eleştiriye maruz kaldığından bahsedilmektedir.
“Terörizmi soruşturan kurumların önündeki engellerin kaldırılması” başlığında ise polis soruşturmalarında lazım gelen bazı hukuki izinleri esneterek, ilgili kolluk görevlisine zamandan tasarruf etmesi sağlanmış ve taktiklerini kullanabilmesi için daha geniş yetkiler verildiği görülmektedir.
“Yeni teknolojiyi takip edebilmek için kanunları çağın gereklerine göre değiştirmek”; teröristlerin teknolojik imkanları kullanabilme kapasitelerinin artmasından dolayı, kolluk güçlerinin de teknolojiyi kullanma kapasitelerini arttırmak için gerekli görülmüştür. Yeni kanunla, telefon dinleme ve kişi takibinde yeni teçhizatların kullanılması önündeki yasal engeller kaldırılmıştır.
PATRIOT Kanunu, insan hakları ve hukukun üstünlüğü ilkelerini ve özellikle demokrasi gibi ABD’nin temel değerlerini hiçe saydığı eleştirilerine mazur kalmıştır. Kanunla birçok ihtilaflı düzenleme yapılmıştır. ABD’nin en geniş insan hakları örgütlerinden biri olarak kabul edilen Amerikan Sivil Hakları Örgütü (ACLU) tarafından üzerinde yeterince tartışılmadan çok acele çıkartılmış yasal bir düzenleme olduğu eleştirisi getirilmiştir. Yasanın getirdiği savunma hakkına ilişkin sınırlamalar, özel yaşama müdahaleyi kolaylaştırması, ifade hürriyetinin sınırlanması gibi konular, hukukun üstünlüğüne vurulan bir darbe olarak görülmektedir. Bu kanun, kanuna aykırı elde edilmiş delilleri dahi mahkeme sonucuna etki edebilecek deliller olarak kullanılabilinmesinin yolunu açmıştır. Bu kanunun getirdiği başka bir yenilik de, hükümetin internet ya da başka türden ağlar üzerinden kişileri, makul bir şüphe nedeni olmaksızın takip etme yetkisi vermesidir. Bu yasayla eğer kolluk kuvvetleri soruşturmada kullanılabileceğine inanıyorsa, insanların bağlandıkları internet adreslerini, bağlanılan zaman dilimini, süresini ve e-mail alabilme yetkisi ile donatılmıştır.
PATRIOT Kanunu ile Göç ve Vatandaşlık Kanunu’nda yapılan değişiklikler en çok eleştiri alan düzenlemelerden birisi olmuştur. Bu kanunun “Terörizm ile İlgili Tanımlamalar” başlığını taşıyan 411. maddesinde yer alan terörist faaliyet, terörist faaliyette bulunma/katılma terimlerinin geniş birer tanımı yapılmış; bu tanımlamada herhangi hukuk dışı bir faaliyet sırasında silah kullanılmasını da içerecek şekilde terörist faaliyet tanımını genişletmiştir. Bu genişletmede sınır dışı edilebilecek yabancıların sayısının artması sonucunu doğurmuştur. Bu yasa ile malvarlığı aleyhinde veya silah kullanımı içeren bir suçu işleyen yabancının, bu suçu başka ülkede işlese dahi sınır dışı edilebileceğine hükmolunmuştur. Aynı şekilde terörist faaliyet terimine eklenen bir tanımlamaya göre; bir yabancı, terörist bir örgüte üye olduğu iddia edilen bir arkadaşına veya ailesine sadece yiyecek içecek ve barınma sağladığında, bu kişilerin bu tür bir faaliyete dahil olduğunu bilmese bile sınır dışı edilebilecektir. Aynı kanunun 412. maddesi ise Adalet Bakanı tarafından, bir yabancının terörist olduğuna dahil makul sebepler olduğuna dair karar verildiğinde süresiz olarak gözaltına alınmasına imkan tanımaktadır.
PATRIOT Kanunu’nda geçen, terörle mücadelede şüpheli teröristlerin gözaltı sürelerinin belirsizliğini, kanuni haklarından yararlanamayacağı ve insan olma nedeniyle kazanılan haklarından yararlanamayacakları yönündeki hükümlerine de birçok eleştiri getirilmiştir. Uluslararası arenada ortak kabul edilen ve ülkelerin de kanunlarında geçen “Herkes, suçu ispat edilinceye kadar suçsuzdur” hükmüne dayanarak terör şüphelilerinin de, suçları ispat edilene dek suçlu sayılamayacağı, gözaltında bulunan kimselere avukat tayin edileceği ve adil şekilde yargılanacağı hususlarının önemine dikkat çekilmiş ve bu tip haklardan hiçbir koşulda vazgeçilemeyeceği vurgulanmıştır.
Görüldüğü gibi yasa, hükümet ve organları üzerindeki yargı denetimini, kamunun hesap verebilirliğini ve hükümet tasarruflarına karşı hukuk yoluna başvurma imkanını azaltmıştır. PATRIOT Kanunu özellikle gizlilik ile ilgili olarak eleştirilmiş ve yapılan kanunun hükümetin insan ve örgüt takip etmede en yüksek seviyede yayılmış otoritesi olduğu belirtilmiştir. Bu kanunla getirilen bazı düzenlemeler, ABD Anayasası’nın 4. maddesinde belirtilen temel insan haklarına ve ABD Hukuku’nda due process olarak adlandırılan hukukun egemenliği ilkesine aykırılık içermektedir.
Bu düzenlemeler temel insan haklarını ihlal eden unsurlar barındırdıkları gerekçesiyle demokrasiyi ayaklar altına almakla suçlanarak eleştirilmektedir. Birçok insan hakları örgütü, hukukçular ve akademisyenler tarafından da; PATRIOT Kanunu ile temel insan haklarının ihlal edildiği ve bunun da Amerika gibi özgürlüğü benimsemiş bir ülkeye yakışmayacağı ileri sürülmüştür. Amerikan Sivil Hakları Örgütü, “ Vatandaşlık Yasası Amerika’nın adalet sistemini yanlış yöne sürüklüyor ” diyerek yapılan uygulamalara karşı çıktıklarını belirtmişler, Amerikan Göçmenler Avukat Örgütü ise ABD Anayasası’nın PATRIOT Yasası ile ayaklar altına alındığı dile getirmiştir. Ayrıca yasa; terör zanlılarına ilişkin olarak birçok insan hakları kuralını ihlal ettiği, terörle mücadele gerekçesiyle özel hayatın ve haberleşmenin gizliliği ilkesini çiğnediği, ABD’’de bulunan yabancılara ilişkin tanınan insan haklarının ilke yurttaşlarına oranla çok daraltıldığı ve böylece ciddi ayrımlar yapıldığı, kişilerin fişlendiği gibi pek çok nedenden dolayı insan hakları savunucuları tarafından da eleştirilmektedir.
Amerikan yasalarında özgürlükleri kısıtlayacak şekilde bu denli değişiklikler yapılmasının temel sebebi ise ABD’deki özgürlük orijinli yaşam şeklinin, ülkeyi terörist saldırılara açık hale getirdiği düşüncesidir. ABD’deki sivil hak ve özgürlüklerin çok olması nedeniyle bu özgürlük ortamının teröristlere eylemlerini hazırlayabilmek ve uygulayabilmek için rahat bir ortam sunduğu temeline dayanan bu düşünce, saldırılar sonrasında ulusal tedbirler çerçevesinde oluşturulan ağır yasa ve uygulamaların zeminini oluşturmuştur. Saldırıların ardından ülkedeki özgürlüklerin sınırlarına yönelik sorgulamalarda bulunan Amerikan Yönetimi, güvenlik adına özgürlüklerden yana bir takım kısıtlamalara gidilmesi gerektiğini vurgulamıştır. Amerikan Yüksek Mahkemesi yargıçlarından Sandra Day O’Connor; “Önümüzdeki dönemde ülkemizde daha önceden hiç görülmemiş ölçüde kısıtlamalara şahit olacağız...” diyerek anayasada yapılacak sınırlamaların ilk sinyallerini vermiştir. Gerçektende ABD tarihine bakıldığında, 11 Eylül’den fazla kayıp ve zarara uğrandığı dönemlerde bile, ülkede güvenlik nedeniyle özgürlükler üzerinde bu kadar baskı yapılmamıştır.
Kısacası birçok yönden eleştirilen ve ABD Anayasası’nda belirtilen insan haklarına aykırı bulunan PATRIOT Yasası ve diğer düzenlemeler, tıpkı 11 Eylül Saldırıları gibi Amerikan insanının hayatında yeni bir dönemi başlatmıştır. Bu düzenlemelerin ardından yönetimin, baskı ve etkisini hayatının her alanında hissetmeye başlayan Amerikan halkı; ABD’nin, uğruna savaşlar yaptığı ve dünya üzerine yaymaya çalıştığı; en önemlisi de Amerikan toplumunu bir arada tutan en önemli unsurlar olan demokrasi ve insan hakları ilkelerini yeniden sorgulamaya başlamıştır. Özgürlükler ve bu özgürlüklerin korunması, yani insanların güvenli bir şekilde hak ve özgürlüklerini rahatça kullanabilmeleri; Amerika’nın kuruluşundan beri, bu ülkenin en temel değeri olagelmiştir. Zira bu ülke “Özgürlükler Ülkesi” olarak nam salmıştır. Fakat 11 Eylül saldırıları sonrası yine temel hak ve özgürlükleri korumak bahanesi ile bu hak ve özgürlüklere hiç olmadığı kadar kısıtlamalar getirmiştir. Bu da Amerika’nın üzerine kurulduğu değerler sistemine yabancılaşması anlamına gelecektir ki bu yabancılaşma özgürlüklerin içinin boşaltılması sonucunu doğuracaktır. Bu şekilde sıkı sıkıya bağlandığı değerleri ihlal eden bir sistem ise zayıflayarak yıkılmaya mahkumdur. Amerika Bağımsızlık Bildirgesi’ni kaleme alan asıl kişi olan ve ABD’nin “kurucu babalarından” sayılan Thomas Jefferson’nın “Biraz düzen için biraz özgürlükten feragat eden bir cemiyet ne özgürlüğü ne de düzeni hak edecek; bilakis her ikisini de kaybedecektir” sözü ise bu durumu çok güzel bir şekilde ifade etmektedir.
2.1.2. İspanya’nın Yaptığı Düzenlemeler
İspanya terörle mücadele alanında dünyanın en tecrübeli ülkelerinden biridir. Uzun yıllar ayrılıkçı terör örgütü “ Euzkadi Ta Askatasuna” (ETA, Bask Anayurdu ve Özgürlük) ile mücadele eden İspanya, 11 Eylül saldırıları sonrası ABD’nin en yakın müttefiklerinden biri olmuş ve küresel terörle savaşta etkin rol almıştır. Ayrıca 2004 yılında gerçekleşen Madrid terörist saldırıları ile de El-Kaide terörünü yakından yaşamıştır. Bu sebeple İspanya’nın 11 Eylül saldırıları sonrası terörle mücadele adına ortaya koyduğu eylemleri incelerken, İspanya’nın terörle mücadele kültürüne ve tecrübesine değinmek yerinde olacaktır.
2.1.2.1. İspanya’nın Terörle Mücadele Tecrübesi
İspanya, özellikle coğrafi konumunun bir sonucu olarak, tarih boyunca, farklı krallıkların ve etnik grupların bir coğrafya özelliği göstermiştir. Bask dilini konuştukları ve aynı isimli bölgede yaşadıkları için Basklar olarak anılan insanlar, İspanya’daki bu etnik gruplardan önemli bir tanesini oluşturmaktadır.
Bask sorunu, Basklıların dil, kültür ve köken itibarı ile İspanya’nın geneline hakim olan dokudan farklı olduğu tezi üzerine kuruludur. Basklar İspanya’daki etnik gruplar içerisinde Latin kökenli olmayan tek gruptur. Diğer etnik gruplara göre, sayıları daha az olan, kendi dillerini en az bilen grup olmalarına rağmen, Basklıların gösterdiği ayrılıkçı eğilimler daha çok öne çıkmıştır. Bu ayrılıkçı eğilim ise; Bask bölgesinin en önemli iki sanayi şehri Bilbao ve San Sebastian şehirlerinde geniş taban bulacak olan, bağımsız bir Bask Devleti kurmak amacı taşıyan, ETA adlı terör örgütünün 1959 tarihinde kurulmasına sebep olacaktır.
2.1.2.1.1. Bask Sorunu ve ETA’nın Kuruluşu
Bask bölgesi 1812 yılında kabul edilen merkeziyetçi anayasaya kadar otonom bölge olma özelliğini sürdürmüş, fakat yeni anayasa ile bu otonom özellik yavaşça merkeziyetçiliğin lehine değişmeye başlamıştır. 1876 tarihine gelindiğinde ise Bask bölgesine verilen ayrıcalıklar tamamen kaldırılmıştır. Bu gelişmeleri takiben kurulan Bask Milliyetçi Partisi, bu bölgede ayrıcalıklar elde etmek yolunda bazı mesafeler kazanmıştır. 1936 yılında başlayan iç savaş sırasında ise otonom bir Bask Cumhuriyeti ilan edilmiştir. Fakat bu hükümet 8 ay kadar yaşayabilmiştir. General Franco’nun emrindeki güçler henüz iç savaş sürerken Bilbao şehrini işgal ederek Bask bölgesini tamamen kontrol altına almıştır. Cumhuriyetçiler ve milliyetçiler arasında gerçekleşen ve temelinde etnik veya kültürel çatışmalar değil, yönetim sistemi üzerindeki anlaşmazlıklar bulunan iç savaşın sonrasında ülke yönetimine iç savaşın galibi konumundaki milliyetçi General Franco el koymuştur. Franco 1939 – 1975 yılları arasında ülkesini faşist bir diktatörlükle yönetmiştir. Bu dönemde devlet merkeziyetçi bir yapı oluşturulmuş ve bölgeselcilik ve özerklik gibi yaklaşımlar terk edilmiştir. İç savaş sonrasında ise başta Bask Milliyetçi Partisi yöneticileri başta olmak üzere, Bask milliyetçiliğini savunan merkez kadrolar İspanya dışına sürülmüştür. Franco yönetiminin amacı Bask milliyetçiliğini büyümeden bastırmak olmuştur. Bu sebeple Bask dili Bask bölgesinde yasaklanmış, Bask milliyetçilerinin mallarına el konulmuş ve bazı Basklılar faili meçhul cinayetlere kurban gitmişlerdir. Franco rejimi, tüm otonom yönetimleri yasaklamış, liderlerini sürgüne göndermiş, hapsetmiş veya idam ettirmiştir. Tüm bölgesel semboller, bayraklar ve tüm kamu alanları ile eğitimde otonom bölge dillerinin kullanılması yasaklanmış ve milliyetçi istekler hiçbir zaman düzenli ve sistematik bir şekilde ifade edilme imkanı bulamamıştır. Bu dönemde görüldüğü üzere bölgesel milliyetçi taleplere tamamen baskı ile karşılık verilmiştir.
Franco rejimi, Bask Bölgesi üzerindeki baskılarını arttırdığı oranda Basklılar arasında milliyetçi – ayrılıkçı isteklerin körüklenmesine yol açmıştır. Franco yönetimi bölgesel, kültürel, eğitim ve dil üzerinde baskılarını arttırmıştır. Bask ayrılıkçıları, Franco’nun aşırı merkeziyetçi ve baskıcı tutumuna bir tepki olarak (özellikle genç militanlar tarafından) Bask Milliyetçi Partisi’nin yumuşak tutumuna karşı tavır almışlardır. Amaçlarının Bask bölgesinin bağımsızlığı ve Fransa’daki Bask bölgesiyle bütünleşmek olduğunu açıklayan bir grup, bu amaçlarına ulaşmanın tek yolunun silahlı mücadeleden geçtiğini vurgulamıştır. Bu görüşler doğrultusunda ise 31 Temmuz 1959 tarihinde ETA adı altında bir örgüt kurulmuştur.
ETA temel argümanını Bask bölgesinin, İspanya’nın bir kolonisi olduğu ve bölgenin ekonomik, siyasal, kültürel olarak sömürüldüğü üzerine kurmuştur. Bu sömürüyü def ederek bağımsızlığa ulaşma yönündeki stratejisini ise; İspanyol polisi, askeri ve sivil muhafızlara karşı silahlı mücadeleyi başlatarak, güvenlik güçlerinin bu durum karşısında harekete geçerek Bask bölgesinde baskıları arttırması; böylece Basklıların da doğacak duruma tepki göstermesi ile ETA’ya üye katılımı, maddi ve manevi destek artması ve tüm bu olayların sonucu olarak da Madrid’in yükselen Bask muhalefetine karşı direnemeyerek Bask bölgesini terk etmesidir. 1960’lı yıllarda bu strateji ile bir çok eylem teşebbüsünde bulunan ETA’nın ilk ciddi eylem süreci 1968 yılında örgüt mensuplarının aracını durduran bir trafik polisinin öldürülmesi ile başlamıştır. Bu saldırı sonrası polisin yaptığı operasyon sonucu bir örgüt mensubu öldürülmüş, akabinde ise bir polis şefi ETA tarafından evinde vurularak öldürülmüştür. Bu eylem zinciri ile ETA şiddeti bir araç olarak kullanmaya başlamış ve zincirleme şekilde şiddet eylemleri ve bunlara karşı alınan tedbirler birbirlerini takip etmişlerdir.
ETA’nın şiddet eylemleri süresince toplam 2367 kişi yaralanmış, 817 kişi hayatını kaybetmiş ve toplam 3426 terör saldırısı düzenlenmiştir. Buna ek olarak, ETA’nın gençlik kollarınca 3761 kez sokaklarda şiddet eylemlerinde bulunulmuştur. İspanyol yönetiminin ise bu terörist saldırıları farklı dönemlerde farklı şekillerde olmuştur. Özellikle Franco yönetimi esnasında sert ve tepkisel bir süreç ile yürütülen mücadele stratejileri, anayasal monarşiye geçişle yerini daha demokratik ve insancıl yöntemlere bırakmıştır. Franco döneminin biterek, anayasal monarşiye geçilmesi ile bölgesel haklar tekrar özgürlük kazanmış fakat bu durum ETA’nın faaliyetlerini azaltmadığı gibi arttırmıştır. Bu sebeple İspanyol hükümetleri çok zorlu bir terörle mücadele deneyiminden geçmişler ve sık sık sabırları ETA’nın gerçekleştirdiği eylemlerle sınanmıştır.
2.1.2.1.2. İspanya’nın Terörle Mücadele Stratejisi
İspanya 1968 yılında tanıştığı ayrılıkçı terörizm ile hem diktatörlük hem de demokrasi döneminde mücadele etmiştir. Diktatörlük döneminde General Franco’nun bölgesel milliyetçi hareketlere karşı büyümeden başının ezilmesi anlayışına karşı; demokratik düzende haklara saygı çerçevesinde geliştirilen bir anlayış hakim olmuştur. Bu sebeple İspanya’nın terörle mücadele stratejisi bir birinden çok farklı iki anlayışla şekillendiği için, bu bölüm iki farklı başlık altında incelenecektir.
2.1.2.1.2.1. Franco Dönemi
Franco dönemi, iç savaşın General Franco önderliğindeki milliyetçilerle kazanılmasından, General Franco’nun ölümüne kadar olan 1939 – 1975 yılları arasını ifade etmektedir. Bu dönemde iç savaş sırasında karşı tarafta yer alan Katalanlar ve Basklar “ulusal hainlik” suçlanmışlar; 1955 yılında çıkartılan bir yasa ile de bütün yerel birimler üzerinde çok sıkı merkeziyetçi bir yapı kurulmuştur. Tüm Bask eyaletlerinin ekonomik ve idari otonomileri kaldırılmış ve Baskça yasaklanmıştır. Fakat uygulanan bu baskılar, fikirleri yok etmemiş dahası sistemli şiddete dönüşen bir ivme kazanmıştır.
1968 yılında ETA tarafından ilk şiddet eylemine başvurulmasına ise yönetim bölgede olağanüstü hal ilanı ile karşılık vermiştir. Meydana gelen bu ilk eylemin ardından onlarca tutuklama meydana gelmiştir. Basklılarında bu duruma daha fazla eylemle karşılık vermesi ise İspanyol yönetimini kısır bir döngüye sürüklemiş, örgüt üyelerine karşı büyük bir tutuklama kampanyası başlatılmıştır. Bu uygulamalar, örgüt adına eylemde bulunmamış, örgütle doğrudan irtibatı olmayan ancak örgüte karşı sempati duyan yüzlerce insanı da kapsamıştır.
Franco döneminde, yıpranmaması için, orduya direkt olarak terörle mücadele konusunda öne çıkmalarını sağlayacak çok aktif görevler verilmemiş olmasına karşılık; iç güvenliği yöneten “Guardia Civil” ve polis teşkilatı bu dönemde orduya bağlı olarak çalışmış ve yöneticileri de ordu içerisinden seçilmiştir. Dolayısıyla Franco rejimi süresince teröristlere karşı polis kurumu adı altında askeri önlem ve uygulamalar ile cevap verilmiştir.
Ceza adalet sistemi de bu dönemde baskı üzerine kurulmuştur. Terör ve terörist tanımının kanunlarda geniş tanımlarının bulunması, örgüte sadece sempatizan düzeyinde yakınlığı bulunan kişilerinde terörist olarak algılanmasına sebep olmuş, hiçbir suç isnadı olmaksızın uzun gözaltılar yapılmıştır. Ayrıca pek çok ETA örgüt üyesi idamla yargılanmış, bazıları özellikle dış baskılardan dolayı idam edilmezken, birçoğu Franco’nun onayı ile idam edilmiştir. Franco yönetiminin güvenlik tedbirlerinin daha da arttırması ile birlikte ise ETA’nın karşı silahlı saldırıları artmıştır. Özellikle 1970 sonrası dönemde eylem sayısı bir hayli fazladır. Franco rejiminin bölgesel taleplere olan baskısı, doğal olarak terör saldırıları neticesinde daha da artmıştır. Bu dönemde terör olaylarına karşı tepkisel yaklaşılmış ve ETA’nın terör stratejisine katkıda bulunulmuştur. Nitekim ETA’nın terör stratejisi çatışma sarmalından oluşmaktadır ki bu strateji eylemin baskıyı arttırmasını ve bu artan baskının da ezilenlerin bilinçlenmesini sağlamasından oluşmaktadır. Sarmalın her dönüşünde de eylemin şiddetinin artması da doğal bir sonuçtur.
Tüm bunlardan öte; Franco döneminde Uluslararası Af Örgütü (UAÖ) tarafından oluşturulan raporlarda, İspanya’nın “Bask milliyetçiliğine sistematik işkence yaptığı” tespit edilmiştir.
2.1.2.1.2.2. Demokrasi Dönemi
20 kasım 1975’te Franco’nun ölümünden iki yıl sonra demokratik seçimler yapılmış ve otoriter bir rejimden anayasal monarşiye geçiş yaşanmıştır. İspanya’nın demokratik bir ülke olarak küresel terörizme karşı geliştirmiş olduğu 21. Yüzyıl perspektifinin temelleri, bu geçiş süreci ile birlikte yaşanmıştır.
İspanya, 1978 Anayasası ile otonom bölgelerden oluşan bir devlet haline getirilmiştir. 1979 yılının Ekim ayında yapılan bir referandum ile de; ülkü bütünlüğü ve milliyetlerin özerkliği gözetilmek kaydıyla oluşan yeni otonom yapı kabul edilmiştir. Bask bölgesi de bu bölgelerden birisi olmuştur. Her bölge, o bölgeye ilişkin kanunları yapan ayrı bir parlamentoya sahip kılınmıştır. Merkezi yönetim dış politika, savunma, yargı ve ekonominin genel yönetimi konularını kendi üzerine almış; bunun dışında kalan alanlardaki yetkiler, özel kanunlarla bölgelere devredilmiştir. Merkezi yönetime de, yerel parlamentoların çıkarmış olduğu kanunları değiştirme yetkisi tanınmıştır.
Bask bölgesi bu yeniliklerden diğer bölgelere nazaran daha fazla faydalanmış ve kendi polis teşkilatını dahi kurabilmiştir. Yeni anayasa çerçevesinde, Bask bölgesinde resmi dairelerde İspanyol bayrağının yanı sıra Bask bayrağının kullanılması; İspanyolcanın yanı sıra Bask dilinin de resmi dil olması; Bask dilinde eğitim, öğretim ve radyo – televizyon yayınlarının yapılması imkanı tanınmıştır. Bölgeler mali özerkliğe sahip kılınmış; vergilerin toplanması ve dağıtılması merkezi yönetime bırakılmakla birlikte, gelir ve kurumlar vergisi dışında kalan vergilerin kullanımı bölgesel yönetimlere bırakılmıştır.
Fakat yeni anayasayla getirilen bu değişiklikler de Bask bölgesindeki terör sorununun çözümüne yetmemiş, ETA ve 1978 yılında ETA’nın legal faaliyet alanı olarak kurulan Herri Batasuna Partisi (HB), tam bağımsızlıktan taviz verilmeyeceğini açıklamıştır. ETA 1980 yılının Eylül – Ekim – Kasım aylarında 36 kişiyi öldürerek o güne kadar olan şiddet eylemlerinde rekor kırmıştır. 1978 – 1980 arasındaki anayasa hazırlama ve yerel parlamentolara geçiş döneminde ise toplam 280 insanın ölümüne neden olmuştur. Görüldüğü gibi terörizmle mücadelede hak ve özgürlük artırımı terörizmle mücadelede yardımcı etmenlerin başında gelse de tek başına hiçbir şey ifade etmemektedir. Terörizmle mücadele birçok etmenin bir araya gelmesi ile başarıya ulaşmakta ve bunların başında da sosyal alanda adil bir yönetimin ve düzenin oluşması, demokrasi ve temel özgürlüklerin herkesçe eşit kullanılması gibi fırsat ve onur eşitliğine dayalı bazı somut adımların atılmış olması ve bunların halk tarafından içselleştirilerek, desteğinin sağlanması gerekmektedir.
Bunun içinde azımsanmayacak ölçüde zorlu bir sürecin geçmesi ve halkın bu süreç içerisinde ikna olması gerekmektedir. İspanya da 1978 anayasası ile bu sürecin başlangıcı için büyük bir adım atmış ve doğal olarak bu adım terörü durdurmaya yetmemiştir. Fakat İspanyol hükümetleri diğer adımlarda da iyileştirmeler yaparak topyekun şekilde teröre karşı durabilmek için düzenlemeler yapmaktan vazgeçmemiştir.
Terörle mücadele organizasyonunun demokratikleşerek etkin bir hal alabilmesi için İspanya’da öncelikle polis teşkilatı içerisinde düzenlemelere gidilmiştir. Bunun için polis teşkilatı içerisinde bulunan askeri yapılanma ve özelliklere son verilmiştir. Yasal olarak orduya bağlı olan polis teşkilatı İçişleri Bakanlığı’na bağlanarak sivilleştirilmiş, eskiden askerlerden oluşan üst düzey yönetici kademesi tasfiye edilerek sivillerden meydana gelen bir üst düzey yönetim kademesi oluşturulmuştur. Buna ek olarak Terörle Mücadele Merkezi Komitesi, Polis Özel Harekat Birimi ve Jandarma Teşkilatına bağlı Özel Terörle Mücadele Birimleri oluşturulmuştur. İlerleyen dönemlerde ise Jandarma teşkilatı da İçişleri Bakanlığına bağlanmış ve üst yönetimi sivilleştirilmiştir. Özellikle terörle mücadele eden polis ve jandarma birimlerine özel eğitimler verilerek terörist ile etkin mücadele sağlanması amaçlanmıştır. Bu birimlere hizmet verdikleri halkın tarihi ve kültürel özellikleri ile mücadele ettikleri terör örgütünün ideolojisi ve halkla bağlantıları konusunda, yoğun bir eğitim verilmiş ve özellikle güvenlik güçlerinin sempatizan - militan ayrımı yapması ve bunlara faklı yaklaşması üzerinde durulmuştur.
Bu dönemde terörle mücadele birimlerinin yetki ve kapasiteleri de arttırılmıştır. Terör suçunun kapsamı daraltılmış ve dolayısıyla gerçekten terör suçuna karışmamış kişilere karşı suiistimal ve hak ihlalleri önlenmiştir. Terörizm suçları “olağanüstü” suçlar kapsamından çıkartılarak “örgütlü” suçlar kapsamına alınmıştır. Yargılamada ise “olağan mahkeme” ve “doğal hakim” ilkesi geçerli kılınmıştır. Ayrıca 10 gün olan gözaltı süresi ilerleyen dönemle kısıtlanarak 4 güne indirilmiştir. Ayrıca İspanyol Ceza Yasası’na eklenen bir madde ile örgüt mensuplarının silahlı mücadeleyi reddetmeleri akabinde serbest bırakılmalarını ve sürgünden dönmelerini öngören bir düzenleme getirilmiş ve silahı mücadeleyi reddeden örgüt mensuplarının topluma kazandırılması sağlanmıştır.
İspanya bu dönemde aldığı adli ve polisiye tedbirleri siyasi, ekonomik ve sosyal alan faaliyetleri ile de desteklemiştir. Tüm bu tedbirlerin eş zamanlı olarak yürütülmesini ve uygulanması için çeşitli planlar devreye sokulmuştur. İspanya’nın yapmış olduğu bu başarılı girişimler ülkenin AB’ye girebilmek adına yaptığı demokratikleşme uygulamaları ile de paralellik göstermektedir. Hatta denebilir ki İspanya’nın bu ETA’ya karşı bu dönemdeki başarısı, AB’ye giriş süreci ile yapmış olduğu demokratik açılımlar ve buna bağlı uluslararası anlaşmalarla başlamıştır. Yeni demokrasi anlayışıyla çok kültürlü ve farklı geleneklere sahip toplumsal yapının anayasa ve diğer yasaların sağladığı güvenlik şemsiyesi altında, yerel yönetimlere yansıması sağlanmış ve bölgeler arasındaki ekonomik dengeyi sağlamak için ekonomik kaynak aktarımı ve alt yapı yatırımları yapılmıştır. Yine farklı grupların siyasal süreçte kendilerini ifade edebilmeleri ve taleplerini hiçbir baskıya maruz kalmadan iletebilmeleri için, örgütlenerek siyasi platforma yönelmesi sağlanmıştır. Bu süreçte ETA’nın siyasi kolu olan HB partisinin faaliyetleri de yasallaşmıştır.
Tüm bu adımlarla beraber teröristleri yurt içinde yalnız bırakmak ve ETA’nın sosyal kabulünü en aza indirebilmek amacıyla; Bask bölgesindeki demokratik taraflarla siyasi uzlaşma sağlamak için bir dizi anlaşmalar yapılmıştır. ETA’nın eylemlerini lanetlemeyi reddeden tek parti olan HB hariç tüm partiler bu anlaşmalara taraf olmuştur. Böylece terör örgütünün sosyal kabulü en aşağılara çekilmiş ve terörle mücadele sürecinin önemli bir ayağı olan “halkın desteğini kazanma” amacı takip edilmiştir.
İspanya’nın demokrasi odaklı terörle mücadele sürecini sekteye uğratan en önemli etmen ise 1983 yılında faaliyete geçen “Anti-Terörist Kurtuluş Hareketi” (GAL) adlı, gizli bir örgütün kurularak ETA üyelerini hedef almasıdır. Bu örgütün temel amacı ETA’yı eylemlerini tamamen bırakana dek, onun kullandığı yöntemlerle ortadan kaldırmaktır. GAL hem İspanya’daki hem de Fransa’daki Bask Bölgesinde birçok eylem yapmış ve bu eylemlerde 27 kişi hayatını kaybederken birçok kişi de yaralanmıştır. GAL’in Bask bölgesinde bulunan güvenlik güçlerinden istihbarat aldığı, bu örgütün İspanyol istihbarat örgütü bünyesinde bir birim olarak kurulduğu ve hatta 1989 – 1991 yılları arasında İçişleri Bakanlığı örtülü ödeneğinden 1,5 milyon dolar kaynak aldığı iddia edilmiştir. İspanya’nın böyle bir çözüme gitmesinin temel nedeni ise; askeri güçlerin ETA’nın eylemlerini arttırmasından (1978 – 1982 yıları arasındaki süreçte) duyduğu rahatsızlığı güçlü bir şekilde dile getirmesi - hatta bu sebeple başarısız bir darbe girişiminde bile bulunulmuştur – sonucu, hükümeti etkilemeyi ve baskı altına almayı başararak, bu tip bir örgütlenmeyi telkin etmesi olarak gösterilebilir. Fakat GAL’in uyguladığı işkence, öldürme ve diğer uygulamaların önü alınamaz hale gelmesi, bu örgütün terör örgütlerini andıran bu hareketlerinin ETA’yı adeta kamçılayarak eylemlerini arttırmasına sebep olması ve hükümet politikalarına karşı halk desteğinin azalması ile bu uygulama terk edilmiştir. Daha sonra GAL aleyhine başlatılan yasal süreç içerisinde bu örgütle devlet arasındaki bağlar delillendirilmiş ve açılan davalar sonucunda İçişleri eski Bakanı, yardımcısı ve birçok üst düzey güvenlik yetkilisi tutuklanmıştır. İspanya’nın bu tip üst düzey yetkililerin yaptığı ihlalleri yargı çerçevesinde cezalandırması ise uluslararası ve ulusal kamuoyunun tekrar güvenini ve desteğini kazanmasını sağlamıştır.
İspanya’nın AB üyeliği süreci, demokratik atılımlar yapılması yanında terörle mücadelede uluslararası işbirliğini kolaylaştırması bakımından da bu ülkeye yardımcı olmuştur. Özellikle Franco rejimini kendisine karşı sürekli bir tehdit olarak gören ve bu sebeple de Franco rejimi ile mücadeleye giren her türlü oluşumu destekleyen Fransa; ETA’yı da desteklemiş ve İspanyol sınırına yakın Fransız topraklarında silahlı Bask birliklerinin kurulmasına göz yummuş, Fransa’ya iltica eden örgüt mensuplarının taleplerini İspanya’nın bütün çabalarına rağmen onaylayarak, geri verme taleplerini reddetmiştir. İspanya’nın demokrasi sürecinde de bu yaklaşımını belli bir süre sürdüre Fransa ise özellikle İspanya’nın AB sürecine girmesi ile birlikte bu tutumunu değiştirmiştir. Yaşanan süreçte de iki ülke teröre karşı işbirliğine gitmiş ve bu süreçten sonra ETA en büyük darbeleri almaya başlamış ve sonun başlangıcı bu işbirliği ile gelmiştir. Zaten ETA’nın az olan uluslararası bağlantıları, neredeyse tek destekçisi olan Fransa’yı da kaybetmesi ile sıfır noktasına gelmiştir.
Fransa’nın yanı sıra Latin Amerika ülkeleri, Meksika ve İngiltere ile yapılan işbirliği neticesinde birçok ETA mensubu tutuklanmış veya sınır dışı edilmiştir. Uluslararası alanda kazanılan başarı ile beraber örgütün finansal kaynaklarında da önemli ölçüde tıkanmalar meydana gelmiş ve bu da örgütün zayıflamasına neden olmuştur. 11 Eylül saldırıları sonrası süreçte terörizm konusunda değişen algılamalara bağlı olarak ETA, ABD tarafından bir terörist organizasyon olarak tanımlanmış ve AB ülkelerinin 28 Aralık 2001 tarihinde kabul ettiği “Ortak Terör Örgütleri” listesinde yer almıştır.
1995 sonrası işbaşına gelen hükümetler geçmiş tecrübelerin de yardımıyla teröristlere ve onların stratejilerine karşı gerekli mücadeleyi vermekten de geri durmamışlardır. İzledikleri, sosyal siyasi ekonomik politikaların yanında teröre karşı polisiye ve hukuki önlemler de almıştır. Terör örgütünün siyasi uzantılarının sonlandırılması çabaları bu önlemlerin en önemlisi olmuştur. ETA’nın legal alandaki uzantıları ve HB yargı kıskacına alınarak faaliyetleri engellenmeye çalışılmış, nitekim 2002 yılında kanunlar çerçevesinde HB kapatılmıştır. 2003 yılında ise HB, AB terör örgütleri listesine eklenmiştir. İspanyol hükümeti adalet mekanizmasını bu denli çalıştırırken, adaleti esneterek kendi çıkarları doğrultusunda kullanmamış, bilakis güçlü bir adalet mekanizması oluşturarak, kanunilik ilkesi esasında hareket etmiştir. Bu şekilde sağlam bir adalet mekanizmasının aldığı bu kararı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de onaylamış, HB’nin devamı niteliğinde açılan yeni partiler dahil bu kararların ışığında yasaklanarak seçimlere girmeleri engellenmiştir.
İspanya 11 Eylül saldırıları sonrası dönemde de ETA’ya karşı olan mücadelesini demokratik düzenlemeler ışığında gerçekleşmiştir. Kamuoyuna her zaman önem vererek, halk terör konusunda bilinçlendirilmiş, mücadele yöntemleri olabildiğince şeffaf hale getirilmiş ve halkın yapılan çalışmalardan devamlı haberdar olması sağlanarak, toplumsal destek ve mutabakat aranarak; yapılan mücadele şekillendirilmiştir. Bir anlamda halk terörle mücadeleye ortak edilmiştir. 2004 yılında yapılan Madrid saldırılarının halk üzerinde oluşturduğu psikolojik etki iyi kullanılarak zaten terörle mücadele politikalarını destekleyen halk, bu desteğini iyice arttırmış ve bu sayede terör ve şiddeti destekleyen yayın organları kapatılmış ve ETA’nın her türlü eylemi halk tarafından anında ve sert bir biçimde lanetlenmesi ile de örgüt giderek yalnızlaştırılmıştır. Fakat İspanya köşeye sıkışan örgüte yönelik intikam saldırıları düzenlemek yerine, onların taleplerini ifade edebilecekleri, isteklerini dillendirebilecekleri bir anlaşma/tartışma süreci başlatarak, terörizmin tamamen tasfiyesi ile sonuçlanacak olan sürecin kapılarını sonuna kadar açmıştır.
İspanya ETA ile mücadelesinde yıllar boyu değişik stratejiler uygulamış, sonuç olarak mücadele stratejisindeki sertlikle doğru orantılı olarak, terör olaylarındaki eylem sayısının ve sertliğinde arttığını gözlemlemiştir. Anti demokratik uygulamalar sonucu yaşanan tecrübeler göstermiştir ki terör örgütleri ile yapılacak mücadeleyi, örgüt üyeleri ile yapılacak bir mücadeleye indirgeyen ve düello tarzı bir çözüm arayan uygulamalar, örgütlerin daha fazla taban ve güç kazanmasına sebep olmuştur.
Özet olarak İspanya önce terörü önleyerek demokratikleşmeye geçme yerine, terörle mücadele ederken demokratikleşmeyi gerçekleştirmeyi tercih etmiştir. İspanya’nın demokratik düzlemde ortaya koyduğu temel strateji ise halk desteğinin kazanılarak terör örgütünün yalnız bırakılması, teröre asla taviz verilmeden hukuki çerçeve içerisinde polisiye tedbirler alınması, uluslararası işbirliğinin oluşturulması, siyasi isteklerin hiçbir baskıya maruz kalmadan ifade edilebileceği demokratik platformlar oluşturmak ve son olarak da temel hak ve özgürlüklere saygıyı yapılan her hamlede en dikkat edilmesi gereken unsur haline getirmek olmuştur.
10 CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder