ETNİK-IRKÇI–BÖLÜCÜ PKK TERÖRÜNÜ DOĞRU ANLAMAK BÖLÜM 4
B - PKK’IN YURT DIŞINA KAÇIŞI
5. Barzani mi, Apo mu?
Terörle mücadele, terörün meşrulaştırılması yoluyla yapılamaz. Terör saldırılarını kınamaktan ısrarla kaçınanların ülkede siyaset yaptığı, devlet teşkilatında görev aldığı ve serbestçe ticaret yaptığı sürece, Türkiye’nin terörle mücadelede başarılı olması mümkün değildir.
Cemil Çiçek, Adalet Bakanı olduğu yıllarda, Türkiye’deki bölücü terör örgütünü tam 28 ülkenin desteklediğini açıklamıştı. Bu ülkelerin hangileri olduğunun da Türkiye tarafından bilindiğini kaydetmişti. Ancak, PKK’ya destek veren ülkelerin adlarını söylememişti. Acaba bu ülkeler arasında Nepal, Burkina Faso, Raunda, Botswana ya da Andora ile Linhteştayn gibi devletler de bulunuyor mu?
Türkiye, madem varlığına kasteden ülkeleri biliyor, o halde bunlara karşı tedbir alması gerekmez mi? Çiçek’in sözünü ettiği bu ülkelerin hangileri olduğunun açıklanması gerekmez mi?
Türk milletinin, bebekleri katledenlere yardım eden ülkeleri bilmeye hakkı yok mu? PKK’nın arşivi, mali yapısı ve banka hesaplarıyla siyasi destekçileri, bölücü başı tarafından 1999 yılında sorguda ve mahkemeye bildirilmişti. Hükümet Sözcüsü’nün açıkladığına göre, aradan geçen zaman içinde Türkiye’nin bunlara karşı hiçbir tedbir almadığı bir kere daha anlaşılmıştır.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 14.11.2007 tarihinde Çek Cumhuriyeti’ne giderken şöyle bir açıklama yapmıştı:
“PKK’lılar (DTP’liler) ya şehirde yaşamayı tercih edecekler ya da dağda. İkisi arasında tercih yapacaklar. Biz öncelikle silahı bırakıp bir siyasi parti çatısı altında siyasi mücadeleyi tercih etmelerini isteriz.”
Bu açıklama da gösteriyor ki PKK, siyasi Kürtçülük hareketinin silahlı propaganda aracıdır. Şemdinli olayına kadar görevini (!) başarıyla yerine getirmiştir. Şemdinli’den sonra “PKK yavaş yavaş ortadan kaldırılacak, yerine Barzani ikame edilecek." şeklindeki görüşümüz hayata geçirilmektedir. 2007 yılının Kasım ayından itibaren AB ülkeleri ve Türkiye’deki bazı çevreler, Öcalan’ın söyledikleri doğrultuda siyasi çözüm-demokratik açılım kavramlarını telaffuz etmeye başlamışlardır. Bu da Anayasa değişiklikleriyle mümkün olacak bir düzenlemedir. AB çevreleri ve onların Türkiye’deki sözcüsü konumunda bulunan bazı gazeteler ve köşe yazarları, birtakım planları dillendirmeye başlamışlardır. Bu planın nihai amacıysa bağımsız Kürdistan’ın kurulmasına ve çocuk katili İmralı mahkûmu Öcalan’ın kırmızı halı üstünde yürüyen bir siyasetçi olmasına kadar uzanacak bir dönemdir. Nitekim kapatılmış DTP Başkanı Ahmet Türk, 20-21 Nisan 2009 tarihinde İngiltere’de yaptığı temaslarda, bu konunun ipuçlarını da vermişti. Ahmet Türk, Londra’da bulunan Haringey Kürt Toplum Merkezi’nde, sözde Kürdistan haritası ve öldürülen bazı teröristlerin posterleri altında konuşmuş ve Öcalan’a övgüler yağdırmıştı.
Ahmet Türk, Öcalan’ın da Mandela gibi muhatap alınması gerektiğini belirterek, şöyle konuşmuştu:
“Nelson Mandela’nın koşulları değiştirilmeseydi daha özgür bir hayat sağlanmasaydı Güney Afrika sorunu çözülmezdi. Öcalan da daha barışçı bir çözüm için çaba sarf ediyor. Muhatap almak zorundasınız. Her projeye dürüst yaklaşmak lazım, anahtar nerede, iyi bakmak lazımdır.”
Basına yansıdığı kadarıyla terörist başı, 30 Eylül 2008 tarihinde İmralı’dan şöyle buyurmuştu:
“Kuzey Irak’ta PKK vardır. Orada istediğimiz gibi hareket etme hakkımız da mevcuttur. Barzani o bölgede bizim sayemizde ayakta duruyor. Eğer biz desteğimizi çekersek Barzani Kuzey Irak’ta bir saniye tutunamaz.”
Öcalan bu açıklamayı, o tarihteki Ramazan Bayramı arifesinde yapmıştı. Bayram telaşında ve ülkenin ekonomik sıkıntılarla boğuştuğu bir dönemde yeteri kadar gündeme getirilememişti. O açıklama arada kaynayıp gitmişti. Bu açıklamadan birkaç gün sonra 3 Ekim 2008 Cuma günü Şemdinli Aktütün karakoluna baskın düzenlenmişti. Peki, Öcalan bu açıklamayı niçin yapmıştı?
PKK terör örgütü, 2006 yılındaki Şemdinli Umut Kitap Evi olayından sonra, tıpkı Ermeni terör örgütü ASALA gibi düşüşe geçirildi. Yerine Barzani yükseltilmeye başlandı. İşin özeti, siyasi Kürtçülük hareketinde silahlı propaganda dönemi artık kapatılacaktır. PKK zaman içinde tamamen ortadan kaldırılacak, elemanlarından isteyen siyasi alana kaydırılacak, buna razı olmayanlar da ya ölecek ya da Barzani kuvvetlerine katılacaktır. Bundan sonra siyasi Kürtçülük hareketi Barzani’nin liderliğinde yürütülecektir.
Özetlemeye çalıştığımız bu gelişmeler üzerine, PKK, Kuzey Irak’tan ve Türkiye’deki Kürtçülük hareketi pastasından pay istemektedir. Yani Barzani devletindeki yönetim, bürokrasi, ekonomi, petrol, doğal gaz ve ticaretten pay almaya çalışmaktadır. Hatta daha da ileri giderek, Kerkük’te de söz sahibi olmayı hedeflemektedir. PKK için Kerkük, petrol ve dolar demektir. Bu bakımdan PKK, Türkiye’de ve Kuzey Irak’ta varlığını korumanın yollarını aramaktadır. PKK, Güneydoğu’da kurulacak Kürt eyaletindeki siyasi yönetimden de pay koparmaya çalışmaktadır. Karakol baskınları, mayınlı tuzaklar veya şehir merkezlerine gönderdikleri canlı bombalar da bu isteklerini güçlü tutmak istemelerinin bir yoludur.
ABD, PKK’nın bu isteği karşısında tercihini açıkça ortaya koymuştur. Amerikan yönetimi, PKK’nın Türkiye’ye yönelik saldırılara son vermesi gerektiğini açık bir dille bildirmiştir. İran ya da Suriye’ye yönelik saldırılarda bulunması karşılığında Kuzey Irak’ta barınmasına izin verileceğini belirtmiştir. Kuzey Irak’taki Barzani yönetiminde ve bölgede söz sahibi olmasının asla kabul edilemeyeceğini, Kürdistan’ın gelecekteki yöneticilerinin liberal-muhafazakâr Kürtlerden oluşacağını kaydetmiştir. PKK ise zaman zaman düzenlediği eylemlerle
ABD’nin bu planını kabul etmeyeceğini ilan etmiştir. Abdullah Öcalan’ın yukarıdaki açıklamasının hedefi de işte bu gelişmelere bir cevap niteliği taşımaktadır.
Türkiye’deki karakol baskınlarının birkaç yönü vardır. Birincisi, Türkiye’ye verilmek istenen mesajdır. ABD, PKK’nın henüz ortadan kalkmadığını hatırlatarak, Türkiye’nin bölgedeki milli çıkarlarına aykırı olan Amerikan politikalarına boyun eğmesini sağlamaya çalışmaktadır. Diğer yandan da Barzani’ye, kendisinin güçlenmesi için önündeki en büyük engelin PKK
olduğunu işaret ederek, elini çabuk tutması gerektiğini anlatmak istemektedir. Öte yandan, bölgedeki güç kavgasında Barzani, PKK, ABD ve İsrail, Türkiye üzerinden dalaşmayı da sürdürmektedirler. Bu çevreler Türkiye’nin omzu üstünden tüfek atmaya çalışmaktadırlar. Öte yandan, Türkiye’nin ne düşündüğünü sormadıkları gibi, buna gerek de görmüyorlar ve hiçe
saymaya çalışıyorlar. Türkiye’ye “Sesini çıkarma, PKK öcüsü ortadan kalkacak. Sana da bu yeter.” diyorlar.
Hatırlanacağı gibi, Aktütün baskınından sonra bazı iç ve dış çevreler Türkiye’ye üzüntülerini bildirdiler. Barzani yönetimiyse “Bu Türkiye’nin bir iç meselesidir.” dedi. Barzani bu sözüyle PKK’nın tasfiye sürecinde silahlı müdahalede bulunmayacağını belirmek istedi. Yani PKK tasfiye olurken, Barzani kuvvetlerine yönelik eylem yapmamasını teminat altına almaya çalıştı. PKK’nın tasfiyesini, ABD destekli olarak Türkiye yapmış olacak, Türk milleti de bununla avutulacak. Türkiye bu başarı (!) ile avunurken, iktidar sahipleri ve medya, adeta zafer sarhoşu olacak ve yardımlarından dolayı ABD’ye minnetlerini ve bağlılıklarını bir kere daha teyit edecek. Olayın arkasından ne geldiğini ise her zamanki gibi görmeyecek. Oyunun aslı ve esası budur.
Terörün siyasi, diplomatik, sosyal, psikolojik, sosyolojik, ekonomik, kültürel, eğitim ve nihayet emniyet tedbirleri vardır. Bu maddelerin topyekûn ele alınarak uygulanması gerekir.
Geçmiş yıllarda terörle mücadele için bu tedbirlerin aynı anda uygulanmasını isteyen Türk milliyetçilerine birileri burun kıvırmıştı. Aradan geçen yaklaşık 15 yıldan sonra Genelkurmay Başkanı Orgeneral Başbuğ, bu görüşü tekrarladı. Bunun üzerine Başbakan Erdoğan, 7 Ekim 2008 tarihinde benzeri sözleri telaffuz etti.
Katılımcı Demokrasi Partisi Başkanı Şerafettin Elçi, PKK ve Öcalan’ın, Kürtlere birtakım siyasi hakların verilmesi gibi dertlerinin olmadığını söylemişti. Elçi, 13.11.2008 tarihinde katıldığı bir TV programında, şöyle demişti:
“ Apo’nun, Kürtlerin bağımsızlığı, kültürel hakları, siyasi ve Anayasal birtakım hakları elde etmesi gibi bir derdi yoktur. Bunu kendisi de açık açık söylüyor. Apo, Ortadoğu’da geniş bir konfederasyon kurulmasını açıkça beyan etmiştir. Kendisi de bu yapıdan bir parça almak istiyor.”
PKK terör örgütünün siyasi kanadı olan DTP adlı kuruluşun mensuplarından Leyla Zana, 22 Temmuz 2007 tarihinde yapılan milletvekili genel seçiminden birkaç gün önce Van, Ağrı ve Iğdır’daki açık hava toplantılarında yaptığı konuşmalarda şöyle demişti:
“ Ey Ankara, duy sesimizi. Kürdistan eyaletini 2015 yılına kadar kur. Yoksa biz kuracağız.”
Terör örgütü PKK'nın sözde Türkiye Meclisi'ni (KCK) oluşturup, örgütün yasadışı siyasi faaliyetlerini yönetmek ve yürütmek suçunu işledikleri gerekçesiyle aralarında DTP'nin 2 genel başkan yardımcısı ve üst düzey yöneticilerinin de bulunduğu 52 partili, 14 Nisan 2009 tarihinde düzenlenen operasyonlarda tutuklandı. Bu gelişme üzerine DTP lideri Ahmet Türk, 20-21 Nisan
2009 tarihinde İngiltere’ye giderek, bazı temaslarda bulundu. Ahmet Türk, bu aşamada ABD’ye gitmedi. Çünkü Amerikan yönetimi, artık PKK’nın ve Türkiye’deki siyasi uzantısı DTP’nin tasfiye edilmesine karar vermişti. Onun yerine Barzani’yi desteklemeye başlamıştı. Ahmet Türk, bu yüzden siyasi Kürtçülüğün asıl sahibi ve en eski destekçisi İngiltere’yi tercih etmişti. TBMM
üyesi bir milletvekili olan Ahmet Türk, İngiltere’nin başkenti Londra’da, Haringey Kürt Toplum Merkezi'ndeki konuşmayı, bilinen sözde Kürdistan haritasının önünde yapmıştı. Konuya ilişkin bir soru üzerine de bu tür konulara takılıp kalmanın hiçbir anlamı olamayacağını anlatan Türk, asıl konuşmanın muhtevasına bakılması gerektiğini belirtmiş, “Özünü boşa çıkarmaya ve toplumu gerginleştirmeye yönelik açıklamalar kimseye bir katkı sağlamaz." demişti.
Ahmet Türk, Şöyle Konuşmuştu:
“Kürt sorununun, kimliği ve kültürü inkâr edilmeden demokratik yöntemlerle bir demokratik barış projesi ile gündeme gelmesini ifade ettik. Ama bugüne kadar, devlet, Kürtlerin demokratik, meşru, insani, kimliksel taleplerini görmezden geldi. İşte bunun da süreci, daha acılı ve sancılı bir noktaya taşınması konusunda olumsuz bir gelişmeye götürebileceğini görüyoruz.”
Ahmet Türk, Kürtlerin Türkiye bütünlüğü içinde özgür ve eşit yurttaş olmak istediklerini belirterek, şöyle devam etmişti:
“Bu, Türkiye'yi bölmez, daha saygın daha demokrat, Ortadoğu'da daha güçlü bir ülke haline getirir, güçlendirir. İnkârcı, imhacı politikalar gündeme getirip bu konuda ısrarlı tek erkil millet olmak anlayışıyla hareket ederse korkuyoruz ki gün geçtikçe Türkiye daha da milliyetçi ve halklar arasında daha tehlikeli bir sürece girer. Kürt sorunu iç dinamiklerle çözülmelidir."
Ahmet Türk, 21 Nisan’da İngiliz Lordlar Kamarası’nda yaptığı konuşmadaysa ABD'nin artık değiştiğini ve dönüştüğünü belirterek, Martin Luther King'in ünlü bir hayalim var şeklindeki konuşmasına atıfta bulunmuş ve Kürtlerin de bir hayali olduğunu söylemişti.
Ahmet Türk, şunları kaydetmişti:
"Yaşadığımız coğrafya halen değişim ve dönüşüm konusunda inatçı bir yapı gösteriyor. Bugün Kürt halkı 4 ayrı ülkede yaşıyor. Demokratik haklardan yoksunlar. Kürtlerin de Martin Luther King gibi güzel, renkli ve samimi bir rüyası var. Yaşadığı o coğrafyada birlikte yaşadığı halklarla kardeşleriyle daha özgür ve eşit, kendini daha özgürce ifade edebileceği bir ortamın
sağlanması için mücadele ediyoruz."
Ahmet Türk, İngiltere’de Chatham House adlı düşünce kuruluşunda bir yuvarlak masa toplantısına da katıldı ve bir konuşma yaptı. Daha sonra Kürt sorununun çözümüne ilişkin bazı İngiliz milletvekilleri ve hukukçularla bir araya geldi.
Ahmet Türk, Türkiye’ye döndükten sonra, DTP milletvekillerinden Pervin Buldan, bir açıklama yaptı. Buldan, 29 Mart 2009 mahalli idareler seçiminden hemen sonra yaptığı açıklamada, alınan sandık sonuçlarına göre, Kürdistan eyaleti sınırlarının artık çizilmiş olduğunu söyledi. Mensup olduğu kuruluşun kazandığı belediye başkanlıklarının Iğdır’a kadar uzandığını belirterek, 86 yıllık bir geleneği de yıktıklarını kaydetti. DTP Eş Başkanı Emine Ayna ise mahalli idareler seçimlerinden önce Hakkâri’de yaptığı bir konuşmada, Pervin Buldan’ın söylediklerini daha önce dile getirmişti. Emine Ayna, şöyle demişti:
“Erdoğan, bizim için beğenmeyen çekip gitsin diyor. Ona buradan şöyle sesleniyoruz. Bırakalım çekip gitmeyi bir yana, eğer bu halk çekip gidecek olsaydı, 25 yıldır yaptığınız zulümden dolayı giderdi, fakat gitmedi. Şimdi bırakalım çekip gitmeyi, seçimlerde demokratik özerkliği yaratacağız, özerk bölgelerimizi kuracağız.”
Terör örgütü PKK’nın siyasi kanadı konumundaki DTP, 14 Nisan 2009 tarihinde güvenlik güçlerinin parti üyelerine yönelik operasyonunu protesto etmek amacıyla Diyarbakır'da 2 gün süren açlık grevi başlatmıştı. 3 Mayıs’ta Diyarbakır’ın Koşuyolu Parkı'ndaki açlık grevine DTP
Genel Başkanı Ahmet Türk, Emine Ayna, milletvekilleri, belediye başkanları, PM üyeleri ile çevre il ve ilçelerden gelenler katılmışlardı. Ahmet Türk ve milletvekilleri, Kürtçe “Biji serok Apo (Yaşasın başkan Apo),” “dişe diş kana kan, seninleyiz Öcalan” ve “baskılar bizi yıldıramaz”
şeklindeki sloganlarla karşılanmışlardı.
Ahmet Türk, yaptığı konuşmada, hükümetin ve hatta Genelkurmay Başkanlığı’nın, zaman zaman, dağdakilerin indirilmesine yönelik politikaların gerekliliğine işaret ettiklerini, buna rağmen partilerine yönelik operasyonlarla adeta dağa çıkmanın teşvik edildiğini öne sürmüştü.
Ahmet Türk, şöyle demişti:
“Bu seçimde açığa çıkan demokratik siyasetin başarısını barışçı zemine dönüştürme şansı veren PKK'nın 1 Haziran'a kadar sürdüreceğini açıkladığı çatışmasızlık kararı ve bu süreçte gelişebilecek diyalog ve uzlaşıya karşı ağır darbedir. Bu temelde Hükümet, Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümünden yana olanlara cevap vermiştir. Bu cevap, sorunu, çatışmasızlık ortamı içerisinde ve diyalog yoluyla çözme yerine, bastırma, inkâr ve tasfiye politikaları ile geçmişte uygulanan ve sonucu belli yöntemlere mahkûm etmenin ısrarı ve itirafıdır. 2 günlük açlık greviyle demokratik siyaset yönetim anlayışımızda ısrarlı olacağımızı hem de demokratik siyasetin birer öncüsü, neferi ve yürütücüsü olacağımızı bir kez daha belirtiyoruz. Ayrıca bu seçimde açığa çıkan başarı ve 1 Haziran'a kadar oluşan çatışmasızlık kararının yarattığı barış havasının heba olmaması için demokratik siyasi direnişimizde ısrarcı
olduğumuzu belirtiyor ve diyoruz ki; DTP'yi susturma silahları sustur, Barış için diyalogun önünü aç, iradesiz ve siyasetsiz bir Kürt olmayı asla kabul etmeyeceğiz.”
Türkiye, ya terör ya Kürdistan tercihiyle karşı karşıya bırakılma gibi bir talihsizliği yaşıyor. Ülkeyi yönetenlerin, böyle bir planı Türk milletinin aşabilecek güç ve kabiliyette olduğunu bilmeleri gerekir. Yakın tarihte bir Rasmussen olayı yaşandı. Başbakan Erdoğan, Londra’da yapılan G-20 ülkeleri toplantısı sırasında yaptığı açıklamada, NATO Genel Sekreterliği için aday gösterilen Danimarka Başbakanı Rasmussen’e şiddetle karşı olduğunu bildirdi. Daha sonra Cumhurbaşkanı Gül’ün devreye girmesiyle bazı taahhütler alındığı belirtilerek,
Rasmussen’in yolunun açıldığı ilan edildi. Alınan sözlerinse Danimarka’daki bölücü terör örgütünün yandaşı TV kanalının kapatılacağı ve bir Genel Sekreter Yardımcılığı’nın Türkiye’ye verileceği şeklinde olduğu ifade edildi. Fakat kısa bir süre sonra Türkiye’ye gelen Rasmussen, böyle bir durum olmadığını açıklayı verdi. Bir kere daha anlaşıldı ki Başbakan Erdoğan, tıpkı Davos’ta yaptığı gibi, kan üzerinden siyaset yapmış ve iç kamuoyuna yönelik olarak Londra’da Rasmussen aleyhine esip gürlemişti.
En az beş radyo-TV istasyonu, AB ülkelerinden Türkiye’ye yönelik bölücü yayın yapmaktadır. Bu ülkeler, aynı zamanda NATO’da Türkiye’nin müttefikidirler. NATO ise üye ülkelerin toprak bütünlüğüne karşı bir tehdit ortaya çıktığı zaman harekete geçmek üzere caydırıcı bir güç olarak kurulmuştu. Konuyu biraz daha açalım ve şöyle bir varsayımda bulunalım:
Türkiye, Türksat uyduları üzerinden Kaliforniya’ya yönelik radyo-TV yayını yapsa ve programlarda “Ey Kaliforniyalılar, sizin yaşadığınız topraklar aslında Meksika’ya aitti. ABD gelip bu toprakları işgal etti ve sizin elinizden aldı.” dese acaba sonuç ne olur? Türkiye, Korsika, Sicilya veya Alsas Loren, Bask ya da Kuzey İrlanda bölgesinde yaşayan insanlara karşı bölücü
yayın yapsa o ülkeler acaba nasıl tepki verirlerdi?
6. Irkçı Siyasi Kürtçülük Hareketinin Son İstekleri:
DTP adı verilen ve PKK’nın Türkiye’deki siyasi kolu olan parti, 8.11.2007 tarihinde 2. Olağanüstü Kongresini Ankara’da yapmıştı. Kongrede, Kürt sorununa ilişkin demokratik çözüm projesi adı verilen bir bildiri okunmuştu. Bu bildiri daha sonra kitapçık olarak bastırılmış ve TBMM’de dağıtılmıştı. Kitapçıkta siyasi Kürtçü hareketin bilinen istekleri şöyle sıralanmıştı:
1.Ülkemizde yaşanan çatışmanın temelinde Kürt sorunu vardır. Yeni Anayasa çalışmalarında Kürt sorununa dönük kapsayıcı yaklaşımların geliştirilmesi barışçı bir ortamın sağlanmasına önemli katkı sunacaktır. Bunun etrafında bütün güç ve yapılarla bir buluşma ve ortaklaşma çalışması geliştirilecektir.
2. Kalıcı bir çatışmasızlık ortamının sağlanması için ilgili çevreler üzerinde etkili olunmaya çalışılacaktır. Ortamı oluştuğunda ve ilgili güçlerin olumlu yaklaşımları geliştiğinde arabuluculuk misyonu da üslenilebilecektir.
3. Sivil toplum örgütleri, demokratik kurum ve yapılarla kucaklaşabilecek bir çatışmasızlık ortamının gelişmesi için ortaklaşma girişimleri başlatılacak, elverişli bir ortam ve baskı gücünün oluşması girişimlerinde bulunulacaktır.
4. Çatışmasızlık ortamı için önemli rol oynayabilecek dış güçler –barış için çalışan uluslar arası sivil toplum örgütleri, AB, ABD ve Kürt Federe Yönetimi- ile ilişki geliştirilecek ve bu eksenli bir diplomatik süreç başlatılacaktır.
5. Bu çalışmaları yürütmek için siyasi parti, barış meclisi, sivil toplum, demokratik kitle örgütü temsilcileri ve şahsiyetlerin içinde yer alacağı bir çalışma grubunun oluşması için partimiz, üzerine düşen bütün görevleri derin bir sorumlulukla yerine getirecektir.”
5 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR
******
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder