18 Aralık 2016 Pazar

ETNİK-IRKÇI–BÖLÜCÜ PKK TERÖRÜNÜ DOĞRU ANLAMAK BÖLÜM 3




ETNİK-IRKÇI–BÖLÜCÜ PKK TERÖRÜNÜ DOĞRU ANLAMAK  BÖLÜM 3





II. BÖLÜM 


A - PKK TERÖR ÖRGÜTÜ 

 1. Türkiye’de Siyasi Irkçılık Hareketinin Beslendiği Kaynaklar: 







 Türkiye’deki siyasi- bölücü-etnik hareketin kuruyucuları arasındaki en önemli kuruluş, hiç şüphesiz Türkiye İşçi Partisi olmuştur. Kürtçü siyasetçiler ve militanlar, TİP’in yanı sıra, Fikir Kulüpleri Federasyonu (FKF), Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS), Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK), Dev-Genç, Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (DHKO), Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi (THKP-C), Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi (TKDP) ve Doğu Devrimci Kültür Ocakları (DDKO) gibi teşkilatların bünyesinde barınmışlardır. Bu kuruluşların bir bölümü yasalar çerçevesinde kurulmuşlardır. Fakat üyelerinin bir kısmı, kısa süre sonra yasadışı faaliyetlere karışmışlar ve bu teşkilatlar da yasadışı terör örgütlerinin kontrolüne girmiştir. Bu teşkilatlar, Marksist-Leninist ve Maocu kuruluşlar halini aldıkları ve terör örgütlerinin odağı haline geldikleri gerekçesiyle bağımsız mahkemeler tarafından kapatılmışlardır. 

 2. Abdullah Öcalan: 

 * Abdullah Öcalan, 1947 yılında Şanlıurfa’nın Halfeti ilçesi Ömerli köyünde doğmuştur. Anası Türk asıllı Üveyiş, babası da Suriyeli bir Ermeni olan Ömer’dir. Abdullah, bu ana babanın 7 çocuğundan biri olarak dünyaya gelmiştir. Bu çocukların dördü kız, üçü oğlandır. Oğlanların küçüğü Abdullah Öcalan’dır. Aile, son derece yoksuldur. 

 Abdullah Öcalan, 1967 yılında Tapu Kadastro Meslek Lisesine girmiş, 1969 yılında okulu iyi dereceyle bitirmiştir. Aynı yıl Diyarbakır Tapu Müdürlüğü’ne tayin edilmiştir. 1971 yılına kadar orada çalışmış, daha sonra İstanbul Bakırköy Tapu Müdürlüğü’ne ataması yapılmıştır. Bu Müdürlükte çalışırken İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesine kayıt olmuştur. Bu kayıt dolayısıyla Şanlıurfa Halfeti ilçesi Askerlik Şubesi Başkanlığı Abdullah Öcalan’ın askerliğini ertelemiştir. 

 Aynı yıl Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesine yatay geçiş yaptırmış, Ankara’da ikamete başlamıştır. 

 Bu kısa biyografide dikkati çeken husus, Abdullah Öcalan, Tapu Kadastro Meslek Lisesinde yatılı olarak okumuştur. Okulu bitirince tayin olup gittiği yerde iki yıl çalışması gerekirken, bu süreyi tamamlamadan 1971 yılında İstanbul Bakırköy Tapu Müdürlüğü’ne tayini yapılmıştır. Aynı yıl İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesine kaydolmuştur. Bununla da yetinmemiş ve aynı yıl İstanbul Hukuk Fakültesinden, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesine yatay geçiş yapması sağlanmıştır. Yani Öcalan’ın bütün işleri hep yolunda gitmiştir. 
Çözülmesi gereken asıl husus budur. 

 * Abdullah Öcalan’ın Türk Düşmanlığı: 

 Terör örgütü PKK mensupları arasında yapılan yorumlara göre, Öcalan’ın büyük dedesi Hüsüne Öce’nin, torunu küçük Abdullah’ı Türk beyleriyle çatışma ve çarpışma hikâyeleriyle büyüttüğü, bu hikâyelerin Apo’yu etkilediği, nifak, kin ve intikam tohumlarının dede tarafından ekildiği, düşmanlığın geçmişe dayalı olduğu, nesilden nesle miras kaldığı ifade edilmektedir. 

 Burada dikkati çeken konu şudur: Bu ülkenin topraklarında yaşayacaksın, havasını teneffüs edeceksin, suyunu içeceksin, ekmeğini yiyeceksin, bir yandan da amansız düşmanlık yapacaksın. Bu davranış hangi izana, hangi insafa, hangi insanlık anlayışına sığar? 

 * Abdullah Öcalan’ın sempati duyduğu ve kayıtlı olduğu örgütler: 

Ankara Devrimci Yüksek Öğrenim Derneği (ADYÖD) 

Devrimci Demokratik Kültür Dernekleri (DDKD) 

Devrimci Doğu Kültür Ocakları (DDKO) 

Fikir Kulüpleri (FK) 

Fikir Kulüpleri Federasyonu (FKF) 

Devrimci Gençlik Derneği (DEV-GENÇ) 

Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO) 

Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi (THKP-C) 


 Bu örgütlerin tamamı Türk milletine ve Türk devletine düşman, bölücü, bölgeci ve mezhepçi teşekküllerdir. 

 Örgütlerin yukarıda sözü edilen vasıfları dikkate alınarak, bu örgütlerin tamamı ve benzerleri 12 Mart 1971’den sonra bazıları mahkeme kararları, bazıları da idari tasarruflarla kapatılmıştır. Kapatılan bu ve benzeri örgütler, zaman kaybetmeden değişik isimlerle illegal olarak çalışmaya ve örgütlenmeye başlamışlardır. Örnek vermek gerekirse Dev-Yol, Dev-Sol, THKP-C gibi, işte bu çalışma ve örgütlenmelerden birisi ve en önemlisi de Kürdistan İşçi Partisi, yani bilinen kısa adıyla PKK olmuştur. 

 PKK yeni bir kuruluş değildir. Devrimci Doğu Kültür Ocaklarının devamı, daha doğrusu kendisidir. Devrimci Doğu Kültür Ocaklarındaki duygu, düşünce, eylem, davranış ve hedeflerin aynısı PKK’da da görülecektir. Birisinin bayrağı bıraktığı yerden diğeri, yani yeni kuruluş üslenmiş, teslim almış ve örgütlenmeye başlamıştır. 

 3. PKK’nın Kuruluşu: 

 Abdullah Öcalan, 7 Nisan 1973 tarihinde bir grup Doğu Anadolu kökenli arkadaşıyla birlikte, Ankara Çubuk Barajı’na giderek örgütün ilk adımını atmıştır. Hedefleriyse gerilla yöntemlerini kapsayan bir parti kurmak, iç savaş ile taktik ve stratejilerini uygulamak, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da yaşayan vatandaşları bir iç savaşa hazırlamak, Güneydoğu Anadolu topraklarını Misak-ı Milli sınırlarından koparmaktır. Çubuk Barajı’nda bu konuları ele almışlar ve parti konusunda, gerilla taktik ve uygulamaları hususunda anlaşmaya varmışlardır. Öcalan, 1988 tarihinde Almanya’da Berçwedan adlı PKK Gazetesinde yayınlanan ve kesintiye uğradığı ileri sürülen 1971 direnişçiliğini, 1975’lerden itibaren uygulamaya koymak istediğini belirtmiş ve bu eylemleri en somut şekilde PKK’nın hayata geçireceğini ifade etmiştir. 

 O günlerde Öcalan, Mahir Çayan ile Deniz Gezmiş’in başını çektiği gerilla yöntemlerinin birleştirilmesi gerektiğini belirterek, şehir ve kır gerillası uygulamalarını birlikte yürütmek istemiştir. Böylece terör örgütü PKK’nın THKP-C’nin devamı olduğunu ifade etmiştir. Öcalan, THKP-C’nin lideri olan terörist Mahir Çayan’a olan hayranlığını her fırsatta dile getirmiştir. Bu sebeple 1972 yılında Tokat’ın Niksar İlçesi Kızıldere Köyünde kıstırılan terörist Mahir Çayan ve arkadaşlarının öldürülmesi olayını protesto etmek için 1973 yılının Nisan ayında Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesinde öğrenciler arasında Şafak Bildirisi dağıtmıştır. Sıkıyönetim yasaklarına aykırı hareket ettikleri gerekçesiyle 42 öğrenci yakalanmış, Sıkıyönetim Komutanlığı’na teslim edilmiş ve gözaltına alınmıştır. Bu öğrenciler hakkında yapılan soruşturma sonucu 20 öğrenci serbest bırakılmış, 22 öğrenci mahkemeye sevk edilmiş, tutuklanmış ve mahkûm olmuşlardır. Bu öğrenciler arasında Abdullah Öcalan da vardır. 3 ay ile 6 ay arasında hüküm giyen bu öğrencilerden Öcalan, 6 aya mahkûm olmuş, cezasının tamamı infaz edildikten sonra cezaevinden tahliye edilmiştir. 

 O tarihlerde meydana gelen olaylarda Öcalan’ın ne ismi ne de cismi vardır. Şafak Bildirisi olayında tutuklanan ve hüküm giyen 22 öğrenciden birisinin de Öcalan olduğu 10 yıl sonra, yani 1984 yılından sonra anlaşılmıştır. 

 Terör örgütünün başı olan Abdullah Öcalan, Mart 1973 tarihinde etrafına topladığı üniversiteli arkadaşlarıyla Kürtçü-Bölücü bir örgütlenmeyi oluşturmak için toplantılar yapmıştır. Bu toplantılarda Kürdistan (!) olarak nitelediği Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki bazı illerin, Türkiye'nin sömürgesi olduğunu, amaçlarının o bölgede bağımsız bir Kürt devleti kurmak ve bunu 
sağlamak için de gizli bir örgüt oluşturmak istediğini anlatmıştır. 

 Abdullah Öcalan, öğrenci evleri, okul kantinleri ve yurtlarda öğrenci kesimini etkilemeye çalışırken, başta Tuzluçayır ve Dikmen olmak üzere çeşitli semtlerdeki kültür, güzelleştirme, yaşatma sıfatlı derneklerde çeşitli yaş grubundan gençlere ve ailelerine de el atmıştır. Böylece PKK, kuruluş için ikinci toplantısını 1974 yılında Ankara Tuzluçayır mahallesinde bir evde yapmıştır. Bu toplantıya Abdullah Öcalan, Kesire Yıldırım, Ali Özer, Musa Erdoğan, İsmet Kılıç, Hasan Aslan Güngöze, Kemal Pir, Kemal Özcan, Haki Karer, Ali Haydar Kaytan katılmıştır. Bu toplantıda aldıkları karar uyarınca Ankara Vatansever ve Demokratik Yüksek Tahsil Derneği’ni kurmuşlardır. 

 Örgüt üçüncü toplantısını 1975 yılında Dikmen’de Kamer Özkan’ın evinde yapmıştır. Öcalan ve Haki Karer, aynı günlerde Ankara Yüksek Öğrenim Derneği yönetim kurulu üyeliğine seçilmişlerdir. Bir süre sonra Abdullah Öcalan, Ömer Ayna, Avni Gökoğlu ve diğer arkadaşları, Doğu sorununun silahlı mücadeleyle çözüleceği yönünde propaganda yaptıkları ve bu yönde faaliyette bulundukları gerekçesiyle dernekten ihraç edilmişlerdir. 

 Bu toplantılarda Öcalan, Kürdistan Devrimcileri adında bir grup oluşturma ve Urfa bölgesindeki örgütlenme sorumluluğunu üzerine almıştır. Haki Karer ile birlikte yöreye gitmiştir. 
Fakat Haki Karer ile aralarında liderlik mücadelesi baş göstermiştir. Haki Karer, daha sonraki yıllarda terör örgütü Tekoşin militanları veya Öcalan tarafından öldürülmüş, böylece Abdullah Öcalan grup lideri olmuştur. 

 1976 yılından itibaren bölgeye dağılan ilk öncü elemanlar Gaziantep, Urfa, Diyarbakır, Mardin, Batman, Elazığ, Bingöl, Tunceli, Kars ve Ağrı illerinde bir yıl süreyle Ulusalcılar, Ukocular, Kürdistan Devrimcileri adı altında faaliyet sürdürmüşlerdir. Bu faaliyetler sırasında genellikle öğrenci, gençlik ve akraba aileleri ağırlıklı bir çevre oluşturmuşlardır. 

 Abdullah Öcalan’ın liderliğindeki üst düzey elemanlar, 1977 yılının Ocak ayında Ankara Mimar ve Mühendisler Odası'nda bir araya gelmişlerdir. Toplantıda, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinde sürdürdükleri faaliyetlerin genel bir değerlendirmesini yapmışlardır. Gittikleri bölgede teşkilatlanma için rahat bir ortam bulunduğu, dolayısıyla örgüt liderinin bölgede çalışma yapabileceği, grup lideri olarak Öcalan'ın bölgede bir dizi toplantı tertipleyerek kendisini sempatizanlara tanıtmasının faydalı olacağı kararlaştırılmıştır. Alınan bu karar gereği Abdullah Öcalan, Nisan-Mayıs 1977 tarihinde bölgede yaptığı gezi ve toplantılarda örgüt sempatizanları üzerinde umulan etkiyi göstermiştir. Abdullah Öcalan'ın bölgedeki temaslarında Ağrı, Kars, Tunceli, Karakoçan, Diyarbakır ve Gaziantep gibi bazı il ve ilçelerde yer yer 30-40 kişinin katıldığı toplantılar düzenlenmiştir. 

 Yukarıda alınan kararlar gereği, kongreye katılanlar, partinin bölge komitelerini oluşturmak üzere bölgelerine dağılmışlardır. 

 1976 yılında Ankara’dan bölgeye giden APO’cu genç teröristler, 1977 yılında Gaziantep Akbank Şubesini soymuşlar, bazı karakolları bombalamışlar, MHP’lilere karşı savaş ilan etmişler, bazı vatandaşları da öldürmüşlerdir. Urfa’da Bucak ailesine ve Hilvan’da da Süleymanlı ailesine savaş açmışlardır. 

 Grup lideri olan Öcalan, arkadaşlarının görüş ve düşüncelerini almadan, 1977 yılının son aylarında Kürdistan Devriminin Yolu adlı bir broşürle henüz kurulmamış parti programını hazırlamıştı. Böylece Kürdistan İşçi Partisi konusunda ilk adımı atmıştı. 

 Öcalan, bu toplantıdan sonra Milli İstihbarat Teşkilatı’nda görevli Ahmet Yıldırım’ın kızı olan ve Gazi Üniversitesi Basın-Yayın Yüksek Okulu mezunu Kesire Yıldırım ile 24 Mayıs 1978 günü Ankara Gençlik Parkı nikâh salonunda evlenmişti. Abdullah Öcalan ile Kesire, evlendikten sonra Diyarbakır’a yerleşmişlerdi. O dönemde geleceğe daha iyi hazırlanmak amacıyla kendilerini kitap okumaya vermişlerdi. 

 Kesire’nin babası Ahmet Yıldırım’ın Milli İstihbarat Teşkilatı’nda çalışmış olması dolayısıyla Kesire’nin MİT ajanı olacağı şüphesi doğmuştu. Bunun üzerine gözler Kesire’ye çevrilmişti. Bir ara Kesire’nin öldürülmesi düşünülmüş, fakat kontrol altında tutulmasının öldürülmesinden daha faydalı olacağı sonucuna varılmış ve öldürülmesinden vazgeçilmişti. Daha sonraki yıllarda Öcalan ile Kesire, anlaşamadıkları gerekçesiyle ayrılmışlardı. Kesire canını ancak kaçarak kurtarmıştı. 

 Kesire konusundaki şüphe, Pilot lakaplı Necati Kaya üzerinde de toplanmıştı. Kaya da başlangıçta Kesire gibi Öcalan’ın çok yakınında bulunmuştu. Bir ara onun da öldürülmesi düşünülmüş, ancak Kesire gibi kontrol altında tutulmasının daha faydalı olacağı sonucuna varılmış ve öldürülmesinden vazgeçilmişti. Necati Kaya, Abdullah Öcalan’a çok yakın birisiydi. Nereye gitse Öcalan’ın yanında ve yakınında bulunurdu. Ankara’nın Aydınlıkevler semtindeki Türk-İş Bloklarında otururdu. Pilot Necati, bir sabah evden çıkınca kurşunlanmış, fakat yara 
almadan kurtulmuştu. Bu olay üzerine Necati Kaya, ortadan kaybolmuştu. Ankara’da bir oğlu vardı. Necati Kaya, normal yollardan ölmüş ve Karşıyaka mezarlığına defnedilmişti. 

 4. PKK’nın I. Kuruluş Kongresi: 

 Abdullah Öcalan, PKK’nın kuruluş aşamasındaki son toplantıyı 27 Kasım 1978 tarihinde Diyarbakır’ın Lice İlçesi Fis Köyünde Seyfettin Zuhurlu’nun evinde yapmıştır. Bu toplantıya 25 
kişi katılmıştır. Böylece o evde Partiya Karkeran Kürdistan, yani Kürdistan İşçi Partisi kurulmuştur. PKK da bu partinin kısaltılmış adı olmuştur. 

 PKK’nın 27 Kasım 1978 tarihindeki I. Kuruluş Kongresi’ne, örgüt lideri Abdullah Öcalan'ın yanı sıra, Cemil Bayık, Şahin Dönmez, Mehmet Hayri Durmuş, Baki Karer, Mehmet 
Turan, Mehmet Cahit Şener, Ferzende Tağaç, Ali Haydar Kaytan, Mazlum Doğan, Hüseyin Topgüder, Ali Gündüz, Sekine Cansız, Kesire Yıldırım, Duran Kalkan, Ali Çetiner, Faruk 
Özdemir, Abbas Göktaş ve Abdullah Kumral adlı dönemin üst düzey örgüt mensupları katılmıştır. 

 Kuruluş kongresinde Abdullah Öcalan Genel Sekreter, Cemil Bayık Genel Sekreter Yardımcısı seçilmişlerdir. Şahin Dönmez, Mehmet Hayri Durmuş, Baki Karer Örgütleme 
Komitesi üyeliğine, Mehmet Karasungur Askeri Sorumluluğa, Mazlum Doğan da Basın-Yayın Sorumluluğuna getirilmişlerdir. Fakat bu sorumluluklar kalıcı olmamıştır. Abdullah Öcalan'ın 
Genel Sekreterlik görevi dışındaki sorumlulukların sık sık değiştirilmesi ve yetkilerinin zayıflığı dolayısıyla göstermelik olarak kalmıştır. 

 Gerçekleştirilen I. Kongre'nin sözde delegelerinin büyük bir bölümü, zaman içinde Abdullah Öcalan tarafından ajan ilan edilerek kurşuna dizilmişlerdir. Bunlardan bazıları canlarını 
kurtarabilmek için örgütten kaçmışlardır. 

 PKK’nın kurulmasıyla sonuçlanan Fis köyündeki toplantı, örgüt tarafından aynı zamanda I. Kongre olarak kabul edilmiştir. PKK’nın I. Kongresi’nde alınan kararlarsa şöyledir: 

 * Planlı hazırlık döneminin başlatılması, 

 * Kadronun genişletilmesi, 

 * Eğitime önem verilmesi, 

 * Halkın örgüte karşı tavır almasının önlenmesi, 

 * Dış bağlantı ve ilişkilerin geliştirilmesi. 

 Bu genel kararların dışında saldırı ve eylem planı da hazırlanmıştır. 
Buna göre; 


 * Devlet güvenlik kuvvetleri ve bunların istihbarat kaynaklarına, 

 * Türk milliyetçisi olan teşkilatlar ve bunların ileri gelenlerine, 

 * Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki nüfuzlu kişilere, 

 * Güneydoğulu milletvekillerine, 

 * Belediye Başkanlarına, 

 * Aşiretlerin ileri gelenlerine karşı savaş ilan edilecektir. 


 Kuruluş kongresinde alınan temel kararlardan birisi de PKK'nın alt örgütleri oluşturulduktan sonra partinin kamuoyuna ilan edilmesi olmuştur. Nitekim Mayıs 1979 tarihinde Elazığ’daki tutuklamalara kadar, bu karar, gizliliğini ve geçerliliğini muhafaza etmiştir. Bu itibarla önceden taban çalışması yapılmış olan Gaziantep, Urfa, Mardin, Batman, Diyarbakır, Elazığ, Tunceli, Bingöl, Ağrı gibi illerden başlamak suretiyle Hazırlık Komiteleri teşkil edilmeye başlanmıştır. Bölge Hazırlık Komitelerinin teşkil edilmesinden sonra planlanan illerle bu illerde 
görevlendirilecek olan üst düzey kadroların isimleri de tespit edilerek, görev dağılımı yapılmıştır. 

PKK, I. Kongreden sonra bölgede hızla teşkilatlanmıştır. Kongrede alınan karar uyarınca 1979 yılında bölge temsilcilikleri tamamlamıştır. Bölge temsilcilikleriyle görevlendirilenler şunlardır: Gaziantep Bölge Temsilciliğine Ali Çetiner, Urfa Bölge Temsilciliğine Mehmet Hayri Durmuş, Adıyaman Bölge Temsilciliğine Ali Haydar Kaytan, Mardin Bölge Temsilciliğine Baki Karer, Siirt Bölge Temsilciliğine Mehmet Cahit Şener, Tunceli-Erzincan Bölge Temsilciliğine Yıldırım Merkit, Elazığ-Malatya Bölge Temsilciliğine Hüseyin Topgüder, Bingöl-Muş-Erzurum 
Bölge Temsilciliğine Resul Altınok, Van-Hakkâri Bölge Temsilciliğine Çetin Güngör, Kars Bölge Temsilciliğine Abbas Göktaş ve Ağrı Bölge Temsilciliğine Mehmet Turan. 


 Terör örgütü mensupları, atandıkları bölgelerde hazırlık komitelerini teşkil etmek ve eylem hedeflerini gerçekleştirmek için yoğun faaliyetlere girişmişlerdir. Nitekim 1978 kışı ve 1979 baharında PKK eylemlerinde önemli bir artış olmuştur. 

 Mayıs 1979 tarihinde PKK Merkez Yürütme Komitesi Üyesi ve Örgütlenme Genel Sorumlusu Şahin Dönmez ile birlikte Elazığ Bölge Komitesi üyelerinin büyük çoğunluğunun yakalanması, örgütte paniğe yol açmıştır. Terörist Şahin Dönmez’in itiraflarıyla birlikte güvenlik kuvvetlerinin başlattığı bir dizi operasyon sayesinde Abdullah Öcalan, Diyarbakır’da saklanmakta 
olduğu evde yakalanmaktan son anda kurtulmuştur. 

 PKK, kuruluşundan sonra toplumda adını duyurabilmek amacıyla ses getirici eylem yapmak istemiştir. Bu amaçla dönemin Urfa Milletvekili Celal Bucak’a 30 Temmuz 1979 tarihinde saldırı düzenlemiştir. 

 Güneydoğu’da tutunamayacağını gören Abdullah Öcalan ve arkadaşları, 150-200 kişilik bir grupla Suriye’ye geçmiş ve Lübnan’daki Bekaa Vadisine yerleşmişlerdir. 12 Eylül 1980 tarihinde yapılan askeri darbe sonucu ülkede büyük tutuklamalar başlamıştır. Bekaa’da Filistin Kurtuluş Örgütü’nün desteğinde Helve Kampını kurmuşlar ve bu kampa 1986 yılında Mahsun 
Korkmaz Askeri Akademisi adını vermişlerdir. Terörist başı, Filistin Kurtuluş Örgütü ve ASALA yönetimleriyle işbirliği yaparak, PKK’lı teröristlerin eğitimini sağlamıştır. Türkiye’ye karşı saldırı planlarını da burada hazırlamıştır. 

 PKK, ASALA ile Güney Lübnan’ın Sayda şehrinde ortak bir basın toplantısı düzenleyerek, Türk devleti aleyhine işbirliği yaptıklarını bütün dünyaya ilan etmişlerdir. Bu beraberlik, daha sonra Suriye ve Irak’ta ortak kamp kurmaya kadar varmış, buradan Türkiye’ye saldırılar başlatmışlardır. 

 Lübnan ve Suriye’de yerleşme çalışmalarının sürdüğü bir dönemde, PKK Şam’da 2. Kongresini toplamıştır. 


1.Abdullah Öcalan’ın Yurt Dışına Kaçması: 

 Terör örgütü PKK, Türkiye’de silahlı saldırılara girişince mensuplarına yönelik tutuklamalar da başlamıştı. Bunun üzerine Türkiye'de barınamayacağını, her an 
yakalanabileceğini düşünen Abdullah Öcalan, Temmuz 1979 tarihinde ani bir kararla kaçak yollardan sınırı aşarak Suriye'ye geçmişti. Terörist başı, Şanlıurfa’nın Suruç ilçesi nüfusuna kayıtlı ve özel kuryesi olan Sait kod adlı Ethem Akcan ile birlikte yurt dışına kaçmıştı. Ethem Akcan, Suriye’deki araziyi ve gidebilecekleri yerleri çok iyi biliyordu. 

 Öcalan ve kuryesi, ilk olarak Suruç’un güneyine düşen ve Suriye’de Kobani adı verilen kasabaya gittiler. Burada Ethem’in amcası olan Ömer Muhtar’ın evinde bir süre saklandılar. Bu arada, Filistin Kurtuluş Örgütü ile irtibata geçen Öcalan, onlardan Demokratik Cephe Kimliği temin etti. Daha sonra bu kimlikle Lübnan’a geçti. Yapılan görüşmeler sonucu, Filistinliler, Beka Vadisi’nde Abdullah Öcalan ve adamlarına yer tahsis etti. Öcalan, verilen bu bölgeyi, zamanla kendilerine ait bir kamp haline getirdi ve örgüt elemanlarını oraya çağırdı. Artık PKK terör örgütü elemanları, Beka Vadisi’nde kendi kamplarına kavuşmuş ve eğitime başlamışlardı. 

 Filistin Kurtuluş Örgütü, ilk başlarda PKK’lıları kendi elemanları gibi görüyordu. Bu da birtakım sıkıntılar doğuruyordu. Yapılan görüşmeler sonucu PKK, Yaser Arafat’ın ekibine kendisini ayrı bir örgüt olarak kabul ettirdi. Filistin Kurtuluş Örgütü’nün tahsis ettiği bu kampa ilk başlarda Helve ya da Helvi diyorlardı. Fakat daha sonra Mahsun Korkmaz adlı teröristin Gabar dağında öldürülmesi üzerine o kampın adı Mahsun Korkmaz Akademisi olarak değiştirildi. 

 Abdullah Öcalan, yurtdışına çıkıp kendisini emniyete aldıktan sonra Türkiye'de bulunan üst düzey örgüt elemanlarına etkili ve ses getirici bir eylemle PKK'nın kamuoyuna ilan edilmesi için talimat vermişti. Bunun üzerine, bir grup PKK’lı terörist, 30 Temmuz 1979 tarihinde, dönemin Adalet Partisi Urfa Milletvekili Mehmet Celal Bucak'ın misafir olarak bulunduğu kayınpederinin Hilvan-Kurtbaşı Köyündeki evine bombalı ve silahlı bir saldırı düzenlemişti. Bu olayda teröristlerin lideri durumundaki Salih Kandal ölmüş, milletvekili M. Celal Bucak ise yaralı olarak kurtulmuştu. PKK'nın Kuruluş Bildirisi'nin sonuç bölümü de olay yerine bırakılmıştı. Bu saldırıdan sonra Bucak Aşireti ile PKK mensupları arasında yüzlerce kişinin ölümüyle biten kanlı çatışmalar başlamıştı. 

 2. Yurt Dışına Eylem Amaçlı Eleman Gönderilmesi: 

 Elazığ’daki tutuklamalardan sonra elde edilen bilgiler ışığında geliştirilen operasyonlar sayesinde pek çok PKK mensubu etkisiz hale getirilmişti. Bir bölümü de aranır hale düşmüş ve böylece pasif duruma geçmişti. Suriye'de bulunan Abdullah Öcalan, Suriye istihbarat teşkilatının yardımıyla Lübnan'da gerekli altyapıyı oluşturduktan sonra en fazla aranan ve merkezlerde barınma zorluğu çeken 250 kadar elemanın eğitilmesi için yurt dışına çıkmasını istemişti. Buna rağmen 1979 yılının Ekim, Kasım ve Aralık aylarında yurt dışına ancak 60–70 kadar terörist çıkabilmişti. 

 Yurt dışına gönderilen ve aralarında Kemal Pir, Mahsun Korkmaz, Baki Karer, Delil Doğan, Suphi Karakaş, İrfan Palabıyık, Halil Ataç gibi üst düzey yöneticilerin de bulunduğu örgüt elemanları, Nisan 1980 tarihine kadar Lübnan'da bulunan El Fetih Örgütüne ait iki kampta, siyasi ve silahlı eğitim görmüşlerdi. 

 3. Kırda ve Şehirde Şiddetin Tırmandırılması: 

 PKK terör örgütü mensupları yurt dışında Ermeni terör örgütleriyle de irtibata geçmişlerdi. PKK ve ASALA, 1980 yılının Ocak ve Nisan aylarında iki ayrı basın toplantısı yapmışlardı. Bu basın toplantılarında, iki terör örgütü arasında işbirliğine gidildiğine dair açıklamalar yapılmıştı. Nitekim PKK'nın 21-28 Nisan 1980 tarihini Kızıl Hafta ilan ederek, yoğun bir eylem kampanyası başlatması ve bunun sonucu 40 civarında irili ufaklı eylem gerçekleştirmesi, ASALA ile yapılan işbirliğinin sonucu olarak değerlendirilmişti. Yurt dışında eğitime tâbi tutulan ve peyderpey Türkiye’ye gönderilen gruplar Adıyaman, Tunceli ve Sason merkez olmak üzere üç kırsal bölgede, sözde gerilla üssü oluşturmaya çalışmışlardı. 

 Bu dönemdeki silahlı saldırıları her bölgede tırmandıran PKK, kendisine rakip olarak gördüğü öteki terör örgütlerini sindirmek için de harekete geçmişti. Devrimci Halk Birliği, Halkın Kurtuluşu, Aydınlık gibi Marksist-Leninist-Maocu sol terör örgütleri ve Devrimci Doğu Kültür Dernekleri, Kürdistan Ulusal Kurtuluşçuları gibi bölücü örgütlerle de yaygın çatışmalara girmişti. 

PKK elemanlarına karşı düzenlenen operasyonlarda, Mazlum Doğan, Mehmet Hayri Durmuş, Yıldırım Merkit, Mustafa Karasu, Mehmet Cahit Şener, Rıza Altun, Ferhat Kurtay gibi örgütün üst düzey yöneticileri tutuklanmıştı. Bunun üzerine cezaevleri, örgüt için bir bakıma fikri eğitim kurumu haline gelmişti. Özellikle PKK tutuklularının yoğun olarak bulunduğu Diyarbakır, Elazığ ve Adana Cezaevlerinde eğitim çalışmalarının başlaması sonucu örgüt, tutukluları kontrol altına almıştı. 

Öte yandan, PKK, örgütün etkinlik kurduğu Siverek, Hilvan, Batman, Ceylanpınar, Suruç, Nizip, Kızıltepe, Derik ve benzeri yerlerde halka büyük baskı uygulamaya başlamıştı. Kendilerine yardım etmeyen yöre halkını büyük şehirlere doğru göçe zorlamıştı. 

 Bu dönemde PKK terör örgütünün eylemleri 12 Eylül 1980 harekâtına kadar devam etmişti. 12 Eylül harekâtıyla terörist ve bölücü faaliyetler önemli ölçüde çökertilmişse de bölücü örgütün bir kısım lider ve militan kadrosunun yurt dışına kaçmasına engel olunamamıştı. 

 PKK, 12 Eylül harekâtından sonra Ocak-Şubat 1981 tarihine kadar çoğunluğu sempatizanlardan ve alt düzey kadrolardan oluşan 150 kadar kişiyi Suriye üzerinden Lübnan'a göndermişti. Aynı dönemde 50 kadar sempatizanı da Avrupa'daki ilticacılar arasından seçerek, Lübnan'daki kamplara göndermişti. Şam bağlantılı olarak Beyrut'a ulaşan örgüt elemanları, Lübnan'da ağırlıklı olarak Filistin Halk Kurtuluş Cephesi ve Filistin Demokratik Halk Cephesi’nin İsrail-Lübnan sınır boylarındaki kamplarına beşer onar kişilik gruplar halinde yerleştirilmişlerdi. Abdullah Öcalan ise başkent Şam'ın lüks semtlerinde özel olarak korunan evlerde barınmıştı. 

 4. PKK’yı Devletin İçinde Birileri Korudu mu? 


 Ankara’da 13-14 Ocak 2007 tarihinde Türkiye Barışını Arıyor konulu bir toplantı düzenlendi. DTP ve kendilerine aydın sıfatını layık görenlerin katıldığı toplantıda, terör örgütü lideri İmralı mahkûmu Abdullah Öcalan’ın 1999 tarihinden bu yana seslendirdiği görüşler dile getirildi. Toplantıya katılanlar arasında ilgi çekici simalar da vardı. Bunlardan belki de en önemlisi Milli İstihbarat Teşkilatı'nın eski Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş idi. Cevat Öneş’in toplantıda yaptığı konuşma nın can alıcı noktasıysa PKK ve Kürt sorunuyla ilgili olarak bugüne kadar uygulanan politikaların başarısız olduğunu söylemesiydi. Öneş, Türkiye’nin konuya ilişkin yeni politikalar üretmesi gerektiğini de buyurdu. Cevat Öneş, şöyle dedi: 

 "Adına ister Kürt sorunu, ister Güneydoğu sorunu deyin, ne derseniz deyin, bir sorunumuz var, ama çözemiyoruz. Ve 80 yıllık bir sorun var olduğuna ve uluslararası bir boyut kazandığına göre, demek ki çözülmemiş ve bugüne kadar uygulanan politikalar başarısız olmuş. Bu durumda yeni politikalara ihtiyaç duyulmadığını söylemek mümkün değil." 

 Çatışmalarda ölen askerlerin de öldürülen PKK'lıların da Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olduğunu anlatan Öneş, geçmişten mutlaka ders alınması, özeleştiri yapılarak ortak bir dil oluşturulması gerektiğini savundu. Yetkililerin, mağduriyetler üzerinden bir sonuca varma alışkanlığını terk edip, doğruyu bulmaya çalışmalarının önemini dile getirdi. 

Cevat Öneş, toplantıdan sonra bazı gazetelere açıklamalarda bulundu ve TV programlarına da katıldı. Bazı medya kuruluşları, Öneş'in açıklamalarının, terörle mücadele ve uygulanan politikalar konusunda tarihî bir özeleştiri niteliğinde olduğuna hükmettiler. 

 Cevat Öneş, verdiği demeçlerde ve yaptığı açıklamalarda, şu görüşleri dile getirdi: 

 “PKK, Irak'taki üç bin militandan ibaret değil, dayandığı kitlesel bir taban var. 22 yıllık bir mücadele, nesilleri değiştirdi. Bu insanlar bugün oy hakkına sahip oldu. Örgütün etkilediği hukuki ve meşru yapılar var. Böyle bir gerçekle karşı karşıyayız. Irak'taki silahlı gücü ortadan kaldırdığın zaman PKK sorunu bitmiyor ki." 

 Eski MİT Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş, bundan sonraki sürece ilişkin olarak Kürtlere de akıl vermeyi ihmal etmedi ve dikkatli olmaları gerektiğini bildirdi. Öneş; "Artık bekle gör anlayışının terk edilerek çözüm iradesinin ortaya konulabilmesi ve bu iradenin şekillendirdiği politikaların hayata geçirilebilmesi, toplumsal taleplerle devletin bütünleşmesi lazım. Etnik unsurların da siyasal örgütlenmelerini bu etnik esasa dayandırmaması, ben Türkiye'nin partisiyim demesi lazım. Özellikle Kürtlerin dikkat etmesi gereken husus bu. Kürt tarafının netleşmesi gerekiyor." şeklinde konuştu. 

 Bu açıklamaların Milli İstihbarat Teşkilatı gibi bir kuruluşu bağlamadığını biliyoruz. Fakat Türk devletine kimlerin istihbarat analizleri verdiğini ortaya koymak için bir ibret vesikası olduğunu da hatırlatma ihtiyacı duyuyoruz. Buna göre, Cevat Öneş’in, terör örgütü elebaşı Öcalan, kapatılan DTP eşbaşkanı Ahmet Türk ve AKP ile aynı çizgide buluştuğu anlaşılıyor. 
Bunların temel ortak noktası da İmralı mahkûmunun yıllardır dile getirdiği görüşlerdir. İmralı’daki caninin söyledikleri de özet olarak şu şekilde değil miydi? 

 “Türkiye, halkların kardeşliğini esas alan demokratik bir açılım yapmalıdır. Bunun için de gereken düzenlemeler bir an önce başlatılmalıdır. Bölgede Türk ve Kürt halklarının ortak düşmanı ABD'dir. Biz hep beraber ABD'ye karşı mücadele etmeliyiz." 

 Eski MİT Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş, NTV'de Can Dündar'ın yönettiği bir programda da ABD’nin, bölgede bir Kürt devleti kurmak istediği için Öcalan’ı Türkiye’ye teslim ettiğini söyledi. Öcalan’ın tasfiye edilmesiyle Marksist-Leninist çizgideki PKK’dan kurtulmak mümkün olacaktı. Böylece bölgede ABD yanlısı bir Kürt devleti kurulması için Marksist-Leninist Kürt grupların tehdidi de ortadan kalkacaktı. Gerçekten de İmralı'daki cani, ABD-AB-İsrail devletlerinin maşası olarak kullanıldığını anlayınca bölgedeki Türk ve Kürt halklarının ortak 
düşmanının ABD olduğunu ilan etmişti. Öcalan’ın bu sözleri, 2009 yılına gelindiğinde daha da anlam kazandı. Efendileri tarafından satıldığını nihayet anlayan ve bu yüzden içinde PKK'nın olmayacağı bir Kürt devleti istendiğini fark eden Öcalan, Amerikan yönetimine sövüp saymaya başlamıştı. 

 PKK terör örgütünün tasfiyesine ilişkin olarak, devletle İmralı mahkûmu arasında çeşitli zamanlarda görüşmeler de yapılmıştı. Bunlar doğrudur ve olması gereken de budur. Ertuğrul Özkök, Hürriyet gazetesinde, konuya ilişkin olarak dönemin MİT Müsteşar Yardımcısı Emre Taner ile bir görüşme yaptığını yazmıştı. Emre Taner’in İmralı’ya giderek, Abdullah Öcalan ile görüştüğünü söylediğini bildirmişti. Özkök’ün yazdığına göre, olay şöyle gelişmişti: 

 “Öcalan, 9 yıl önce İmralı’da iki Türk yetkiliyle görüştüğünü söylüyor. Bunlardan biri asker, öteki sivil. Asker olan kişi, Albay Atilla Uğur. Yani bir askeri istihbarat yetkilisi. Öteki ise Emre Taner. O dönemde, MİT Müsteşar Yardımcısı. 
Her ikisi de Öcalan’a şu mesajı vermişler: Hem Atilla Uğur hem Emre Taner bana şöyle dediler: Biz bu sorunu KDP, YNK ve Amerika ile değil sizinle çözelim. Bana konuşmaları olumlu geldi. Ama onların durumu şimdi ortada. Benim sorguma katılan Paşa cezaevinde yatıyor ve neden tutuklandığını bilmiyor. Evet, Öcalan’ın sözleri böyle.” 

 Abdullah Öcalan ile İmralı’da görüşen Albay Atilla Uğur ve İmralı’da sorgusuna katılan Orgeneral Hurşit Tolon, Ergenekon davasında yargılanıyor. Öcalan ile yapılan görüşmenin, zamanın koalisyon ortakları Ecevit ve Mesut Yılmaz’ın bilgisi dâhilinde gerçekleştiği kaydediliyor. Görüşmelerde ele alınan temel konu kapsamlı bir af yasası çıkarılmasıydı. Öcalan’a götürülen teklif öyleydi: 

 “Şimdiye kadar çıkarılan dağdan indirme yasaları pratikte yürümedi. Çok daha kapsamlı bir af getirelim. Kanlı eylemlerden dolayı aranmayanların teslim olması halinde bunlar tutuklanmasın. Diğerlerinin de zaman içinde cezaları indirilerek affedilsin. Kürtlerin kültürel haklarını artıralım. Siz eğer silahı bırakırsanız ve yumuşama havası gelirse çok daha büyük adımları atmamız kolay olur.” 

 Görüşmede Öcalan’a, terör tamamen durursa gün gelir senin serbest kalman bile gündeme gelebilir iması da yapılmıştı. 

 Bazı medya patronları ya da genel yayın yönetmenleri, MİT’te değişik zamanlarda ayrı ayrı ağırlandı. Affa karşı kamuoyunun ve şehit ailelerinin duyarlılığına işaret edilerek, medyanın, af çıktığında eve dönüşleri görmezden gelmeleri ya da desteklemeleri istendi. Hatta çıkacak affa “Eve dönüş demeyin, PKK ve Apo buna tepki duyuyor. O zaman iş ters tepebilir.” tavsiyelerinin 
bile yapıldığı artık bilinmektedir. Öcalan’ın bu şekilde ikna edildiği ve İmralı’dan bu operasyona destek vermeye hazır olduğu ifade edildi. Yapılan çalışmalar sonucu çıkarılan eve dönüş yasası, terör örgütü PKK mensuplarını tatmin etmediği için Öcalan ile varılan mutabakat da sonuçsuz kaldı. 

 Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye paket halinde teslim edilmesinden önceki dönemde görüşmeyi MİT mensupları yürütmüştü. MİT’in devlet katlarına verdiği bilginin şu yönde olduğu anlaşılıyor: 

 “ Biz karşı çıksak da çıkmasak da ABD, Kuzey Irak'ta bir Kürt devleti kurmak için harekete geçmiş bulunuyor. Bu durumu kabul edip ABD ile işbirliği yapılmasında fayda var. Böylece Kuzey Irak'tan Türkiye’ye yönelik terörü ve PKK'yı ABD ile birlikte ortadan kaldırma şansını elde edelim. Abdullah Öcalan ile temaslarımız devam ediyor. O da bizimle işbirliğine hazırdır." 

 O dönemdeki Ecevit Hükümeti, PKK terör örgütü mensupları için kapsamlı bir af çıkarılmasını ve AB’nin Kürtler için istediği, kültürel özerkliğin tanınmasına ilişkin paketi kabul etmedi. Genelkurmay Başkanlığı ise bu işe tamamen karşıydı. Hatta komutanların bu konuda biz tarafız şeklindeki açıklamaları, sık sık kamuoyuna yansıdı. Bundan da anlaşılacağı gibi Hükümet, MİT'i değil askerî kanadı dinledi. 

 Milli İstihbarat Teşkilatı eski Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş, 15.10.2008 tarihinde NTV’de katıldığı bir programda, şu görüşleri dile getirmişti: 

- Cevat Öneş: Kürt sorunu ve PKK terörünü değerlendirirken çekilen fotoğrafı, dünü ve bugünüyle doğru okumalıyız. Çözüm için yeni gecikmelere tahammülümüz yoktur. Toplumun mevcut ve çözüme hazır potansiyelinin günümüze kadar kullanılamayışının yarattığı acılara, kayıplara son verilmesinin şartları mevcuttur. Konjonktür ve gelişmeler de çözümü kaçınılmaz 
kılmaktadır. 

- Can Dündar: Bunu biraz açmanızı rica etsem. Konjonktür ne anlamda çözümü dayatıyor? 

- Cevat Öneş: Özellikle iç dinamikler dediğimiz ve temelde toplumsal talep barış istemektedir, silahların bıraktırılmasını istemektedir ve demokratik yöntemlerle çözümün geniş taraftarıdır. O bakımdan toplumsal talep siyaseti çözüme zorlamaktadır. Bu bizim için büyük bir fırsattır. 

- Can Dündar: Siyaset mi çözemiyor, toplum istiyor siyaset mekanizması mı tıkanıyor? 

- Cevat Öneş: Toplumsal talep karşısında siyasetin yeterli dinamizmi gösteremediğini veya iç politik çekişmeler içerisinde gerekli proje çalışmalarını, politika üretimini yapamadığını görüyoruz. 

- Can Dündar: Ne zamandan beri? 

- Cevat Öneş: Bu konuda kararlılık gereklidir. Ne zamandan beri dediğiniz zaman cumhuriyetin kuruluşundan itibaren günümüze kadar bu konuda bir ciddi çözüme yol açabilecek bir siyasi iradenin oluşturulamadığını söyleyebiliriz. 

- Can Dündar: Yani Kürt sorununu devlet görmezden geldi mi demek istiyorsunuz? 

- Cevat Öneş: Tabii ki. Mesele PKK terörü olarak ön plana çıkıyor, ama PKK terörünü yaratan sorun Kürt sorunudur, PKK terörü bir sonuçtur. Onun için PKK terörüyle en etkin şekilde mücadele yapılırken Kürt sorununu çözümleyici politikalar üretimi ve gerek güvenlik, gerekse diğer çözümleyici politikaların eş güdümlü olarak birlikte yürütülmesi zorunludur. 

- Can Dündar: Yani siz diyorsunuz ki; Cumhuriyet kuruldu kurulalı devlet Kürt sorununu görmezden geldi ve o kadar görmezden geldi ki bir süre sonra bu PKK terörünü doğurdu. Doğru mu anlıyoruz? 

- Cevat Öneş: Görmezden geldi şeklinde ifade edemeyiz, çünkü bu konuda çok önemli çalışmalar yapıldı. Fakat bu çalışmaları çözümleyebilecek demokratik uygulamalar bugün anladığımız manada kimlik sorununu çözebilecek, demokratik hakları hayata geçirebilecek, insan haklarını en geniş şekilde hayata geçirebilecek, eşitlik adalet ilkelerini ortaya koyabilecek ve eşit vatandaş 
yaratabilecek bir siyaset uygulamasıyla karşı karşıya olamadık. Tabii ki bu olayın özellikle dış bağlantıları, yönlendirmeleri, manipülasyonlarıyla karşı karşıyayız, ama bizim sahip olduğumuz bir bünyesel sorunu, temel sorunu dış bağlantılar ortadan kaldırmıyor. Temel sorunu öncelikle çözmemiz gerekiyor. 

- Can Dündar: Nedir dış bağlantılar? Yani Amerika’nın, Avrupa’nın bazı ülkelerinin hep yakınageldiğimiz tavırları mı? Yani buradan yararlanmaya çalışan çevreler mi? 

- Cevat Öneş: Tabii ki dış bağlantılar dediğimiz zaman Kürt sorununun tarihi sürecine baktığımız zaman 1800’lü yıllardan itibaren miras olarak bize kalan ve cumhuriyet tarihi süresince özellikle Ortadoğu bölgesinde çıkarları bulunan güçleri ifade edebiliriz. İngiltere’sinden, Rusya’sından, ABD’sinden, Almanya’sından, Fransa’sından Ortadoğu bölgesinde çıkarları olan güçlerin bu 
hareketlerle doğrudan bağlantıları her zaman olagelmiştir. PKK terörünün 1984 yılından itibarentırmalandırılışında da esasında birinci Körfez Savaşı, Irak’ın işgali ve bu işgallerin Ortadoğu bölgesine yönelik çıkar hesapları içerisinde PKK’nın tırmanışı, silahlanması ve yarattığı tehdidi görüyoruz, ama tüm bunlar bizim kendi bünyesel sorumluluğumuzun önemini ortadan kaldırmıyor. Öncelikle bizim bataklığımızın yarattığı bir sonucun manipüle edilmesi, araç olarak kullanılmasıyla karşı karşıya kalıyoruz. 

- Can Dündar: Öcalan yakalandığında sanki konu artık kapanacak gibi, örgüt bitti gibi bir beklenti, umut oluştu, ama öyle olmadığı görüldü, halen sürüyor. Bu örgütün yapısının değişikliğinden mi yoksa bizim halen aynı ihmallere devam etmemizden mi sizce? 

- Cevat Öneş: Şimdi, yıl 1999, Öcalan yakalanıyor, Türkiye’ye getiriliyor. Bu önemli bir değişim, aşama olarak ortaya koyabiliriz. Çünkü 1999 yılından itibaren Ortadoğu’ya yönelik politikalar, dış güçlerin, ABD’nin, Ortadoğu’ya yönelik politikaları artık şekillenmişti. Bağımsız bir Kürt devleti kurulması meselesi gündeme gelmişti ve fiilen uygulamaya geçirilmişti. 

- Can Dündar: Öcalan bunun önünde bir engel olarak mı görülüyordu? 

Cevat Öneş: Tabii ki. Öcalan gerek ideolojik yapısı itibariyle gerek kullanım amacı itibariyle dönemini doldurmuştu ve artık Irak’ta Ortadoğu bölgesinde yeni bir Kürt devletinin federasyon yapısı içinde veya ayrı bir statüde, ama uluslararası hukuki teminatlara sahip bir şekilde kurulması yolu açılmıştı. Mesele bundan kaynaklanıyor. 

- Can Dündar: Yani Amerika orada yeni bir Kürt devletinin oluşumunu belki kolaylaştırmak için Öcalan’ı Türkiye’ye teslim etti. Bir anlamda bu yeni politikanın gereği olarak. 

- Cevat Öneş: Tabii ki. Yani onun hukuki statüsünün kazandırılması amacıyla ve ayrıca da terörist kimliğiyle PKK’nın verdiği acılar sebebiyle dünya kamuoyunda da terörist kimliğiyle kınanan, mahkûm edilen bir hareketle devam edilmesi mümkün değildi. 

- Can Dündar: Peki o dönemde Milli İstihbarat Teşkilatı da Öcalan’la sonradan öğreniyoruz ki belli temaslar yürütmüş ve dağdaki kadroların tasfiyesi, belki silah bırakması, indirilmesi için bir girişimi oldu. Bunlar da sonuç vermedi, yani orada niye sonuç alınamadı acaba? 

- Cevat Öneş: Şimdi tabii ki ifade ettik, PKK terörü Kürt sorununun bir bağlantısı. Ayrıca PKK’nın çeyrek asır içerisinde yarattığı ortam, gerek yurt içinde gerekse yurt dışında ve araç olarak çeşitli ülkeler, çeşitli ülke servisleri tarafından kullanımının yarattığı sonuçlar dikkate alındığında olay ulusal, bölgesel ve küresel şekilde genişledi, tehdit büyüdü. Tabii ki PKK sadece 
bir terör örgütü kimliğiyle hareket etmedi, dayandığı Kürt sorununun haklı taleplerini istismar etti ve bu talepler üzerinde faaliyetini yürütür bir görünüm içerisine girdi. Tabii ki o zaman bunun çözümü de genişleyen tehdit çemberi içerisinde bir bütünsel yaklaşım içerisinde olabilirdi ve tabii ki terörü doğuran sebeplerin ortadan kaldırılması meselesi karşımıza çıkıyordu ki, bu olayda hem 
Kürt sorununun ortadan kaldırılması ve Kürt sorununun da dayandığı Türkiye'nin genel demokratikleşme sorununun içinde bulunduğu durumdu. Tabii ki buna ancak siyaset cevap verirdi ve siyasetin de yeterli cevap veremediğini bugünlere gelişimiz gösterdi. 

- Can Dündar: Maalesef görüyoruz. Peki, nasıl çıkacağız bunun içinden? Bu Kürt sorununu nasıl çözeriz konusuna bugünün ışığından bakalım. 

- Cevat Öneş: PKK’nın silahlı eylemleri PKK’nın hitap ettiği kitlesel taban dâhil toplumda tepki yaratmaktadır. Bunu özellikle görmek durumundayız. Silahların bırakılması, barış şartlarının oluşumu için geniş toplumsal talep mevcuttur. Bu da siyasetin öne çıkabilmesi, oluşturulabilmesi için çok önemli bir husustur. Kürt kimliğini benimseyen vasatlarda, meslek örgütlerinde, sivil toplumda PKK’nın silahlı gücünün baskısına rağmen barışçı çözüm talepleri güçlenmekte, PKK karşıtlığı artmaktadır. Doğu ve Güneydoğu bölgemizde de bunu açıklıkla görebiliriz. Kürt kimliği altında siyaset yapılan çevrelerde çoğulcu yapı, farklı örgütlenmeler ortaya çıkabilecek bir ortam gelişmektedir. Bu da demokrasimizin gelişimi ve açılımı bakımından çok önemlidir. DTP’nin güçlü olduğu bölgelerde özellikle son yıllarda yapılan ekonomik açılımlarla AKP’ye kayan oy miktarındaki artış önemle değerlendirilmelidir. İşsizliğin giderilmesi, yoksulluğun azaltılması, 
ekonomik gelişmeler, sağlık, eğitim sorunları toplumun ve bölgenin öncelikli talepleri arasındadır. Terör eylemlerine olan karşıtlığın gelişimine rağmen Kürt kimliğinin benimsenmesi, demokratik hakların genişletilmesi ve eşit vatandaşlık taleplerinde bölge insanında da güçlü bir siyasi bilincin oluştuğu tespitini önemle yapmak durumundayız. Bu konudaki taleplerin DTP’nin yanı sıra AKP, CHP, MHP gibi siyasi partilerimizin Kürt kimliğini taşıyan yandaşlarının da bir asgari müşterekleri olduğunu tespit etmek durumundayız ki, demokratik açılımlarımızın, siyasetin politika üretimini temel hedefleri belirlenebilsin. 

- Can Dündar: Askerin tavrında bir değişiklik gözlüyor musunuz? Bu son olaydan sonra özellikle asker çok tartışmaya açıldı, tartışmaya girdi, sokağa çıktı. Orada bir değişiklik gözlüyor musunuz eskiye göre? 

- Cevat Öneş: Şimdi askerin münferit hadiseleri üzerinde değil, genel olarak bakmak lazım. Terör sorunu sadece silahlı mücadeleyle çözülmez. Terör sorunu bütünseldir ve terörü yaratan unsurların ortadan kaldırılması gerekir şeklindeki tespiti çok önemli. Bu tespitin Türkiye'nin üreteceği çözüm projesiyle bütünleştiğini görebiliyoruz, böyle bir proje gerçekleştirilebildiği takdirde şüphesiz askerin tespitinin de bununla paralel olması gerekir. Esasında temelde askerin yapabileceği bir tespit değil, siyasetin yapabileceği bir tespit olması ve bu tespit içerisinde kurumsal birlikteliğin sağlanabilmesi gerekir ki Türkiye'nin geçmişteki sorunuydu. Temennimiz günümüzde ışığını gördüğümüz gelişmelerin sonucunun alınması ve Türkiye siyasetinin bir çözüm politikası, çözüm projesi üreterek, meseleye yaklaşabilmesi. 

- Can Dündar: Nedir o proje Sayın Öneş? Şimdi projeye gelelim isterseniz, ne olmalıdır? Yani Türkiye ne yapmalı ki bu sorunun üstesinden gelebilsin? 

- Cevat Öneş: Öncelikle karşımıza yeni bir anayasanın yapımı ihtiyacı çıkıyor. Tabii ki bu yeni anayasanın temel felsefesi evrensel değerlerle bağımlı olacak. Bu evrensel değerler içerisinde meseleye bakacak. Anayasanın temel maddeleri herhangi bir kimliğe üstünlük tanıyarak, herhangi bir kimliğe ayrıcalık tanıyarak veya öylesine bir görüntü vererek şekillenmesine mani olmak durumundadır. Böylesine bir bakış, yaklaşım getirildiği takdirde zaten terör örgütünün, PKK’nın muhataplığı, şunun veya bunun muhataplığı gibi bir sorunla da karşı karşıya 
kalmayacağız. O zaman bizim muhatabımız milletimiz ve milletimizin temsil edildiği Türkiye Büyük Millet Meclisi. Tabii ki Yürütme, bu tedbirler faaliyeti içerisinde mutlaka diyalogunu en geniş şekilde yapacak. Empati içerisinde ilişkilerini genişletecek, sorunu anlamaya çalışacak. Koordinasyon içerisinde, dayanışma içerisinde milletle bütünleşmenin araçlarını ve çeşitli farklılıklar daki kesimlerle bütünleşmenin araçlarını geliştirecek ve böylesine bir en geniş mutabakat havası içerisinde anayasayı hazırlayarak, Meclis’e sunma gibi bir görevle karşı karşıya kalınarak .... 

- Can Dündar: Yani ilk koşul, çoğulcu demokratik bir anayasa diyorsunuz. 

- Cevat Öneş: Evet. Çoğunlukçu değil, çoğulcu bir yapıyı, düşünceyi ortaya çıkaracak. Bu tabii ki gerçek demokrasinin, çağdaş demokrasinin özümsenmesiyle bağlantılı bir husus. 

- Can Dündar: Kültürel adımlardan kasıt nedir? Yani Türkiye'nin bir kültürel adımlar atması ihtiyacı hep dile getiriliyor. Burada sizce nasıl adımlar atabilir Türkiye? 

- Cevat Öneş: Şimdi esasında sahip olduğumuz Anadolu kültürümüz, bizim sorunumuz olmadığını gösteriyor. Çünkü farklı renkler, farklı inançlar, farklı kimlikler güzellikleri içerisinde yaşamaya devam edip geliyor, tarihsel sürecimiz de böyle. Anadolu bir medeniyetler beşiği. Bu yaşanılan, halkın yaşadığı birliktelik içerisinde işte siyasi farklı açılımların, kavgaların yarattığı sonuçlarla 
karşı karşıya kalıyoruz. O halde bütünlük herhangi bir ideolojik yapıda değil, bütünlük tüm bu zenginlikleri, farklılıkları kuşatarak onların bütünlüğünü yaratabilme. Tabii ki bu da eşitlik, adalet, hukukun üstünlüğü, insan hakları meselesini gündeme getiriyor ki, olaya böyle baktığınız takdirde zaten Kürt kimliğidir, Türk kimliğidir veya şunun bunun kimliğidir şeklindeki bir 
sorgulama devreden çıkıyor. 

- Can Dündar: Bir Kürtçe yayın ya da Kürtçe eğitimin, yani Kürtçenin eğitim dili olarak kullanımı gibi konularda adım atabilir mi Türkiye daha fazla? 

- Cevat Öneş: Şimdi Kürt kimliğini taşıyan insanlarımızın yaşam bölgeleri itibariyle, tarihi süreçleri itibariyle bir kültüre sahip oldukları açık. Anadolu’muzda, Türkiye’mizde çok farklı kimliklerin ve inançların da aynı farklı kültürel yapılar içerisinden geldiklerini biliyoruz, ama bunların yarattığı bir ortak kültür de var. Şimdi böylesine bir kültürde dil sorununu ele aldığımız 
zaman ana dilin öğretilmesinin, eğitiminin mesele olmaması gerekir. Bunun bir seçimlik dersler içerisinde yer alması ve geliştirilmesi, bugünkü dünyada tartışılmaması gereken bir konu. O bakımdan Türkiye böylesi bir süreci zaten kavgalarla geçirdi, ama bu sürece geldi. Tahmin ediyorum ki böylesi bir sürecin uygulamasında, anlatımında bazı eksikliklerimiz var. 

- Can Dündar: Bugün Ankara, Barzani’yle uzun süreden beri bir temas, belki daha yasal düzeyde, belki görünür düzeye taşındı. Buradan bir sonuç bekliyor musunuz ve sizin diplomatik paketin bir kısmı da diplomatik demiştiniz. Buradan Amerika’nın, Avrupa’nın ve özellikle Kuzey Irak yönetimiyle ilişkilerin nasıl bir çerçeve alması gerekir? 

- Cevat Öneş: Irak bizim için yaşamsal bölgelerden bir tanesidir. Irak sadece bizim için değil, bölge için ve süper güçler için de yaşamsal bir bölgedir. Gerek jeostratejik konu, gerek enerji kaynakları itibariyle yaşamsal bir alan. O halde Irak’ın toprak bütünlüğü Türkiye için çok önemli. Irak’ta yaşayan Kürtlerin bizim coğrafyamızla bütünlüğü, bizim insanımızla, bizim kardeşimizle bütünlüğü, kültürel birliği bizim için çok önemlidir. Barzani’nin, Talabani’nin veya herhangi bir farklı ismin ön plana çıkarılarak, olaya yaklaşılması hatalı ve yanlıştır. O halde biz bölgede barışı sağlayıcı, getirici adımlar içerisinde olmamız gerekiyor ve bu konuda zorunlu bir bakış içerisinde olmamız gerekiyor. Ancak Irak’tan bize veya Kuzey Irak’tan bize kaynaklanabilen tehditleri de tabii ki Türkiye sahip olduğu potansiyelle ortadan kaldıracak güce sahiptir. Ancak burada Irak’ta bir kontrollü bölge yaratılması veya Irak’ın kuzeyinin işgali veya farklı adımlar 
gibi olaylar tüm diplomasinin tükendiği sınırlardan sonra ortaya çıkan düşünülebilecek hususlardır. 

- Can Dündar: Bu aşamada değil diyorsunuz? 

- Cevat Öneş: Ben şahsen bu aşamada gelişmelerin barış içerisinde ve Türkiye'nin siyasi ve ekonomik çıkarlarına uygun şekilde gelişebileceğine inanıyorum. Öyle olmasını temenni ediyorum ki, mevcut bugünkü politikaların da bugünkü asker ve siyaset dengesinin de aynı hedefe yöneldiğini de görmek istiyoruz, emareler de o istikamette gelişiyor diyebiliriz. 

- Can Dündar: Türkiye’de şu anda, bu dediklerinizi gerçekleştirebilecek bir siyasi kararlılık, bir siyasi hareket, bir siyasi program var mı? 

- Cevat Öneş: Ben şahsen bunun alternatifi farklı bir siyasetin üretilemeyeceği inancındayım. Önemli olan hep üzerinde duruyoruz, Türkiye kendi iç meselelerinde kendi iç dinamiklerini kontrol edebilmesi, yönlendirilebilmesi ve bu çatışmalı, kavgalı ortamdan çıkarak kendi demokrasisini güçlendirmesi. Kendi demokrasisini güçlendiren bir Türkiye, özellikle dış güçlerle 
işbirliği çerçevesinde veya tehditler karşısında daha güçlüdür. Sorunlarını daha iyi çözebilir ve diplomasi daha netice alıcı sonuçlara gidebilir. İfade ettik, iç dengeler, iç kavgaların ortadan kaldırılması ve Avrupa Birliği sürecinde neticelendirmek istediğimiz süreci, demokrasi sürecini daha kısa zamanda ortaya çıkarabilmemiz ki ben bu sürecin kısalabileceğine, bu potansiyelini 
kullanabilme durumunda Türkiye'nin daha onurlu hedeflere yönelebileceğine inanıyorum. Ama bugünkü herhangi bir siyaseti hedef almadan söyleyeyim, siyasetçilerin yeterli adımları atmakta zorlandıklarını tespit etmek durumundayız.” 

 Cevat Öneş, konuşmaya başlamadan önce, dile getirdiği konuların, emeklisi olduğu MİT’in görüşünü yansıtmadığını söyledi. Ordu ve güvenlik kuruluşlarından emekli olanların tamamına yakını, görevden ayrıldıktan sonra yaptıkları açıklamalara ilişkin olarak bu ifadeyi kullanırlar. Türkiye’de bu da adettendir. Oysa bu tür kuruluşlardan emekli olanlar, gerçekte hiçbir zaman emekli olmazlar. Öte yandan, atalarımız, at sahibine göre kişner demişlerdir. Türkiye gibi, ekonomik ve siyasi yönlerden geri bıraktırılmış, etki altına alınmış ya da kontrol edilmiş bir ülke haline getirilen devletlerde, birtakım mevki ve makamlar, başındaki yöneticilerin mahareti ve kıvraklığına göre şekillenir. 

 Bizi kimler yönetmiş de haberimiz yokmuş. Bu milleti bu vatanı ve bu devleti Allah korumuş. İngilizler Birinci Cihan Harbi’nde dışarıdan saldırmışlar, ancak başaramamışlardı. Daha sonra, o yıllarda yapamadıklarını, içimizden birilerini elde ederek yapmak, Türkiye’yi ikinci bir Sevr Anlaşması ile karşı karşıya bırakmak üzeredirler. 


4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..




****

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder