" TÜRKİYE VE ARAP BAHARI: TÜRKİYE’NİN ORTA DOĞU POLİTİKASINDAKİ DEĞİŞİKLİKLER ''
Doç. Dr. Şaban Kardaş,
TOBB Üniversitesi Öğretim Üyesi,
HASEN Bilim ve Uzmanlar Kurulu Üyesi.,
Orta Doğu geçtiğimiz iki yıl boyunca bir dönüşüm sürecine girmiş ve bölgesel aktörleri yurt dışı politikalarını yeniden tanımlamaya zorlamıştır. 2010 yılının sonlarındaki olayların başlangıcından buyana ise Türk hükümeti Arap Baharı’nı pozitif yönde kavramsallaştırmıştır.
Genel bakış açısı, çeşitli gösteriler ve ayaklanmaların bölgede dönüşüm için aşağıdan yukarıya doğru bir talep olduğu yönünde olmuştur. Bu, sıradan Arap halkının gerçek arzusudur veTürkiye’nin desteğini hak etmiştir.
Açıkça görülmektedir ki Tunus, Mısır veya Libya gibi bölgedeki demokratik rejimlerin nihai yükselişi Türkiye için memnun edici gelişmelerdir ve Türkiye’nin
Orta Doğu politikalarında uzun vadede pozitif sonuçlar üretmesi muhtemeldir.
Ancak demokratik rejimlerin geçiş süreçleri ve konsolidasyonunun zorlayıcı olacağı ve Türkiye için çeşitli güvenlik riskleri doğuracağına dikkat edilmesi gerekmektedir.
Suriye’deki ayaklanma ve akabinde meydana gelen çatışma şimdiden Türkiye’nin bölgesel menfaatleri açısından doğrudan problem oluşturmaya başlamıştır, ancak Arap Baharının etkileri doğrudan oluşan güvenlik risklerinden çok dahaderine gitmektedir.
Bölgesel dönüşüm kaçınılmaz bir şekilde Türkiye’nin Orta Doğu’daki rolünün gözden geçirilmesini gerektirmektedir ve
“ Bölgesel dönüşüm kaçınılmaz bir şekilde Türkiye’nin Orta Doğu’daki rolünün gözden geçirilmesini gerektirmektedir ve Ankara şimdiden bölgesel politikalarında önemli değişiklikler başlatmıştır. ''
Ankara şimdiden bölgesel politikalarında önemli değişiklikler başlatmıştır. Bu yazıda, dört tamamlayıcı sürece odaklanarak söz konusu dönüşümleri analiz edeceğim: Türkiye’nin Orta Doğu jeopolitik hesaplamalarına yönelik eğilimi, demokrasi konusunun giderek artan bir şekilde altının çizilmesi, tehditlerin değişen doğası ve Türkiye’nin Batıyla olan bağlarını yeniden tanımlaması. Söz konusu dönüşümleri birbağlam içerisine oturtmak için Türkiye’ninArap Baharı öncesinde Orta Doğu’daki görevini nasıl kavramsallaştırabileceğimiz konusunda kısa bir açıklamayla başlayacağım.
Bölgesel bir güç olarak Türkiye
Arap Baharı’nın Türkiye’nin bölgesel politikaları üzerindeki etkilerini kavrayabilmek için Türkiye’nin Orta Doğu’da üstlendiği rol hakkındaki algılamaların kısa kavramsal açıklamalarıyla başlamak faydalı olacaktır. Arap Baharı öncesinde, özellikle 2008-2010 yıllarında Türkiye’nin dış politikası konusundaki görüşler proaktivizm terimine odaklanmış durumdaydı.
Yalnızca Türkiye’de değil aynı zamanda Batı ve Orta Doğu ülkelerinde de proaktif Türk dış politikasının anlaşılması için uygun bir etiket bulunmaya çalışılıyordu.
Çok sayıda araştırmacı Türkiye’nin dış politikasını tanımlayabilmek amacıyla“ Neo - Ottomanizm ” veya “ Sıfır Sorunlu dış politika ” gibi farklı isimler kullanıyordu.
Benim bakış açıma göre “bölgesel güç” terimi Türkiye’nin bölgede oynamak istediği rolü en iyi tanımlayan terim.
Aslında Türkiye’nin Orta Doğu’daki rolü, yürütülen eylemleri Türkiye etrafında merkezleşmesi ümit edilen bir bölgesel düzen oluşturma ve Orta Doğu’da bölgesel entegrasyon sürecini tetikleme çabaları olarak gördüğümüzde daha iyi anlaşılabilecektir.
Arap Baharından önceki birkaç yılda,Türkiye Güneydeki komşularıyla bağlarını güçlendirmiş ve bu ülkelerle daha iyi ekonomik ve siyasal ilişkiler kurmak için çaba sarf etmiştir. Batıdaki çoğu insan, özellikle Amerikalı beyin takımı Türkiye’nin Batıdan uzaklaştığını, Avrupa’ya yüz çevirdiğini ve Orta Doğuyadoğru eğilim gösterdiğini ileri sürmüştür.
Ancak bu Türkiye’nin hedeflerinin doğru bir ifadesi değildir. Türkiye’nin eylemleri daha çok bölgesel aktörlerle yakın işbirliği sayesinde bölgesel entegrasyonu tetikleme çabası şeklinde gerçekleşmiştir. Türkiye’nin bölgesel entegrasyon çabaları dünyanın diğer bölgelerindeki süreçlere benzerdir.
Türkiye içinde bulunduğu bölgede hem ekonomik hem de siyasi alanda bölgesel mekanizmaları başlatmak için büyük çaba sarf etmektedir. Türkiye’nin Arap Baharı öncesinde ki Orta Doğu Politikası Türkiye’nin bölgesel entegrasyon sürecinin merkezinde olmasını ve bölgedeki olayların gidişatını şekillendirecek şekilde özerk ve bağımsız politikalar geliştirecek bir pozisyonda yer almasını öngörüyordu.
Benim bakış açıma göre
“ Bölgesel güç ” terimi Türkiye’nin bölgede oynamak istediği rolü en iyi tanımlayan terim.
“ Arap Baharıyla ilişkili gelişmeler Türkiye’nin bölgesel politikaları ve Orta Doğu’da entegrasyon girişimleri karşısında eşsiz bir imtihan oluşturmuştur.
Geçtiğimiz iki yıl içerisinde meydana gelen olaylar Orta Doğu’daki bölgesel düzenin zayıflıklarını ve sınırlarını gözler önüne sermiş ve Türkiye’nin burada bölgesel seviyede çözümler başlatma yönündeki beceri ve kapasitesini daha iyi değerlendirmek üzere bir imtihan haline gelmiştir.
Orta Doğu düzeninin dönüşümü ve Türkiye’nin güvenliği konusundaki sorunlar
Orta Doğu’da MENA ve dolayısıyla Türkiye’nin dış politikasını dönüştüren enaz dört adet önemli süreç bulunmaktadır.
Orta Doğu jeopolitik hesaplamalara eğilim
İlk olarak, Türkiye giderek artan bir şekilde Orta Doğru jeopolitik hesaplamalarına ve sürekli değişen güç dengelerine yönelmektedir. Orta Doğu’daki sorunlar ve hesaplar Türkiye’nin yabancı politikasında giderek daha fazla telaffuz edilmektedir.
Türkiye’nin bölgeyle daha fazla ilgilenmeye başlamasının Batıyla olan iletişimi üzerindeki etkilerinin doğru şekilde açıklanması gerekmektedir. Türkiye’ninyabancı politikasının Orta Doğu’daki gelişmeler ile meşgul olduğu ölçüde,
Batıda Türkiye’nin AB’ye gösterdiği ilgi ve menfaatlerinin azaldığı yönünde bir algılayış meydana gelmektedir. Örneğin, özellikle Avrupa Komisyonu’nun
Türkiye’nin AB üyelik sürecindeki gelişmeleri hakkında yayınlandığı son rapordan sonra, Avrupa merkezlerinde Türkiye Avrupa entegrasyonunu sürdürme
konusundaki ilgisi ve kararlılığını kaybetmiş bir ülke olarak öne çıkmaktadır.
Orta Doğu’ya yönelik eğilim ve Avrupa entegrasyonu konusundaki gecikmeler arasında rastlantısal bir bağ veya bir sebep sonuç ilişkisi olup olmadığı analitik bir bakış açısıyla ele alınabilir, ancak politika açısından bakıldığında, söz konusu algılayış şekli Türkiye’nin Batıda ele alması gereken bir konudur.
Orta Doğu bağlamında ele alındığında, Türkiye politikalarını hızlı şekilde değişen yerel dinamikler ve ittifaklara göre yeniden düzenlemektedir.
Türkiye gerçekleşen olaylar nedeniyle Irak, İran veya Suriye gibi yerlerde de olduğu gibi, pozisyonunu kısa aralıklarla düzenlemek zorunda kalmaktadır. Bu değişen pozisyonlar Türkiye için önemli maliyetler oluşturmaktadır, çünkü Türkiye’nin sürdürdüğü yeni politikalardan bazıları komşularıyla ihtilaf içerisinde olmasına neden olmuştur. Örneğin, Irak, İran ve Suriye ile karşılıklı olarak sürdürdüğü politikalar Irak ve İran hükümetleri ile anlaşmazlığa neden olmuş, Suriye ile diplomatik ilişkilerin kırılmasıyla sonuçlanmıştır. Örnek olarak, bundan iki yıl önce İran ile iyi ilişkiler içerisinde olmasına rağmen, bugün Türkiye-İran ilişkilerinin yeni bir ihtilaf aşamasına girdiğini görüyoruz. Orta Doğu’da değişen dinamikler Türk diplomasisini de değiştirmesi dolayısıyla, Türkiye’nin bölgedeki yeni yabancı politikası için daha iyi açıklamalar öne sürmesi gerekmektedir.
Demokrasinin daha fazla altının çizilmesi İkinci süreç bölgede giderek belirginleşen demokrasi kavramı ve Türkiye’nin dış politikasındaki retorik araç kiti görüntüsüdür. Arap Baharı olgusuna getirilen farklı açıklamalar bulunmaktadır, ancak bunların birçoğu ayaklanmaların temel itici gücü olarak daha iyi yönetime yönelik popüler talebe vurgu yapmaktadır.
Söz konusu talepler bazı ülkelerde rejime neden olmuş ve bazılarında kısmi reformları tetiklemiş olsa da, Suriye’de bu sürecin bir iç savaşa dönüşme riski bulunmaktadır.
^^ Türk hükümeti Orta Doğu’daki gelişmeleri Arap halkının demokrasi ve daha iyi yönetim konusunda gerçek ve aşağıdan yukarı yönlü talebinin bir yansıması olarak ele almıştır. ^^
Türk hükümeti Orta Doğu’daki gelişmeleri Arap halkının demokrasi ve daha iyi yönetim konusunda gerçek ve aşağıdan yukarı yönlü talebinin bir yansıması olarak ele almıştır. Türkiye, bölge halklarının yöneticilerinden demokrasi ve eşit muamele talep ettikleri için desteklenmeleri gerektiğini,çünkü bunların tüm milletlerin herhangi bir engel olmaksızın hak ettiği evrensel normlar olduğunu savunan bir pozisyon almıştır.
Burada Türkiye, Türk halkının kendi ülkesinde demokratik haklardan istifa ettiğini ve Türk hükümetinin yerel olarak bu talepleri karşıladığını, bu nedenle Türk hükümetinin kendi ülkelerinde aynı haklar için ayaklanan bölge halklarının arkasında duracağını belirtmesiyle oldukça stratejik bir karar almıştır. Türkiye’nin geleneksel olarak demokrasinin desteklenmesi yönünde bir politikası olmadığı hatırlanacak olursa, bu Türkiye için devrim niteliğinde bir adımdır. Türkiye’nin demokratik nitelikleri Batı tarafından sorgulanmıştır ve şu anda da belirli bir seviyede sorgulanmaya devam etmektedir ve Türkiye resmi olarak yurtdışın da demokrasinin desteklenmesi yönünde bir politikadan kaçınmıştır. Ancak Arap Baharıyla birlikte Türkiye’nin kendisini demokratik hareketleri destekleyen bir aktör olarak ön plana çıkardığını görüyoruz.
Türk bakış açısındaki bu önemli dönüşümün yabancı politika oryantasyonu konusunda da yansımaları bulunmaktadır. Sürdürülecek belirli politikalar konusunda yaşanan anlaşmazlıklara rağmen, Avrupalı aktörler ve ABD de, Libya ve Suriye’de halkın demokrasi talebini destekleme kararı alarak ve rejim değişikliği konusunda baskı yaparak benzer bir pozisyon almışlardır.
Söz konusu destek geç gelmiş de olsa, onlar da Türkiye gibi rejimlerin değil hakların tarafında olmayı tercih etmişlerdir.
Arap halkının Orta Doğu’da demokratik taleplerine verdikleri tepkilerin altında yatan benzerlik, Türkiye’nin yurt dışı politikasının Orta Doğu’daki Batıya ait liberal tabancı politika anlayışına ne derece benzerlik gösterdiğinin altını çizmektedir. Özellikle Türkiye’nin Suriye ayaklanmalarında olduğu gibi egemenlik fikrini bir sorumluluk olarak benimsemesi, Batı liberal yabancı politika kültürünü ve aynı zamanda egemenliğin dokunulmazlığı fikrinin savunan Çin veya Brezilya gibi diğer yükselen güçlerden farkını vurgulamaktadır.
Demokrasiyi savunan bu yeni yabancı politika ülkeyi İran ve belirli bir seviyeye kadar Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri ve aynı zamanda jeopolitik açıdan
Rusya gibi aktörlerle anlaşmazlığa veya potansiyel ihtilafa sokmaktadır. Rusya Orta Doğu’daki gelişmeler konusunda oldukça kuşkucu bir bakış açısı geliştirmiştir.
Özellikle Libya’daki acı deneyimleri sonrasında, Rusların kafasında Suriye ayaklanması konusunda bir takım soru işaretleri bulunmaktadır. Türkiye’nin olayları pro-demokratik bir talep olarak yorumlamasının aksine, Rusya gerçek bir demokratik hareket veya aşağıdan yukarıya doğru bir süreç gözlemlememektedir.
Sonuç olarak Türkiye, Rusya ve İran’la karşılaştırıldığında denklemin farklı taraflarında yer almıştır.
^^ ORTADOĞUNUN GÜVENLİ Ortamını çevreleyen Riskler ve Belirsizlikler Türkiye için de önemli Sorunlara yol Açmaktadır. ^^
Demokratik değerlere vurgu yapılması Türkiye’nin yalnızca dış politikalarında değil aynı zamanda iç politikalarında da benzersiz zorluklara neden olmuştur.
Türk hükümeti Orta Doğu’daki demokratik hareketleri kesin suretle destekleme kararı almıştır, ama bu politika bu denli kolay bir lokma değildir.
Muhalefet partilerinin özellikle Suriye politikasında yaptığı güçlü eleştirilerle birlikte, hükümet söz konusu politikayı iç siyasette açıklamakta zorluklarla karşılaşmıştır.
^^ Şii ve Sunni gruplar gibi dini kimliklerin siyasallaşması Orta Doğu’da Türkiye için diğer bir güvenlik sorununu oluşturmaktadır. ^^
Türk halkının bazı kesimleri ise Arap Baharının ardındaki güçler konusunda çeşitli şüphelere sahiptir ve hükümetin pozisyonunu tam olarak desteklememektedir.
Tehditlerin değişen yapısı Orta Doğu’da gerçekleşmekte olan üçüncü büyük süreç ise Orta Doğu’daki tehditlerin değişen yapısıdır. Arap Baharı öncesinde
Orta Doğu’nun sakin sayılabilecek ortamında, Türkiye proaktif Orta Doğu politikası ile paralel olarak ilgili rejimlerle birlikte çalışmıştır. O tarihlerde, bu
ülkelerle meşruiyet ve otoritenin sağlanmış olduğuna ve anlaşmanın üzerlerine düşen bölümünü yerine getireceklerine inanarak işbirliği kurmuştur. Ancak Orta
Doğu’daki dönüşüm süreci sırasında, uygun muhatapları belirlemek ve kendi taahhütlerini yerine getirmek üzere otorite ve kaynakları kumanda edip etmediklerini tespit etmek zor hale gelmiştir. Türkiye gibi dış aktörler için ortaya çıkan zorluk Orta Doğu’ya yönelik uzun vadeli stratejik bir vizyon sahibi olmaları durumunda, geçiş ülkelerindeki yetkin muhatapların tespit edilmesidir. Devam eden geçiş sürecinde tahmin edilemezlik ve belirsizlik hakimdir ve bu durum tüm bölgeyi emniyetsiz, hassas ve risklere açık hale getirmektedir.
Orta Doğu’nun güvenli ortamını çevreleyen riskler ve belirsizlikler Türkiye için de önemli sorunlara yol açmaktadır. Örneğin, Suriye’deki durum Türkiye için doğrudan bir güvenlik problemi oluşturmaktadır, çünkü sınır hattına patlak veren iç savaşla ilgilenmesi gerekmektedir ve söz konusu durum hali hazırda
mültecilerin Türkiye’ye akın etmesi ve sınırda silahlı çatışmaların yaşanmasıyla sonuçlanmıştır.
Ancak bölgede etkileri dolaylı olarak hissedilebilecek diğer riskler de bulunmaktadır. Bu risklerden biri devletlerin mevcut sınırları ve bölgesel bütünlüklerinin bölgesel kargaşa sırasındaki zayıflık halinde tartışmaya açılabilecek olmasıdır, bu durum yalnızca Türkiye için değil aynı zamanda diğer aktörler için de benzersiz sorunlar teşkil etmektedir.
Örneğin, mevcut ihtilaf derinleştikçe, Suriye’nin birleşik bir ülke olarak kalacağı veya dini veya etnik gruplar arasında bölüşüleceği sorusu da giderek artan bir
şekilde ön plana çıkmaktadır. Diğer bir problem ise MENA’da ademi müdahale kuralını ilgilendirmektedir. Birleşmiş Milletler komutası altında Libya’da Batının
gerçekleştirdiği müdahale sonrasında,
Batı ülkelerinin insani gerekçeler sunarak müdahalede bulunuyor olması da bölgesel jeopolitik dengeleri karıştırabilir. Bu durum Çin ve Rusya tarafından da dile getirilen bir endişedir.
Şii ve Sünni gruplar gibi dini kimliklerin siyasallaşması Orta Doğu’da Türkiye için diğer bir güvenlik sorununu oluşturmaktadır. Dini kimlikler siyasal çatışmalara dahil oldukça, daha ayırıcı nitelikte sonuçlara neden olabilmektedir.
Buradaki risk Şii ve Sünni eyaletler ve gruplar söz konusu dini faktörler etrafında mobilize oldukça bölgedeki çatışmaların daha da büyümesine neden olabilecekleridir.
Türkiye için bu gelişme benzersiz bir sorun teşkil etmektedir, çünkü Türkiye büyük çoğunluğu Sünni bir ülke olsa da Sünni kimliğini temel olan bir dış politika
izlememektedir. Türkiye kendisini nötr bir güç olarak temsil etmeyi arzulamakta ve bu dini kimlik sınırlamalarının arasında sıkışmayı istememektedir. Bazen İran ve Suudi Arabistan veya Körfez ülkeleri Orta Doğu’daki dini gündemleri destekleyen iki güç olarak görülmektedir. Suriye çatışması dini dinamiklerin dikkatlerin Türkiye’ye yoğunlaşmasına neden olan en bariz vakadır. Ancak Türkiye kendi adına, Suriye ayaklanmasını desteklese dahi, bu desteğinin dini yakınlığın bir sonucu olarak algılanmasını istememektedir.
Türkiye’nin yabancı politikasını Arap Baharının karşısında kati evrensel ilkeler temelinde savunması ve aynı zamanda dini tuzağa düşmemeyi başarması görülmemiş bir zorluk oluşturacaktır.
Orta Doğu’da ortaya çıkan diğer bir güvenlik riski ise etnik kimliklerin giderek siyasallaşmasıdır.
Dini kimliklere benzer şekilde etnik ayrışmalar da giderek artan bir şekilde ön plana çıkmakta ve vurgulanmaktadır. Örneğin, Suriye’de Kürt kesimi giderek daha önemli bir unsur haline gelmekte ve İran’daki gelişmelerle birlikte ele alındığında, bölgedeki etnik siyaset güvenlik ortamını tehlike altına sokmaktadır.
Söz konusu yeni zorluklar ortaya çıktıkça, İran nükleer programı da Orta Doğu’daki diğer bir risk unsuru olmaya devam etmektedir. Söz konusu risk bir süredir ortadadır, ancak Suriye ayaklanmasıyla birlikte, İran nükleer probleminin getirdiği diplomatik gerilimin daha da arttığı ve Türkiye’yi ilgilendiren riskleri de güçlendirdiği görülmektedir.
Türkiye’nin Batıyla olan bağlarını yeniden tanımlaması Türkiye’yi etkileyen dördüncü ve son süreç ise Türkiye’nin Batıyla ve özellikle ABD ile olan bağlarını yeniden tanımlamasıdır.
Bu süreç bölgesel jeopolitikada bir takım etkilere sahip olmanın yanı sıra, Türkiye’nin Orta Doğu’ya yönelik vizyonunu da değiştirmektedir.
Daha önce de vurgulandığı üzere, Türkiye Orta Doğu ile yakın entegrasyon aracılığıyla bölgesel bir düzen geliştirmeye çalışmıştır.
İki yıl önce de Arap ayaklanmaları başladığında, ideal olarak Türkiye’nin Türkiye, İran, Suudi Arabistan veya Mısır gibi bölgesel güçlerin Libya, Suriye ve diğer çatışmaları ele almak üzere bir araya geldiğini görmekten memnun kalacağı beklenebilirdi.
Ancak bu son iki yılda bunun mümkün olmadığı bariz bir şekilde ortaya çıkmıştır çünkü bölgesel ülkeler bölgesel sorunlara çözüm getirme konusunda birlikte çalışmalarını sağlayacak araçlar, mekanizmalar ve teşviklere sahip değildir.
^^ Ancak yalnızca Türkiye’nin değil aynı zamanda AB ve diğer Avrupa ülkelerinin de Orta Doğu’daki gelişmeleri ele almada yetersiz kaldığına dikkat edilmelidir. ^^
Şu anda Orta Doğu daha değişken bir hale geldikçe, Türkiye de kendi menfaatleri ve güvenliğini korumakla ilgilenmek zorunda kalmaktadır.
ABD’nin Türkiye’nin ihtiyaçlarını karşılayacak araçlara sahip olmasından ötürü Ankara Washington ile işbirliğine yönelmiştir.
Asya ekseninin ABD menfaatlerinin bölgeden çekilmesine neden olacağı konusunda hala çözüme kavuşturulmamış bir anlaşmazlık bulunmasına rağmen, ABD hala bölgesel siyasi gelişmeler üzerinde karar verici bir etki yaratabilecek güçtedir.
Arap Baharından önce Türk-Amerika karşılıklı ilişkisinde daha büyük farklılık bulunmaktaydı. Örnek olarak, İran’ın nükleer problemi konusunda Türkiye ABD tarafından desteklenen BM Güvenlik Konseyi kararına muhalif oy vermişti.
Ancak bugün Türkiye İran ve Suriye konusunda ABD ile giderek artan bir beraberlik içerisinde hareket etmektedir.
Son Tespitler
Arap Baharı, Türkiye’nin güney sınırlarında istikrar ve refah kuşağı görevini görecek bir bölgesel düzen yaratma hedefini temel alan Orta Doğu politikası için önemli bir imtihan olmuştur. Türkiye ekonomik karşılıklı bağımlılık, yumuşak güç, diploması, aracılık ve taahhüt politikaları gibi çeşitli liberal araçlar kullanarak Orta Doğu’ya nüfuz etme yönünde proaktif bir yabancı politika takip etmiştir.
Özellikle bölgesel aktörlerin bir araya gelerek kendi sorunlarına çözümler üretebilecekleri bölgesel tasarruf fikrini güçlendirmeyi hedeflemiştir.
Son iki yılda Türkiye’nin bölgesel politikalarında meydana gelen değişiklikler, risklere karşı daha eğilimli olan ve Türkiye için yeni güvenlik riskleri oluşturan yeni bölgesel güvenlik ortamı ele alındığında daha kolay anlaşılabilir. Buna yanıt olarak Türkiye meydana gelen olayları bölgedeki güvenlik ve menfaatlerine fayda sağlayacak şekilde şekillendirebilme ümidiyle aynı proaktif yurtdışı politika yaklaşımını sürdürmüştür. Özellikle Türkiye’nin demokrasiyi savunduğunu ifade etmesi oldukça önemlidir, çünkü demokratik rejimlerin daha meşru ve dayanıklı hükümetler oluşturulmasına yardımcı olarak bölgesel düzenin istikrarı için en etkili çözüm olacağına inanmıştır.
Bu süreçte Türkiye aynı zamanda özerk politikalar geliştirme becerileri konusundaki sınırlarını ve bölgesel temelli çözümler oluşturulması için bölgesel mekanizmaların zayıflıklarını da kavramıştır. Bunun bir sonucu olarak Türkiye Batı politikasını yeniden düzenlemiştir, ancak Batı ile koordinasyondan elde edilen bu süreç de Türkiye için yeni zorluklar barındırmaktadır, çünkü ABD ile birlikte hareket ettiği ölçüde söz konusu işbirliği de komşularıyla muhtemel gerilimler içerinde olmasına neden olacaktır.
Bunun aksine, Washington ile yakın işbirliği Türkiye’nin yurt dışındaki algılanış şeklini değiştirmiştir. Batıyla olan ilişkilerin yeniden kalibre edilmesi eksen kayması konusundaki tartışmaları etkili bir şekilde sonlandırmıştır.
Ancak yalnızca Türkiye’nin değil aynı zamanda AB ve diğer Avrupa ülkelerinin de Orta Doğu’daki gelişmeleri göz önünde bulundurulduğunda yetersiz kaldığına
dikkat edilmelidir.
Hepsi bir arada göz önünde bulundurulduğunda, gelişmelerin ele alınması yönündeki Avrupa katılımı veya stratejik düşüncesi çok düşük
seviyededir.
ABD’yi bölgeye karşı gösterdiği nispi ilgisizlik bir iktidar boşluğu oluşturmaktadır ve Türkiye bölgesel bir aktör olarak bu boşluğu doldurmaya çabalasa da bu hedefini henüz gerçekleştirememiştir.
Bununla birlikte Türkiye’nin Arap Baharı öncesindeki liberal araçlar yönündeki tercihi de önemli bir testten geçmektedir.
Bu yeni ortamda, özellikle Suriye çatışmasına bağlı olarak, zorlu güvenlik sorunları, mecburi araçlar ve izolasyon politikaları da giderek artan bir şekilde
Türkiye’nin dış politika gündeminde yerini almaktadır.
Bölgedeki güvenlik ortamının risklere karşı açık olduğu düşünüldüğünde, Türkiye doğal olarak sert güç varlıklarını daha ciddi olarak düşünmektedir, ancak Türk
diplomasisinin önümüzdeki günlerde sert ve yumuşak güç becerileri arasındaki hassas dengeyi sağlaması da önemli bir zorluk teşkil edecektir.,
Şaban Kardaş / 2013
Türkiye ve Arap Baharı:
Türkiye’nin Orta Doğu Politikasındaki Değişiklikler.,
HAZAR RAPORU VE ARAP BAHARI
**
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder