TERÖRE DAVETİYE ÇIKARANLAR..,
BÖLÜM 2
Emniyet teşkilatımızın, 2 bin Hizbullah üyesi üzerin de yaptığı araştırmaya göre, okumuş teröristler içinde İmam-Hatipliler başı çekiyor.14
Mehmet Faraç’ın yaptığı ve 23.11.2003 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde yer alan araştırması, sayıları binlerle ölçülen kız ve erkek militanın “intihar eylemcisi” olmak için Hizbullah Örgütü’ne başvurduğu gerçeğini ortaya Çıkarıyor.15
Bu eylemleri ortaya çıkaracak kurumlardan Milli Güvenlik Kurulu, son bir yılda yapılan ve TBMM’de bulunan tüm partilerin destek verdiği yasa ve Anayasa değişiklikleriyle işlevini yapamaz hale getirildi. Emniyet Teşkilatı’nın durumunu öğrenmek için Necip Hablemitoğlu’nun hayatına mâl olan ‘Köstebek’ adlı kitabı okumak yeterli.
Yazımın bu noktasında bazı yazarlarımızın yaptığı tespitlere kulak verelim:
“Daha dün, yüzde doksan dokuzundan fazlası Müslüman olan ülkemizi ‘Dar-ül İslam’, yani İslam ülkesi olmamakla suçlayarak; Türkiye’yi ‘dar-ül Harp’, yani İslam’ın kurtuluşu için kan dökülecek ülke olarak ilan edenleri barındıran siyasi partilerin dinci terörle mücadelede başarı sağlaması zor görünüyor. Önce içte düzenleme gerekli...
“ Türkiye’de de ulusal duruşu temsil eden kurumların işlevsizleştirilmesiyle işe başlandı. '' Şimdi ise toplumsal psikolojinin çökertilmesi hedefleniyor! istikrarsızlaştırma, yalnızlaştırma ve ardından istenileni kabul edecek kıvama getirme. işte Türkiye üzerinde oynanan oyun bu. Bu bağlamda ‘' Terör savaşı’nın hedefindeyiz.''
“ Terör saldırılarıyla Türkiye’nin AB’ye yakınlaştığından söz ediliyor! Daha fazla terör, daha fazla AB!.. Terör örgütlerinin koruyucusu olmayı sürdüren AB ülkelerinin gözyaşları inandırıcı mı? Örneğin Almanya timsahlaşmak yerine, neden radikal dinci örgütlerin faaliyetlerini durdurma kararı vermiyor?”16
“Sinagog saldırılarını gerçekleştirenlerin gözaltına alınan aile bireylerine dikkat ettiniz mi? Kuşkusuz hepsi suçlu değil, ama hepsi çember sakallı, İslamcı kesimden... Saldırgan ve zanlıların hiçbiri ne tesadüf, sakalsız, takkesiz, başörtüsüz, kısacası en azından ‘laik’ görünümlü bir aileden çıkmamış... Bu ailelerin bazı çocukları da Afganistan’a, Pakistan’a, Çeçenya’ya gidiyor bazen... işte onlar, dünün hunharları, Türkiye’nin geleceğinin cellatları. Aralarında imamlar var, hatipler var, arkalarında El Ezher tahsilli EI Kaide terbiyeliler... İslamcı teröristleri izlemek, yakalamak ve zararsız hale getirmek elbette gerek. Ama İslamcı terörün beslendiği gübreyi, eğitimde ve camide kurutmak şart! Bunun için de, her şeyden önce ‘Aman zararsızlar’ diye diye Türkiye’de terörün alt yapısını hazırlayan dincileri ‘hoşgören’, savunan ve tarikatların, fanatizmin yayılmasına seyirci kalan sözüm ona aydınların gaflet uykusundan uyanması gerek. Özellikle basının.”17
30 Mayıs 2000 tarihli Hürriyet gazetesindeki “Camilerdeki Terör Örgütü” başlıklı makalesinde Muharrem Sarıkaya şu bilgileri veriyor:
MGK, 28 Şubat kararlarıyla Kur’an kurslarının Diyanet ve Milli Eğitim Bakanlığı denetiminde yürütülmesini hükümete ‘tavsiye’ ettiğinde bazı kesimler ayağa kalkıyor.
Hatta, bu kararlara tepki gösterenler arasında, merkez sağ partilerden bazı milletvekilleri de yer alıyor.
Ancak, iki yıl sonrasında bugün ortaya çıkan gerçekler, 28 Şubat’ta alınan bu kararların ne kadar haklı olduğunu ortaya koyuyor.
Bunu anlamak için Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin Hizbullah terör örgütü hakkında hazırladığı iddianamedeki ‘Örgütleme Modeli’ ara başlıklı bölümde anlatılanları okumak yetiyor.
Hizbullah, ilk örgütlenmesini kitabevleri kurarak başlatıyor.
1980’1i yılların sonuna gelindiğinde ise camiler mekânı oluyor.
Örgüt, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından başlatılan ‘gönüllü imamlık’ uygulamasını fırsat biliyor.
Güney doğu’daki camilere yöneliyor.
Örgüt elemanlarının ifadelerinden hazırlanan iddianamede, Hizbullah’ın camileri örgüt yuvası haline dönüştürmesinin ilk adımı şöyle aktarılıyor:
“Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde gönüllü imamlık uygulamasından faydalanan örgüt, imamı olmayan tüm camilere kendi adamlarını yerleştirdi...”
Hizbullah bununla da kalmıyor.
Diğer cami ve mescitlerdeki resmi imamları gerek sindirme yöntemiyle, gerekse iyi ilişkiler kurarak pasifize ediyor.
Kısa sürede Güneydoğu Anadolu bölgesindeki camileri hakimiyeti altına alıyor.
1994 yılına gelindiğinde sadece Diyarbakır’daki 162 cami ve mescitten 90’ında örgütün yapılanması tamamlanıyor.
Akşam ve yatsı namazları sonrası, camiler örgütün siyasi eğitim çalışmasının yapıldığı yuvalar haline dönüşüyor.
Bunların hepsi de ‘dini eğitim altındaki masumane çalışmalar’ olarak gösteriliyor.
Temel dini bilgileri öğrenmesi için Kuran kurslarına gönderilen çocuklara önce İslami bilgiler içeren kitaplar veriliyor.
Bu dersler sırasında örgüt adından kesinlikle söz edilmiyor.
Öğrenciler, ders gruplarına ve yaşlara göre ayrılıyor. Her grubun başına da ‘muhasebe elemanı’ adı verilen bir lider konuluyor.
Bir süre sonra bu çalışmalar, piknik, spor müsabakaları gibi sosyal aktivitelerle destekleniyor.
Dönem bitiminde muhasebe elemanı, öğrencilerin davaya yatkınlıklarını belirten bir raporu ve çizelgeyi cami sorumlusuna aktarıyor.
Çizelgede eğitimin ikinci aşamasına geçecek öğrenciler sıralanıyor.
İkinci aşamaya geçilecek öğrencilerden özgeçmiş raporları alınıyor. Hatta özgeçmişlerin doğruluğu konusunda istihbarat çalışması yaptırılıyor.
İkinci aşama eğitime geçişte, öğrenci örgüte davet ediliyor ve kabul edip etmeyeceği soruluyor.
Daveti kabul etmeyen aday ise şu sözlerle uyarılıyor:
“Bu daveti unutacaksın. Bir süre örgüt seni takip edecek, aksine hareketin halinde sen de, ailen de cezalandırılır...”
Kabul edenler ise bir daha dönüşü olmayan yola ilk adımı da atıyor.
Önce siyasi, ardından askeri eğitim...
İslam’ı daha iyi anlayıp vecibelerini doğru yerine getirmek için masumane başlayan dini eğitimin sonunda ortaya çıkan ölüm makineleri...
28.11.2003 günü, Sedat Ergin “20 bin Hizbullahçı aramızda” başlıklı makalesinde, Emniyet Genel Müdürü Gökhan Aydıner’in şu sözleri yer alıyor: “2000 yılında yapılan operasyonlar sırasında Hizbullah arşivi ele geçirildi. Bu arşivdeki bilgisayar kayıtlarına göre 20 bin kişi örgüte katılmak için dilekçe ve biyografi vermiştir.”
Hizbullah konusunda iki kitap yazan Mehmet Faraç, 22.11.2003 tarihli Tempo Dergisi’ne şu açıklamalarda bulunuyor: “Islam’ı referans alan örgütler bir zincir oluşturuyor. Zincirin başında EI Kaide var. Hedef neresi? Türkiye. Bir buluşma noktası gerekiyor. Bir aracı gerekiyor. Toplantıyı organize etmesi gereken bir güç gerekiyor. Hemen geri gidelim, 17.1.2000’de Beykoz’da Hizbullah’a yapılan operasyonda örgüte 20 bin kişinin özgeçmiş verdiği belirlendi. Bana göre o rakam 100 bin kişidir. Ne yapıldı? 2000 yılında 3 bin 365 kişi yakalandı. 2001’de 1596 kişi’ yakalandı. 2002’de 710 kişi yakalanmış. Bu sene AKP’nin iktidarda olduğu dönemde ortaya çıkan rakam polis ve jandarmanın açıklamalarına göre 80’i bile bulmuyor. Toplayın tüm rakamları 5 bin falan ediyor, nerede geri kalan 15 bin kişi?... Türkiye’de çok yanlış bir söylem vardır: ‘Hizbullah çöktü, PKK çöktü’ gibi. Kim söylerse söylesin, gaflet ve delalettir bu... Bir Hizbullahçıya sordum: ‘Bu kadar adam vurdun, nasıl yakalanmadın?’ Dedi ki, ‘bizi CIA elemanlarından iyi eğitiyorlar’... Emniyet Genel Müdürlüğü, valiler ve kaymakamlar içindeki örgütlenmelerde AKP neyi gözetti? Kendileri döneminde yakalanan militan sayısı neye bu kadar azalıyor?. Hüseyin Velioğlu nerede yakalandı? 450 bin marklık villada. Konya’daki, Mardin’deki saraylara bakın. Finansı bulmak EI Kaide için çok kolay. Önemli olan fedai bulabilmek. O da Türkiye’de bulunuyor.”
Otuz yıldır her yıl Türkiye’ye gelen Datça’nın Fransa’daki Bruxerolles ile kardeş kentliğini sağlayan, gerçek Türk dostları Liliane ve Alfred Screve, İstanbul’u vuran son terör saldırılarından sonra değerli yazar Mine G. Kırıkkanat’a Fransa’dan telefon ediyorlar. Liliane Screve şunları söylüyor: “Ben bugüne değin hep Türkiye’nin AB’ye girmesi gerektiğine inandım ve bu görüşü savundum. Ancak fikrimi değiştirdim. AKP hükümeti, sizin orduyu dağıtmak için AB’ye bastırıyor. Demokrasi falan istediğinden değil, salt ordudan kurtulmak için. Sakın gelmeyin bu oyuna!.. Radikal İslamcılara karşı elinizdeki tek laik güç, her şeye rağmen Türk ordusu.”18
Terör eylemlerini engellemek için istihbarat toplamak, yasal düzenlemeler yapmak devletin başlıca görevlerinden biridir ve demokratik düzen başka türlü ayakta tutulamaz.
Ülkemizde ise, son üç yılda TBMM’de bulunan çeşitli partilere mensup tüm milletvekilleri, güdümlü medyanın da desteğiyle “Demokratikleşme”, “Çağdaşlaşma”, “AB’ye uyum yasaları” gibi parlak etiketlere sarıp, halkımızın ve aydınlarımızın çoğunun beynini yıkayarak, en önemlileri dünyanın hiçbir demokratik ülkesinin mevzuatına girmemiş ve girmeyeceği muhakkak olan yasa ve anayasa değişiklikleri yaparak, terörle mücadelemizi olanaksız hale getirmişlerdir. Şöyle ki:
1- Prof. Dr. Feridun Yenisey tarafından Yargıtay C.Başsavcılığı için hazırlanan 11.6.1999 tarihli raporda da belirtildiği gibi: “Haberleşmenin dinlenmesi, suç öncesi önleme dinlemesi ve suç sonrasında yapılan adli dinleme olmak üzere ikiye ayrılır.
“Önleme dinlemesi, gerek Amerikan hukukunda ve gerekse Alman hukukunda hakim kararı olmadan yapılabilen ve bütün telefonları kapsayabilen genel bir dinlemedir.
“ ABD’nde Başkan’a, devletin birlik ve bütünlüğünü, cebir ve diğer hukuka aykırı yöntemlerle bozmaya yönelik yakın ve mevcut bir tehlike olan hallerde, hakim kararı olmadan telefon dinletme yetkisi verilmiştir.
“ Önleme dinlemesi Alman hukukunda da kabul edilmiştir ( G-10 Kanunu). Demokratik hukuk devletini tehdit eden bir tehlike mevcut bulunduğu hallerde, bazı devlet organlarına ( Verfassun geschutzbehörden des Bundes und der Lander, das Amt foürden Militarichen Abschirmdienst und der Bundernaschricht-endiest ) telefonları dinleme ve bunları kaydetme yetkisi ile, mektup ve posta gizliliği ile korunan gönderileri inceleme yetkisi verilmiştir.”
Almanya’da, G-10 Kanunu uyarınca hakim kararı olmadan telefonları dinlenen ve yazışmaları açılan ikisi hakim beş hukukçunun Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurusu üzerine, adı geçen Mahkeme şu kararıvermiştir:
“Demokratik toplumlar günümüzde çok sofistike bir casusluk ve terörizm tehdidi altındadır. Dolayısıyla devletler, bu gibi tehlikelere etkin bir şekilde karşı koyabilmek için gizli izleme ve gözetim yöntemleri uygulayabilirler.”
Vance Packart, “Elektronik Diktatörlüğü” adlı eserinde şöyle diyor: “Bugün milyonlarca Amerikalı, elektronik gözlerin, elektronik kulakların, gizli ses kayıt aygıtlarının oluşturduğu bir atmosferle çevrili bir ortamda yaşamaktadır.”
Ergin Yıldızoğlu, bu konuda şu bilgileri veriyor:
“ABD önderliğinde kurulmuş ve tüm ulusların elektronik iletişimleri de dahil, özel kişilerin veya ticari kuruluşların iletişimlerini izleyen ‘küresel’ bir casusluk ağı sözkonusudur. Bu dev kulak ‘Echelon’ diye adlandırılmıştır.”19
Abdullah Öcalan’ın bu sayede izlenmesi sağlanmış ve gittiği yerler tesbit edilebilmiştir.
Bizde de, hakim kararı olmadan önleme dinlemesi başarıyla yapılmış ve 1) Çiller, Kenan Evren, Doğan Güreş’e suikast, 2) Adana Orduevi’ne bomba atılması eylemi, 3) Alanya Plajı’na bomba atılması, 4) İstanbul Aksaray Metro istasyonu’na sabotaj, 5) Antalya’daki turistik tesislerin bombalanması, 6) Hizbullah’ın 30 olayının aydınlatılması, 7) Yahudi vatandaşlara ait işyerlerine yapılacak sabotajlar ve benzeri pek çok olay önceden haber alınarak önlenebilmiştir.20
3.10.2001 gün ve 4709/7 sayılı yasa ile Anayasamızın 22 nci maddesi şu şekilde değiştirilmiştir: “... hakim kararı olmadıkça; yine bu sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınmış merciin yazılı emri bulunmadıkça haberleşme engellenemez ve gizliliğine dokunulamaz. Yetkili merciin kararı yirmi dört saat içinde görevli hakimin onayına sunulur.”
İstisnaların uygulanacağı kamu kurum ve kuruluşları kanunla belirlenmediğinden, önleme dinlemesi ülkemizde yasal olarak olanaksız hale gelmiştir.
Önleme dinlemesi yapılacak şahıslar Türkiye’nin çeşitli yerlerindedir ve binlerce hakim, savcı ve bu kararlara imza atacak zabit katibi var. Önleme dinlemesi için hakim kararı alacağız diye, teröristlere ilişkin yapılan ihbarlar, güvenlik birimlerinin topladığı bilgiler, ayrı ayrı yerlerde, yıllarca ve binlerce hakim, savcı ve zabıt katibinin bulunduğu yerlere gidip gelecek, gizli kalacak ve bu şekilde terörle, örgütlü suçlarla, hortumcularla mücadele edilecek... Buna inanmak için insanın, Dünyayı ve ülkemizi hiç tanımamış olması gerekir.
2- Biz, doğru dürüst önleme dinlemesi yapamıyoruz ama, yapabilen ülkelerden biri, gizli dinleme ile sanıkların kimliğini saptasa veya bir kapkaççının çaldığı çantada İstanbul’u havaya uçurmak için yapılan planlar, bu suçta kullanılacak bombalar ele geçse ve bu eylemi yapacak kişinin kimliği çantadaki belgelerle saptansa veyahut bir özel şahıs veya polis memuru, gizlice şüphelendiği kişiye ait eve girerek suç delillerini elde etse; yine 3.10.2001 gün ve 4709/15 sayılı yasa ile, Dünyanın hiçbir anayasa ve yasasında bulunmayan “Kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulgular, delil olarak kabul edilemez” hükmü Anayasamızın 38’inci maddesine konulduğu için, başka delil yoksa, yukarıda açıklandığı şekilde elde edilen delillerle, herhangi bir sanığı ülkemizde cezalandırmaya olanak bulunmamaktadır. Halbuki, bizden başka her ülkede, bu çeşit delillerle sanığın cezalandırılmasına karar verilebilir.
Prof. Dr. Öztekin Tosun (Türk Suç Muhakemesi Hukuku, 2. basım, cilt 1) bu konudaki Dünyadaki ve bizdeki uygulamaları şu şekilde özetlemişti:
“Muhakeme kurallarına aykırı olarak ele geçirilmiş delillerin kullanılabileceği görüşü, oldukça eskidir. Bu görüşe göre, görevini yerine getirmeyen memur bu yüzden cezalandırılır veya disiplin cezasına çarptırılır; fakat ele geçirdiği delil muhakemede görmemezliğe gelinemez. Latince, ‘Male captum, bene retentum’ yani delil ‘kötü alınmışsa da iyi kullanılır’ denmiştir (CORDERO). Böylece kolluk memuru arama kurallarını ihlal ederek bir eve girip suç aletini alsa, kolluk memuru bu yüzden görevini kötüye kullanmaktan cezalandırılabilecek, fakat suç aleti hakim tarafından göz önünde tutulacaktır. Bunun gibi, bir kimse eve girip bir suç delilini çalsa bu çalınmış eşya mahkemede bu yüzden delil olmaktan çıkmayacaktır. Hukuka aykırı sorgu sonucu elde edilen açıklamalar delil olarak kullanılamazken, onlar dışında kalan delillerin hukuka aykırı olarak elde edilmelerinde kullanılabilmesini bu görüş yanlıları şöyle açıklamaktadırlar: Sorguda kurallara uyulmaması çoğunlukla gerçeğe aykırı açıklamalara götürmektedir, korkulan budur. Halbuki, bir kolluk memurunun hakim kararı olmadan evde arama yapmasında çoğunlukla hakim kararı olduğu zaman yaptığı aramada bulabileceği delillerden başkası bulunmuştur denilemez (SCAPA).
“Eğer hakim tarafından verilebilecek bir kararla veya başka koşullara uyularak hukuka uygun bir biçimde elde edilebildiğinden muhakemede kullanılabilecekse o delilin hukuka aykırı biçimde elde edilmesi, muhakemede kullanılmasını engellemez. (s.566).
“Delilin elde edilmesinin suç olduğu bir gerçek olabilir; fakat mantık bundan delilin kullanılmasının yasak olduğu gerçeğini çıkarmaz. Bu iki veri birbirinden tamamen ayrıdır.
“İngiliz hukukunda bu görüş yerleşmiştir; fakat istisnai durumlarda İngiliz hukukunda da hakim delilin hukuka aykırı elde edilmiş olması nedeni ile onu reddedebilmektedir. Bu tek istisna, kabulü sanığa karşı büyük bir adilik (Slealta) teşkil edeceği düşünülmesi durumudur. Ancak böyle önemli bir durumdadır ki, İngiliz hukuku hukuka aykırı olarak ele geçirilmiş delillerin muhakemede kullanılmamasına razı olmuştur (CORDERO, SCAPORONE).
“Bizce hukuka aykırı olarak elde edilmiş delillerin suç muhakemesinde hakim tarafından görmemezliğe gelinmesi kabul edilemez. Ceza hakiminin maddi gerçeği araması gereği bunu gerektirir. Doğal olarak, eğer hakime açıkça bu delilleri kullanması yasaklanmış ise, o zaman bu konu düşünülmüş taşınılmış ve kanunlaştırılmış olduğu için yapacak pek bir şey kalmaz. Bunun dışında kural, hakimin önüne getirilmiş delilleri incelemeye yetkili olduğudur; delilleri hukuka aykırı elde etmek suç ise, her suç gibi bunun da faili onun yaptırımına katlanmalıdır.
“Amerikan mahkemelerinin tutumu abartılmamalıdır; çünkü bu mahkemelerin verdiği kararlar sadece anayasada da yasaklanmış olduğu için, konut dokunulmazlığını ihlal suçunu ve özel hayatın gizliliğini ihlal suçunu işleyerek kolluğun delil elde ettiği durumlarda bu delillerin mahkemede kullanılmayacağı biçimindedir. Demek ki sadece iki suç söz konusu ise böyle bir istisna kabul edilmektedir. Ayrıca, önemli bir kararda federal suçlarda böyle olduğu, federe devletlerin kanunlarına aykırılıklarda ise mahalli mahkemelerin bu delilleri reddetmelerinin şart olmadığı belirtilmiştir. Almanya’da ise, böyle bir hükmün sadece sanığın ikrarı bakımından kabul edildiği, bunun ise böyle bir hükmü kabul etmemiş ülkelerde de böyle olduğu görülmektedir. Öğreti alanında ise, hukuka aykırı biçimde elde edilmiş delillerin mahkemelerde kullanılabileceğini sadece elde edenlerin sorumluluğu yönüne gidileceğini kabul edenler olduğu gibi, daha az yazarın bu delillerin kullanılamayacağı fikrinde olduğu görülmektedir (Cordero).
“Kanımızca, kanun koyucu hukuka aykırı biçimde elde edilmiş hangi delillerin mahkemede kullanılamayacağını istisna olarak göstermeli, tehlikeli bir yolu açmamalıdır.
“Özetlemek gerekirse hakimin muhakemede kullanamayacağı delilleri iki büyük grupta toplamak mümkün olur; mutlak yasaklı deliller ve nisbi, göreli yasaklı deliler:
“Mutlak yasaklı delilleri hakim hiç kullanamaz; bunlar tanıklık yapmaktan çekinme hakkı olanların açıklamaları veya tanıklık yasağı kabul edilmişlerin (devlet sırrı gibi) açıklamalarıdır. Bunlardan hakimin hiçbir zaman faydalanamayacağı kabul edilmelidir.
“Nisbi, göreli yasaklı deliller ise, hukuka aykırılığın sadece elde edilmesi işlemine veya biçimine bağlı olduğu durumlarda söz konusudur. Bunları hakim kullanır; fakat elde eden hakkında sorumluluk söz konusu olur. Eğer bunların hakim tarafından kullanılmaması uygun bulunuyorsa, kanun koyucu bunu açıkça belirtmelidir; açıkça yasaklamadığı durumlarda bu deliller kullanılmalıdır. (s.272).”
Prof. Dr. Feridun Yenisey, bu konuda şu ilginç örneği veriyor:
“Türkiye’nin Hamburg Konsolosluğu telefonlarını dinleyen Alman Anayasayı Koruma Teşkilatı, hapishanede hükümlülerle görüşen bir kişinin konsolosluğa düzenli olarak siyasi hükümlülerle ilgili bilgi verdiğini tespit ederek, bu kişi hakkında casusluktan dava açmıştır. Dava sırasında diplomatik dokunulmazlığı bulunan konsolosluğun telefonlarının dinlenmesinin hukuka aykırı olduğu ve bunlardan elde edilen bilgilerin delil olarak kullanılamayacağı ileri sürülmüşse de mahkeme diplomasi dokunulmazlığı ayrıcalığının konsolosluk görevlilerini koruduğunu, konsolosluğa bilgi veren kişi bakımından ise bir koruma getirmediğini kabul ederek delilin kullanılabileceğine karar vermiştir.” (21)
3- Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 143/1 nci maddesine koyduğumuz “Müdafi hazırlık evrakı ile dava dosyasının tamamını inceleme ve istediği evrakın bir suretini harçsız alma hakkına sahiptir” hükmü ile, hakim kararı ile yapılabilecek kısıtlama dışında Dünyada ilk defa hazırlık soruşturmasında gizliliği biz ortadan kaldırdık.
Dünyanın sayılı Ceza Muhakemesi Hukuku öğretim görevlilerinden Albin Eser ve Ackerman, bu konuda şunları söylüyor: “Bütün Dünyada gizlilik kabul edilmesinin gerekçesi şudur: “Müdafi dosya muhteviyatını öğrenirse, savcının hazırlamakta olduğu işlemler başarıya ulaşamaz... Toplanmakta olan deliller de karartılabilir.”22
2003 yılı içinde Yargıtay’da düzenlenen bir sempozyumda konuşmacılardan biri “Yasal düzenlemelerde Avrupa’yı solladık” deyince; o zamanki Yargıtay C. Başsavcısı Sabih Kanadoğlu “Kazaların çoğu hatalı sollamadan doğuyor” demek zorunda kalmıştır.
4- İngiltere, tüm sanıkların sorgularında avukat bulunduran nadir ülkelerden biriydi. 1989 yılında gerçekleşen ve pek çok kişinin ölümüne neden olan bir terör eyleminden sonra İngilizler derhal “Police and Criminal Evdince Act” yasasını, “Avukat gözetiminde yapılan sorguda, bilim haline gelmiş sorgu teknikleri uygulanmadığı ve iyi sonuç alınamadığı” gerekçesiyle değiştirdiler. Yakalanan terör suçu sanıklarının polis tarafından yedi güne kadar gözaltında tutulması kabul edildi ve poliste alınan ifade sırasında avukat bulundurma hakkı gibi haklardan terör suçu sanıklarının yararlandırılması yolu kapatıldı.23
Bizde de benzer uygulama varken, CMUK’nu değiştirdik. Artık terör suçu sanığının sorgusu da ancak avukat nezaretinde yapılabiliyor.
5- Çıkardığımız af yasalarıyla teröristleri serbest bırakıp sokağa salarken; teröristlerle mücadele ederken yetkilerini aştığı için suç işlediği kabul edilen kişileri ısrarla hapishanelerde bıraktık.
6- Terörle mücadele bilgi, cesaret ve deneyim işidir. İstanbul’da Hizbullah terör örgütüne karşı operasyonları yapıp, bu örgüte en büyük darbeyi indiren polis şefi, bazı çevreleri rahatsız etmiş olacak ki, AKP iktidarı zamanında pasif göreve alındı ve ekibi darmadağın edildi.
7- Sayın Emin Çölaşan’ın da yazdığı gibi: “AKP iktidarı zamanında bölücülük propagandası suç olmaktan çıkarıldığı gibi, ‘Eve Dönüş’ yasası ile (sağcı, solcu, şeriatçı, Hizbullahçı, PKK’lı vesaire) teröristi salıverdik. Bunların bir tanesi bile silahıyla örgütünden gelip teslim olmadı. Tamamı cezaevlerinden salındı, pek çoğu örgülerine geri döndü. AB’nin baskısıyla uyum yasaları çıkardık, ‘Demokratik’ olduk! Polisin, savcının, mahkemelerin yet kilerini ellerinden aldık, bellerini kırdık. Hepsinin elini kolun u bağladık... Hükümet şimdi de DGM’leri kaldırmak için çaba harcıyor!”24
Yargıtay Onursal C.Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, “Düşünce Özgürlüğü sağlıyoruz” bahanesiyle, “bölücülük propagandasının serbest bırakılması” hususunda şunları yazdı:
“Düşünce özgürlüğünün sınırsız olduğu ileri sürülemez. Sınırsız düşünce özgürlüğünün bulduğu bir toplumda hiç kimse özgür ve güvencede olamaz. O nedenle İHAS’nin 10/2. maddesinde, düşünce (ifade) özgürlüğünün kişilere görev ve sorumluluk yüklediği vurgulanmakta, demokratik bir toplumda zorunlu önlemler niteliğinde olarak ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün... Korunması için yasayla öngörülen bazı biçim koşullarına, sınırlamalara ve yaptırımlara bağlanabileceği öngörülmektedir. Anayasamızın 26/2. maddesinde de düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün kullanılmasının ‘...Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması... ‘amaçlarıyla sınırlanabileceği açıklanmıştır... Türk Devleti’nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü korumak anayasamızın temel felsefesidir. Kopenhag kriterlerine de aykırı düşmemektedir.”25
8- AKP hükümeti, bunlar yetmiyormuş gibi, bir dizi ‘Yerel Yönetimler Yasası’ çıkarmaya çalışıyor. Söz konusu tasarılar aynen yasalaşırsa olacakları Cemil Tosun şöyle değerlendiriyor: “Kürtçülere gün doğacak, PKK’nın ekmeğine yağ sürülecek!.. Karayolları, köy hizmetleri, sağlık ocağı, dispanser, hastane, spor salonları, stadyumlar, Çocuk Esirgeme Kurumu yurtları ve belediyelere geçen diğer kurumların birimlerinde PKK örgütlenme fırsatı bulacak, bir anlamda bu bölgelerimizde PKK devleti ele geçirmiş olacak... Bu yasa ile devlet salam gibi dilim dilim doğranacak, dincilere, Kürtçülere ve çetelere dağıtılacak ve adına ‘yerinden yönetim’ denilecek. Sevsinler böyle yerinden yönetimi!..”
9- Yine 3.10.2001 gün ve 4709/15 sayılı yasa ile Anayasamızda değişiklik yaparak, ölüm cezasını kaldırdık. Halbuki zaten infaz etmiyorduk ve AB’ne taahhüdümüz, bu cezayı hemen değil, orta vadede kaldırmaktı. Ben o tarihlerde, 10’a yakın televizyon programında konuşarak, değişiklikten önce milletvekillerimizi uyardım: “Abdullah Öcalan asılırsa bölücü terör eylemleri artabilir; idam cezasını kaldırırsanız onu kurtarmaya yönelik eylemler ve dış baskılar olur. Bir örgütü en çok zayıflatan şey, eylemlerinin azalmasıdır. Eylemler, Abdullah Öcalan asılır korkusuyla azaldı. Bu cezayı hemen kaldırın, yeni eylemlere yol açmayın” dedim, dinleyen olmadı. Açıkladığım nedenle bazı eylemler başladı bile, bakalım hangi boyutlara ulaşacak.
10- Emekli olduğu güne kadar, 13 yıl Federal Almanya’nın Başsavcılığını yapan Prof. Dr. Kurt Rebmann şöyle diyor:
“Kanaatimce, önemli terör suçlarında başsavcılığın merkezi bir şekilde araştırmaları yürütmesi çok önemlidir. Terör alanında etkili bir ceza koğuşturması yapılması ancak bu şekilde mümkün olabilmektedir. Suça ilişkin araştırmalar tek elden koordineli bir şekilde yönetilmektedir. Merkezi ceza koğuşturması sırasında toplanan değerli bilgiler diğer olaylarda tekrar kullanılabilmektedir. Terör suçlarında yöresel çevre dışına çıkan ilişkiler vardır. Bu suçların işlenmesinde yeknesak bir metod söz konusu olur. Merkezi bir Başsavcılık makamı ile yargılama yetkisinin belli mahkemelerde yoğunlaştırılması bu ilişkileri ve yeknesak metodu algılama açısından elverişlidir. Bunun dışında terör eylemlerinin uluslararası yönü de göz önünde tutulduğunda koğuşturma yetkisinin bir organda toplanması çok olumlu sonuçlar vermiştir.”26
Bizde ise “Türkiye Cumhuriyeti Başsavcılığı” kurulması bir türlü gerçekleştirilememektedir.
Her ulusun lâyık olduğu rejimle yönetilmesi, siyaset biliminin değiştirilmesi zor kurallarından biri galiba.. Seçtiklerimizle, alkışladıklarımızla, açıkladığım tüm hususlara verdiğimiz destekle, terörden şikayete hakkımız var mı acaba? Kendi düşen ağlamamalı...
KAYNAKÇA
1- Prof. Dr. Yılmaz Altuğ, İÜHFM, 1986-1987, s.47.
2- Prof. Dr. Mümtaz Soysal, 100 Soruda Anayasanın Anlamı, s.188.
3- IÜHFM, 1982, s.797.
4- Feyiz Erdoğan, Uluslararası Terörizm ve Terörizmle ilgili Alman Ceza Hukuku, Askeri Adalet
Dergisi, Ocak, 1994, s.41.
5- İ.Ü. Hukuk Fakültesi Mecmuası, Hirş’e Armağan Özel Sayısı, Temel Hakların Kaybı ve Parti
Kapatma.
6- Nuray Mert, Vahşi Kapitalizm Terörü, 27.11.2003 tarihli Radikal Gazetesi.
7- I. Herald Tribune, 21.11.20903.
8- Osman Ulagay, Sorun Karmaşık, Liderler Çapsız, 24.11.2003 tarihli Milliyet Gazetesi.
9- Erdal Şafak, İstanbul Neden Vuruldu. 18.11.2003 tarihli Sabah Gazetesi.
10- Osman Ulagay, Sorun Karmaşık, Liderler Çapsız, 24.11.2003 tarihli Milliyet Gazetesi.
11- Özgen Acar, Bombaların Gerçek Hedefi, 18.11.2003 tarihli Cumhuriyet Gazetesi.
12- 11.11.2003 tarihli Radikal Gazetesi.
13- Ergun Poyraz, Hilafet Ordusundan Arap Kürt Partisi’ne, s.41 ve devamı.
14- Erdal Atabek, Teröristin Sosyal Portresi, 24.11.2003 tarihli Cumhuriyet gazetesi.
15- Ümit Zileli, Dinci Terörle Mücadele, 27.11.2003 tarihli Cumhuriyet Gazetesi.
16- Y.Gökalp Yıldız, Neden Türkiye Terörün Hedefinde, 26.11.2003 tarihli Akşam Gazetesi.
17- Mine G.Kırıkkanat, Uyanın Ey Gafiller, 21.11.2003 tarihli Radikal Gazetesi.
18- Mine G.Kırıkkanat, Dinsiz Terör, Adsız Terör, 22.11.2003 tarihli Radikal Gazetesi.
19- Ergin Yıldızoğlu, 4.6.2001 tarihli Cumhuriyet Gazetesi.
20- Sabahattin Önkibar, Telekulak’ın Perde Arkası, 9.6.1999 tarihli Türkiye Gazetesi.
21- Hukuka Aykırı Deliller, İstanbul Barosu Yayını, s.138.
22- Prof.Dr. Feridun Yenisey, Hazırlık Soruşturması ve Polis, s.53.
23- R.Morgan, Pre-Trial Detention in England and Walese
24- 21.11.2003 tarihli Hürriyet Gazetesi.
25- Sabih Kanadoğlu, 6. Uyum Paketinde Devletin Bölünmezliği, Müdafa-i Hukuk Dergisi, Haziran,
2003.
26- Hukuk Devletinde Terör ve Örgütlü Suçla Mücadele, Umut Vakfı Yayım., s.68.
http://mudafaai-hukuk.com.tr/arsiv/aralik03_03.htm
..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder