25 Ocak 2015 Pazar

SUUDİ ARABİSTAN - TÜRKİYE İLİŞKİLERİ.., 1




SUUDİ ARABİSTAN - TÜRKİYE İLİŞKİLERİ.,1




 Doç. Dr Muhittin ATAMAN
Abant İzzet Baysal Üniversitesi
Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı

TEMKİNLİ İLİŞKİLERDEN ÇOK-TARAFLI BİRLİKTELİĞE



 



Benzer kaygılar taşıyan bölgenin iki önemli ülkesi son yıllarda hızla yakınlaşmaya başlamıştır.

  ''  Türkiye’nin geleneksel Batı yanlısı bölgesel dış politikasından sapmalar görülmekle birlikte yeni anlayışın Arap devletleri tarafından benimsenmesi
zaman alacaktır. Bu çerçevede, Batıya bağımlılığı devam eden, fakat giderek çıkarları Batıyla çatışan Suudi Arabistan ile ilişkilerinin iyileşmesi beklenebilir. ''



Arabistan yarımadasının en büyük ve güçlü ülkesi olan Suudi Arabistan, Osmanlı İmparatorluğu’na karşı uzun süren bir mücadelenin neticesinde Birinci Dünya Savaşı’ndan sekiz yıl sonra Suud ailesi tarafından kuruldu. Dolayısıyla, devletin kurulmasından sonraki dönemde, özellikle müttefikleri İngilizlerin propagandasının da etkisiyle, Türklere karşı genellikle olumsuz bir algılama vardı. Türkiye ile Suudi Arabistan ilişkileri tarihsel olarak genellikle soğuk olmuştur. 19. yüzyılda ve 20. yüzyılın başlarında Suud ailesiyle Arabistan yarımadasını elinde bulunduran Osmanlı Devleti arasında çok sayıda çatışma oldu. Osmanlı Devleti, 19. yüzyılda sık sık sorun çıkaran Suud ailesini birkaç kez cezalandırdı. Yüzyıllarca Türklerin elinde bulunan “kutsal topraklar” önce Mekke Şerifi Hüseyin’in, daha sonra Suud ailesinin hakimiyetine geçtikten sonra da soğukluk devam etti. Cumhuriyet tarihi boyunca iki ülke siyasal rejimleri ile ekonomik ve toplumsal yapıları arasındaki farklılıklar dolayısıyla Riyad ile Ankara arasında yakın ilişkilerin kurulması mümkün olmadı.

Suudi Krallığı aslında iki ailenin hakimiyetinde olan bir devlettir. Suud ailesi (Muhammed bin Suud’un torunları) ekonomik ve siyasi alanı, Şeyh ailesi (Muhammed bin Abdulvahhab’ın torunları) ise toplumsal ve dinsel hayatı kontrol etmektedir.

1932 yılında Suudi Arabistan Krallığı ilan edildiğinde ilk tanıyan ülke Türkiye olmasına rağmen iki ülke arasındaki ilişkiler genellikle düşük düzeyde kaldı. Büyük kısmı inşaat işçiliği, lokantacılık, berberlik, oto tamirciliği, mobilyacılık gibi işlerde çalışan yaklaşık yüz bin civarında Türk’ün yaşadığı Suudi Arabistan, şeriat kurallarına dayalı bir krallık olmasından dolayı, yüzü Batıya dönük laik Türkiye Cumhuriyeti’nin uzun süre bölgede en uzak kaldığı devletlerin
başında geldi.


Osmanlı Dönemi İlişkiler (1745–1918)

Suudi Arabistan devletinin dayandığı en önemli temellerden biri Vahhabi anlayışıdır. 1730’larda ortaya çıkan Vahhabi hareketi 1745’te Suud
ailesi tarafından benimsendikten sonra Arabistan yarımadasının Necid bölgesinde iki ailenin dayanışmasıyla önemli bir siyasal güce dönüştü.
Vahhabi anlayışının temsilcisi Suud ailesinin gün geçtikçe güçlenmesi üzerine yarımadayı denetiminde tutan Osmanlı Devleti, bu yeni ve radikal siyasal ve dinsel harekete karşı bazı tedbirler almak zorunda kaldı. Çünkü bu hareket, Osmanlılardan bağımsız olarak kendi inanç ve düşüncelerine göre şekillenen bir devlet kurmayı amaçlıyordu. İbni Suud’un 1765 yılında ölmesinden sonra oğlu Abdülaziz Osmanlı karşıtı mücadelesini devam ettirdi. Abdülaziz liderliğindeki Vahhabi isyancılar 19. yüzyılın başlarında Hicaz bölgesi dahil Arabistan Yarımadası’nın büyük bir kısmını ele geçirdi. Bunun üzerine Osmanlı
Devleti, Vahhabilere karşı Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’dan yardım talep etti. Mehmet Ali Paşa ve oğulları kısa sürede Hicaz’ı ele geçirerek Vahhabi
kuvvetlerini dağıttılar. Bazı Vahhabi liderleri yakalanıp İstanbul’a gönderildi ve Osmanlı Devleti tarafından idam edildiler.

Türki bin Abdullah Vahhabi güçlerini tekrar toplayarak 1821 yılında Riyad merkezli bir Vahhabi devleti ilan etti. Askeri tedbirlerle Osmanlıya tabi kılınan bu devlet 1891 yılında dağıldı. Ancak II. Abdülaziz bin Suud tarafından 1902 yılında tekrar kuruldu.

Bu tarihte Kuveyt’te sürgünde bulunan Abdülaziz b. Suud Riyad’a dönerek yeniden siyasal birlik arayışlarına başladı. Giderek güç kaybeden Osmanlı Devleti bu fiili durum karşısında Abdülaziz’in babası Abdurrahman’ı Riyad kaymakamı olarak tayin ederek sorunu çözmeye çalıştı.
Balkan Savaşları sırasında Osmanlı askerlerinin bölgede azaltılmasını fırsat bilen Necid Emiri ve Vahhabi İmamı Abdülaziz
bin Suud, 1913 yılında idari merkez olan Hassa’yı ele geçirdi.

 



Ekmeleddin İhsanoğlu’nun İslam Konferansı Örgütü Genel Sekreteri olması da gelişen ilişkilerde önemli bir faktör oldu.



Akabinde İngilizlerle işbirliği yaparak gücünü arttırdı. İngilizlerle varılan antlaşmaya göre, ele geçirdiği topraklar kendisinde kalacak ve oğullarına geçecekti. Abdülaziz de bunun karşılığında İngiliz yanlısı bir siyaset izleyecek ve Hicaz bölgesine müdahale etmeyecekti. Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’nda yenilmesi ve ortadan kalkması üzerine Abdülaziz Hicaz’ı ele geçirdi ve 1924 yılında kendisini “Necid ve Hicaz Kralı” ilan etti.

Mekke Şerifi Hüseyin ile 1921–1926 yılları arasında girişilen mücadele neticesinde Arabistan Yarımadası’nın büyük bir kesimini kapsayan bir devlet kurdu. 1927 yılında İngilizler tarafından bağımsızlığı kabul edilen bu devletin adı 1932 yılında “Suudi Arabistan Krallığı” olarak değiştirildi. Kısacası, Suudi Krallığı öncelikle Osmanlıya karşı mücadele edilerek kurulan bir Arap devletidir.

Cumhuriyet Dönemi İlişkileri (1923–2002)


Osmanlı Devleti’nin yıkılması üzerine kurulan Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı topraklarında kurulan devletlerin siyasal bağımsızlıklarını tanıdı. Suud ailesinin kurduğu Necid ve Hicaz Krallığı ile de kuruluşundan hemen sonra 3 Ağustos 1929 tarihinde bir Dostluk ve Barış Antlaşması imzalayarak yeni devletle diplomatik ilişkiler kurmuş, siyasal bağımsızlığını ve ülkesel bütünlüğünü kabul ettiğini ilan etmiştir.
Ancak iki ülke ilişkilerinde 1980’li yıllara kadar kayda değer olumlu bir gelişme yaşanmamıştır. Cumhuriyetin ilanından 1980’lere kadar siyasal rejimleri farklı olan iki ülke, ilişkileri geliştirmek için çaba sarf etmedi.

Düşük profilli kalan ilişkilerde 1960’lı yıllarda kısa süreli bir iyileşme görüldü. İslam birliği fikrini ilerletmek amacıyla düzenlenen bir konferans çerçevesinde Kral Faysal 1966 yılında Türkiye’ye kısa süreli bir ziyaret gerçekleştirdi. Bu ziyaret, Suudi Arabistan’dan Türkiye’ye Kral düzeyinde yapılan ilk, uzun süre içinde tek, ziyaret olmuştur.

    Suudi Arabistan ile Türkiye’nin terör hareketlerinden etkilenmesi ve giderek Batıyla çelişen siyasetler izlemek zorunda kalması sonucu, bölgesel
istikrarın korunması konusunda birlikte hareket etme konusundaki kararlılıkları iki ülkeyi birbirine daha çok yakınlaştırmıştır.



Kral Faysal’ın ziyaretine cevap gelmeyince çekingen tavırlar sürmüştür.



1983’ten sonra Türkiye’de siyasal ve ekonomik alanda önemli değişiklikler yaşandı. Bu döneme damgasını vuran Özal Hükümetleri, Türkiye’nin siyasi ve ekonomik yapısını yeniden yapılandırma süreci başlattı. Bu çerçevede, Ortadoğu ülkeleri başta olmak üzere Müslüman ülkelerle ilişkilerde
önemli gelişmeler oldu. Özal Türkiye’si ihracata dayalı ekonomik kalkınma modelinde başarılı olmak ve ülkenin petrol ihtiyacını güvenli bir şekilde sağlamak için Suudi Arabistan’a karşı olumlu bir yaklaşım benimsedi. İkili ilişkilerdeki önemli gelişmeler karşılıklı ziyaretlere de yansıdı. 1984 yılında Cumhurbaşkanı Kenan Evren, 1985 yılında ise Başbakan Turgut Özal Suudi
Arabistan’ı ziyaret etti. Suudi Arabistan Veliaht Prensi Abdullah da 1984 yılında Türkiye’yi ziyaret etti. Ekonomik boyutta önemli gelişmeler oldu. Dışa açılma stratejisini benimseyen Türkiye bu ülkeye yönelik ihracatını arttırdı; Türk firmaları da önemli müteahhitlik hizmetleri sunmaya başladı. Türk girişimciler farklı sektörlerde Suudi Arabistan’da yatırımlar yapmaya başladı.

Soğuk Savaş’ın bitiş yıllarında bölgede meydana gelen Birinci Körfez Savaşı sırasında iki ülke ilişkilerinde önemli bir kırılma yaşandı. Birleşmiş Milletler kararları ve ABD siyaseti doğrultusunda kararlı tavır takınan Türkiye, Suudi Arabistan’ın güvenini kazandı. Soğuk Savaş siyasetinin de sona ermesiyle birlikte iki ülke dış politikasında paralellikler oluşmaya başladı. Türkiye’nin Saddam Hüseyin karşıtı siyaseti dolayısıyla yaşadığı mali kayıpları telafi etmek için Suudi Arabistan Türkiye’ye 1,2 milyar dolar, Türk Savunma Fonu’na da 1 milyar dolar tutarında petrol hibe etti. İkili ilişkilerin geliştiğinin bir göstergesi olarak Başbakan Süleyman Demirel 1993 yılında Suudi Arabistan’ı ziyaret etti.

1990’lı yıllarda Türk iç siyasetindeki zikzaklar, dış politikada da gelgitler yaşanmasına neden oldu. 1996 yılında iktidar olan Erbakan-Çiller
Koalisyonu zamanında en azından söylem bazında iyileşmeler görüldü. Akabinde yaşanan 28 Şubat sürecinde ise ikili ilişkilerde gergin bir
hava oluştu. Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) Hükümeti’nin kurulmasıyla sonuçlanan 2002 yılı genel seçimlerinin öncesinde iki ülke ilişkilerinde
bir kriz yaşanmaktaydı. Osmanlı Döneminde Mekke’de yapılan Ecyad Kalesi’nin Suudi yetkililer tarafından yıkılmasına Türkiye’den duyulan
tepkiler üzerine yaşanan kriz fazla büyümeden atlatıldı.

AK Parti Dönemi İlişkiler (2002–2009)

AK Parti iktidarı Müslüman ülkelerle ilişkilerinde ciddi bir yeniden yapılanma süreci başlattı. AK Parti Hükümeti ile Türkiye-Arap ülkeleri ilişkileri daha çok “güven arttırıcı önlemler” siyaseti olarak başladı. Bu bağlamda önce sorunların üstesinden gelindi daha sonra işbirliği alanlarının genişletilmesi üzerinde çalışıldı. Türkiye’nin geleneksel Batı yanlısı bölgesel dış politikasından sapmalar görülmekle birlikte yeni anlayışın Arap devletleri tarafından benimsenmesi zaman alacaktır.

Bu çerçevede, Batıya bağımlılığı devam eden, fakat giderek çıkarları Batıyla çatışan Suudi Arabistan ile ilişkilerinin iyileşmesi beklenebilir. Türkiye’nin bölgesel inisiyatiflerinin artmasıyla birlikte dışlanması durumunda, Ankara’nın İsrail’e ve Batı’ya daha çok yakınlaşacağını ve bunun da Suudi çıkarlarının aleyhine olması beklenebilir. Bundan dolayı Suudi Arabistan, Türkiye ile asgari müştereklerde işbirliği yapmanın yollarını aramaktadır.1


DEVAM EDECEK
 ..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder