19 Ağustos 2019 Pazartesi

UYUŞTURUCUDAN SUSURLUK'A BÖLÜM 33

UYUŞTURUCUDAN  SUSURLUK'A  BÖLÜM 33


Fabrikatör  DOGU PERİNÇEKTEN  Mektup  
Mesut Yılmaz'a Suikast,
21/7/2001 - 11:00 
Atin,




Uyuşturucudan Susurluk'a dizimizde Fabrikatör Perinçek'in TBMM Susurluk Araştırma Komisyonu'ndaki ifadesine yer verdik.
Dikkat ederseniz Perinçek çok önemli şeyler anlatıyormuş gibi uzun uzun komisyonun zamanını alıyor. Esasında anlattıkları "kahve sohbeti"nden öteye gitmeyen, "mışlı", "mişli", hiç bir dayanağı olmayan bilgiler.
Detaya girmeden Perinçek'in nasıl yalan uydurduğunu, ne şekilde "fabrikasyon" haber yarattığını gözler önüne sereceğiz.
1997 senesinin ilk ayları. "Perinçek" grubu Türkiye'yi karıştırmak için bir tertip hazırlıyor: Mesut Yılmaz'a suikast teşebbüsü.

Bunun için senaryo hazırlanmış, oyuncular bulunmuş. Oyuncular Murtaza Didin, Hacı Türkkanı ve Veysel Kaya isimli üç "Ülkücü".
Murtaza ve Hacı Gölcük'te yaşıyorlar. Gölcükte ilk önce Büyük Birlik Partisini kuruyorlar. Bu davranışlarına "Ülkücü" camia tarafından tepki gösterilmesi üzerine BBP'yi feshederek MHP'ye katılıyorlar.
Her ikisinin de parasızlıktan nefesi kokuyor, ayrıca 1.5 milyar TL. de borçları var.
Murtaza ve Hacı tam bu dönemde "Perinçek" grubunun eline düşüyor. İlk temas Murtaza ile kuruluyor.
21 Ocak 1997 tarihinde Murtaza, Hacı ve Veysel İşçi Partisine ait, biri Ford Sierra marka, siyah renkli İstanbul plakalı iki oto ile Gölcük'ten alınarak İstanbul Atakent Çankaya Sitesi'ne götürülüyorlar.
Burada okulun bitişiğindeki 5 katlı ve balkonunda çanak anten bulunan Kamil Dede'nin kardeşi Ali Dede'ye ait bir daireye yerleştiriliyorlar.
Kendilerini ağırlayanlar Feyza Perinçek, Kamil Dede, Özay ve Akif isimli şahıslar. Kamil Dede burada onlara "kod" isimler de veriyor. Hacı Türkkanı "Mehmet Gür", Murtaza Didin "Osman", Veysel Kaya ise "Veli" kod isimlerini alıyorlar.
Perinçek grubu, ağlarına düşmüş olan Ülkücülere, 10 bin DM vererek borçlarını ödeyeceklerini, ayrıca 500 milyon TL. para vereceklerini, ailelerine ömür boyu bakacaklarını, kendilerini yurt dışına çıkaracaklarını söz veriyorlar. Hatta isterlerse Doğu Perinçek'in iyi ilişkileri olan Fidel Kastro'nun ülkesi Küba'ya yollayabileceklerini ilave ediyorlar.
Mesut Yılmaz'a suikast teşebbüsü, öldürme veya yaralama amaçlı planlanmıyor. Eylem korkutma amaçlı yapılacak, havaya doğru ateş edilecek. Halkın linç etme tehlikesine karşı, eylemin polislere yakın bir yerden yapılması düşünülüyor. Eylem sonrası Hacı bütün suçu Murtaza'nın üstüne atacak.
Eylemin gerekçesi de hazır. Mesut Yılmaz'ın Susurluk olayını çok abartması, Abdullah Çatlı ve çok değerli devlet adamı Mehmet Ağar'ı yıpratması ve PKK lideri Öcalan ile aynı ağızdan konuşması. 
Bu arada Murtaza Didin'i televizyona çıkarıp Ülkücü Kemal Ökten'e ait İstanbul yakınlarındaki bir çiftliğin Ülkücülerin kampı olduğunu ve burada silahlı eğitim yaptırıldığını söyletmeye karar veriyorlar.
Yayın'dan önce Feyza Perinçek, can güvenliğini sağlamak için Gölcük'e giderek Murtaza'nın eşini İstanbul'a getirerek ayrı bir eve yerleştiriyor.
Murtaza TV'ye çıkmadan ödenmesine söz verilen avans verilmeyince ve Hacı TV'ye çıkıp Kemal Ökten ve Ülkücü camia aleyhinde ifade vermeyi reddedince plan bozuluyor. 
Kemal Dede ve Feyza Perinçek, bu aşamada olayın öneminin kalmadığını belirterek, Adana'dan gelecek olan altı kişilik bir başka Ülkücü grup ile başka planlamalar yapmak üzere Hacı ve Veysel'i serbest bırakıyorlar.
Ayrılmadan önce Kamil Dede onlardan, "21-23 ocak 1997 tarihleri arasında İstanbul'da bulunduklarını, Aydınlık Gazetesi mensuplarıyla kendi istekleriyle görüşme yaptıklarını, hiç bir baskı altında kalmadan bazı açıklamalarda bulunduklarını" belirten yazılı bir açıklama alıyor. 
Herhangi bir olayda kendilerinin bulabileceği iki İstanbul telefon numarası ve 3'er milyon para veriyor.
Olayı haber alan İstanbul Polisi şahısları yakalıyor, Ali Dede'nin evinde arama yapıyor ve neticede Türkiye'yi karıştırmak için planlanan bir senaryo tatbikata konulamadan açığa çıkarılıyor.

Bir başka misal verelim. 



Perinçek TBMM Susurluk Komisyonu'na verdiği ifadelerde Çiller'lerin uyuşturucu kaçakçılığının içinde olduğunu, Özer Çiller'in "Nükleer Madde" kaçakçılığı yaptığını söylüyor. Esasında bu iddiaya "Çiller Özel Örgütü" isimli kitabında da yer vermiş, birçok basın açıklamasında da aynı iddiaları tekrarlamıştı.

PERİNÇEK'İN İDDİASINA GÖRE ÖZER ÇİLLER - HÜSEYİN DUMAN 

Perinçek bu iddiasını ispat için Van Emniyet Müdürlüğü'nce aranan, aynı zamanda silah ve nükleer element kaçakçılığı da yapan Hüseyin DUMAN isimli kaçakcı ile Özer Çiller'i tavla oynarken görüntüleyen bir resim de yayınlamış. Yanda görülen bu resim hala e-posta kanalıyla binlerce kişi arasında dolaşıp duruyor. 

PERİNÇEK'E GÖRE ÖZER ÇİLLER'İN LACOSA GMBH ADLI ALMAN FİRMASI İLE YAPTIĞI KAÇAKÇILIK ANLAŞMASI 

Ayrıca resmi tamamlayan bir de belge var. Perinçek bu belgeye göre Özer Çiller'in Hüseyin Duman ile birlikte, Lacosa GmbH adlı Alman firmasıyla parça başına komisyon karşılığında nükleer madde sağlama sözleşmesi yaptığını iddia etmiş.
Bu haber tamamen düzmece. Resimlerin üzerine basarsanız bu konuda detay bilgi alabilirsiniz. Bir kere resimdeki şahıs Hüseyin Duman değil. İkincisi resimde başkaları da var. Birisi Doğan Medya Grubunun sahibi Aydın Doğan. Üçüncüsü yayınladığı sözleşme belgesinde bir isim silinmiş. Silinen ismin de Aydın Doğan'a ait olduğu anlaşılıyor.

Meclis zabıtlarına da geçen bu fabrikasyon haber, bakın nerelere kadar ulaşmış: 

Radikal gazetesinde 22.01.1997 tarihinde yayınlanan bir makalede "Uluslararası nükleer madde kaçakçılığı ile Alman gizli servisinin ilgisi bulunduğu öne sürülerek, Almanya bağlantısı iddiasına yer verilmiş" 
29.01.1997 tarihli Cumhuriyet gazetesinde yeralan bir haberde ise, Interpol'ün Avrupa ayağı sayılan EUROPOL'ün 1996 raporunda uyuşturucu konusunda Türkiye'yi suçlayıcı ifadeler kullanılmasının yanısıra, Özer ÇİLLER'in silah ve uyuşturucu kaçakçısı Hüseyin DUMAN ile çok sıkı ilişki içinde bulunduğu ve adıgeçen kişilerin Ukrayna'dan kaçak olarak nükleer madde getirdiğinin de belirtildiği açıklanıyor.
Bu haberleri Tansu Çiller'in Uyuşturucu kaçakçılığı içinde olduğuna dair Almanya'da bir hakimin kararı ve İngiltere'deki benzer suçlamalar takip ediyor.
Gördünüz mü bir fabrikasyon haberin nerelere kadar ulaştığını.
Zarar gören sadece Çiller ailesi olsa neyse. 
Ya Türkiye'nin üç paralık olan itibarı?
Perinçek'i öyle birkaç satırla anlatmak zor. O kadar çok marifeti var ki.

http://www.atin.org/detail.asp?cmd=articledetail&articleid=344

*********

Doğu Perinçek (1)

7/7/2001 - 11:00 
Atin,



Uyuşturucudan Susurluk'a dizisinde, TBMM Susurluk Komisyonu'nun bu günkü misafiri "Fabrikatör", yani yalan haber üreticisi Doğu Perinçek.
Her zamanki edepsizliği ile ilk önce Komisyon üyeleri ile takışarak işe başlıyor.
Yine ilk hedefleri arasında Şehit MİT Müsteşar Yardımcısı Hiram Abas ve Mehmet Eymür var. Adresini, resmini, telefonunu yayınlayarak şehit edilmesine neden olduğu Hiram Bey'in ölüsünden, bile korkuyor.
Aşağıda, Perinçek'in anlattıkları içinde hiç mi doğru yok. Tabii ki var. Zaten onun bütün taktiği, doğrulardan fabrikasyon yaratmak.
Ancak kesinlikle ifade ederiz ki Hiram Abas ve Mehmet Eymür'le ilgili iddialarında en ufak bir doğruluk payı yoktur. Onun delil var, ispat edildi gibi laflarına bakmayın. Olmayan bir şeyi nasıl delillendirecek ki? Ama Perinçek bu, bir önceki lafını bir sonrakine delil gösterebilir tabii. 
İfadesi bittikten sonra, analizini yaparken Perinçek'i size anlatmaya devam edeceğiz.
Evet, Fabrikatör Perinçek Mecliste

Doğu Perinçek
24.12.1996



BAŞKAN - Sayın Perinçek, hoş geldiniz. Yalnız, biz, sadece sizi dinleyeceğiz. 
İŞÇİ PARTİSİ GENEL BAŞKANI DOĞU PERİNÇEK - Benim genel başkan yardımcım; bana yardımcı olacak. 
BAŞKAN - Olsun... Biz, sadece sizi çağırdık. Gerekirse, onu da ileride dinleriz. 
DOĞU PERİNÇEK - Konuşma sırasında bana yardımcı olabilir de, onun için... 
D. FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Sayın Başkan, bir mahzuru yok; bilgiyi verecek olan kişi... 
DOĞU PERİNÇEK - Efendim, ben, savcılığa bilgi vermeye gelmedim ki!.. Eğer, öyle bir şeyse buraya gelmem zaten. 
BAŞKAN - Hayır savcılık değil; ama, bir usül vardır, her şeyin bir usulü vardır; o usule uymak zorundayız. 
DOĞU PERİNÇEK -Hangi usul?!. Hangi Meclis İçtüzüğünde... Ben, bunları inceleyerek geliyorum. 
BAŞKAN - Tartışmaya yol açmayalım da... Peki, buyurun. Sayın Perinçek, her şeyden önce hoşgeldiniz; davetimize icabet ettiniz. Siz, gerek Cumhurbaşkanımıza, gerekse Büyük Millet Meclisimize ve gerekse Komisyonumuza birtakım bilgi ve belgeler verdiniz, yazılı olarak. Bunlar elimizde mevcut. Bunları arkadaşlarımız inceledi, hep beraber inceledik, gerekli değerlendirmelerimizi yaptık ve değerlendirme neticesinde, sizin de bilginize, burada bizzat başvurma zarureti doğdu. Sizden ricam -tabiî, zaman çok kıymetli takdir edersiniz- bize verdiğiniz bilgi ve belgeleri tekrar etmekte bir fayda yok; onları zaten okuyoruz, bizde yazılı olarak var. Bunun dışında, sizin, ek olarak, sonradan veyahut da bunların içerisinde olmayan konulardaki bilginizi, özet olarak verirseniz memnun oluruz; çünkü, zaman darlığımız var. Bu arada, arkadaşlarımız da kafalarına takılan sorular veya aydınlatılmasını istedikleri konular olursa, onları ayrıca size soru olarak tevcih edecekler, onları da cevaplayacaksınız. 
MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) - Sayın Başkan, özür dilerim... Yani, zaman konusunda Doğu Beyi serbest bırakalım. 
BAŞKAN - Serbest... 
DOĞU PERİNÇEK - Lütfen, zamanı da söylerseniz, mesela yarım saat derseniz yarım saat, 10 dakika derseniz 10 dakika. 
MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) - Hayır... Süre sınırlaması yok. 
BAŞKAN - Ama, şunu siz de takdir edersiniz ki, aynı şeyler tekrar edilirse... O sizin takdirinize bağlı. 
DOĞU PERİNÇEK - Ben, sizin kıymetli vaktinizi almam zaten. Ben, size sunduğum belgelerdeki bilgileri tekrar edecek değilim. 
BAŞKAN - Tamam. 
DOĞU PERİNÇEK - Benim düşüncem, hangi çerçeve, hangi ilişkiler ağı içerisinde bu olaylar yaşanmaktadır; bu konuda bir analiz sunacağım. Bu analizin çok önemli olduğunu sanıyorum. Bir de, bugün, evvelki dosyada size sunmadığım o analizle bağlantılı bir bilgi sunacağım. 
BAŞKAN - Tabiî, lütfen, o elinizde yeni bilgi ve belge varsa, onları... 
DOĞU PERİNÇEK - Onları size sürekli ulaştıracağız. 
BAŞKAN - Onları da, bize, ulaştırırsanız, verirseniz memnun oluruz. Buyurun, söz sizin. 
DOĞU PERİNÇEK - Konuyu açmak için somut bir olguyla gireceğim. Geçen gün 32 nci Gün programında yer aldı biliyorsunuz, 1981 yılında Abdullah Çatlı ile MİT Müsteşar Yardımcısı Hiram Abas buluşuyor. Yılın 1981 olduğuna tekrar vurgu yapıyorum. 32 nci Gün programında yer aldı ve Cumhuriyet Gazetesinin televizyon sayfasının -9 Aralık tarihinde- köşesinde ufacık olarak bu çıktı. Son derece önemli bir buluşma; çünkü, MİT Müsteşar Yardımcısı ile 1980 öncesindeki birçok olayda başrolde olan Abdullah Çatlı buluşuyor. Hangi olaylarda; Abdi İpekçi cinayeti, Doğan Öz cinayeti, Bedri Karafakioğlu falan, bir dizi Türkiye'nin en değerli aydınlarının katledilmesinde Abdullah Catlı başrolde, reis... Bütün bu tetikçi takımının reisi durumunda. Bu, devlet tarafından biliniyor; çünkü, daha 80 öncesinde, Bahçelievler katliamında, Sayın Abdi İpekçi cinayetinde Mehmet Ali Ağcaların rolünün ortaya çıkması, burada arka planda olanın Abdullah Çatlı olduğunun bilinmesi; yani, ne demek: MİT Müsteşar Yardımcısı, bir katil çetesinin şefiyle 1981 yılında buluşuyor. Bu, son derece anlamlı. Niçin anlamlı; biliyorsunuz, Türkiye, 12 Eylüle, bir istikrarsızlaştırma operasyonu ile getirildi. Bizi 12 Eylüle götüren olayları bir hatırlayalım; birçok aydınımız birbiri peşi sıra vuruluyor, önemli tertipler oluyor ve 12 Eylül öncesinde öyle bir 'durum ortaya çıkıyor ki, bir ortam hazırlanmış, askerî hiyerarşiye, bir anlamda, olaya müdahale etmek dışında bir çare bırakılmamış ve 12 Eylül) günü CIA'nın Ortadoğu istasyon şefi Paul Henze biliyorsunuz... 1980, 12 Eylül... Hani 12 Eylül askerî müdahalesi oldu ya... O gün, CIA'nın Ortadoğu istasyon şefi Paul Henze Amerika'ya şunu bildiriyor "Our boys have done" Yani, bizim oğlanlar bu işi becerdi, yaptı. Tırnak içinde bizim oğlanlar dediği, o zamanki Türkiye'nin Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanları... Yani, CIA şefi, Türkiye'nin en yüksek generallerinden, bizim oğlanlar diye bahsediyor. Şimdi, bu, ne bakımdan önemli. Demek ki, 12 Eylül, Amerika Birleşik Devletlerinin hazırladığı bir olay. Zaten, daha sonraki gelişmelerle de bu kanıtlanmıştır ve 12 Eylül günü "bizim oğlanlar bu işi becerdi" diye Amerika'ya rapor vermesi, onun, 12 Eylül'ün tamamen Amerikan Devleti tarafından planlandığını göstermektedir. Tabiî, bunun çok kanıtları var. Ben, burada, uzun boylu onlara girmeyeceğim; ama, bu son derece somut bir kanıttır. Demek ki Türkiye'yi istikrarsızlaştıran 12 Eylül öncesindeki o bir dizi olayda, CIA ve Amerikan faaliyetlerini aramak gerekir ve burada, Abdullah Çatlı'nın özel bir rolü olduğu gözüküyor. Nedir, Abdullah Çatlı; Ülkü Ocakları İkinci Başkanıdır ve bir anlamda ÜIkücü Ocaklarının bütün illegal faaliyetinin bir numaralı sorumlusudur. Artık bunlar, sıkıyönetim mahkemelerinde saptanmış konular; yani, mahkeme ifadeleri, Haluk Kırcı'nın Bahçelievler katliamındaki ifadeleri, Doğan Öz dosyası, diğer bütün dosyalar, MHP dosyası 1980'den sonrası vesaire Abdullah Çatlı'nın özel rolünü görüyoruz. Bir yeraltı faaliyetinin başındadır; ama, burada, ne ortaya çıkmaktadır; bir kere, bu faaliyetin bir amacı var. Türkiye'yi istikrarsızlaştırmak. Bir istikrarsızlaştırma operasyonunun aleti 
olarak bu faaliyete girmiştir. Peki, Türkiye'yi istikrarsızlaştıran kimdir; 12 Eylül darbesini hazırlayan, Türkiye'yi o koşullara iten kuvvet Amerika Birleşik Devletleri. Peki, burada, Amerika Birleşik Devletleri bu Abdullah Çatlı'ları nasıl kullanmıştır; yani, Amerikalı bazı sarışın adamlar gelip onlara "şunu şunu yap" mı demiştir? Tabiî, öyle olmadığını tahmin ediyoruz. Türkiye'de var olan, devlet içerisindeki bazı kamu görevlilerini kullanarak bunu yapmıştır. 1981 Hiram Abas, Abdullah Çatlı buluşması, İşte, bunun ipucunu vermektedir. Yani, Hiram Abas'lar, eskiden beri zaten bilinir, Hiram Abas. Mehmet Eymür çifti, CIA'nın MİT içerisindeki adamlarıdır; bu ispatlanmıştır artık. Neden ispatlanmıştır, Türkiye'nin istikrarsızlaştırma operasyonunda bunlar, Abdullah Çatlı'ları kullanmış. Yani, ne olmaktadır; bugün, bütün bu eylemlerden bir devlet işi ve devlet görevi olarak söz edilmektedir. Dikkatinizi çekiyor tabiî bu. En önemli konu çünkü. O zaman, şu soru önünüzdedir: Abdi İpekçiyi katletmek bir devlet işi midir? Doğan Öz'ü katletmek bir devlet işi midir? Nihat Erim'i katletmek bir devlet işi midir? Bakın, her iki taraftan da var. Diyelim, sağcılar, solcular, vesaire, Nihat Erim'in katledilmesi de Türkiye'yi istikrarsızlaştırma operasyonunun bir parçasıdır. Bunlar birer devlet işi midir? Devlet bir kere burayı açıklığa kavuşturmak zorundadır; çünkü, bazı kamu görevlileri bu işin içerisine girmiştir ve Abdullah Çatlı'ların, bugüne kadar Türk Ceza Kanunu ve diğer Türkiye'nin hukuk sisteminin dışında, istisna, imtiyazlı bir konumda olmalarının izahı buradadır; yani, bu adamlar bu kadar suç işliyor, öldürüyor, vuruyor, kırıyor, eroin ticareti yapıyor, bu Avrupa tarafından saptanıyor, İsviçre'de hapse atılıyor vesaire. Ondan sonra Türkiye'ye geliyor, polisle birlikte hareket ediyor, 
Milletvekili Sedat Bucak'la aynı otomobilin içerisinden çıkıyor, bir sürü ilişkiler, sayın bakanlarla, hatta başbakanlık yapan Çiller'le yakın bağları var. Bu bağları, bizzat Çiller tarafından, Ağar tarafından itiraf ediliyor, bunların kahraman olduğu belirtilerek ve bunlar korunarak. Bütün bu ilişkiler ağı ve Abdullah Çatlı'ların korunması, bunların aynı zamanda bir kamu işi yaptığı, -tabiî, burada tırnak içerisinde kamu işi diyorum- birilerine göre, kamu görevlileriyle bağlantısının çok açık kanıtlarıdır. Şimdi, 1981'deki Hiram Abas buluşması, geçmişiyle ilgili bir meseleyi aydınlatmaktadır; çünkü, Hiram Abas kiminle buluştuğunu biliyor. Abdullah Çatlı'yla buluşuyor. O buluşmada Mehmet Eymür'ün adı geçmiyor; ama, Mehmet Eymür'e sorulmalıdır. O buluşmayı onun bilmemesi mümkün değildir. Hiram Abas'ın en yakınıdır, birlikte hareket etmişlerdir, her türlü maceraya, faaliyete, kanunsuzluğa birlikte girmişlerdir, Mehmet Eymür'ün bilmemesi mümkün değildir; çünkü, Hiram Abas, orada, özel bir ticaret işi, özel bir iş, özel bir kız isteme işi falan için buluşmuyor Abdullah Çatlı'yla ya da yarenlik etmek için de buluşmuyor. O zamana kadar ki bağlantının bir parçası olarak buluşuyor ve ondan sonraki birçok şeyi de açıklıyor. Ondan sonrası nedir; ondan sonra şu olayları görüyoruz: Papa suikastı, altından yine bu Abdullah Çatlı çıkıyor. Mehmet Şener, Abdullah Çatlı, Mehmet Ali Ağca, efendim, Yavuz Çaylan, bu ekibin diğer adamları. Papa suikastini bunlar yapıyor. Papa suikastinin tamamen Polonya olayıyla ilgili olarak CIA tarafından yaptırıldığı da biliniyor. Daha önce, 1980 öncesindeki istikrarsızlaştırma operasyonunda, bu Abdullah Çatlı takımı, belki MİT üzerinden MİT içerisindeki bazı adamlar üzerinden CIA tarafından kontrol altına alındı ve o operasyonda kullanıldı; çünkü, ben, burada, olgulardan bahsediyorum. Bu insanlarımız öldürüldü, Abdi İpekçi'ler falan öldürüldü, birileri öldürdü ve bir planın parçası olarak öldürüldü, kişisel husumet nedeniyle falan değil. Sonra öldürülen bir kişi değil, bunların cesetleri yerde duruyor. 1981'e kadar, bunların Hiram Abas, Mehmet Eymür'ler tarafından CIA adına kontrol altına alındığı ve belki, bu tetiği çekenler falan bu ilişkiyi biliyor mu, bilmiyor mu, orasını bilemem; ama, onlar üzerinden, Amerika Birleşik Devletlerinin istikrarsızlaştırma operasyonunda kullanıldıkları apaçık ortadadır. Şimdi, 1981 sonrasına geliyorum. 1981 sonrasında bu olay, doğrudan doğruya bir ilişkiye dönüşüyor. Nasıl doğrudan doğruya bir ilişkiye dönüşüyor? Bir kere, Papa suikastinde CIA ile doğrudan doğruya bunlar ilişkiye giriyorlar, ondan sonra, Aktüel Dergisinde çıktı, başka dergilerde çıktı. Bir Fransız gazetecisi bunu etraflı olarak somut delilleriyle aydınlattı. Bu takım, Abdullah Çatlı takımı, Amerika'ya götürülerek, orada, bir CIA eğitiminden geçiriliyorlar ve İtalya'daki mafya lideri -CIA'cı olduğu bütün İtalya'da açığa çıkmış durumda- onunla birlikte götürülüyorlar ve ayrıca bir Amerika n eğitiminden geçiriliyorlar. Demek ki, bu bağlantı, 1981 sonrasında o bağlantıda kullanılanların da şuurlu olarak, bilerek yaptık(arı bir işe dönüşüyor ve bunun bedeli olarak da, işte, Abdullah Çatlı, İsviçre'deki Bostadelle Cezaevinden CIA tarafından çıkarılıyor. Eroinden mahkûm ediliyor, Almanca dosyalarını biz getirttik size takdim edebiliriz önümüzdeki gelişme içerisinde... 
BAŞKAN - Nereden aldınız o dosyaları? 
DOĞU PERİNÇEK - İsviçre'den getirttim. 
BAŞKAN - Mahkeme dosyaları değil mi? 
DOĞU PERİNÇEK - Mahkeme dosyaları evet, iddianamesi var ve bu iddianamede Çatlı'ların bu eroin işi yaptıkları öyle, yok efendim, posta kutusuna eroin koymuşlar, bir komplo yapmışlar, komploya kurban gitmişler falan değil, yüzlerce delil... 
BAŞKAN - O dosyayı tabiî... 
DOĞU PERİNÇEK - Size sunacağım tabiî Almanca iddianameyi ve hükümleri. Fakat, peki, yedi yıla mahkûm edilen Abdullah Çatlı nasıl İsviçre'nin Bostadelle Cezaevinden çıkartılıyor, bizim Türkiye Devleti içerisindeki kamu görevlilerinden öğrendiğimize göre, bu Türkiye Devletinin işi değil. Tabiî. Türkiye Devleti çıkardıysa o da bir rezalet; ama, doğrudan doğruya CIA. Amerika . Birleşik Devletleri "bu benim adamımdır" diyerek İsviçre nezdinde girişimde bulunuyor ve Abdullah Çatlı'yı cezaevinden daha hüküm infazı bitmeden çıkartıyor. Bu da, şu bakımdan önemlidir; yani, bunlar Amerika'yla öyle kuvvetli bir bağlantı içine girmişler ki, kurtarılıyorlar cezaevinden. Eroin kaçakçılığı gibi bir işe dahil oldukları halde kurtarılıyorlar. Şimdi, burada, Hiram Abas'lara, bazı MİT görevlilerine sormak lazım, siz, 1981'de bu adamlarla buluştunuz, bu adamları himaye altına aldınız, bu adamların suçlu olduğunu ben biliyorum 1980 yılında, gazeteler yazıyor, sıkıyönetim dosyaları var. Sıkıyönetim dosyalarında bu ekibin kanlı isler yaptıkları var. Bunlar, yok, Asala'ya karşı bilmem ne eylemler değil sayın komisyon üyeleri, buna dikkatinizi çekiyorum. Şimdi, bu adamlar, şöyle kurtarılmak isteniyor, bunlar vatan kahramanıdır, Asala'ya karşı eylemler yapmışlardır, efendim, PKK'ya karşı eylemler yapmışlardır, Abdi İpekçi'yi öldürmüş, Doğan Öz'ü öldürmüş... Nihat Erim'ler başka bir ekip, o da diyelim sol maskeli bazı örgütler tarafından -o bağlantı içinde olan- öldürülmüş. Bütün bunları PKK ile mücadeleyle, Asala'yla mücadeleyle falan bir ilgisi yok. 
MAHMUT YILBAŞ (Van) - Onlar olmamış mı, Asala'yla mücadele olmamış mı? 
DOĞU PERİNÇEK - Bizim öğrendiğimize göre bunlar Marsilya'da bir anıta bir molotof kokteyli atıyorlar, hepsi bu. 1 milyon dolar da para alıyorlar devletten, MİT'ten ve bunun üzerine MİT bu olayı sorguluyor ve (Marsilya olayından sonra "bunlar işe yaramıyorlar, verilen işleri de yapamıyorlar" diyerek bir süre MİT'ten kopuyorlar. Bizim öğrendiğimiz bu ve bunun doğru olduğunu biliyoruz. Şimdi, 1981'den sonraki faaliyetlerinde bunların doğrudan doğruya Amerika'nın kontrolü altına girdikleri ortaya çıkıyor. Bu bence son derece önemlidir. Neden önemlidir; ben, bu grubun -biz, buna Çiller Özel Örgütü diyoruz ve Tansu Çiller ve Özer Çiller'le bağlantılarını biraz sonra açacağım- içinde yer aldıkları olaylar, yalnız, Ömer Lütfü Topal cinayeti, kumarhane gelirlerinin paylaşılması, efendim, birtakım cinayetler, eroin kaçakçıları arasındaki çekişmeler, çatışmalar, rant kavgaları boyutunda değildir. Burada, Türkiye'nin bir bağımsızlık ve güvenlik sorunu vardır. Ben, Sayın Komisyonunuza sırf bunu anlatmak için geldim. Yani, herkes bunun Ömer Lütfü Topal... Yani, dikkatler o tarafa çekiliyor. Bu Türkiye tarafından kaldırılabilir. o çete bu çeteyle kavga eder, birbirlerini vururlar falan; ama, burada Türkiye'nin bir bağımsızlık ve güvenlik sorunu var. Bunlar, Türkiye'nin bağımsızlık ve güvenliğiyle ilgili büyük tertiplerin içinde yer almışlardır. Zaten, 12 Eylül öncesindeki faaliyetleri bize ilk ipuçlarını veriyor; çünkü, Türkiye'nin, 12 Eylül müdahalesiyle karşılaşması da bir güvenlik ve bağımsızlık sorunudur. Nasıl 12 Eylülden sonra Türkiye'nin nerelere sürüklendiğini görüyoruz ve aynı zamanda kanunsuz bir hareket. Askerler geliyor Anayasayı çiğniyor, kanunları ihlal ediyor, 146 ncı maddede işlenen suçu yapıyor, Türkiye Büyük Millet Meclisini cebren ortadan kaldırıyorlar. Buradaki rolleri açık; ama, yakın tarihteki rolleri 1-Azerbaycan darbesi, 1995 yılı mart ayında Azerbaycan'da biz bunu Türkiye'de ilk defa açıkladık, 1996 yılı 1 Haziranında; yani, ben, bundan 6 ay önce bir basın toplantısı yaptım ve ilk defa, Türkiye'de, Abdullah Çatlı'nın da rol aldığı ve Çiller'in içinde bulunduğu Azerbaycan darbesini bütün ayrıntılarıyla açıkladım. Ben açıkladığım zaman, basın vesaire buna iltifat etmedi; ama, bir süre sonra ne oldu, aynı, benim bilgilerimle Sayın Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel "evet, Azerbaycan darbesi teşebbüsü olmuştur. Ben, bunu Sayın Haydar Aliyev'e bildirdim ve önledim" dedi. Arkasından, Sayın Haydar Aliyev, geçen de Türk basın mensuplarını davet etti, onlara dedi ki, " evet, Demirel bana Pakistan'dan, Pakistan seyahati sırasında telefon etti ve 'sana karşı darbe yapıyorlar' diye bildirdi. Bu darbenin içinde de Türkiye'li unsurların olduğunu söyledi" Biliyoruz. 
Böylece, bizim verdiğimiz bilgiler bütün ayrıntısıyla... Çünkü, o bilgilerin içinde şu da vardı, Demirel Aliyev'e bildirdi dedim ben 1 Haziran 1996 günü yaptığım basın toplantısında. Bu basın toplantısının metni size sunmuş olduğum dosyada aynen mevcuttur; bu doğrulanmış oldu. Azerbaycan darbesi nedir? Türkiye Devletinin yasal, meşru, Azerbaycan'a darbe yapmak diye bir politikası var mıdır ve olabilir mi? Azerbaycan darbesi bir yeraltı faaliyetidir ve sayın komisyon üyeleri, daha önemlisi, Azerbaycan darbesi, Amerika Birleşik Devletlerinin bir yeraltı faaliyetidir. Şimdi, bu Azerbaycan darbesi var değil mi, bu bir olgu; yani, yoktur diyemiyoruz artık. Var olduğuna göre, bu hangi devletin çıkarları için yapılmıştır sorusuna cevap vermemiz lazım. Kardeş Türk cumhuriyetlerinden birinde meşru bir cumhurbaşkanını devirmekte Türkiye'nin hiçbir çıkarı yok hele Haydar Aliyev'i devirmekte Türkiye'nin hiçbir çıkarı yok. Bunlardan "kardeşimiz" diye bahsediyoruz, rastlayınca sarılıyoruz, öpüyoruz ve Haydar Aliyev önemli bir denge unsurudur orada ve Haydar Aliyev gibi bir insanın bulunması Sayın Cumhurbaşkanının da belirttiği gibi Türkiye için yararlıdır. Kim Haydar Aliyev'i devirmek istiyor, bunu bütün dünya biliyor, Amerika Birleşik Devletleri. Şimdi, ispatlandı mı, Amerika Birleşik Devletlerinin Azerbaycan'da darbe planının içinde Abdullah Çatlı'ların ve o darbeyle birlikte ortaya çıkanların yer aldığı. Burada, önemli olan, Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı o zamanki Başbakan Tansu Çiller'in bu darbe faaliyeti içinde yer aldığıdır ve bu, aynı zamanda, Abdullah Çatlı'larla Tansu Çiller arasındaki bağlantının kanıtlarından biridir. Tek kanıt bu değil, biridir. Bu darbe, Çatlı'lar vesaire tarafından yapılıyor, Tansu Çiller bu işin arkasında var, işin arkasında esas olan kuvvet Amerika Birleşik Devletleri. Biri bu. İkincisi... 
BAŞKAN - Efendim, şimdi, dediniz ki, bu darbeyi Türkiye devleti değil, Amerika Birleşik Devletleri; yani, CIA yaptırdı ve de şimdi diyorsunuz ki, Çiller de bu işin içinde diyorsunuz. Yani, Çiller de Amerika adına mı iş yapıyor, CIA adına mı iş yapıyor? Yoksa bağlantıyı nasıl kuruyorsunuz? 
DOĞU PERİNÇEK - Evet, onun adına iş yapıyor. Başından beri onun adına iş yapıyor. 
BAŞKAN - Amerika adına diyorsunuz. 
DOĞU PERİNÇEK - Evet. 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Arada soru sorabiliyor muyuz bir şey sorsam ben? 
BAŞKAN - Tabiî, buyurun. 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Ben önemli bir şey soracağım, bana göre çok önemli bir ayrıntı söyledi. Dedi ki "bu darbeyi Aliyev'e, Demirel, Pakistan yolculuğu sırasında telefonla haber verdi, Aliyev de bunu açıkladı. Yalnız, bunu, ondan evvel basın toplantısında ben açıkladım" Şimdi iki kişi arasındaki telefon konuşmasını ya Aliyev Sayın Genel Başkana aktarmış olabilir ya Demirel aktarmış olabilir. Bir üçüncü ihtimal, bu telefon dinlenmiş olabilir. Bunun hangisi doğru? 
DOĞU PERİNÇEK - Ben, bana, bunu Demirel'in mi yoksa Aliyev'in mi açıkladığını... 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Hayır, siz dediniz ki, onu söylemiyorum, ifadenizde var "bunu ben basın toplantısıyla açıkladım; yani, basın toplantısıyla Demirel'in Aliyev'e telefonla haber verdiğini açıkladım" dediniz Şimdi iki kişi arasında geçen telefon konuşması... 
DOĞU PERİNÇEK - Ben, bunu öğreniyorum. 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Onu soruyorum ben de. 
DOĞU PERİNÇEK - Ama, bunu Sayın Demirel'den mi öğrendim Aliyev'den mi öğrendim bunu açıklamıyorum; ama, sizin şuna dikkat etmeniz lazım, benim bu açıkladığım bilgi doğru mu yanlış mı? 
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Arada üç ay var. 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Hayır, ben hukukçuyum, ben, tabiî, bir ülkenin cumhurbaşkanının bir başka ülkenin cumhurbaşkanına yaptığı bir özel telefon konuşmasını, siz, eğer basına duyurabiliyorsanız, aynı zamanda, bu, araştırma komisyonu üyesi olarak ben, bunun kaynağını da öğrenmek durumundayım, benim cumhurbaşkanım ne derece güven içerisinde, ben onu araştırıyorum, ona bakıyorum. 

DOĞU PERİNÇEK - Belki sizin cumhurbaşkanınız yahut da hepimizin cumhurbaşkanı, tıkanıklıklar karşısında normal yasal süreçler işlemeyince ve Türkiye'nin başına karanlık bir kuvvet oturunca bunları bilgi olarak bize veriyor olabilir. Niye vermesin? Bunun hiçbir önemi yok. 
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Bakın, iki cumhurbaşkanı arasındaki konuşmayı anlatmıyor, iki cumhurbaşkanının birbirleriyle telefonla konuştuğunu anlatıyor. Aradan geçen beş ay içerisinde zaten... 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Darbeyi haber veriyor. 
DOĞU PERİNÇEK - Şimdi, efendim, bakın, bir şey söyleyeceğim, bunun kaynağı önemli değil. 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Çok önemli. 
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Bence bilgiler çok önemli. 
DOĞU PERİNÇEK - Bakın, Sayın Cumhurbaşkanı Demirel Yaşar Bey'e demiştir ki "bunlar ne yapıyor, sizin başkanınız, genel başkanınız ne yapıyor? Kalkıyor Azerbaycan'da darbeler yapıyor, Türkiye'yi felakete sürüklüyorlar" Yaşar Bey de bizimle karşılaşmamızda bana demiştir ki "Demirel bana bunu söyledi." Yani... 
BAŞKAN - Kaynağını açıklamıyorsunuz. 
DOĞU PERİNÇEK - Ben, size başka bilgiler de vereceğim. Şunu söyleyeceğim. 
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Bu anlatılanların hepsi çok gizli ve öğrenilmiş ve dolayısıyla aynı yerden... 
DOĞU PERİNÇEK - Nereden öğrendiğimizin önemi yok. Bakın, şunu söyleyeceğim size: Ben Sayın Cumhurbaşkanı Demirel'i 1995 yılında davetli olarak ziyaret ettiğim zaman oturduk, bana ilk cümle olarak şunu söyledi: "Türkiye'yi Batı böldü" dedi; "bölüyor, bölecek" demedi. Cumhurbaşkanının ilk cümlesi. Cumhurbaşkanı bana şunu söyledi: "Türkiye'yi Batı böldü." Hayret içinde kaldım. Harita çıkardı, sınırları gösterdi, haritasını bile yapmışlar. burada, size verdiğim belgeler içinde var bu. 1995 yılı. "Batı Türkiye yi böldü." Ondan sonra haritayı çıkardı "haritasını bile yapmışlar" dedi. Zaten Cumhurbaşkanı bunu "Sevres tehdidiyle karşı karşıyayız" diyerek topluma da söyledi; ama, benimle görüşmede bunu çok daha çıplak söyledi ve ben, o zaman şunu söyledim: Siz, sorumlu mevkilerde, devletin başında birinci sorumlu durumda olan insansınız. "Batı böldü" diyorsunuz, topluma bunun anlatılması lazım. Bir sınır tehdidinden bahsediliyor, nereden geliyor bu tehdit? Karanlığa yumruk sallanabilir mi? Şimdi, buradan şuraya geçeceğim; yani, bu bilgiler şu veya bu şekilde gelir. Bir cumhurbaşkanı, diğer bir cumhurbaşkanına telefon eder, bu yalnız 
telefon dinlenerek öğrenilmez. Arkadaşına söyler, bu vahim bir olaydır, bunu Sayın Süleyman Demirel'in de bir sır olarak sonuna kadar saklayacağını sanmıyorum; bunlar yakınlara söylenir veyahut da şu bile olur: "Doğu Perinçek'e bunu gönderin de Türkiye kamuoyu bilsin, ondan başka bunu açıklayacak babayiğit yok." Bu da olur. Bunu da söyleyeyim yani. Sizin partinize bu geldiği zaman sizler partilerinize bunu açıklar mıydınız? Açıklamayacağınız zaten bugünden belli oluyor. Ben onu açıkladığım zaman hiçbir partiyi yanımda görmedim. Sizlerin mensubu olduğunuz partilerden biri çıkıp da "ne oluyor arkadaşlar, nasıl Türkiye'nin içinde bazı karanlık kuvvetler, hatta Başbakan Çiller kalkıp Azerbaycan'da darbe yapabilir?" diye bunlardan bahsetmedi. Demek ki, oralardan bunun söylenmesi mümkün olmadığı için bunu söyleyecek adam kimdir, Amerika Birleşik Devletlerinin Türkiye'deki faaliyetleriyle mücadele eden İşçi Partisinin Genel Başkanıdır. Oraya gelir bilgiler, başka bir yere gelmez. Neyse, burayı geçiyorum. Bu Azerbaycan darbesi. İkincisi, Çeçenistan'a silah ve adam göndermek. Şimdi, mantığınıza sesleniyorum, Türkiye'nin Çeçenistan'da 300-400 bin nüfusu olan bir halkı ayaklandırıp Çeçen halkının hakkını, hukukunu savunmak başka bir şey; ama. bunları silahlı bir mücadeleye itip Rusya'yı bölme planlarına dahil olmakta hangi politik,çıkarı vardır Türkiye'nin? Hiçbir politik çıkarı yoktur. Arkasından ne olmuştur? Rusya'da, Yeltsin'in Dışişleri Bakanı, Başbakanı çıkmıştır, demiştir ki "siz Çeçenistan'a silah ve adam yolluyorsunuz, biz de Kürt meselesini karıştırırız." Bunu dedi değil mi? Resmi olarak söyledi hem de öyle dedikodu falan değil. Çıktı, Moskova'da basını topladı "Türkiye Çeçenistan'a silah yolluyor, adam yolluyor ve onların da Kürt meselesi var, biz de; yani, onu mu karıştıralım" dedi. Onu karıştırırım diye Türkiye'yi tehdit etmiştir ve PKK gitmiş, Moskova'da bürosunu kurmuştur. Bütün Rusya içerisinde imtiyazlı, ayrıcalıklı bir şekilde çeşitli faaliyetlerde bulunmak, para toplamak, örgütlemek, Rusya'daki Kürtleri örgütlemek vesaire gibi imtiyazları da Rus devletinden almış mıdır; almıştır. Peki, bunlar kime yaramıştır? Türkiye Çeçenistan'ı karıştıracak, Sovyetler, bugünkü Rusya Federal Cumhuriyeti Kürt meselesini karıştıracak bir tek bu Amerika'ya yarar. Neden, Amerikalılar Rusya'yı kontrol ediyor, hem Türkiye'yi kontrol ediyor, bunların birbirleriyle devamlı kavga içinde, çatışma içinde olması Amerika'nın bu kontrolünü ağırlaştırır; çünkü, ikisi de birbirine karşı "aman Amerika benim yanımda olsun" diye Amerika'ya muhtaçtır ve bu neyle ilgilidir; Orta Asya doğalgaz petrol boru hatlarıyla ilgilidir. Rusya ile Türkiye devamlı birbirleriyle itişecek, kakışacak, o boru hatları da Amerika'nın tam denetimi altında olacak. Üçüncüsü, İran'la savaşı kışkırtmak. Tansu Çiller'in, İran'la savaşa kışkırtan birtakım komplolara girdiğini Tempo Dergisi ayrıntısıyla açıklıyor. Resmen, Büyük Millet Meclisinin haberi olmadan, Hükümetin haberi olmadan İran'la askerî konfrantasyona, cepheleşmeye yol açabilecek birtakım askerî girişimleri tahrik ediyor Tansu Çiller. O da, sanıyorum, millî güvenlik, bunun Cumhurbaşkanının haberi olmadan yapılamayacağının kendisine söylenmesi üzerine hatta Cumhurbaşkanını bile ikna etmek için birtakım komplolar yapıyor; ama, Cumhurbaşkanının müdahalesiyle bu önleniyor. Bu da Tempo Dergisinde bütün ayrıntılarıyla sergilendi, biz araştırdık, doğru. Türkiye ile İran arasında kim savaş ister? Amerikan kaynaklarına bakıyoruz, devamlı bir Türkiye İran savaş senaryoları, 1648 Kasr-ı Şirin Antlaşmasında Türkiye ile İran arasında bir hudut oluşmuş, hiçbir sorunumuz yok. İran'da İslamî rejim varmış, Türkiye'de laik rejim varmış bu iki ülkenin kendi iç meselesidir. Biz İran'ın rejimini belirleyemeyiz. İran'ın başına şu veya bu rejimi getirmeye bizim hakkımız yoktur. İran'ın da bizim başımıza şu veya bu rejimi getirmeye hakkı yoktur. Bu Türkiye halkının iradesine bağlıdır. İran'daki rejim de İran halkının iradesine bağlıdır; ama, bizim bir gerçeğimiz vardır; nedir; biz İran'ın başında kim olursa olsun, İran'la dost olmaya mecburuz. 
MAHMUT YILBAŞ (Van) - Sayın Perinçek bir soru sorabilir miyim? Malum olan bir konu var. İran'la PKK arasındaki ilişkiler, zaman zaman da tırmanışa geçiyor ve fevkalade rahatsızlık verici boyutlara geliyor. Sizin kanaatinize göre veyahut da bu konuda bir inceleme yaptınız mı? Bu ilişki de Amerikan oyunu mudur? 
DOĞU PERİNÇEK - Bu ilişkiler var. 
MAHMUT YILBAŞ (Van) - Yani, İran'da... 
DOĞU PERİNÇEK - İran'da, İran Hükümetinin, devletinin PKK'yı himaye ettiği ve kullandığı doğrudur; hiç tartışılmaz bir doğrudur. Suriye'nin, PKK'yı koruduğu da bir doğrudur. Irak için bu geçerli değil, onu söyleyeyim; fakat, bunlar nereden geliyor, Türkiye, İran ve Suriye'den bakıldığı zaman, bölgede. Amerika'nın bir uzantısı, Çekiç Güç, efendim, Irak'a ambargoya en sadık ülke. Irak'ı ikiye bölmüşsünüz, İsrail'in en yakın dostu. Buralardan baktığınız zaman, Suriye ve İran'dan, Suriye ile İran'ın dar kafalı yönetimleri ne diyor, Türkiye'nin başında bir bela olsun da bu bölgemizdeki... 
MAHMUT YILBAŞ (Van) - Şunun için sormuştum, İran ile Türkive arasındaki ilişkilerin sertleşmesinden bir savaş ihtimalinin ortaya çıkmasında en fazla rol İran'la PKK arasındaki ilişkiden kaynaklanıyor. Bu konuda bir etüdünüz, bir incelemeniz var mı? 
DOĞU PERİNÇEK - Var efendim Ayrıca, ben, bunu 1989 ve 1991 yılında Abdullah Öcalan'la görüşme yaptığım zaman ona da söyledim ve açıklattım da zaten. "Biz, İran tarafından korunuyoruz" diye -benim orada kitabım var size göndereyim- Abdullah Öcalan kendi ağzıyla söylüyor zaten İran'ın kendilerini koruduğunu. 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Şimdi, burada, sizi teyiden bir ilave yapabilir miyim? Şimdi, benim çözemediğim yorumlarınızı büyük bir dikkatle dinliyorum. Yeri geldikçe de yazıyorum. Şimdi, diyorsunuz ki, bu İran'a yapılacak harekât olayından da benim başından beri haberim vardı. 
DOĞU PERİNÇEK - Hayır benim haberim yoktu. 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Hayır, benim haberim vardı da nasıl önüne geçildi de Tempo Dergisinin anlattığı gibi değil. 
DOĞU PERİNÇEK - Sizin haberiniz var, onu siz düzeltirsiniz. 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Önemli olan sizin ifadeniz. Biz burada sizi dinliyoruz. Ben Komisyonun üyesiyim. Şunu söyleyeceğim: Dediniz ki, Amerika'nın, PKK'yı, PKK'nın İran'daki varlığını ve Türkiye'ye karşı oradan hasmane eylemlerini düzenlediği... 
DOĞU PERİNÇEK - Düzenledi demedim ben. Ben dedim ki, İran dar kafalı anlayışları yüzünden, Türkiye'yi, burada, Amerika'nın bir uzantısı olarak gördüğü için, İsrail'in en yakın müttefiki olarak gördüğü için ve Amerika'nın Kuzey Irak'taki Kürt devleti planına Türkiye her an girebileceği için Türkiye'yi aşağı doğru balon yapan, sarkma ihtimali olan bir güç olarak değerlendiriliyor. Türkiye, İran'dan ve Suriye'den baktığımız zaman. 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Benim sözüm o değil. Sayın Valimizin sözüne ilaveten diyorum ki, İran'daki PKK varlığı ve oradaki hasmane hareketler Amerika olayı mıdır? Siz dediniz.
DOĞU PERİNÇEK - Hayır demedim, ben öyle bir şey demedim. Ama. Amerika bundan memnun; yani, Amerika doğrudan doğruya bunu planlıyor falan diye bir şey demiyorum; ama, bu, Amerika'nın çok işine geliyor; çünkü neden, Amerika'nın Foreign Affairs, Foreign Reports, Mediterrane Quarter gibi Dışişleri Bakanlığı, Savunma Bakanlığı, Pentagon ve CIA'ye yakın yarı resmî organlarını biz izliyoruz. Size bunların İngilizce nüshalarını takdim edebilirim. Buralardan izlediğimiz tespitlerimize göre, sürekli bir Tüırkiye-İran çatışması senaryosu var oralarda. Yani "Türkiye ile İran savaşacak." Niye savaşsın Türkiye ve İran? "Su savaşları olacak." Niye su savaşları olsun? Aslında, Türkiye'nin çıkarları ve bölge ülkelerinin çıkarları açısından bu savaşların olması için hiçbir neden yok. Hatta, Türkiye ile İran'ın çatışması, bence, olağanüstü bir manipülasyonla, bir kışkırtmayla tamamen yapmacık olarak gerçekleşebilir. Çünkü, İran ile Türkiye arasında hiçbir önemli sorun yok. İstikrar kesbetmiş bir sınır var, ilişkiler var, önemli bir ticaret hacmi var; ama, PKK, burada, dediğiniz gibi İran'ın PKK'yı himaye etmesi önemli bir gerçek, Türkiye'nin bundan haklı rahatsızlıkları var. Öte yandan, İran'da diyor ki, "Türkiye'de Halkın Mücahitlerini himaye ediyor." "Van'da Halkın Mücahitlerine üs vermiş" diyor. Böyle şeyler var. Tabiî, bu iki devlet de yanlış yapıyor; Türkiye de yanlış yapıyor, İran da yanlış yapıyor. Bu iki devletin şunu yapması lazım: Bizim dış ticaret hacmimizi nasıl 10 milyar dolara çıkartırız;. ondan sonra nasıl işbirliğimizi geliştiririz; nasıl, bu Kürt meselesinin bölgede Amerika tarafından kullanılmasını birlikte sırt sırta verir, önleriz, ortadan kaldırırız diye kafa kafaya vermesi lazımken, ikisi de Amerika'dan gelen gütmelerle diyelim ve kışkırtmalarla ve Türkiye'nin Amerika'ya aşırı bağımlılığı ve Türkiye Devleti içinde Amerikancıların aşırı yerleşmesi ve düğüm noktalarını ele geçirmeleri yüzünden böyle bir cepheleşme ortaya çıkıyor. 
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - İzin verir misiniz bir şey sormak istiyorum..."İran'la Türkiye arasında ciddî bir sorun yok" dediniz doğru olarak; ama, İran kaynaklı Türkiye'de bazı suikastlar olduğunun doğrultusunda bilgileriniz var. Mesela Çetin Emeç, Uğur Mumcu... 
İŞÇİ PARTİSİ GENEL BAŞKANI DOĞU PERİNÇEK - Biraz sonra konuşacağız. 
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Onu anlatacaksınız, o başka; oraya onu nasıl bağlıyorsunuz? 
İŞÇİ PARTİSİ GENEL BAŞKANI DOĞU PERİNÇEK - Oraya da geleceğiz. Şimdi, onlara biraz sonra konuşacağız. Oralarda Özer Çiller falan var, onların çıkarları var; onları biraz sonra konuşacağız. Ben, isterseniz, kendi analizimi bozmadan devam edeyim. 
BAŞKAN - Bozmadan devam edin; hatta, soruları sonradan soralım. 
İŞÇİ PARTİSİ GENEL BAŞKANI DOĞU PERİNÇEK - Soruları buyurun. iyi oluyor, açılıyor. Birinci olay Azerbaycan darbesi; arkasından Çeçenistan'a asker ve silah yollamak; arkasından Türkiye ile İran arasında çatışmalar kışkırtmak; dördüncüsü Çin'in Uygur bölgesine bundan iki üç ay önce sabotaj timleri gönderiliyor. Şimdi, diyeceksiniz ki, bu Doğu Perinçek bize gazete kupürleri veriyor; bu gazetede yazıyor. Gazete kupürü; ama doğru. Bunu, biz istihbar ettik; bize bildiren de, açık söylüyorum, Genelkurmay istihbaratıdır. 
MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) - Türk Genelkurmayı?.. 
İŞÇİ PARTİSİ GENEL BAŞKANI DOĞU PERİNÇEK - Evet, Türkiye Genelkurmayı istihbaratı. Ben, zaten bütün kaynaklarımı her zaman açıklıyorum ve ben kimseyle direkt temas halinde değilim; ama, ben arkadaşlarıma, çok esaslı, 25-30 yıl içinde yetişmiş, bu konularda bilgili Türkiye Devletinin bile elinde belki o derece uzman, esaslı insanlar yoktur; bir kadromuz var; onlara şu talimat verilmiştir İşçi Partisi tarafından "size biri bilgi getirdiği zaman diyeceksiniz ki, kimden geliyor bu bilgi; ben dedikodu, fiskos falan kabul etmem; bana söyleyeceksin ki, ben bunu araştırayım" ve ben bunu açıklarım. Bakın, ben ısrarla televizyon konuşmalarımda, basın toplantılarınıda Genelkurmay istihbaratındansa Genelkurmay istihbaratı diyorum, bilmem; Dışişleri Bakanlığı istihbaratındansa Dışişleri Bakanlığı istihbaratı diyorum. Bir dergide okuduysam, Amerika'nın Foreign Reports Dergisinden aldım diyorum veya Rusya'nın bilmem ne dergisinden aldım diyorum; kaynak gösteriyorum ve o kaynaklara da "bilgi alınıp yayınlanmasına izin veriyor musunuz bu bilginin" sorulmaktadır. "Evet, veriyoruz." Peki yayınladığımız zaman bunu yalanlayacak mısınız; yalanlayacaksanız biz yayınlamayız. "Yalanlamacağız." Size soruyorum üç aydır benim Genelkurmay istihbaratı kaynaklı açıkladığım hangi bilgi yalanlanmıştır. Gitmiş hepsi; basın mensupları gidiyor, Genelkurmaya soruyor. Tümgeneraller, tuğgeneraller onlara şunu söylüyor: "Doğu Perinçek'in bütün söyledikleri yüzde yüz doğrudur." Siz de gidin lütfen sorun. Komisyorı olarak Genelkurmay Başkanlığına başvurun ve Doğu Perinçek'in size atfen söyledikleri doğru mudur, yanlış mıdır diye sorun. Ayrıca, siz onlardan resmî bilgi isteyin. Ben şu çağrıyı da yapıyorum Genelkurmaya: Bu bilgileri bu şekilde dışarı vermek yanlış; bu bilgileri Mecliste kurulan komisyona göndermelidir. Bu bilgileri, Yüce Divan savcılık makamı olan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına göndermelidir. Bu bilgileri, Hükümete göndermelidir ve normal süreçler işlemelidir. Devlet mekanizması çalışmalıdır. Sorulduğu için söylüyorum; Çin'in bu bölgesine bir sabotaj timleri gönderiliyor. Raşit Dostum burada köprü başı rolü oynuyor Afganistan'daki. Raşit Dostum'un çok sıkı CIA bağlantıları var. Amerika'nın oradaki adamı. Taliban bir adamı, o Kabil'i işgal eden. Amerika'nın diğer yedek kuvveti de işte bu Raşit Dostum ve bunlar gönderiliyor. Biz, bunu haber alıyoruz ve ben, Sayın Cumhurbaşkanına 18 Ekim tarihinde gittiğim zaman bir mektup bıraktım; o mektubun bir nüshasını dosyaya koydum; o dosyada, o mektupta şunu söyledim: Bakın, Uygur bölgesine sabotaj timleri gönderiliyor. Gönderen Yarbay Ankara'da bir JİTEM Yarbayı, vesaire falan filan, Raşit Dostum ilişkileri, orada hepsi yer alıyor. Bunu derhal durdurun. Ben, bunu, o zaman basına açıklamadım. Herhalde, Sayın Cumhurbaşkanı, bunu Genelkurmaya gönderiyor; bir müddet sonra biz basına da açıkladık ve derhal durdurun dedik bu tertibi. Genelkurmay Başkanı bizzat topluyor Genelkurmayda ve diyor ki "bu tertibi durduracaksınız; bu, yasadışı yeraltı faaliyetidir. Benim altımı mı 
oyuyorsunuz" diyor ve durduruluyor. Şimdi, bu da, niye Çin Halk Cumhuriyeti ile Türkiye böyle bir şey içine girsin. Türkiye'nin kendi içinde bir ulusal sorun var. Bilmem bir Kürt meselesi var; kendi içinde Alevî-Sünnî sorunları var; yani, devamlı, biz, birilerine sen de benim sorunlarını karıştır diye bir malzeme mi yaratmak istiyoruz. Çok açıktır ki, burada Türkiye'nin hiçbir ulusal çıkarı yoktur, hiçbir. Güvenliği açısından, bağımsızlığı açısından vahim şeylerdir bunlar ve Çeçenlerin bir sorunu varsa, bilmem Türk halklarının bir sorunu varsa, bunlar, şiddet kullanılmadan, oralarda şiddet kışkırtılmadan yasal platformlarda ve o ülkenin iç meselesi olarak ele alınarak , çözülebilir. Nasıl Türkiye'nin Kürt meselesi iç meselesidir ve bu en temel bir tezdir. Türkiye, bütün dünyaya diyecektir ki, Kürt meselesi benim iç meselemdir; karışamazsınız; bunu ben çözerim. Yok Avrupalılar gelecek, yok insan hakları gelecek, yok Amerika gelecek, teftiş edecek; bu kabul edilemez ve biz, Birleşmiş Milletlerin üyesiyiz ve bütün ülkelerin sınırlarını meşru olarak kabul ediyoruz, bunları değiştirmek gibi Türkiye Devletinin bir faaliyeti de olamaz. Buna rağmen, işte Çin'in bilmem Uygur bölgesine sabotaj timleri gönderiliyor ve Genelkurmay bunu durduruyor. Burada da Çiller örgütü ve bu faaliyet vardır. Beşinci önemli dış tertip diyelim, Kuzey Irak'taki CIA faaliyetine bu örgütün karışmış olmasıdır. 
MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) - Abdullah Çatlı örgütü diyorsunuz?.. 
İŞÇİ PARTİSİ GENEL BAŞKANI DOĞU PERİNÇEK - Çiller örgütü. Abdullah Çatlı, Çiller örgütünün infaz şefi. Kuzey Irak'taki CIA tertiplerine... 
BAŞKAN - Sayın Perinçek, bu bize verdiğiniz belgede diyorsunuz bir yerinde: "General Dostum'la Türkiye'nin bu ilişkileri ta Özal dönemine uzuyor ve orada JİTEM'in dört elemanı da şu anda Dostum'un karargâhında" diyorsunuz. Şimdi, diyorsunuz ki, Çiller özel örgütü bu... 
İŞÇİ PARTİSİ GENEL BAŞKANI DOĞU PERİNÇEK - Turgut Özal tarafından kurulan örgütün devamı bu efendim; bugün ,Çiller, etrafında bir özel büroya dönüşmüştür; ama, bunun ilk kurucusu Turgut Özal'dır. Turgut Özal zamanında bir özel büro kuruluyor. Bu özel büronun başında Hiram Abas ve Mehmet Eymür var; yani, Abdullah Çatlı'yla 1981 yılında buluşan Hiram Abas var. Bu zaten o zamanlar basına çok yansıdı ve hatta Turgut Özal'ın bir planı var: MİT'i sivilleştirelim. Bu, tabiî, kamuoyuna böyle sempatik sloganlarla sunuluyor, MİT'in sivilleştirilmesi gibi; ama, aslında, bu, MİT'in CIA'laştırılması planıdır. MİT'in içindeki askerlerin temizlenmesi, askerler temizlenirken yurtsever bilmem ne unsurların da temizlenmesi ve MİT'in, tamamen, Hiram Abas'ın kişiliğinde, CIA'nın yüzde yüz kontrolü altına alınması tertibiydi. Bunu başaramadılar. 
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Hiram Abas'ı niye öldürdüler; bunun için mi öldürdüler? 
İŞÇİ PARTİSİ GENEL BAŞKANI DOĞU PERİNÇEK - Bilemiyorum onu; bilemediğim bir şeyi söylemiyorum; ama, bence, o karanlık bir cinayet. Neden; taşeron örgüt tarafından öldürüldüğü çok açık. Yani, onu Dev-Sol öldürdü diye çıktı; ama, o taşeron bir örgüttür. Niye öldürdü falan; bilemiyorum. Bilmediğim konularda bir şey söylemeyeceğim; ama, bence, mesela bu soru anlamlı bir soru. 
HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük) - Yalnız, müsaade ederseniz... Az önce, "bu Özal tarafından sivilleştirilmesi adına tamamen CIA kontrolüne verilmesi için MİT'in yapılan bir girişim" dediniz; fakat, 12 Eylülden sonra da -henüz 12 Eylül devam ediyor- generaller başta ve onların etkileri devam ediyor diye Amerika'nın "bizim oğlanlar" şeklinde ifade ediyorsunuz. Hem "bizim oğlanlar" Millî İstihbarat Teşkilatı da ihtilalin oluşması açısından kullanılan zemin hazırlayan bir pozisyonda, bu pozisyonun başında "bizim oğlanlar" var ve bu "bizim oğlanlar"ın sivilleşmeye dönük hareketinde, yine CIA'ın kontrolüne tamamen geçmesi gibi ilgili olarak değerlendiriyorsunuz. Ben, burada, kafamda kurguyu sağlayamadım. 
İŞÇİ PARTİSİ GENEL BAŞKANI DOĞU PERİNÇEK - Bir çelişme var gibi; değil, Şöyle açayım efendim. Ordunun... 
HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük)- Çünkü, büyük bir çelişki ortaya çıkıyor. Amerika ihtilali yaptırıyor; ihtilalin generaller başında ve MİT tamamen, ihtilali hazırlamak için altyapı oluşturan bir konumda ve bir sivil cumhurbaşkanı, böyle bir örgütü "sivilleştirelim" dediği zaman, tamamen CIA'nın kontrolüne girmesiyle ilgili bir hadise olarak değerlendiriyorsunuz. Kusura bakmayın kafamda o kurgu oluşmadı. 
MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) - Özür dilerim, aynı soruyu soracağım. Buradaki "our boys" generaller mi? 
İŞÇİ PARTİSİ GENEL BAŞKANI DOĞU PERİNÇEK - Evet, generaller: ama, 5 general. 
MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) - Darbe yapan "your boys" generaller. 
İŞÇİ PARTİSİ GENEL BAŞKANI DOĞU PERİNÇEK - "Our boys". Şimdi, efendim, bakın, bu soru bence son derece anlamlı ve çok teşekkür ederim böyle bir soru sordukları için. Şu bakımdan anlamlı: Bir kere "our boys" dedikleri o 5 general bile -0 5 generalin dışında olan Haydar Saltık dışında- büyük ölçüde kendilerini bu oldubittiler sonucu bu müdahaleyi yapmakla zorunlu gördükleri yapmakla zorunlu gördükleri bir ortamda bulmuşlardır. Haydar Saltık, Amerika'da darbecilik okulunda okumuş, Türk askerî hiyerarşisinin tepesinde olan tek adamdır ve darbe planlarını 1978'de hazırlamaya başlıyor; bir tek onun bilinçli olarak bu işin içinde olduğunu ben sanıyorum. O öyle; bilinçli yani; ama, diğer 5 general -Kenan Evren ve diğer 4 tanesinin başından, 1977'den itibaren, efendim biz Türkiye'yi istikrarsızlaştıralım; Abdi İpekçi'yi öldürtelim; ondan sonra diyelim ki, müdahale etmemiz lazım diye bir planın içinde olduklarını bilmiyorum. Kesin bilmiyorum. Daha çok benim gördüğüm -belki biri daha öyledir falan ama- bir istikrarsızlaştırma planıyla bunlar öyle bir ortama getirildiler ki, başka çare yok ortamına. Başka çare yok fikrini ben kendim savunmuyorum; onların değerlendirmesi bu. Burada, ama Haydar Saltık'ın -ben tarih önünde konuşuyorum, sanıyorum teybe de alınmaktadır, ileride ortaya da çıkacaktır...

http://www.atin.org/detail.asp?cmd=articledetail&articleid=338

*************

Doğu Perinçek (2) ,
20/7/2001 - 11:00 
Atin,




Fabrikatör Perinçek TBMM Susurluk Araştırma Komisyonundaki ifadesine devam ediyor. 

Ordudaki "Our Boys" (Bizim Çocuklar)
BAŞKAN - Zabıtlara geçiyor. 
DOĞU PERİNÇEK - ... Orgeneral Genelkurmay İkinci Başkanı Haydar Saltık'ın, o zaman, bu işte bilinçli olarak ve tamamen CIA'la da bağlantılı olarak bu işin içinde olduğunu kuvvetle, elimdeki bilgilere dayanarak kuvvetle sanıyorum. Yani, tespit ediyorum diyemeyeceğim. Başka yaptıklarıyla da birleştirdiğim zaman. Ordu, beyefendi komple bir şey değil; yani, ordu, her şeye rağmen, Mustafa Kemal'in kurduğu ordudur ve o dönemden önemli birikimler gelenekler taşır. Ne kadar tahrip edilse, ne kadar NATO'ya gitse, ne kadar Amerika'yla bağlantıları olsa, onun içinde bizim Kurtuluş Savaşımızın bazı kalıntıları, mirası vardır. O, tamamen tasfiye edilememiştir. Bu bütün Türkiye için geçerli, yalnız ordu için değil. Yalnız, ordu için daha da geçerlidir. O bakımdan, ben, 12 Eylül'ün, hiyerarşinin tepesindeki 5 generalden Amerika'nın "our boys" diye söz ettiğini söylerken, bütün ordu için bunu kabul etmiyorum. Öyle olmadığı çok açık; yani ,bir yandan 5 general onları yaparken, bir yandan ordunun kurumları, mekanizmaları içerisinde o İstiklal Savaşı gelenekleri, bağımsızlık gelenekleri falan, belli ölçülerde belli kurumlarda yaşamaktadır. 
MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) - Bedrettin Demirel'in açıklamasını daha sonra buna mı bağlıyorsunuz? 
DOĞU PERİNÇEK - Evet, işte Demirel de. Demirel 1960'larda "Morisson Süleyman" falan dedi, affedersiniz... 
MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) - Ben Bedrettin Demirel'i söylüyorum efendim. 
DOĞU PERİNÇEK - Onu bilmiyorum. 
MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) - Onun bir açıklaması var, sizi teyit eden... 
DOĞU PERİNÇEK - Ne diyor efendim? 
MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) - İhtilalin şartlarının hazırlanmasıyla ilgili. 

ABD'de Darbecilik Okulu

DOĞU PERİNÇEK - Haydar Saltık hazırlıyor, planları o yapıyor. Haydar Saltık önemli; Türkiye'nin askerî hiyerarşisi içinde Amerika'daki darbecilik okulunda eğitilmiş tek adam. Amerika'da darbecilik okulunda eğitiliyor. Neyse. O ordu burada komple değil, bütünüyle böyle bir şeyin içinde yer almıyor ve hepimiz biliyoruz, MİT'in içinde eskiden beri askeriye de var, sivil kuvvetler de var. Ben sivil kuvvetlerin tamamı CIA'cıdır da demiyorum; o çok yanlış veyahut da oradaki askerlerin tamamı yurtseverdir ve millî kuvvetlerdir de demiyorum; ama, MİT'in sivilleştirilmesi planı aslında bir sivilleştirme planı değildir diyorum. MİT sivilleştirilebilir; ama, yurtsever bir bakış açısıyla ve... 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Kendi yorumunuzu söylüyorsunuz 
Hiram Abas Abdullah Çatlı'larla o işleri yapan adam 
DOĞU PERİNÇEK - Evet kendi yorumum. ...ulusal bir teşkilat haline dönüştürülmesi düşüncesiyle de sivilleştirilebilir; ama, bu sivilleştirmenin öyle olmadığı şuradan anlaşılıyor. Başında Hiram Abas var. Hiram Abas kim; Abdullah Çatlılarla o işleri yapan adam. Hiram Abas kim; Amerika'nın MİT içindeki en yakın adamı. Zaten Amerika'nın en yakın adamı; şu kadarı belli: Abdullah Çatlı ile 1981 yılında buluşuyor. Kim buluşur ve onunla birtakım tertiplere girer. Devam edelim. Kuzey Irak: Kuzey Irak'ta da gördük; işte son Irak Hükümetiyle -Irak Kürdistan Demokrat Partisi Barzani'nin liderliğindeki- arasındaki ittifak üzerine orada Amerika darbeler yedi ve birtakım CIA ajanları kaçıştılar çil yavrusu gibi. Guam Adasına götürüldüler. Bu olayları hepimiz yaşadık. CIA peşmergeleri diye yani. Amerikan resmî makamları da bunu kabul etti. Gazeteler de yazdı; çok açık yani. Kuzey Irak'ta bir faaliyet var. Kuzey Irak'taki faaliyetine işte bu Çiller özel örgütü de büyük ölçüde dahil oluyor. Şimdi, bunların toplamına baktığımız zaman Türkiye ile Rusya'yı karşı karşıya getirmek; Türkiye ile İran'ı karşı karşıya getirmek; Türkiye ile Irak'ı; Türkiye ile Azerbaycan'ı karşı karşıya getirmek; Irak üzerinden Türkiye ile bütün Arap dünyasını karşı karşıya getirmek. Türkiye ile hatta hiçbir problemi olmayan ve iyi ilişkiler geliştirmesi Türkiye'nin çıkarları açısından şart olan Çin Halk Cumhuriyetini karşı karşıya getirmek. Bunun bir Amerikan çıkarlarına hizmet eden bir faaliyet olduğu çok apaçıktır ve bu neyle ilgilidir? Deniyor ki -resmî olarak Amerikan kaynaklarında görüyoruz- "Türkiye kriz bölgelerine müdahale gücü olmalıdır." Bu Foreign Reports, Foreign Affairs, Mediterranean Ouarterly diye demin adlarını verdiğim yarı resmî organların hepsinde bu geçiyor. "Türkiye kriz bölgelerine müdahale gücü olmalıdır." Açınız Çiller'in katıldığı hükümetlerin programlarını; hepsinde bu ibare aynen vardır ve 1994 yılına kadar Doğan Güreş tarafından da bu ibare Savunma ve Havacılık Dergisinde yayımlanmıştır -benim verdiğim dosyalarda var- aynen kullanılmıştır; yani, Amerikan yarı resmî organlarında deniyor ki, "Türkiye'nin misyonu kriz bölgelerine müdahale gücü olmalıdır." Neresidir bu kriz bölgeleri? Kafkaslar, Balkanlar, Ortadoğu, Orta Asya. Bakıyoruz, bizim hükümet programlarımıza giriyor bu; bakıyoruz Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş, bu ibareyi aynen kullanıyor. Yani, Türkiye hükümetleri, son Refah Partisi-Doğru Yol Partisi Hükümeti Programında aynen bu ibareye rastlamadım; ama, bunu çağrıştıran ibareler var; ama, evvelki hükümet programlarında, Çiller'in bulunduğu, bütün Başbakanlık yaptığı ve daha sonra Anavatan Partisiyle kurduğu Hükümet Programlarında bu aynen var ve işte, bunu Türkiye'ye kabul ettirmek zor. Türkiye'nin geleneksel bir politikası var: "Yurtta barış, cihanda barış" diye Mustafa Kemal Atatürk tarafından tanımlanmış bir politikası var. Sadabat Paktı, Ortadoğu ülkeleriyle dostluk; Balkan Paktı, Balkan hükümetleriyle dostluk; kuzeyimizdeki kim olursa olsun, Sovyetler Birliği, vesaire, çatışmalara girmemek. Bu politika çizilmiş ve sınırların ötesinde, işte sınırları genişletme falan filan gibi hevesler, hayaller içinde olmamak; fakat, 1980'lerden sonra Amerika şunu Türkiye'nin önüne getiriyor -bu o zamanki MİT Başkanı Fuat Doğu tarafından da söylenmiştir- artık biz bunları terk edelim, cihan Türklüğü politikasına ve işte bütün Rusya'daki, Sovyetler Birliğindeki o zaman İslamlarla birleşme politikasına dönelim diye Fuat Doğu formüle etmiştir. Hatta aynen böyle; bırakalım "yurtta sulh, cihanda sulh"u; bu eskimiştir; bugünkü dünya realitesi tarafında geçersizdir. Biz, cihan Türklüğü politikasına ve İslam politikasına dönelim ve Orta Asya'daki Türklerle, şunlarla, bunlarla ilgilenelim şeklinde formüle edilmiştir. Bu, tamamen Amerika'nın planlarıyla bağlantılıdır ve Türkiye'yi, komşuları aleyhine böyle cereyanların içine sokma amacıyla ilgilidir. Bakın, ben, şunu ayırıyorum: Biz, tabiî Türk Cumhuriyetleriyle özel ilişkiler içinde olacağız. Orta Asya'daki Türk Cumhuriyetleriyle Türkiye Cumhuriyeti kesinlikle -tabiî kültürel bağları, dil bağları, ekonomik çıkarları hepsi mazlum milletlerdir bunlar- ilişki içinde olacak; kardeşlik olacak; onlarla ilişkilerimiz başkalarından farklı da olacak; özel bir yer de verilecek; bunların hepsi doğru politikalardır; ama, bunun, ötesinde buralarla başka, Amerika çıkarları adına ilgilenmek, buralarla komşuları arasında kavgalar çıkarmak. Çünkü, ne Özbekistan ne Kırgızistan ne Türkmenistan ne Kazakistan ne Azerbaycan, Rusya ile veya Çin'le bir çatışma içine girmek istemiyor. "Bizim oralarla sıkı bağlarımız var "diyor. Türkiye, köprü başı olarak Amerika'nın. oralara girip bu tür çatışmaları kışkırttığı zaman benim demin tanımladığım, Türkiye'nin ulusal çıkarlarından farklı bir kanal içine girmektedir. İşte, Çiller özel örgütünün esas, menhus diyeceğim rolü buradadır. Türkiye'yi birtakım oldubittilerle, bütün çevresiyle ve Asya'yla çatışma içine sokmak ve sonunda Amerika'yla kader bağından başka bir alternatif bırakmamak. Çünkü, hatırlayalım, Birinci Dünya Savaşına biz nasıl girdik; Sivastopal'ı gitti, Goben Breslav bombaladı; ondan sonra paldır küldür biz kendimizi savaşın içinde bulduk. Bu sefer Goben Breslav rolünü işte bu örgüt oynamaktadır; Azerbaycan darbesi, falan filan demin saydığım kışkırtmaları ve tertipleri yaparak; Goben Breslav'dır... 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Eşref Bitlis?.. 
DOĞU PERİNÇEK - Evet... Oraya şimdi geleceğim. 
HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük) - Ben, burada bir hususu öğrenebilir miyim, az önce konu geçmeden. Kuzey Irak'ta da özel örgütün Amerika'ya Guam Adasına CIA ajanlarının taşınmasında rol aldığını, birlikte hareket ettiklerini söylediniz; ancak, ben burada yine bir kurgu sağlayamadım. Kamuoyunda kumarhane, eroin ticareti veya benzeri birtakım işlerle, yasadışı işlerle ilgili olarak malum kişilerin, mesela Topal cinayeti, Behçet Cantürk'ün... Yani PKK'ya finansman desteği noktasında veya PKK'ya şantaj yoluyla para vermek mecburiyetinde kalan şahısların özel örgüt tarafından temizlendiğine dair kamuoyunda, basın yayın organlarında iddialar var. Şimdi, Amerika'nın PKK'ya destek verdiği noktasında, en azından lojistik destek verdiği veya müsamaha gösterdiği noktasında genel bir kanaat var kamuoyunda. Şimdi, bakıyoruz, Amerika PKK'ya lojistik destek veriyor; PKK'nın desteklediği şahıslar veya PKK'ya destek veren şahıslar öldürülüyor. Yine Amerika'yla çıkarları tevlit etmiş, birleştirilmiş şahıslar bu işlerin içinde oluyor. Yani, o zaman, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin dışında, tamamen, bu şahısların birbirleriyle bir gösteri maçı yapar gibi uğraşmaları kurgusu ortaya çıkıyor; ben, burada bu bağlantının nasıl kurulduğunu mantıken, zihnimde belki bilgi eksikliğinden kaynaklanıyor; belki anlatım şeklinizdeki bağlantıları dikkatle dinlerken kaçırmış olabilirim diye düşünüyorum; ama, öldürülen şahıslar PKK sempatizanı olacak veya PKK'ya destek veren şahıslar olacak. Bu şahıslar CIA'in güdümünde olan şahıslar tarafından... 
DOĞU PERİNÇEK - Yani, iki tarafta CIA, Amerika var, niye birbirlerini öldürüyor diyorsunuz. 
HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük) - Şimdi, Amerika, yani bizi seyretsin diye ringe iki tane boksör çıkarmış; bizler de seyredelim. Amerika, acaba sadece şu mantıkla mı yapmaktadır; işte benim gücümü görün, ben kendi kendimle de kavga edebilirim gibi bir pozisyon mu sergilemek istiyor. Böyle bir ... imajı vermek suretiyle, dünya kamuoyunda güç gösterisinde bulunmak için mi bunları yapıyor? İki tane CIA bağlı örgüt, ikisi de CIA tarafından... Bu mu anlatılmak , isteniyor; yoksa Amerika sırf kukla oynatmak için, dünya sahnesinde siyaset yapma yakından bildiğimiz için bunu da kafam pek algılamıyor. Yani, o bağlantılar birinden birisinin yanlış olması gerekir diye düşünüyorum ben. Kusura bakmayın, eğer yanlış yorumladıysam. Benim, anlattığınız şeylerden ortaya çıkarabildiğim kurgu kopuklukları olarak değerlendiriyorum. 
DOĞU PERİNÇEK - Efendim, şimdi, birinci nokta, niye kopukluk olsun. Azerbaycan darbesini Amerika'nın yaptırdığı açık. Burada, karşıda Amerika'nın bir gücü yok. 
HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük) - Yok, ben, Azerbaycan'la ilgili demedim. Irak'la bağlantılı olarak... 

Sağ-Sol Örgütler ve Mafya Eroin Aracılığıyla Kontrol Altında 
DOĞU PERİNÇEK - Şimdi, onu söyleyeceğim. Bakın, efendim, bu çok önemli. Çiller özel örgütü PKK ile aynı çanaktan beslenmektedir. Nasıl; PKK Suriye'den uyuşturucuyu getirmektedir; bunlar almaktadırlar ve Ege güzergâhı denen yol üzerinden Avrupa'ya sevk etmektedirler. Abdullah Çatlı, burada, Hollanda bağlantısıdır. Hüseyin Kocadağ da Fransa bağlantısıdır. Bunların Hollanda'da ve Fransa'da ayakları vardır ve... 
HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük) - Özür dilerim, bağlantılarla ilgili olarak; Fransa ve Hollanda bağlantısı derken, müşahhas, bizim için ülkemizde olmayan şahıslar olması hasebiyle, bilinen, maruf olarak bilinen isimler verebilir misiniz? 
İŞÇİ PARTİSİ GENEL BAŞKANI DOĞU PERİNÇEK - Efendim, bu, işte Türk mafyası deniyor, şu deniyor, bu deniyor; hatta birtakım sol maskeli örgütler var Fransa'da. Bunlar birtakım sol maskeli örgütleri de kullanıyor. Eroin işinin içine birtakım, kendisinin sol diye tanımlayan örgütler çekilmiştir. Eroin aracılığıyla tamamen kontrol altına alınmıştır. Çünkü, onlara da eroin ihalesi verdiğiniz ve onları buradan beslediğiniz zaman, her türlü ihaleyi de yaptırabilirsiniz. Yani; diyelim "Sabancı'yı öldürt" veyahut da "Sabancı'nın kardeşini öldürt" dediğin zaman o öldürür. 
BAŞKAN - Biraz toparlarsanız... 
İŞÇİ PARTİSİ GENEL BAŞKANI DOĞU PERİNÇEK - Tabiî, ben sorular üzerine... Yani, sonuç itibariyle burada bunlar siz dediniz ki "Amerika PKK'ya müsamaha gösteriyor." Doğru. Amerika PKK'ya müsamaha gösteriyor. Neden...; çünkü, Amerika Türkiye'ye diyor ki "benim kriz bölgelerinde müdahale gücüm olacaksın." Burada da kritik sorun nedir; Kuzey Irak'ta bir Kürdistan kurulacak, sen de bunu himayen altına alacaksın. Amerika'nın Türkiye'ye dayattığı plan budur ve bütün bu kavgalar bilmem neler en sonunda bu eksende oluşmaktadır buraya dikkatinizi çekeceğim. Çiller, burada, Amerika'nın dayattığı -Turgut Özal'da bunun içindeydi- Turgut Özal-Çiller çizgisi Amerika'nın dayattığı Kuzey Irak'ta bir Kürt devleti kurulsun, biz de bunu himaye altına alalım, Musul Kerkük petrollerinden de yüzde 5- yüzde 6 hisse alalım, Sayın Turgut Özal'ın o zamanki ifadesiyle "1 koyalım 5 alalım" ve Turgut Özal, Baker geldi, 1991 başında Çankaya'da görüştü, hemen arkasından şunu söyledi; Irak halkları, Körfez Savaşı öncesinde ve Kürtleri himaye altına alalım diye Özal söylemedi mi? Kim getirdi ona, Baker getirdi bu planı. Bunun dosyada var. Genel Kurmay istihbarat belgeleri var. Türkiye ile Peletro arasında Türkiye ile Robert Douch arasında gizli görüşmeleri, genelkurmay istihbaratı saptamış, buralarda Amerikalılar açıkça söylüyor. Dışa açıklarken diyorlar ki "Irak'ın toprak bütünlüğü" içeride diyorlar ki "Irak'ı böleceğiz, ya siz geçin bu Kuzey Irak'taki Kürt devletinin başına, onu koruyun veyahut da biz bu işi İran'a vereceğiz. Siz yapmazsanız İran'a vereceğim ve Türkiye bölünecek." Amerika açıkça Türkiye'ye şunu diyor "ya büyüyeceksin, ya küçüleceksin" bunu Cengiz Çandar gibi, Amerika'nın bir numaralı... Şimdi, burada, Çiller'in Amerika ile birlikte olduğu açık. İki; PKK ile aynı eroin işinden gelir sağlarken de Çiller yine var. Onun için burada bir tutarsızlık yok. Bütün sorun Türkiye açısından, bu ABD'nin kriz bölgelerine, müdahale gücü olacak mıyız, olmayacak mıyız sorunudur. Bütün bölünmeler bu noktada cereyan etmektedir ve burada kritik olan da, Kuzey Irak'ta kurulacak, Amerika'nın kuracağı, Kürt devletini himaye altına alacak mıyız, almayacak mıyız sorunudur; bütün bölünmeler... Çünkü, bunu himaye altına aldığınız zaman İran'la da cephe cepheye geleceksiniz, Arap dünyasıyla da cephe cepheye geleceksiniz, Rusya'yla da cephe cepheye geleceksiniz. Bir tek Amerika ile birleşeceksiniz. Hatta, Avrupa'yla da cephe cepheye geleceksiniz; çünkü, orada Amerika'ya bağlı bir Kürdistan, ikinci bir İsrail oluşmasını Avrupa da iyi karşılamayacaktır. 

Uğur Mumcu ve Eşref Bitlis'in Katledilme Nedeni:

Türkiye ile Amerika arasındaki kader bağları sıkılaştırılacak, Türkiye'nin Amerika'dan başka hiçbir seçeneği kalmayacak; tabiî, bunun sonuçlarını hepimiz düşünebiliriz. İşte, bu soruşturmanın gelip dayandığı nokta, bu nedenle Uğur Mumcu ve Eşref Bitlis'in katledilmesidir. Bence, Ömer Lütfü Topal cinayetinden giderek... Tabiî, bunun üzerine gidilmeli, araştırılmalı, açığa çıkarılmalı, çok önemli; ama, esas sorun, Eşref Bitlis'in ve Uğur Mumcu'nun öldürülmesidir ve orayı aydınlattığımız zaman, Türkiye'nin karşı karşıya kaldığı tertipler, dayatmalar aydınlanmış olacaktır ve Türkiye'nin bağımsızlık ve güvenliği açısından önemli mesafeler alınmış olacaktır. Şimdi, Eşref Bitlis Jandarma Genel Komutanımız; bakıyoruz,Genelkurmay Başkanı olacak. Muhittin Füsunoğlu emekliye ayrılacak, 94 Eylülünde Doğan Güreş emekliye ayrıldığı zaman, geleceğin genelkurmay başkanı. İkincisi; Eşref Bitlis, demin söylediğim Amerikan dayatmasına, orduda kahramanca direnen bir orgenaralimiz. Bütün bu Amerikan planlarını ortaya çıkarıyor. Hatta, bizim elimize şimdi, yeni belgeleri geldi; Amerika'nın bölge ilkelerinden, Türkiye'den Irak, İran Suriye'den gizli, bilmem ne bayrak diye gizli birtakım tatbikatları var. Bu gizli tatbikatta işte o CIA peşmergeleri falan diye hepimizin hayret içinde kaldığı 5 bin tane Amerika'nın orada adamları var falan. Bu 5 bin tane peşmerge aslında bir askeri kuvvet. Bunlar CIA ajanı değil Barzani'yi de oradan temizleyecek bir, kuvvet. Hiçbir güç, 5 bin tane iyi eğitilmiş bir kuvvete Kuzey Irak'ta karşı koyamaz ne Barzani, ne Talabani. Hepsini temizleyecek ve Amerikan Kürt devletinin çekirdek gücünü oluşturmuş. Bunu, Eşref Bitlis saptıyor. Hatta, birtakım Amerikan askerî istihbaratının kanallarına vesaire girerek de belgeler saptıyor. Bunu, çeşitli raporlar halinde, aynı zamanda Çekiç Güç'ün faaliyetlerini saptıyor. Çekiç Güç'ün gıda yardımı, insanî yardım adı altında Kuzey Irak'a nasıl birtakım silahlar götürdüğünü. Çekiç Güç'ün oraya tamamen bir Kürt devletinin kurulması amacıyla Kuzey Irak'ta yerleştirildiğini, Irak'ın bölünmesine hizmet ettiğini ve Irak'ın bölündükten sonrada orada bir hançer yerleştireceğini, bu hançerin bazen İran'a bazen Türkiye'ye bazen Irak'a bazen Suriye'ye yani İsrail gibi bütün bölge ülkelerine karşı kullanılacağını da Eşref Bitlis saptıyor. Bu saptamalarını raporlar halinde Genelkurmay Başkanlığına veriyor. Hatta o zamanki Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın "aranızda Doğan Güreş'le ne var; bunu bana bildirir misin demesi" üzerine, bu Doğan Güreş'le ayrılıklarını da Orgeneralimiz Eşref Bitlis -toprağı bol olsun- Özal'a bir rapor halinde, bir mektup halinde sunuyor. O mektup da basında, 93 Eylülünde Aydınlık Gazetesinde özet olarak çıkmıştı. Bu mektubun Semra Özal'da olduğunu duyduk, mutlaka Cumhurbaşkanlığı arşivlerinde vardır; komisyonunuz getirtebilir, son derece önemli. 
HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük) - Farklılaşma nerede? 
DOĞU PERİNÇEK - Farklılaşma şurada. Doğan Güreş, Amerika'nın kriz bölgelerine müdahale gücü misyonunu benimsiyor. Bu bir rivayet değil, Savunma ve Havacılık dergisini açarsanız, orada iki defa Doğan Güreş tarafından bunun ifade edildiğini resmî olarak görürsünüz. Savunma ve Havacılık dergisi askeriyenin çıkardığı, Türk Silahlı Kuvvetlerinin çıkardığı bir dergidir. Eşref Bitlis ise bunun karşısında. Biz diyor Amerika'nın kriz bölgelerine müdahale gücü olursak parçalanırız. Sayın Orgeneral Eşref Bitlis'te bunun Sevr olduğunu tespit ediyor haklı olarak; bölünme burada. Bu bölünme biliniyor. 
HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük) - Peki, bu Millî Güvenlik Kurulunda konuşulması gerekecek kadar önemli bir konu. 
DOĞU PERİNÇEK - Tabiî konuşulmuştur. 
HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük) - Peki, bu fikir ayrılığı bir yerden bir yere tercihte bulunulması gerekir. İki farklı görüş varsa eğer. Bu iki farklı görüş, Millî Güvenlik Kurulunda tercih olarak... 
DOĞU PERİNÇEK - Doğan Güreş hakim. Doğan Güreş-Çiller. Bakın, o zaman Türkiye'yi kim yönetiyor. Başbakan Tansu Çiller, Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş. Mediterranean Quarterly ve Foreign Reports'ta aynen şöyle yazıyor "1994 Eylülüne kadar, Türkiye'de Doğan Güreş-Tansu Çiller ikilisi hakimdi ve Türk Ordusu tamamen Amerika'nın anlayışlarıyla uyum içindeydi: 1994 Eylülünden sonra bu bozuldu. Türk generalleri hizadan çıktı" aynen bu ifade. Doğan Güreş'in emekliye sevk edilmesinden sonra, Türk generallerinin hizadan çıktığını Amerikan kaynakları yazıyor, biz oralardan öğreniyoruz. 
HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük) - Peki, dediğiniz konuda o zaman Millî Güvenlik Kurulu, Doğan Güreş, Başbakan Tansu Çiller; yani, devleti, tamamen yönlendirecek olan şahısların ve kurumların bu hususta Amerika'nın kriz bölgelerine müdahale noktasındaki politikalarını aynen benimsediklerini ve tabi olacaklarına dair bir... 
BAŞKAN - Karşılıklı konuşmayalım da biraz kendisi anlatsın. O zaman akşama kadar sürer. 
DOĞU PERİNÇEK - Aynen bu şekilde, buna Eşref Bitlis karşı koyuyor ve buna karşı koyduğu için katlediliyor. 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Yalnız bir şey var burada. Sanıyorum zaman da daralıyor. Sayın Genel Başkanın konuşmasının tabiî ki sınırı yok, akşama kadar da konuşabilir. 
DOĞU PERİNÇEK- Efendim, ben, çok konuşma meraklısı değilim. 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Hayır, ben ondan dolayı söylemiyorum. Bir şey arz edeyim izin verirseniz. 
DOĞU PERİNÇEK - Ben size şunu arz ettim; dedim ki, ben 15 dakikada açıklayabilirim. Müsaade edin 10 dakikada bitireyim veyahut 3 dakikada, hatta 2 dakikada bile bitirebilirim bu size kalmış. Eğer, rahatsızsanız bu konuşmamdan... 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Hayır, rahatsız olmak değil. Anlatılan bahsettiğiniz konular zaten bize verdiğiniz bilgi ve belgeler içerisinde var. Ben, hepsini dikkatle okudum; onun için, birçok anlattığınızı oralardan da biliyorum. Konu, sanıyorum Komisyonun araştırmasıyla ilgili konunun şeyi kayboldu; yani, polis-mafya-siyasetçi üçgeni içerisindeki kısmına öncelik versek de bilahare bunları tekrar anlatmak istiyorsanız anlatsanız; çünkü, mesela, benim programın var gitmek zorundayım. Yani, şimdi, daha henüz oraya gelmedik. O kısmına gelmedik onun için söylüyorum. 
DOĞU PERİNÇEK - Oraya gelmeyeceğim zaten. 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Onu alalım sizden. Onları alalım da .. 
DOĞU PERİNÇEK - Efendim, ben onları size 300 küsur sayfa vermişim. 
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Eğer uygun görürseniz bir yöntem tespit edelim. Sayın Genel Başkan konuşsun, biz sonra soru soralım. 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Hayır, ben soru sormuyorum, soru değil. Ben diyorum ki, Komisyonun çalışma alanıyla ilgili konuyu evvela alsak da diğerlerini... 
MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) - Bu da alanı Sayın Başkan. 
DOĞU PERİNÇEK - Sayın Başkan, ben sizden şunu rica ediyorum; bana deyin ki, 3 dakikada konuşmanı bitir, ben 3 dakikada bitiririm. 
BAŞKAN - Hayır, hayır... 
DOĞU PERİNÇEK - Ben buraya 20 dakika konuşma düşüncesiyle geldim. Sayın Başkan, ben buraya 20 dakika konuşma planlayarak geldim. Buraya oturduğum zaman benim kafamdaki şuydu... 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - İşte ben diyorum ki onu öncelikle alsak da ondan sonra kalan zaman içerisinde Sayın Genel Başkan arzu ediyorsa konuşsun. 
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Yalnız tabiî bu tartışmayla da zaman kaybediliyor; bana kalırsa siz devam edin. 
MEHMET BEDRİ İNCETAHTAC) (Gaziantep) - Gerekirse bir oturum daha yapacağız, biz çok önemli bir şey yapıyoruz bunun zamanla sınırlandırması yok yani. 
DOĞU PERİNÇEK - Ben size tâbiyim. Ben ne diyorum size, evden çıkarken kafamdaki plan şuydu: Ben 20 dakikada sayın komisyon üyelerine bir analiz sunacağım ve gideceğim. Siz sorular sordunuz yayılıyor. Siz bana dersiniz ki, o analizini 5 dakikada bitir, ben 5 dakikada bitirecek yeteneğe sahibim, bitiririm. 
BAŞKAN - Hayır bir süre vermiyoruz da; ama, programımız belli 14.00'a kadar sizi dinleyeceğiz, saat 14'ten sonra başka arkadaşı dinleyeceğiz. Tabiî soru sorma şeyini sona bırakalım. Zamanımız var şöyle bir saat kadar zaman içerisinde bize... 
DOĞU PERİNÇEK - Efendim ben bunu söyledim zaten, bu işi Ömer Lütfü Topal falan düzeyinde tutarsanız, bunu bir savcılığa verin, bunu yapsın; Mecliste boş yere komisyon falan kurmayın. Verin savcılığın bir tanesi araştırsın. Ben zaten bir partinin genel başkanı olarak böyle bilmem iki tane mafya birbirini öldürmüş falan buralara fazla dalmam ve buralara fazla emek ve zaman da harcamam. Bu, bir bağımsızlık ve güvenlik sorunu olduğu için biz İşçi Partisi olarak üzerine gidiyoruz ve Çeçenistan falan filan nasıl ilgisi yok, esas onun ilgili var. Azerbaycan darbesini yapıyor onun ilgisi var. Azerbaycan darbesinde Abdullah Çatlılar var. Diğer yerlerde hepsi var; Çiller var. Çiller'in parmağı orada çıkıyor ortaya ve Türkiye içinde niçin tehlikelidir; bir Amerikan tertibi ve kriz bölgelerine müdahale gücü olma tehlikesi yüzünden bence bu olay tehlikelidir yoksa eroinmiş, mafyaymış maalesef, Irak'a ambargonun boşluğunu Türkiye devleti eroin ticaretiyle doldurmuştur. Evet, nedir resmi rakamlar; biz diyor Irak'a ambargo yüzünden 40-50 milyar dolar kaybettik, ben size şimdi vakit kaybetmiyorum bunun hepsinin altını açarım. Bugün tartışılıyor bakın Veysi Seviğ, Güngör Uras bütün ekonomistler diyorlar ki, Türkiye'nin dışa satımıyla, dış alımı arasında 20 milyar dolar fark var. Merkez Bankası kasaları dolu. Tartışmalar yapılıyor; Türkiye, 8 ilâ 15 milyar dolar yılda eroinden giriyor. Yani, Irak'a fasulye, mercimek, buzdolabı satmaktan kazandığımızı kaybetmişiz, onun yerine eroin satarak dolduruyoruz. Türkiye ekonomisi eroine bağımlı hale gelmiş. Bu, son derece önemli, kendi gençliğini zehirliyor bu ülke, bu devlet, bu hükümet, bu hükümetler ve bundan vazgeçecek kolay kolay bir babayiğit yok. Siz, 8-10 milyar dolar yıllık gelir Türkiye'nin temel meselesi budur ve Amerika'ya bağımlılık işte Türkiye'yi bu hale getirmiş, eroine bağımlı bir ekonomi yaratmış; bunlardan konuşmadan bu mesele çözülebilir mi? Çiller'in rolleri de burada önemlidir. Yoksa, ben bunlara vakit harcamam. Şimdi, bu bakımdan Uğur Mumcu ve Eşref Bitlis... Bakın, Uğur Mumcu 24 Ocak 1993 günü öldürülüyor, Eşref Bitlis ondan 24 gün sonra 17 Şubat 1993 günü. İkisi de Sevr'in karşısında olan iki insan. Birisi ordunun içinde silahla... Evet, Millî Güvenlik Kuruluna Doğan Güreş hakim, Başbakan Tansu Çiller; ama, önemli bir general ve Kuvayı Milliyeyi ordu içinde temsil eden bir general ve yarının genelkurmay başkanı ve hep Amerikan planlarının önüne taş koyan bir jandarma genel komutanı. 

Doğan Güreş Yalan Beyanda Bulunmuştur 

Bu, son derece önemli ve şimdi biz o zaman, yayınlar yapmışız size bir dosya halinde sundum. Bize gelen bilgiler üzerine kafamızda bazı şüpheler doğduğu için arkadaşlarımıza demişiz ki "bu Eşref Bitlis suikastını bütün detayına kadar araştıracaksınız." 7 ay araştırmışlar. Ne yapmışlar; gitmişler Orta Doğu Teknik Üniversitesinin Uzay ve Havacılık Fakültesi öğretim üyeleri, İTÜ Havacılık Fakültesi öğretim üyeleri, F-16 projesini yapan mühendisler, efendim o zaman Güvercinlik Havaalanında çalışan personel, Amerika'da bu uçağı yapan B-200'ü yapan firma, hepsine gitmişiz ve sonunda şunu saptamışız; bu uçak, buzlanmadan dolayı düşmedi. Ordunun içinden insanlar mesela; emekli korgeneral Arslan Önem, emekli bir hava tümgenerali vesaire. Ordunun içinden de insanlarla konuşmuşuz. Bu uçak buzlanmadan düşmedi; bir. Bu uçak pilot hatasından düşmedi; iki. Bu uçak yapım hatasından düşmedi; üç. Bu üç gerçeği bütün teknik, bilimsel açıklamalarıyla o zaman saptamışız ve demişiz ki -daha doğrusu bize bütün bunlar söylemiş sabotaj dışında bir şey- bu sabotajdır. Sabotaj yapıldığını gösteren bütün parçalar da ortadan kaldırılmıştır. Motor aksamı ortadan yok edilmiştir; dahası son derece anlamlı, uçağın düştüğünün ertesi günü o zamanki Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş alelacele hiçbir ciddî araştırma yaptırmadan ve uzman olmayan Güvercinlikteki 3-5 tane, 7 kişilik; üç astsubay, 4 subaydan oluşan ve uzman olmadığı, uzmanlar tarafından belirtilen personelden bir heyet kurularak onlara bir rapor tanzim ettirmiştir. Kendi silah arkadaşının ortadan kaldırılması hakkında, yalan bir beyanda bulunmuştur; buzlanma oldu diye. Buzlanma yok, buzlanma olduğuna dair en ufak ibare yok. Demek ki, burada bir kasıt vardır. Doğan Güreş'in ertesi günkü beyanatının kasıtlı olduğu çok açıktır. Biliyordu demek. Bakın, ben, bu olayın, tertibin içindeydi hazırladı demiyorum; ama, Doğan Güreş'in bu olay hakkında bilgisi olduğunu, göreceksiniz tarih en sonunda yazacaktır. Kasıt nedeniyle. Niçin bir Genelkurmay başkanı araştırmadan yalan bir tespit yapsın. Yalan bir tespit yapmıştır ve bunu kamuoyunda açıklamıştır. Biz, Eşref Bitlis'in uçağının bir sabotajla düşürüldüğünü o zaman saptadık; fakat, bu sabotajı kim yaptı, arkasında kim var, falan filan bunları aydınlatamadık; ama, bunları size verdiğimiz dosyada gördüğünüz gibi, kampanya halinde yayınladık. Eylül’den Aralık’a kadar süren üç ay içerisinde; fakat, şu sırada bize ek bilgiler gelmektedir. Genelkurmay istihbaratı kaynaklı ek bilgiler gelmektedir. O ek bilgilerde de şunlar vardır: Bu uçak, Amerikan bu günkü Adana Başkonsolosu Elizabeth Shelton'un bulunduğu, Adana'da ve İncirlik'te yapılan iki toplantıda, Genelkurmay istihbaratının izleyerek, bizim bunları izleyebilme kabiliyetimiz yok. Tarihleri de verilmektedir. 8-9-10 Şubat tarihlerinde Çekiç Güç Komutanı General Neab, Elizabeth Shelton, Amerika'dan gelen -onların hepsinin isimleri dosyalarda var, hatta rütbeleri vesaire- subaylar vesaire toplantılar yapmışlardır, Amerikan haberleşmesinden izleniyor, devamlı bir Eşref Bitlis olayı var o sırada Amerikan haberleşmesinde. Sayın Orgeneral Muhittin Füsünoğlu diyor ki "4 kişi biliyordu bu uçağı bineceğini; ben, Doğan Güreş, o zamanki Savunma ve Kara Havacılık Okulu Komutanı Tümgeneral Armağan Kuloğlu ve Eşref Bitlis'in kendisi." Aslında burada tarihe karşı bir konuşma var. Muhittin Füsunoğlu bence mert olmalı ve çıkıp daha açık şeyler söylemelidir ve biz, araştırdık, Armağan Kuloğlu Amerika'yla çok sıkı ilişkileri olan ve ordu içinde de Amerikancı diye bilinen bir general olduğunu tespit ettik; ama, bu işte ne kadar dahli var o kadarını bilmiyoruz; ama, 

34. CÜ BÖLÜM  İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***

UYUŞTURUCUDAN SUSURLUK'A BÖLÜM 32

UYUŞTURUCUDAN  SUSURLUK'A  BÖLÜM 32



Abdullah Kederoğlu,
23/6/2001 - 11:00 
Atin,


Abdullah Kederoğlu,

Eski Ülkücü İş Adamı Abdullah Kederoğlu
Tarık Ümit'in kaçırılıp, yok edilmesinde ismi geçen, daha doğrusu, olayla ilgili olarak arabası ve telefonu kullanılan Avşar Kederoğlu'nu daha önce TBMM Susurluk Araştırma Komisyonu'nda dinlemiştik. 
Bugün "Uyuşturucudan Susurluk'a" dizimizde, bir başka Kederoğlu'na, Avşar'ın ağabeyi, eski Ülkücü, şimdi ise bir çok şirketi yöneten iş adamı Abdullah Kederoğlu'nun ifadesine yer vereceğiz. 


Abdullah Kederoğlu
Tarih : 23.1.1997, TBMM.

BAŞKAN - Şimdi, Abdullah Kederoğlu'nu dinleyeceğiz. Buyurun Sayın Kederoğlu, hoş geldiniz.
ABDULLAH KEDEROĞLU- Sağ olun. Sayın milletvekilleri, hepinize saygılarımı sunuyorum.
BAŞKAN - Efendim, bizim komisyonumuzun niçin kurulduğunu biliyorsunuz, Türkiye'de bilmeyen de kalmadı, mafya, devlet, siyasetçi üçgeni içerisinde yer alan bütün olayları inceliyoruz; sizi de çağırdık, bazı konularda bilginiz olduğu kanaatinde olduğumuzdan dolayı. Öncelikle kendinizi tanıtın, ondan sonra da bu anlattığınız çerçeve içerisinde ne gibi bilgileriniz vardır. Mesela, o Tarık Ümit'in kaçırılması olayında, Abdullah Çatlı ile ilgili ne biliyorsanız onları anlatın, bilahare da bizim sorularımız olursa onları sorar, cevap isteriz. Buyurun.
ABDULLAH KEDEROGLU - Peki, teşekkür ederim. Her şeyden önce temiz toplum isteyen bir insan olarak bildiklerimi saklama hakkını kendimde bulmuyorum; ama, bilmediğim şeyleri de söyleyip lüzumsuz yere komisyonu oyalamak istemiyorum. Ben, 1951 Nevşehir doğumluyum, jeofizik mühendisiyim, 46 yaşındayım, üç aylık MTA'da stajyer devlet memurluğum var. Onun dışında 1977'den bu yana İstanbul'da ticaretle uğraşıyorum. 1969 yılında İstanbul'a öğrenci olarak gittim, halen İstanbul'da oturmaktayım. Nevşehir'in Kozaklı İlçesinin Boğaziçi Köyündendim. Ailemizin bir kısmı Kozaklı'da büyük ekseriyeti de İstanbul'da. Öğrencilik yıllarımda 12 Eylül öncesinde öğrenci derneklerinde görev yaptım, İstanbul Üniversitesi Öğrenci Birliği Başkanı, daha sonra da Ülkü Ocakları İstanbul Şube Başkanlığı yaptım. Ondan sonra da Nevşehir Öğrenci Yurdunun yurt kapanıncaya kadar yurt müdürlüğünü yaptım. İstanbul'da kurulu bulunan Nevşehir ile ilgili cemiyetlerde görev aldım, halen de derneğin ikinci başkanıyım. Nevşehir Sporun Yönetim Kurulu üyesiyim. Kadıköy Diyanet Vakfının Yönetim Kurulu üyesiyim, Taksim Camii Yaptırma Vakfı’nın da üyesiyim. Şimdi, bu olayları daha ziyade basından takip ediyoruz, basın öncesi bilgilerimiz de şöyle:
BAŞKAN - Siyasi bir şeyiniz var mı?
ABDULLAH KEDEROĞLU - Ben, tabiî Türkiye'nin meselelerinden hiçbir zaman kopmadım, kendimi ayrı tutamadım. Siyasi parti olarak da önceleri Milliyetçi Hareket Partisinde, 12 Eylül’den önce, 12 Eylül’den sonra da uzun süre Anavatan Partisi’nde aktif görev yaptım, şimdi de Doğru Yol Partisi’ndeyim. Yani, kendimi ayrı tutamıyorum Türkiye'nin meselelerinden. Bu bizim yaşantımızın bir parçası oldu, şahsımla ilgili. Bu olaylarda benim çok yakından tanıdığım ismi geçenler içerisinde birincisi Abdullah Çatlı, ikincisi İbrahim Şahin; Abdullah Çatlı'yı, yıl olarak belki hafızam yanılabilir, hem Nevşehirli olması sebebiyle hem o da 12 Eylül öncesi Ülkü Ocakları Derneği Başkanlığı yapması sebebiyle tanıyorum, ben de Nevşehir Öğrenci Yurdu’nun müdürü olduğum için İstanbul'a geldiklerinde yurda uğrardı, oradan tanıyorum. İbrahim Şahin'i de memleketim Kozaklı'da uzun süre görev yaptığı için tanırım. Kozaklı da herkes tanır. Belki de en son tanıyan benim, İstanbul'da olmam sebebiyle. Bunun ikisini yakinen tanıyorum. Bir diğer ismi geçen Afşar Kederoğlu da benim en küçük erkek kardeşim, komisyona gelip daha önce ifade veren. Bunlarla ilgili soracağınız soruları bildiğim kadarıyla cevaplandırırım. Yani, tanışıklığımızın devamını arzu ediyorsanız, onları da safha safha anlatayım.
BAŞKAN - Bildiklerinizi kronolojik sıra içinde anlatın.
ABDULLAH KEDEROĞLU - Abdullah Çatlı, 12 Eylülden sonra kaçak oldu. Yani, 12 Eylülden önce son burada Ocak Başkanlığını bıraktıktan sonra İstanbul'a geldi, bir müddet İstanbul'da sanıyorum ticaretle uğraştı.
BAŞKAN - Ne ticareti?
ABDULLAH KEDEROĞLU - Şimdi, çok içli dışlı olmadığımız için bilemiyorum, otomotiv olabilir, Sirkeci'ye gidip geliyordu, Nevşehirliler genelde Sirkeci'de oto alım satımıyla uğraşırlar, o olabilir. Ondan sonra gazetelerde ismi çıkınca, arandığını herkes duyunca kayıp oldu gitti. Yurtdışına gitti dediler, bir müddet sonra beni yurtdışından aradı, "Türkiye'de ne var, ne yok" gibi sorular sordu. 
BAŞKAN - Hangi tarihlerde, hangi ülkelerden aradı?
ABDULLAH KEDEROĞLU - Ülke sormadım ben, o da söylemedi. Tarih olarak da 12 Eylülden sonra, 90'dan önceydi, ilk çıktığı yıllardaydı. Ondan sonra da bir daha aramadı. Uzun müddet irtibatımız koptu, tabiî, ben Abdullah Çatlı'nın anasını, babasını da tanırım. Babası hastalanınca duydum, felç olmuş, ona gittim, cenazesine falan da gittim, onları da ilave söyleyeyim. Yani, sevdiğim de bir arkadaştı, o günkü şartlarda tanıdığım kadarıyla. Sanıyorum, 4-5 yıl önce beni telefonla aradı, gene hal hatır sordu, ne yapıyorsun dedim, iyim dedi. Neredesin dedim, gelip gidiyorum dedi. Benim seni bulabileceğim bir numara var mı, yok, ben seni ararım dedi. Beni evimden aradı, telefonumu nereden aldın dedim, nasıl ulaştın dedim, 118'den aldım dedi. Ondan sonra sanıyorum bir yıl falan geçti aramadı, bir gün, yılını hatırlamıyorum, ya Yozgatlılar gecesiydi, ya Kırşehirliler gecesiydi, orada ben otururken yanıma geldi masaya, birden bire gördüm şaşırdım, gözlüklü, selamlaştık, öpüştük, ne yapıyorsun, sohbet ettik. Türkiye'ye gelip gidiyorum dedi. Temelli burada mısın? Temelli de geleceğim dedi. Ne yapıyorsun, işin, gücün nedir, hukukî problemleri ne yaptın? Valla, şimdilik bir problem yok, önemli bir problemim yok dedi. Yani, mahkemeyi ne yaptın dedim, mahkeme de bitmek üzere dedi. Gene ben işyerinin falan telefonunu istedim, ben seni bulurum dedi. Ondan sonra ya bir ya da iki kere beni telefonla aramış olabilir, yalnız, iki yıldan bu yana aramadığından eminim, çünkü, şöyle eminim, aramış olsa hafızamda kalırdı, ben de bazı olaylar yaşadım, en azından arar diye düşünüyordum, hacca gidip geldim, aramadı, giderken de aramadı, gelince de aramadı, umreye gittim aramadı, arar diye düşünüyordum, Türkiye’de olsa, sonra gazetelerden duydum, sağdan soldan duyduk, Türkiye'ye gelmiş. Çatlı ile olan şeyim bu. Yani, irtibatım, bağım. Ne iş yaptığını kanuni, gayri kanuni, onu ne o söyledi ne de ben sordum. Bazı şeyleri, bir de şu huyu da vardı, yani, çok sevdiği insanlara yük olmak istemezdi. Yani, beni de severdi; ben de onu severdim.
BAŞKAN - Şimdi, birbirinizi sevdiğinize göre, defalarca da görüştüğünüze göre telefonla...
ABDULLAH KEDEROĞLU - Sayısı beşi geçmez.
BAŞKAN - Üç, beş, ne ise. Bir defa da yüz yüze görüşmüşsünüz Yozgatlılar veya Kırşehirliler gecesinde, yani, o zaman ne yapıyorsun, sen bak aranıyorsun...
ABDULLAH KEDEROĞLU - Sordum, özellikle sordum, hatta dedim ki, yahu sen aranıyorsun kardeşim, yani...
BAŞKAN - Ne cesaret buralara geliyorsun falan...
ABDULLAH KEDEROĞLU - Madem buraya geliyorsun, bizim gecemize de gel, böyle bir problemin yok. Orada herkes tanır beni dedi. O zaman senin hukuki problemin devam ediyor dedim. Yok dedi, bir şey yok dedi. Yani, ben özellikle ve ısrarla sordum, yani bir dostun sorması gibi ısrarla sordum, merak da ediyordum. Ondan sonra gazetelerde falan da bununla ilgili bir şey görmedim. Hatta aklıma da geldi, bir ailesine sorayım dedim, sonra da dedim boş ver niye soracağım, fazla meraklı bir şekilde sormayayım diye.
BAŞKAN - Peki, arkadaş, yurtdışında gidip geliyorsun, ne, yapıyorsun, ne işle iştigal ediyorsun, ne yiyip ne içiyorsun? demedin mi. Samimiyetiniz olduğuna göre.
ABDULLAH KEDEROĞLU - Yurtdışında iken bir kere aradı.
BAŞKAN - Görüştüğünüzde, gidip geliyorum demiş ya...
ABDULLAH KEDEROĞLU - Zaten o gecede görüştüğümüzde de ben biraz da tedirginlik de hissetim, bir müddet oturdu, fazla oturmadı, ben uzun yıllardır görmedim, buradan çıkıp bir yere gidelim, konuşalım, sohbet edelim, uzun yıllardır görüşmüyoruz dedim, yok dedi, işim var, ben seni yine ararım dedi. Onun dışında samimi olarak söylüyorum, ne iş yaptığını bilmiyorum, ticaretle uğraşıyorum dedi, bir şeyler alıyoruz satıyoruz dedi, ticaretle uğraşıyorum dedi.
BAŞKAN - Peki, .bu İbrahim Şahin ile ilgili, onunla da samimisiniz...
ABDULLAH KEDEROĞLU - Şöyle samimiyiz, Çatlı ile daha samimiyim, daha çok severim doğrusu...
BAŞKAN - Çatlı ile İbrahim Şahin görüştüğünü, irtibatı olduğunu falan biliyor musunuz?
ABDULLAH KEDEROĞLU - Onu bilmiyorum.
BAŞKAN - Her ikisiyle de samimi olduğunuza göre...
ABDULLAH KEDEROĞLU - Her ikisiyle samimiyim, ama, samimiyetim şöyle, işte Çatlı ile anlattığım bir sevginin verdiği samimiyet bağı var, görüştüğüm merhaleler belli. İbrahim Şahin, Nevşehir'de görev yapmadı, Kozaklı'da yaptı, Nevşehir'de yapmış olsa diyeceğim Çatlı'yı tanır, isim olarak tanıyabilir, sonra gazetelerden okudum ki, tanıyormuş, İbrahim Şahin Çatlı'yı tanıyormuş.
BAŞKAN - Sana hiç bahsetmedi mi İbrahim Şahin?
ABDULLAH KEDEROĞLU - Hayır, hayır, hiç, yani, İbrahim Şahin ile olan şeyimi de anlatayım da size, ona göre bana soru sorun. İbrahim Şahin bizim memlekette görev yaptıktan sonra yani, benim anam, babam, ağabeyim, amcalarım hepsi tanıyor bunu, biz de memlekete gittiğimizde tanıştık, sonra İstanbul'a gelmiş, telefonla beni aradı, -bana da ağabey diye hitap eder; Çatlı da ağabey der, İbrahim Şahin de- "ben İstanbul'a geldim ağabey" dedi. İyi, hayırlı uğurlu olsun dedim. Neredesin dedim "ikinci şubede görev yapıyorum." Bir kısım falan söyledi, ben bunu ziyarete gittim, İstanbul'a yeni başladı diye, sohbet ettik. Bir müddet sonra, o beni iş yerime ziyarete geldi.
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Sizin iş yeri neresi?
ABDULLAH KEDEROĞLU - Benim iş yerlerimi de sayayım: Bir TIR garajımız var, Halkalı Gümrüğünün içinde gümrüklü saha diye tabir ediliyor, oranın içinde lokanta, kahve, büfe, tesisleri var; bir orayı çalıştırıyoruz. İki tane sigorta acenteliğimiz var; İsviçre Sigorta ile. İhlas Sigorta, Avcılar'da büromuz. Bir Kederoğlu Ticaret diye Prodter Gamble'ın hammaddelerini temin ettiğimiz bir firmamız var; asit borik ve sodyum perborat satıyoruz orada. Yine, Avcılar-Ambarlı'da çay bahçesi diye tabir ettiğimiz yeşillik bir 10 dönümlük yer var; orayı da çalıştırıyoruz. Ben, Kadıköy yakasında, Suadiye'de oturduğum için, Suadiye'de de kendime ait bürom var, orada da, yine, bir arkadaşımla beraber hurda ithalatı yapıyoruz. Biz, şimdi, üç kardeşiz, iki amca oğlum var; onlarla birlikte işimizi götürüyoruz. Halkalı'daki işyerimize geldi İbrahim Şahin, yanında da polisleri de vardı; böyle sohbet ettik, epey de konuştuk. İşte, bu arada, bayramlarda falan birbirimize kart atıyoruz. Yine, bir müddet geçtikten sonra İbrahim tekrar aradı beni telefonla "benim görevim değişti, İstanbul'dan gidiyorum, ben Özel Harekât Dairesine Başkan oldum, İşte, Diyarbakır'a falan gidiyorum" dedi. İyi, hayırlı uğurlu olsun dedik, telefonla konuştuk. Daha sonra bir kere daha uğradı bu bize. Geldiğinde yanında koruma polisleri de oluyordu ya da arkadaşları beraber geliyorlardı dört kişi üç kişi neyse isim olarak. Onun dışında, telefonla görüştüğümüz bellidir yani; sayısını hatırlamıyorum ama, sekiz on defa belki de daha fazla görüşmüşüzdür. Bir de son olaylar çıkınca, ben kendisini aradım, iki üç sefer özellikle, nedir bu İbrahim dedim. İlk aradığımda telefona çıktı "ya ağabey, bir şeyler... Bizimle birileri uğraşıyor, biz de hesabımızı veremeyeceğimiz bir şeyimiz yok, biz de uğraşıyoruz" dedi. Ondan sonra aradığımda yerinde de bulamadım; yani, görevden de alınmış; beni de aramadı. Bu arada, enteresan bir olay oldu. Yine, onun da senesini tam hatırlamıyorum. Bir gün işyerimizde otururken, benim bir küçüğüm amca oğlu var "Avşar'ı polisler falan sık arıyor, bir şey var herhalde" dedi. Ben de işyerine çok sık gitmiyorum Halkalı'daki yere. Bir gittiğimde baktım, birisi, yanında bir kişi daha var oturuyor; bir genç, biri de bizim yaşımızdan küçük, yemek yiyorlar amca oğluyla falan. Bu kim dedim "bu Avşar'ı gözaltına alıp bırakmış, şimdi de, her hafta geliyor gidiyor Avşar'ı soruyor" dedi. Neyse, tanıştık, adama hoşbeş dedik. Adam dedi "sen kimsin" amca oğlu "bu, bizim en büyüğümüz" dedi. Orada 15-20 dakika sohbet ettik "bak kardeşim, ben istihbaratçıyım; bizim Avşar'ı arama sebebimiz şu: Kaybolan bir adamın -Tarık Ümit diye bir adamın- telefonunda son numara Avşar'ın çıktı telefon numarası. Avşar'ın telefonundan aranmış" dedi. "Biz, sizi takip ettik, bir hafta on gün telefonlarınızı dinledik; seni, kardeşlerini. Baktık ki, temiz adamlara benziyorsunuz. Bu arada, Avşar'ı ben aldım, konuştum, işte, iki gün mü üç gün mü tuttuk, Avşar bize yardımcı oldu, telefonla kimin konuştuğunu söyledi. Hatta onları da telefonla çağırabileceğini söyledi dedi. Benden size tavsiye, bunlarla fazla içlidışlı olmayın" dedi. Niye dedim "bunlar hakkında bu tür dedikodular var, ben de onu araştırıyorum" dedi. İyi dedim. Bu sefer gitti başçavuş.
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Bu tür dedikodular dediği nedir?
ABDULLAH KEDEROĞLU - Yani, mesela "Tarık Ümit'in kaybolmasını araştırıyoruz; ben onu araştırmakla görevliyim" dedi. "Burada, Avşar'ın telefonuyla konuşan polis. Avşar Tarık Ümit'i tanımıyor" dedi. "O devletin adamı. Demek ki, bunlar böyle bir şeylerle uğraşıyorlar ki, sizin bunlarla işiniz yok, ben sizi iyi biliyorum, tanıdım" dedi yani adam "araştırdık her şeyinizi" dedi. Öyle deyince, ben, biraz, yani, kafamda bir şey acaba diye düşündüm.
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Nedir o acaba?
ABDULLAH KEDEROĞLU - Acaba şu: Yani, bu adamın dediği mi doğru, acaba, bu adam bizi bunlardan soğutmak için mi böyle söylüyor. Hani, o adam benden bekledi ki, bunları kov; yani, kov derken, hiç görüşme -telefonla- bu manada. Dedim ki, ben kendine, yahu belki doğru söylüyorsun; ama, ben seni ilk defa görüyorum, İbrahim Şahin'i ben taa kaç yıl öncesinden tanıyorum, böyle bir halt yiyeceğini -af edersiniz- hiç tahmin etmiyorum dedim. Yani "Tarık Ümit'ten" dedi "biz bunların üzerine gidiyoruz, araştırıyoruz" dedi. "Telefonla konuşanı da kardeşin söyledi, Ziya diye bir polismiş" dedi. Peki, ne yapayım dedim ben "yahu, hiç olmazsa, kardeşin bekar evinde kalıyor Ataköy’de, bir müddet yanına al götür evine" dedi. Ben ondan sonra kardeşimi çağırdım, biraz sıkıştırdım, bana söylemiyordu. Dedi "ağabey, beni gözaltına aldı, jandarma götürdü" olay nedir dedim "Ziya benden telefonumu istedi, verdim ağabey" dedi. Bizim orada telefon da şöyle: 8 tane umuma açıkta telefonumuz var, jetonla telefon edilir. jetonla telefon edilir, parayla satarız. Kalabalık bir yer, günde en az 500-100 kişi gelir; devletin memurları da çok sık gelir, bilhassa istihbaratçılar, narkotikçiler, orada çok olur. Bazen, kendi içerde kilitli bir telefonumuz var -büromuzda- o telefonla görüşmek için -millet dinliyor diye oradan görüşürler- biz veririz onlara, narkotikçiler gelir. Bir gün de ben şahit oldum, bir yüzbaşı telefon ediyor, açık, umuma ait telefonda, o konuşurken ben işaret ettim, işte "İngiltere'den geldik komutanım, istihbaratçı bilmem kiminle" dedi. "Geldik, ne yapalım gümrük kapanmış" dedi. O sırada telefon -3 dakikalık- kapandı. Ben dedim, yahu kardeşim sen kimle konuşuyorsun "işte, ben, teğmen bilmem kim" dedi, kimliğini
çıkardı. Bu telefonla konuşabilirsin dedim. Buradan konuş, orası kalabalık, herkes dinlemesin seni. O da konuştu oradan. Sonra bana dedi ki "ağabey bana bir eskort verebilirsen -araba dedi- ben bunu burada bırakmayacağım, askerî malzeme, mühimmat, Selimiye'ye götüreceğim" dedi. Bunun gibi olaylar da olur bizde yani. Bizden yardım istekleri olur, varsa yardımımızı yaparız. Konudan konuya geçiyoruz; ama, o sıralar, bir ay ben Avşar'ı kendi evime götürüp getirdim. Tembih de ettim, oğlum, ölçülü ol, biz bunları tanıyoruz, bunların yapacağı ya da yapmayı tasarladığı bir iş varsa, sen, bir kere bunlarla irtibatını kopar, beni de haberdar et "yok, ağabey, öyle şey mi olur" dedi. "Bunlar zaten senin yanına geliyorlar, sen olmayınca ara ara gelip, yemek yiyip, çay içiyorlar." ki, lojmanları da bize yakın. Bizim garajımız da Halkalı'da, polis lojmanları da Halkalı'da, bunların dışında polisler de gelir. Şimdi, mesela, bizim orada polis noktası var, bir polis nöbet tutar akşama kadar, karakol yok da, her gün gelir, bizim telefonumuzu kullanır, bizim lokantamızda yemeğini yer, akşam çeker gider
görevli polis. Bundan önce de jandarma gelirdi, iki tane jandarma, onlar da gece nöbeti de tutarlardı, hem gümrüklü sahayı bekliyorlar hem bizim orası açık olduğu için, orada oturuyorlar. Bunlarla irtibatımız böyle efendim.
BAŞKAN - Bu polislerle siz de şey mi ettiniz, bu Ayhan, işte, Ziya gibi...
ABDULLAH KEDEROGLU - Ben şimdi isim isim çıkaramıyorum. İsim olarak sadece Ayhan'ı öğrendim. Onu da şöyle öğrendim, benim bacımın evinde kiracı Ayhan -kız kardeşimin- onu da gazetecilerden öğrendim. Dediler, böyle böyle Ayhan Akça diye birisi yakalandı, senin kiracınmış. Dedim, benim kiracılarımın arasında polis yok -benim de üç tane kiracım var ama- kardeşlerimin de evi var, onlarda olabilir, bir sorayım dedim. Hakikaten kiracıymış.
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Nerede?
ABDULLAH KEDEROĞLU - Avcılar'da... Ben Suadiye'de oturuyorum.
BAŞKAN - Yani, siz, sadece bir şahıs olarak tanıyorsunuz, Ayhan'ı Ayhan olarak...
ABDULLAH KEDEROGLU - Orada öğrendim...
BAŞKAN - Sonradan öğrendiniz...
ABDULLAH KEDEROGLU - Yanıma üç dört kişi geliyor. Belki de isim söylüyorlar koruma polisleri. Onlar ya bizim masada oturuyor ya da yanımızdaki...
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Bu olayın tarihi ne zaman?
ABDULLAH KEDEROĞLU - Hangi olayın ağabey?
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - İşte, sizin kiracınızmış diye geldiği zaman yahut kız kardeşinizin evinde oturduğu...
ABDULLAH KEDEROGLU - Yeni... Yeni kiracı olmuş. Yani, bir ya da iki ay üç ay. Ben onu da sormadım, benim evimde kiracı olmadığı için, bana Uğur Dündar telefon etti, doğru mu bu haber; doğru dedim.
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Yeni yani, bir iki aylık iş.
ABDULLAH KEDEROGLU - İki aylık ya da üç aylık iştir.
BAŞKAN - Evet, başka ilave edeceğin bir şey var mı?
ABDULLAH KEDEROĞLU - Benim aklıma gelen bunlar.
BAŞKAN - Arkadaşlardan soru sormak isteyen var mı?
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Haluk Kırcı'yı tanıyor musunuz? 
ABDULLAH KEDEROGLU - İsim olarak tanıyorum.
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Hiç gelmişliği var mıdır size?
ABDULLAH KEDEROGLU - Gelmişliği yok.
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Korkut Eken ile bir ilişkiniz oldu mu?
ABDULLAH KEDEROĞLU - Hayır; bu isimlerin hiçbiri ile ne Korkut Eken'i tanıyorum ne diğer ismi geçenleri; milletvekillerini de tanımıyorum üstelik kendi partimizin mebusları.
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Siz, partinizde yönetim kurulunda mısınız?
ABDULLAH KEDEROĞLU - Yönetim kurulundayım; yani, o da altı aylık yönetim kurulu üyesiyim.
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Başkan mısınız? İlçe başkanı filan...
ABDULLAH KEDEROĞLU - Değil... Değil... Partinin il yönetim kurulu üyesiyim gençlikten sorumlu; yani, o da benim gıyabımda, il başkanı -eski arkadaşım- bizi listeye yazmış, aktif particiliğim de yok.
BAŞKAN - Yaşar Bey, var mı sorunuz?
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Var... Kederoğlu'nu şunun için sanıyorum -hatırladığımız kadar- çağırdık, bu Mesut Beyin Budapeşte'deki saldırı olayıyla, uğradığı saldırıyla bir bilginiz, malumatınız var mı?
ABDULLAH KEDEROGLU - Yok... Yani, kulaktan dolma, gazetecilerden duyma... Bana da sordular onu. Mesela...
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Şimdi, bir rivayet var. Rivayet değil de o kısmı doğru sanıyorum. Celal Bey -il başkanı- haber vermiş. Efendim, işte, basına ben sordum, kimden öğrendiniz "Celal Beyden öğrendik" dediler. Celal Adan demiş ki, işte, Mesut Yılmaz kumarhanede saldırıya uğradı. Budapeşte'de Hilton Otelinin kumarhanesinde saldırıya uğradı. Tabiî, kumarhaneyle olayın bir ilişkisi yok. Saldırı da bu tarafa döneceği sırada meydana geliyor. Daha kimsenin haberi olmadan, TGRT'nin bu yolla haberi oluyor. TGRT'ye deniliyor ki, böyle bir olay var. Sordum ben çünkü, Celal Adan'dan çıktı dediler. Onun üzerine, TGRT gerekli şeyleri yapıyor. Türkiye'ye duyuruldu; duyurulduğu zaman da, zaten, Mesut Bey uçakla buraya gelmişti. Sonra biraz daha derine gidince, bunun, gümrüklü sahadaki TIR parkından çıktığı söyleniyor.
ABDULLAH KEDEROĞLU - Neyin ağabey?
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Haberin...
ABDULLAH KEDEROĞLU - Bu olayın...
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Onun için dedim size.
ABDULLAH KEDEROGLU - Yok; yani, şöyle...
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Vardır, yoktur; ben size soruyorum.
ABDULLAH KEDEROGLU - Varsa da var derim. Şerefimle temin ediyorum var derim. Beni siz tanımıyorsunuz gerçi de. Gümrüklü sahadaki TIR parkı... Macaristan'daki olabilir. Yani, bizim sahamız Türkiye'de. Macaristan'da bu tür iş yapanları ben de tanımam. Şoförler gider gelir. Zaten, bu işi, bizim kiraladığımız günden bu yana da almak istiyorlar; o da ayrı. Yani, almak isteyenler kim; bu işi yapanların hepsi zaten bu işlerle uğraşıyor pespaye adamlar; yani, garajcılık işletenlerin hepsi öyle. Ben şuradan biliyorum: Narkotikçiler geldi, işte, polis gümrüğü bastı, gümrüğün memurlarını tutukladı -altı sene önce- mührü bize verdi. Dedim ki, gelin bir de bizim buraya; dedi, sizi biliyoruz. Nereden biliyorsun; işte, falanca seyyar satıcı, baş komiser kaçakçı istihbaratın 'burada çalışıyor kardeşim dedi. Biz sizi biliyoruz. Yani, bizimle ilgili bir tarafı yok. Ben olayı Tuncay Özkan'dan öğrendim. Kanal D`nin haber müdürü aradı "yahu, böyle böyle Mesut Beye bir saldırı olmuş" dedi. Ben, Tuncay'ı da on beş senedir tanırım. "Hiç duydun mu sizin partide falan" dedi. Duymadım, bir sorayım dedim. Kime sorayım, kime sorayım; aklıma geldi, Celal ile de il başkanı olmasına rağmen, öyle çok şey bir hukukum da yok, onu da söyleyeyim, cep telefonunu bile bilmiyorum, aklıma o geldi. Hiç kimseyi aramadım, tekrar Tuncay'ı aradım, nereden duydun dedim "sağdan soldan telefon ediyorlar, isimsiz insanlar telefon ediyor 'niye vermiyorsunuz kardeşim Mesut Yılmaz böyle saldırıya uğradı kumarhanede' böyle söylüyorlar" dedi. Yani, olayı ilk duyduğum kaynak da o.
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Peki, bu Faik İçmeli diye bir arkadaş var mı sizde?
ABDULLAH KEDEROĞLU - Var.. Var... İkinci başkan, Celal'in yardımcısı.
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Celal'in yardımcısı... Bunun uyuşturucuyla bir alakası oldu mu? Bildiğiniz bir şey var mı?
ABDULLAH KEDEROĞLU - Bildiğim de yok; olacağını da sanmıyorum. Yine, iddialı konuşmayayım insanlar iÇin de; çünkü, hiç belli olmuyor, şartlar insanlara öyle şekil veriyor ki, şimdi, ben, Çatlı ile ilgili şeyleri okuyorum, İbrahim Şahin ile ilgili; aklım almıyor; yani, saf, adam da değilim ben o kadar. Ha, ben yine seviyorum; ayrı; yani, benim sevgim, saygım, cezaevine düşse de severim. 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Gayet tabiî... Doğrudur:.. Onlar ayrı... 
ABDULLAH KEDEROGLU - Suçlu da ofsa, o ayrı; ama, insan kendinin atlatılmasını hazmedemez. 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Böyle bir şeyden haberiniz yok yani. 
ABDULLAH KEDEROGLU - Hayır; kesinfikle yok; yani; oiduğu kısmını söyledim. 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Peki, sonuç itibariyle bu dosyalarda şöyle bir şey var; ben de içten söylediğinizi belirttiğiniz için söylüyorum. Bilhassa MİT'ten gelen arkadaşımızın verdiği ifadede var sanıyorum. Deniliyor ki, Tarık Ümit, bu Ziya Bandırmaraoğlu ve Ayhan Akça ile birlikte kardeşiniz -küçük kardeşiniz- neydi onun adı? 
ABDULLAH KEDEROĞLU - Avşar... 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Avşar'ın yardımı ile bu kaçırıldı, götürüldü, sonra da Abdullah Çatlı'ya teslim edildi; Abdullah Çatlı da bu adamın icabına baktı. Yani, özeti bu lafın. 
ABDULLAH KEDEROGLU - Evet... Benim de edindiğim özet bu; yani, basından, şeyden... 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Evet. Burada, sizin, mademki ailenin reisisiniz, bu konuda bize verebileceğiniz, bu söylediklerinizden başka bir bilgi var mı yahut da Ahmet'in -o gelen başçavuş Ahmet- biz bunları araştırıyoruz, kardeşinizi de buradan al git, bu adamlarla şeyde dediği zaman, yanında başka assubay yahut asker... 
ABDULLAH KEDEROGLU - Bir kişi daha vardi; asker vardı. Asker vardı... 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Hah, onu arıyorum. İsmi neydi? 
ABDULLAH KEDEROĞLU - Hatırlamıyorum... Kısa boylu ve merak ettim Ahmet'i... O zaman bize çok gidip gelen oldu tabiî. Biz şüpheleniyoruz böyle bir olay olunca, ben İbrahim'i arıyorum yok. Dedim ki, kardeşim, bu iş neyse... Ahmet'i arıyorum, İI jandarmaya gittim; yani, olay bizi şok etti. Ben, önce kardeşimden de şüphelendim. Öbür kardeşimi çağırdım, dedim, oğlum, bu bekar, bir şey eder "ağabey, ben bunu takip ediyorum; Avşar'ın en fazla yaptığı; yani, bizim aileye yakışmayacak, gece klübüne gidiyor" dedi bunlarla. "Hepsini biliyorum" dedi; yani, kızlarla ne zaman geziyor ... 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Bunlarla dediği; polisleri mi kastediyor? 
ABDULLAH KEDEROĞLU - Hayır... Hayır... Yani, bu gece hayatıyla ilgili; ayrı kalıyor... Gece hayatıyla ilgili... Kardeşimi de sıkıştırdım, sonra Ahmet'e de söyledim. Dedim ki, başçavuş bize... Ben onu samimî buldum; yani, niye samimî buldum; anlattı, telefonlarınızı dinfedik, hepsini anlattı bize Ahmet. Dedim, bu iş madem böyle, bu işi götürün diyene kadar, Ahmet çok hızlıydı; yani, işi götürüyordu Ahmet. Bir saatten sonra Ahmet'in hızı kesildi. Ahmet "irtibat halinde olalım" dedi bize; arıyor; beni de arıyor, öbür amca oğlunu da arıyor. 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Yanında bir asker daha var bize söylemedi onu. Ben buldum onu. 
ABDULLAH KEDEROĞLU - Asker var... Ufak boylu bir asker var. Asker dedi, ben onu sordum. 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - İki kişiler... Onu söylemedi... 
ABDULLAH KEDEROĞLU - Var... Asker var... 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Ben buldum canım. 
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Evet, siz şeyi anlatıyordunuz; yani, Ahmet çok hızlı gidiyordu dediniz. 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Kesildi sonra hızı diyor. 
ABDULLAH KEDEROĞLU - Şimdi, Ahmet ondan sonra, ben dedim ki Ahmet'e, aman kardeşim dedim, madem sen bizi sevdin, bizi uyar, ola ki, benim bilgimin dışında, kardeşimi ben şimdi eve götürüyorum. Akşam ben olmazsam telefon ediyorum, kardeşim gel ben seni bekliyorum; 12 de olsa bizim evde yatıyor. Biz şoke olduk böyle bir şey olur mu diye. Sonra Ahmet "Avşar'ı bu işle alakası yok" dedi, olsa, bunları söylemez, bunlara bizi bulaştırmaz, çünkü, Avşar dedi, istediğiniz çağırayım, düşürürüm telefonla diyor dedi, yakalayacaksanız ben çağırayım. Yani, Avşar'ın bu işle bağlantısı olsa dedi -ki, ben de sıkıştırdım kardeşimi- en azından ben hissederim, Ahmet, ben istihbaratçıyım dedi. Yalnız, bundan sonra sahip ol dedi. Ola ki... Dikkat et... Olayların gelişimi böyle. Ahmet'in yanında o çocuğu ben iyi hatırlıyorum; özellikle dikkat ettim; çünkü, biz şeyden korkuyorduk; yani, bize dediler, Avşar'ı kaçırırlar, öldürürler. 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Rütbesini hatırlıyor musun askerin; rütbeli miydi, sivil miydi? 
ABDULLAH KEDEROĞLU - Sivildi, resmî değildi. Bir arabaları vardı. Ben hatta dedim, arabayla göndereyim sizi. Arabamız var dedi. Yerli bir arabaları vardı; çıktım baktım. 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - O da sivildi... 
ABDULLAH KEDEROĞLU - O da sivildi... 
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Ben bir şey soracağım, narkotikçiler çok gelir gider dediniz sizin şeye. Neden? 
ABDULLAH KEDEROĞLU - Şöyle gelir gider; yani, gözlerler, bize de güvenirler. Mesela, falan plakalı araç saat kaçta geldi -onu bize sorarlar- saat kaçta çıktı, takip ederler. 
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Orada böyle TIR'larda uyuşturucu filan yakaladılar mı? 
ABDULLAH KEDEROĞLU - Yok... Yok... Bizim arabalarımızı sadece İbrahim İsterse ona veririz. Polislere belki kardeşim vermiştir. O saaatten sonra biz de vermedik de, bizim... Bir de biz dostlarımıza arabamızı da veririz. Siz gelseniz ya da bir başkası gelse... O ana kadar aklınıza gelmiyor; ama, bundan sonra aklımıza gelir. 
DURMUŞ FİKRİ SAGLAR (İçel) - Biz veririz dedi de Avşar, Yaşar Bey de sordu, siz, herkese verir misiniz diye. 
ABDULLAH KEDEROGLU - Yok, herkese değil de. Ben şimdi işin detayına inmek istemiyorum. 
DURMUŞ FİKRİ SAGLAR (İçel) - Biraz detayına inin. 
ABDULLAH KEDEROĞLU - Hayır... Hayır... Kendi sosyal çevremle ilgili detaya inmek istemiyorum. Ben, Nevşehir mebusları içinde bir Sayın Başkanı tanımıyorum; yani hepsini tanırım. 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Niye yüzünde perde mi var? 
ABDULLAH KEDEROGLU - Hayır... Geçen geldi mesela Sayın Başkan, millet etrafında saldırıyor, ben de ikinci başkanım, ben kenarda oturdum. Hatta Tuncay Özkan beni aradı, dedi ki, gelsen bir röportaj yapabilir miyiz. Vallahi ben tanımıyorum kardeşim dedi. Yahu, nasıl olur, nasıl tanımıyorsun dedi. Benim yanımda görür; Kadir Baş benim sınıf arkadaşım, Osman Seyfi sınıf arkadaşım; beraber aynı dönemde okuduk. Beni eskiden bilirler. 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Osman ile beraber ortaokulda mı okudunuz? 
ABDULLAH KEDEROĞLU - Hayır... Hayır... Üniversitede... 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Osman hukukta... 
ABDULLAH KEDEROGLU - Aynı yurda Nevşehir... Ben onların yanına gittim, onlar son sınıfta, ben birinci sınıftaydım. Bizim ülkücü olmamıza onlar sebep oldu. 
BAŞKAN - Hem ülkücülükten hem yurt başkanı... 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Evet. 
ABDULLAH KEDEROĞLU - Ben birinci sınıftaydım, onlar dördüncü sınıftaydı. Ben, şimdi, Meclise geldiğim zaman da kendi partime uğramam, gider Kadir Ağabeyin yanına uğrarım mesela. Öyle bir parti bağnazlığım da yok. 
MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) - Mevcut partiniz. 
ABDULLAH KEDEROĞLU - Benim mevcut siyasî yapılar içerisinde yerim de yok; onu da söyleyeyim. 
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Ama, işte, 80 sonrasındaki, çok açıklıkla söylüyor 
ABDULLAH KEDEROGLU - Tuncay ben burada, yani, Ankara'da da ben uzun süre kaldım -Anavatan zaman nda- o günlerden itibaren; yani, ben Tuncay' dürüst diye severim, o da beni dürüst diye. Fikri olarak birbirimize yakanlığımız yok, ailece görüşürüz. Erdal Beyin o zaman başdan şman idi. Yani, Tuncay geldi beni buldu. 
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Anavatan Partisinde burada -Ankara'da- ne yaptınız uzun zaman? 
ABDULLAH KEDEROĞLU - O zaman çalıştık, genel merkezde. 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Kongrede çalışmıştır. 
ABDULLAH KEDEROĞLU - Yok... 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Ne yapacaksınız Anavatan Partisinde ne yapacağını, sana 
DURMUŞ FİKRİ SAGLAR (İçel) - Niye bana ne yahu... Ben soruyorum. 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Ben soruyor muyum Halk Partisinde ne yaptın diye. 
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Sor canım, onu da sor... 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Olur mu? 
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Onu da sor canım. Ben soruyorum. Amma, yapıyorsun yahu. Niye bu kadar alındın; yani, Mesut YıImaz ile Yaşar Okuyan da çıkıyor; şimdi, fotomontaj olursa... Buradaki arkadaşlarımızın hiçbiri alınmıyor. 
BAŞKAN - Arkadaşlar, soracağınız bir soru var mı? Yok. Peki, teşekkür ederiz. 
ABDULLAH KEDEROĞLU - Ben teşekkür ediyorum. 
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Kongreyi kazandınız mı? 
ABDULLAH KEDEROGLU - Kaybettik... 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Sen YıIdırımcı taraf mıydın? 
ABDULLAH KEDEROGLU.- Ben öyleydim. 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Bak, kaybetmişler, gördün mü?...

http://www.atin.org/detail.asp?cmd=articledetail&articleid=330

33. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR

***