20 Şubat 2019 Çarşamba

15 TEMMUZ SÜRECİNDE DONANMA ÇAPINDA NELER YAŞANDI? BÖLÜM 4


15 TEMMUZ SÜRECİNDE DONANMA ÇAPINDA  NELER YAŞANDI?  BÖLÜM 4



LEVENT KERİM UÇA’NIN TCG TUFAN’I SEYRE KALDIRMASINDAKİ TUZAK 

3. G GÜNÜ (GEMİLERİ DENİZE HEP BİRLİKTE ÇIKARIP TUZAĞA ÇEKEREK “SOBELEME”) 

15 Temmuz’da Deniz Kuvvetleri bağlısı tüm ana muharip suüstü unsurları denize çıkarıldı. Böylece kimsenin diğerlerinden farklı bir şey yaptığını düşünmemesi sağlandı. 

Tüm Donanma’da bu algıyı oluşturacak şekilde; 

Gölcük’te, Komutansız durumdaki TCG TUFAN’ın Levent Kerim Uça tarafından, İstanbul Tersanesi’ndeki TCG BORA’nın Aykar Tekin tarafından, Yine Aksaz ve Mersin’deki ilave 8 geminin Aykar Tekin tarafından ve Sıkıyönetim Mesajı geldikten sonra, seyre kaldırılması sağlandı. 

Burada dikkat çeken bir seyre kalkmama örneği de vardı: TCG HEYBELİADA da o gece tıpkı seyre kaldırılan TCG BORA gibi İstanbul Tersanesinde idi. Tüm gemilere, özellikle de yanındaki TCG BORA’ya “seyre kalk” denilirken TCG HEYBELİADA Komutanı Engin Ağmış’a “senin seyre kalkmana gerek yok” deniliyor. 

Ardından bir süre gemilerin limanlardan uzaklaşması beklendi. 

Tüm gemilerin limanlarından çıkışının tamamlanmasından sonra, örneğin Marmara’daki gemilerin İzmit Körfezi’nden çıkışlarını tamamlamasıyla birlikte Deniz Kuvvetleri Komutanı Recep Bülent Bostanoğlu telefonunu açtı. 


Resim 4 Marmara'daki tüm gemiler, İzmit Körfez çıkışını tamamlayınca Deniz Kuvvetleri Komutanı Recep Bülent Bostanoğlu telefonunu açıyor. 

Daha sonra sadece seçilen kişiler aranarak önceden belirlenmiş subayların komuta ettiği gemilere özel emirler verilirken “dışlanan” diğer komutanlara hiçbir emir, bilgi, direktif verilmedi. Herkes aslında aynı şeyi yaparken sadece önceden fişlenmiş komutanların yaptıkları kayıt altına alınıp sanki diğerlerinden farklı bir şey yapmış gibi gösterildi. 

İstisnasız tüm ana muharip su üstü unsurlarının denize çıkarılmasında özellikle İstanbul’da TCG BORA’nın, Gölcük’te TCG TUFAN’ın, Aksaz ve Mersin’de ise tüm 
gemilerin seyre kaldırılışı çok dikkat çekiciydi. 

• TCG BORA İstanbul tersanesindeydi, onarımdaydı, silahsızdı. Sıkıyönetim mesajı karargahlara ulaştıktan sonra Aykar Tekin tarafından kaldırıldı. 
• TCG TUFAN komutansızdı, seyre hazır nöbetçi gemiydi, komutan statüsü olmayan bir subay Levent Kerim Uça tarafından telefonla evinden çağırılarak 
gemi seyre kaldırıldı. (Açıklaması önceki sayfalarda belgeleriyle yapılmıştı.) 

Belge 4 Akdeniz Kalkanı Harekatı (AKH) görevi kapsamında Mersin'deki 3 savaş gemisinin, Sıkıyönetim Mesajını aldıktan sonra Aykar Tekin tarafından seyre kaldırıldığının delili mahiyetinde, AKH Komodoru Sebahattin Çoruk’a ait 
Bilgi alma Tutanağı… Aykar Tekin’in 3 savaş gemisini şehirlerin önlerinde görevlendirmesi özellikle dikkat çekicidir. Levent Kerim Uça da Aykar Tekin de sonraki süreçte kayırıldı, yaptıkları yasadışı eylemler örtbas edildi. Hazırlanan 
Donanma İdari Tahkikat ve Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Bilirkişi Raporlarında sanki tüm gemilere Önder Öngör kumanda etmiş gibi gösterildi. Basına da bu yönde bilgiler servis edilerek kamuoyu da bu yalana inandırıldı. 

• Aksaz ve Mersin’deki gemilerin hepsi sıkıyönetim mesajı geldikten sonra Aykar Tekin tarafından seyre kaldırıldı. 

Görüldüğü gibi olayın senaryosunu kurgulayan ve emirle gemileri kaldıranların ifadelerine bile başvurulmazken ne olduğundan habersiz şekilde hedef haline getirilen personel “darbeci” suçlamasıyla tutuklandı, ihraç edildi ve aileleri sosyal lince maruz bırakıldı. 

3.1. Donanma Çapında SABKOR Durumunun Yükseltilmesi 

O gece gemiler seyre çıkarken bir yandan da Donanma Komutanlığı çapında Sabotaja Karşı Koyma/Korunma Reaksiyonları (SABKOR) Durumu yükseltildi. 

Belge 5 Kuzey Deniz Saha Komutanlığının "birliğinize dönün emri ve bu emre itaat etmemenin övüldüğü belge. Donanma Komutanlığınca Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilen Personel Durum Bilgileri evrakından alınmıştır. 

Belge 6 Donanma Komutanlığı çapında SABKOR Hazırlık Durumunu yükseltip tüm birliklerde nöbetlerin silahla tutulmaya başlanmasını, giriş-çıkışların sınırlandırılmasını sağlayan kişinin 22.41’de evinden verdiği ve daha sonra da geri almadığı emriyle Tuğamiral Yalçın Payal olduğunun delili. Donanma İddianamesinin ekinde yer alan 15 Temmuz 2016 tarihli Donanma Hrk. Mrk. Mevki Jurnalinden alınmıştır. 

Deniz Kuvvetleri birliklerine karşı bir sabotaj gerçekleştirileceği ihbarı/duyumu alınırsa o birlikte sabotaja karşı bir hazırlık yapılır. Örneğin nöbetçiler takviye edilir, giriş-çıkışlar kapatılır, kontrollü giriş-çıkışa izin verilmeye başlanır, nöbetçiler normalde silahlı değilken silah taşımaya başlar, tüm personel birliğine çağırılır, bu birlik gemiyse seyre kalkış hazırlığı yapılır ve komutan/vardiya amiri gerek duyuyorsa da seyre kalkar. 

Böyle bir hazırlık durumunu yükseltmek demek doktrin gereği Donanma Komutanlığı bağlısı birliklerde tüm lumbarağzı mevkilerinin silahlı nöbetçilerle donatılması, personelin birliklerine çağırılması demekti. Aslında o gece Kuzey Deniz Saha K.lığı da bağlıları için SABKOR Tehdit İhbarını Kırmızıya yükseltilmiş, “broadcast” mesajı çekmiş, hatta SMS’le sorumluluk sahasındaki tüm birliklerin personelini birliğine çağırmıştır. Hatta daha sonra komodor ve Donanma İdari Tahkikat Heyeti Başkanı yapılan Dz.Kur.Kd.Alb. Hasan Özyurt’un korunabilmesi için Kora. Şükrü Korlu’nun emrine rağmen “çağrıya itibar etmedi” diye savcılığa gönderilen evraka yazılmıştır. Artık Türk Silahlı Kuvvetlerinde emirler çağrı olarak adlandırılıyor, astlar komutanlarının emirlerine uymamayı bir erdem olarak resmi belgelerde gururla beyan ediyorlardı. 

Yalçın Payal SABKOR durumunun yükseltilmesi emrini verdiğinde tüm personel birliklerine getirilmiştir. 

Burada dikkat çeken ayrıntı ise Donanma Komutanlığı çapında SABKOR durumunu yükseltip kapılara silahlı nöbetçilerin getirilmesini sağlayan kişinin bizzat Donanma Komutanlığı Kurmay Başkanı Tuğamiral Yalçın Payal olduğunun iddianamede ve duruşmalarda saklanmasıydı. 

Donanma Kurmay Başkanı Yalçın Payal bu emri verdiği sıralarda evinde Tersane Komutanı Tuğamiral Aydın Eken’le birlikteydi. Kendisine SABKOR’u yükseltme ihtiyacını neden duyduğu, bu ihtiyacın nereden ilham edildiği hiç sorulmadığı gibi bu konu ifade tutanağında da yer almadı. Kendisi bir sebep göstermeksizin, evinde oturduğu yerde Donanma Komutanlığı çağında SABKOR durumunu yükseltirken bir de karargahına bile gitmedi. Yani bir Tuğamiral, oturduğu yerden aklına geldi diye binlerce askeri personeli etkileyecek şekilde “SABKOR hazırlık durumunu yükseltin” diye emir veriyor ama kendisi hiçbir şey yokmuş gibi evinde misafiriyle oturmaya devam ediyor. Askeri doktrinde böyle bir hareket tarzı yoktur. Askeri doktrine aykırı bu hareket tarzı MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın Genelkurmay Başkanı’nı, 2’nci Başkanı, Kara Kuvvetleri Komutanı ve Askeri Savcı’yı, Kara Havacılık Okulu Komutanlığı’nı harekete geçirtip, yaptığı girişimle Türkiye Cumhuriyeti’nin tüm hava sahasını kapattırıp ardından hiçbir şey yokmuş gibi akşam yemeği yemeye gitmesi gibi mantığa da aykırıdır. 

Daha sonra da SABKOR hazırlık durumu hiç düşürülmedi. Yani Donanma Komutanlığı bağlısı birlikler için tehdit hep var kabul edildi ama “var” kabul edilen tehdide karşı askerî refleksle hareket edip birliğine giden, nöbet tutan herkes ertesi sabahtan itibaren “ihbar sahteydi, siz vatan haini, darbeci, teröristsiniz” iftirasıyla derdest edildi, tutuklandı, insanlık dışı koşullarda memuriyetten ihraç edildi, sosyal anlamda linçe maruz bırakıldı, ailelerinin dahi “onurlu ve insanca yaşama” hakları ellerinden alındı. 

Halbuki Deniz Kuvvetlerinde taktik ve operatif komutanlıklarda bırakın SABKOR’u en ufak şüpheli çok basit olaylarda dahi birlik/karargah komutanları günün ve gecenin herhangi bir saatinde derhal görevleri başına koşarlarken bu tarihi olayda ilginç bir şekilde bazı kişiler birliklerinden uzak durmak suretiyle 15 Temmuz ertesinde itibarlı kahramanlar oldular. 

3.2. Pusuya Yatıp “Fotoğraf çekme” 

15-16 Temmuz gecesinde, yapılacak faaliyetleri önceden belirleyen, Erdinç Altıner’in “WhatsApp grubumuzdan geçti” dediği gibi birbirleriyle paylaşan ve Perinçek’in “bize bilgi verdiler” dediği asker şahıslar pusuya yatıp o gece askerî refleksle hareket eden herkesin fotoğrafını çektiler. Sonra da bir asker için çok normal olan bu fotoğraflara “terörist hareketi” manası yükleyerek bir medya bombardımanı şeklinde servis ettiler. 

Tabi bu paylaşımları önceden herkesle yapamadıklarından ilerleyen saatlerde özel kapalı çevrim telefonlar üzerinden birçok kişiyi diğerlerinden ayırmaya çalıştılar. 

Bir diğer ifadeyle; 15 Temmuz’da, önceden planlı senaryodan haberi olanlar tarafından, askeri refleksle ne olduğunu anlamadan görev bilinci ve verilen emirlerle hareket edenler “darbeci” ilan edilirken, senaryodan haberi olmayan ama kendilerine yakın kabul ettikleri kişiler ise özel kapalı çevrim telefonlar üzerinden olayın dışında tutuldu. 

Birkaç örnek: 

Donanma Komutanı TCG ORUÇREİS Komutanı’na telefon edip “sen sadece benden emir al” dedi, yine Levent Kerim Uça’yla daha TCG YAVUZ’a çıkmadan önceki uzun telefon görüşmesinde “sıkıyönetim mesajına uyma” dedi ama daha da önemlisi “Önder’e de söyleme” dedi. 

Donanma Komutanı burada “Önder’e söyleme” cümlesini gemiye çıkacağının bilgisinin verilmemesi gibi kullanıyordu ama konuşmanın bütününe bakılınca böyle bir direktifin tuzaklardan haberi olmayan Komodor Önder Öngör’le iletişimin kesilmesinden başka bir sonucunun olmayacağı da açıktı. 

Belge 7 Donanma Komutanı'nın kendi komodorundan tuzağı saklamasının belgesi. Donanma Komutanı Veysel Kösele, gemiler seyre çıktıktan 5 saat sonrasına kadar sessizce beklemiş, sonra 01.20 civarında “güvendiği” 
komodor Levent Kerim Uça ile telefonla görüşürken “Önder Öngör’e bilgi verilmemesi” direktifini vermiştir. Bu direktif görünürde sadece gemiye çıkacağının söylenmemesi gibi sunulmakla birlikte artık denizdeki 2 
komodordan birinin “güvenilmez kişi” ilan edildiğinin ispatıdır. Nitekim o saate kadar aralarında iletişimin devam ettiği bu komodorlardan Levent Kerim Uça bu direktiften sonra Önder Öngör’ün telefonlarını açmamaya, yüzüne 
kapatmaya başlamıştır. Bu belge Levent Kerim Uça’nın Gölcük Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği 18 Temmuz 2016 tarihli ifade tutanağının 3’üncü sayfasından alınmıştır. 

Halbuki bir Donanma Komutanı olarak direktiflerini sadece bir gemi Komutanına ya da Levent Kerim Uça’ya değil denizdeki tüm birliklere verir. Bunu idrakten de mahrum olmadığına göre olayda kasıt vardır. 

Levent Kerim Uça’ya “Önder’e söyleme” demek yerine “herkese telsizden ilet” şeklinde direktif verseydi masum yüzlerce Türk denizcisine kurulan tuzak açık edilmiş olacak ve 15 Temmuz terör olayları bekledikleri vahamette gerçekleşmeyecekti. Bu durumda 300 kişi ölemeyecek, 3000 kişi yaralanamayacak ve toplumsal bir travma gerçekleşemeyecekti. Toplumsal travma gerçekleşemeyince de 16 Temmuz’dan itibaren atılan rejim değişikliği ve tasfiye adımları da atılamayacaktı. 

Belge 8 Levent Kerim Uça’nın gemilere daha Sıkıyönetim Mesajı gelmeden önce Türkiye’de bir darbe kakışması gerçekleştiğini bildiği ve bunu geminin personeli ile paylaştığının belgesidir. TCG YAVUZ Başçarkçısı Salih Yalçınkaya'nın Donanma İddianamesinde yer alan ifade tutanağının 7'nci sayfasından alınmıştır. 

Belge 9 Levent Kerim Uça'nın gemiye "darbeci" görüntüsü sergilerken kendi personelini ikaz etmesinin delili. Bu kısım, Levent Kerim Uça’nın yakın personeli olan Hürol Çırmıktılı’nın Donanma İddianamesinin ekinde yer alan 9 
Eylül 2016 tarihli ifade tutanağının 2’nci sayfasından alınmıştır. 

Levent Kerim Uça TCG YAVUZ’un Köprüüstünde “darbe olmuş” deyip birkaç dakika sonra darbe mesajı geldiğinde “hayırlı olsun, otoritenin emrindeyiz” 
diyerek her şeyden habersiz çevresindeki gemi personeline “ben darbeciyim” mesajı verdi. 

Fakat kendine yakın bir kişi olan Hürol Çırmıktılı’ya “görüyor musun bizi darbecilikle suçlayanlar şimdi kendileri darbe yapıyor” diyerek aslında gemi personelini aldatarak tuzağa çektiğini bir bakıma itiraf etti. 

Sadece 

Hürol Çırmıktılı’yla paylaşılan bu bilgi, Levent Kerim Uça’nın emrindeki diğer hücumbotlara da ulaştırıldı ve gemi jurnallerine de yazıldı. 


O saatlerde denizde bulunan diğer personel bu detaydan habersiz olduğundan askerî refleksle hareket etti. Bu konuda bilgilendirilen seçilmiş kişilerin ise “olayları o dakikadan itibaren sorgulamaya başladım” gibi süslü ama askerî doktrinde pratik karşılığı olmayan sözleri kayda geçirerek olaydan kolayca sıyrılmaları sağlandı. 

Birbirlerine karşı da “ben sadece sizden emir almak istiyorum” gibi normal günlük hayatta kurulmayacak cümleler kullanılmaya başlandı. 

Belge 10 TCG KALKAN Gemi Jurnalinin, Donanma İddianamesi eklerinde yer alan sayfası. Bu belge; Levent Kerim Uça’nın emrindeki 4 gemiyi limana sokmak yerine denizde tuttuğunun, Gölcük’ten TCG TUFAN gemisini bir subayı 
yasadışı olarak komutan yaptığının delilidir. Bu subay gerçekte bir komutan olmadığı için jurnale “TCG ……. Komutanı” şeklinde değil de sadece isim ve rütbe şeklinde yazılmıştır. 

Bu kapsamda sunacağım belge çok daha fazlasını anlatıyor. 

Belge TCG KALKAN gemisinin jurnaline aittir. Bir gemi jurnali on yıllarca muhafaza edilmesi gereken, devlet arşivlerine giren belgedir. Bu jurnale yazılacak her şeyin nasıl yazılacağı bellidir, kuralları bellidir. 

Gemi Komutanı Bnb. Murat Dinçel’in imzasını taşıyan, iddianamenin ekinde de yer alan bu belgede Levent Kerim Uça’nın o gece gemileri nasıl “şifahi emirle, yasalara aykırı şekilde” kaldırdığı yazılmıştır. Bir de yukarıda paylaştığımız belgede gördüğünüz üzere Levent Kerim Uça’nın Hürol Çırmıktılı’ya söylediği sözün Murat Dinçel ve diğer hücumbot komutanlarında da yansımasının olduğunu görüyoruz. 

Bir savaş gemisinin jurnaline hiçbir zaman yazılmayacak soyut bir “sorgulama” işlemi “OLAYLAR VE FAALİYETLER” başlığı altına saat 23.15 itibarıyla yazılmıştır. Çok büyük bir olasılıkla böyle bir ifade dünya tarihinde hiçbir savaş gemisinin jurnaline yazılmış değildir. 23.15 zamanı, Levent Kerim Uça’nın Hürol Çırmıktılı’ya tuzağı açık ettiği, Deniz Kuvvetleri Komutanı Recep Bülent Bostanoğlu’nun telefonunu kapattığı saattir. 

Bu tavırlar Abidin Ünal’ın 15 Temmuz gündüz Hava Harp Okulu kampında, akşam Akıncı’da sergilediği tavırlarla aynıydı. Gündüz, plansız ziyaretinde Harbiyeli öğrencilere emre itaati vurguluyor, “akşam yorulacaklar, şimdi dinlendirin” diyerek Harbiyelilerin bilmediği bir olay için “ben bunu onaylıyorum” manasında bir mesaj veriyor, gece 

Akıncı’ya geldiğinde ise ertesi gün “terörist” ilan edilecek pilotlara sıcak hitaplarda bulunuyordu. 

Benzer “fotoğraf çekme” işi Deniz Kuvvetleri karargahında ve Donanma çapında da telefonlarla bir şeyler sorup cevabı kaydetme şeklinde yapıldı. Hatta denizdeki unsurlara yetkisiz bir kişinin “limana dönün” mesajına gösterilen reaksiyonun gözlenmesi de böyle bir “fotoğraf çekme” işiydi. 

Deniz Kuvvetleri karargahında Tümamiral Sinan Azmi Tosun’la telefon görüşmeleri çok somut örnektir. Dz. Bnb. Serkan KAZAN ifadesinde; 

“… Ferhat KAZANÇ binbaşı ile birlikte yan komşum soyadını hatırlamadığım Albay Cenk’in evinde saat 23.00 sıralarında olayları izledik… yanımda Ferhat Binbaşı da varken, izinde olduğunu bildiğim ve sicil amirim olan Tümamiral Sinan Azmi TOSUN’u telefonla aradım. 16/07/2016 günü saat 00.30 civarıydı, “ben yarın sabah karargaha gidersem kalkışmaya destek vermiş olurum, o yüzden gitmemek için sizden izin istiyorum” dedim…” diyor. 

Burada adı geçen Ferhat Kazanç ve evinde oldukları Cenk Alb. (DURMAZER) daha sonraki tasfiye sürecinin ana aktörlerindendir. Bu ana aktörler arasında önceden fişlenenlerin sabaha kelepçeleneceğini bilen Bülent Ardıç da önemli bir rol kapmıştır. Yapılan işlem de sadece hiçbir şeyden haberi olmayan Sinan Azmi Tosun’un fotoğrafını çekmektir. 

Donanma’da da benzer şekilde Adil Beşorak ve İsmail Can Donanma Hrk. Bşk. Mustafa Bardakçı’yı arayıp “mesajı teyit ediyor musun” şeklinde “fotoğraf çekme” sorusu sorarak Mustafa Bardakçı “sıkıyönetim mesajı doğrultusunda irade sergiledi” muğlak yalanıyla tutuklatıldı. Bu yalanın altını imzalayan kişi de Donanma Komutanlığı çapında SABKOR Hazırlık Durumunu yükseltip tüm askeri personelin birliklerine gelmesini sağlayan Yalçın Payal’dı. Yalçın Payal 02.33’te “yem” bir mesajla sadece belli gemilere “limana dönün” emri verdi. 

Ama “fotoğrafa” Aykar Tekin’in İstanbul’dan seyre kaldırdığı TCG BORA ile Aksaz ve Mersin’den seyre kaldırdığı gemiler, toplamda 9 gemi dahil edilmedi! 

Yine “fotoğrafa” Levent Kerim Uça’nın seyre kaldırdığı TCG TUFAN ve Marmara’da denizde tuttuğu 4 gemi dahil toplam 5 gemi sokulmadı. Hatta raporlarda “tüm gemilere kumanda eden Önder Öngör” diye yazılıp sanki tüm donanma unsurlarının denize çıkmasının sorumlusu Önder Öngör’müş gibi gösterildi. 

Bu yalan ve iftira ilk günden itibaren algı yönetimiyle basına servis edildi, resmi raporlara yazıldı, iddianamede bu suç Önder Öngör tarafından işlenmiş gibi gösterildi. 

5 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,

***

15 TEMMUZ SÜRECİNDE DONANMA ÇAPINDA NELER YAŞANDI? BÖLÜM 3

15 TEMMUZ SÜRECİNDE DONANMA ÇAPINDA  NELER YAŞANDI?  BÖLÜM 3


Bu konuda Donanma Duruşmalarında yaşanan birkaç örnek: 

O gün Güvenlik Tabur Komutan Vekili olarak görev yapan sanık Yüzbaşı Hasan Taşkömür’e TBMM avukatı, "Siz darbe girişiminde birlikte tabur komutanı 
vekilisiniz. Tabur Komutanı'nın emirleri sizi haklı çıkarmaz. Emri bizzat sizin yüzünü ve bu terörün aslında kimler tarafından planlandığını da farkında olmadan ortaya koyuyorlardı. 

Nitekim daha hiç kimse bir şey anlamadan, tam da darbenin gerçekleşeceği 03.00 saatlerinden itibaren ve hiç de acemilik çekmeden planlarını uygulamaya koydular, daha gün ağarmadan sinsice çalışanlar binlerce insanı tutuklamaya ve linç formatında bir tasfiyeye başladılar. 
Burada sorumluluk sahibi gerçek askerlerle bu askerleri tuzağa çekenlerin sorumluluk hassasiyetleri arasındaki farkı gösteren şu örnek manidardır: 

Donanma Duruşmalarında, kendisine bu soruların sorulmadığı ve Türk Deniz Kuvvetlerinde o gece seyre çıkan tüm ana muharip suüstü unsurlarının komutanı olan Tümamiral Ahmet İskender Yıldırım’ın gemileri aramak, onlara emri vermek yerine Merkez Komutanlığında gazoz için döner siparişi verdiği de ayrıca ortaya çıktı. 

İşte 300 vatandaşımızın öldürüldüğü 3000 civarında vatandaşımızın yaralandığı gece Türk Silahlı Kuvvetleri üniforması giyen bir amiralin hassasiyeti bu kadarcıktı! Tüm gemiler, yüzlerce personel terör tehdidi altında seyre çıkıyor, o ise gemileri aramak yerine gazoz içiyor, Gölcük’ten döner sipariş ediyordu. 

Benzer durum, MİT Müsteşarı Genelkurmay Başkanlığı karargahına geldiğinde, Genelkurmay Başkanı’nın Kara Kuvvetleri Komutanı Salih Zeki Çolak’ı Kara Havacılık Komutanlığına gönderdiği zaman da yaşanmıştı. Salih Zeki Çolak gittiğinde kamelyada oturup çay içmiş sonra “burada darbe hazırlığı yok” diye rapor vermişti. 

Yine Sahil Güvenlik karargahına ilk gelmesi gerekip de gelmeyen Komutan Vekili Oğuz Kaan Yavuz (sağdan ikinci), Kurmay Başkanı Bülent Olcay (en sağdaki) ve daha sonraki süreçte Deniz Hava Komutanlığındaki tasfiyeleri yönetecek olan Berker Emre Tok (en soldaki) ertesi sabah emekli amiraller Abdullah Can Erenoğlu (ortadaki) ve Caner Bener (soldan ikinci) ile birlikte aşağıdaki pozu veriyorlardı. 



O gecenin tüm esas oyuncularının hareket tarzları böyle bir eylem birlikteliği içerisinde idi. 

2.2. G Günü Öncesindeki Dikkat Çeken Görüşme ve Toplantı 

Bir diğer dikkat çekici ve de 15 Temmuz olaylarının önceden planlanarak belli başlı bilinçli adımların atıldığını ispat eden vaka da Dz.K.K. Bostanoğlu ve Donanma Komutanı Kösele arasındaki toplantıdır. 

Deniz Kuvvetleri Komutanı Ora. Recep Bülent Bostanoğlu ve Donanma Komutanı Ora. Veysel Kösele, 15 Temmuz öğle saatlerinde, Heybeliada Deniz Lisesi mezuniyet töreni öncesinde, böcek araması yapılmış bir odada baş başa 1,5 saat süren bir görüşme yaptılar. Görüşme sebebiyle de tören gecikmeli başladı. 

Aynı günün akşamı yaşanan olaylarda kaos ve belirsizlik devam ederken iki Komutanın ifadelerinden, olaylar başladıktan sonra birbirleriyle hiç görüşmedikleri anlaşılmaktadır. Görüştülerse de bunu savcılık ifadelerinde sakladıkları ortadadır. 

Deniz Kuvvetleri’nde yaşanan kaosu da dikkate aldığımızda bu 2 oramiralin birbirleriyle konuşmadıkları, en azından kaosu ortadan kaldıracak bir iyi niyetli koordine kurmadıkları açıktır. 

Örneğin o gece Ora. Bostanoğlu, kendi ifadesine göre arayan herkese “Emniyetli bir yerde bulunun…” emri verirken Donanma Komutanı hem de Kocaeli valisinin 
davetini reddederek TCG YAVUZ’a çıkmıştır. 

Donanma Komutanına bağlı gemiler için Bostanoğlu, Donanma Komutanı yokmuş gibi davranarak gemilerle hiçbir hiyerarşik bağlantısı olmayan Tuğa. Özdem Koçer’i görevlendirmiştir. 

Donanma Komutanı TCG YAVUZ’da telefonla istediği kişilere ulaşabilirken bu görevlendirmenin yapılması iki sonuca götürmektedir: Ya Kösele bağımsız hareket etmiştir ya da 2 oramiral arasında başka bir anlaşmazlık vardır. Her iki ihtimalde de Recep Bülent Bostanoğlu’nun “biz darbede yokuz” açıklaması esas alındığında Veysel Kösele’nin Bostanoğlu’yla muhalefet içinde olduğu görülmektedir. Bu tespit bugünün koşullarında böyle yapılabilirken o gece TCG YAVUZ personeli için “Veysel Kösele darbeci gibi duruyor” sonucu çok rahat çıkarılabilirdi ve nitekim de öyle olmuştur. Geminin Komutan ve subayları “biz onun darbeci olduğunu düşündük” diyorlar. 

Deniz Kuvvetleri ve Donanmaya komuta eden iki amirale 15 Temmuz’da baş başa ne görüştükleri, kaosu önlemek için gereken emirleri neden vermedikleri, neden sadece belirli kişilerle irtibat kurdukları ve bu kişilere de “başkalarıyla irtibat kurmayın” dedikleri ama bunun yanında kendilerinden emir bekleyen pek çok bahriye subayının neden kendilerine ulaşmasını engellediğini kimse sorgulamadı. 

Aynı Veysel Kösele; 4 yıl Donanma Komutanlığı yaptıktan sonra ve 3 yıllık rütbe bekleme süresini doldurmadığı için müteakip yılın şurasında emekli edilememişken sürpriz bir şekilde ve “TSK’ya sorun çıkarmam” diyerek istifa etti. 

Gündemde neredeyse hiç yer almayan bu konu aslında çok önemli bir konudur. 

Veysel Kösele’nin 15-16 Temmuz gecesi yaptıklarının böyle bir “sorun çıkarmama” kaygısına sebep olduğu görülmektedir. Hatırlanırsa o gece Kocaeli Valisi’nin “karayolu ile Fenerbahçe’den İzmit’e gelmesini” söylemesine rağmen Veysel Kösele valiyi reddetmiş ve denize çıkmıştı. Siyasi otorite tarafından anlamlandırılamayan ve 15 Temmuz gecesi çıkacak sonuca göre pozisyon belirleme çabası olarak yorumlanan bu hareket, şüphesiz, hoş karşılanmamıştır. Veysel KÖSELE’nin bu tercihi açıkçası, ya hayati bir muhakeme hatasıydı ya da siyasi otoriteye güvensizliğin bir tezahürüydü. 

Nitekim kendisi sonraki günlerde “güvende olabilmek için gemiye çıktığını ifade etmiştir.” Ama her iki durum da emeklilik getirmiştir. 

Aslında durumunun farkında olan Veysel KÖSELE; bu sebeple, 16 Temmuz’dan itibaren Donanma’da müthiş bir kıyım yapmaya başlamış, FETÖ ile mücadele ediyor izlenimi vermek sureti ile siyasi otoritenin gözüne girmeye çalışmıştır. Hatta 92 sanıklı Donanma Davasında baş müşteki olarak işi daha da ileri götürmüştür. Ancak kendisi ne Perinçek ekibi tarafından seviliyordu ne de Hükümet yetkilileri tarafından… Bu nedenle çabaları sonuç getirmeyecekti. Son şurada kendisinden kıdemsiz bir amiralin Deniz Kuvvetleri Komutanı atanması hamlesi sonrasında, bunun farkına varan Veysel KÖSELE, kendisini tutuklanmaya götürebilecek bir muhakeme hatası daha yapmayarak “sorun çıkarmadan istifa etmiştir.” 

Eğer siyasi irade Veysel Kösele’nin ortalıktan kaybolmasını özellikle istemeseydi, daha önce Akın Öztürk’e yaptığı gibi MGK üyesi bir oramiral olarak 3 yıl daha üniforma giymesine müsaade edebilirdi ama buna dahi müsaade edilmedi. 

Yıllarca hukuk mücadelesi vermiş, tecrübe kazanmış Veysel Kösele de her nasılsa hiç direnmeden, hiç mücadele etmeden “sorun çıkmaması” kaygısıyla “zorluk çıkarmadan” emeklilik dilekçesini gönderiverdi. 

Adadaki 1,5 saatlik toplantıyı yapan bu 2 oramiral, o gece ilerleyen saatlerde Donanma’nın denizaltılar dışındaki tüm Ana Muharip Unsurları seyre kalkmışken, bu gemiler tüm geceyi denizde geçirmişlerken birbirleriyle hiç konuşmamışlar gibi görünmektedir. 

Cumhuriyet tarihinin en kanlı terör olaylarının olduğu, ana muharip unsurların denize çıktığı bir gecede bu 2 oramiralin öğlen toplantı yapıp da bir daha birbiriyle hiç konuşmaması karşısında duruşmalarda genç rütbelerdeki personele “neden darbeyi önlemedin” sorusunu soranlar emrinde binlerce personel bulunan bu 2 oramirale bu soruyu sormadılar. 

2.3. Deniz Lisesi Törenleri Görev Grubu 

15 Temmuz 2016 Cuma günü, Heybeliada’da bulunan Deniz Lisesi’nin mezuniyet töreninde alargada (sahilden açıkta) 2 fırkateyn ve 2 hücumbot görevlendirilmiş ti. Fırkateynler TCG YAVUZ ve TCG FATİH, hücumbotlar da TCG İMBAT ve TCG KALKAN idi. Bu 4 gemilik görev grubunun taktik kontrol yetkisi de Alb. Levent Kerim Uça’ya verilmişti. 

“Taktik Kontrol yetkisi” verilen bir subay, taktik kontrolüne verilen gemilere yeni bir görev veremez, sadece onlara belirli rota ve süratlerle daha üst makamdan verilmiş olan mevkie giderken alacakları düzeni emredebilir. 

Yani Levent Kerim Uça, taktik kontrolüne verilen gemilerin gidecekleri limanı değiştiremez, limana varış saatini değiştiremez, gemileri birbirinden ayırıp da yeni bir görevle görevlendiremez, gemileri bir başkasının emir-komutasına veremez. Bu tarz değişiklik yetkileri hep bir üst makamdadır. 

Bir üst makamın sahip olduğu yetki “taktik komuta” yetkisidir. Taktik Komutan birliğin emniyetinden sorumlu olan, birliğe görev verebilen makamdaki komutandır. Bu somut olayda Taktik Komutan Tuğa. Ayhan Bay’dır. Tuğa. Ayhan Bay, taktik kontrol yetkisine sahip Levent Kerim Uça’nın aksine gemilerin emniyetinden sorumludur, onlara görev verebilir, emniyet mülahazalarıyla yukarıdaki saat, liman vb konularda değişiklik yapabilir. 

Deniz Lisesi mezuniyet törenlerine TCG YAVUZ yerine TCG TURGUTREİS planlı olmasına rağmen TCG TURGUTREİS’in bir arızası sebebiyle göreve TCG YAVUZ 
gönderildi. 

Sonraki süreçte yaşanan gelişmeleri dikkate alırsak şunu söyleyebiliyoruz: Eğer TCG TURGUTREİS’in arızası çıkmasaydı ve planlandığı gibi seyre TCG TURGUTREİS gidebilseydi Levent Kerim Uça’nın emrinde seyre çıkmış olan gemilerden oluşan görev grubunda tutuklanan hiçbir gemi komutanı olmayacaktı. 

Hatırlayacak olursak; 

O görev grubundan sadece TCG YAVUZ’un Komutanı tutuklandı. 

TCG İMBAT ve TCG KALKAN Komutanları tutuklanmadılar. TCG TUFAN gemisi o gün seyre hazır nöbetçi gemi olmasına rağmen çok tuhaf bir şekilde komutansızdı. Levent Kerim Uça o gemiye bir komutan ayarladı ve emrinde olmayan, aralarında amir-memur ilişkisi bulunmayan bir kişiye telefonla emir vererek bu geminin komutanı yaptı. TCG TUFAN da böylece tuzağı açık etmemek için diğer tüm gemilerle birlikte seyre kaldırıldı. (Levent Kerim Uça’nın şifahi emirle yaptığı yasadışı işlem Genelkurmay Başkanlığınca darbe eylemiydi, gemi jurnalinde bu işlem kayıtlı iken Levent Kerim Uça’nın korunabilmesi için savcılığa gönderilen evrakta gerçeğe aykırı bilgi verildi. Konu 3 numaralı belgelerde gösterilmiştir. 

Gemiler seyre kalkarken, Gölcük Üssü’nün tarihinde ilk defa, bir yaz günü akşamı “teknemiz rüzgardan battı” iddiasında bulunan 2 yüzücü Deniz Askeri Yasak Sahası içerisinde gemilere doğru yüzüyordu. 

Dolayısıyla eğer TCG TURGUTREİS’in arızası çıkıp da planları bozulmasaydı, gemiler de Gölcük’ten seyre kalkmamış olsaydı, bu 2 yüzücünün de niyeti bir kaos çıkarmak idiyse Gölcük limanında yaşanan kaos ortamında çatışmalar olabilecekti. Bu çatışmalarda zarar görmeyecek tek grup o sırada Deniz Lisesi törenlerine planlanmış olan gemiler (TCG TURGUTREİS, TCG FATİH, TCG İMBAT, TCG KALKAN) olacaktı. Veysel Kösele ve 

Levent Kerim UÇA da o gece TCG TURGUTREİS’te Savaş Bilican’la birlikte denizde olacaktı ve Gölcük’teki çatışmalarda hiçbir zarar görmeyeceklerdi. Aynı şekilde o sıralarda Merkez Komutanlığında bulunan İskender Yıldırım ve Yalçın Payal da korunmuş olacaktı. 

Bu kadar adları sayılan amirallerin yanında ismi geçen Savaş Bilican’ın özelliği ise o gece kendisine ulaşılamayanlardan birisi olması ve daha önce de meşhur davalarda Veysel Kösele ve Levent Kerim Uça ile birlikte yargılanmış olanlardan olmasıdır. 

Ayrıca bir savaş gemisi komutanı olan Savaş Bilican; o gece gemisi sahilden daha birkaç yüz metre açılmışken rıhtıma gelmiş, orada botlarla gemilere intikal edecek personele “ben seyre gitmiyorum, siz de gitmeyin, dağılın” diye emir vererek personeli dağıtmıştır. Bu kararlı duruşu aslında onun tuzağı önceden bildiğinin kanıtıdır. 

Açıklanan vakalar ışığında Deniz Kuvvetleri’nin 15 Temmuz olaylarının açığa kavuşması için şu sorulara açıklama getirmesi gerekiyor: 

Görev grubundaki gemileri Levent Kerim Uça özel olarak mı seçti? Veysel Kösele ve Levent Kerim Uça’ya çok yakın bir isim olan Savaş Bilican’ın komutanı olduğu TCG TURGUTREİS’te arıza olmasaydı ve göreve gidebilseydi görev grubundaki hiçbir Komutanın tutuklanmayacak olması tesadüf mü? 

Grupta birlikte seyre kalkacak gemiler, olacak olaylardan zarar görmeyecek şekilde özel olarak mı seçildi? (Savaş Bilican’a da, hesapta olmayacak şekilde 
arıza sebebiyle gemisi seyre kalkamasa da diğerleri gibi o akşam ulaşılamadı) Seyre hazır nöbetçi gemi olmasına rağmen Komutansız bir gemiye 
(TCG TUFAN) yetkisi olmamasına rağmen komutan bulup görev için seyre kaldırmasının sebebi, önceden hangileri olduğu belli ve kendine yakın 
isimlerin komuta ettiği gemileri seyre kaldırıp görev (!) için seyre kaldırıp tuzağı açık etmemek mi? 

Teknelerinin battığını iddia eden askeri yasak sahada tespit edilen 2 yüzücü gerçekte kimdi? Gemilere sabotaj mı düzenlenecekti? 
Limanda çatışma, patlama vs. bir kaos ortamı oluşurken Veysel Kösele ve Levent Kerim Uça tarafından, özel seçim gemiler, kendileri ve Merkez Komutanlığında döner siparişi veren İskender Yıldırım ile Yalçın Payal emniyette olacak şekilde olaylar ve kaosun izlenmesi mi hedefleniyordu? 



Belge 3 Burada 3 Adet belge sunulmuştur. 

1 Numaralı belge Genelkurmay Başkanlığının "başka birlikleri hareket ettirenler ve buna müsaade edenler darbecidir" beyanı, 
2 Numaralı belge Levent Kerim Uça’nın yasadışı görevlendirme yaptığının belgesi, 
3 Numaralı belge de Savcılığa ayrılışı yapılmış olduğu halde TCG TUFAN’a komuta ettirilen subayın GÖREVDE, katılışı yapılmış olan subayın ise MEHİL İZNİNDE olduğu gerçeğe aykırı beyanının belgesidir. 

Belge No 1: Genelkurmay Başkanlığının Tuğg. Nerim Bitlislioğlu başkanlığındaki heyetçe hazırlanmış ve Ankara Cumhuriyet Başsavcı Vekili Necip Cem İşçimen tarafından 6 Mart 2017’de tüm Cumhuriyet Savcılıklarına gönderilmiş olan ve böylece Donanma İddianamesine giren belgeden alınmıştır. 

Belge No 2: TCG TUFAN’ın iddianame ekinde yer alan gemi jurnalinden alınmıştır. 

Belge No 3: Donanma Komutanlığının savcılığa gönderdiği Personel İzin Durumları evrakından alınmıştır. 


4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,

***

15 TEMMUZ SÜRECİNDE DONANMA ÇAPINDA NELER YAŞANDI? BÖLÜM 2


15 TEMMUZ SÜRECİNDE DONANMA ÇAPINDA  NELER YAŞANDI?  BÖLÜM 2






1. ÖN BİLGİLENDİRME 

Çalışmada anlatılacak olaylar sivil hayata uzak, askeri doktrin ve terminoloji içinde bile kendine has olan bahriye lisanı ve deniz doktrinine ait kelimelerle anlatılmıştır. Bundan dolayı çalışmada adı geçen kişiler, görevleri, yetkileri ile ilgili kısa ve basit bir bilgilendirme yapılacaktır. 

O gece gemilere kumanda etme yetkisine sahip olan makamlarda bulunan subaylar aşağıdaki şekilde gösterilmiştir. 

Buna göre denizdeki gemilere komuta etme yetkisi olan üst komutanlar/ komodorlar aşağıdaki subaylardır: 

Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Recep Bülent Bostanoğlu Donanma Komutanı Oramiral Veysel Kösele Harp Filosu Tümamiral Ahmet İskender Yıldırım Kuzey Görev Grup Komutanı Tuğamiral Ayhan Bay Batı Görev Grup Komutanı Tuğamiral Yaşar Çamur (Bu çalışmada hakkında değerlendirme yapılmamıştır.) Güney Görev Grup Komutanı Tuğamiral Nazmi Ekici (Kendisi yıllık izinde olduğundan yerine Dz. Kur. Kd. Alb. Aykar Tekin vekalet etmektedir.) 

2’nci Hücumbot Filotillası Komodoru Dz. Kur. Kd. Alb. Levent Kerim Uça. 
5’inci Muhrip Filotillası Komodoru Dz. Kur. Kd. Alb. Önder Öngör. 
Akdeniz Kalkanı Harekatı (AKH) Komodoru Dz. Kur. Kd. Alb. Sebahattin Çoruk. 

Ayrıca yetkisi olmadığı halde komutaya müdahale eden subaylar vardır: 

Tuğamiral Yalçın Payal (Donanma Kurmay Başkanı’dır, sadece Donanma Karargahı’nın amiridir, denizdeki birlikler üzerinde hiçbir yetkisi yoktur.) 
Tuğamiral İ. Özdem Koçer (Karamürselbey Eğitim Merkezi Komutanı’dır, denizdeki birlikler üzerinde hiçbir yetkisi yoktur.) Dz. Kur. Kd. Alb. Haluk Baybaş (1’inci Muhrip Filotillası Komodoru’dur, senelik izindedir, yasal olarak denizdeki birlikler üzerinde yetkisi yoktur.) Dz. Bnb. Berke Uraz (Aksaz’da konuşlu bir hücumbotun komutanıdır, denizdeki birlikler üzerinde hiçbir yetkisi yoktur.) 



Şekil 1 15-16 Temmuz gecesi gemiler üzerinde yetkisi olup olmama açısından yürürlükteki teşkilat şemasının örnek bir kısmı. 

2. ÖNCESİ (TUZAK HAZIRLIĞI) 

15 Temmuz’un, ülkeyi ve TSK’yı yeniden dizayn etmek, asker özelinde hedefe konulan TSK personelini tuzağa çekip itibarsızlaştırarak tasfiye edebilmek için hazırlanmış kontrollü bir darbe senaryosu olduğu artık ortaya çıkmıştır. 
Önceden tasarlanmış bu hain kontrollü darbe formatındaki terör olayı üzerine de 16 Temmuz 2016 sabah saatlerinden itibaren yeni bir Türkiye dizayn edilmiştir. 
Bu çalışma, senaryonun sadece Donanma Komutanlığı bölümünde yaşananlara ışık tutmak maksadıyla hazırlanmıştır. 
Gerçekte neler olup bittiği hakkında fikir sahibi olabilmek için, 15 Temmuz olayları öncesindeki dikkat çekici birçok vakadan sadece 3 tanesini hatırlamak bile yeterlidir. 
Bu vakaların özelliği; 15 Temmuz’da yaşanan cinayet, bombalama, yaralama, mala zarar verme eylemlerinin -birtakım ihmallerin ürünü değil- devletin ve devlet erkini temsil eden kurumların başları pozisyonundaki kişilerin bilinçli ve kasıtlı tercihlerinin birer parçası olduğunu ispat etmeleridir. 

Bu kasıtlı tercih neticesinde gerçekleşen eylemlerin sonucu 300 civarında hayatını kaybeden insan, 3000 civarında yaralanan insan ve milyonlarca liralık maddi hasar olmuştur. Zincirleme sosyolojik sonuçlar (toplumun çeşitli gruplar şeklinde bölünmüş olması, milli birlik-beraberliğin yok edilip yerine fanatik bir nefret motivasyonlu birlikteliğin alması vb) bu çalışmanın dışında tutulmuştur. 

Sosyolojik sonuçlara ilişkin olarak kısaca şu tespitte bulunmak mümkündür: 15 Temmuz sonrasında, özellikle kurmay subaylar başta olmak üzere, donanımlı ve 
erdemli personel tasfiye edilmiş ve tek motivasyonu “nefret ve menfaat” olan bir kısım kişiler kritik konumlara yerleştirilerek Türk Silahlı Kuvvetleri ve Türkiye Cumhuriyeti kasten ve bilerek medeni dünyadan ve medeni değerlerden uzaklaştırılmış, itibarsızlaştırılmış, güçsüzleştirilmiştir. 

Bu metin, olayları sadece Deniz Kuvvetleri perspektifinden ele aldığı için MİT Müsteşarı, diğer Kuvvet Komutanları, Özel Kuvvetler Komutanı ve diğer kamu kurum başlarının hareketlerine değinilmemiştir. 

• 15 Temmuz’da gerçekleşeceklerin Cumhurbaşkanı’na 1 aydan fazla bir süre önce arz edilmesi ama Cumhurbaşkanı’nın, “Allah’ın lütfu” olarak gördüğü bu 
günün yaşanmaması için hiçbir adım atmaması. 
• O günün öğlen saatlerinde Recep Bülent Bostanoğlu ve Veysel Kösele’nin Heybeliada’da, plan dışı ve özel bir toplantı yapması. 

Belge 1 Hüseyin Gürlerin TEM Ş.Md.lüğünde verdiği hayati bilgileri içeren Bilgi Alma İfade Tutanağı’nın ilk sayfası 

• O gün yapılan Deniz Lisesi Mezuniyet Töreni’ne iştiraki planlı gemilerin dikkat çekici durumu. 

Bu hazırlıkların ardından; Deniz Kuvvetlerinde bir grup askeri personel “kapalı çevrim” işletip ortak hareket ederek, tuzaktan habersiz diğer silah arkadaşlarını birliklerine veya birlikleri ile denize çekmeye çalışmış, tuzağı bilmelerine rağmen bilmeyenlerle paylaşmamış, belli bir saatten sonra da gürültülü bir şekilde atraksiyon formatında darbe karşıtı eylem ve söylemlerde bulunmuşlardır. 

2.1. Topkapı Sarayı’nda Yapılan Arz 

Müyesser Yıldız imzasıyla 13 Ağustos 2017 tarihinde basında bir haber yeraldı.1 



1 http://odatv.com/her-yerde-o-akp-milletvekili--1308171200.html 

Bu habere göre Deniz Astsubayı Hüseyin Gürler 2 Eylül 2016'da Terörle Mücadele Şubesi'nde verdiği ifadede şunları söyledi: 

“Edindiğim tüm bilgi ve belgeleri 2 yıl önce kendisi ile tanıştığım, Ankara GATA'da görev yapmakta olan Tabip Binbaşı Eray Serdar Yurdakul isimli şahıs ile de paylaştım. Bu şahıs beni AK Parti İstanbul Milletvekili Emekli Tümgeneral Şirin Ünal ile görüştürdü. Bu bilgi ve belgeleri kendisine de ilettik. Darbe 
yapılacağına dair bilgiyi aldıktan sonra da özellikle Sayın Cumhurbaşkanımıza ulaşmanın yollarını aradık. Eray Bey'in girişimleri vasıtasıyla Ahmet Albayrak ile 
İstanbul'da yaptığımız görüşme neticesinde gerek Eray Bey'in gerekse benim hazırladığım tüm bilgi ve belgeler Sayın Cumhurbaşkanımıza 11 Haziran 
2016 tarihinde İstanbul Topkapı Sarayı'nda Eray Bey tarafından arz edilmiştir.” 
Belge 2 Hüseyin Gürlerin TEM Ş.Md.lüğünde verdiği ifadenin son sayfasında planlanan darbe görünümlü terör olayına ait tüm bilgi ve belgeleri Cumhurbaşkanı’na, yer, zaman, kişi bilgilerini de vererek açıklıyor. Hiçbir savcı bu belge üzerine kamu görevinin gerektirdiği soruşturmayı açmadı. 



Haberde ve İfade Tutanağı’nda adı geçen kişilerle ilgili olarak Müyesser Yıldız tarafından aşağıdaki bilgilerin bir kısmı paylaşılmıştır. 

AK Parti İstanbul Milletvekili Şirin Ünal, 15 Temmuz günü uçup bombalar atan jetlerde pilotluk yapmış eski bir havacı general ve 15 Temmuz günü olaylar 
başlamadan önce Hulusi Akar’ın MİT Müsteşarı dışında görüştüğü tek sivil kişidir. 



Resim 1 
http://odatv.com/darbeden-bizim-de-mitin-de-onceden-haberi-vardi-1910171200.html 

Resim 2 Doğu Perinçek ve Erdinç Altıner birlikte... Aynı Doğu Perinçek’in geçmişte PKK terör örgütü lideri Abdullah Öcalan’la da böyle bir pozu vardı. 


Ahmet Albayrak, Albayrak Holding Yönetim Kurulu Başkanıdır. Tabip Binbaşı Eray Serdar Yurdakul da eski adıyla GATA'da Tıp Tarihi ve 
Deontoloji Hocasıdır. 

Tabi burada kimse şunları sorgulamadı: Bir astsubay, görev yeri ortaklığı vb bir mantıklı bağ olmadan nasıl tanışmıştı bu binbaşı ile? Nasıl güvenmişlerdi birbirlerine? Aradan bir buçuk yıl geçmesine rağmen devletin binlerce memurunun bulamadığı darbe bilgi ve belgelerini nerden, nasıl almıştı ve Cumhurbaşkanı’na da arz edilmiş olan bilgi ve belgeler şimdi nerede? Neden bilgi ve belgeler iletilirken özellikle bu şahıslar seçilmiş? 

Bu mahkeme evrakından anlıyoruz ki devletin başı 15 Temmuz’da olacak olan olaylardan çok öncesinden beri haberdardır. Sadece bilgi değil belgeler, sadece 
bir kişi tarafından değil birden fazla kişi tarafından sunulmuştur. 









Zaten Doğu Perinçek de şöyle diyordu: 

“Bize askerler darbe olacağını söyledi. Dugin bize Türk askerinin olağanüstü bir hareketlilik içinde olduğunu söyleyince, bunu hükümete söylemesini belirttik. O da bize söylediklerini Ankara'ya gittiğinde Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek'e söyledi. Hükümetin darbe teşebbüsünden önce haberi vardı. Ben biliyorsam bunu MİT bilmez olur mu?” 

 “Bize askerler darbe olacağını söyledi.” ifadesinden, TSK içindeki bazı askerlerin de bu konudan haberdar olduğunu ve Perinçek’e bunu bildirdiklerini anlıyoruz. Bu açıklamayı yapan Perinçek, TSK içinde kendisine bağlı olduğu iddia edilen grup tarafından mı bu bilgilerin verildiğini ise muğlak bırakıyor. 

Böyle bir bilgiyi devletin resmi kurumları ile değil de Doğu Perinçek’le paylaşan bu askerler muhakkak ki Doğu Perinçek’le birlikte aynı çizgide olan kişilerdi. 

Nitekim 15 Temmuz’dan sonraki günlerde, Dz.Kur.Kd.Alb. Erdinç Altıner emrinde görev yapan personele “bizim WhatsApp grubumuz var, oradan geçmişti, Aykar Tekin de bu bilgi üzerine hareket etti” diyerek bu konuyu itiraf etmişti. 

Adı geçen Dz.Kur.Kd.Alb. Aykar Tekin, Türkiye’nin 3 farklı coğrafi bölgesinde, sıkıyönetim mesajı geldikten sonra toplam 9 savaş gemisine seyre kalkma emri veren ve sonra ortalıktan kaybolan ve o günün Deniz Kuvvetleri Komutanı Recep Bülent Bostanoğlu’nun “güvendiğim komodor” diyerek korunmasını sağladığı kişidir. 


Buradaki “güven” kelimesi, o gecenin tılsımlı sözcüklerinden birisidir. O geceyi yönetenler Türk Silahlı Kuvvetleri’nin mensubu silah arkadaşlarını “güvenilenler ve güvenilmeyenler” olarak kategorilendirdiler. 

Böyle bir kategorilendirme yapmaları ve takip eden dönemdeki icraatların da bu kategorilendirmeyle tutarlılık içermesi; resmi makamlara değil de Doğu Perinçek’e bilgi vermeyi daha uygun bulan askerlerin 15 Temmuz olaylarındaki "stratejik azmettiriciler" arasında olduklarını ve o gece Türk Milleti’ne kurulan hain tuzakların aslında hazırlayıcıları olduklarının itirafıdır. 


Bu tuzakları hazırlayanlarla ilişki halinde olanlar aslında sadece o geceyi değil sonraki süreci de biliyorlar ve WhatsApp grubundan paylaşıyorlardı. 

Resim 3 16 Temmuz sabah saatlerinden itibaren kelepçelemelerin olacağının 02.35'te ilanı... 

Deniz Lisesi’ne 1990 yılında girip 1998 yılında da teğmen olarak mezun olan sınıfın WhatsApp grubunda Bülent Ardıç isimli subay sabaha herkese 
kelepçe takılacağını biliyor ve 02.34’te gruptan bunu bildiriyordu. 

Bu subay 15 Temmuz sonrasında Deniz Kuvvetleri’nde memuriyetten ihraç ve görevden uzaklaştırma infazlarının gerçekleştirildiği ATİİ Şubeye atandı. 

15-16 Temmuz gecesinin, “güven” dışındaki diğer tılsımlı sözcükleri ise “bekle, bir şey yapma, sadece benden amir al, sadece sizden emir almak istiyorum, sorguladım” gibi sözcüklerdir. 

Bu tılsımlı sözcüklerin sahipleri iyi araştırılmalıdır. Zira bunlar milletimize kurulan hain tuzağın perde arkasındaki kişilerdir ve uzak olmayan bir zamanda 
da hakim önünde hesap verecek olanlardır. Dolayısıyla “sadece sizden emir almak istiyorum” diyerek bu kişilerin yanlarında durmak suretiyle milletimize 
kurulan tuzakta onlara ortak olanlar da kendilerini sorumluluktan kurtarmayacaklardır. 

O gece kimin hakkında “güvenilir” sözcüğü kullanıldıysa daha sonraki dönemde terfi ve taltif edildi, kim de bu kategori dışında tutulduysa ve “bekle” dendiyse o da linç edildi. “Güvenilir” kategorisindekiler daha sonra hazırlanan tüm Bilgi Alma Tutanaklarında “sadece …’dan emir alacağımı söyledim, sorguladım” gibi konjonktürde anlamlı görünen ama askeri doktrinde pratiği olmayan beyanlarda bulundular. 

Doğu Perinçek ve Erdinç Altıner’in ifadelerinden, 15 Temmuz’daki senaryoyu bu kişilerle aynı çizgide olanların önceden bildiğini anlıyoruz. Bu kişiler yaşanan büyük acıların, sosyal travma ve bölünmenin, yüzlerce ölen, binlerce yaralanan, on binlerce linç edilen kişilere karşı gerçekleştirilen eylemlerin gerçek sorumlularıdır ve günü geldiğinde Türk Milletine mutlaka hesap vereceklerdir. Bunda şüphe yoktur! 

Önceden bilmeyi teyit eden diğer bir örnek, Sahil Güvenlik Komutanlığına vekalet eden Oğuz Kaan Yavuz ve Kurmay Başkanı Bülent Olcay’ın (15 Temmuz sonrası amiral yapılarak Sahil Güvenlik Komutanı oldu), karargaha hiç gitmemesi, karargaha giden Alb. Sezgin Şakrucu’ya da, mahkemedeki ifadelerine göre Bülent Olcay tarafından telefonda “senin ne işin var orada, 1-2 saate bitecek, toplayabildiğin kadar delil topla” şeklindeki sözleridir. Yani 15 Temmuz’dan önce senaryodan haberi olanların, haberi olmayan kendilerine yakın kişileri de uyardıkları anlaşılmaktadır. 

Bu yüzdendir ki bu kişiler askerden beklenen görev ve sorumluluklarından kaçarak karargaha gelmemişler, bazı aralara serpiştirilerek kasıtlı olarak gelenler de hiçbir şeyden haberi olmayan masum sorumluluk sahibi askeri personel hakkında “fotoğraf çekip iftira malzemesi” üretme gayreti içinde olmuşlardır. 

Hüseyin Gürler’in ve diğer adı geçenlerin Cumhurbaşkanı’na arzından sonra, Türk tarihinin en kanlı terör olayları olmadan 1 aydan daha önce verilen belgelere rağmen Milli Güvenlik Kurulu toplanmadı, soruşturma açılmadı, medyaya bir devlet yetkilisi açıklama yapmadı. Sonrasında da yapmadı. Hatta odatv’de yayınlanan bu haberin ardından bile açıklama yapılmasına gerek duyulmadı. 

Olaylardan habersiz şekilde verilen emirleri uygulayanlara “neden darbeye karşı koymadınız” diye sorulurken, senaryodan çok önce haberi olup pusuya yatanlar 
korumaya alınarak hiçbir soru dahi sorulmaması ayrıca not edilmesi gereken bir durumdur. 

İlerleyen tarihlerde görülmeye başlanan 15 Temmuz davalarında neredeyse tüm sanıklar darbeden haberleri olmamasına ve 15 Temmuz gecesinde olaylar başladıktan çok sonra Başbakan'ın açıklamaları ile bir kalkışma olduğunu öğrenmelerine rağmen “darbeyi önceden bilmesine rağmen tedbir almadı, darbecilere karşı pasif davrandı” diye suçlandılar. Hemen hemen tüm duruşmalarda müdahil avukatlar sanıklara hep bu konuyu sordular. Aslında bu sorunun asıl muhatapları şu anda ya devletin yönetim kademelerinde ya da TSK'nın komuta kademelerinde görev yapmaktadırlar ve mağdur kahraman rollerini oynarken hukuksuz ve yasadışı infazlar gerçekleştirmektedirler. 


3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,

***

15 TEMMUZ SÜRECİNDE DONANMA ÇAPINDA NELER YAŞANDI? BÖLÜM 1

15 TEMMUZ SÜRECİNDE DONANMA ÇAPINDA  NELER YAŞANDI?  BÖLÜM 1


Bir tasfiye uğruna Türkiye Cumhuriyeti’nin en büyük ve en hain terör olayı; 
Çok üst düzey komutanların devletlerine ve milletlerine ihanet pahasına, 300 kişinin öldürülmesi, binlerce vatandaşımızın yaralanması pahasına; bilerek ve isteyerek, öncesinde, esnasında ve sonrasında sayısız hile, tuzak ve kasıtla gerçekleştirildi. 

Deniz Mert 


15 Temmuz Sürecinde Donanma Çapında Neler Yaşandı? 


İçindekiler 

ÖZET .............................................................................................................. 3 

1. ÖN BİLGİLENDİRME ............................................................................... 7 
2. ÖNCESİ (TUZAK HAZIRLIĞI) .................................................................. 9 
2.1. Topkapı Sarayı’nda Yapılan Arz ..................................................... 10 
2.2. G Günü Öncesindeki Dikkat Çeken Görüşme ve Toplantı ................ 17 
2.3. Deniz Lisesi Törenleri Görev Grubu ............................................... 19 
3. G GÜNÜ ( GEMİLERİ DENİZE HEP BİRLİKTE ÇIKARIP TUZAĞA ÇEKEREK “SOBELEME” ) ... 23 
3.1. Donanma Çapında SABKOR Durumunun Yükseltilmesi ................... 25 
3.2. Pusuya Yatıp “Fotoğraf çekme” .................................................... 27 
3.3. İletişimde ve Emir/Bilgi Vermede Seçmececilik ve “HTS Analiz Raporu” 34 
3.4. Beklet!.. Pasifize et!.. Ve infaz et!.. ............................................... 45 
3.5. “Yem” Mesajla Gemileri Ateş Altına Atma ...................................... 48 
3.6. Atraksiyonlar (Zamanında reaksiyon gösterilmesini engelleyip sonra şov yapma eylemleri) .. 56 
4. SONRASI (SEÇMECECİLİK ve LİNÇ) ..................................................... 58 
5. SONUÇ ................................................................................................... 60 


ÖZET 

15 Temmuz’un, ülkeyi ve TSK’yı yeniden dizayn etmek için hazırlanmış kontrollü bir darbe senaryosu olduğu, o gece öldürülen 300 civarındaki vatandaşımızın, 3000 civarındaki yaralanan insanımızın bu senaryoya kurban edildikleri artık ortaya çıktı. 




Olayların hemen sonrasında medyada başlatılan yoğun kara propaganda, sistematik karalamalar, tutuklananlarla iletişime engel olunması, işkence altında imzalatılan yalanlarla dolu ifadeler, düzmece bilirkişi raporları, iftiralar ve yaşatılan travmaların oluşturduğu atmosferle; anne-baba çocuğundan, eşler birbirinden, yıllarca birlikte çalışmış askerler ise silah arkadaşlarından şüphe eder hale getirildi, ciddi bir paranoya ortamı oluşturuldu. 

Zaten stratejik azmettiricilerin tasarlayıp hayata geçirdiği senaryo doğrultusunda oynanan oyunun en önemli hedeflerinden biri de TSK içindeki birlik ve beraberlik ruhunu yok etmekti. Şüphesiz gerçek bilgiye ulaşmanın imkansız olduğu böyle bir ortamda doğru muhakemeyi yapıp kimin haklı kimin haksız olduğunu anlamak da neredeyse imkansızdı. 

Tüm bunlara rağmen gerçeklerin eninde sonunda ortaya çıkmak gibi bir değişmez karakteri vardı ve 15 Temmuz sürecinin stratejik azmettiricileri bir hata yaptılar: Tüm gerçekleri her yerde saklarlarken, 2500 civarında kişinin bilgi alma ve ifade tutanaklarını, gemilerin jurnallerini, seyir plotlarını (gemilerin denizdeki hareket izlerinin haritada gösterimi) Donanma İddianamesinin eklerine koydular ve gerçekler de bu belgelerde ortaya çıktı. 



Bir yandan da, yapılan tüm baskı ve zorlamalara rağmen, hayatında yalana yer olmayan bu ülkenin asil, cesur ve erdemli askerleri duruşmalarda gerçekleri haykırarak oynanan oyunları bir bir ortaya çıkarmaya başladı. 

Artık mızrak çuvala sığmadığından medya da duruşmalara olan ilgisini iyice azalttı. Ülkeyi yönetenler ise gerçeklerin daha fazla ortaya çıkmaması için yargılamaları hızlandırıp, sanıklara gerçek deliller ile kendilerini savunma imkanı vermeden Sahil Güvenlik Karargahı davasında olduğu gibi bir an önce kendi çıkarlarına uygun kararların alınmasını sağlamaya çalışıyor. 

Bu çalışmanın amaçlarından en önemlisi gerçeklerin ortaya çıkarılması maksadıyla yaşanan olayların somut delillerle ortaya konulması, belgelerde yer alan verilerin Dz.K.K.lığı personelinin sahip olduğu mesleki bilgi, askeri teamüller ve kanunlara uygunluk çerçevesinde gerçeklerden taraf olarak yorumlanması, olayların gerçek bilirkişiler gözü ile değerlendirilmesi ve sonuçta, 
15 Temmuz'dan günümüze dezenformasyondan ve kara propagandadan kafası karışan TSK mensuplarının ailelerine, onların yanında iradesini art niyetli kimselere teslim etmemiş objektif düşünebilen vatandaşlarımıza ve ülkemizin aydınlarına olayları doğru değerlendirebilmeleri için bir fırsat sunmaktır. 



Şüphesiz tarafsız düşünebilen, muhakeme yeteneğini kaybetmeyen, akla, mantığa ve somut verilere değer veren herkesin önlerine deliller, belgeler konulduğunda doğru soruları doğru kişilere sorarak doğru sonuçlara ulaşılabilmesi mümkün olacaktır. 

Çalışmanın birinci bölümünde 15-16 Temmuz tarihlerinde yaşanan olayların daha iyi anlaşılabilmesi için, olaylarda yer alan kişiler, bu kişilerin görev yerleri, emir komuta zinciri içinde birbirlerine göre durumları ve olayların yaşandığı tarih itibarıyla yetki durumları (izinde, görevde, vekil vb.) açıklanmıştır. 

İkinci bölümde Donanma Komutanlığı'nda 15-16 Temmuz günü yaşananlara doğrudan veya dolaylı olarak sebep olan 3 ayrı olaydan bahsedilmiştir. Kontrollü darbe öncesinde bazı siyasi aktörlerin, askerlerin ve önemli kurumların yöneticilerinin yaşanacaklardan haberdar olduğu ifade edilmiş, bu kişilerin masum insanları tuzağa düşürmek için ne gibi planlamalar yaptığına örnekler verilmiştir. 

Çalışmanın esasını oluşturan üçüncü bölümde kapsamlı şekilde bir kısım personelin tuzaklara çekilebilmesi için gemilerin nasıl ortakça denize çıkarıldığı açıklanmıştır. 




Bu kapsamda; 

Tuzağın fark edilmemesi için sadece hedefteki gemilerin değil, tüm gemilerin seyre kaldırılması, Donanma Komutanlığı'nda SABKOR durumunun şu anda suçlanan personel tarafından değil, Yalçın Payal isimli Amiral tarafından yükseltilmesi ve bu faaliyetin raporlarda örtbas edilmesi, Kontrollü darbe senaryosunu başarıyla uygulayanlar tarafından, askeri refleksle ve görev bilinciyle verilen emirlere uyanların “darbeci” ilan edilmesi, senaryodan haberi olmayan ama kendilerine yakın kabul ettikleri kişilerin özel kapalı çevrim telefonlar üzerinden yönlendirilerek olayların dışında tutulması, Önceden yapılan fişlemelerin bir sonucu olarak iletişimde ve emir/bilgi vermede personel arasında ayrımcılık yapılması, Kontrollü darbeyi gerçekleştirenlerin personel fişlemeleri ve ardından da tüm askeri personele kurdukları pusu neticesinde işlettikleri senaryo ile bölücülük ve vatana ihanet suçlarını işledikleri, Emir komuta zincirindeki yetkili komutanlara ulaşamayan fişlenmiş personelin birbiri ile konuşmaya sevk edilmesi ve ortaya çıkan "HTS kaydı" verilerinin bir iftira argümanı olarak kullanılması, Kontrollü darbeyi yönetmek için Aksaz’da bulunan TCG GELİBOLU’da bir “Tuzak Yönetim Merkezi” tesis edilmesi, 

Direktif/emir alabilen ve alamayan personelin durumu ve yetkili komutanlardan emir alabilmek için verilen mücadele, Beklet, pasifize et ve infaz et süreçlerinin işletilişi, “Yem” mesajlarla gemilerin ve personelinin ateş altına alınmak üzere nasıl pusuya düşürülmeye çalışıldığı, Amirallerin “kim darbeci, kim değil testi” gerçekleştirirken aslında kurguyu önceden bildiklerini itiraf eder şekilde yakayı ele vermeleri, Kontrollü darbeyi gerçekleştirenlerin kendilerini kahraman, görevini yapanları darbeci göstermek için yaptıkları atraksiyon lar, ayrıntıları ile iddianame, resmi belge ve ifade tutanaklarından verilen örneklerle incelenmiştir. 

Dördüncü bölümde önce fişlenip sonra da infaz edilen personelin nasıl adli ve idari linçe tabi tutulduğu anlatılmıştır. 

Kontrollü darbeyi gerçekleştiren “stratejik azmettiriciler” tarafından askerî sahada kurulan tuzaklar hedeflerine ulaştıktan sonra, masum TSK personeli adliye ve idarenin ortaklaşa hak ve hukuk tecavüzleri ile karşı karşıya kalmıştır. Bunlar o kadar şiddetli, çabuk ve yüksek sesle yapılmıştır ki kimse muhalif bir imada, eylemde ya da en ufak bir söylemde dahi bulunamamıştır. 

İtibarsızlaştırma ve sosyal linçin şiddetinden eşler kocalarından, çocuklar babalarından, ana-babalar yavrularından, akrabalar kardeşlerinden şüphelenir hale gelmiştir. 

Buna karşılık kendilerine pusu kuran silah arkadaşları ve komutanları da ajitasyon, yalan beyan, gerçeğe aykırı ifadeler, tutarsız ve sahte belgelerle kahramanlaştırılmıştır. 

Bugün daha iyi anlaşılıyor ki, tüm süreç iftira ve gerçeğe aykırı beyanlar üzerinden yönetildi. Bu beyanlar yazılı hale getirilip resmi makamları ele geçirenlerce evrak formatında savcılıklara gönderilince, resmi belge muamelesi gördüler. Halbuki yazılı da olsalar sadece beyandı, delil değildi ve hazırlayanlar da o gece kontrollü darbeyi yönetenlerdi. 

Sonuç olarak bir tasfiye uğruna Türkiye Cumhuriyeti’nin en büyük ve en hain terör olayı bir kontrollü darbe formatında, çok üst düzey komutanların devletine ve milletine ihaneti pahasına, 300 kişinin öldürülmesi, binlerce vatandaşımızın yaralanması pahasına; bilerek ve isteyerek, öncesinde, esnasında ve sonrasında sayısız hile, tuzak ve kasıtla gerçekleştirildi. 

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin genlerine müdahale edilerek menfaatçilik, pusuculuk, bireylere odaklı itaat, değerler yerine menfaatler doğrultusunda hareket, masum kişilerin kendilerini aşıp çocuklarına varan bir nefret ve vahşet ikame edildi. 

Çok önceden hazırlanan infaz listeleri savcılıklara verilip masum askerler tutuklatıldı. Bu savcıların, Donanma Komutanlığının verdiği infaz listeleri doğrultusunda başlattıkları soruşturmalar ve Cihat Yaycı’nın geliştirdiği başka kriterler bahane edilerek bu askerler memuriyetten ihraç edildiler. Deniz Kuvvetleri’nin kendisinin verdiği infaz listeleri üzerinden soruşturma açılıp soruşturma nedeniyle ihraçlar yapılıp ardından da iddianamede “ihraç edilmiştir” 
diyerek bir hukuksuzluk kısır döngüsü üzerine adli yaptırımlar devam etti. 
Kısaca, Türk Deniz Kuvvetleri’nin komutanları yaptıkları haince bir pusu planıyla masum askerleri pusuya düşürmüşlerdi. Tam bir vatana ihanet örneğiydi. 

Hakimler ve savcılar da, gözlerinin önündeki 2500 civarındaki kişinin ifadeleri, yüzlerce sayfalık askeri belgeler, dilekçeler, pusuyu itiraf eden yüzlerce sayfalık beyanlar ortada olmasına rağmen Türkiye’deki bu linç atmosferinde vatan hainliği yapan komutanlarla birlikte hareket ettiler. Tarafsız ve adalet terazisini esas alan objektif ve tutarlı bir yaklaşımla bakabilen herkesin aklının ve vicdanının kabul edeceği gibi hain darbe girişimi ile ilgili gerçeklerin ortaya çıkmasını istemeyenler, şu anda Türkiye’deki hakim güçler ve onlardan emir alan yasal görünümlü ama illegal kanun tanımazlar dır. 

Ama Kanunsuzluk ve Hukuksuzluk sonsuza dek sürmeyecektir!.. 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,

***