8 Ocak 2018 Pazartesi

10 SENE ÖNCE 10 SENE SONRA..SİYASETTE POLİTİK ACILAR' A EN GÜZEL ÖRNEK HABERLER,



10 SENE ÖNCE 10 SENE SONRA..SİYASETTE POLİTİK  ACILAR' A EN GÜZEL ÖRNEK HABERLER,


Resmi Gazete’de Bugün…

       16 Ekim 2008 Tarihli ve 27026 Sayılı Resmî Gazete   
                                                     MEVZUAT
YÜRÜTME VE İDARE BÖLÜMÜ

BAKANLIĞA VEKÂLET ETME İŞLEMİ
—  Devlet Bakanı Nimet ÇUBUKÇU’ya, Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehmet Mehdi EKER’in Vekâlet Etmesine Dair Tezkere

YÖNETMELİKLER
—  Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Kadın Araştırmaları ve Uygulamaları Merkezi Yönetmeliği
—  İstanbul Kültür Üniversitesi Beyin Dinamiği, Kognisyon ve Karmaşık Sistemler Uygulama ve Araştırma Merkezi Yönetmeliği
—  Pamukkale Üniversitesi Kadın Sorunları Uygulama ve Araştırma Merkezi Yönetmeliği


 Adnan Oktar`ın Kapattırdığı Sitelerin Sonu Gelmiyor:

Vatan gazetesinin İnternet sitesinde kendisiyle ilgili yayımlanan okur yorumlarını Silivri 1. Asliye Mahkemesi`ne şikayet eden Adnan Oktar gazetevatan.com`u geçici bir süreliğine erişime kapattırdı. gazetevatan.com Oktar`ın erişime kapattırdığı 61. site.
`Bu siteye erişim mahkeme kararı ile engellenmiştir.`
Dün Gazete Vatan`ın İnternet sitesine girenler bu uyarıyla karşılaştılar. Site, kamuoyunda `Adnan Hoca` olarak tanınan `Harun Yahya` mahlaslı Adnan Oktar`ın şikayeti üzerine Silivri 1. Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından geçici bir süreyle kapatıldı.
Mahkeme, siteye erişimin engellenme kararını sitede Oktar`la ilgili yayımlanan okur yorumları nedeniyle verdi. Oktar`ın avukatları tarafından mahkemeye sunulan dilekçede, gazetevatan.com sitesinde yayınlanan herhangi bir haber içeriğinden söz edilmiyor.
gazetevatan.com`dan konuyla ilgili yapılan açıklamada şöyle denildi:
`Bu engelin nedeni kamuoyunda `Adnan Hoca` olarak bilinen Adnan Oktar`ın, `cemaati` hakkında sitemizde yayınlanan haberler üzerine aldırdığı bir mahkeme kararıdır. Konuya ilişkin hukuki mücadelemiz sürüyor.`
Oktar 61 sitenin erişimini engelletti
gazetevatan.com Oktar tarafından erişimi engellenene ilk site değil. Oktar`ın şikayetlerini değerlendiren mahkemeler, Nisan 2007`den bu yana eksisozluk.comsuperpoligon.com ve wordpress.com sitelerine de yasak getirmişti.
Şişli 2. Asliye Hukuk Mahkemesi, aynı gerekçeyle evrimci yazar Prof. Richard Dawkins`in richarddawkins.net adresli sitesini de tedbiren erişime kapatmıştı.
Ayrıca 18 Eylül`de de Gebze 1. Asliye Hukuk Mahkemesi, 4 Eylül 1990`da uğradığı bir silahlı saldırı sonucu yaşamını yitiren yazar Turhan Dursun adına açılan turandursun.com sitesine de yasak koydu. Ancak kararın kimin girişimiyle alındığı bilinmiyor.
Son bir yılda 1112 site engellendi
Türkiye`de son bir yılda çeşitli nedenlerle 1112 site erişime engellendi. Bu sitelerden 861`i res`en (şikâyet olmadan Telekomünikasyon Kurumu kararıyla) 251`i yargı kararıyla sansürlenen sitelerin gerekçeleri çeşitlilik gösteriyor. Bunlardan 415`i `Çocukların cinsel istismarı`, 390`ı `Müstehcenlik`, 79`u `Kumar oynanması için yer ve imkân sağlama`, 51`i `Atatürk aleyhine işlenen suçlar`, 25`i `bahis ve kumar`, 12`si ise `Fuhuş` gerekçesiyle erişime engellendi.
Mayıs 2007`de ortak bir bildiri yayımlayan Türkiye`deki bilişim konusunda uzmanlaşmış 20 sivil toplum kuruluşu, 4 Mayıs 2007`de kabul edilen 5651 Sayılı Yasanın ifade özgürlüğü anlamında çokça sakınca içerdiğini, yasanın bürokratik bir yapıya yargısız sansür yetkisi verdiğini duyurmuşlardı.
Bilgisayar Yazılım Meslek Birliği(BİYESAM), Bilişim Muhabirleri Derneği(BMD), Linux Kullanıcıları Derneği(LKD), Türkiye Bilişim Vakfı(TBV) ve Tübider Bilişim Sektörü Derneği`nin (TÜBİDER) de imzasını taşıyan ortak bildiride, ifade özgürlüğünü korumasını istediler; bürokratik bir yapıya yargısız sansür yetkisi verdiğini açıkladılar.(BÇ)
2008-10-16 Bianet


 Hak Örgütleri Muhtıra Değil Demokrasi İstiyor

Genelkurmay Başkanı Başbuğ`un Balıkesir`de yaptığı konuşmayı değerlendiren Amargi`den Selek söylenenleri `Askerden başka bir üslup beklemek yanlış`, İHD`den Öndül `Askerin sivil alana müdahalesinin fotoğrafı` olarak yorumladı. Mazlum-Der `Başbuğ görevden alınmalıdır` dedi.
`Asıl sorun militarizme bu kadar alan bırakan siyasal yapıda. Bizim demokrasiye ihtiyacımız var. Bunun için tespit değil politika yapalım. Hayatımızı savunmak için.`
Amargi Kadın Kooperatifi üyesi sosyolog Pınar Selek Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ`un Balıkesir`de katıldığı törende yaptığı konuşmasını bianet`e bu sözlerle değerlendirdi.
Selek`Askerden başka bir üslup beklemenin yanlış olduğunu` düşünüyor. Başbuğ`un medyaya yönelik tehdidi ve herkesi hizaya çağıran sözleriyle ilgili olarak da `bizim için alışılmadık bir tablo değil. Bu ülkede başbakanlar, gencecik çocuklar benzer düşüncelerle asıldı. Bu tablo 12 Eylül`den beri hiçbir şeyin değişmediğini gösteriyor` dedi.
`Başbuğ iddiaları aydınlatacak cümleler kurmuyor`Konuyla ilgili görüşlerine başvurduğumuz İnsan Hakları Derneği(İHD) Genel Başkanı Hüsnü Öndül de Başbuğ`un `hiçbir aydınlatıcı bilgi vermediğini` söyledi.
`Genelkurmay başkanı açıklamasında olaya ilişkin hiçbir bilgi vermiyor ve iddiaları da yanıtlamıyor. Halbuki iddialar ciddi iddialardır ve yanıtlarının verilmesi ve kamuoyunun aydınlatılması gerekiyordu. Taraf`ın haberine göre göz göre göre askerler yaşamlarını yitirdiler. Buna dair aydınlatıcı bir bilgi vermedi.`
`Demokratik hiçbir ülkede olmayacak bir şey oldu ve bir gazete suçlandı, basın yayın organları suçlandığını` belirten Öndül`komutanın konuşması doğrultusunda askeri mahkeme sivil basın yayın organının haberlerini yasakladı. Burada üstünden durulması gereken bir diğer önemli nokta da bu` şeklinde konuştu.
İHD Genel Başkanına göre Başbuğ`un açıklaması Türkiye`deki hukuk sisteminin nasıl işlediğinin, yargı birliğinin yapısal olarak nasıl ihlal edildiğinin ve sivil alanın askeriyeyle ilgili yapacağı haberlere müdahalesini fotoğrafı.
Mazlum-Der: Başbuğ görevden alınmalı
Bugün bir açıklama yapan İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği(Mazlum-Der) Genel Kurmay Başkanının görevden alınmasını istedi.
Yapılan açıklamada şöyle denildi:
`Yetkilerini aşarak sivil toplumla polemiğe giren bürokratların hukuk devletinde görevlerinden alınması sadece makul değil, gerekli bir uygulamadır. Ülkemizde de sivil otoritenin ve hukukun üstünlüğünü korumak için yapılması gereken, orgeneral Başbuğ`un görevden alınması ve Dağlıca ve Aktütün benzeri trajedilerin soruşturularak, gerekiyorsa Genelkurmay Başkanı dahil sorumluların yargı önüne çıkarılmasıdır.`
Yüzleşme Derneği: Taraf`ın yanındayız
`Başbuğ`un Yaşar Büyükanıt`ın başlattığı İnternet muhtırası geleneğini sürdürdüğünü` söyleyen Yüzleşme Derneği yaptığı yazılı açıklamada `Orgeneral İlker Başbuğ`un tehdit dolu açıklamaları, açık bir muhtıradır ve Başbakanlığa bağlı bir memur olan Genel Kurmay Başkanı`nın böyle bir açıklama yetkisi bulunmamaktadır` dedi.
Dernek, Taraf gazetesinin ve demokrasinin yanında olduklarını söyledi.
Başbuğ, Balıkesir`de katıldığı törende yaptığı konuşmasında `Son günlerde yoğunlaşan sistemli saldırılar, emin olunuz ki TSK`nin gücünü, kararlığını, azmini artırmaktan başka hiç bir işe yarayamaz. Herkesi dikkatli olmaya doğru yerde bulunmaya davet ediyorum` demişti. (BÇ/EK)
2008-10-16 BianeT


 İşkenceciler Müebbetle yargılanabilir

 Engin Ceber`in Metris Cezaevi`nde işkence sonucu öldüğüne dair iddialara TBMM`de düzenlediği basın toplantısında cevap veren Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin, `Müfettişlerin ilk tespitlerine göre, orada bir takım olumsuz davranışların, kötü muamelelerin olduğuna dair tespitler var. Değerlendirmeler yapıldıktan sonra rapor cumhuriyet savcılığına intikal edecek` dedi.
İBRET OLSUN
Şahin şu değerlendirmelerde bulundu: `Kameralar inceleniyor. Hükümlülerin ifadelerine başvuruluyor. Diğer infaz koruma memurlarının bilgileri alınıyor. Değerlendirmeler yapıldıktan sonra rapor cumhuriyet savcılığına intikal edecek. Cumhuriyet Savcılığı gereken işlemleri yapacak. Ortada bir ölüm var. Bunun işkenceden olduğu iddia edilmektedir. TCK`nın 94. maddesine göre işkence sonucu bir vatandaş hayatını kaybederse, bu suçu işleyenler ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırırlar. Konu, yargıya intikal edecek. Yargının da en isabetli kararı vereceğini düşünüyorum. Bunun, herkes için, tüm kamu görevlileri için, özellikle bu tür sorumluluklar üstlenenler için ibret olmasını, herkesin kendisine çeki düzen verecek bir olay olmasını temenni ediyorum. Keşke böyle bir olayı yaşamasaydık.`
PERSONEL EĞİTİLECEK
`İşkenceye sıfır tolerans deyince, hiç işkence olmuyor denilemez. Bireysel olarak da münferit olarak da olsa işkenceyle zaman zaman karşılaşıyoruz. Bunlardan biri Engin Ceber`in başına geldi. Duyar duymaz 2 müfettiş görevlendirdim. Bana vermiş oldukları bilgi notunda, iddiaların ciddi olduğunu ve sorumlu gördükleri 19 kişinin açığa alınması kararını verdiklerini ifade ettiler. Türkiye`nin cezaevinde kötü muamele gördüğü için bir vatandaşın hayatını kaybettiği ülke olarak dünya kamuoyunda anılması herkesi üzdü. Bundan en çok da ben üzüldüm.` Şahin, cezaevlerinde benzer olayların bir daha yaşanmaması için arkadaşlarıyla oturup konuşacağını ve gerekli önlemleri almaya gayret edeceğini söyledi. Şahin, cezaevlerindeki 40 bine yakın personelin de ciddi bir eğitime tabi tutulacağını sözlerine ekledi.
CEBER`İN BABASINI ARADIM
Ceber`in babasını dün aradığını, acısını paylaştığını ifade ettiğini anlatan Şahin, Ceber`in babasının son derece olgun bir insan olduğunu ve suçluların cezalandırılmasını istediğini bildirdi. Şahin, gazetecilere, `Olayların üstüne üstüne gidiyorsunuz, duyarsız kalanları bile duyarlı hale getirecek sorumluluk üstleniyorsunuz` dedi. Adalet Bakanlığı görevine başladığı ilk haftalarda gazetelerin hep 301`i sorduğuna dikkat çeken Şahin, TCK`de yapılan değişiklikle izin prosedürünün tekrar gelmesiyle 301`in hem gazetecilerin hem de Avrupa Parlamentosu`ndan gelen heyetlerin gündeminden çıktığını söyledi.
İşkence ilk kez devlet raporunda
Şahin`in görevlendirdiği müfettişler Ceber`in işkence sonucu öldüğünü tespit ederken hazırladıkları raporla birlikte `işkence` kavramı da devletin resmi raporlarına ilk defa girmiş oldu. Bugüne kadar hazırlanan raporlarda `işkence` ifadesi yerine `kötü muamele` veya `darp` ifadeleri kullanılıyordu. Adalet müfettişlerinin raporunda `cezaevinde işkence suçunun işlendiği konusunda ciddi deliller bulunduğu` ifadelerine yer verildi.
Müfettişlerin Metris Cezaevi`nde pazartesi günü başladıkları incelemenin salı sabahına kadar sürdüğü öğrenildi. Müfettişler ön raporu özel zarf içinde Şahin`e ulaştırdı. Ön rapor doğrultusunda 19 görevlinin hızla açığa alınması ise dikkat çekti. Daha önce esas rapor çıkmadan görevliler açığa alınmıyordu. Esas rapora göre görevliler ihraç da edilebilecek.
GEREĞİ YAPILACAK
İçişleri Bakanı Beşir Atalay da Ceber`in gözaltında bulunduğu süre içerisindeki durumuyla ilgili bir mülkiye başmüfettişi, bir polis başmüfettişi görevlendirdiğini söyledi. Atalay, `Türkiye hukuk devletidir, hiçbir şekilde işkenceye müsamaha gösterilemez. Konu incelenecek ve hukuk devleti olmanın gereği neyse o yapılacaktır` diye konuştu.
Hz. Ömer gibi düşünmek isterim
Ceber`in ölümünün ardından Şahin`in sorumluları hemen görevden alması ve özür dilemesi kamuoyunda takdirle karşılandı. Basın toplantısında takdirleri hatırlatan gazetecilere Şahin `Görevimi yaparken, devlet sorumluluğumu yerine getirirken, Hz. Ömer gibi düşünmek isterim. Dicle kenarında otlayan bir kuzuyu kurt kapsa, ilahi adalet onu Ömer`den sorar` karşılığını verdi. Özür dünyada da yankı buldu. The Guardian, özrü ender rastlanan bir gelişme olarak nitelendirdi. BBC de haberi `Türkiye, hapisteki ölüm için özür diledi` başlığıyla verdi. Washington Times ender rastlanan bir jestle aileden özür dilediğini yazdı.
Nuriş`in adamı gardiyanlar arasındaydı
Ceber`in arkadaşları Özgür Karakaya ve Cihan Gün`ün cezaevinde teşhiste bulunduğu öğrenildi. Vatan`ın haberine göre gardiyanlar Karakaya ve Gün`ün karşılarına resmi kıyafetleriyle çıkarıldı. Teşhis edilen gardiyan Cuma K.`nın cezaevine 3 tabanca ve esrar sokarak Nuri ve Vedat Ergin`e yardım ve yataklık suçundan hüküm giydiği ve 2.5 ay hapiste kaldığı ortaya çıktı. Cuma K. tahliye olduktan sonra göreve iade edildi.
Çağdaş Hukukçular Derneği üyesi yaklaşık 50 kişilik grup da cezaevi önünde Ceber`in ölümünü protesto etti. Ceber`in avukatı Taylan Tanay, Şahin`in özür dilemesini olumlu, ancak yeterli bulmadıklarını söyledi. Tanay, `Şüpheliler en ağır şekilde cezalandırılmalıdır` dedi. Tanay, Şahin`in açıklamasından sonra işkenceye tanık olan bazı mahkumların vicdan azabı çekerek ifadelerini değiştirdiklerini söyledi.
16.10.2008
EVİN GÖKTAŞ- BİLAL ÇETİN/ ANKARA
2008-10-16 Yeni ŞafaK


 Adaletin temsilcileri Noterler Birliği toplantısında buluştu
ANTALYA(CİHAN)-

Antalya`da yapılan İkinci Akdeniz Ülkeleri Noterlikleri Kollokyumu, adalet sisteminin önderlerini bir araya getirdi. Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin`den Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker`e, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Başkan Vekili Kadir Özbek`ten Ankara Cumhuriyet Başsavcısı Hüseyin Boyrazoğlu`na kadar birçok adliye çalışanı toplantıda buluştu.
İlki 1996 yılında Fransa`nın Marsilya kentinde gerçekleştirilen Kollokyum`a bu yıl Türkiye ev sahipliği yapıyor. Antalya`nın Belek bölgesindeki Rixos Premium Otel`de gerçekleştirilecek toplantı 4 gün sürecek. İstiklal Marşı`nın okunmasıyla başlayan toplantının açılış konuşmasını Türkiye Noterler Birliği Başkanı Hasan Yeni yaptı. Amaçlarının diyalogu sürdürmek olduğunu bildiren Yeni, karşılaşılan sorunların ortak akılla çözüme kavuşturulması için çalıştıklarını dile getirdi. Noterliğin devlet tarafından verilmiş kamusal bir yetki olduğunu hatırlatan Yeni, hukuki anlaşmazlıkları önlemede katkı sağladığını aktardı. Noterlerin yazılı hukukun en önemli koruyucusu olduğunu söyleyen Yeni, bu yıl 60. yıldönümünü kutlayan Uluslararası Noterler Birliği`nin tüm ülkelerin noterlik birliklerine önderlik yaptığını belirtti. Bu toplantının Türkiye`deki noterlik sisteminin Avrupa`ya uyarlanması için katkı sağlayacağını bildiren Yeni, ayrıca mesleğin sorunlarının ortadan kaldırılmasına da fırsat oluşturmasını beklediklerini iletti.
Uluslararası Noterler Birliği Başkanı Eduardo Gallino ise noterlerin tarafların ihtilafa düşmemesi adına görev yaptıklarını söyledi. Önleyici adalet görevi yaptıklarını bildiren Gallino, 76 üye ülkenin birliğe bağlı olduğunu açıkladı. Türkiye`nin fikirlere ve insanlara gümrük uygulamadığını sadece dostluk kapılarını açtığını söyleyen Gallino, Türkiye`de hukuk sisteminin uluslararası modern seviyede olduğunu iletti. Atatürk`ün yaptığı reformlardan sonra noterliğin modern noterliğe adım attığını belirtti. Mortgaga krizini hatırlatan Başkan Gallino, `Acaba Amerika`da konut hakkına saygı duyuldu mu? Çünkü konut hakkı mutlaka hukuki güvence altında olması lazım. Bunun için emlak satışlarının da noter ya da farklı bir şekilde güvence altında tutulması gerekir.` şeklinde konuştu.
`NOTERLER GÜVENCE SAĞLIYOR`
Noterlik müessesinin insanlık tarihi kadar eski olduğunu söyleyen Bakan Mehmet Ali Şahin, insanların alışverişlerinde güvence aradıklarını vurguladı.
Bu güvencenin noterler tarafından sağlandığını bildiren Şahin, `Noterler daha uyuşmazlık doğmadan çözüm üreten kişi ve kurumlardır. Ayrıca yargıya intikal edecek birçok konunun yargının çözmesi gerekecek birçok ihtilafın yargıya intikal etmeden çözümünü sağladığı için adaletin işini kolaylaştırırlar. Yargıya intikal eden uyuşmazlıklarda da noterlerin işlemleri sonucu oluşan belgeler yargılamaya hız kazandırır. Hukukçular bilir ki önlerine gelen belge noter tasdikliyse başka belge aranmaz ve adalet sistemi hızlanır.` dedi.
BAKAN ŞAHİN: YENİ SUÇ TİPLERİ ORTAYA ÇIKTI
Küreselleşen ve teknolojide gelişen dünyada yeni suç tiplerin ortaya çıktığını ifade eden Bakan Şahin, uluslararası suç örgütlerinin doğduğunu söyledi. Bu durumun yargının iş yükünü arttırdığına dikkat çeken Şahin, şunları ifade etti: `Bunu ortadan kaldırmak için hakim ve savcı açıkları kapanmalı, personel sıkıntısı sona erdirilmelidir. Eğer çağın gerektirdiği şeylere mevzuatınız yetmiyorsa onu değiştireceksiniz. Türkiye`de yargının iş yükü azalmıyor artıyor. Hakim ve savcıların yılda baktıkları dosya adedinin arttığı görülüyor.`
Bu yoğunluğu azaltmak için bir dizi tedbir çalışması yaptıklarını ifade eden Şahin, bunlar arasında bulunan ombudsmanlık sisteminin yargıdan döndüğünü hatırlattı. Anayasada değişiklik yaparak ombudsmanlık kavramının Türkiye`ye kazandırılacağını söyleyen Şahin, sözlerini şöyle tamamladı: `Arabuluculuk sistemini kurabilir miyiz diye uğraşıyoruz. Kanun tasarısı şu an komisyonda görüşülüyor. Ayrıca noterlere ilave görevler vererek yargının yükünü biraz daha azaltmayı planlıyoruz. Çekişmesiz yargı ve delil tespiti konusunda noterlere görev verebilir miyiz? Mesela veraset davası çekişmesiz yargıdır. Bu konu noterlere verilebilir. Ben bu konuda olsun ya da olmasın diye bir şey belirtmiyorum, ama bu toplantıda konunun irdelenmesinde fayda olduğunu düşünüyorum. Ayrıca mesleğe giriş şartları, meslek içi eğitim var mıdır diye tartışılmasının da uygun olacağını düşünüyorum. Ulusal yargı ağı projesini uyguluyoruz. Bu ağ içinde Türkiye noterle birliğinin de yer alması için ciddi çalışmalar yaptık. Bu konuda da yakın zamanda değişiklikler gerçekleşmiş olacak.`
Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker de, 1512 Sayılı Noterlik Yasası`nda noterliğin bir kamu hizmeti olduğunun hüküm altına alındığını hatırlattı. Hem yargıda hem noterlik sisteminde işlemlerin elektronik ortamda yapılmasının yargın işini azaltacağını dile getiren Başkan Gerçeker, Türkiye Noterler Birliği`nin özgün yapılanmasının örnek teşkil ettiğini ifade etti.
İkinci Akdeniz Ülkeleri Noterlik Kollokyumu`na katılanlar arasında Antalya Valisi Alaaddin Yüksel, Ankara Cumhuriyet Başsavcısı Hüseyin Boyrazoğlu, Antalya Cumhuriyet Başsavcısı Osman Vuraloğlu, Ankara Adalet Komisyonu Başkanı Yılmaz Uğurlu, Antalya Emniyet Müdürü Feyzullah Aslan, çeşitli illerin noter birlikleri başkanları da yer aldı.
(CİHAN)
2008-10-16 CİHAN


 Karayalçın 7 yıl sonra CHP`de

Baykal`ın parti içi demokrasi uygulamalarını protesto ederek 2001`de CHP`den istifa eden SHP Genel Başkanı Karayalçın yuvasına döndü. Karayalçın CHP`den Ankara belediye başkanı adayı.
SHP Genel Başkanı Murat Karayalçın, CHP`nin Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı`na aday olacak. CHP Genel Başkanı Deniz Baykal ile görüşen Karayalçın`Geniş bir anlayış birliği içindeyiz. Önümüzdeki günlerde bu doğrultuda daha somut bir adım atılacak, süreç başladı` dedi. 2001 yılında CHP`den ayrılan Karayalçın 7 yıl sonra adaylık için yeniden CHP saflarına geçecek. SHP lideri Karayalçın dün CHP Genel Merkezi`ne gelerek CHP lideri Baykal ile başbaşa görüştü.
Görüşmenin ardından Karayalçın ile birlikte basının karşısına geçen Baykal , `Kamuoyunun Ankara`da nasıl bir oluşum gerçekleşeceği konusunda beklenti ve talep içinde olduğunu belirterek, `Kendisi de yapıcı bir değerlendirme yaptı. Bir gazeteciye yaptığı açıklamada `Dolaylı değil doğrudan görüşmeliyiz` deyince kendisini aradım` dedi.
ADAYLIK HENÜZ KESİN DEĞİL
BAYKAL, bir gazetecinin `Karayalçın için CHP`nin Ankara adayı diyebilir miyiz` sorusuna, `Böyle bir açıklamanın bizi hiç şaşırtmayacağını söyleyebilirim. Süreç başlamıştır. Bu birden nasıl gerçekleşti diye şaşıracaksınız` yanıtını verdi. Karayalçın da `Aday olursanız CHP mi, SHP adayı mı olacaksınız` sorusuna, `Kimseyi şaşırtmayacak bir açıklamayı önümüzdeki günlerde yapacağız` yanıtını verdi. NEŞE SARIDOĞAN
DEMOKRASi iÇiN iSTiFA ETMiŞTi
CHP`nin aday göstermeye hazırlandığı Karayalçın böylece 7 yıl aradan sonra yeniden CHP saflarına katılmış olacak. CHP`den 12 Nisan 2001`de istifa eden Karayalçın, `Ayrılmamın öncelikli nedeni, parti hukukuna ve parti içi demokrasiye aykırı olarak yapılan uygulamalardır` demişti.
2008-10-16 Star


 `Kürdoloji Enstitüsü kurulsun`
 Diyarbakır Barosu, Dicle Üniversitesi (DÜ) bünyesinde `Kürdoloji Enstitüsü` ile Fen-Edebiyat Fakültesi Doğu Dilleri ve Edebiyatları Bölümü`nde `Kürt Dili ve Edebiyatı` ana bilim dalı kurulması için rektörlüğe başvurdu.
Baro Başkanı Sezgin Tanrıkulu, İstanbul ve Ankara`daki üniversitelerinde aynı bölümleri açması gerektiğini söyledi. Tanrıkulu, hiçbir yasal engel bulunmadığını ifade ederek, `Bu hem demokratik hukuk devleti olmanın hem de AB sürecinin kriterleri açısından bir zorunluluktur` dedi. ENGİN ÖZTÜRK
2008-10-16 Star


 Bir işkence iddiası da Sincan`dan

Metris Cezaevi`ndeki işkencenin yankıları sürerken, Sincan Cezaevi`nde yeni bir işkence skandalı ortaya çıktı.
Karakolda ve konulduğu Metris Cezaevinde gördüğü işkence sonucu hayatını kaybeden Engin Ceber`e ilişkin yankılar sürerken, Sincan 1 Nolu F tipi Cezaevi`nde yeni bir işkence skandalı ortaya çıktı.
Derya Bakır, Sincan F tipinde yasadışı bir sol örgüte üye olmak suçlamasıyla tutuklanan kardeşi Deniz Bakır`ı Şeker Bayramında ziyaret etmek istedi. Cezaevi yönetimi kendilerine 3 Ekim 2008 günü açık görüş için tarih verdi. Derya Bakır, kardeşinin koğuş arkadaşları Erol Zavar, Mahmut Soner`in ailesiyle birlikte toplam 10 kişi Sincan F tipine geldi. Saat tam 15.00`te kendilerine ayrılan görüşme salonuna geçtiler.
GÖRÜŞ GEÇ BAŞLADI
Radikal gazetesinden Hasan Benli`nin haberine göre, Bakır`ın kardeşi ve koğuş arkadaşları zamanında görüşme salonuna getirilmedi. Tutuklu yakınları yaklaşık 15 dakika salonda beklemek zorunda kaldılar. Zaman çok önemliydi, çünkü sadece bir saat açık görüş yapabilme imkânları vardı. Derya Bakır`ın anlattıklarına göre gecikmeli de olsa görüşme başladı. Görüş devam ederken mesane kanseri Erol Zavar`ın astım hastası annesi Fikriye Zavar, gardiyanların içtiği sigaradan kaynaklı olarak rahatsızlandı. Derya Bakır, Fikriye Zavar`ın sigaradan etkilendiği ve sigara içilmemesini gardiyanlardan talep ettiklerini belirterek `Gardiyanlar biz içeriz hasta olan gelmesin. Bize yasak yok` diye yanıt verdiler. Biz bir gerilimin yaşanmaması nedeniyle tartışmayı sürdürmedik` dedi. Bakır`ın iddialarına göre gardiyanlar verdikleri bu yanıta rağmen sataşmalarını sürdürdü. Ve görüşmenin bitmesine 20 dakika kala gardiyanlar görüşmenin bittiğini belirterek, salonun boşaltılmasını istedi.
BURADA YASAYI BİZ KOYARIZ
Ancak tutuklu ve hükümlü yakınları görüşün zaten geç başladığını ve daha zamanların bulunduğu belirterek itirazda bulundu. Bakır, şunları anlattı: `Bunun üzerine `o (adını bilmiyorum ama görürsem teşhis ederim) gardiyan ne hakkıymış sizin gibilere hak, hukuk yok. Burada yasaları biz koyarız` dediler. Bu sırada bir arbede yaşandı. Gardiyanlar Deniz, Erol ve Mahmut`u çekmeye başladılar. Erol Zavar mesane kanseri ve karnı kötü görünüyordu. Onunda sandalyesini çekmeye ve döverek götürmeye başladılar. O anda anneler, çocuklarının üzerine kapandılar. Bende kardeşimin üzerine kapandım. Ancak bize de tekmelerle vurmaya başladılar. Bizi yaka paça dışarı çıkardılar. `Sizleri şikâyet edeceğiz` dedik. Ama`yakınlarınız ellerimizde` dediler. `Fazla ileri gitmeyin` diye bizi tehdit ettiler.`
2008-10-16


 Danıştay dersini almış

Danıştay, Liman-İş Sendikası`nın İzmir Limanı`nın özelleştirilmesine karşı açtığı davayı reddetti. Patronlar, bu kararı sevinçle karşıladı.
soL (İzmir) Danıştay`ın açılan yürütmeyi durdurma davalarını reddetmesi üzerine, artık İzmir Limanı`nın özelleştirilmesinin önünde hiçbir engel kalmadı. İzmirli patronlar, karara çok sevindiklerini yaptıkları açıklamalarla gösterdiler.
Ege Bölgesi Sanayi Odası Başkanı Tamer Taşkın, `hayırlısı olsun. Zaten dört gözle beklediğimiz bir haberdi. Gayet iyi oldu. Türkiye`nin artık yürütmeyi durdurmalarla kaybedecek vakti yok. Kesinlikle olumlu bir gelişme` derken, Deniz Ticaret Odası İzmir Şube Başkanı Geza Dologh ise İzmir Limanı`nın önünün açıldığını söyledi.
`Kararın Çabuklaştırılmasını istemiştik, kabul etmişler`
İzmir Ticaret Odası Yönetim Kurulu Başkanı Ekrem Demirtaş, `öncelikle 13. Hukuk Dairesi`ne çok teşekkür ediyoruz. Son 15 gündür kararın çabuklaştırılmasıyla ilgili taleplerimiz olmuştu, bu taleplerimizin etkisiyle bu olumlu karar alınmıştır` dedi. Ege İhracatçı Birlikleri Başkanlar Kurulu Başkanı Mustafa Tükmenoğlu, kararı, limanın sahipliğiyle ilgili uzun süredir bekledikleri bir adım şeklinde değerlendirdi.
Liman-İş Sendikası ve Kamu İşletmeciliğini Geliştirme Merkezi Vakfı, TCDD Genel Müdürlüğü`ne ait İzmir Limanı`nın 49 yıl süreyle işletme hakkının verilmesi yöntemiyle özelleştirilmesi amacıyla 3 Mayıs 2007`de yapılan ihalenin, `limanın değerinin çok altında bir fiyata, resmen peşkeş çekildiği` gerekçesiyle yürütmesinin durdurulması istemiyle dava açmışlardı.
2008-10-16 soL


 İlhan Selçuk, Ergenekon Savcılarını Dava Ediyor
 Cumhuriyet gazetesi yazarı İlhan Selçuk, Ergenekon iddianamesinde hakkında davayla ilgisiz, özel yaşamını ihlal eden ve karalamaya dönük bilgi koydukları gerekçesiyle savcılar Öz, Pekgüzel ve Taşkın'a dava açtı.
Ergenekon Soruşturması kapsamında gözaltına alınarak hakkında iddianeme düzenlenen Cumhuriyet gazetesi imtiyaz sahibi ve başyazarı İlhan Selçuk, savcılar Zekeriya Öz, Mehmet Ali Pekgüzel ve Nihat Taşkın hakkında iddianemeyi düzenlerken "kişilik haklarına saldırıda bulundukları" gerekçesiyle dava açtı.
İstanbul 7. Asliye Hukuk Mahkemesi'nde açılan davada, Selçuk'un avukatları, soruşturmayı yürüten üç savcının Selçuk'a yönelik bazı saptama ve bilgilere davayla ilgisiz olduğu halde iddianamede yer verdiklerini, bu belgeleri Selçuk'u karalamak ve küçük düşürmek için kullandıklarını iddia ettiler.

Tazminat istemedi, kararın yayımını istedi

Şikayette, Ergenekon savcılarının özel yaşamın gizliliğini ihlal ettiği, keyfi davrandığı ve Selçuk'u karaladıkları savunuldu.
Dava dilekçesinde mahkemeden kişilik haklarına yapılan haksız saldırının tespitini isteyen İlhan Selçuk, davalı savcılardan para olarak herhangi bir tazminat isteminde bulunmadı; bunun yerine kararın gazetelerde ilanen yayımlanmasına hükmedilmesini talep etti.
Dava dilekçesinde, iddianamede ve dosyada yer verilen bazı bölümlerden alıntılar yapılarak, bu bilgilerin davayı açan savcıların Selçuk'a yönelik kişisel tavır ve duygularını yansıttığına yer verildi.
belirtilen dava dilekçesinde, Ceza Muhakemesi Kanunu ile kendilerine tanınan yetki sınırını çiğnedikleri, aştıkları ve görevlerini kötüye kullanarak Selçuk'un kişilik haklarını ihlal ettikleri, bu durumun savcıların "kişisel kusurunu" oluşturduğu ileri sürüldü.

"Örgüt yöneticiliği" ve "silahlı isyana tahrik" ile suçlannıyor

21 Eylül sabahı, 4.30'da gözaltına alınan ve İstanbul Terörle Mücadele Şubesi'nde sorgulanan İlhan Selçuk, ertesi gün savcılıkta sorgusunun ardından tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmıştı.
Selçuk'un uğradığı muamele Türkiye'deki ve uluslararası basın meslek örgütlerinin tepkisine yol açmıştı. Savcı Öz'ün sorguladığı ve hakim önüne çıkarılmasına gerek görülmeyen Selçuk'a yurtdışı çıkış yasağı konulmuştu.
10 Temmuz 2008 tarihinde kaleme alınan iddianamede Selçuk, "silahlı terör örgütü kurma, yönetme, zorla hükümeti ıskata teşebbüs, hükümete karşı silahlı isyana tahrik" ile suçlanıyor.
İlhan Selçuk'un dahil edildiği 86 sanıklı Ergenekon Davası'nın görülmesine İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nce 20 Ekim'de Silivri'de başlanacak.
Ümraniye'de 13 Haziran 2007'de bir gecekonduda bulunan el bombalarının izinin sürülmesiyle bugüne kadar büyük çaplı dokuz operasyon yapılmıştı. Aralarında emekli Tuğgeneral Veli Küçük, İşçi Partisi lideri Doğu Perinçek, gazeteciler Tuncay Özkan, Vedat Yenerer, Güler Kömürcü ve mafya lideri Sedat Peker ve emekli astsubay Oktay Yıldırım'ın de bulunduğu 46 kişi tutuklanmıştı.(EÖ)


 Sözde `Soykırım` kitabına para cezası

Pencere Yayınları tarafından Türkçeye çevrilen ve Mavi Kitap olarak bilinen eserden dolayı, yayınevine 7 bin 500 YTL para cezası verildi.
Pencere Yayınları`na 2005 yılında yayınladığı, 1914 -1915 yıllarında yapılan Ermeni Katliamını tanıklıklarla anlatan Mavi Kitap isimli eserden dolayı 7 bin 500 YTL para cezası verildi.
Emekli Büyükelçi ve CHP Milletvekili Şükrü Elekdağ`ın kitap nedeniyle Pencere Yayınları sahibi Muzaffer Erdoğdu`ya açtığı tazminat davası sonuçlandı. Ankara 6. Asliye Hukuk Mahkemesi yayınevi sahibine 7 bin 500 YTL para cezası kesti. Elekdağ ve dönemin milletvekilleri, 2005 yılında Ermeni soykırımıyla ilgili İngiliz Parlementosu`na mektup yollamıştı.
Yazar Taner Akçam ise bu olayı eleştiren bir yazı kaleme almıştı. Elekdağ, Taner Akçam aleyhine ve yazıya Mavi Kitap`ta yer veren Muzaffer Erdoğan hakkında tazminat davası açmıştı. Yerel mahkemenin tazminat kararını bozan Yargıtay, mahkemenin tekrar görülmesini istemişti.
Yayınevi avukatı Muhsin Kemal Şimşek, `Tamer Akçam`ın yazısına yayınevimiz yer verdiği için cezalandırılıyor. İlginç olan Mavi Kitap hakkında dava açmaya cesaret edememeleri. Sadece, Şükrü Elekdağ`ın kişilik haklarına hakaret edildiği iddiasıyla, Taner Akçam`a ve yayınevimize dava açıldı.`dedi. Şimşek, `Aslında bu ceza, dava açmaya cesaret edemedikleri kitabın imajına yöneliktir. Kitabı karalamaya çalışıyorlar. Dava bitmedi tekrar görülecek.` diye belirtti.
Mavi Kitap, James Bryce ile Arnold Toynee tarafından Londra`da, `Osmanlı İmparatorluğunda Ermenilere Yönelik Muamele 1915-1916` adıyla yayınlanmıştı. Önemli bir kaynak olan kitap, dünyada Mavi Kitap ismiyle anılıyor. Amerikan ve İngiliz resmi belgelerinin yanı sıra tanıkların anlatımına dayanan Mavi Kitap, Pencere Yayınevi tarafından 2005 yılında 2 cilt halinde yayımlandı.
2008-10-16


 Kaplan`a Müebbet hapis cezası

Kendisini halife ilan eden ve yasadışı Anadolu Federe İslam Devleti/İslami Cemaat ve Cemiyetler Birliği(AFİD/İCCB) örgütünü kurduğu iddia edilen Muhammet Metin Kaplan, müebbet hapis cezasına mahkûm oldu. Yargıtay`ın müebbet hapis cezasını onaylaması halinde, İstanbul 14 Ağır Ceza Mahkemesi`nde 4 yıldır tutuklu olarak yargılanan Kaplan, 26 yıl daha hapis yatacak. Halen 58 yaşında olan Kaplan, 84 yaşına kadar tutuklu kalacak.
2008-10-16 Sabah


 Yargıtay, Devlete ve Adalete hakareti küfür saydı

-ANKARA(ANKA)- Yargıtay Ceza Genel Kurulu, `Ben böyle adaletin, emniyetin, devletin a k` sözlerini `sövme` kabul etti. Yerel Mahkeme, bu sözü söyleyen sanığın beraatine karar vermişti. Yargıtay 4. Ceza Dairesi, sözlerin suç unsuru taşıdığını belirterek beraat kararını bozmuştu. Genel Kurul`a gelen dosyada yerel mahkemenin beraat hükmü oybirliğiyle bozuldu.
Yozgat`ın Yerköy ilçesinde meydana gelen olayda, D.A. düğünlerinin saat 23.00 de sonlandırılmasını isteyen polis memurlarına karşı çıkarak, `Ben böyle adaletin, emniyetin, devletin a k` dedi. Polis memurları da, D.A. hakkında suç duyurusunda bulunarak `görevliye sövme `suçunun işlendiğini iddia etti.
-YARGITAY BERAAT KARARINI BOZDU-
Beraat kararına yapılan itiraz sonrası dosya, Yargıtay 4. Ceza Dairesi`ne geldi. Daire, sövme eyleminin `görevliye sövme` olarak değerlendirilmesi ve beraat hükmünün bozulması gerektiğine karar verdi.
-`SANIK DA POLİS DE REFLEKSİF DAVRANDI-
Yargıtay`ın bozma kararına yerel mahkeme direndi. Direnme kararında şu görüşler dile getirildi:
`Sanığın eylemi, refleksif bir eylemdir. Bu nedenle de eylemin suçun husule gelmesini sağlayabilecek bir genel ve özel kast unsuru söz konusu değildir. dairenin, ama asıl olarak da yargının, dehşetli de olsa, irkiltici de olsa kendisine ve başkalarına karşı söylenmiş sözlerin temellerine inebilme cesaretini taşıması bir zarurettir. Sürecin gelişimi göz önüne alındığında yalnızca sanığın sarf ettiği sözlerde duraklamak bizi toplumsal yaşam ortamlarına aşırı müdahaleye yönelten bir indirgemecilik sonucuyla karşı karşıya bırakabilir. Sanık bu sözlerinde `isyan` belirtmiştir. Sözün ağırlığı, isyanı ortadan kaldırmaz.`
Yerel mahkemenin direnme kararının ardından dosya, Yargıtay Ceza Genel Kurulu gündemine geldi.
Genel Kurul, oybirliğiyle yerel mahkemenin verdiği kararı bozdu. Böylece devlete ve adalete küfretmekle `görevliye sövme` suçunun oluştuğuna karar verilmiş oldu. (ANKA)
(YG/BÜN)
2008-10-16 HaberX


 Cem Uzan, Cezasına itiraz etti

Cem Uzan`ın yaklaşık 15 gün önce cezaya itiraz ettiği belirtilerek, Bursa`ya itirazın Bursa 3`üncü Asliye Ceza Mahkemesi`ne yeni ulaştığı ve görüşülmeye başlanacağı öğrenildi.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan`a hakaret ettiği iddiasıyla yargılandığı mahkemece Denetimli Serbestlik Yasası uyarınca 1 yılı rehber kontrolünde olmak üzere 5 yıl denetim altında tutulup, rehber kontrolünde 5 adet kişisel gelişim ve öfke kontrolü kitap okuma cezasına çarptırılan Genç Parti(GP) Genel Başkanı Cem Uzan cezaya itiraz etti. Cem Uzan`ın avukatı aracılığı ile yaptığı itiraz nedeniyle verilen cezanın uygulamaya geçmediği belirtildi.
Ailesine ait ÇEAŞ ve Kepez Elektrik`e devlet tarafından el konulmasından sonra Bursa`da 13 Haziran 2003 tarihinde düzenlenen mitingde isim vermeden Başbakan Erdoğan için, `Sen ne biçim Müslüman`sın. Senin gözünü korku ve hırs bürümüş. Sende Allah korkusu kalmamış. Sen Allahsız olmuşsun. Allahsız herif` diyen GP Genel Başkanı Cem Uzan`a dava açılmıştı. Hakkında`Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı`na madde-i mahsusa tayini ve isnadı suretiyle hakaret` suçundan dava açılan Cem Uzan, tutuksuz yargılandığı Bursa 3`üncü Asliye Ceza Mahkemesi tarafından 8 ay hapis ve 693 milyon 570 bin lira ağır para cezasına çarptırılmıştı. Uzan`ın itirazı üzerine Yargıtay 9`uncu Ceza Dairesi, yerel mahkemenin kararını, zanlının yeni yasanın lehine olan hükümlerinden yararlanmasını gerekçe göstererek usulden bozmuştu.
Yargıtay`ın bozma ilamına uyan Bursa 3`üncü Asliye Ceza Mahkemesi`nde yeniden yargılanan Cem Uzan, geçtiğimiz Eylül ayında mahkeme tarafından, 8 ay hapis, 688 YTL para cezasına çarptırılmıştı. Mahkeme, iyi halini dikkate aldığı Cem Uzan`ın bu cezasını, Denetimli Serbestlik Yasası uyarınca, 1 yılı rehber kontrolünde olmak üzere 5 sene denetim altında tutulmasına çevirdi. Ayrıca Uzan`ın rehber kontrolünde `öfke kontrol programı`na tabi tutulup, 5 adet kişisel gelişim ve öfke kontrolü kitabı okumasına karar verilmişti.
Avukatları aracılığı ile Bursa 3. Asliye Ceza Mahkemesi`ne `Süre içeren itiraz dilekçesi` gönderen Cem Uzan`ın gerekçeli kararın kendilerine ulaşması halinde gerçek itirazlarını yapacağı öğrenildi. Uzan`ın bu cezası, yaptığı itiraz nedeniyle Beyoğlu Adliyesi`nde bulunan Denetimli Serbestlik Bürosu`nca uygulamaya konulamadı.
2008-10-16


 Demet`den İbo`ya namus davası

Demet Akalın. İbrahimö Tatlıses`in söylediği `binici` kelimesi için dava açıyor.
İbrahim Tatlıses`e `Nasıl binici olduğumu iyi bilir` sözleri nedeniyle tazminat davası açmaya hazırlanan Demet Akalın`Bu çirkin laf yüzünden tansiyon hastası oldum` dedi.
Demet Akalın espri olarak söylediği `İbo`nun uçağı leş gibi kokuyor` sözleri yüzünden İbrahim Tatlıses ile ciddi bir kavgaya tutuştu. Tatlıses`in bu sözlere karşılık `Ben leş uçağa binmem. Demet benim nasıl binici olduğumu iyi bilir` cevabı, Akalın`ı sinirlendirdi. Konuyla ilgili sessizliğini bozan Akalın sorulamızı cevaplandırdı.
İbrahim Tatlıses`in bu cevabını duyduğunuzda ne hissetiniz?
Tatlıses bu açıklamayı yapmadan önce menajerimi aramış. `Benden özür dilesin yoksa ona sallayacağım` demiş. Bu kadarını da beklemiyordum. Ayıp denen bir şey var. Hak, hukuk var. Her zaman büyük İbrahim Tatlıses diyoruz ama bunun neresi büyüklük? Cuma günü beni Alişan aradı. Ona da muhabirler söylemiş. O günden bu yana doktor kontrolündeydim. Bu yaşıma kadar tansiyon bilmezdim, tansiyon hastası oldum. İlaç kullanmaya başladım.
Tatlıses`in `Binici` sözüyle de sizin sanki daha önce birlikte olduğunuz iması çıkartılıyor...
Hiçbir şey demiyorum. Bu sözlere ne diyebilirim?
Sizin yıllar önce birlikte olduğunuz hep bir şehir efsanesi olarak konuşulurdu.
Şehir efsanesi, o efsane, bu efsane. Onunki söylenecek laf değil. Herkesin erkek arkadaşı, kocası, sevgilisi var. Ayrıca bunu sadece bana da yapmıyor. Hülya Avşar için de `Elim ayağım titriyor` demişti. Hülya da `Gitsin Amerika`ya kafasını dinlesin` yanıtını vermişti. Tatlıses bazen olmayacak şeyler söylüyor.
Ne yapmayı düşünüyorsunuz?
Benimle uğraşacağına Nihat Doğan ona güzel şeyler söylüyor, Cengiz İmren söylüyor. Onlara cevap versin. Bana mı gücü yetiyor?
Yüksek tazminat davası düşünüyoruz..
100 bin YTL`lik tazminat davası açacağınızı duyduk. Doğru mu?
Ne 100 bini? Mehmet Ali Erbil bile bana 300 bin YTL`lik dava açtı. Benim isteyeceğim rakam bundan da yüksek olacak.
Avukatlarımla pazartesi günü biraraya geleceğim. Tazminat rakamı fazla olursa harç masrafı da o kadar yüksek oluyor. Harç parası 50 bin mi, 100 bin mi ne tutacaksa onu da vereceğim. Nasıl olsa davayı kesin kazanırım. Bir insan bir insana böyle bir şey söylemez.
Demet Akalın`ın, İbrahim Tatlıses`e `binici` sözündeki imadan dolayı 500 bin YTL`lik tazminat davası açacağı öğrenildi.
VATAN
2008-10-16


YAZARLAR,


  Mektupları Deniz Gezmiş yazmadı
MUSTAFA LÜTFİ KIYICI* /

Tekrarlamak gerekirse, Deniz`in geride kalanlara bıraktığı teorik miras, hayatı, mahkemelerdeki savunmaları, son mektubu ve son sözleridir. Kimseye, hatta kardeşine bile kendi yolundan gitmeyi önermemesi ve kardeşinin bilim adamı olmasını istemesi vasiyet niteliğinde önemli bir son sözdür.
Kendilerine enternasyonal solcu diyen birileri çıktı, solculuk bizatihi enternasyonalist değilmiş gibi. Biz de olduk ulusal solcu. Küreselleşme adına, anti-emperyalist mücadeleyi, bağımsızlık özlemini milliyetçilik sayan, üretici güçleri geliştirdiği iddiası ile emperyalizm yardakçılığı yapan bir anlayış pervasızca saldırıyor.
Hedeflerine Deniz`i, `Denizleri` koydular. Üretici güçleri geliştirdiği iddiasıyla bağımsızlık özlemlerine saldırınca akla 12 Mart`ın inkârcı ve itirafçıları geliyor. Onlar da aynı gerekçeyle Abdülhamit`i, Demirel`i kapkaççı kapitalizmi aklamışlar, tüm bağımsızlıkçı hareketleri inkâr ederek sorgulardan başlayarak mahkemede devam eden bir inkâr ve itiraf furyası başlatmışlardı. İlginçtir 68 döneminde `ilkel oportünist`likle suçladığımız sonraları sahte TKP`nin birinci adamlığına kadar yükselen biri de aynı görüşleri savunuyor. Ve bizleri milliyetçi solculukla suçluyor.
BİZ 20`Lİ YAŞLARDA DELİKANLILARDIK
Baştan düzeltmeli biz goşist/solcu falan değil sosyalist düşünceye inanan 20`li yaşlarda delikanlılardık.
68`in eylemci gençliğini, durgun suya düşen ve gittikçe büyüyen halkalar oluşturan bir odak gibi düşünürsek eğer, kim bilir kaçıncı halkada yer alan bir dönemdaşın oğlu olan ve intihalciliği belgelenen bir kişi çıktı ve popülerliğe meftun halde, Deniz`e saldırıyor. `Denizler` diyor `Samastların, Hayallerin artık kimlerse başkalarının esin kaynağıdır.` `Etnik milliyetçi`, yetmiyor İttihatçı olmakla, yetmiyor Yakup Cemil`i lider kabul etmekle suçluyor. Zaten Kemalistlik de çoktandır baş suçlama konusu. Sosyalist amaçlara erişmek isteyenlerin, Kemalizmi önemsediklerini söylemeleri bile aynı kapıya çıkıyor.
İntihal önemli bir nakısadır/eksikliktir, çünkü hırsızlıkla eş anlamlıdır. Platform sözcüsü olduğunu yazmak ve o platformdaki arkadaşlarınca yalanlanmak önemli bir ikinci nakısadır. Senarist olduğunu yazmak ve ortada bir eserinin bulunmaması da ayrı bir `önemliliğe sığınma`dır. Bilinir ki, yalan söyleyen gene söyleyebileceği ihtimalini taşır ve bu önemli bir kişilik zafiyetidir.
MEKTUPLARI NASIL OKUYALIM
Dönelim konumuza. Deniz`in babasına hitaben yazdığı iddia edilen ve Cumhuriyet`te 29.12.1971 tarihinde yani, banka soygunu ve Amerikalıların kaçırılıp sağ salim serbest bırakıldığı döneme denk bir zamanda yayınlanan ve büyük ölçüde babasını daha çokta annesini teselli etmek amaçlı bu mektubu; bu `yazar` etnik milliyetçiliğin, yabancı düşmanlığının, Ermeni düşmanlığının –burada `iğrenç Ermeni` sözlerini kullanıyor- dayanağı yapıyor. Burada Deniz; `Baba beni Kemalist düşünceyle yetiştirdiğin için sana teşekkür ederim` diyor. Yabancılara her zaman düşman olduğunu söylüyor.
Yabancılardan kasıt emperyalistler olduğundan kuşku yok. Ama anti-emperyalist mücadeleyi, emperyalizm olgusunu, benimsediği küreselleşme adına yok sayan bu enternasyonalist `solcu` kişi, bunu anlamazlıktan geliyor ya da kelle koltukta her türlü iftiranın, kötülemenin odağındaki bir eylem adamının duygularını anlayamıyor. Çünkü, empati yok, beklenemez de.
Cemil amca da cevaben yazdığı mektupta Deniz`in ırkçılar tarafından karalanmak adına Ermenilikle suçlanmasına; Babanın üç dayısının Erzurum`un geri alınmasında Ermeniler tarafından şehit edilmesini atfen, `işte sen bu biçim Ermenisin!` gibi kinayeli, ironili satırlar yazıyor. Bu sözlerden Ermenileri`iğrenç` bulan ırkçı bir anlam mı var, yoksa tarihsel bir olgudan mı bahsediliyor. Burada yazarın anlama yeteneği, zekâ zafiyeti sorgulanmalıdır. Irkçılık bunun neresinde?

https://groups.google.com/forum/?hl=tr#!topic/arataer_hukuk__kultur_sanat_portali/fnoBPTqLb3w

***

Türk-Rus İlişkileri

Türk-Rus İlişkileri


21 Haziran 2013




Soğuk savaşın bitimiyle uluslararası ilişkilerde köklü değişiklikler yaşanmış, daha önce geçerli olan jeopolitik değerlendirme ve görüşler değişime uğramıştır. Yapısal nitelikli bu değişim birçok ülkenin yanı sıra, Rusya ve Türkiye’nin de dış politikalarının yeniden şekillenmesine yol açmıştır. İki ülke arasındaki ilişkiler bu değişimden nasibini almış ve neticede iki tarafı da tatmin edecek işbirliği şekillerinin araştırılması ve bu alanda yeni ilkelerin belirlenmesi aşamasına girilmiştir. Bunun sonucunda, daha önce geçerli olan jeopolitik değerlendirme ve görüşler değişime uğramış, iki ülke ilişkilerinde onlarca yıldır ulaşılmış sonuçlar SSCB’nin dağılmasıyla ortadan kalkmıştır. Oluşmakta olan yeni koşullar ikili ilişkilerin şekillendirilmesine yönelik yeni yaklaşımların ortaya konmasını zorunlu kılmıştır.

11 Eylül 2001 saldırılarından sonra ABD’nin yanı sıra Rusya, Çin, Hindistan, AB gibi diğer aktörler de uluslararası sistemde etkin rol oynamaya başladılar ve küresel/bölgesel anlamda ABD’nin rakipleri durumuna geldiler. Kısacası dünya çok kutuplu bir yöne gitmeye başladı ve dünyanın jeoekonomik, jeopolitik ve jeostratejik ağırlık merkezi Avrupa-Atlantik bölgesinden Asya-Pasifik yönüne kaymaya başladı. Güç ekseninin Batıdan Doğuya doğru kayması şeklinde özetleyebileceğimiz bu dönemde jeopolitik mücadelenin hammadde ve enerji kaynaklarınca zengin olan Afrika-Avrasya ekseni üzerinde yoğunlaştığını müşahede etmekteyiz. Söz konusu eksende enerji kaynaklarının ve güzergâhlarının önem kazandığı, dinamik ve çok aktörlü bir uluslararası yapının ortaya çıktığı görülmektedir. İkisi de Avrasya ülkesi olma özelliğine sahip, Balkanlardan Orta Asya’ya, Afrika-Ortadoğu’dan Kafkasya’ya kadar geniş bir bölgede tarihsel, ekonomik, siyasi ve kültürel bağları bulunan, Hazar’dan Karadeniz’e, Akdeniz’den Adriyatik denizine kadar geniş bir coğrafyada çakışan ve birleşen çıkar algılamalarına sahip iki ülke olan Türkiye ve Rusya’nın ikili ilişkilerinin yeni jeopolitik veriler ışığında tekrar değerlendirilmesi gerekmektedir.

Soğuk Savaş’ın ardından iki ülke ilişkileri nitelik olarak farklı bir süreç içine girmiş ve kendine has bir özellik kazanmıştır. 1990’lı yılların başında ikili ilişkilerde önemli ilerleme yaşanmış, fakat bu ilerleme politik değil, daha çok ekonomik ve ticari konuları kapsamıştır. Sonuçta Türkiye-Rusya ilişkilerinin ekonomik yönü önemli ölçüde gelişme gösterirken, politik ilişkilerde aynı ilerleme söz konusu olmamıştır. 2000’li yıllar her iki ülkenin yakın geçmişten çıkardıkları derslerle aralarındaki güven ilişkisini güçlendirme yönünde arayış içerisine girdikleri yıllardır. Genel çerçeveden bakıldığında, bu yıllarda ilişkilerin alanının genişlediği, siyasi diyaloğun arttığı, toplumsal ilişkilerin yaygınlaştığı ve genel anlamda karşılıklı güvenin kuvvetlendirilmeye çalışıldığı gözlemlenmekte dir. 1990’lı yılların rekabet merkezli ilişkilerinden çıkar- tılan dersler ve 2000’li yılların ortaya çıkarttığı fırsatların yardımıyla karşılıklı ilişkiler bölgesel ve küresel ölçekte dünyada yaşanan gelişmelere paralel olarak yeniden şekillenmektedir. Günümüzde her iki ülkenin izlediği bölgesel ve küresel dış politika ve çıkar algılamaları ticaretten, ekonomiye, politikadan kültüre kadar çok boyutlu ilişkilerin arkasındaki itici güç haline gelmiş ve oldukça başarılı diyebileceğimiz siyasi diyalog kanalları kurulmuş durumdadır.

Ankara ile Moskova’nın uluslararası sorunlara yaklaşımlarında çoğunlukla benzerlik görülmekle birlikte, kimi konularda iki ülke arasında görüş farklılıkları dikkat çekmektedir. İran nükleer sorununun diplomatik yolla çözülmesi, Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin normalleşmesi, Dağlık Karabağ sorununun diplomatik yollarla çözülmesi, Ortadoğu’da barışın sağlanması, Suriye-Lübnan sorunu, Afganistan ve Irak’ta güven ortamının tesisi gibi uluslararası konularda Rusya ve Türkiye yakın sayılabilecek politikalara sahiptirler. İki ülke ilişkileri genişletilmiş, çok boyutlu, derinleştirilmiş veya son yıllarda stratejik gibi kelimelerle tarif edilse de her iki ülke arasında yüksek sesle dillendirilmeyen bazı sorunların olduğu inkâr edilemez. Ekonomik, ticari, siyasi, turizm ve kültürel alanda ilişkileri çok boyutlu ortaklık seviyesine çıkaran Türk-Rus ilişkileri günümüzde Suriye üzerinden en ciddi dayanıklılık testinden geçmektedir. Rusya bütün gücüyle Esad’ın kalması için çaba harcarken, Türkiye Esad’sız bir Suriye planları yapıyor. Genel tabloya bakıldığında Rusya ve Türkiye, Suriye krizinin çözümünde Esad’ın devre dışı bırakılması dışında benzer yaklaşımlara sahipler. Türkiye ve Rusya Suriye’de iç barışın sağlanması, kan dökülmesinin sona erdirilmesi, toprak bütünlüğünün korunması ve Suriye halkının kendi geleceğine kendilerinin karar vermesi konularında benzer yaklaşımlar sergiliyorlar. Suriye’de kriz daha uzun yıllar sürebilir. 

Bu açıdan,
 

Suriye krizi Türkiye-Rusya ilişkilerini bir süre daha ciddi bir şekilde meşgul edebilir. İki ülkenin bu durumu ikili ilişkilerini olumsuz etkileyecek seviyeye getirmemeye dikkat etmeleri gerekmektedir. Siyasi, ekonomik, kültürel ve di- ğer alanlarda hızla gelişen ilişkiler Suriye krizi, füze kalkanı, uçak krizi, Arap Baharı ya da başka diğer sorunlarla yıpranmayacak kadar sağlam bir kurumsal yapıya dönüştüğünü ortaya koymuştur.

Bavul ticareti, turizm, eğitim, karma evlilikler gibi toplumsal temaslarla daha da yakınlaşan Türkiye-Rusya ilişkileri yakaladıkları seviye ve içerik anlamında günümüzde oldukça mesafe kaydettiler. Ticari-ekonomik ilişkiler, enerji ilişkileri, turizm ilişkileri, kültürel ilişkiler, kimi bölgesel ve küresel sorunlarda izlenen benzer veya yakın politikalar, vizelerin karşılıklı kaldırılması, Karadeniz’de sürdürülen işbirliği, iki ülke arasında üst düzey işbirliği konseyinin kurulması ve siyasi diyaloğun artması gibi noktalardan bakıldığında ilişkiler tarihte hiç olmadığı kadar iyi durumda diyebiliriz. Kıbrıs, Ermenistan, PKK, Dağlık Karabağ, Kosova, Arap Baharı ve Suriye krizi gibi konularda yaşanan görüş farklılığı, Güney Kafkasya’da bir türlü bitmeyen rekabet gibi sorunlu alanların da bulunduğunu görmekteyiz. Günümüzde ulaşılan seviye Türkiye ve Rusya’nın birçok konuda önemli mesafeler aldıklarını göstermektedir.

İki ülke ilişkilerini daha da ileriye götürmek için üst düzey ziyaretlerle ilişkilerdeki güven ortamının sık sık tazelenmesi, olumlu havanın sıradan insanlara da yayılması için kültürel ilişkilerin canlandırılması ve bunun iki halkı da kapsayacak projelerle geliştirilmesi gerekmektedir. Bu bağlamda vize muafiyeti devam ettirilmeli, tarih kitapları karşılıklı yeniden gözden geçirilmeli, medya organlarında olumsuz çağrışım yapan dil kullanımından kaçınılmalıdır. Halklar arası diyalog, ortak kültürel faaliyetler, eğitim işbirlikleri, karşılıklı sanat ve sinema çalışmaları, televizyon dizileri, spor desteklenmelidir. İki ülke arasındaki öğrenci ve öğretim görevlisi değişim programları geliştirilmeli, karşılıklı verilen bursların sayısı artırılmalı, yeni burslar ihdas edilmeli, ortak projeler desteklenmelidir. Toplumsal yakınlaşmayı hızlandıracak dil ve turizm gibi konularda teşvik edici programlar ve projeler hayata geçirilmelidir.

Türkiye’nin ortak ilgi ve etki alanlarına giren bölge ülkeleriyle ilişkilerini artıracak politikalar izlemesi ve bunu yaparken Rusya’yı doğrudan karşısına alacak politikalardan uzak durması çok önemlidir. Rusya’nın bu alandaki faaliyetleri de Türkiye tarafından dikkatle takip edilmelidir. Türk-Rus ilişkilerinin genel yapısı işbirliği ve rekabetin önümüzdeki yıllarda da devam edeceğine işaret etmektedir. İlişkiler, ülkenin de çıkarlarına hizmet edecek pragmatist yapıda ilerlemelidir. İlişkileri değerlendirirken olabildiğince gerçekçi olmak gerekmektedir. Gerçekçi olmak, ilişkilerde temkini elden bırakmamayı da gerektirmektedir. Rusya, güçlendikçe dış politikada zaman zaman sert güç kullanmaya meyleden bir ülke görüntüsü vermektedir. Türkiye ve Rusya’nın farklı güvenlik algılarına sahip olması, ilgi ve etki alanlarının kesişmesi/çakışması ve bunlara dayalı olarak geliştirdikleri dış politika anlayışlarındaki ayrılma noktaları Soğuk Savaş sonrası adım adım gelişen çok boyutlu ilişkilerin yumuşak karnını oluşturmaktadır. Bunun farkında olarak güvenlik eksenindeki anlaşmazlıkların ikili ilişkilerde temel soruna dönüşmemesine gayret eden ve güven ilişkisini artırmaya dönük yapıcı ilişkiler devam ettirilmelidir.

BİLGESAM Rusya Uzmanı ve İstanbul Teknik Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Fatih Özbay tarafından hazırlanan “Türk-Rus İlişkileri” raporu, yukarıda özetlenen çerçevede iki ülke ilişkilerinin durumunu ortaya koyma ve genel bir resim çizme adına hazırlanmıştır. Raporun karar mercilerine, akademisyenlere, Türk-Rus ilişkileri konusunda çalışanlara, ilgili kurum, kuruluş ve kişilere faydalı olmasını umuyorum. Raporu hazırlayan Doç. Dr. Fatih Özbay’a, rapora değerli görüş ve önerileriyle katkı sağlayan başta (E) Oramiral Salim Dervişoğlu olmak üzere Bilge Adamlar Kurulu üyelerine ve raporun yayın sürecinde katkı sağlayan BİLGESAM çalışanlarına teşekkür ederim.

Doç. Dr. Atilla SANDIKLI
BİLGESAM Başkanı,


3 Ocak 2018 Çarşamba

Yakın Tarihimizin Utanç Veren Olayları: Dersim Olayları, 1937-1938

Yakın Tarihimizin Utanç Veren Olayları: Dersim Olayları, 1937-1938


Utanmasını bilmeyen bir millet, hata yapmaya mahkumdur…


Dersim İsyanı ya da Dersim Ayaklanması, şu anki adıyla Tunceli ili'nde 1937 yılında meydana gelen geniş kapsamlı isyandır. 
Bu isyanı bastırmak için Türkiye Cumhuriyeti tarafından düzenlenen harekât ise Dersim Harekâtı olarak isimlendirilmektedir. 

Olayların Nedenleri ve Olaylar Öncesi Genel Durum 

Osmanlı döneminde yüzyıllarca yurtluk ve ocaklık biçiminde özerk olarak yönetilen Dersim Bölgesi'nde, özellikle Tanzimattan sonra, merkezi yönetimin güçlendirilmesi amacına yönelik düzenlemelere karşı sık sık ayaklanmalar çıkmıştır. Dersim ayaklanmaları adı altında toplanılan bu ayaklanmalar sırası ile 1847, 1877-78, 1885, 1892, 1893-95, 1907, 1911, 1916 yıllarında gerçekleşmiştir. Bölge, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasıyla özerkliğini kaybetmiştir. Aşiretler, yönetimlerinin elinden alınmasına karşı çıkmış; vergi vermek, askere gitmek gibi çeşitli zorunlulukları ise uygun bulmamışlardır. Seyh Sait Isyanı'yla başlayıp (1925) Ağrı İsyanı'yla süregelen (1930) olaylar üzerine hükümet, 1934 yılından itibaren Doğu'da çıkan ayaklanmaları kararlı bir biçimde çözmek üzere İskan Kanu-nu'nu çıkarmıştır. 14 Haziran 1934'te T.B.M.M.'ne sunulan İskan Yasa Tasarısı, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya tarafından açıklanmıştır. Tasarıya göre topraksız köylüye verilecek arazi konusu, Türkiye'nin çoğu illerinde mevcuttur. Doğu halkını topraklandırmak esasını düşünürken, Batı halkını da topraklandırmak bir bütün olarak ele alınmalıdır. Kaya'ya göre, eğer köylü toprak sahibi yapılmayacak olursa, sanayi fabrikaları hangi pazarlar için kurulacaktır. İçişleri Bakanlığı'nca yapılıp Bakanlar Kurulu'nca onaylanan haritaya göre Türkiye, iskan bakımından üç çeşit bölgeye ayrılmıştır: 

1. Türk kültürlü nüfusun yoğunluğu istenilen yerler, 

2. Türk kültürünü temsili istenilen nüfusun nakil ve iskanına ayrılan yerler, 

3. Diğer sağlık, iktisat, kültür, siyaset, askerlik ve güvenlik nedenleriyle boşaltılması istenilen ve iskan ve yerleşimi yasak edilen yerler.

Türkiye'ye yerleşmek amacıyla dışarıdan gelmek isteyen Türk soyundan yerleşik ya da göçebe bireyler, aşiretler ve Türk kültürüne bağlı yerleşik kimseler, bu yasanın hükümlerine göre İçişleri Bakanlığ'ının emriyle kabul olunurlar (md.3). 

a. Türk kültürüne bağlı olmayanlar 

b. Anarşistler, 

c. Casuslar, 

ç. Göçebe çingeneler, 

d. Memleket dışına çıkarılmış olanlar, Türkiye'ye göçmen olarak alınmazlar (md.4). 

a. Türk soyundan olup, hükümetten iskan yardımı istemeyi yazı ile bildiren göçmen ve sığınmacılar, Türkiye içinde istedikleri yerde yerleşmeye serbest bırakılırlar. Hükümetten yerleşme isteyenler, hükümetin göstereceği yerlere gitmeye zorunludurlar.

b. Türk soyundan olmayanlar, hükümetten yardım istemese-er bile hükümetin göstereceği yerde yurt tutmaya zorunludurlar. İzinsiz başka yere gidenler ilk defasında yerlerine çevirilirler (md. 7). 

Yasa tasarısının bir başka önemli maddesi ise sekizinci madde olup, Türkiye içinde toprağı dar veya azmaklık, bataklık, ormanlık, dağlık ve taşlık olan yerlerde bulunan ve geçim araçlarından yoksun olan köylüleri gerek yerleşik gerek göçebe bulunsun, üç numaralı bölgeler halkının yaşayış ve sağlık koşulları elverişli olan yerlere nakletmeye, evleri ve dağınık köyleri daha uygun merkezlerde toplamaya, obaları ve komları köyler içine kaldırmaya ve yenilerinin yapılmasını yasak etmeye İçişleri Bakanı yetkilidir, hükmünü getirmiştir. 

a. Yasa aşirette tüzel kişi tanımaz, bu konuda herhangi bir hüküm, belge ve ilama dayanmış da olsa tanınmış haklar kaldırılmıştır. Aşiret reisliği, beyliği, ağalığı ve şeyhliği ve bunlardan herhangi bir belgeye veya görgü ve göreneğe dayanık her türlü örgüt ve dalları kaldırılmıştır...

b. Bu yasanın yayınından önce herhangi bir hüküm veya belge ile veya örf ve gelenekle aşiretlerin kişiliklerine veya onlara izafetle reis, bey, ağa ve şeyhlerine özgü olarak tapınmış kayıtlı-kayıtsız bütün taşınmaz mallar devlete geçer... 

c. Bu yasanın yayınından önce aşiretlere reislik, beylik, ağalık, şeyhlik yapmış olanları, yapmak isteyenleri ve sınırlar boyunda güvenlik asayiş bakımından sakınca bulunanları, aileleriyle birlikte uygun yerlere naklettirip yerleştirmeye Bakanlar Kurulu yetkilidir (md. 10). 

a. Ana dili Türkçe olmayanlardan toplu olmak üzere yeniden köy ve mahalle, işçi ve sanatçı kümesi kurulması veya bu gibi kimselerin bir köyü, bir mahalleyi, bir işi veya bir sanatı, kendi soydaşlarının tekeline alması yasaktır. 

b. Türk kültürüne bağlı olmayanlar ya da Türk kültürüne bağlı olup da Türkçe'den başka dil konuşanlar hakkında da, kültürel, askeri, siyasi, toplumsal ye güvenlik nedenleriyle Bakanlar Kurulu kararıyla İçişleri Bakanı gerekli görülen önlemleri almaya zorunludur. (md.11)hükümleri yer almaktadır. Çok uzun tartışmalardan sonra, bu yaşa tasarısı TBMM'de kabul edilerek yasallaşmıştır. 1935 Kasımında Atatürk'ün gündeme getirdiği ve aynı yılın son günlerinde kabul edilen Tunceli Kanunu ile Dersim'de önemli aşamalar kaydedilmeye çalışılmıştır. 25 Aralık 1935 tarihinde 2884 sayılı Tunceli ilinin yönetimi hakkında yasa, T.B.M.M.'nde kabul edilerek, 2 Ocak 1936 tarihinde de yürürlüğe girmiştir. Bu yasanın yürürlüğe girmesinden itibaren, Tunceli'de aşiret, ağalık, şeyhlik ve seyitlik yönetiminin yıkılarak, bu geleneksel kurumların egemenliğine son verilmeye çalışılmıştır. Merkezi otoritenin Tunceli'de gittikçe güç kazanması üzerine aşiretler arasında çatışmalar başlamıştır. Bunlardan en kayda değer olanı, Seyit Rıza önderliğinde yapılan hükümet karşıtı propagandadır. Bu propagandaya göre, aşiret kadınlarının namusu tehlikededir. Bunlar gündüzleri kocalarının, geceleri "karakol efradının" malı olacaktır. Hükümetin yaptırdığı karakollar yakında bu bölgeden sürülecek olan aşiretlere posta mevki olmak içindir. Köylerdeki bütün halk bir yere toplanacak, evlerin içine tıkılacak, bu evlerin önünde birer polis bekleyecektir. Ekmek ve odun "vesikayla" verilecektir. Halkın bütün kazandığı elinden alınacaktır. 1930'ların ilk yarısında bölgede meydana gelen ayaklanmalar bastırıldıktan sonra, 25 Aralık 1935 tarihli 2884 sayılı Tunceli Vilayeti’nin İdaresi Hakkında Kanun çıkarılmıştır. Buna göre Tunceli iline bir askerî vali atanacaktır. Bu kanunla birlikte Dersim’in adı Tunceli olarak değiştirilir. Hemen sonra daha önce Birinci Genel Müfettişlik kapsamında bulunan Elazığ, Tunceli, Erzincan ve Bingöl’ü içeren Elazığ merkezli Dördüncü Genel Valiliği 6 Ocak 1936 tarihinde kurulur. Bu genel valiliğin başına Dersim Valisi ve Kumandanı sıfatıyla Abdullah Alpdoğan atanır. Elazığ’da İstiklal Mahkemesi adı verilen bir askeri mahkeme kurulur. Bu mahkeme özel olarak Dersim için teşkil edilir. Tunceli Kanunu’nun geçerlik alanı sadece Dördüncü Genel Valilik kapsamına giren illerle sınırlı kalmaz. Sivas, Malatya, Erzurum ve Gümüşhane illeri de bu kanunun geçerlik alanına dahil edilirler. Böylece Tunceli Kanunu merkezi Dersim olmak üzere Alevi yurttaşların yerleşik olduğu tüm sahayı kapsamına alır. Dersim, bu kanunla “Yasak Bölge“ ilan edilir. Ülkeye giriş çıkışlar özel izne tabi tutulur. Bu dönemde DERSİM in ileri gelen insanları durumu değerlendirmek için toplanır ve o dönemde halkı oradan dağıtmak için yaptırılması düşünülen karakolların yapılmasına karşı çıkarlar. Nihayetinde 1937 yılının 21 Martı’nda, Newroz gecesi, Harçik Çayı üzerindeki köprünün yıkılmasıyla ayaklanma baslamıy olur Aynı zamanda dördüncü genel müfettiş sıfatını alan Vali General Abdullah Alpoğan geniş yönetsel, askeri ve yargısal yetkileri vardı. Ayrıca Alpdoğan'ın çok sert ve otoriter biri olmasının da isyanı tetiklediği belirtilmektedir. Alpoğan düzeni sağlamak ve güvenlik açısından gerekli gördüğü durumlarda ilde yaşayan kişileri ve aileleri, il sınırları içinde bir yerden bir başka yere göndermeye ve il sınırları içinde oturmalarını yasaklamaya da yetkiliydi. Bu yüksek yetkiler Alpoğan’a dilediğini yapabilme gücünü sağlıyordu. Alpdoğan, 1936‘da Dersim’in Amutka, Pulur, Karaoğlan, Sin, Haydaran, Danzig ve Burnak gibi stratejik merkezlerinde askeri kışlalar ve karakollar inşaa ettirmeye başlar. Bu merkezlerden biri de eskiden Mazgirt’e bağlı olan Mamikan (Mameki) köyüdür. Bu köy adı Tunceli olarak değiştirilen Dersim’in yönetim merkezi olarak seçilir. Demenan aşireti ile bazı Nazımiye aşiretleri kendi bölgelerinde yapımı başlatılan karakollara baskınlar düzenlemeye başlarlar. Uzunca bir süre bölgede güvenlik sağlanamamış ve hükûmet otoritesi kurulamamıştır. Bu sırada Suriye sınırına yakın bölge ve illerde de benzer olaylar görülmeye başlanmıştır. Hatay'a bağımsızlık tanıyan Milletler Cemiyeti kararından sonra, TBMM'de yapılan görüşmelerde, bu gelişmelerin başta Fransa ve Fransa'nın mandası altındaki Suriye tarafından kışkırtıldığı ileri sürülmüştür. Başbakan İsmet İnönü ise, Tunceli ilinde iki yıldır izlenen reform programının amacının bölgenin uygar bir hale getirilmesi olduğunu belirterek, programa karşı bölgede direniş olduğunu belirterek olaylara dair yüzeysel duruşunu sergilemiştir. 

Dersim Harekâtı 

Ayaklanma, Ehl-i Beyt soyundan olduğu iddia edilen Ocakzade kökenli ve Şeyh Hasan Kürt aşiretine mensup olan Abasan Aşireti reisi Seyit Rıza önderliğinde, asker ve vergi vermek istemeyen diğer aşiretlerce de desteklenen bir grup tarafından 20-21 Mart 1937 gecesi Harçik köprüsünün yıkılması, köprüyle Kahnut Bucağı arasındaki telefon hattının kesilmesi ve bölge askeriyesine düzenlenen saldırı ile başlamıştır. Askeriyenin yakıldığı, askeriyedeki bütün askerlerin öldüğü de döneme dair yapılan iddialardan biridir. Bunun üzerine resmen isyan başlamıştır. İsyan bölgenin coğrafi ve etnik durumu nedeni ile hızla büyümüştür. Ayaklanmayı Kureyşan aşireti başlatmış ve özellikle Demenan, Haydaran ve Yusufan Kürt aşiretlerinin katılımı ile iyice genişlemişdir. Ayaklanmaya toplam yaklaşık 6.000 kişilik bir grubun katıldığı iddia edilmektedir. Tüm bu gelişmeler üzerine general Abdullah Alpoğan’ın düzenlediği ilk harekât büyük başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Aşiretler ise bunun verdiği moralle tamamen silahlanmışlardır. Bu yüzden isyanı bastırmak iyice zorlaşmış, Alpoğan yanına aldığı 50.000 asker ile bölgeye gitse de dağları bir türlü aşamamıştır. Bu gelişmeler sonucunda gerekli olanın bir hava saldırısı olmasına karar verilmiş, gerekli onay alınınca Sabiha Gökçen davet edilmiştir. Sabiha Gökçen Hava Kuvvetleri'nden 3 uçak filosu ile havadan saldırı gerçekleştirmiş ve isyancıların saklandıkları en büyük yer olan Laş mevkiini yerle bir etmiştir. Yapılan harekât başarılı sonuçlanınca, askerlerde bölgeye girmeyi başarmıştır. Bunun üzerine Seyit Rıza, bölge halkına zarar gelmesin diye Haydaran, Kureyşan, Demenan, Yusufan, Kırgan Kürt aşiretleri reisi ile birlikte teslim olmuş ve harekât, 13 Eylülü 1937'de sona ermiştir. Ayaklanmayı bastıran bu askeri harekât tarihe Dersim Harekatı olarak adlandırılır. Askeri harekâttan sonra yapılan yargılama 15 Kasım 1937’de sona ermiştir. Ayaklanmanın lideri Seyit Rıza ile 6 kişinin idamına karar verilmiş ve vakit kaybedilmeden idamlar gerçekleştirilmiştir. Çok sayıda Kürt ayaklanmacı değişik hapis cezalarına çarptırılmış ancak olaylar durulmamış ve 1938'de Kureyşan aşireti intikam için diğer Kürt aşiretlerini silahlanmaya davet etmiş ve ikinci bir isyan başlamıştır. Bunun üzerine başlatılan ikinci askeri harekât ile Eylül 1938'de ayaklanma tamamen bastırılmış ve olaylar sona ermiştir. Direniş amacıyla kırsal alanda kalanların direnişi ise 1948'e kadar sürmüştür. 

Dersim Olaylarının Kronolojisi 

25 Aralık 1935: Tunceli Kanunu çıkarıldı ve Dersim adı Tunceli olarak değiştirildi. 

6 Ocak 1936: Elazığ merkezli Dördüncü Genel Valilik kuruldu ve başına General Abdullah Alpdoğan atandı. Dersim’de stratejik merkezlerde kışla ve karakol inşasına başlandı. önlemekti. 

20-22 Mart 1937 Kahmut Olayı: 1936‘da başlatılıp kış nedeniyle ara verilen kışla-karakol inşası 1937 Mart’ında devam ettirilince, direniş de Karakol baskınları tarzında yeniden başlamıştır. 1937 yılının ilk olayı 20-21 veya 21-22 Mart 1937 gecesi saat 11‘de Pah-Kahmut bucaklarını bağlayan Harçik Suyu üzerindeki tahta köprünün Demenanlılar ve Haydaranlılar tarafından yakılması ve civardaki karakola baskındır. Naşit Uluğ’a göre Dersimli büyük eylemleri genellikle 22 Mart sabahı başlatır, çünkü bu tarih güneşe tapılan devirlerden kalma bir inanç gereği kutsaldır, ilkbaharın da başlangıcıdır. 

26-27 Mart ve 26 Nisan 1937: Seyit Rıza’nın oğlu Bıra İbrahim (Bava), babası adına askeri harekatın durdurulmasını talep etmek üzere gittiği Hozat dönüşünde Kırğan köyü Deşt’te misafir olduğu evde uyurken öldürülür. M. Nuri, bu siyasi cinayeti Alpdoğan’ın adamı Binbaşı Şevket’in adamlarının örgütlediğini iddia ederler. Seyit Rıza, misilleme olarak Kırğan aşiretinin merkezi Sin bucağını ve karakolunu basar. Ordu, Kırğan aşireti eşliğinde saldırıya geçer. Böylece Seyit Rıza ve aşireti ile Bahtiyar aşireti de başlamış bulunan çatışmalara katılırlar. Çatışmalar fiilen toplu bir direnişe dönüşür. Aşiretler arasında genel bir birlik kurulamaz. 

1-3 Mayıs 1937: Mazgirt’e ve Mazgirt Köprüsü’ndeki birliklere saldırı. Sabiha Gökçe’nin de katıldığı 15 uçaklık bir filo Zel, Kırmızı Dağ, Yukarı Bor (Keçizeken) çevrelerini bombalar. 

8 Mayıs 1937: Genelkurmay, Dördüncü Genel Valiliğe 8 Mayıs’ta genel tenkili başlatması emrini iletir. 

19 Mayıs 1937: Emir üzerine 25. Alay Kırmızı Dağ zirvesini bir saldırıy geçer, tespit edilen Nazımiye-Kırmızı Dağ-Sin-Karaoğlan hattına ulaşır. Bu saldırı için 19 Mayıs gününün seçilmiş olması dikkat çekmektedir. 

26 Mayıs 1937: Bahtiyar köylerine ordu baskını ve bu bölgede önceden boşaltıldığı görülen Resikan, Gözerek, Varuşlar, Çökerek ve Çat köylerinin yakılması. 

18 Haziran 1937: Başbakan İnönü Elazığ’a gelerek sürmekte olan harekatı görüşür. 

22 Haziran 1937: Ordu birlikleri Zel, Bokir, Sıncık, Aziz Abdal dağlarını kontrol altına alırlar. 

9 Temmuz 1937: Dersim ulusal hareketinin Seyit Rıza’dan sonraki en önemli önderi Alişer, eşi Zarife’yle birlikte Rehber ve çetesi tarafından öldürülür. Alişer ve eşinin kesik başları Elazığ’daki Abdullah Alpdoğan‘a yollanır. 

17-18 Ağustos 1937: Tokmakbaba-Titenik-Sarıoğlan üçgeninde çetin çarpışmalar gerçekleşir. Seyit Rıza’nın ikinci eşi, büyük oğlu Şeyh Hasan, üç torunu ve bin kişilik kuvveti bu çarpışmada hayatlarını kaybederler. 

5-15 Eylül 1937: Seyit Rıza Erzincan’a giderken yakalanır. Bir söylentiye göre yakalandığında komşu illere kaçmaya çalışırken bir diğer söylentiye göreyse kaçma girişimi yoktur ve kendi kararıyla Erzincan jandarmasına teslim olmuştur. Seyit Rıza’nın yakalandığı haberini 13-14-15 Eylül tarihli Tan, Kurun, Ulus gibi gazeteler vermektedir. Yakalanışına ilişkin ilk haber 13 Eylül tarihli gazetelerde çıkar. Seyit Rıza’nın yakalanması üzerine Mustafa Kemal, İsmet İnönü, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya ve 3. Ordu Müfettişi Kazım Orbay Abdullah Alpdoğan’a bu başarısı nedeniyle kutlama mesajları gönderirler. 

Ekim 1937: Toplamda 58 kişi olduğu belirtilen kişiler askeri mahkemede Dersim’i isyana teşvikten ve bu isyana katılmaktan dolayı yargılanır. 

15 Kasım 1937: Ekim ayı ortasında başlayan yargılama 15 Kasım’da biter. 14 kişi beraat eder. Seyit Rıza da dahil 7 kişi idama, 37 kişi ağır hapis cezalarına mahkum edilir. 15 Kasım’da Seyit Rıza ve diğer altı kişi Elazığ Buğday Meydanı’nda şafakla birlikte infaz edilirler. Bu altı kişi, S. Rıza’nın oğlu Resik Hüseyin, Kamer Ağa’nın oğlu Yusufanlı Fındık, Şeyhan reisi Usê Seydi, Demenan reisi Cebrail, Kureşanlı Hasan ve Haydaranlı Kamer Ağa’dırlar. Bu idamlarala birlikte 1937 yılı direnişi sona erer. 

18 Kasım 1937: Zamanın Başbakanı İsmet İnönü (İso Ker), Seyit Rıza ve beraberindekilerin idamı üzerine verdiği demeçte, “Dersim meselesini ortadan kaldırdık...Dersim müşkilesinden kurtulduk“ derken, Cumhuriyet gazetesi başyazarı Yunus Nadi, “Tarihe Gömülen Dersim’e Dair“ başlıklı 18 Kasım 1937 tarihli yazısında, “Senelerden beri adına Dersim denilen mesele tarihin ummanına katılmış ve ebeddiyen ölmüştür“ demektedir. 

2 Ocak 1938: Dördüncü Genel Valiliğin Munzur-Merho-Mercan dereleri arasındaki bölgeyi ve Kalan Deresi havzasını boşaltma kararı ve bu kararı uygulama girişimi gerçekleşir. Bunun üzerine Ovacık’tan gelen yedi jandarma Kör Abbas, Keçel ve Bal aşiretlerinden isyancılar tarafından tarafından Mansul Uşağı Köyü’nde öldürülürler. Ardından Mercan Karakolu basılır. Bu sırada iki asker daha öldürülür. 

11-12 Haziran 1938: İkinci harekat çevre illerden orduların aktarılması ve diğer hazırlıklar nedeniyle biraz geçte olsa 11-12 Haziran’da başlar. 19-22 Haziran 1938: Ali Boğazı ve çevresindeki Koçan grubu aşiretleri 19-22 haziran günlerinde direnişe geçerler. 19 Haziran’da Amutka Karakolu kuşatılır ve çevredeki birliklere saldırılır. Çarpışmalar 22 Haziran’a dek sürer. 22 Haziran’da Koçan aşiretleri Ali Boğazı’na sığınmak zorunda kalırlar. 

24-30 Haziran 1938: 24 Haziran günü İç Dersim’deki Dolu Babadaki isyanlar kontrol altına alınır. Halk ile ordu arasında şiddetin zirvede yaşandığı çarpışmalar yaşanır. Sansasyon ve tartışmalara son derece açık rakamlara göre 11-12 Haziran’dan 29 Haziran’a kadar tam 60 köy boşaltılır ve yakılır. Dönemin Başbakanı Celal Bayar, 30 Haziran 1938‘de TBMM’de yaptığı konuşmada “ordularımız pek yakın zamanda...Dersim mıntıkasının sakinlerini tamamen kaldıracak ve bu meseleyi esasından kesecektir“ der. 

10-31 Ağustos 1938“Üçüncü Askeri Harekat”: Bu harekat toplama, ve 1931‘de İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın raporunda planlanan Batıya toplu göçün hayata geçiriliş safhasıdır. Bu tarihler arasında Dersim’in her tarafında aynı anda en az 5-7 bin kişinin (aşiret reisleri, kolbaşılar, seyitler ve aileleri) batı illerine nakli ve iskanı başlatılır. 31 Ağustos 1938’de süreç tamamlanır. Dersim Olaylarının Sonuçları ve Değerlendirmeler Harekâta katılan yöre halkının bir kısmı başka illere gönderildi. Askerî harekât, her ne kadar bazı aşiretleri sürgün etse de, harekât 1938 yılının sonuna doğru sona ermiştir. Harekât sonucunda 40.000 arasında sivil ölürken, 12.000 kişi başka yerlere sürgün edilmiştir. Ayaklanmaya katılan aşiret mensupları, Kayseri'nin Sarız, ilçesi ve Erzurum, Yozgaz, Muş gibi çeşitli illere gönderilmiştir. Bu tenkil harekatından sonra 14 Haziran 1938'de İçişleri Bakanı Kaya, 4 Haziran 1937 tarih ve 15146 sayılı konuyla ilgili bir yazıyı Kültür Bakanlığına göndermiştir. Yazının konusu, Dersim kız ve erkek çocuklarının yatılı okullarda yetiştirilmeleri hakkındadır. Kaya, yazıda Dersim'de yapılan ıslahat çerçevesinde Türklerin yoğun olduğu ve Dersim'den oldukça uzak yerlerde kız ve erkek yatılı okullarının açılması ve bu okullarda Dersim'den getirilecek beş yaşını doldurmuş kız ve erkeklerin okutturulup büyütülmesi ve birbirleriyle evlendirilerek baba ve annelerinden miras kalan mal ve arazileri içinde birer Türk yuvası kurmalarını önermektedir. Böylece, Türk kültürünün Dersim'de esaslı bir biçimde yerleştirilmiş olacağını düşünmektedir. Kaya'ya göre zaten Horasan'dan gelme Türk olan Dersimliler, Kırmanç denilen Farsça'dan bozma bir dille konuşan insanlarla yakın ilişkide bulundukları için hem ana dillerinden uzaklaşmışlar hem de alevilik ve bektaşilik aralarında rağbet görmüştür. Böylece Türklükle Kürtlük arasında kalmış olan Dersimli erkekler çevreyle ilişki kurup Türkçe öğrendikleri halele, kadınlar kendi çevrelerinden ayrılmadıklarından erkeklerinden daha önce Kürtleşmeye başlamıştır. Bundan dolayı çocuklarına Türkçe öğretememektedirler. Oldukça tartışmalı bilgiler içeren ve bir tür "Enderun" yöntemiyle konuya yaklaşan İçişleri Bakanı Kaya'nın yazısında bizce altı çizilmesi gereken nokta, soruna ırkçı olmamakla birlikte dil bazında kültürel etnik vurgu yapılmasıdır. 

Bu arada Başbakan İnönü, 18 Haziran 1937'de Genel Kurmay Başkanı Fevzi Çakmak'ın da katıldığı Bakanlar Kurulu toplantısı yapmış ve Dersim için bir "Islahat Programı" hazırlanmıştır. İçişleri Bakanı Kaya'nın yukarıda değindiğimiz yazısıyla bir koşutluk taşıyan Islahat Programı'na göre, Dersim'e yol, köprü, okul, kışla yapılacak, askerlik ve vergi işleri düzene konulacak, ağalık, derebeylik, şeyhlik kökünden kaldırılacak, zorbaların malları devlete geçecek, halka toprak, ziraat aletleri ve tohumluk verilecek, Dersim'i haydut yatağı durumuna getirenler, batı illerine nakledilecek, orada iskan edilip, namuslu, eğitilmiş vatandaşlar haline geleceklerdir. Dersim tamamiyle boşaltılacak ve burada Bakanlar Kurulu'nun izni olmadan kimse oturmayacak ve yerleşmeyecektir. Ülkenin öbür köşelerine yerleştirilen Dersimliler ev ev dağıtılacaklardır. Böylece Horasan'dan gelme öz Türk olan Dersimliler, asıl çevresine, benliğine kavuşacaktır1 Bir yandan bu program hazırlanırken çok sayıda Dersimli güvenlik güçlerine teslim olmuşlar, dolayısıyla olaylarda bir azalma kaydedilmiştir. Dersim'deki isyanı başlatanların önderlerinden Seyit Rıza ve yandaşları ise, Kutu deresine saklanarak direniş göstermişlerdir. 

18 Eylül 1937'de Başbakan İnönü, T.B.M.M.'nde, gelişen olayları şöyle değerlendirmektedir: "Cumhuriyetin imar ve ıslah programına muhalefet eden, nüfusları az olmakla beraber, altı aşirettir. Bugün bu altı aşiretten kışkırtıcı ve başı dönmüş ne kadar adam varsa bunlar reisleriyle birlikte etkinlik olanağından tamamen yoksun bırakılmışlardır. Altı aşiretten birinin reisi imha edilmiş ve diğer reislerin hepsi yakalanmış ve adalete teslim edilmiştir... Kanun götüren ordu ve jandarma neferlerinin ayak basmadığı yer, inmediği dere ve çıkmadığı tepe yoktur. ... Arkadaşlar, Cumhuriyetin kanunlarının ancak refahı, ümranı ve iyi geçinmeyi hedef tutan hükümlerini yürütmek için, çetin şartlar içinde alınan olumlu sonuçlara ermek yolunda Cumhuriyet yönetiminin güçlü olduğu kadar şefkatli ve adaletli olduğunu göstermek itibariyle Tunceli olayları en son ve en inandırıcı bir örnek olmuştur" İnönü anılarında ise, Dersim'de aşiret reislerin kısmen mezhep kışkırtmalarından yararlanarak sürekli bir huzursuzluk yarattıklarını, sorunun aslında kültürel ve ekonomik sorun olduğunu, darlık içinde olan halkın geçimini dışarıda aradığını, Dersim halkının görgülü ve çoğunun İstanbul'da yetiştiğini ama dışarıdan yerlerine döndüklerinde kabile reislerinin, dini başkanların, yani şeyhlerin etkisi ve kışkırtmalarıyla yüzyüze geldiklerini söylüyor. Ve ekliyor; "... Dersim sorununu sonunda demiryolu çözdü. Bölgenin güneyinden, kuzeyinden demiryoluna kavuşturulmasından sonra memleketin herhangi bir yerinde olacak bir asayişsizlik hareketiyle Dersimde olacak asayişsizlik hareketinin hiç bir farkı kalmadı. Ben 1937'de Başbakanlıktan ayrılıncaya kadar Dersim doğal yaşam koşullarına kavuşturulmuştur" İnönü, T.B.M.M.'nde ıslahat raporunu değerlendirmesinden bir hafta sonra bir buçuk aylık izne ayrılmış, Bayar'ın Başbakanlığa atanmasından sonra 12 Kasım 1937'de Atatürk'ün de katıldığı "Şark Seyahati"ne çıkılmıştır. Bu gezi sürerken, Seyit Rıza ve yandaşları yakalanmış ve 15 Kasım 1937'de Elazığ'da idam edilmişlerdir. 26 Kasım 1937'de bu gezinin bir değerlendirmesini yapan Bayar, bölgeye ilişkin izlenimlerini şöyle açıklamıştır: "Dersim'de yaşanabilecek sınırlı vahaları ihya için her şeyi yapacağız. Orada mutsuz bir yaşam sürenlere verimli topraklar bulacağız". 

Bayar, 13 Aralık 1937 günü Sekizinci Arttırma ve Yerli Mallar Haftası'nı açış söylevinde de: "Bugün az çok kabadayılık ananesiyle şekavet merkezi addolunacak çevrelerimizde dahi şekavetin ismi unutulmuştur. Asayiş olağanüstü bir surette gerçekleşmiştir. Bu şekaveti sanat ittihaz edebilen vatandaşlarımız dahi sabanına sarılmıştır ve hayatlarını bizzat kendi gayretleriyle kazanmaktadırlar" 115 demektedir. Bayar'ın bu açıklamalarına bağlı olarak Naşit Uluğ bilimsel olduğundan oldukça kuşku duyduğumuz ve çok sayıda yanlış bilgi içeren çalışmalarından birinde116 Celal Bayar'ın 1938 yılında Dersim denilen işi kesin bir biçimde tasfiye etmek için devletin bir önlemi daha olduğuna ve ordunun Dersim yöresinde görev alacağına ve genel bir tarama harekatıyla bu sorunu kökünden söküp atacağına değiniyor Uluğ, yörede gördüklerini şöyle dile getiriyor: "Azgınlık bu sefer Kalan mıntıkasında başladı.... Kalanlılar, ağaların ve seyitlerin tahriklerine uyarak Diztaş karakoluna saldırdılar. Böylece Uluğ, Dersim yöresinde gelişen olayları ve ona karşı hükümetin aldığı önlemleri doğrulamış oluyor. 

Ne var ki, İnönü'nün belirttiği gibi Başbakanlıktan ayrılışından sonra Dersim'de olaylar durmamış, yeni ayaklanmalar baş göstermiştir. Dördüncü Genel Müfettişliğin 6 Ocak 1938'de hazırladığı bir raporda Dersim'de o güne değin 5050 silah toplanmış ve bunun yararlı yanları da görülmeye başlanmıştır. Bununla birlikte geleneksel bağlılıklar ve çıkarlar zayıf kılındığı zamanlarda birlikte çalışma heveslerini ateşleyebileceği düşüncesiyle, yörede uygun bir mevsimde bir başka harekâtın yapılmasının doğru olacağı belirtilmiştir. 

Ancak, 18 Ocak 1938 tarihli bir başka raporda Dördüncü Genel Müfettişlik yörede devlete ve hükümete karşı propagandanın yapıldığını belirtmektedir. Dersim olaylarını yakından izleyen İçişleri Bakanlığı 19 Şubat 1938'de Dördüncü Genel Müfettişliğe verdiği emirde, muhalefet gösteren aşiretlerin çabaları ve kendilerine yandaş kazanmak için yapmakta oldukları toplantı ve propagandaların nitelik bakımından bölge üzerinde uyanık bulunmanın önemini ortaya koyduğu belirtilmektedir. Özellikle ilkbaharda daha çok uyanık olmanın ve tasarlanan harekâtın plan ve programlarının şimdiden hazırlanması gerektiğine işaret edilmekte ve Müfettişliğin bu konudaki düşünceleri istenmektedir. Aynı konu üzerinde önemle duran Başbakan Bayar, İçişleri Bakanlığının konuya ilişkin tezkeresine verdiği yanıtta Dördüncü Genel Müfettişlik'in raporunda bildirilen durum, Tunceli bölgesinde haydutların kaynaşma hareketlerinin devam ettiğini göstermekte olduğundan, mevsimin uygun zamanında bir sürprizle karşılaşmak olasılık ve olanağını önlemek için, Genel Müfettişliğin haber vermesi üzerine çok uyanık davranılması gereğinin tekrar kendilerine bildirilmesini rica etmektedir. 

24 Nisan 1938'de ise daha önce değindiğimiz İskân Kanunu'na ek kanun çıkarılarak iskân edilecek göçebelerden henüz nüfus kütüklerine yazılmamış olanların gizli nüfus cezasına ve hiçbir harç ve resme bağlı kılınmadan nüfusa kaydedilecekleri (md.1) hükmü getirilmiştir.

Süregelen Dersim olayları hükümetin daha ciddi önlemler almasını gerektirmiş, TBMM'nin 29 Haziran 1938 günkü oturumunda Başbakan Bayar Meclisin tatile girmesi dolayısıyla verdiği söylevde, Dersim'de bir ıslahat programı olduğunu, bu programın yol, köprü ve karakol inşaatı suretiyle yürütüldüğünü, 1937'de askeri harekât yapıldığını, 1938'de de bu programa göre askeri harekatın yürütülmesi gerektiğini ve yöreye daha fazla askeri güç toplandığını belirtmiştir. Dersim için uygulanmakta olan programın gereği olarak bu sorunu kesinlikle çözecek ve Dersim denilen işi kesinlikle tasfiye etmek için alınacak bir başka önlemin de yakında ordunun Dersim yöresinde yapacağı manevralar olduğunu ve bu sorunu kökünden söküp atacağını sözlerine ekleyen Bayar, konuşmasını şöyle sürdürmüştür: " Arkadaşlar, Dersimliler ne istiyorlar. Orada oturup şekavet yapmak istiyor, mal çalacağım ilişmeyeceksiniz diyor, adam öldüreceğim yasal kovuşturma yapmayacaksınız diyor, silahla gezeceğim hoşgörü göstereceksiniz diyor. Vatani görevlerimi yerine getirmeyeceğim diyor.... Bilinmesi gereken bir gerçek vardır ki, Cumhuriyet böyle bir vatandaş tanımıyor... Bu gerçek anlaşılıncaya kadar kuvvetlerimiz orada fiilen bulunacaktır. Eğer ellerinde bulunan silahı teslim ederler ve Cumhuriyetin emirlerine uyarlarsa kendileri için yapacağımız şey, sevgiyle göğsümüzü açıp bağrımıza basmaktır..... Dersimliler sesimizi işitmelidir. Bizim sesimizde şevkat olduğu kadar kudret de vardır... Bu ikisinden birini seçmek kendilerine aittir. Bilmelidirler ki şevkatimiz de kahrımız da boldur". 

Görüldüğü üzere gerek İnönü’nün gerekse Bayar'ın iddia ettikleri gibi Dersim'de olaylar azalmamış, dolayısıyla Başbakanın da üslubu sertleşmiştir. Temmuz 1938 başına kadar Tunceli harekâtının kayıp durumu ise şöyledir: Tenkil kuvvetlerinden 33 şehit 60 yaralı, haydutlardan 163 ölü ve yaralı, dehalet edenler (sığınanlar) 866 kişi, yakılan köylerin adedi ise 60'tır. 

6 Ağustos 1938'de Bakanlar Kurulu'nun aldığı kararda Tunceli halkından ve yasak bölgelerin içinden ve dışından 7.000 kişinin batı illerine ve iskânına, yasak bölge dışında bulunan, ancak yerlerinde bırakılması uygun olmayan aşiret başkanları, kolbaşıları, seyit ve şeyhlerle bunların aile ve yakınlarının da batıya nakle bağlı tutulmaları vurgulanmaktadır. Bölge halkının silahtan arındırılması ve harekâttan sonra da bu işin sürdürülmesine, batıya nakil edileceklerden ne kadarının hangi sanayi merkezlerine sevk edileceklerine, ele geçen mahkûmların hükümlerinin infazına, asker kaçaklarının askerlik hizmeti gördükten sonra batıda tertip oldukları yerlere şevkinin yasak bölgenin korunması için kuvvet çıkarılması gibi konulara da değinilmektedir. 

23 Ağustos 1938'de doğu illerinde yapılan askeri harekâtı izlemeye giden Bayar şunları söylüyor: "...Orada iken Dersimin tedip harekâtı aynı zamanda imar ve ıslah programıyla ilgilendim. Askeri ve mülki yetkililerin bilgi ve değerlendirmelerini dinledim. Yapılan tedip harekâtı kesin ve olumlu sonuç vermeye başlamış ve son aşamasına gelmiştir. Kısa bir süre sonra Dersim'in şimdiye değin geçirdiği aşamaları ve bundan sonra yapılması kararlaştırılan ıslahatı ayrıntılarıyla kamuoyuna bildireceğim. Şimdiden ifade edebilirim ki, eski zamanlarda olduğu gibi toplu eşkiyalığın oluşumu giderilmiştir. Ordumuzun ve jandarmalarımızın bu çetin dağlarda gösterdiği kahramanca etkinliği ulusumuzun takdirine arz etmek görevimdir". 

Sabiha Gökçen ise, Birinci Tayyare Alayı İkinci Bölük'ünde Dersim harekâtına katılmış ve verilen emir doğrultusunda yöreyi bombalamıştır126. Gökçen, Dersim harekâtı sırasında gösterdiği başarı ve uçuşlarındaki kahramanlıklardan dolayı dönemin Türk Hava Kurumu Genel Başkanı Fuat Bulca tarafından murahhas madalyası ile onurlandırılmıştır. Atatürk ve Bayar ile birlikte Doğu gezisine katılan Sabiha Gökçenin Dersim'e ilişkin anılarına göre, Atatürk'ü görmeye gelen bir Dersim'li Mustafa Kemal'e "Biz namert insanlar değiliz Paşam. Biz nankör insanlar da değiliz. Ama gaflete geldik. ... Ben ve daha birçok Dersim'li Türkiye'nin esenliği için yabancı boyunduruğundan kurtulmak amacıyla senin emrin üzerine silaha sarıldık... Bu topraklar hepimizin Paşam... Ama kendini bilmez üç beş kişi, cahilleri kandırarak buraların adını lekelemek istediler..." biçiminde bir tür özür dilemiştir. Mustafa Kemal ise silah arkadaşım diye hitap ettiği köylüye: "Hatasız kul olmaz... Birkaç kişinin hata yapmasıyla bu hataya uzaktan yakından ortak olmamışları bir tutmayız. Sizler bizim kanımızdansınız, bizim insanlarımızsınız, bu toprakların insanlarısınız. Geçmişteki ufak tefek hataları unutmaya, kin beslememeye, kardeşliğimizi sürdürmeye zorunluyuz. Ben Dersimlilerin... nasıl temiz, nasıl asil duygulu, nasıl vatanperver olduklarını yakinen bilirim. Sizlerin böyle hareketlere asla katılmamış olduğunuzdan da haberim var... Biz bir milletiz, bundan başka gidecek Türkiye'miz yok. Bunu bilir, bunu anlarsak, bizi ne içerden ne de dışarıdan kimse böler. Dersim olaylarının yoğunluk kazandığı o günlerde 19. Piyade Alayında stajyer olan Muhsin Batur İse, eğitim yapmak üzere Dersim'e gönderildiklerini ve Harput eteklerinde çadırlı ordugâh kurarak bir süre sonra Pertek'e doğru harekete geçtiklerini ve iki ayı aşkın süre burada özel görev yaptıklarını anılarında belirtiyor, ancak okuyucularından özür dileyerek yaşantısının bu bölümünü anlatmaktan kaçınacağını söylüyor. Alaya verilen özel görev bittikten sonra subaylara ve öğrencilere Atatürk'ün birer imzalı madalya dağıttığını belirten Batur, bilindiği üzere Cumhurbaşkanlığına aday gösterilmiş, Hava Kuvvetleri Komutanlığı ve Tabii Senatörlük yapmış, 12 Mart Muhtırasında imzası bulunmuş bir kişidir. Niçin özür dileyerek anılarını anlatmakta sakınca gördüğünü sorduğumuzda, o tarihte henüz 17 yaşında olduğunu, harekâta katılmadığını ve hiçbir şey yapmadığını açıkladı. Anılarında zaten "birşey yapmaktan" öte "birşeye tanık olma" anlamı çıktığını belirtmesi üzerine Dersim'de tanık olduğu şeylerin bir devlet sırrı olarak kendisinde kalacağını ancak o dönemde o yörede tanık olduğu "şeylerin" günümüzde de yapılan ve karşısında olduğu "şeyler" olarak niteleyip sözlerini noktaladı. Dersim olaylarından yaklaşık 50 yıl sonra Bayar ise, Dersim isyanını tamamen Kürtlerin siyasal düşünceleri olarak niteleyip, Dersimlilerin ne anarşist ne şu ne bu oldukları, doğrudan doğruya bağımsız Kürt hükümeti kurmak istedikleri kanısındadır, Büyük Millet Meclisi açıldığı zaman, Atatürk bu ilden beş milletvekili istemesine karşın Dersimliler milletvekillerini seçmişler, ancak Meclis'e göndermemişlerdir. Bayar'a göre isyanın bir başka nedeni, Sevr Anlaşması'nın uygulanmasını sağlamaktır. Bu yüzden Dersim isyanı altında İngiliz parmağı olduğunu, İngilizlerin parasına dayanarak tampon bir prenslik yapmak istendiğini ve günümüzdeki Kürt hareketlerinin de Dersim isyanının bir uzantısı olarak bağımsız Kürdistan tezine dayandığı ve bu hususta dış yönlendirme ile desteğin daima varlığını koruduğunu iddia eder. Dersim olaylarına tümüyle kültürel boyutta yaklaşarak 1930'ların "Kürt direnmesiyle" "şimendifer politikası" arasında yakın bir ilişki kuran, demiryollarının birinci planda doğuya asker ve cephane göndermek için yapıldığı, ayrıca Avrupa'da faşist rejimlerin büyük bir gelişme gösterdiği sırada Türk Tarih Tezi'nin ve Güneş Dil Teorisi'nin Türkiye'de ele alındığı, Ankara'da Türk Ocağı toplantılarında, Türk Tarih Tetkik Heyeti görüşmelerinde ve Türk Dili Tetkik Cemiyeti konuşmalarında herkesin Türk olduğu, Türklüğünden mutlu olduğu, Kürt olarak anılan bir ulusun, Kürtçe olarak bilinen bir dilin olmadığının vurgulandığı iddialara da rastlanmaktadır. Aynı zamanda doğuda Tunceli, Hakkari, Ağrı ve Zilan'da Kürtlerin Kürt oldukları için katledildikleri ileri sürülmektedir. 

Dersim olayları, İskân Kanunu'na dayalı olarak açıklamaya çalışan yaklaşımlar ise yoğunluk kazanmaktadır. Bu yasa her ne kadar az topraklı ya da topraksız köylüleri toprak sahibi yapma yönünde çıkarılmışsa da, bir başka açıdan da nüfusu ırk esasına göre yeniden yerleştirmeyi amaç edinen bir yasadır. Yasa, Türkiye'de Türk kültürüne bağlılık dolayısıyla nüfus toplanış ve yayılışının Bakanlar Kurulu'nca yapılacak bir programa göre düzenlemesini öngörmektedir. Yasa, ırkçı bir yerleştirme politikasıyla birlikte, feodal şeyhlik ve ağalık kurumlarını da yok etmek istemiştir. Dersim olaylarını İskân Kanunu'na bağlayanlardan bir diğeri, Dersimi de, İnönü'nün 1937'de "Dersim meselesi tasfiye edilmiştir" sözüne gönderme yaparak, yönetsel ıslahata başlandığını, Dersim'in yeniden vaftiz olunarak adının değiştirilip yasanın ona "Tunç Eli" adı
taktığını söylüyor. Hükümetçe tasarlanan ıslahatın uygulanması için bir sessizlik devresinin başlaması beklendiğini, bu sırada öncekilerden daha şiddetli olan dördüncü bir Kürt isyanı patladığını ve Celal Bayar'ın halkı sükunete çağıran şu sözlerini yineliyor: "Ey Dersim halkı, eğer silahlarınızı terk ederseniz sizin için kollarımız hazırdır. Merhametimiz büyüktür, fakat gazabımız daha büyüktür. Dilediğinizi seçmek sizin elinizdedir"138.

Islahat programıyla Dersim olayları arasında dolaylı olarak bağlantı kurulabilir. Bazı doğu illerine Rumeli göçmenlerinin yerleştirilmesi ve çoğu Suriye'ye kaçan bazı beylerin topraklarının kimi göçmenlere ya da yerel halka dağıtılmasına karşın batıya göçürülenlerin ya da Suriye'ye kaçan ağaların, beylerin kendi bölgelerinde etkileri kesilmediği için, doğuda ciddi bir yerleşme ve ıslahata geçilemediği söylenebilir. 

Dersim olaylarını kişiselleştirerek sorumlusunu Fevzi Çakmak olarak gösteren, Cumhuriyet hükümetlerinin zaman zaman şoven ve ırkçı politikalar uyguladıklarını, Çakmak'ın da bu politikalara önderlik yaptığını, orduya Kürt asıllı kimseyi subay yapmamak için bazı ilkel koşullar geliştirdiğini iddia eden yazarlara da rastlanmaktadır. Örneğin 1938'den sonra askeri ortaokullara, liselere ve harp okullarına öğrenci alınmasına ilişkin ilanlarda görülen "yüzünde ve vücudunun göze çarpan yerlerinde herhangi bir yara izi taşıyanlar alınmazlar" biçimindeki ifadelerin şark çıbanıyla bağlantısı kurulmaya çalışılıyor140. Oysa şark çıbanı, Doğu'daki herhangi bir etnik gruba özgü fiziksel bir özellik değil, bu yöredeki tüm etnik gruplarda görülebilecek iklimden kaynaklanan bir tür cilt hastalığıdır. 

Dahası inandırıcılığı oldukça düşük düzeyde olan benzeri görüşler, bu konuda tartışmalara bile olanak tanımıyor. Örneğin, hükümetin yaptığı Dersim için hazırlanan bir senaryodur. Bu senaryonun içinde yakma, yıkma ve katliamlar dahil, her türlü insanlık suçu mevcuttur. Senaryonun özü böyle olduğundan, Dersimlilerin tepkisi de büyük olmuştur. Bir yandan Dersim silahsızlandırırken, öte yandan sorunu silahla çözmeden yana olmadığı biçimindeki resmi açıklamalar sürekli canlı tutulmuştur. 

Kısaca, Dersim olaylarının nedenleri şu noktalarda toplanabilir. 

1. Bölge, sosyo-ekonomik bakımdan gelişmemiştir, 

2. Doğuya gereği kadar yatırım yapmamış, hizmetler götürmemiş olan iktidarlar, aynı zamanda toprak reformunu da yapmamış, yani ağalara, şeyhlik düzenine dokunmamışlardır. 

3. Atatürk'ün getirdiği ve anayasanın koruduğu milliyetçilik anlayışından, siyasal güç odakları, aydınlar ve hükümetler sapmışlardır

4. Türkiye'nin iki komşusunun Kürt yoğunluğa sahip olması gözönünde bulundurulmayarak, kültürel, ekonomik, sosyal ve psikolojik açıdan sorunu çözmek yerine, başka yollardan baskı ve tehdit politikasına yönelmişlerdir. 

5. Bu baskı politikasına koşut olarak devlet, ağa, şeyh gibi yerel nüfuzlularla sıkı ilişkiler içine girmişlerdir".

Sonuçta, bu bir isyanın bastırılmalısı mıdır, bir asimilasyon politikası mıdır, etnik bir yok etme çabası mıdır, bir bağımsızlık veya özerklik mücadelesi midir, vatanın bütünlüğünü koruma çabası mıdır, …. Vb. görüşlerden neler varsa bilemem ama netice sürecin niyetinin üstünde bir tablo oluşturmuştur. Hangi nedenle olursa olsun ölen Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşları ile Türkiye Cumhuriyeti Askerlerinin geri dönüşü yoktur. Bu olay veya isyan nasıl isimlendirirseniz isimlendirin Yakın Tarihimizin Utanç Veren Olaylarından biri olarak tarih sahnelerindeki yerini almıştır. Bu yazıda tüm görüşleri, tüm bakış açılarını nesnel bir şekilde vermeye çalıştım… Bir haklı taraf yaratmak gibi çabam asla olmamıştır, tüm çabam bu ve benzeri olayların bir daha yaşanmaması adına… Bilgilenmek, ders almak ve bir daha yapmamak için gerekli olan ilk ve önemli adımdır…. 

Ali Necati DOĞAN

http://blog.milliyet.com.tr/yakin-tarihimizin-utanc-veren-olaylari--dersim-olaylari--1937-1938/Blog/?BlogNo=214543


..