3 Ocak 2018 Çarşamba

Yakın Tarihimizin Utanç veren Olayları, 27 Mayıs Darbesi, 1960 BÖLÜM 2

Yakın Tarihimizin Utanç veren Olayları, 27 Mayıs Darbesi, 1960 BÖLÜM 2



Milli Birlik Komitesi üyeleri


GÜRSEL, Cemal Orgeneral M.B.K. Başkanı. ACUNER, Ekrem, Kurmay Albay İstanbulda doğmuştur. 1935 yılında Harp Okulunu bitirmiş. Genel Kurmay Başkanlığında Şube Müdürü iken, devrim hareketine katılmıştır.


AKSOYOĞLU, Refet, Kurmay Yarbay, Üsküdarda doğmuştur. Genekurmay Lojistik Başkanlığında vazifeli iken devrim hareketine Ankara’dan katılmıştır.


ATAKLI, Mucip, Kurmay Yarbay, Erzurumda doğmuştur. Devrim hareketine Eskişehirde katılmış ve eski Başbakan Menderesin tevkifinde önemli rol oynamıştır.


ÇELEBİ, Emanullah, Kurmay Yüz. başı, Yalova’da doğmuştur.Devrim hareketine 
fiilen katılmıştır.


ERSÜ, Vehbi, Kurmay Binbaşa Erzincan’da doğmuştur. Ankara nümayişleri sırasında Sıkıyönetim Komutanı Namık Argüçün "vur" emrini dinlememiştir. Devrim hareketine süvari grup komutanı olarak katılmıştır.


GÜRSOYTRAK, Suphi Kurmay Binbaşı Ankara’da doğmuştur. Kore’de bulunmuştur. Harp Akademisi öğretmeni iken devrim hareketine katılmıştır


KARAMAN Suphi, Kurmay Yarbay, Bayburt’ta doğmuştur, Genelkurmay Personel 
Dairesinde iken devrim hareketine katılmıştır.


KAPLAN, Kadri, Kurmay Binbaşı, İstanbul’da doğmuştur. Devrim hareketine 
Ankara’da katılmıştır


KARAVELİOĞLU, Kâmil, Kurmay Yüzbaşı, Akseki’de doğmuştur. Devrim hareketine fiilen katılmıştır.


KOKSAL, Osman, Kurmay Albay, Selanik’te doğmuştur. Kore’de bulunmuş. 
Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı komutanı iken devrim hareketine katılmış ve eski Cumhurbaşkanı Bayar’ın yakalanmasında bulun muştur.


KUYTAK Fikret, Kurmay Albay, Ankara’da doğmuştur. Devrim günü Menderes ve 
Polatkan’ı hava alanından alarak Harp Okuluna getirmiştir.


KÜÇÜK Sami, Kurmay Albay, Dramada doğmuştur. 1954’te Tokya Askeri İrtibat 
Bürosunda bulunmuş, Madrit ataşemiliterliği yapmıştır. Devrim hareketinde fiilen bulun, muştur.


OKAN, Sefcai, Kurmay Yarbay, İstanbulda doğmuştur. Devrim hareketine fiilen 
katılmıştır.


ÖZDİLEK, Fahri, Orgeneral, Bursada doğmuştur. Devrim hareketinden önce, İstanbul Sıkıyönetim komutanlığından bulunmuş, devrim hareketine İstanbulda katılmıştır. Devrimden sonra Millî Savunma Bakanlığı ve Başbakan yardımcılığına getirilmiştir.


ÖZGÜNEŞ, Mehmet, Kurmay Binbaşı, Kayseri’de doğmuştur. Devrim hareketine fiilen katılmıştır.


ÖZGÜR, Selâhattin, Kurmay Binbaşı, Kayseri’de doğmuştur, Devrim hareketine 
fiilen katılmıştır.


ÖZKAYA, Şükran, Kurmay Binbaşı, Antalya’da doğmuştur. Devrim hareketi sırasında Davut paşa zırhlı tugayında bulunuyordu. İstanbul sonuçlarının çabuk alınmasında önemli rol oynamıştır.


TUNÇKANAT, Haydar, Kurmay Albay, Bandırmada doğmuştur. Devrim hareketine fiilen katılmıştır.


ULAY, Sıtkı, Tuğgeneral, İzmir’de doğmuştur. Mısır ihtilâli sırasında Kahire’de 
ateşemiliter olarak bulunmuştur. Harp Okulu Komutanı iken devrim hareketine 
katılmış ve Çankaya Köşkünü kuşatmıştır. Devrimden sonra, Ulaştırma ve Devlet Bakanlıkların, da bulunmuştur.


YILDIZ, Ahmet, Kurmay Binbaşı, Sürmene’de doğmuştur. Devrim hareketine fiilen katılmış, devrimden sonra Basın Yayın ve Turizm Genel Müdürlüğünde bulunmuştur.


YURDAKULER, Muzaffer, Kurmay Albay, İstanbul’da doğmuştur. Devrim hareketine fiilen katılmıştır.


MADANOĞLU Cemal, Korgeneral, Eşmede doğmuştur. 1924 yılında Harp Okulunu bitirmiş. 1954 yılında general olmuştur. Devrim hareketinin plânlaştırılmasında önemli rol oynamış 27 Mayıs 1960 günü, İzmir’de bulunan Cemal Gürsel’in Ankara’ya gelmesine kadar, Millî Komitenin başkanlığını yapmıştır. Komite üyeliği ile birlikte, Ankara Sıkıyönetim Komutanlığını da üzerine almıştır.


AKKOYUNLU, Fazıl Binbaşı, Yozgat’ta doğmuştur. 13 Kasım 1960 tarihinde Komiteden affedilmiştir.


BAYKAL, Rıfat, Yüzbaşı, İzmir’de doğmuştur. 13 Kasım 1960 tarihinde Komiteden affedilmiştir.


ER Ahmet, Yüzbaşı, Akhisar’da doğmuştur. Devrim hareketine-fiilen katılmış, 13 
Kasım 1961 de Komiteden affedilmiştir.


ERKANLI, Orhan, Kurmay Binbaşı, Kırşehir’de doğmuştur. 13 Kasım 1960 tarihinde Komiteden affedilmiştir.


ESİN, Numan, Kurmay Yüzbaşı, Biga’da doğmuştur. Devrim hareketinde Ankara’da vazife görmüş, 13 Kasım 1960 tarihinde Komiteden affedilmiştir.


KABİBAY, Orhan, Kurmay Yarbay, Üsküdar7da doğmuştur. Devrim hareketine Ankarada katılmıştır. 13 Kasım 1960 tarihinde Komiteden affedilmiştir.


KAPLAN, Kadri, Kurmay Yarbay, İstanbul’da doğmuştur. Devrim hareketine Ankarada katılmıştır. 13 Kasım 1960 ta Komiteden affedilmiştir.


KARAN, Muzaffer, Binbaşı, İstanbul’da doğmuştur. 13 Kasım 1960 tarihinde 
Komiteden affedilmiştir.


KÖSEOĞLU, Münir, Binbaşı, Sakarya’da doğmuştur. Devrim sabahı İstanbul radyosunu ele geçirmiştir, 13 Kasım 1960 tarihinde Komiteden affedilmiştir.


ÖZDAĞ, Muzaffer Kurmay Yüzbaşı, Pınarbaşı’nda doğmuştur. 13 Kasım 1960 tarihinde Komiteden affedilmiştir.


SOLMAZER, İrfan, Yüzbaşı, Gönen’de doğmuştur. 13 Kasım 1960 ta Komiteden 
affedilmiştir.


SOYUYÜCE, Şefik, Binbaşı, Sivas’ta doğmuştur. 13 Kasım 1960 tarihinde Komiteden affedilmiştir.


TAŞER, Dündar, Binbaşı, Gaziantep’te doğmuştur. Devrim hareketine Ankara’da 
katılmıştır. 13 Kasım 1960 tarihinde Komiteden affedilmiştir.


TÜRKEŞ, Alpaslan, Kurmay Albay, İstanbul’da doğmuştur. Kara kuvvetleri NATO 
Dairesinde şube müdürü iken devrim hareketine Ankara’dan katılmış Ankara 
radyosunda Türk Silâhlı Kuvvetleri adına ilk konuşmaları yapmıştır. Devrimden 
sonra Başbakanlık müsteşarlığında bulunmuştur. 13 Kasım 1960 tarihinde Komiteden affedilmiş, Delhiye müsteşar olarak gönderilmiştir.

BAŞTUĞ, İrfan, Tuğgeneral, Van’da doğmuştur. 1929’da Harp Okulunu bitirmiş.1956 da Korede bulunmuştur. Genelkurmay Personel Başkanlığında vazifeli iken devrim hareketine katılmıştır. Devrimden sonra Ankara valiliğine getirilmiş, 2 Eylül 1960 tarihinde bir otomobil kazasında ölmüştür.


YASSIADA


27 Mayıs sonrasında Cumhurbaşkanı Celâl Bayar, Başbakan Adnan Menderes, hükümet üyeleri ve aralarında Milli Mücadele'nin önemli komutanlarından Ali Fuat Cebesoy'un da olduğu Demokrat Parti milletvekilleri, parti yöneticileri, asker ve bazı üst düzey kamu görevlileri tutuklanarak Yassıada'ya götürülmüş dür. Burada tutuklulara ağır işkence ve kötü muameleler yapıldığı iddia edilmiş ve tabiî ki bu hususta taraflar arasında büyük tartışmalara sebep olmuştur,  neticede hala net bir fikir bulunmamaktadır, her iki tarafta olaylara kendi  penceresinden bakmaktadır. Bu kötü muamele ve işkence neticesinde Cemil  Keleşoğlu ve Namık Gedik'in intihar ettiği dahi ileri sürülmüştür. 


Hatta DP avukatlarından Hüsamettin Cindoruk, Namık Gedik'in intiharının dahi şüpheli olduğunu iddia ederek; Namık Gedik'in intiharında fiziki zorluk olduğunu 
savunmuştur.


Yassıada tutuklularından eski DP milletvekili Gıyasettin Emre, başına gelenleri 
şu şeklide anlatmaktadır; “Askerî havaalanında uçaktan indiriliyoruz. Sille 
tokat, tekme, küfür... Yemekte konuşamıyorduk. Konuştuğu için dayak yiyen çok oldu. Her sabah kumlu pırasa, akşam da taşlı fasulye veriyorlardı.”


Tutukluluk süresinde; Yusuf Salman, Lütfi Kırdar, Gazi Yiyitbaşı, Yümnü Üresin, 
Nuri Yamut ve Kenan Yılmaz hayatlarını kaybettiler. Fakat, 18 Haziran 2009 
tarihli Ceviz Kabuğu programına internetten e-posta ile katılan O dönemin Harp Okulu öğrencilerinden Koray adındaki bir öğrenci şunları yazdı; “Namık Gedik kaçmaya çalıştı. Pencereden atladı. Fakat, pencere camlıydı. Camlar vücuduna sıçrayınca kanamaya neden oldu ve yaşamını yitirdi.”


14 Ekim 1960'ta başlayan Yassıada davaları, 11 ay 1 gün sürerken, 203 gün 
davalara bakıldı ve 872 oturum yapıldı. 19 davaya bakılırken, 1068 tanık 
dinlendi ve yargılamalar hükmün açıklandığı 15 Eylül 1961 tarihinde son buldu. 
Sivil ve askerlerden oluşan Yassıada mahkemelerinde yargılanan siyasîler; vatana ihanet, kamu fonlarının kötüye kullanımı, Kırşehir'in ilçe yapılması, meclis iç tüzüğünde yapılan değişiklik, Meclis oturumlarının yayına engel olunması, CHP'nin mallarına el konulması, Tahkikat komisyonu oluşturmak, hakim teminatı ve mahkeme bağımsızlığının ihlali gibi konularla toplam 19 dava açıldı, davalar anayasayı ihlal davasıyla birleştirildi.


Yassıada spor salonunda gerçekleştirilen davalardan birinin konusu ise 6-7 Eylül 
Olayları'nın DP hükümetince çıkartıldığına dair suçlamadır. Celal Bayar, Adnan 
Menderes, Fatin Rüştü Zorlu, Fuad Köprülü, İstanbul Valisi Fahrettin Kerim 
Gökay, Emniyet müdürü Alaaddin Eriş, İzmir Valisi Kemal Hadımlı, Selanik 
başkonsolosu Mehmet Ali Balin ve diğerleri Selanik'te Atatürk'ün evinin 
bombalanması ve Rum azınlığın evlerinin yağmalanmasının organizasyonunu yapmakla suçlanıp, 5 ile 10 yıl ağır hapis, kamu hizmetlerinden sürekli men cezası istenildi. Savunma Türk hükümetinin tertip etmesi asla doğru değildir denilerek yapıldı. Bayar beraat ederken, Menderes ve Zorlu 6 yıl hapis, diğerleri 4 ay hapis cezası aldı.


Bir diğer dava " Bebek Davası "sı olup sanıklar Adnan Menderes ve Fahri 
Atabey'dir. Cemal Gürsel tarafından gizli celse olarak yapılması istense de açık 
olarak yapılmıştır. Ayhan Aydan'dan olan bebeğini Fahri Atabıyık'ı azmettirerek 
öldürtmek suçundan her ikisine 5 ile 10 yıl ağır hapis istenir. Ayhan Aydan ve 
Menderes dava sırasında ilişkilerinin ve bebeklerinin olduğunu fakat doğum 
sırasında öldüğünü belirtirler. Dava sırasında savcı bir kadın külotunu 
gösterip, kimin giydiğini ve başbakanlıkta unuttuğunu sorar. Adnan Menderes'in 
avukatı Burhan Apaydın'ın müdahalesi ile olay kapanır. Adnan Menderes’in kadın düşkünlüğü ve devlet kasalarında yer alan cinsel objeler Yassıada davalarında karşısına çıkacak ve halk nebzinde önemli bir imaj düşüklüğüne neden olacaktır.


Bir sonraki dava “Vinilex Davası”dır. Maliye bakanı Hasan Polatkan'ın şirkete 
usülsüz kredi sağladığı ve bunun üzerine 110 bin lira rüşvet aldığı iddia 
edilmiştir. Adnan Menderes ve Hasan Polatkan'ın nüfuzlarını kullanarak 
"Vinileks" firmasına Türkiye Vakıflar Bankası’ndan kredi verdirmekle 
suçlanmışlardır. Adnan Menderes tarafından kurulan bu Bankanın 27 Mayıs 
darbesine kadar Umum Müdürlüğü'nü yapan ve 1961 seçimlerinden sonra tekrar aynı Bankanın Genel Müdürlüğüne getirilecek olan Sabahattin Tulga yaptığı savunmada krediyi, suni deri imal ederek ithal ikamesi yapacak bu firmanın karlı olacağına inandıkları için verdiklerini; nitekim darbe sonrası işbaşına gelen yeni Banka yönetiminin de aynı firmaya ilave kredi vererek bu firmanın kredi limitini iki misli arttırdığını belirtmiştir. Mahkeme Menderes ve Hasan Polatkan'ı bu dava da suçlu bulmuştur. Polatkan 7 yıl ağır hapis ve memuriyetten men cezası alırken, şirket yetkilileri de ceza almışlardır.


Bu duruşmalarda açılan bir diğer dava radyo davasıydı. Adnan Menderes, bazı 
bakanlar ve Basın Yayın ve Turizm genel müdürü olan Altemur Kılıç hakkında 
radyoyu parti organı haline getirdikleri yolunda açılmıştır.


Mahkeme sonucunda Yüksek Adalet Divanı 15 sanığı idam cezasına çarptırdı. Celâl Bayar, Adnan Menderes, eski Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, eski Maliye Bakanı Hasan Polatkan oybirliğiyle, eski T.B.M.M. Başkanı Refik Koraltan, eski Genelkurmay başkanı Rüştü Erdelhun, Agah Erozan, İbrahim Kirazoğlu, Ahmet Hamdi Sancar, Nusret Kirişoğlu, Bahadır Dülger, Emin Kalafat, Baha Akşit, Osman Kavrakoğlu, Zeki Erataman oy çokluğuyla ölüm cezasına çarptırıldı.


Sanıklardan Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan 16 Eylül 1961'de sabaha karşı, 
Adnan Menderes 17 Eylül 1961'de saat 13.30'da İmralı Adası'nda idam edildi. 
Dünyanın bütün ülkelerinde ceza muhakemesi kanunlarına göre idam cezaları sabaha karşı infaz edilirken Adnan Menderes'in cezasının infazında bu kuralın dışına çıkılarak öğle vaktinde idam gerçekleştirilmiştir. Bu durumun nedeni olarak, Zorlu ve Polatkan'ın idamlarından sonra, İngiltere Karaliçesi II. Elizabeth 
başta olmak üzere tüm Avrupa devletlerinin var güçleriyle Türkiye'ye baskı 
yapmaları gösterilir.


Zorlu, Polatkan ve Menderes'in dışındakilerin cezaları infaz edilmeyip, hapis 
cezasına çevrildi. İdamları durdurmak için ABD başkanı Kenedy'nin Ankara 
büyükelçisi Raymond A. Hare aracılığı ile Dışişleri Bakanı Selim Sarper'e bir 
mesaj ilettiği iddia edilir.


27 Mayıs Sonrası 


Ekim 1960'da Milli Birlik Komitesi 147 öğretim üyesini üniversitelerden 
uzaklaştırmıştır. Görevine son verilenler arasında Ali Fuat Başgil, Sabahattin 
Eyüboğlu, Yavuz Abadan, Nusret Hızır, Tarık Zafer Tunaya, Mina Urgan, Haldun 
Taner de vardı. Genelde bu tasfiyeler üniversite içinden gelen ihbarlara 
dayanıyordu. Kararı protesto etmek için Turhan Feyzioğlu, Sıdık Sami Onar, 
Fikret Narter ve Suut Kemal Yetkin gibi bir çok rektör ve öğretim üyesi 
görevinden istifa etmiştir. 1962 yılında çıkarılan yasayla öğretim üyelerine 
üniversiteye geri dönüş hakkı tanınmıştır.


27 Mayıs Darbesi'nde DP'liler Kürdistan Hükümeti tesis etmek üzere çalışmalar 
yapmakla suçlandılar. 31 Mayıs 1960'da Cumhuriyet gazetesinde MBK'nin bu konuyla ilgili çeşitli belgeler bulduğu ve Şeyh Said'in oğlunun DP iktidarı döneminde doğuda propaganda gezileri yaptığı iddia edilmiştir. Darbeden 4 gün sonra Doğu ve Güneydoğu'dan seçilen 485 ağa ve şeyhler Sivas Garnizonu (Kabakyazı)'nda bir kampa yollanmıştır. Bu konu hakkında Cemal Gürsel'in "ileri gelen 2500 Kürdü öldürelim" dediği iddia edilmektedir. Sivas'taki kamp 19 Ekim 1960 tarihinde çıkan 105 numaralı Mecburi İskan Kanunu ile boşaltılıp Milli Birlik Komitesi tarafından "55 ağa" DP'yi destekliyor iddiasıyla Antalya, Isparta, İzmir, Afyon, Manisa, Denizli ve Çorum'a sürülmüşdür.


Bu gelişmeler üzerine kanun 1962 yılında kaldırılmışdır. 1961 Anayasası'nda bir 
takım değişiklikler yapılarak, 1924 Anayasası'nın 3. maddesi olan "Egemenlik 
kayıtsız şartsız milletindir" sözü "Egemenlik kayıtsız şartsız Türk milletinindir" şeklinde değiştirilmişdir. 


Ağustos 1960 – Şubat 1961 arasında Milli Birlik Komitesi tarafından emekliye 
sevkedilen 235 general ve yaklaşık 5.000 subay tarafından Emekli İnkılap 
Subayları Derneği kurulmuş ve orduya geri dönmeye çalışmışlardır. Bu derneğe 
bağlı emekli subaylar "Eminsular" olarak anılmıştır. En yüksek rütbeli üyesi 
olan Orgeneral Ragıp Gümüşpala daha sonra Adalet Partisi'nin genel başkanlığına getirilmiştir.


Milli Birlik Komitesi kuruluşundan itibaren karma ve heterojen bir gruptu ve 
kendi içerisinde bazı çekişmelere sahne oluyordu. Madanoğlu - Küçük grubu ile 
Türkeş - Kabibay grubu sık sık karşı karşıya gelmiş lakin herhangi bir vukuata 
sebep verilmemişti. Madanoğlu - Küçük grubu iktidarı bir an önce sivillere 
devretmeyi planlamıştır. Fakat Türkeş, Kabibay ve Erkanlı grubu reformların 
yapılmadan önce iktidarını sivillere devretmesine karşı çıkmış ve hemen 
sivillere devretmenin iktidarı Cumhuriyet Halk Partisi’ne teslim etmek anlamına 
geleceğini savunmuştur.Eylül ayının başlarında Türkeş, Kabibay, Erkanlı ve 
Dündar Seyhan, ihtilalin gayesine aykırı çalışan dört beş kişinin ülke dışına 
çıkarılmasını kararlaştırmışlardır. Türkeş, kararı uygulamak için hazır olduğu 
halde Kabibay zamana bırakmayı tercih etmiştir.İstanbul'da Muzaffer Özdağ'ın 
"Bab-ı Ali'den de geçeceğiz" demesi büyük yankılar uyandırmış ve Cemal Gürsel'in tasfiye kararı almasını hızlandırmıştır.MBK üyelerinden Muzaffer Yurdakuler, Seyhan tasfiye kararını arkadaşlarına anlatırken kulak misafiri olmuş ve diğer MBK üyelerine haber vermiştir.


Karşı taraf erken davranmış ve Gürsel 13 Kasım 1960'da Alparslan Türkeş'e bir mektup göndererek Kurmay Albay Alparslan Türkeş,  Kurmay Yarbay Orhan Kabibay, Kurmay Yarbay Mustafa Kaplan, Kurmay Binbaşı Orhan Erkanlı, Kurmay Binbaşı Şefik Soyuyüce, Kurmay Binbaşı Dündar Taşer, Piyade Binbaşı Fazil Akkoyunlu, Tank Binbaşı Muzaffer Karan, Deniz Kurmay Binbaşı Münir Köseoğlu, Deniz Kıdemli Yüzbaşı Rıfat Baykal, Kurmay Yüzbaşı İrfan Solmazer, Kurmay Yüzbaşı Numan Esin, Kurmay Yüzbaşı Muzaffer Özdağ ve Jandarma Yüzbaşı Ahmet Er olmak üzere çoğunluğu Türkçü subaydan oluşan 14 MBK üyesini emekliliğe sevkedip yurtdışındaki temsilciliklere danışman olarak tayin etmiştir.


Darbe sonrası gerçekleşen bir diğer önemli gelişme ise 27 Mayıs darbesinden 8 ay sonra 1961 yılında Osmanlı Devleti'nin subayların ihtiyaçlarını karşılamak için 
yarattığı fondan devredilerek 50 bin altınla kurulan OYAK olmuştur. Kurumun 
kuruluşu 3 Ocak 1961 kabul edilen Ordu Yardımlaşma Kurumu Kanunu'na 
dayanmaktadır. Üye olması zorunlu subay ve astsubayların maaşlarının %10'u ve yedek subayların maaşlarının %5'i her ay bu fona aktarıldı.


Bir başka gelişme ise darbeyi meşru kılmak adına gerçekleştirilmiştir. Mustafa 
Kemal Atatürk tarafından konulan ve askerin siyasete müdahale etmesini 
kesinlikle yasaklayan mevcut 22 Mayıs 1930 tarih ve 1632 sayılı Askeri Ceza 
Kanunu dışında, 27 Mayıs'tan sonra 4 Ocak 1961 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu çıkarıldı ve Türk Silahlı Kuvvetleri daha sonraki darbe ve teşebbüslerini bu kanunun 35. ve 85. maddesine dayandırdı. 27 Mayıs İhtilali'nin Türkiye'de askeri darbelerin meşru olduğu intibasını yarattığı ve diğer askeri darbelerin yolunu açtığı yönünde iddialar bulunmaktadır.


Ayrıca 6 Haziran 1961'de ordu içinde Milli Birlik Komitesine muhalif olan 
general ve subaylar Silahlı Kuvvetler (SKB)'ni kurmuş ve sembolik başkanlığına 
Genel Kurmay Başkanı Cevdet Sunay'ı getirmişlerdir. SKB ordunun yönetimde 
kalmasından yanaydı ve parlamentonun açılmasına taraftar değildi. SKB, MBK 
tarafından Washington'a atanan İrfan Tansel'in bindiği uçağı yanlı jetler ile 
havada geri çevirerek Hava Kuvvetleri Komutanlığına tekrar getirilmesini 
sağlayacak kadar güçlenmiştir. Bu olay üzerine Cemal Madanoğlu görevinden istifa etti.


Tabiki Darbe sonrasının en önemli gelişmesi Kurucu Meclis ve 1961 Anayasası'    nın Hazırlanması olarak karşımıza çıkmaktadır. 6 Ocak 1961'de MBK ve Temsilciler Meclisi'nden oluşan Kurucu Meclis kuruldu. Daha sonra Enver Ziya Karal ve Turhan Fevzioğlu başkanlığında Kurucu Meclis'e bağlı 20 kişilik bir anayasa komitesi kurularak yeni anayasa için çalışmalara başlandı.Yeni hazırlanan anayasada 1924'ndan farklı olarak halkçılık, devletçilik ve inkılâpçılığa yer verilmemiş, milliyetçilik ise Milli Devlet olarak değiştirilmiştir. İlk kez Sosyal Devlet ilkesi bu anayasa ile ortaya çıkmıştır. Adalet Partisi de resmi olarak yeni 
anayasanın 1924 Anayasası'na kıyasla "ileri bir adım" olacağını belirtmiştir. 
Ancak Adalet Partisi'nin desteğiyle "hayırda hayır vardır", "hayır deyin hayırlı 
olsun", "demli çay" ("hayır" oyunun renginin kırmızı olmasından) gibi 
sloganlarıyla "hayır" kampanyası yürütülmüştür. Hatta "Mr Referandum" adlı bir 
Amerikalının olduğu ve "evet" oyu vermesinin o Amerikalıya evet demek anlamına geleceği anlatılmıştır. 9 Temmuz 1961'de yapılan halk oylaması sonucu 1961 Anayasası %61.7 gibi bir evet oranıyla kabul edilse de, bazı akademisyen ler ve uzmanlar %40'a yakın hayır oyunun oldukça anlamlı olduğunu ileri sürdüler ve yeni Anayasanın toplumun ciddi bir kesimi tarafından onaylan madığını savundular. Lakin oluşturulan yeni Anayasa son derece özgürlükçü ve tüm temel ilke ile hakları koruma altına alan bir yapıda özellik arzetmekte idi. Baskıcı bir rejimin sebep olduğu darbe kendisine bu zemini hazırlayan gelişmelerin bir daha yaşanmaması için elinden geleni yapıyordu. Oluşturulan Anayasa bu açıdan takdire şayan bir özellik arzetmektedir.


Tüm bu gelişmeler yaşanırken Adnan Menderes'in idamından üç hafta sonra yapılan seçimlerde yani 15 Ekim 1961'de Demokrat Parti'nin oy tabanının "mirasçıları" Adalet Partisi, Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi ve Yeni Türkiye Partisi oyların % 62'sini alarak 277 milletvekili çıkarmışlardır. Buna karşı Cumhuriyet Halk Partisi 173 milletvekili çıkarabilmiştir. Bu seçim "Menderes'in zaferi" olarak nitelendirilmiş ve ordu durumdan rahatsız olmuştur. 25 Ekim 1961'de 12. dönem TBMM toplandı ve askeri rejim sona ermiştir. Burda ki tepki Demokrat Parti yönetiminin 1955 sonrası uyguladığı dikta yönetime destek niteliğinde değil gerçeklerin yanı sıra abartılarıda içerisinde barındıran Demokrat Parti Yönetimine yapılan karalama kampanyalarına karşı olmuştur. Yassı ada yargı süreci başta büyük bir destek alan askeri darbeye olan sempatiyi yok etmiştir.


Ayrıca ordu içinde MBK kadar etkili olmaya başlayan SKB, seçimlerin millî 
iradeyi tam olarak yansıtmadığı ve yeni bir darbenin gerektiğini savunmuştur. 21 Ekim'de MBK'nın İstanbul kanadına bağlı 10 general ve 18 albay toplanmış ve en geç 25 Ekim'e kadar yönetime el koyacağını kararlaştıran "21 Ekim protokolü" imzalamışlardır. 22 Ekim'de MBK'nın Ankara kanadı aynı içerikteki "Mürted Protokolü" imzalamış, fakat SKB onursal başkanı durumunda bulunan Cevdet Sunay'ın müdahalesiyle protokoller askıya alınmış ve siyasi parti liderleriyle uzlaşma yolu tercih edilmiştir. Bunun için 24 Ekim'de Çankaya'da Ragıp Gümüşpala (Adalet Partisi), Ekrem Alican (Yeni Türkiye Partisi), İsmet İnönü (Cumhuriyet Halk Partisi), Osman Bölükbaşı (Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi), Cevdet Sunay, Cemal Gürsel ve generallerin önünde Yassıada mahkûmlarına af çıkarılmayacağına, Emekli İnkılap Subaylar Derneğine bağlı subayların orduya geri alınmayacağına ve Cemal Gürsel'in cumhurbaşkanı seçilmesi için çalışacaklarına dair protokolü imzalamışlardır.Ali Fuat Başgil'in MBK üyeleri tarafından ölümle tehdit edilerek adaylıktan çekilmesiyle 26 Ekim 1961'de yapılan seçimle tek aday Cemal Gürsel cumhurbaşkanlığına seçilmiştir.


Darbe süreci ve sonrası oluşan yönetim askerin darbeye ihtiyaç duymadan ülke 
yönetiminde etkili olabilmesini sağlamak için yeni oluşumlara imza atmışlardır. 
Ülkenin milli güvenlik politikalarının belirlenmesi amacıyla daha önce çeşitli 
kararname ve kanunlarla kurulan Yüksek Müdafaa Meclisi Umumi Katipliği ve Milli Savunma Yüksek Kurulu, 1961 Anayasası'nda Milli Güvenlik Kurulu ismiyle 
düzenlenmiş ve halen görevini yerine getirmektedir.


Darbenin meşrulaştırılması içinse Anayasa Nizamını, Milli Güvenlik ve Huzuru 
bozan fiiller hakkında kanun hazırlanıp, 5 Mart 1962'de kabul edilen 38 Sayılı 
Kanun'da darbeyi eleştirmenin suç olduğu vurgulanmışdır. Bu kanunun birinci 
maddesinin B bendinde şöyle denilmektedir; “27 Mayıs 1960 devrimini 
zedeleyebilecek şekilde: Bu devrimin neticesi olarak Yüksek Adalet Divanınca 
veya sair kaza mercilerince verilmiş ve kesinleşmiş olan karar ve hükümleri, söz 
yazı, haber, havadis, resim, karikatür veya sair vasıta ve suretlerle kötüleyenler veya üstü kapalı da olsa matufiyeti belli olacak şekilde kötülemeye 
çalışanlar veya mahkûm edilenlerin mahkûmiyetlerine esas teşkil eden fiillerini 
yahut şahıslarını övenler veya neticelenmiş hazırlık, ilk, son tahkikat veya 
infaz safhalarıyla ilgili resim, hatırat, röportaj yapanlar veya beyanat 
verenler hakkında bu kanunda belirtilen 5 madde gereğince Anayasa Mahkemesi'nde dava açılır” Bu davalardan birene örnek olarak Yeni Demokrat Parti genel başkanı Fuad Köprülü'nün, "af ancak bir haksızlığın tamiri olacaktır" sözleri üzerine açılan kamu davası gösterilebilir.


Dönemde oluşturulan bazı yapılanmalar ise Anayasa Mahkemesi, ( 22 Nisan 1962'de Anayasa Mahkemesi Kanunu kabul edilmiş ve 20 Aralık'ta çalışmalarına 
başlamıştır. Kurucu meclis; yasaların anayasaya uygunluğunu denetlemek üzere bir Anayasa Mahkemesi kurulmasına karar verdi.), Yüksek Hakimler Kurulu, Devlet Planlama Teşkilatı, Türkiye Radyo Televizyon Kumru, Cumhuriyet Senatosu, Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu, İhracatı Geliştirme Etüt Merkezi, Milli Prodüktivite Merkezi, Hürriyet ve Anayasa Bayramı olarak karşımıza çıkmaktadır. 


Darbe ile ilgili dönemin taraflarınca yapılan bazı açıklamalar ise şöyledir;


Celal Bayar (Cumhurbaşkanı):Ve yine hiç şüphe etmiyorum 27 Mayıs başarıya 
ulaşmamış ya da hiç yapılmamış olsaydı, ne ordu içinde cuntalar kurulacak, ne 12 Mart, 12 Eylül müdahaleleri yapılacak, ne de demokrasi dejenere edilebilecekti.


Cemal Gürsel (MBK lideri): Demokrat Parti'nin memlekete yaptığı en büyük 
kötülüklerden biri orduyu ihtilale zorlaması olmuştur.


Süleyman Demirel (Devlet Su İşleri Genel Müdürü):(1950) Devlete karşı, onların yönettiği devlete karşı kazanılmış bir zaferdi... Onların elinden devleti alma hareketidir. 1960, halkın elinden devleti alma hareketidir.


Bülent Ecevit (Cumhuriyet Halk Partisi Ankara milletvekili):60 İhtilali... Ve 
kaptılar, işte kendileri güya demokrasisinin bayraktarlığını yapıyorlar... 
Müdahaleci ekip. Fakat ne yaptılar; üniversiteden geçmeler, 147’ler olayı, 
arkasından Bab-ı Ali önünden geçeceğiz lafları derken birden, bir ülke ve kültür 
birliği projesi ortaya çıktı. Bunu biz orataya çıkardık. Dünyada görülmemiş bir 
totaliter rejim projesi, yani Nazi Almanyası'nda bile eşi görülmemiş bir proje.


ABD Dışişleri Bakanlığı İstihbarat ve Araştırma Dairesi'nin 1961 tarihli 
değerlendirme raporu:Türk Silahlı Kuvvetleri'nce yapılan kansız darbe, Türkiye 
dışında genellikle ağırlık taşıyan, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin apolitik olduğu 
ve ciddi bir siyasi bunalımda müdahale etmeyeceği yolundaki inanışı yıkmıştır.


Son söz olarak 1950’lerde demokrasiyi ve refahı vaad ederek iktidara gelen 
Demokrat Parti Yönetimi, 10 yıllıklık iktidarının özellikle ikinci döneminde 
verilen vaadleri tamamen unutarak baskı ve totaliter bir rejim uygulamıştır. 
Ülke hem ekonomik hemde sosyal olarak bir kaosa sürüklenmiş, taraflar kesin 
çizgilerle ayrılarak, bir taraf için sınırsız teşvikler uygulanırken muhalif 
kanat ise illegal bir şekilde engellenmiş ve açıklaması yapılamayacak 
yasaklamalarla karşılaşmıştır. Süreç içerisinde oluşan ekonomik olarak dışa 
bağımlılık, Atatürk ilke, inkılap ve devrimlerine karşı yapılan sekteler, 
muhalefete uygulanan baskı ve oluşturulan kumpaslar.... vb. neticesinde hem 
halkın önemli bir kesiminde hemde askeriyede büyük rahatsızlıklar oluşmuştur. 
Süreç olarak ele alanıcak olursa yönetimin yaptığı hatalar bu darbeye zemin 
hazırlamıştır. Lakin şunu unutmamak gerekir ki askeri darbe hiçbir zaman bir 
tercih değildir. Ülke kendi sorunlarını demokrasi aracılığı ile çözmek 
mecburiyetindedir. Zaten ülkemizde gerçekleşen iki darbede başlangıcı itibari 
ile halk ve aydın kesim tarafından desteklenirken sonraki süreçte bu destek 
tamamen yok olmuştur. Çünkü özgürlüğü, barışı ve refahı getireceğini vaad eden darbeler neticede önceki süreçten daha olumsuz bir hava yaratmışlardır. Kendi yaptıkları tercihleri meşru kılabilmek için dikta bir yönetim ile baskı rejimini ülke geneline yaymışlardır.


Unutmamak gerekirki en kötü durumlarda bile Askeri darbe çözüm değildir, en kötü suçlarda bile idam kimseye hak veya ceza değildir ve kabullenilemez...


ALİ NECATİ DOĞAN



***


Yakın Tarihimizin Utanç veren Olayları, 27 Mayıs Darbesi, 1960 BÖLÜM 1

Yakın Tarihimizin Utanç veren Olayları, 27 Mayıs Darbesi, 1960 BÖLÜM 1


Ali Necati DOĞAN


Yakın tarihimizin utanç veren olayları: 27 Mayıs Darbesi, 1960  

Utanmasını Bilmeyen bir millet, Hata yapmaya mahkumdur...


27 Mayıs Darbesi, 27 Mayıs 1960'ta yapılan ve Türkiye Cumhuriyeti tarihinde 
gerçekleşmiş İlk Askeri darbe olarak tarihe geçmiştir. Ayrıca 27 Mayıs Askerî 
Müdahalesi, 27 Mayıs İhtilâli ya da 27 Mayıs Devrimi olarak da anılır. 1950 
yılında iktidara gelen Demokrat Parti'nin ülkeyi gitgide bir baskı rejimine ve 
kardeş kavgasına götürdüğü gerekçelerini ileri sürerek Türk Silahlı Kuvvetleri 
içerisinde bir grup subay, 27 Mayıs 1960 sabahı ülke yönetimine bütünüyle el 
koymuş ve yönetimi kısa bir süreliğine sürdürerek önemli revizyonlara imza 
atmışlardır. Darbeye doğru ilerleyen süreçte ülkenin içine sokulduğu karanlık 
duruma rağmen hiçbir darbe çözüm olarak düşünülemez. Dönemin tarihsel seyri dikkate alındığında bu olumsuz akışı kabullenebilmek tabiî ki mümkün değildir lakin yapılması gerekenin darbe olmadığı tartışılmaz bir gerçektir. Bu darbe neticesinde 37 subaydan oluşan Milli Birlik Komitesi anayasa ve TBMM'yi 
feshetti, siyasi faaliyetleri askıya aldı, Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan 
Adnan Menderes başta olmak üzere birçok Demokrat Partiliyi tutuklattı. 
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Rüştü Erdelhun, İstiklal Savaşı kahramanların dan  Ali Fuat Paşa ve Kore gazisi Tahsin Yazıcı da tutuklananlar arasındaydı.


Milli Birlik Komitesi ülke yönetimini üstlendi. 3. Ordu Komutanı Orgeneral Ragıp 
Gümüşpala'nın, eğer darbenin lideri kendisinden daha kıdemli değilse ordusuyla Ankara'ya yürüyüp isyancıları yakalayacağını söylemesi üzerine darbeden haberi olmayan Emekli Orgeneral Cemal Gürsel Milli Birlik Komitesi'nin başına getirildi. Bu darbenin daha sonraki yıllarda meydana gelen askeri darbelerden farkı, Türk Silahlı Kuvvetleri emir komuta zinciri içinde yapılmamış olmasıydı; nitekim dönemin Genelkurmay başkanı da yönetime el koyan askeri güçler tarafından tutuklanmıştı. Bu özelliğine rağmen kalıcı olabilmesi ve önemli 
değişikliklere imza atabilmesi son derece ilginç bir durum oluşturmuştur.

27 Mayıs Askeri Darbesinin nedenlerine gelecek olursak; 1950'li yılların 
sonlarına doğru ordunun DP iktidarından memnun olmadığını duyan Adnan 
Menderes'in çevresine "Ben bu orduyu yedek subaylarla da idare ederim" dediği 
iddia edilerek ordu mensupları tahrik ediliyor olması gibi birçok neden 
sayılabilir. Lakin bu neden zaten ülkede yaşanılan baskı ve dikta yönetime dair 
oluşan tepkinin birikmesinin yanında zaten tüm anlamı ile rahatsız olan ordunun 
hareket almasında ki küçük bir etkidir. Yassıada Yargılamaları sırasında Refik 
Koraltan'ın avukatlığını yapan Hüsamettin Cindoruk, Mahkeme başsavcısının 
Menderes'e bu konuyu sorması üzerine Menderes'in “Efendim ben devleti idare 
ettim, yedek subaylık yaptım, kendi gücümü biliyorum. Bu ordu yedek subaylarla nasıl idare edilir. Bunu kim uydurmuş?” dediğini belirtmiştir. Kendisinin bu lafı söyleyip söylemediği kesin olarak bilinmemekle birlikte darbeyi hazırlayanların bu sözleri propaganda amacıyla kullandığı yönünde söylentilerde mevcuttur. Bu sözler 27 Mayıs'tan sonra da darbeyi meşrulaştırmak için kullanılmış mıdır bilinmez ama gerçekleşen bu darbeye dair ülkemizde hala net bir görüş yoktur. Bir kesim tarafından kahraman olarak anılan Demokrat Parti yönetimi, diğer bir kesim tarafından vatan haini olarak atfedilmektedir. Bu durumda darbeye dair birçok tartışmayı beraberinde getirmektedir.

Darbenin nedeninin Menderes hükümetinin uygulamaları ve çıkardığı yasalar 
olduğu, cunta yönetimi tarafından ileri sürülmüş, MBK; darbeyi, kardeş kavgasına son vermek ve bütün askeri darbelerde ileri sürüldüğü gibi laiklik ilkesine aykırı uygulamaları durdurmak için yaptığını belirtmiştir. Ayrıca kimi subaylar ve ülkenin önemli bir kesimi DP iktidarının Kemalist ve laik rejimi tehdit ettiğini düşünmekteydi. Bunların dışında, darbenin iktidarı geleneksel elit 
iktidar gruplarına (ordu ile siyasî bürokrasiye) vermek amacıyla yapıldığını öne 
süren kaynaklar da mevcuttur. Ayrıca başlangıç aşamasında sayılabilecek bir 
ekonomik kriz havasının da darbenin etkenlerinden olduğu belirtilmektedir.

Darbe öncesi döneme bakacak olursak DP anayasa ihlalleriyle suçlamaktadır. Adnan Menderes'in üniversite çevrelerine "kara cübbeliler" olarak hitap ettiği ve 
bunun yayınlanmaması için basına yasak koyduğu iddia edilir. Ayrıca diğer tüm 
olgularda olduğu gibi basın üzerinde yapılan yasaklama ve baskılarda zirveye 
ulaşmış, yandaş basın desteklenirken muhalif basın her türlü gayrı meşru 
yöntemle sindirilmiştir. Üniversite çevreleri ve bazı aydınlar ise ne yazık ki 
bukalemun misali iktidara yakın durmak maksadı ile tüm bu baskı ve dikta yönetim anlayışına destek verirler. İhtilalden bir ay önce İstanbul Üniversitesi'nde DP karşıtı bir eylem zorlukla bastırılır. Eylemi bastırmakla görevli askerlerin tutumu ordunun da DP'ye cephe aldığını göstermektedir. Bu olaya şahit olan Ali Fuat Başgil o an, gördüklerini şu şekilde değerlendirir; “Tamam dedim. Bu hareket orduya da sirayet ettiğine göre, artık Menderes Hükümeti gitmiştir.”

Tırmanan olaylardan ve huzursuz ortamdan muhalefet partisi CHP'yi sorumlu tutan Demokrat Parti'nin, 2 Ağustos 1958 tarihli bir Meclis grubu bildirisi şu 
şekildeydi:"CHP idarecileri, Meclis ve hükümetin meşruiyet ve istikrarını, 
şiddet yolu ile tahrip etmenin mümkün, hatta lazım olduğu kanaatini uyandırmaya müncer olacak, çok tehlikeli bir yola girmişlerdir"

Ayrıca dış politikada Menderes, iktidarının son yıllarında artık Marshall Planı 
kapsamında Amerika'dan daha fazla kredi alamadığını görülmüş ve Seydişehir 
Aluminyum ve İskenderun Demir-Çelik ve diğer sanayi projelerini kredilendirmek için Sovyetler Birliği ile yakınlaşmaya başlamıştır. Bu amaçla Sovyetler Birliği'ne üst düzey ziyaretler yapılıp, ülkedeki sanayinin gelişmesi için 
Sovyetlerle yatırım antlaşmaları imzalanma hazırlığı yapılmaktaydı. Nitekim, 
Demokrat Parti'nin devamı olan ve "Demokrat Partisinin C Takımı", "Hışımlılar" 
ve "Müfritler" adıyla anılan Adalet Partisi, darbeden yıllar sonra yapılan 
seçimlerde 1965 yılında tek başına iktidara geldiğinde, Adnan Menderes döneminde projesi yapılıp da kredi yokluğundan gerçekleştirilemeyen bu projeleri Sovyetler Birliği'nden alınan proje kredileriyle bitirmiştir. Bu duruma göre ihtilalin arkasında başta ABD olmak üzere Batılı devletler ve CIA’nin varlığı iddialarını ortaya atmıştır. Lakin Demokrat Parti döneminin tamamına bakılınca Türkiye’nin son derece şiddetli olarak ABD’ye yaklaştığı, ekonomik olarak tüm bağlantılarını ABD’ye bağladığı görülmektedir. Bugün ki ekonomik esaretin ilk halkaları Ogünlerde atılmış ve bu durum ülkenin aydın ve ilerici kesimleri tarafından son derece sert bir şekilde eleştirilmiştir.

Ülkeyi darbeye sürükleyen süreçte 27 Ekim 1957 seçimlerinin oldukça sert bir 
hava içerisinde yapılması da son derece etkili olmuştur. DP seçimler öncesinde 
yasal düzenlemeler yaparak, muhalefetin bütünleşerek seçimlere bir cephe halinde girmesini engellemiş seçimlerin sonucuna daha seçim olmadan müdahale etmiştir. 

Demokrasinin baskılarla sekteye uğratılması iddialara göre CHP'li seçmenlerin 
kütüklere yazılmaması ve bazı yerlerde sandıklarda seçim sonuçlarının bile 
değiştirilmesi ile devam ediyor. Seçim sonrasında Kayseri, Giresun, Çanakkale ve Samsun'da gösteriler yapılmış ve kavgalar yaşanmıştır. Gaziantep'te ise radyo ve gazeteler önce CHP'nin zaferini ilan etmiş fakat daha sonra "köyden gelen oylar" ile seçim sonucunu DP'nin zaferi olarak değiştirilmiştir. CHP'nin itirazı üzerine oy pusulaları Gaziantep Adliyesi binasına getirilmiş ancak Gaziantep Adliyesi oy pusulalarıyla birlikte yanmıştır. İsmet İnönü, bu usulsüzlükleri "Kütük Marifetleri" ve İçişleri Bakanı Namık Gedik'i de "Kütük Bakanı" olarak adlandırmıştır. DP hükûmeti bu "Antep hadisesi" haberlerinin yayınlanması daha öncesinde yasaklanan birçok yayın gibi yasaklamıştır. DP iktidar gücünü her daim iktidarın ve baskının devamını sağlamak için illegal bir şekilde kullanmıştır.

Seçim sonucunda ise DP oyların %47, 88'ini alarak yürürlükteki çoğunluk esasına dayalı seçim sistemi sayesinde 424 milletvekili çıkarmıştır. İsmet İnönü'nün başında bulunduğu CHP ise her türlü hile iddiasına rağmen %41, 09 oyla 178 milletvekilliği kazanmıştır. Seçim öncesi değiştirilen seçim sistemi ve seçim sürecinde yapılan illegal hareketler neticesinde temsili demokrasi işlevsiz 
bırakılmıştır. Seçimin diğer katılanları olan Cumhuriyetçi Millet Partisi ve 
Hürriyet Partisi ise dörder milletvekilliği kazanmışlardır. Muhalefetin toplam 
oy miktarı DP'yi geride bırakıyordu. Demokrat Parti, matematiksel olarak 
muhalefet partilerinin oyları karşısında azınlığın iktidarı konumundaydı. 
Seçimlerden sonra, siyasal ortamdaki gerginlik artarak devam etti. CHP yurt 
çapında destek görmeye başlamıştı. Bir önceki seçimde %35 olan oy oranını % 41'e yükseltmesi bunun göstergesiydi. Oysa DP 1954'te % 57 olan oy oranını % 47'ye düşürmüştü.

Darbeye götüren süreçte yaşanılan bir diğer olay ise Gizli komiteler ve Dokuz 
subay olayıdır. 1954'te İstanbul'da Dündür Seyhan ve Orhan Kabibay'ın kurduğu komiteye Faruk Güventürk, Ahmet Yıldız, Suphi Görsoytrak, Orhan Erkanlı ve Necati Ünsalan gibi genç subaylar katılmışlardır. Ankara'da ise Talat Aydemir, Millî Müdafaa Vekili Ethem Menders'in yaveri Adnan Çelikoğlu, Sezai Okan, Osman Köksal ve yandaşları ayrı bir komite kurmuşlardır. 1957'de de İstanbul ve Ankara'daki iki komite birleşmiştir.

Birleşik komite 27 Ekim 1957'de öngörülen seçimlerinde DP'nin kaybedeceğini 
varsayarak 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı töreninde zırhlı birlikler ile şeref 
tribünündeki DP'lileri tutuklayarak yönetime el koymayı planladı. Fakat seçimde 
DP kazandığı için darbe Şubat 1958'e ertelenmişti.

Bu arada 16 Ocak 1958'de komite üyesi Kurmay Binbaşı Samet Kuşçu'nun ihbarı üzerine emekli Kurmay Albay Cemal Yıldırım, Kurmay Albay Naci Aşkun, Kurmay Albay İlhami Barut, Topçu Yarbay Faruk Güventürk, Piyade Binbaşı Ata Tan, Piyade Binbaşı Ahmet Dalkılıç, Piyade Yüzbaşı Kazım Özfırat, Piyade Yüzbaşı Hasan Sabuncu ve Kuşçu'nun kendisi başta olmak üzere 9 subay tutuklanmıştır. 
Yargılamalar sonucunda 8 subay beraat etmiş ve Kuşçu "iftira" suçundan mahkûm olmuş ve yapılan planlar rafa kaldırılmak zorunda kalınmıştır.

Tüm bu gelişmeleri takiben CHP'nin 1959 yılındaki XIV. kurultayında, ülkenin 
acilen ihtiyaç duyduğu bazı değişiklikler için çaba gösterilmesi 
kararlaştırıldı. "İlk Hedefler Beyannamesi" adıyla hazırlanan bildirinin, 1961 
Anayasası'nın temelini oluşturduğu ileri sürülür. 

Bildiri metnindeki başlıklar şu şekildeydi:

1. Eşit Muamele, 
2. II. Meclis, 
3. Anayasa Mahkemesi, 
4. Nisbi Temsil Usulü, 
5. Yüksek Hakimler Şurası'nın kurulması, 
6. Memurlar Kanunu'nun düzenlenmesi, 
7. Baskıdan uzak tutulan bir basın rejiminin kurulması, 
8. Üniversite muhtariyeti, 
9. Sosyal Güven ve Sosyal Adalet esaslarının teminat altına alınması, 
10. Yüksek İktisat Şurası'nın kurulması

Ülkede tüm bu gelişmeler ve sancılar yaşanırken 17 Şubat 1959'da Menderes'in 
başkanlığında Londra'daki Kıbrıs görüşmelerine gelen Türk delegasyonunu taşıyan uçak Londra yakınlarında bir ormana düşer. Bu uçak kazasından Menderes'in yara almadan kurtulması iktidar ve muhalefet arasında bir yumuşamaya yol açsa da bu durum fazla sürmez. 1959'un Nisan ayında CHP Genel Başkanı İsmet İnönü, Batı Anadolu illerini kapsayan bir geziye çıkar ve CHP'liler geziye "Büyük Taarruz" adını takarlar.

29 Nisan'da İnönü Trikupis'i esir aldığı Uşak'ı "Büyük Taarruz"un ilk durağı 
olarak seçmiş ancak oraya ulaştığında taşlı saldırıya uğrayıp, başından 
yaralanmıştır. İçişleri Bakanının emriyle İnönü'nün gezisini engelleyen Uşak 
valisi İlhan Engin'e muhalif basın 'İktidarın "Uşak" Valisi' demeye başlamıştır. 
Tabiî ki bu söylem basına birçok yasaklama ve engelleme olarak geri dönecektir.

Ayrıca İnönü, Manisa ve İzmir'den sonra 4 Mayıs'ta İstanbul'a gelmiş ve Yeşilköy Havalimanı'ndan şehir merkezine giderken Topkapı'da önce trafik müdürü tarafından durdurulmuş ve sonra halkın saldırısına uğramıştır. Polisler ve askerler müdahale etmemişlerdir. Ancak o sırada Binbaşı Kenan Bayraktar'ın 
emriyle askerler müdahale etmiş ve İnönü kurtarılmıştır. 

Tüm olayların spontane bir gelişmemi yoksa iktidar tarafından yapılan bir planın bir parçası mı olduğu taraflar tarafından hala tartışılmaktadır.

O yıllarda birçok ilde CHP-DP arasında olaylar patlak vermiştir. 1960 başlarında 
basında sansür artmıştı, gazeteler sansür nedeni ile beyaz sayfalarla çıkıyordu. 
Cezaevleri tutuklu gazetecilerle doluydu. 2 Nisan 1960'ta Kayseri'ye gelen İsmet İnönü'nün treni, vali Ahmet Kınık'ın emriyle durduruldu. Kendisine İnönü'nün Himmet Dede Demiryolu İstasyonu'nda trenin durdurulması ve yolunun kesilmesi için emir verilmiş Binbaşı Selahattin Çetiner, "Sizin yolunuzu kesmek ve sizin Kayseri'ye gitmenize engel olmaktansa intiharı tercih ederim" sözlerini söylemiştir. Olaydan sonra emekli edilmiş; ancak Danıştay Kararı ile göreve iade edilmiş, daha sonra orduda Generalliğe kadar yükselmiş, 12 Eylül Darbesi sonrası kurulan hükümette İçişleri Bakanlığı yapmıştır. Zorlukla yoluna devam eden İsmet İnönü'yü Kayseri'de 50 bin kişi karşılamıştır. Seçim öncesi meydana gelen bu olaydan dönemin Ulaştırma Bakanı sorumlu tutulmuş ve 27 Mayıs Darbesi'nden sonra hazırlanan 1961 Anayasası'na Millet Meclisi genel seçimlerinden önce Ulaştırma, İçişleri ve Adalet Bakanları çekilir(m. 109) maddesinin eklenmesinin sebebi olarak da bu olay gösterilmiştir.

Nisan 1960'ta TBMM'de gazete ve dergilerin "yıkıcı, gayrimeşru ve kanun dışı" 
faaliyetlerini inceleyerek meclise bildirmek için Ahmet Hamdi Sancar 
başkanlığında kurulan Tahkikat Komisyonu meclis ile ilgili bütün neşriyatı 
yasaklayınca DP-CHP ilişkisi daha gerginleşmiştir. CHP'lilerin konuşmaları 
basına yansımadan elden ele dolaşmıştır. DP yönetimi bu konuşmalarını "İhtilal 
beyannameleri" olarak adlandırmıştır.

18 Nisan 1960 günü Mazlum Kayalar ve Baha Akşit'in CHP'nin "yıkıcı, gayrimeşru ve kanun dışı" faaliyetleri olduğu gerekçesiyle meclis araştırmasına açılması yolundaki önerge karşısında İnönü şöyle konuştu; “Biz demokratik rejim dedik, bu rejim kurulmuştur. Bu demokratik rejim istikametinden ayrılıp, baskı rejimi haline götürmek tehlikeli bir şeydir. Bu yolda devam ederseniz, ben de sizi kurtaramam. Şartlar tamam olduğunda milletler için ihtilal, meşru bir haktır. Bu tedbire teşebbüs eden baskı tertipçileri zannediyorlar ki: Türk Milletinin Kore 
Milleti kadar haysiyeti yoktur.”

CHP Genel Başkanı uyarılarını sürdürdü. 27 Nisan 1960 günkü TBMM toplantısında İnönü tekrar Tahkikat Komisyonu'nu hedef alınca Meclis, İnönü'ye oniki oturum toplantılara katılmama cezası verildi. Kararı protesto eden CHP milletvekilleri Meclisten polis zoru ile uzaklaştırıldı.

27 Nisan 1960'ta Tahkikat Encümenlerinin görev ve yetkileri hakkında kanun 
teklifi konuşmasını yapan İnönü'ye Afyon milletvekili Murat Ali Ülgen: "Kürsüden ihtilal beyannamesi okudun paşam" demiştir.

Bu ara iktidara karşı tepkiler artarken 28 Nisan'da İstanbul'da 29 Nisan'da 
Ankara'da çıkan öğrenci olayları şiddetle bastırılmış, bu şiddet insanların 
tepkilerine neden olmuştur. İstanbul'da çıkan olaylarda yaklaşık 40 öğrenci 
yaralanmış ve İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi öğrencisi Turan Emeksiz 
polisin kurşunuyla öldürülmüştür. Bundan dolayı "Kanlı Perşembe" olarak 
anılmıştır. DP yönetimi bu illerde sıkıyönetim ilan etti. Öğrenciler hep bir 
ağızdan Gazi Osman Paşa'nın kahramanlığı için yazılan Plevne Marşı'nın 
değiştirilmiş hâli olan Olur mu böyle olur mu şarkısını söylüyordu: Olur mu, 
böyle olur mu? / Kardeş kardeşi vurur mu? / Kahrolası diktatörler / Bu dünya 
size kalır mı?

Bu olaylarda polisler "Kahrolsun diktatörler", "Hürriyet isteriz" sloganları 
atan öğrencileri dağıtmaya çalışmışlardır. Ancak "Türk ordusu çok yaşa" sloganı 
atan öğrenciler ile askerler arasında dayanışma yaşanmış ve askerler polislerin 
teslim ettikleri öğrencileri serbest bırakmışlardır.

Harp okulu öğrencileri bir yandan Atatürk Bulvarı'nda sessiz yürüyüş yapmış ve 
öte yandan 20 Mayıs'ta Türkiye'yi ziyaret edecek Hindistan Başbakanı Nehru'yu 
karşılamak için Esenboğa'dan şehir merkezine gitmek için aynı arabaya binecek 
olan Menderes'i Nehru'nun yanından kaçırmayı planlamıştır. Ancak yabancı misafir varken bu tür hareketlere girişmenin dış dünyaya karşı olumsuz etki yaratacağı kanaatine varılarak plan reddedilmiştir.

Tüm bu gelişmeler yaşanırken 3 Mayıs 1960'ta Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Cemal Gürsel Milli Müdafaa Vekili Ethem Menderes'e bir mektup iletmiş ve Kara Kuvvetleri Kumandanlığı Karargâhına da veda mesajı göndermiştir. Gürsel'in veda mektubundan sonra liderini yitiren gizli örgüt, önce Genelkurmay İkinci başkanı Cevdet Sunay'a başvurmuş fakat olumlu yanıt alamayınca 1. Ordu ve sıkıyönetim Komutanı Fahri Özdilek'e başvurmuş fakat ne olumlu ne de olumsuz yanıt alabilmiştir. Orhan Kabibay Kore'den tanıdığı "argo bir adam" olan Kara Kuvvetleri Lojistik Başkanı Tümgeneral Cemal Madanoğlu'nu önermiş fakat Madanoğlu şu şekilde tereddütünü dile getirmiştir: ‘Ulan biliyorsun bende t……. var, kafa yok.’ Orhan Kabibay, düşünmek için 24 saat izin vermiş ve süre dolduğunda Madanoğlu şu yanıtı vermiştir: ‘Ulan, erkeklik öldü mü, örgütünüze girmeyi kabul ediyorum!’

Dönemin diğer büyük kitle olayı ise 555K diye anılan ve 5 Mayıs 1960 tarihinde, 
Ankara, Kızılay'da Demokrat Parti aleyhtarı öğrencilerin yaptığı protesto 
eylemidir. Adını 5. ayın 5. günü saat 5`te Kızılay'da gerçekleşmesinden alan 
eylem cumhuriyet tarihinin ilk "sivil itaatsizlik" eylemi olarak da anılır. 28 
ve 30 Nisan 1960 tarihlerinde polisle öğrenciler arasında çıkan çatışmalarda 
öğrencilerin hayatını kaybetmesi ve Turan Emeksiz isimli öğrencinin ölmesi 
ülkedeki ortamı kutuplaşmaya sürükledi. DP mitingi için Kızılay Meydanı'na gelen dönemin başbakanı Adnan Menderes, bir anda kendini protestocuların arasında buldu. Rivayete göre, o zamanlar öğrenci olan, şu anki CHP lideri Deniz Baykal, şair Cemal Süreyya'nın aktardığına göre ise Vedat Dalokay, Menderes'in “Ne istiyorsunuz?” sorusu üzerine başbakanın yakasına yapışıp “Hürriyet istiyoruz!” demişti. Menderes ise şu soruyla cevap vermişti: “Başbakanın yakasına yapışıyorsun, bundan büyük hürriyet olur mu?” aktarılan bu anekdot farklı isimlerle özdeşik olarakta anlatılmaktadır. Bu olayın gerçekleşip 
gerçekleşmediği veya kimler arasında olduğu hala tartışılmaktadır.

Adnan Menderes, 28-29 Nisan ve 5 Mayıs olaylarından sonra üniversite hocalarını gençleri kışkırtmakla suçlamış ve onlardan "Kara Cübbeliler" olarak söz etmeye başlamıştır. Bu olay birçok kesimle sorun yaşayan Menderes’in akademik çevreye karşı olarakta artık sert bir tavır aldığının göstergesidir.

Millî Birlik Komitesi iktidarı 

Alınan kararlar neticesinde Başkent Ankara'yı ele geçirmek için Tümgeneral 
Selahattin Kaplan komutasındaki 28. Tümen, Tuğgeneral Yusuf Demirdağ 
komutasındaki Zırhlı Eğitim Merkezi (Etimesgut), Süvari Yarbay Reşit Çölok 
komutasındaki 43. Süvari Alayı, Binbaşı Hakkı Bozkaya komutasındaki Tank Taburu (Harp Okulu arkası) gibi birliklerin ikna edilmesi ya da etkisizleştirilmesi 
gerekirdi.

23 Mayıs Pazartesi, harekât tarihi 25 Mayıs 1960 olarak kararlaştırılmış ve 
parolalar belirlenmiştir. Zamanında gerçekleşirse "Dündar Seyhan'ın oğlu 
sınıfını geçti.", ertelendiği takdirde "Dündar Seyhan'ın oğlu bütünlemeye 
kaldı." 27 Mayıs 1960 sabah saat 3.15'te piyade birlikleri ve süvari grubu, 
3.30'da tanklar hareket etti. Saat 4.36'da Albay Alparslan Türkeş tarafından 
radyoda okunan ilk bildiri ile harekât bütün Türkiye ve dünyaya ilan edildi.

İlk olarak Tuğgeneral Yusuf Demirdağ evinden alınıp Harp Okulu'na getirilmiş ve 
nezarethaneye kapatılmıştır. Bundan sonra Refik Koraltan getirilmiştir. 2. Ordu 
komutanı Orgeneral Suat Kuyaş da enterne edilmiştir. Celal Bayar Çankaya 
Köşkunde Veteriner Tuğgeneral Burhanettin Uluç, Topçu Yarbay Abdullah Tardu, 
Kurmay Albay Sami Küçük tarafından gözaltına alınmıştır. Bu arada komite 
üyelerinden Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı komutanı Kurmay Albay Osman Köksal da yanlışlıkla içeriye kapatılmıştır.

Adnan Menderes Eskişehir'den Konya'ya gitmek üzere Kütahya'ya geçtiğinde Keşif Tabur komutanı Agasi Şen ve Binbaşı Muhsin Batur tarafından gözaltına alınmış ve Ankara'ya getirilmiştir. Darbenin ilk günü, Bayar, Menderes, Refik Koraltan, Fatin Rüştü Zorlu ve Başbakanlık Müsteşarı Ahmet Salih Korur ve diğer hükümet üyeleri Harp Okulunda, tutulmuşlardır.

Cemal Gürsel, İstanbul Yeşilköy Askerî Havaalanı'ndan kalkan C-47 ile İzmir 
Karşıyaka Bostanlı'daki evinden alınıp saat 11.30'da Ankara'ya Harp Tarih 
binasına gelmiş ve saat 16'da radyoda konuşma yapmıştır.

27 Mayıs 1960’tan, seçimlerin yapılarak normal yaşama geçildiği 15 Ekim 1961 
yılına kadar geçen süre, askerin Milli Birlik Komitesi (MBK) eliyle cunta olarak 
iktidarda olduğu dönemdir. Bu dönemde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin anayasal bütün hak ve yetkileri 38 subaydan kurulu MBK’nin eline geçmiştir. MBK ülkeyi yayımladığı tebliğlerle askeri cunta olarak idare etmiştir.

3 numaralı Tebliğ ile her türlü siyasi parti neşriyat ve faaliyetleri, gösteri 
yürüyüşleri ve her türlü toplantı yasaklanmıştır. MBK faaliyetlerinin aksamaması 
için telsiz ve telefon görüşmelerini kısıtlayan 4 ve 5 numaralı Tebliğlerden 
sonra, ordunun görevini açıklayan 6 numaralı Tebliğ yayımlanmıştır. 6 numaralı 
Tebliğin ilk fıkrasında, “Türk Ordusu bir kere daha tarihi bir vazife karşısında 
bulunuyor. Bu vazife; dâhilde memleketi buhran ve felakete sürüklemek isteyen 
hırslı politikacıların elinden kurtarmaktır” demektedir.

Aynı şekilde 13 ve 32 numaralı Tebliğlerde bu darbenin yapılış gerekçeleri şöyle 
yer bulmuştur; “Biz vatandaşları birbirine düşürecek bir kardeş kavgasını 
önlemek için bu işe giriştik”. “Milli İnkılâp, hiçbir şahsın, hiçbir zümrenin 
lehine yapılmış bir hareket değildir. Muhterem halkımızın, köylü ve 
işçilerimizin demokrasiye kavuşması, hak ve hürriyetinin teminatı, iktisadi 
kalkınması, ana prensibimizdir. Vatandaşların hususi işlerinde ve her türlü 
çalışma yerlerinde, kardeşlik duyguları ve huzur içinde bulunmaları esastır.”

27 Mayıs sabahı, Askerler; İstanbul Üniversitesi'nden Sıdık Sami Onar, Hıfzı 
Veldet Velidedeoğlu, Naci Şenşoy, Ragıp Sarıca, Tarık Zafer Tunaya, Hüseyin Nail Kubalı ve İşmet Giritli'yi askeri bir uçakla Ankara'ya getirmişlerdir. 28 Mayıs günü komisyona Ankara'da iştirak eden Muammer Aksoy, İlhan Arsel ve Bahri Savcı ile birlikte yeni bir anayasa taslağını hazırlamak için çalışmalara 
başlamışlardır. Başkanlığına getirilen Sıddık Sami Onar'ın adıyla "Onar 
Komisyonu" olarak anılmıştır.

Millî Birlik Komitesi, DP'liler hakkında daha sonradan büyük tartışmalara 
sebebiyet veren bazı haberler yaymaya başlamıştı. MBK, Demokrat Partililerin 
yurtdışına kaçarken yakalandığını ve beraberlerinde 12 uçak dolusu altın, 
mücevherat ve parayı kaçırmakta iken yakalandığını iddia etti. Komite ayrıca 28 
Nisan - 27 Mayıs 1960 arasında yüzlerce gencin öldürüldükten sonra kamyonlarla mezarlıklara getirilip gizlice gömüldüğünü ve bir kısmının hayvan yemi yapılan makinelerde kıyılarak toz haline getirildiğini öne sürmüş ve bu gençler "Hürriyet Şehitleri" olarak adlandırılmıştır. 2 Haziran 1960’ta İstanbul 
Üniversitesi rektörü Sıdık Sami Onar, Üniversitesi Yönetim Kurulu'nun memleketi hürriyete kavuşturmak için şehit düşenler adına anıt inşa etmeye karar verdiğini açıklamıştır. 3 Haziran'da “MBK Hürriyet Şehitlerimizin tesbiti işine Silahlı Kuvvetlerimizin idareyi aldığı andan itibaren ehemmiyetle devam edilmektedir” diyen bir tebliğ yayınlamıştır. Fakat gençlerin cesetleri hiç ortaya çıkmayınca, 9 Haziran'da Sıddık Sami Onar “Naaşları belki bulamayacağız ama ölülerimiz vardır.” diye konuşmuştur. 10 Haziran'da 28 Nisan olayının kurbanı Turan Emeksiz, tanktan düşerek ezilen İstanbul Lisesi öğrencisi Nedim Küçükpolat, 27 Mayıs'ta kaza kurşunuyla ölen Harp Okulu öğrencisi Teğmen Ali İhsan Kalmaz, Ersan Özey ve Sökmen Gültekin'in naaşları Anıtkabir'deki "Hürriyet Şehitliği"ne nakledilmiştir.

MBK üyelerinin kimlikleri 18 Haziran 1960'ta açıklanmıştır. Yurt dışında bulunan 
gizli komite mensupları Dündar Seyhan, Talat Aydemir, Sadi Koçaş komiteye 
girmemişlerdir.


2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR

http://blog.milliyet.com.tr/yakin-tarihimizin-utanc-veren-olaylari--27-mayis-darbesi--1960/Blog/?BlogNo=212490

..

2 Ocak 2018 Salı

Şemdinli’deki PKK Terör Saldırısı ve PKK’nın Aklanması

Şemdinli’deki PKK Terör Saldırısı ve PKK’nın Aklanması



Cahit Armağan Dilek
cadilek9011@gmail.com
Milli Güvenlik ve Dış Politika Araştırmaları Merkezi
10 Ekim 2016 Pazartesi,


Şemdinli’de PKK saldırısı: 10’u Asker 18 Şehit, 27 yaralı. Son olmayacağı anlaşılan bu terör saldırısında şehit edilenlere Allah’tan rahmet diliyorum. Bir süredir bu tür saldırılardan sonra verilen haberlerde ve değişik ortamlarda konuşan uzmanlar, her saldırıdan sonra terör örgütünün yeni bir stratejisinden bahsedip iyi haber verdiklerini ve uzman olduklarını öne çıkaran haberler ve açıklamalar yapıyorlar. Haberlerde ve açıklamalarda en çok kullanılan ifadelerden biri de sıkışan, çökmek üzere olan terör örgütünün son çırpınışları, teröristlere moral vermek için bu tür saldırıların yapıldığı.

Halbuki PKK yıllardır ve özellikle 7 Haziran sürecinden sonra da benzer saldırıları defalarca yaptı. Daha önce yapmamış veya çok nadir yapmış olsa bile terörün tanımı ve hedefini düşündüğümüzde terör örgütleri zaten sürpriz ve baskın tesiri yapmak isteyeceğinden hep aynı metotları, silahları kullanmaz; istediği etkiyi yaratabilmek ve güvenlik güçlerini aldatarak saldırısını başarıya ulaştırabilmek için değişik metotlar, silahlar kullanacaktır, öyle de oluyor. Bu temel hususu unutup terör örgütü strateji değiştirdi, çırpınıyor, intihar ediyor diyerek sözde uzmanca haber ve yorumlar yapmak işi çözmediği gibi kafaları da karıştırıyor. Ayrıca bütün bu önceki olayları, tecrübeleri dışlayıp anlık yapılan haberler, yorumlar terörle mücadeleyi de maalesef olumsuz etkiliyor, çünkü bir nevi medyatik haber ve açıklamalarla sorunun ve çözümün gerçek yönleriyle ele alınması zorlaşıyor.

Burada yapılması gereken belki de istihbarat ve güvenlik kurumlarının adeta bir empati yaparak sürpriz ve baskın etkisi yaratacak yeni bir terör saldırısı nerede, ne zaman, nasıl, ne ile yapılır diye düşünüp olasılığı çok düşük de olsa her türlü alternatife yönelik istihbari çalışma yapması ve güvenlik tedbiri almasıdır.
Patlamanın yarattığı hasar ile şehit/yaralı sayısı terör örgütünün çok büyük bir miktarda patlayıcıyı kullandığını gösteriyor. Ayrıca saldırının iyi planlandığı anlaşılıyor. Peki bunu nerede yapıyor? Son 2 ayda 400’e yakın teröristin öldürüldüğü bir bölgede. PKK 4-5 ton büyüklüğündeki patlayıcıyı son 2 aydır yoğun operasyonların yapıldığı bir ortamda o ilçelerin sınırlarından Irak’tan getirmiş olabilir mi? Bu biraz düşük ihtimal gibi. Yoksa Oslo görüşmelerinde de sızdığı gibi yıllardır depolanmış patlayıcılar mı kullanılıyor ya da daha büyük ihtimalle çözüm süreci döneminde yolların altına döşenenlerin yanında henüz tespit edilemeyen depolardaki, mağaralardaki patlayıcıları mı kullanıyor? Ve çözüm sürecinde depolanan silah ve patlayıcılar Suriye’nin kuzeyinden gelmiş ve halen de geliyor olamaz mı? Büyük ihtimal. Yani bir bakıma çözüm süreci hatasının bedelini ödemeye devam ediyoruz.

OHAL’in yaşandığı, yoğun arama tarama operasyonlarının yürütüldüğü bir bölgede tonlarca patlayıcının araçlara yerleştirilmesi, saldırı noktasına taşınması neden tespit edilemez? PKK’nın o noktada öncesinde iyi hazırlanmış bu saldırıyı yapabilmesi zayıfladığını mı gösteriyor, yoksa rahatça büyük bir terör saldırısı yapabilecek ortamın halen var olduğunu mu?
Temmuz 2015’ten bu yana öldürülen PKK’lı terörist sayısı 9.000 civarında. Bu sayı terör örgütünü etkilemez mi? Tabi ki çok etkiler. Etkiliyor da. Ama PKK terör örgütünün zorla, şantajla, tehditle de olsa eleman toplayabildiğini görüyoruz. PKK’nın Suriye kolunun Suriye’nin kuzeyinde süper güç ABD ile müttefiklik ilişkisine girdiğini, 50.000 civarında elemanının eğitimli, donanımlı olduğunu ve PYD/YPG’ye yabancı askeri yardımların devam ettiğini, gerektiğinde buradaki patlayıcı ve teröristlerin Türkiye’ye aktarıldığını unutmayalım. Yani Türkiye’deki PKK terörüyle Suriye ve Irak’taki gelişmeler özellikle çözüm sürecinin başlamasıyla birlikte iç içe girmiştir, doğrudan bağlantılı hale gelmiştir.

Evet PKK yurt içinde darbeler almaktadır, teröristler büyük kayıp vermektedir; ama şu aşamada öncelik verdiği Suriye’nin kuzeyi ve Irak’ta Musul’un kuzey batısında (Sincar, Telafer) hedeflerine ulaştığında Türkiye içine ağırlık vereceği de aşikardır. Bu kapsamda Türkiye içinde her yerde küçük ya da büyük çapta terör saldırısı yapabileceğini zaman zaman da bir dalga şeklinde peş peşe saldırılar yapabileceğini göstermeye, Türkiye’nin enerjisini Suriye ve Irak kuzeyinden ziyade içeriye harcamasını sağlamaya çalışmaktadır.
Bu durum bize şunu gösteriyor: Türkiye’nin savunması ve güvenliği sınırlarının çok ötesinden başladığı gibi terörle mücadelesinin de sınırlarının güneyinde ayırım yapmaksızın Irak ve artık en önemlisi Suriye’nin kuzeyindeki PKK’nın terör üslerinin bulunduğu yerlerden başlamaktadır. Bu ifade, yurt içindeki operasyonların veya tedbirlerin öncelikli olmadığı anlamına gelmez. Bilakis yukarıda bahsettiğimiz gibi çözüm sürecinde yapılan patlayıcı depolamalarının, tuzaklamalarının tespit edilmesine yönelik istihbarat operasyonlarına ve sonrasında tespit edilenlerin imhasını sağlayacak operasyonlara, ayrıca bunlarla eş zamanlı ve koordineli olarak PYD kontrolündeki Suriye sınırının tam olarak terör yapılanmasından kurtarılmasının sağlanmasına ağırlık verilmesini gerektirmektedir. Bu da devletin bütün istihbarat ve güvenlik kurumlarının tek vücut halinde hareket etmesini gerektirir. Ayrıca terör örgütünün en üst kademesindeki lider kadrosunun öldürülmesine yönelik operasyonlar bu terörle mücadele gayretlerinin odak noktası olmalıdır.

Diğer taraftan IŞİD terör örgütünün bölgede yarattığı politik-askeri ortam PKK terör örgütünün arkasındaki dış desteğin PKK’nın Suriye kolu üzerinden açıktan ve doğrudan yapılmasına yol açmıştır. Bu durum PKK’nın 1984’ten bu yana elde ettiği en önemli avantajdır. Rakka ve Musul operasyonları bağlamında Irak ve özellikle Suriye’de PKK’nın hedeflediği özerk yapılanmalar pazarlık daha doğrusu PYD’ye bir ödüllendirme konusu olarak ortadadır. PKK’nın bu ülkelerdeki uzantıları bağlamında uluslararası arenada oluşacak mutabakat içerisinde özerk yapıların kabul görmesi / onaylanması halinde PKK bu sefer uluslararası güçlerin dikkatini Türkiye üzerine çekecektir. Siyaseten kabul görmüş Irak ve Suriye’deki uzantıları (PYD) üzerinden PKK’nın aklanması ve taleplerinin kabul edilmesi süreci Türkiye’ye dayatılacaktır, ki zaten dayatmalar başlamıştır.

http://www.21yyte.org/tr/arastirma/milli-guvenlik-ve-dis-politika-arastirmalari-merkezi/2016/10/10/8510/semdinlideki-pkk-teror-saldirisi-ve-pkknin-aklanmasi


***