21 Şubat 2017 Salı

Bölücü Teröre Karşı Gençliğin ,Milli Direnişi



Bölücü Teröre Karşı  Gençliğin Milli Direnişi





Bölücü Teröre Karşı  Gençliğin m,Milli Direnişi


Çatışma değil linç girişimi


5 Mayıs günü Yıldız Teknik Üniversitesi’nde yaşananlar Türkiye’nin uzun yıllardır görmediği bir vahşet örneğiydi.
5 Mayıs’ta televizyonlarını veya gazetelerini açanlar kavga için özel hazırlanmış her türden saldırı aletiyle terör estiren 200 kişiyi gördüler.
Ellerinde satır, döner bıçağı, çivili sopa ve demir çubuklar olan 200 kişinin bir öğrenciyi aralarına alıp linç etmeye çalıştığını gördüler.
Bu çemberden kurtulan öğrenciyi birinin tutup tekrar araya aldığını gördüler.
Daha sonra kendini kaybeden öğrenciyi birinin dönüp tekmelediğini gördüler.
Tüm bunlar yapılırken yüzü maskeli saldırganların “öldürün” bağırışlarını duydular.
Ve ölüme karşı kendilerini savunmaya çalışan, “Atatürk gençliği görev başında” diye bağıran 30 kişilik bir gurubu gördüler.
Yaşanan, Atatürkçü gençlere yönelik bir linç girişimiydi.
Ama birkaç istisna dışında basınımız her zamanki gibi olayı işine geldiği gibi yansıttı. Atatürkçü gençlere yönelik bir linç girişimi, öğrenci grupları arasındaki bir çatışma olarak sunuldu.
Hatta bazı provakasyon odakları hızını alamayarak ADKF’nin saldırgan olduğunu bile söyleyebildiler.
Aslında neler olup bittiği çok açık. Bir kez olsun namuslu biçimde görüntüleri izleyen herkes bunun bir öğrenci kavgası değil linç girişimi olduğunu görebilir. Ama maalesef gözleri ve yürekleri kör olanlar ülkemizde tüm köşebaşlarını tutmuş durumdalar.



Maskeli terör örgütlerinin Atatürkçü öğrencilere saldırısı


Saldırganlar 200 kişiyi bulan terör örgütleri koalisyonu ve onların kuyrukçularıdır. Saldırganların başını bölücü çete PKK çekmektedir. Birçoğu illegal terör örgütlerinin ağına düşmüş gençlerdir ve tanınmaktan korktukları için maskelidirler. Saldırgan grup kavga için özel hazırlanmış silahlarla donatılmıştır. Bunların yanında getirdiği döner bıçağı, satır, çivili sopa ve demir çubuklar saldırıda bizzat kullanılmıştır. Saldırganlar “öldürün” diye bağırmaktadır.
Saldırıya uğrayanlar ise 30 kişidir, savunmasızdır. Maskeli değildir, yüzleri açıktır. Yasal Atatürkçü Düşünce Kulüplerine üye, adı sanı belli kişilerdir. Saldırıya uğrayan öğrencilerin üye oldukları Atatürkçü Düşünce Kulüpleri her tür denetimden uzak bir terör odağı değil, üniversite yönetimlerince denetlenen yasal öğrenci kuruluşlarıdır.


Saldırı sırasında 24 Atatürkçü öğrenci yaralanmıştır. Bunlardan ikisi satır, ikisi de döner bıçağıyla, diğer 20 öğrenci ise yine demir çubuk ve kesici aletlerle özellikle kafalarına aldıkları darbelerle yaralanmışlardır.
Olayın ertesi günü saldırgan ve saldırılan tarafın yaptıklarına bakmak bile gerçeği görmeye yeter. Atatürkçü öğrenciler 6 Mayıs günü Taksim’de Atatürk Anıtı’nda Ata’nın huzurundaydılar, saldırganları Atatürk’e şikayet ettiler ve anıta çelenk koydular.
Saldırganlar ise ertesi gün İstanbul Üniversitesi’ne topluca girdi ve üstlerinden yüzlerce satır, döner bıçağı, rambo bıçağı, kelebek, çivili sopalar ve molotof kokteylleri çıktı. Yani Atatürkçü öğrenciler 6 Mayıs günü okula gitselerdi muhtemelen benzer olaylar yaşanacaktı.


Bu kafa Sivas’ta da Atatürkçüleri suçluyor



Bu linç girişimini bir öğrenci kavgası olarak geçiştirenlere soruyoruz.
Siz hiç elinde satırla adam doğrayan Atatürkçü Düşünce Kulübü üyesi gördünüz mü?
Ama yüzlerinde maskeleriyle dükkanların camlarını kıran, halkı provoke eden ve önüne gelene vahşice saldıran teröristleri bir çok kez gördünüz, değil mi? Sizce hangisi saldırgandır; elinde döner bıçağı ve satırla çıkıp “öldürün” diye bağıran mı, yoksa kendini savunmaya çalışan mı?
Peki nesnel habercilik yapacağım diye bu terör saldırısını gizleyen gazeteciler, acaba bir kez olsun Adli Tıp’a gidip raporları inceledi mi? Acaba raporlarda yalnız Atatürkçü öğrencilerin satır ve bıçak darbeleriyle yaralandığını okumadılar mı?
Siz hiç 200 kişilik satırlı, döner bıçaklı bir terör koalisyonuna karşı 30 kişiyle ve savunmasız kavga etmeye giden bir insan düşünebiliyor musunuz? Bunu hangi mantık kabul edebilir? Kim satırlara karşı savunmasız olacağı bir kavgayı kendi isteğiyle başlatacak kadar aptaldır?



Atatürkçü gençlerin sayılarının azlığı da nasıl bir pusu kurulduğunu göstermektedir. Okullarına girmeye çalışan Yıldız Teknik Üniversitesi öğrencisi 15-20 genç 200 kişi tarafından linç edilmek istenmiş, Atatürkçü gençler zor bela 10 kişi yardıma yetişebilmiştir.

Atatürkçü gençler kendilerini savunmasalar öleceklerdi

Şimdi tablo buyken bazı aklıevveller hiç utanmadan ve sıkılmadan şöyle diyebiliyor: “Her şeye rağmen Atatürkçülerin bu kavgada işi ne?” Doğru ya; saldıran kim olursa olsun sonuçta Atatürkçü gençler de o kavganın içinde değiller mi? Peki aynı mantıkla Sivas’ta da Atatürkçüleri mi suçlayacaksınız? Ya öldürülen Uğur Mumcu, acaba o da bir kavganın içinde miydi?


İşte bu tam da Sivas’taki şeriatçı kafasıdır. 33 Aydın yakılır ama bunun sorumlusu yakanlar değil, Aziz Nesin’dir veya heykeli dikilen Pir Sultan’dır.
Kendilerini savunan Atatürkçü gençlere “onlar da taş atıyordu” demek en hafifinden ayıptır. Ne yani arkadaşlarımız kendilerini savunmayıp da ölmeyi mi tercih etselerdi. Çok açık söyleyelim bunları söyleyen kişinin isteği budur. Bizden istedikleri ya Atatürkçülüğü bırakmamız ya da ölmemizdir. Zaten bir İstanbul Üniversitesi yöneticisinin olaydan önce bize yaptığı uyarı da bu mantığın sonucudur.

“Çocuklar, okulda gerginliği engellemek için siz en iyisi bir süre okula gelmeyin”
İş bu kerteye kadar varmıştır. Atatürkçüler Atatürk’ün kurduğu Türkiye’de o kadar gerilemişlerdir ki, birilerine yaranabilmek için neredeyse Türkiye’den gitmeye bile razı hale getirilmeye çalışılmaktadır.
“Ama Atatürkçüler de taş atıyordu” diyenler biraz insan olsa haberlerde ADKF’den üç öğrencinin ağır yaralı olduğunu öğrenebilirdi. Ağır yaralı arkadaşların kafalarından satır ve döner bıçağı darbesi aldığını ve ölümden döndüğünü görebilirdi. Yani arkadaşlar kendilerini savunmasalar, telaffuz etmek istemiyoruz ama oradan ölüm bile çıkabilirdi. Ama herhalde o zaman da “yahu Atatürkçünün kavgada ne işi var”diyenler bu sefer de “Atatürkçülerin ölümle ne işi var” diyecekler. Sivas’ta da öyle olmadı mı? Bazıları için halen suçlular yananlar değil mi?

Basının amacı saldırganın bölücü ve terörist kimliğini gizlemek

Peki gerçekten Atatürkçülerin bu kavgada ne işi var?
Ancak saldıran tarafın kim olduğunu bildiğimiz zaman bu soruyu cevaplandırabiliriz. Bunun için tüm basının korktuğu ve ısrarla gizlemeye çalıştığı şey de bu.


Saldırganların başını bölücü çete PKK çekiyor. Zaten saldırılar da Çarşamba günü bu çetenin kışkırtmasıyla başladı. Hani bazıları bir afiş yüzünden diyor ya. Gerçekten de saldırı bahanesi TÜRKSOLU’nun “1 Mayıs: Vatan ve Emek Savunması” ve üzerinde “Ya İstiklal Ya Ölüm” yazan Atatürk afişleriydi. Birinde Türk Bayrağı diğerinde de Atatürk resmi vardı. Bölücü ve işbirlikçi terör örgütleri Çarşamba günü de gelip aynı şeyi söylemiş ve demirlerle saldırmıştı:
“Bu okulda Atatürk’e, Atatürkçülüğe ve Türk Bayrağı’na izin yok”.
Yani bunların rahatsız olduğu şey şuydu. Üniversiteler yıllarca bölücü, gerici, işbirlikçi terör örgütlerinin yuvası olmuştu, şimdi ise 68’den sonra ilk kez Atatürkçü bir gençlik hareketi büyüyordu. Bölücü ve işbirlikçilerin bu büyümeyi hazmedemeyeceğini zaten biliyorduk. Zaten Türkiye’de Atatürkçülüğü savunmanın zorluklarının gayet iyi farkındaydık.

Bir kulüp kurmak için yıllarca didinip kulübü kurduğumuzda ise afiş yapmak, stand açmak için bile okulu işgal etmiş bu terör şebekeleriyle kavgayı göze almayı gerektiren günler çok eskide değildi. Şimdi bu aşamayı atlatıp tüm üniversitelerde ciddi bir güç haline gelince bölücü ve işbirlikçilerin bize saldırması doğaldı. Çünkü üniversitelerin Apo’nun değil de Atatürk’ün resimleriyle dolu olması bunlar için kabul edilemezdi. Onun için buna da şaşırmadık.


Türk bayrağı ve Atatürk resminin yasaklanmasına izin mi verelim?

Ama bugün her Atatürkçü için üzücü olan şudur. Biçimi ne olursa olsun, üniversitede bölücü çete Atatürkçü gençlere Türk Bayrağı ve Atatürk resmi asmayı yasaklamaya kalkmış, Atatürk’ü ve Türk Bayrağını savunan gençlere önce Çarşamba günü demir çubuklarla, sonra pazartesi günü satır ve döner bıçağıyla saldırmış ama basınımız, üniversite yönetimleri ve Emniyet Teşkilatı Atatürkçüleri savunmak yerine bölücü saldırıyı gizleme uğraşı içinde olmuştur.
Bu, aslında devletin AB ve ABD tarafından nasıl kuşatıldığının da kanıtıdır. AB, ABD ve bölücü çetenin ortak siyasallaşma stratejisi Yıldız’da duvara toslayınca tüm Amerikancılar, AB’ciler saldırganların gerçek kimliğini gizleme telaşına düşmüşlerdir.
Bölücü terörün Atatürkçülere yönelik saldırısını bir öğrenci kavgası olarak haberleştirmek açıkça bölücülüğü korumaktır. Birçok gazete ve televizyonun ısrarlı uyarılarımıza rağmen bu tavrını sürdürmesi düşündürücüdür.

Bölücüleri himaye eden üniversite yönetimleri

Ama daha da üzücü olan üniversitelerimizin tutumudur. İstanbul Üniversitesi ve Yıldız Teknik Üniversitesi şimdiye kadar bu konudaki uyarılarımızı dikkate almamış, bu grupların tepkisinden çekinerek bölücü ve işbirlikçi terör gruplarını himaye etmiştir. Bu guruplar bizzat üniversite bünyesinden, kulüpler aracılığıyla aldıkları paralarla siyaset yapmış, üniversite yönetimleri defalarca bu terör gruplarını muhatap kabul etmiştir.
Yıldız Teknik Üniversitesi Rektörlüğü açıkça terör gruplarını desteklemekte ve bölücü terörü himaye etmektedir. Hatta saldırı sırasında orada bulunan Yıldız Teknik Üniversitesi Rektörü Atatürkçü öğrencilerin saldırılara karşı güvenliklerinin sağlanması taleplerini reddetmiş ve Emniyet teşkilatının olaya müdahale etmesini engellemiştir. Eli satırlı teröristler hâlâ sokaklarda elini kolunu sallaya sallaya dolaşıyorsa bunun bir sorumlusu da Yıldız Rektörüdür.
İstanbul Üniversitesi de bu gurupların en rahat çalışma olanaklarını bulduğu yerdir. Gerek İstanbul gerek Yıldız Teknik Üniversitesi’nde yönetimler terör gruplarının kendilerini protesto etmesinden korktukları için onları besleyerek yatıştırma yolunu seçmiştir. Bu çıkmaz bir yoldur. Terörü besleyerek değil, ona karşı mücadele ederek engelleyebilrsiniz. Yoksa bugün yatıştırmak için beslediğiniz terör gelip bir gün sizi de vurabilir.
Olaydan bir gün sonra İstanbul Üniversitesi’nde ortaya çıkan terör aletleri küçük bir güvenlik tedbirinin bile nasıl işe yarayacağını göstermiştir. Salı günü İstanbul Üniversitesi kapısına yığılan satırların bir kısmının kanlı olması, yani önceki gün arkadaşlarımız üzerinde kullanılmış olması bu gerçeği kanıtlamaktadır.
Bu olaylar gerek Yıldız ve İstanbul Üniversitesi yönetimlerine gerekse de Emniyet teşkilatına ders olmalıdır. Bundan sonra maskeli terör gruplarının aynı saldırılarda bulunmasını önlemek için güvenlik tedbirleri almak, saldırılar daha gerçekleşmeden müdahale etmek tüm bu kurumların görevidir.
Bu terör odaklarından gelen tehdit Atatürkçü gençlere yönelik saldırıyla da sınırlı değildir. Ülkemiz yeniden ABD ve AB emperyalistlerinin yönlendirdiği bu terör grupları aracılığıyla 12 Eylül öncesine döndürülmek istenmektedir. Bir süredir ortalıktan kaybolan maskeli, satırlı terör örgütleri yeniden hortlamıştır.


Üniversiteleri 80 öncesine döndürmek istiyorlar
Basın Atatürk’ten ve Atatürkçülerden hoşlanmadığı ve dahası bizi hedef aldığı için saldırganların bu kimliğini saklama gayreti içindedir. Ama tavsiyemiz 80 öncesini unutmamalarıdır. Çünkü bu provakasyon ve terör ortamı bir kez başladıktan sonra Atatürkçülerle sınırlı kalmayacağı da açıktır.
Biz bu grupları 80 öncesinden tanıyoruz, 96 1 Mayıs’ından tanıyoruz. En son Bingöl’de deprem bölgesinde yaşanan provakosyon da aynı zihniyetin yeni bir versiyonudur.

Yani bu maskeli çeteler yalnız Atatürkçü gençler için değil tüm Türk milleti için de büyük bir tehlikedir.

Yalnız bunlar bir avuçtur. Onlara güç veren başta bağlı bulundukları büyük emperyalist güçler, sonra da onlarla paslaşan basın ve devlet kurumlarıdır. Bu yüzden de bugün basının bu tavrı terörü teşvik eden bir tavırdır. Saldırganların kimliğini gizleyerek, olayın bir terör saldırısı olduğunu reddederek, olayı bir sokak kavgasına indirgeyerek basının yaptığı şey yeni terör saldırılarına davetiye çıkartmaktır.

Şeriatçı-bölücü-Amerikancı-gardropçu ittifakı

Türkiye dört bir yandan kuşatılmış durumdadır. Büyük konuşmak istemeyiz ama bu saldırıyı Türkiye’ye yapılan saldırıların bir parçası sayıyoruz. Hedef alınan ADKF değil Türkiye çapındaki Atatürkçü, milliyetçi uyanıştır. Bu uyanış AB ve ABD emperyalistlerini telaşlandırmıştır onun için de emperyalizm bu uyanışın en dinamik kesimine taşeronlarını salmıştır.
Saldırı öncesinde ve sonrasında ADKF’ye saldıranlara ve saldırganlara bakınca karşımıza tam da Türkiye düşmanı malum cephe çıkmaktadır.
Saldırıyı gerçekleştiren bölücü çete ve onun kuyrukçusu işbirlikçi terör odaklarıdır. Bunların adında sol olması bir şeyi değiştirmez çünkü bunlar sol maskeli taşeron örgütlerdir.
Saldırının fitilini ateşleyen Hürriyet Gazetesi ve Ertuğrul Özkök’tür. Ertuğrul Özkök neredeyse bir aydır TÜRKSOLU’na yönelik bir saldırı kampanyası başlatmıştır. 5 Mayıs’taki saldırı sonrasında da özenle bölücü terör odaklarını gizleyerek ADKF’yi hedef gösteren aynı Ertuğrul Özkök’tür.
Şeriatçılar da gecikmemiş hemen ertesi günü ADKF ile ilgili polisiye haberler yapmaya başlamıştır. ADKF’nin illegal olduğunu öne sürmüş ve daha bir sürü ipe sapa gelmez yalanı piyasaya sürmüştür. Dahası zaten herkesin bilgisi dahilinde olan dergi bürosunun adresini de açık biçimde yazarak ADKF’yi hedef göstermiştir.

Şeriatçıların, bölücülerin ve Amerikancıların nasıl birlikte hareket ettikleri ve TÜRKSOLU’na karşı birleştikleri ortadadır.

Bu öyle bir birleşmedir ki bu cephe için yasal Atatürkçü Düşünce Kulüpleri’nde çalışan öğrenciler illegaldir ama PKK yasaldır. Bir grup daha vardır ki bunların yaptığı hepsinden de düşündürücüdür. Aydınlanma 1923 adını alan ve kemalist olduğunu iddia eden grup saldırı sonrası açıkça bölücü çeteyi savunmuş ve Vakit, Evrensel ve Özgür Gündem’e yolladığı fakslarla ADKF’yi hedef alan yayınlar yaptırmıştır. Vakit’te çıkan provakasyon haberinin satır satır bu grubun açıklamasından geçirildiğini görmemek imkansızdır. Böylece Atatürkçü gözüken ama aslında Gardrop Atatürkçüsü olanların yalnız ABD’yle değil, bölücü çeteyle ve hatta şeriatçılarla bile işbirliği yapmaktan çekinmeyeceği de bir kez daha ortaya çıkmıştır

Terörist saldırıda TKP ve EMEP’in işi ne?

Burda saldırıya katılan yasal partilerden söz etmeden geçemeyiz.
TKP; EMEP ve SDP başından beri bu saldırıya destek olmuştur.
TKP daha ilk aşamasında gerginliği tırmandırmış, porovokasyon ortamına çanak tutmuş,ama saldırı bittikten sonra saldırıda yer almayacağını açıklamıştır. Bu partinin yöneticileri onca zaman komünizme meşruiyet sağlamak için uğraştıklarını söylediler. Acaba adamlarını böyle satırlı saldıralara sokarak mı meşruluk sağlamaya çalışıyorlar? Komünizm Türkiye’de Atatürkçü öğrencilere saldırarak mı meşrulaşacak sanıyorlar? Eğer öyleyse büyük bir yanılgı içindeler. Çünkü terör çeteleriyle beraber Atatürkçülere saldırmanın meşrulaştırabileceği hiç bir şey yoktur. Bu partinin yöneticileri Atatürkçülere yönelik bu saldırının sorumluluğunu taşıyamazlar, onları uyarıyoruz. Bu saldırılara karşı elbette ki Atatürkçüler yasal ve meşru haklarını savunacaklardır ve karşılarındaki terörün yasal veya illegal bir örgütten gelmesi bunu değiştiremez.
EMEP’in yaptığı ise Türkiye’nin nasıl bir ülke olduğunu gösteren bir örnektir. EMEP gibi yasal bir parti bu terör saldırısına katılmakla kalmamış, terör gruplarıyla beraber ortak basın açıklaması bile yapabilmiştir. İşte AB demokrasisi tam da budur. Eli satırlı terörist gazeteye çıkıp “döner bıçağı benimdi pişman değilim” diyecek ve elini kolunu sallaya sallaya gezecek, yasal partileri terör gruplarıyla Atatürkçülere satırlı saldırı düzenleyip sonra da beraber basın açıklaması yapacak, okul yönetimleri ise bunlara her türlü kaynağını ve olanağını sunacak.

Türk milletinin Atatürkçü uyanışı hedef alınıyor

Hedef alınan Türk milletinin ve özel olarak Türk gençliğinin milli uyanışıdır. 68’lerden beri ilk kez Atatürkçü ve milliyetçi bir temelde büyüyen gençlik hareketi bu denli kitleselleşmiştir. Bu gençlik hareketi ABD ve AB’yi direkt olarak karşısına almış ve vatan savunmasına başlamıştır. Bu uyanış gençlikle de sınırlı değildir. İşçi sınıfından bürokrasiye ve Orduya kadar tüm ulusal kurumlar ve sınıflar büyük bir uyanış içindedir.
Emperyalizmin taşeronu bu bölücü-işbirlikçi terör odaklarının işe üniversitelerden Atatürk posterlerini ve Türk bayraklarını kazıyarak başlamak istemesi tesadüf değildir. Atatürkçüler olarak gerekli kararlılığı gösteremezsek Atatürk resimlerinin yerini Apo resimleri Türk bayrağının yerini ise Amerikan bayrağı alacaktır.
Onun için tüm Atatürkçülerin, bütün milliyetçilerin verdiğimiz mücadelenin ne kadar önemli olduğunu kavraması gerekmektedir. Yıldız Teknik Üniversitesi’nde Atatürkçü gençler yalnız kalmıştır. Teröre bu kadar şehit veren bir milletin bölücülüğe bu kadar çabuk boyun eğmesi üzücüdür. Fakat saldırının hemen sonrasında yaşanan dayanışma, milliyetçi saflardaki bütünleşme umut vericidir.
Atatürkçü gençler her zaman olduğu gibi bundan sonra da provokasyon ortamına çekilmemek için özel bir çaba sarfedecektir. Ancak Türkiye’yi ve üniversiteleri bu emperyalist taşeronlarına bırakmak niyetinde de değiliz. Bu terörist saldırıları önlemenin yolu tüm Kuvayı Milliyecilerin birleşmesi ve Atatürkçü gençlerin varolma mücadelesine sahip çıkmasıdır.
Atatürk gençliğinin milli uyanışını boğmak için bölücü terör harekete geçmiştir ama bölücü teröre karşı milli direniş de başlamıştır.
Atatürk gençliğinin milli direnişine sahip çıkmak tüm yurttaşlarımızın namus borcudur.



7 Şubat 2017 Salı

ULUSLARARASI TERORİZM İLE MÜCADELEDE DE HUKUK İLKELERİNİN ETKİSİ: İNGİLTERE ÖRNEĞİ, BÖLÜM 12





ULUSLARARASI TERORİZM İLE MÜCADELEDE DE  HUKUK İLKELERİNİN ETKİSİ:  İNGİLTERE ÖRNEĞİ,  BÖLÜM 12



      
  2. İNGİLTERE’NİN KÜRESEL TERÖRİZM İLE MÜCADELESİ 

İngiltere iki binli yıllar kadar, tehdit algılamalarını sadece ayrılıkçı terör örgütüne yönelik düzenlememler ile yapmıştır. Buna karşın uluslararası terör örgütlerine ve diğer ülkelerde yaşayan terör örgütlerine karşı ciddi düzenlemeler yapma ihtiyacı hissetmemiştir. İngiltere Soğuk Savaş dönemi boyunca sadece İrlanda sorunu ve NATO’nun tehdit saydığı sol örgütlerle ilgilenmiştir. Uluslararası Terörizm konusunda ise yaptığı tek düzenleme, yine IRA terörünün uluslararası bağlantılarının artması sebebiyle uluslararası terör örgütlerinin İngiltere uzantıları ile ilgili, 1984 yılında PTA’ da yaptığı cılız bir değişiklik şeklinde gerçekleşmiştir.

Fakat bu durumu soğuk savaşın son yıllarında başlayan eğilim ile birlikte değişime uğramış ve yasal düzenleme ihtiyacı kendisini hissettirmeye başlamıştır. Bu ihtiyacın temel noktasında ABD ve İngiltere’nin Ortadoğu kökenli örgütler ve radikal İslamcı gruplar bulunmaktadır. Soğuk savaşın bitmesiyle birlikte radikal İslam’ı Batı’nın karşısındaki en büyük tehdit olarak ilan eden ABD ve İngiltere; 1998 yılında Afganistan merkezli Usame Bin Ladin, ABD’ye meydan okumaya başlamış ve Güney Afrika’da bulunan iki ABD büyükelçiliğini bombalamasıyla birlikte bu tehdit durumunu daha yakından ve şiddetli hissetmiştir. Ayrıca bu olayları takip eden günlerde, İngiliz basınının yüksek tirajlı gazeteleri “Müslüman Fanatikler Batılı Şehirlere Kimyasal Silah İle Saldıracak”, “Müslümanların Kötü Niyeti: Londra’yı Bombalamak” şeklinde manşetler atarak halkı da bir anlamda toplumun da radikal İslamcı terör tehdidine karşı hassasiyetlerinin arttırılması sağlanmıştır.

İngiltere özellikle sömürgecilik tarihine dayanan nedenlerle, Ortadoğu’da yaşanan gelişme ve çatışmaların tarihi sorumlusu olarak ön plana çıkmaktadır. El – Kaide ideolojisindeki terör örgütleri de İngiltere’nin bu tarihi sorumluluğundan dolayı bu ülkenin cezalandırılması gerektiğine inanmaktadır. Bu sebeplerle yeni bir terörist tehdidin odak noktasına düşen İngiltere ise, terörle mücadele stratejilerinde yeni düzenlemelere gitmek durumunda kalmıştır.    

İngiltere’nin bugün karşı karşıya olduğu uluslararası terörist tehdidinin geçmişteki terörist tehditlerden oldukça farklı olması; eylemlerini dini gerekçelerle meşrulaştırması, oldukça geniş bir dini ve siyasal gündeme sahip olması; birçoğunun toplu sivil ölümlerinin peşinde olması, radyolojik ve biyolojik silahlar dahil konvansiyonel olmayan teknikler kullanmaya hazır olmaları, aktif bir şekilde İngiltere ve dünyanın birçok yerinde eleman kazanmaya çalışıyor olmaları eski düzenlemelerin işlerliğini düşürmüştür. Bu sebeple yeni bir düzenleme ve strateji geliştirme ihtiyacı duyulmuştur. Uluslararası terörizmle mücadelede yeni önlem ve düzenleme yapma ihtiyacına etki eden diğer bir faktörse, Londra’nın uluslararası terör gruplarına güvenli bir yuva sunduğu yönündeki algılamalardır. Diğer Batı Avrupa ülkelerine göre görece daha liberal yasalara sahip olan İngiltere, bu ve benzeri nedenlerden dolayı birçok siyasi ve silahlı grubun tercih ettiği bir merkez olmuştur. Özellikle Iraklı, İranlı, Mısırlı ve Suudi Arabistanlı rejim muhalifleri bu ülkeyi mesken edinmiştir. Bu sebeplerle İngiltere 2000 yılı Terör Yasası adı altında bir düzenleme yapmıştır.


2.1. 2000 Terör Yasası (Terrorism Act 2000 )

Yasa önerisi 1999 ve 2000 yılında yapılan yoğun tartışmalar sonucunda 2 Temmuz 2000’de Kraliyet Onayını alarak, 19 Şubat 2001 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Bu yasa sadece İngiltere değil uluslararası terörle mücadele konusunda tüm dünya için önemli bir adım sayılmalıdır. Çünkü bu yasayla İngiltere gibi uluslararası sistemin önemli bir aktörü olan bir ülke, kendisine dönük olmadığı halde, uluslararası arenada faaliyet gösteren birçok terör örgütünü ve bu örgütlerin İngiltere’deki faaliyetlerini yasaklamıştır.

Bu yasayla terörün tanımının hiç olmadığı kadar genişletilerek terör örgütlerinin tüm faaliyetleri yasaklanmış olmaktadır. Terörizm yasasının bir diğer özelliği de terör gruplarının finans kaynaklarına yönelik olarak getirdiği düzenlemelerle, finans kaynakları ile de etkin mücadeleyi amaç edinmiştir. Yasa ayrıca terör örgütleri ile mücadelede soruşturma ve mücadele birimlerinin yetkilerinde de düzenlemelere gitmiştir. Bu yasayla terörle mücadele birimleri diğer suçlarla mücadele yöntemlerine nazaran daha fazla güçle donatılmıştır. Bu yasa uygulamasına göre yetkililere terör suçu ile alakalı şüphelilerin 48 saat saat gözaltında tutabilme olanağı sağlanmıştır. Bu süre yedi güne kadar uzatılabilmektedir. Fakat eski yasalara nazaran bu yasanın bu konudaki temel farkı; gözaltına alma kararının bir yargıç gözetiminde veriliyor olmasıdır.
Ayrıca bu yasanın diğer bir özelliği de bir terör listesi ortaya koyması ve 21 örgütlü bir listeyi de kanuna eklemiş olmasıdır. Bu örgütlerin herhangi bir şekilde desteklenmesi de suç sayılmıştır. Bu listeye itiraz hakkı olmakla beraber, liste parlamentonun onayı ile beraber geçerli olacaktır. Bu listenin dikkati en çok çeken yönü ise radikal İslamcı örgütlerin ağırlıkta olmasıdır. Bu yasayı diğer yasalardan ayıran bir başka özellik ise diğer yasaların aksine bu yasanın geçici değil, kalıcı olmasıdır.

2000 Terörizm Yasası’na en büyük tepki ise başta İngiltere’de yaşayan Müslüman gruplar olmak üzere insan hakları dernekleri ve sivil toplum örgütlerinden gelmiştir. Tepkiler terörizm ve örgüt tanımında yapılan genişletici düzenlemelere yoğunlaşmıştır. Bu yasa uyarınca azınlıkların hak arama mücadelelerinin ve Greenpeace gibi barışçıl örgütlerin bile yasaklanabileceği belirtilmiştir. Fakat terör örgütü listelerinin Meclis onayına ihtiyaç duyması ve kamuoyunun yakın takibi bu endişeleri azaltmaktadır. Fakat özellikle Müslüman gruplar yasanın belli bir dine ve ırka karşı hazırlandığını savunarak İngiltere’nin bu yasa ile özellikle Müslümanlara karşı bir baskı unsuru oluşturduğunun altını çizmiştir. Özellikle Filistin ve Keşmir’de halk tarafından yasadışı hareket eden işgalcilere karşı halkın verdiği mücadeleyi uluslararası hukukun meşru bulurken, İngiltere’nin bu tip azınlık mücadelelerinin önüne geçtiğini savunmuştur.
Tartışmasız olarak İngiltere’de terörle mücadele konusunda çıkabilecek en sert yasa olarak değerlendirilirken; meydana gelen 11 Eylül olayları ile İngiltere sağduyusunu kaybederek bir tür telaş ve paranoyanın izleri görünen yeni düzenlemeler yapmaya başlamıştır.

2.2. İngiltere’nin 11 Eylül Saldırıları Sonrası Yaptığı Düzenlemeler   

Bilindiği gibi 11 Eylül’de ABD’ye karşı yapılan geniş çaplı saldırıya karşı Washington’a en önemli destek İngiltere’den gelmiştir. İngiltere saldırıları adeta kendisine yapılmış saymış ve bundan sonraki saldırıların İngiltere’yi hedef alabileceğini hesaplamıştır. Irak ve Afganistan’da İngiltere en çok asker bulunduran ikinci ülke konumuna gelmiştir.

11 Eylül sonrası süreçte İngiliz toplumunda güvenliğin kaybolmaya başladığı düşüncesi hakim olmaya başlamıştır. Bu sebeple toplum bu zafiyetin giderilmesi için her şeylerini feda edebilecek duruma gelmiştir. Avrupa kamuoyu tüm demokratik yönlerine rağmen en ufak bir güvenlik sorununda tüm liberal duruşunu bırakıp en sert önlemlere kolayca ‘evet’ diyebilecek bir yapıya sahip olmuşlardır. The Guardian gazetesi tarafından yapılan bir ankette, katılımcıların üçte ikisi güvenlik ve düzen için sivil haklardan taviz verilebileceğine inandığını söylemiştir. Hatta Londra saldırılarından sonra meydana gelen bir hırsızlık olayında bir polis memurunun çıkan çatışmada öldürülmesi ile ilgili olarak İdam cezasının dahi yeniden yürürlüğe girmesi tartışma konusu olmuştur. Demokrasinin beşiği sayılan böyle bir ülkede dahi bu gibi gelişmeler, güvenlik özgürlük dengesinin, güvenlik unsurundan yana bozulmaya başlamasının insanlar üzerinde bıraktığı psikolojik etkiyi gözler önüne sermektedir. Bu sebeple İngiliz hükümeti sert tedbirler alarak halkın ve özellikle güvenlik güçlerinin taleplerini yerine getirmeye yönelik tedbirler almış fakat özellikle yapılan yasal düzenlemeler, demokratik hukuk devleti ilkelerini ihlal ettiği gerekçesiyle ağır eleştiriler almıştır.

2.2.1. Anti – Terörizm Suç ve Güvenlik Yasası 2001   (Anti – Terrorism Crime and Security Act 2001)

Aralık 2001’de, İngiltere, ABD’nin liderliğini takip ederek, içinde terörist saldırıları ortaya çıkarmayı, soruşturmayı ve terörist saldırılar aleyhine dava açmayı kolaylaştıracak eşi görülmemiş önlemler bulunan Anti- Terörizm Suç ve Güvenlik Yasası’nı meclisten geçirerek 11 Eylül saldırılarına bir cevap vermiştir. 11 Eylül saldırılarının hemen ardından çıkarılan bu yasa bir tür olağanüstü hal yasası niteliğindedir. 2000’de çıkarılan yasaya konulamayan bir çok yetki bu yasa ile uygulamaya konmuştur. Bu yönü ile bu yasanın içeriği güvenlik güçleri lehine bir fırsatçılık olarak nitelendirilmiştir. 2000 yasasının görüşmeleri sırasında daha sert önlemlerin alınması gerektiğini savunan bu kişiler, 11 Eylül sonrasında daha az bir direnişle karşılaşmışlardır.

Yasa İçişleri bakanına terör zanlısı yabancıların gözaltına alınmasına izin verme yetkisi vermiştir. Bunun için bakanlığın söz konusu kişilerin İngiltere’de bulunmasının ulusal güvenliğe tehdit oluşturduğuna inanması hatta bundan şüphe etmesi yeterli olacaktır. Bu sebeple yasanın bu bölümü en tartışmalı nokta olarak tepkileri üzerine çekmiştir. Terörün sürekli bir tehdit olduğu ve bu sorunu çözmek için uzun soluklu politikalara ihtiyaç duyulduğu; fakat yasanın amacının sadece acil durumları önleyebilmek için geçici çözümler ürettiği eleştirisinde bulunularak, özellikle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ihlali niteliğinde olduğu belirtilmiştir. Parlamento’nun İnsan Hakları Müşterek Komitesi ve Privy Counsellor Review Committee (özel bir temyiz mahkemesi) tarafından alınan bu karar sonucu hükümete bu yasayı kaldırması tavsiyesi verilmiştir. Yasanın yürürlükte kalması için ise hükümetin ana gerekçesi “ bir kişinin yapmış olduğu cezai sonuçları olan saldırı için dava açmak, İngiltere’nin delillerin kabul edilebilirliğindeki kesin kurallarından ve yüksek ispat standardı istemesinden dolayı mümkün olmayabilir” olmuştur. Bu yasayı oluşturmaya iten sebeplerden biri yukarıda bahsedildiği gibi, terör olaylarında her zaman yeterli delil bulunamaması ve olay olana dek bu tip delillerin bulunmasının zorluğundan bahisle, şüphe duyulan kişilerin kanıt olmaksızın etkisiz hale getirilmesi gereğidir. 

Diğer bir neden ise terör tehdidi oluşturan kişilerin çoğunun yabancı olması ve bu şahısların genel olarak, sık insan hakları ihlali yapılan ve yakalanan kişinin mensup olduğu ülkeye iade edilmesi durumunda işkence ve kötü muameleye maruz kalacağı ülkelerin vatandaşı olmasından kaynaklanmaktadır. Şöyle ki yabancıların bu tür insanlık dışı muameleler uygulayan ülkelere geri gönderilmesi yasağı İngiltere’nin neredeyse 20 yıl önce onaylamış olduğu Birleşmiş Milletler (BM) İşkenceyi Önleme Sözleşmesi’nde şu şekilde dile getirilmiştir: “Hiçbir Taraf Devlet bir şahsı, işkenceye tabi tutulacağı tehlikesinde olduğuna yönelik esaslı sebepler bulunduğu kanaatini uyandıran başka bir Devlete geri göndermeyecek, sınır dışı etmeyecek veya iade etmeyecektir.” Bu sebeple İngiltere sınır dışı edemeyeceği kişileri, hapis altında tutmayı bir strateji olarak benimsemiş ve bu yasayla bunu gerçekleştirmeye çalışmıştır. 
 16 Aralık 2004 tarihinde ise Lordlar Kamarası Belmarh Hapishanesi’nde bulunan dokuz yabancının durumunu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine aykırı bulmuş ve böylece 2001 Anti- Terörizm Suç ve Güvenlik Yasası hükümsüz kalmıştır. Hapishanede tutulan dokuz yabancı Aralık 2001 tarihinde bu yasanın hükümlerine dayanılarak hapishanede tutulmuş ve bir kez olsun mahkeme önüne çıkarılmamışlardır. Hapishanede geçen bu uzun süre bir bakıma yargılamadan cezalandırmak anlamına gelmiştir. Durumu değerlendiren Mahkeme; gözaltının gözden geçirilmesindeki düşük standart ve şüphelilerin haklarının korunmasındaki açık eksiklikten dolayı, yasanın unsurlarının kesin olarak Avrupa İnsan hakları Sözleşmesi’ne aykırılık gösterdiğine hükmetmiştir.

Yasanın, bu şekilde devre dışı kalması ile oluşan boşluğu doldurmak adına hükümet acil olarak yeni bir yasa hazırlama yoluna gitmiştir. Ancak yeni yasa da oluşan bu boşluğun çok ötesinde yetkileri getirmiştir.


2.2.2. 2005 Terörle Mücadele Yasası (Prevention Of Terrorism Act 2005) 

Bu yasa diğer yasadan farklı olarak, yabancıların gözaltına alınması hükmü yerine “kontrol altında tutma” şeklinde yeni bir düzenleme getirmiştir. Bu kontrol talimatına göre terörizm ile ilgisi olan kişileri belli yerlerde kalmaya ve belli davranışları yapmaya zorlayacak yetkiler verilmiştir. Bu yasayla güvenlik güçlerine; bu yasa kapsamındaki zanlıları ev hapsinde tutabilme, cep telefonu ve internet kullanımını yasaklaya bilme gibi yetkiler vermiştir. Bu yasanın diğer bir farkı ise bu sefer yabancılarla birlikte İngiltere vatandaşlarının da bu talimat kapsamında değerlendirmeye tabii tutulabilmesi olmuştur.

Fakat bu yasaya karşı parlamento çok daha güçlü bir dirençle karşı koymuştur. Eleştirilerinin başında; ilk anayasa olarak bilinen ve 790 yılında İngilizlerin hazırladığı Magna Carta’dan beri İngiliz hukukunda var olan mahkumun hapishanedeyken bile ceza ve infaz yöntemlerini sorgulayabilmesi, mahkemelerin adil ve bağımsız olması, tutukluya kendini savunacak hak ve bunu sağlayacak şartların oluşturulması gerekliliği gibi ilkelerin yıkıldığı gelmektedir. Hükümetse ısrarla yasaların güvenlik güçlerinin terörle mücadele etmesini zorlaştırdığını ve olağanüstü şartlar için olağanüstü yasalar gerektiğini savunmuştur. Yasa yapılan düzenlemelerin terörizm suçunun özünden kaynaklanan sebeplerle bir varsayımla savaşmak olarak nitelendirmiş ve bir varsayım üzerine bu kadar geniş yetkiler verilmesinin doğru olmadığı konusunda yapılan eleştirilere ise hükümet, Britanya vatandaşlarının yaşama hakkının, terör zanlılarının sivil haklarından daha önemli olduğu tezi ile karşılık vermiştir.
Yasa Avam Kamarasında yaşanan büyük isyanlara karşı Lordlar kamarasına gönderilmiş fakat Lordlar kamarasında da muhalefetle karşılaşan yasa iki kamara arasında sürekli gidip gelmiştir. Ortaya anayasal bir krizin çıkması sonucu muhalifler ve hükümet yasanın bir yıl içinde yeniden değerlendirilmesi konusunda anlaşarak, yasanın kabulü sağlanmıştır. Yasa kraliyet onayını ise 11Mart 2005 tarihinde almıştır.

İngiltere’de çıkarılan yasalar özellikle güvenlik güçlerinin kontrolü daha rahat sağlayabilmesi refleksi ile sert bir tutum üzerine kurulmuştur. 11 Eylül saldırıları dönemindeki güvenlik bunalımı sebebiyle kolaylıkla geçebilen yasalar; dünya kamuoyunun güvenlik özgürlük dengesine bakışının değişmeye başlaması ve uluslararası örgütlerin sürekli olarak demokratik hukuk devleti ilkelerine vurgu yapması ile, onay aşamasında daha büyük dirençle karşılamaya başlamasına neden olmuştur. Fakat bu süreçte İngiltere’nin kendi evinde meydana gelen 7 Temmuz 2005 Londra saldırıları tekrardan bir panik havası oluşturmuştur.

2.3. 7 Temmuz 2005 Londra Saldırıları Sonrası Yaptığı Düzenlemeler 

Londra Saldırıları şehrin atardamarları konumundaki toplu taşıma sistemlerinde yapılan intihar saldırıları şeklinde gerçekleşmiş ve toplam 52 kişinin ölümüne çok sayıda kişinin de yaralanmasına sebep olmuştur. Ulaşım sistemini hedef alan bu saldırılarda olağan yaşamı etkileyerek korku ve panik ortamı yaratmak amaçlanmıştır. Ayrıca saldırıların yapıldığı esnada şehirde G – 8 ülkeleri zirvesinin yapılıyor olması sebebi ile şehirdeki güvenlik önlemlerinin en üst düzeyde olduğu bir ortamda bu saldırıların yapılması ise güvenlik güçlerinin halkı korumakta başarısız olduğu mesajını halka iletmeyi hedeflemiştir. Saldırılardan sonra yapılan soruşturma neticesinde 130 terör zanlısı tutuklanmış ve bu olayın gerçek faillerinin bunlardan 4’ü olduğu anlaşılmıştır. Fakat halkı korkuya iten asıl sebep ise bu dört zanlının da İngiltere’de yaşamakta olduğu ve hatta İngiliz vatandaşı olduğudur. Bu olaydan iki hafta sonra Brezilyalı bir elektrikçi olan Jean Charles de Menezes bir tren istasyonunda eylem yapacağına dair şüpheden hareketle güvenlik güçleri tarafından vurularak öldürülmüştür. Bu olay güvenlik güçlerinin de olaylardan en az halk kadar etkilendiğinin ve stres ve panik içerisinde akılcı düşünememesinin bir yansıması olarak değerlendirilebilir. Bilakis bu şüphe yanlış çıkmış ve vurulan kişinin terörle hiçbir bağlantısı olmadığı anlaşılmıştır.

Londra saldırıları sonrası ise İngiliz yetkililerin yaptığı kriz yönetimi ise çok başarılıdır. Öncelikle İngiliz medyasının haberi veriş şekli oldukça başarılıdır. Bilinçli bir şekilde güvenlik güçlerinin duruma hakim olduğu şekilde olaylar lanse edilmiş ve olay mahallindeki yaralıları göstermek yerine itfaiye, polis ve sağlık ekiplerinin çalışmaları gösterilerek toplum rahatlatılmaya çalışılmıştır. Özellikle Londra saldırıları sonrası olayın El – Kaide bağlantılı olduğu konusunda spekülasyonlar yapılırken, güvenlik güçleri konu ile ilgili bilgilendirme sürecini zamana yaymıştır. Burada güvenlik güçleri toplumdaki gerilimin azalmasını bekleyerek, halk arasında infiale yol açılmamasını amaçlamıştır.
 5 Ağustos 2005 tarihinde dönemin İngiltere Başbakanı Tony Blair “artık oyunun kurları değişiyor” şeklinde bir açıklama yapmış ve bu açıklamada yaşanan olaylar sonrasında hükümetin ne tür bir politika izleyeceği yönünde sinyallerini vermiştir. Gerçektende yasalarda ne yazmasından çok ası önemli olan uygulayıcıların onları nasıl kullandığı daha önemlidir. Hükümet ve güvenlik güçleri uygulamalarını değiştirmeye başlamış ve bunun yanında yeni bir yasal düzenleme için hızla çalışmamlar başlatılmıştır. 

İngiltere ilk olarak, ‘diplomatik güvence’ yoluyla istediği yabancıyı sınır dışı edebilmek için bir dizi anlaşma yapma yoluna gitmiştir. Bu diplomatik güvenceler, ev sahibi hükümetlerden belli bir kişinin geri döndüğünde işkence görmeyeceğine dair söz alınması üzerine kuruludur. Bu tür ‘iyi niyet’ tutanaklarının kötü yanı bunlara pek itibar edilmemesidir. Geçmişte diplomatik güvenceye dayanılarak yapılmış sınır dışı işlemlerinin sonucunda sözleşmeler çok ciddi şekilde çiğnenmiş ve insan hakları acımasızca ihlal edilmiştir. İşkence eğilimi bulunan en az üç devlet, İngiltere ile diplomatik güvence üzerinde mutabakata varmıştır. Bu ülkeler Ürdün, Libya ve Lübnan’dır. Bu çerçevede ilk olarak 10 tane terör zanlısı hiçbir kanıt olmaksızın sınır dışı edilmek istenmiştir. Metro ve havaalanlarında ilgili ilgisiz birçok kişi gözaltına alınmış, daha sonra hiçbir sorgulama yapılmadan serbest bırakılmıştır. Birçok ev ve iş yeri aranmıştır. Bu evrede hakimlerden karar alırken İnsan Hakları Yasalarından çok, ulusal güvenlik kaygıları ile karar aldıklarını belirten açıklamalar gelmiştir.



2.3.1. 2006 Terörle Mücadele Yasası (Terrorism Act of 2006)


Hükümet 12 Ekim 2005 tarihinde 2005; Terörle Mücadele Yasası’ndaki bazı yetkileri genişletmek, yeni sınırlandırmalar getirmek ve bazı alanları terörle mücadele yasasına dahil etmek için bir yasa teklifi vermiştir. Fakat bu yasa değişikliğinde de terör eylemlerinin yayın veya konuşma yoluyla övülmesinin bir suç haline getirilmesi, terörizmin hazırlanmasında kullanılan veya yararlı olabilecek bazı materyallerin yayılmasının suç haline getirilmesi, terörist eğitim vermeyi veya almayı, bu amaçla hazırlanmış internet sitelerinin işlemesini suç haline getirmek, terör zanlılarının mahkeme önüne çıkmadan gözaltında tutma süresini 14 günden 90 güne çıkartmak gibi konularda tartışmalar çıkmıştır.
Özellikle gözaltında tutma süresinin 90 güne çıkarılması konusu büyük tartışmalara zemin olmuştur. Hükümetin terörün örgütlü bir suç olması, bu sebeple delillerin zor elde edilebildiği ve ayrıca aralarındaki iletişimin telefon ve internet aracılığı ile şifreli olarak sağlandığı ve bu yüzden aralarındaki bağlantıları çözebilmenin çok zor ve zamana ihtiyaç olduğunu vurgulamış, bunlara ek olarak ise yasal yollardan elde edilmeyen delillerin de kullanılabilmesini talep etmiştir. Bu öneriler meclis tarafından kabul ve haklı bulunmamış ve 3 aylık sürenin bazı suçlarda mahkumiyet süresine denk geldiği belirtilerek bu sürenin uygulanması halinde ihtimallerden hareketle bir kişinin kapalı tutulmasının kişi hakları ve demokrasiye aykırı olacağı belirtilmiştir. 2006 yılında herhangi bir suçlamada bulunmadan alıkoyma süresi yapılan yoğun pazarlıklar sonucu iki katına çıkarılarak toplam 28 güne uzatılmıştır. Ayrıca yasa dışı yollardan elde edilen delillerin kullanılması hiçbir yönden haklı bulunmamış ve böyle bir hakkın bir anlamda işkence ve kötü muameleyi meşru kılacağı belirtilmiştir. Lordlar Kamarası 8 Aralık 2005 tarihli kararında işkence yapılarak toplanan delillerin kabul edilemeyeceğini oybirliğiyle aldığı bir kararla kesinleştirmiştir.

Terörü övmenin suç teşkil etmesi yönündeki teklifte meclis tarafından yasanın tanımının muğlak olması ve demokrasinin vazgeçilmez ilkelerinden biri olan ifade özgürlüğünü yok edeceği yönündeki tepkileri ile karşılaşmıştır. Fakat tüm bunlara rağmen hükümetin yoğun baskısı sonucu, “terörü teşvik etme” yasağı çok muğlak bir şekilde tanımlanmasına ve, çok çeşitli sözlü veya sözlü olmayan beyanları da içermesine rağmen yasalaşmıştır. Dahası,“konuşma suçu” adı verilen suç, şiddet ile konuşma arasında güçlü bir bağ kurmaktadır. Bir başka deyişle, saldırgan olmayan eleştirel bir konuşmanın bile şiddet çağrısı olarak yorumlanması mümkündür. Öte yandan, dikkatsiz bir söz bile terörü yüceltme olarak kabul edilebilecektir. Bu da ifade özgürlüğünü derinden sarsan bir durumdur.

2.4. İngiltere’nin Terörle Mücadele Stratejisi

İngiltere’nin terörle mücadele yapılanmasında başat aktör İçişleri Bakanlığı olmakla beraber, Dışişleri Bakanlığı ve Savunma Bakanlıkları da ön plandadır. Terör örgütlerine karşı operasyon yapılmasına zin verme yetkisi İçişleri Bakanına aittir. Dış işleri bakanlığına bağlı dış istihbarat servisi MI6 ve Savunma Bakanlığı personelinin de terörle mücadele konusunda bu bakanlıkları etkin bir hale getirmiştir. İngiltere’de iç güvenlik ya da terörle mücadeleden sorumlu tek bir kurum yoktur. Sorumluluk ve yetkiler kurumlar arasında dağıtılmış olmakla beraber, etkin koordinasyon ve işbirliği ile dağınık görünen terörle mücadele konusundaki tüm birimler eşgüdümlü olarak çalışmaktadırlar.

İngiltere’de operasyonel alandaki tüm yetkileri Güvenlik Servisi (MI5) tarafından yürütülür. Güvenlik servisi görevini yürütürken ülkedeki polis teşkilatları ve Metropol Polisi Terörle Mücadele Şubesi ile yakın işbirliği içinde çalışmaktadırlar. İngiltere’de terörle mücadele konusu her şeyden önce polis ve istihbarat birimlerine verilmiştir ve bu alanda güçlü bir sivil irade söz konusudur. Haziran 2003 yılında Ortak Terörizm Analiz Merkezi kurulmuş ve bilgi yönetimi alanının güçlendirilmesi ve bu sayede istihbarat akış sürecinin daha etkin olması hedeflenmiştir. İstihbarat ve güvenlik kurumlarından (MI5 Güvenlik Servisi, SIS Gizli İstihbarat Servisi ve GCHQ Resmi İletişim Merkezi), bu yapı altında işbirliği yapmaları istenmektedir. Bu üç kurumun yanı sıra, Savunma İstihbarat Biriminin çalışanlarını da bu çatı altında toplanmıştır. Bu merkez, terör örgütlerinin kapasiteleri, faaliyetleri ve planları hakkında bilgi toplayan, saklayan ve bilgi alışverişinde bulunan kurumlar arasında koordinasyonu sağlamaktadır.

İngiltere, başta Irak ve Afganistan olmak üzere farklı bölgelerde gerek ulus inşası gerekse terörle mücadele başlığı altında dünyanın değişik yerlerinde askeri güç bulundurmaktadır. Afganistan işgali ile başlayan askeri süreç, Irak işgali ile devam etmiştir. Afganistan’da 8000 İngiliz askeri NATO kapsamındaki Uluslararası Güvenlik Destek Gücü’ne bağlı olarak görev yapmaktadır. Irak işgali başında 46000 İngiliz askeri operasyona başlamışken 2003 – 2008 yılları arası bu askeri gücün sayısı kademeli olarak azaltılmıştır. İngiliz askerleri bu görevi zaman içerisinde tamamen Iraklılara bırakmak için Irak asker ve polisini de eğitmektedir. Bu operasyonlarda yaklaşık olarak 400 İngiliz askeri hayatını kaybetmiştir.

2003 tarihinde İngiltere’ye ve deniz aşırı hedeflerine yönelik uluslararası terörizmden gelebilecek tehditlere karşı kapsamlı bir strateji mevcuttur. İngiltere’nin Uluslararası Terörizm ile Mücadele Stratejisi adıyla hazırlanan bu strateji CONTEST olarak bilinmektedir. Bu stratejinin amacı, İngiltere ve ülke dışındaki çıkarlarına karşı uluslararası terörizminden gelebilecek riski azaltmak ve böylece insanların, özgür ve güven içinde yaşamlarını devam ettirmelerini sağlamak olarak belirlenmiştir. CONTEST bu amacı gerçekleştirebilmek için terörizmle dört farklı ancak birbirini tamamlayan cephede mücadele etmektir: bireylerin radikalleşmesine engel olmak suretiyle terörizmi önlemek; teröristleri ve teröre destek verenleri takip etmek; kamuyu; halkı, önemli ulusal hizmetleri ve İngiltere’nin denizaşırı varlıklarını korumak ve sonuçlara hazırlıklı olmak.
CONTEST planına göre İngiltere’ye karşı mevcut olan terör tehdidi, Kuzey İrlanda veya IRA değil, İngiltere topraklarında İslam dinini istismar ederek yanlış yorumlanmasıyla ortaya çıkan radikalleşme olarak gösterilmektedir. Bunu sağlamak için isse terörle mücadele alanında çok sektörlü ve bütüncül bir yaklaşımla en geniş ölçüde koordinasyon, işbirliği ve eşgüdüm hedeflenmektedir. Bu stratejinin uygulanmasında temel sorumluluk İçişleri Bakanlığı’na aittir. Bu stratejinin uygulanması için yerel yönetimler, hükümet kurumları, yetki devri yapılmış kurumlar, polis, güvenlik güçleri, istihbarat kuruluşları, acil servis birimleri, silahlı kuvvetler ve uluslararası ortakların birlikte çalışması hedeflenmiştir.

2.4.1. İzleme: Terörist Saldırıları Önleme

Bu stratejiye göre hükümetin birincil öncelikli görevi terörist saldırıları durdurmaktır. Hükümet değişen terörist tehdide karşı müdahale için yeni yasal düzenlemeler hazırlamıştır. Yeni suçlar; terörist eylem hazırlamaya, terör amaçlı eğitim almaya, terör eğitimi alınan yerlere gitmeye ve terörizmi cesaretlendiren ya da terörist yayınları dağıtanlara yönelik eylemleri suç statüsüne alarak onlarla kanuni yoldan mücadele etmeyi hedef almıştır. İstihbarat ve diğer güvenlik birimlerinin terör tehdidindin bilinmesi ve anlaşılması noktasında yetenek ve kapasitelerinin arttırılması hedeflenerek, maksimum faydanın yakalanması istenmektedir. 
Bununla birlikte İstihbarat birimlerinin terör faaliyetlerine katıldığına işaret ettiği her şahsı yargılamanın mümkün olmaması sebebiyle hükümet halkı korumak için yasal kovuşturma dışında bir dizi faaliyetleri benimsemiştir. Bunlar: kontrol emirleri, yabancıların İngiltere’ye girişlerini reddetme, vatandaşlıktan çıkarma ve sınır dışı etmeyi kapsamaktadır. 
Terörle mücadeleyle, Afganistan, Pakistan ve diğer yerlerde İngiltere tarafından yürütülen direnişle mücadele ve ulus inşası çalışmaları arasındaki uyumu güçlendirmek terörist saldırıları engelleyebilmek için başvurulan diğer bir stratejidir. İnsan haklarının korunması ise, ülkede ve yabancı ülkelerdeki terörle mücadeleyi destekleyen en temel prensip olarak belirlenmiştir.


2.4.2. Önleme: İnsanların Terörist Olmalarını Ya Da Şiddete Dayalı Aşırılığı Desteklemelerini Önleme


Terörizm riskini azaltmak için stratejinin amacı sadece saldırıları önlemek değil insanların terörist olmalarını ya da şiddete dayalı aşırılığı desteklemelerini de önlemektir.  Strateji, radikalleşmenin (insanların terörist olma veya şiddete dayalı aşırılığa destek vermeye başladıkları süreç) nedenlerini daha iyi anlamaya dayanmakta ve bu nedenlerin her birine yönelik en uygun müdahalenin yapılmasını amaçlamaktadır.


Bu sebeple şu temel ilkeler üzerinde durulmuştur:


Şiddete dayalı aşırılığın arkasındaki ideolojiyle başa çıkma ve ılımlı seslerin desteklenmesi,Şiddete dayalı aşırılığı yücelten ve faaliyet gösterdikleri yerleri destekleyenlerin engellenmesi, Şiddete dayalı aşırıcılığı savunan gruplar tarafından kandırılması muhtemel veya kandırılmış olan kişilere yardım etmek, 
Şiddete karşı aşırıcılığa karşı toplum direncinin arttırılması, Bu ideolojinin kullandığı yapısal problemleri ortadan kaldırma, İdeologların istismar ettikleri sorunların üzerinde durma. Önleme stratejisi, benzersiz bir yerel, ulusal ve uluslararası ortaklığa dayanmaktadır. Önleme stratejisi, radikalleşmeye ve terörizm devşirmesine açık insanları korumak için bu ülkedeki toplumun ve toplum örgütlerinin desteğine olan ihtiyaç açıkça dile getirilmiştir.

İngiltere ve deniz aşırı ülkelerde radikalleşmenin önüne geçilebilmesi için, bu süreci tetikleyen sosyo – ekonomik, kültürel eşitsizlik ve ayrımcılıkların ortadan kaldırılması;  terör örgütleri propagandası amacı ile istismar edilen unsurlarda iyileşmeye gitmeyi hedeflemiştir. Ayrıca İngiliz Hükümeti radikalleşmenin engellenmesi için Müslümanlarla birlikte çalışmayı çok önemli bir ilke olarak görmüştür. Londra Saldırıları ertesinde bu sebeple Tony Blair 25 Müslüman toplum lideri ile bir araya gelerek radikalleşmenin önüne geçebilmek için birlikte hareket edilmesi isteklerini iletmiştir. Bu buluşmayı bir dizi buluşmalar ve ortak yürütülen faaliyetler takip etmiştir.

2.4.3. Koruma: Terörist Saldırılara Karşı Savunmanın Güçlendirilmesi

Terörle Mücadele Stratejisinin amacına ulaşabilmesi için bu ülkenin ve deniz aşırı çıkarlarımızın terörist saldırılara karşı zafiyetlerinin azaltılması gerekmektedir. Bu Korumanın stratejisinin temel amacını oluşturmaktadır. Bu strateji, kritik ulusal altyapılarını, kalabalık yerleri, taşıma sistemini, sınırlarımızı ve deniz aşırı çıkarlarımızı kapsamaktadır ve iç tehditler ile tehlikeli maddelerin kötüye kullanımına karşı korunmayı sağlamaktadır. Burada asıl güdülen amaç bu tip kalabalık ölümlerin gerçekleşebileceği ve tahrip görmesi halinde aşırı maliyete ve aynı zamanda zafiyete yol açabilecek yerlerin güvenliğinin tam olarak sağlanabilmesi için yapılması gereken çalışmaları ortaya koymak ve o yönde iyileştirmeler yapmaktır.

2.4.4. Hazırlıklı Olmak:  Saldırıların Etkisini Azaltmak 

Hazırlıklı olmak iş akışı terör saldırılarının durdurulamadığı durumlarda etkisini azaltmayı amaçlamaktadır. Bu, hali hazırdaki bir saldırı sırasında yapılacakları ve saldırı sonrasında takip edilecek konuları içermektedir.
Hazırlık olmanın amacı aşağıdaki belirtilen konuları gerçekleştirmek olarak belirlenmiştir: 
Çeşitli terör saldırılarına karşı kapasitelerin yerli yerinde olması, 
Terör saldırısı sonrasında kritik ulusal alt yapı hizmetlerinin sürmesi ya da hızlı bir şekilde zararın telafi edilerek normale dönülmesini sağlamak, 
Merkezi, bölgesel ve yerel kriz yönetim yapılarının uygun ekipmanla donatılması, yürütecekleri görevler için yeterli olmaları ve eğitilmeleri,
Hazırlıklı olmak kapsamındaki kapasiteler ayrıca diğer tehdit ve tehlikelere karşı yapılacaklar için kullanılabilecektir. Bu sebeple yerel yönetim dayanıklılık ağı, diğer yerel acil durumlara ek olarak terörizmin etkilerine müdahale için de dizayn edilmiştir.

Ayrıca hazırlıklı olma, olaylara müdahale yöntemlerinin geliştirilmesi amacıyla, sürekli egzersiz yapma ve daha önce olmuş olan olayları değerlendirerek bunlardan dersler çıkarmaktadır. Ayrıca böylece, saldırı sonrası oluşabilecek zararların en aza indirilmesi amaçlanmıştır.


3. İNGİLTER’İN KÜRESEL TERÖRLE MÜCADELESİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ

İngiltere küresel terörle mücadelesinde ne yazık ki ayrılıkçı terörle mücadelesinde olduğu kadar başarılı olamamıştır. CONTEST olarak bilinen İngiltere’nin Uluslararası Terörizmle Mücadele Stratejisi terörle mücadele konusunda olumlu hatta gerekli ilkeleri içeren çok önemli bir belgedir. Konunun bütün yönlerini kapsayan titiz bir çalışmanın sonucu olarak meydana getirilen bu strateji terörün kök sebeplerine inmenin önemini belirterek, terörle mücadele anlayışını dört sacayağı üzerine oturtmuştur. Önleme, İzleme, Hazırlıklı Olma, Koruma prensiplerini içeren bu strateji amaç olarak tehdit algılamalarının en önünde gelen radikalleşmiş İslami terörün engellenmesine hizmet etmektedir. Bunu yaparken de temel hak ve özgürlüklerin hiçbir şekilde feda edilemeyeceğini, bu mücadelenin temelinin zaten bu hakların oluşturduğunun altı çizilmiştir.
Fakat özellikle yapılan düzenlemeler ve gözlenen uygulamalar bu strateji yansıtmamıştır. Her ne kadar mükemmel denilebilecek düzeyde bir strateji oluşturulmuş olsa da asıl olanın strateji değil uygulama olduğu bilinmektedir.
İngiltere yaptığı veya uygulamaya koymaya çalıştığı yasal düzenlemelerde hukukun temel ilkelerini ihlal eden bir dizi uygulamaya gitmiştir. Özellikle güvenlik güçlerini daha etkin kullanarak yargılamaların seyrini değiştirmek için yapılan uygulamalar çok tartışılmıştır. Yapılan genel düzenlemeler güvenlik güçlerinin kanunların emrine verilmesinden çok, kanunların güvenlik güçleri emrine verilmesi şeklinde yorumlanmıştır. Özellikle güvenlik güçlerinin etkisi ile çıkartılan bu yasalar ise, yapılan işlemlerin hukuki meşruluk temelinde değil, kanuni meşruluk temelinde yapılmasının istendiği gözlemlenmektedir.    
Uygulamaya konulan yasal hükümler birçok temel hukuk ilkesini ihlal etmiştir. İngiltere, şahısların 28 gün süre ile herhangi bir suçlama yapılmadan alıkonulmasına izin vermektedir. Bu süre Avrupa’daki en uzun süredir. Bu kişilerin 60’ının herhangi bir suçlama yapılmadan serbest bırakıldığı görülmektedir. Bu da keyfi tutuklama ve alıkoymaların bir anlamda kurumsallaştığını göstermektedir. İnsan Hakları İzleme Örgütü, Müslüman toplulukların bu kovuşturmadan büyük rahatsızlık duyduğunu belirtmiştir. Yüzlerce Müslüman bu yasalar uyarınca hapse atılmış ve daha sonra herhangi bir suçlama yöneltilmeden salıverilmiştir. Daha da çarpıcı olan, tutuklanan 1166 kişiden bugüne kadar yalnızca 40 tanesinin terör suçlarından dolayı hüküm giymiş olmasıdır. Bu rakam, terörist olduğu şüphesiyle polis nezaretinde bulunan kişilerin yalnızca yüzde 3,5’ine denk gelmektedir.
İnsanları bu şekilde hapse atıp daha sonra hiçbir sorgulama yapılmadan salıverilmesi, topluma birçok adaletsizliğe uğramış ve mağdur insanı göndermek anlamına gelmektedir. Bu şekilde yasal düzenlemeler yoluyla işleyen uygulamalar ise terörü önlemekten çok, teröre toplumsal zemin hazırlamaya yarayacağından şüphe yoktur. Hükümetin terörle mücadele konusundaki uygulamaları ve talepleri kontrol edilebilmekte ve bu kontrollerin çoğu da Parlamento içinde gerçekleşmektedir. Hazırlanan raporlar yoluyla hükümetin faaliyetleri bu kurumlar tarafından desteklenmektedir. Yine de bu raporlar, İngiliz hükümetinin yasalaştırmak istediği 90 günlük gözaltı, usulsüz yollardan elde edilen delillerin kullanılabilmesi konularının iptalinde etkili olmuş olsa da bugüne kadar İngiltere’nin sert terörle mücadele politikalarının yumuşatılmasında pek etkili olamamıştır. Bazı İngiliz yetkililerin bu yasaların hayata geçmesi halinde hükümetin istediği yetkileri alabileceği ve uygulamalarını bu yönde yapabileceğini söylemekle beraber, bunların birçok insan hakları ile ilgili anlaşma ve yasayı ihlal niteliğinde de olacağının altını çizmişlerdir.
Yasalar oluşturulurken göz önünde tutulması gereken ilkeler ile ilgili olarak yasa hazırlayıcılarının kendilerine şu soruları sormaları gerekmektedir: ulaşılmak istenen yasal amaç, temel bir hakkın sınırlandırılmasını haklı kılacak kadar önemli mi? Yasal amacı karşılaması için alınan önlemler, bu yasal amaca mantıklı bir şekilde bağlı mı? Ve hakları ve özgürlükleri zayıflatmak amacıyla kullanılan araçlar, amacı gerçekleştirmek için gerekenden fazla mı?. Fakat görülen odur ki İngiliz hükümeti yasaları hazırlarken bu titizliği gösterememiştir. Özellikle meclisin kendilerine karşı gösterdiği direnç bu noktadan kaynaklanmaktadır. Mecliste yasal düzenleme yapılmasındaki gerekliliği görmekte fakat güvenlik arayışının hukuki titizliği yenmesine izin vermemektedir.   
İngiliz hükümetinin yaptığı düzenlemeleri insan haklarını ihlal edeceğini bile bile yapmalarının sebebi, terörle mücadelede, geliştirdikleri stratejinin ruhundan farklı olarak güvenlik güçlerinin ön planda olması gerektiğine inanmalarıdır. Fakat bilinen gerçek odur ki güvenlik güçlerinin terörle mücadelesi, genel anlamda terörle mücadelenin küçük bir kısmını oluşturmaktadır.
İngiltere’nin bu uygulamaları özellikle Müslüman toplumun itirazlarına sebep olmuştur. Kendileri üzerinde bu yönde baskı kurulduğunu belirten hak genel olarak yapılan uygulamalara tepkili bir tavırla bakmaktadır. İngiltere’de yaklaşık iki milyon Müslüman yaşamaktadır. Fakat yapılan uygulamalarla bu halk devlete mesafe almış bir anlamda böyle bir ortam bekleyen radikalleşme taraftarlarının kucağına itilmiştir. İngiltere’nin 2003 yılında uygulamaya koyduğu CONTEST stratejisinin temel amaçlarına aykırılık oluşturmaktadır. Yapılan bu uygulamalar radikalleşmenin engellenmesi için “Müslüman gruplarla yapılan toplantı ve görüşmelerin aslında göstermelik olarak yapıldığı ve herhangi bir işlerlik kazanmadığı” algısının toplumda oluşmasına neden olmuştur. Terörizm ile mücadelenin temel taşı halkı inandırmaktır. Yapılan düzenlemelerle sorgulanan, gözaltına alınan, evi ve üzeri sebepsiz bir şekilde aranan halk üzerinde ise devletin inandırıcılığı yok denebilecek kadar zayıftır. Çünkü halk yapılmaya çalışana veya yazılı düzenlemelere göre değil, yapılan uygulamalara bakarak kararını vermektedir.
Londra saldırılarından sonra yapılan araştırmalar, saldırıyı düzenleyenlerin İngiliz dış politikası yanında, içinde bulundukları sosyo – ekonomik şartlar, sosyal marjinalleşme, düşük eğitim düzeyi, iş bulma olanaklarındaki sınırlılıklar ve etnik kimlik ağırlıklı varoşlardaki ırkçılık düşüncesi ile radikalleştiklerini ortaya koymaktadır. Ayrıca yapılan anketler sonucunda da, çatışmaya katılanların %6’sı Londra saldırılarının meşru olduğunu değerlendirmiş, %24 ise saldırıları benimsememekle beraber saldırıyı düzenleyenlerin duygu ve motivasyonlarına sempati ile yaklaştıklarını belirtmiştir. katılımcıların %1’i ise eylemle ilgili önceden bilgileri olsa dahi polise haber vermeyeceklerini belirtmişlerdir. Bu anket Müslüman gençlik ile İngiliz makamlar arasında güven sorununun olduğunu göstermektedir. Bu da hükümetin hala halkı kazanamadığını göstermektedir. Yapılan uygulamalar sonucu toplumsal güvenin ve toplumun devlete olan güveninin sarsıldığı gözlemlenmektedir. Müslümanlara karşı önyargılı bir bakış oluşmuştur. Bunu engellemenin yolu ise müşterek değerleri tekrar toplumun tekrar kendisini güvende hissedebilecek şekilde kullanılmaya başlanmasıdır.

4. İNGİLTERE, ABD ve İSPANYA’NIN TERÖRLE MÜCADELE YÖNTEMLERİNİN GENEL OLARAK KARŞILAŞTIRILMASI

Kuzey İrlanda sorunu ile ilgili olarak özellikle 1995 tarihinden sonraki süreçte çok başarılı çalışmalara imza atarak, tüm dünyaya örnek gösterilebilecek siyasi bir karalılık göstererek, sosyo – ekonomik kültürel yöntemlere ve demokratik hukuk devleti ilkelerine önem gösteren İngiltere, ne yazık ki küresel terörle mücadele aynı siyasi kararlılıkla hareket edememiştir.
Uluslararası radikalleşmeye bağlı grupların, Batı’nın karşısında en büyük tehlike olduğu iddiasını 1990’larda belirten İngiltere’nin bu mücadelesindeki en yakın müttefiki ise ABD olmuştur. Bu durum ABD’ye yapılan 11 Eylül saldırıları ardından bu ülkeye hem BM’de yapılan görüşmeler hem de başlatılan operasyonlarda en büyük desteği İngiltere’nin vermesine neden olmuştur. Fakat ikili arasındaki bu derin müttefiklik terörle mücadele stratejilerine yansımış ve İngiltere’nin terörle mücadelesinin ABD’de örneğini takip ettiği gözlemlenmiştir. Fakat İngiltere’deki kurumların, temel hak ve özgürlükler konusunda kökleşmiş çok eski yapılar olması, hükümete karşı etkin bir direnç oluşturabilme kabiliyetleri bazı düzenleme isteklerini dizginleyebilmiştir.
Özellikle İngiltere’nin yaptığı yasal düzenlemeler ABD’nin yaptığı yasal düzenlemeler ile aynı mantıkla ilerlemiştir. İki yönetiminde kanunları çıkartmaktaki temel dayanakları, halkta bulunan güvensizlik algısını yenmek için daha etkin yasalar düzenlemek olmuştur. Bu yasaların ise özellikle terörle mücadelede kullanılan hukuki yolların özgürlükler temelinde oluşmuş olmasının terörle mücadeledeki polisiye tedbirlerinin etkinliğini azalttığını savunmuşlardır. İki hükümete göre de bu düzenlemeler, vatandaşlarının yaşama hakkı, terör zanlılarının sivil haklarından daha önce geldiği ve olağanüstü suçlarla mücadele etmek için olağanüstü yasalar gerekmektedir varsayımına dayandırılmıştır. Fakat bu durumun şüphe üzerine kurulmuş olması ve bu sezinin yanılabilir olması birçok suçsuz kişinin gözaltına alınmasına ve bu sebeple devlete olan güvenlerinin sarsılmasına neden olmuştur. Ayrıca iki hükümetinde tehdit olarak Müslüman radikalleşmeyi sık bir şekilde telaffuz etmesi, toplumlarında kendi vatandaşları olarak bulunan Müslümanlara karşı, toplumun geri kalan kısmının bir önyargı oluşturmasına sebep olmuştur. Bu da ötekileştirme olarak algılanan bu davranışın toplumsal düzeni tahrip etmesine neden olmuş ve Müslüman toplumun devlete karşı mesafe ile yaklaşmasına sebep olmuştur. Devlet eliyle oluşturulan bu durum ise radikalleşmenin asıl temelini oluşturmaya başlamıştır.
Ayrıca bu iki devletin, insan hakları ve özgürlükler çerçevesinde şekillenen hukuk ilkelerinin ve toplumsal yapının aksine kararlar sergileyerek bu temel değerleri ikinci plana atması ise temel ilkelerin içlerinin boşalmasına halk tarafından bu ilkelere olan güveni azaltmıştır. Bu da halkın güvende olabilmek için bu ilkeler yerine şiddete doğru eğilim göstermesine neden olmuştur. İspanya ise bu iki devletin aksine Madrid saldırılarından sonra temel dayanakları olan hukuki sistemlerinde hiçbir değişikliğe gitmemiş ve terörle mücadele deneyimlerinden aldıkları ders ile, toplumu bir arada tutmayı hedefleyen demokratik söylem ve faaliyetlerle hem halkları üzerindeki güvenlik algısının kaybolmamasını hem de toplumsal düzenin bozulmamasını sağlamışlardır. Öyle ki Madrid saldırılarını gerçekleştiren kişilerin Fas uyruklu olmalarına rağmen, hiçbir yabancıya veya Faslıya güvenlik güçlerinden veya halk tarafından herhangi bir kötü muamele veya dışlanma yaşanmamıştır. Bu da ülkede yaşayan diğer toplumların da saldırılar sonrası yetkililere ve olaylarda zarar gören insanlar için yapılan destek çalışmalarına yürekten destek vermelerine neden olmuştur. Yani toplumun kendi içinde ve hükümet organlarına karşı desteği hiç kopmamış, böylece olağan yaşamları neredeyse hiç etkilenmeyen İspanyol halkı, şiddet hareketlerinin bu topraklarda hiçbir zaman rant elde edemeyeceğini göstermiştir.
ABD ve İngiltere’nin terör hareketleri sonrası son durumları, İspanya’nın durumu ile karşılaştırıldığın da ise İspanya’nın halkı tam manası ile arkasına alarak oluşturduğu ve uyguladığı stratejinin halka güven duygusu verdiği ve bu sebeple terör korkusunun hemen yenildiği, İngiltere ve ABD’nin ise uyguladığı baskıcı politikalar ile halkını daha fazla belirsizliğe sürüklediği toplumsal güvenlik anlayışının hala tam olarak oturtulamadığı gözlemlenmiştir. Güvenlik duygusu, olduğunda fark edilmeyen fakat bir kez kaybolduğunda ise tekrar geri getirilmesi çok zor ve maliyetli olan bir psikolojik bir olgudur. İngiltere ve ABD’nin güvenlik ihtiyaçlarına milyarlarca dolar ayırmasına rağmen hala bu duyguyu tam manası ile oturtamamış olması, İspanya’nın ise en başında kendi ilkelerine karşı duyduğu saygı ile bu güvenlik duygusunu hemen hemen hiç bozmadan korumayı başarması İspanya’nın güvenlik stratejisinin daha başarılı olduğunu göstermektedir.         


SONUÇ

Terörizm insanlar üzerinde kontrol yaratmak veya üzerlerindeki kontrolü devam ettirebilmek için, insanlar tarafından kasti olarak oluşturulmuş yüksek korkudur. Bu korkuyu oluşturabilmek için ise sürekli ve sistemli bir şekilde şiddet eylemlerine veya böyle bir eyleme girişileceğine dair tehdide ihtiyaç duyulmaktadır. Terörizm hiçbir zaman bir amaç olmamıştır. Terörizm, istenilen ideolojik altyapı ile oluşturulmuş hedefe ulaşmak için bir araç konumundadır. Terörizmi diğer suç tiplerinden ayıran özellikse içerisinde barındırdığı siyasi kasttır.
Uluslararası toplum terör fenomeni ile başa çıkabilmek için özellikle 20. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren büyük bir çaba göstermiştir. Başta BM olmak üzere tüm uluslararası kuruluşlar terörizmle uluslararası arenada, işbirliği içerisinde mücadele etmenin ilk unsuru olan terörizmi tanımlamak için çok büyük çaba göstermiştir. Fakat terörizmin içerdiği siyasi ağırlıktan dolayı etkin ve verimli olarak kullanılabilecek tek bir tanıma ulaşılamamıştır. Çünkü devletler, terör olgusuna, siyasi içeriğinin yoğunluğundan ve meydana getirdiği sonuçların etki kapasitesinin yüksekliğinden dolayı kendi çıkarları çerçevesinde bakmaktadırlar. Siyasi çıkar ilişkilerinden dolayı terörizmin işlevsel, objektif, genel geçer bir tanımı yapılamamıştır. Terörizmin bu özellikte bir tanımının yapılamaması ise terörle mücadele önündeki en temel sorunlardan birini teşkil etmektedir. Hatta Sertaç BAŞEREN gibi bazı yazarlar bir terörizm tanımına ulaşılması halinde terörizmin tamamen önlenebileceğini savunmuşlardır.
Terörizm olarak adlandırılan mücadele sistemi, sadece haklarının gasp edildiğini düşünen, mağdurluk hissi ile kuşatılmış, yeterince güçlü olmayan alt gruplar tarafından başvurulan bir strateji değildir. Kendisine has bir hukuk düzeni oluşturmuş, emrinde teknolojik silahlara sahip ordu ve polis gücü bulunan devletler tarafından halklarını baskı altında tutmak ve böylece kendi siyasi otoritesine kimsenin karşı gelmemesi amacı ile de yapılabilmektedir. Devletlerin terörizmi kullanması sadece iç politik konularda değil, dış politik konularda da karşımıza çıkmaktadır. Devletler terörizmi, karşısında bir tehdit olarak gördükleri devleti zayıflatmak, kaynaklarını tüketmek ve uyguladığı politikalara aktaracağı gücü bu soruna yönlendirerek, politikalarını zayıflatmak amacı ile kullanmaktadırlar. Terörün oluşturulması ucuz, yok edilmesi pahalı olan yapıda oluşu ve devletlerin savaş gibi büyük maliyetler altına girmek istememeleri, uluslararası arenanın aktörleri tarafından terörizm kullanılmasını cezbetmiştir. Fakat özellikle soğuk savaş döneminde devlet destekleri ile büyüyen terörist gruplar, kendilerini gittikçe geliştirmiş, uluslararası bağlantılara ve güce sahip olmuştur. 
Günümüzde faaliyet gösteren her terör örgütü mutlak şekilde, kendi faaliyet gösterdiği ülkenin sınırları dışında eylem yapabilme, eğitim, finans kaynakları bulabilme, propaganda faaliyeti yapabilme kabiliyetine kavuşmuştur. Bu da terörizmin artık ulusal sınırları aşıp uluslararası bir özellik gösterdiğinin kanıtıdır. Böylece terörist gruplar güçlerini ve etkinliğini arttırarak uluslararası bir tehdit haline gelmişlerdir.   
11 Eylül saldırıları sonrası ise terörizmin yeni yüzü kendisini göstermiştir. Teknolojiyi ve bunun nimetlerini çok iyi kullanabilen, eylemlerini çok daha kanlı ve acımasız yapabilen, belirsiz, görünmez, takip edilmesi uluslararası arenaya tam olarak yayılmış durumda olmasından dolayı çok zor olan ve tek bir siyasi iktidara değil tüm dünyaya ve onun değerlerine meydan okuyan küresel bir terör dalgası meydana çıkmıştır. Bu yeni terör dalgası ise eski terör dalgalarına göre çok daha fazla korku ve dehşet saçmaktadır. 11 Eylül saldırıları terörizmin şiddet ve etkisinin en fazla görüldüğü andır. Tarihte hiçbir terörist saldırının bu kadar heyecan verici, korkutucu ve hatta dehşet verici bir etkisi olmamıştır. Kısacası devletler düşük maddiyatlı olduğu için düşman devletlere karşı bir dış politika aracı olarak kullandığı terör örgütlerinin, bu denli gelişerek kendi kontrollerinden çıkması ile çok büyük bedeller ödemeye başlamıştır.
İnsanları terörist olması için güdüleyen birçok sebep vardır. Bu sebeplerin en önemlisi de haksızlığa uğramışlık hissi ve bundan doğan mağduriyettir. Özellikle ötekileştirmenin bir sonucu olarak meydana gelen bu olgu; küreselleşme sürecinin etkisiyle gelişen teknolojik süreçte insanların bilgiye daha rahat ulaşabilmesi ve kendi durumlarını diğerleri ile karşılaştırabilmesi ile daha da büyümüştür. Fakat insanları terörist stratejiyi kullanmaya iten ana sebep, bu fikre olan inançlarından kaynaklanmaktadır. Sesini duyurabilmek ve ideolojik amacında bir kazanım elde edebilmek için tek çarenin bu yolu kullanmak olduğuna inanmış veya inandırılmışlardır. Bu hedeflerine ulaşabilmek için örgütsel manada çok iyi organize olmuşlardır ve eylemsel süreç için gerekli olan her türlü maddi ve manevi ihtiyaçlarını belli bir düzen içerisinde gerçekleştirebilecek kendilerine has birimler kurmuşlardır. Eylem stratejisi olarak ise, hedeflerindeki topluma karşı sistemli şiddet hareketi uygulayarak onları korku hipnozuna sokmaktır. Böylece insanların ne yaptığını bilemez hale getirerek toplumsal yapının zayıflamasını ve bu sayede meşruluğunu ve gücünü kaybedecek olan siyasi otoriteden emellerine dönük bazı imtiyazlar isterler.
Bu sebeple terörizmin asıl düşmanı toplumu bir arada tutan ve devlet otoritesinin meşruluğunu sağlayan demokratik hukuk devleti ilkeleridir. Bu ilkelerin içini boşaltabilmek için uğraş veren terör örgütleri bunu, yaptıkları eylemler karşısında siyasi otoritenin tepkisel cevap vermesiyle elde etmeye çalışırlar. Terör örgütleri eylemleri ile olağan yaşama saldırılar ve onu sekteye uğratmaya çalışırlar. Devlet birimlerince bu ağır ve muhakkak tehdide karşı verdiği mücadelenin kendisini meşru kılan hukukun üstünlüğü, demokrasi, insan hakları ve temel hak ve hürriyetler gibi ilkelere ters düşmesini amaçlarlar. Çünkü ancak bu şekilde terör örgütleri, toplumsal yapıyı tahribata uğratarak insanları kime inanacağını bilmez duruma getirebilecektir. Devlet organları bu temel ilkeleri rafa kaldırarak vatandaşları ve kendisiyle çelişince de en etkili silahı olan propagandayı daha etkin ve verimli bir şekilde kullanabilecektir. Yaptığı propaganda faaliyetleri sonucunda toplum tarafından ideolojik amaçlarına sempati beslenecek ve terör örgütü sağladığı halk desteği ile geniş bir alan kazanarak siyasi otorite üzerinde daha fazla etki ve baskı uygulayabileceklerdir.
Bu sebeple demokratik devletler terörle mücadele ederken, toplumların yapı taşı olan müşterek değerleri esnetici uygulamalardan kaçınmalıdır. Devletler, terörist felsefenin nasıl işlediğini ve ne amaçladığını iyi bilmek zorundadır. Kısa vadede halkın ve kendisinin yüreğine su serpecek olan baskıcı ve tepkisel yaklaşımlar, uzun vadede ise toplumun yabancılaşmasın, inandığı ve korumaya çalıştığı değerlerin içlerinin boşalmasına sebep olacaktır. Bu şekilde yıkılan insanların vatandaş olarak kendisini adlandırmasını sağlayan düzen ise teröristlerin istediklerini elde etmesini sağlayacaktır. Terörle mücadelede etkin ve verimli çalışmalar gerçekleştirmek isteyen siyasi otoriteler, terörle mücadele stratejilerini odağına demokratik hukuk devleti ilkelerini koymalıdırlar. Sadece terör örgütü elemanları ile değil, bu ilkeler yardımıyla terör örgütlerinin propaganda malzemesi olarak kullandığı sosyal, kültürel, demokratik ve ekonomik sorunlarla da yüzleşmelilerdir. Adaletin gücüne tüm organları ile inanarak yaptığı mücadeleyi halka da anlatarak onların bu politikalara inanması ve güvenmesini sağlamayı amaç edinmelidirler. Terörizmle mücadele bu anlamda bir sabır savaşıdır. Devletin gücü onun meşruiyetinden ve haklılığından kaynaklanmaktadır. Bu sebeple devlet terörizme kaşı verdiği mücadelede kendi meşruiyetinin kaynağı olan demokratik hukuk devleti ilkelerinden ödün vermemelidir. 
Terörle mücadelede demokratikleşmenin en önemli rolü, terör örgütünün ideolojik altyapısını çökertmesi, adeta altını oymasıdır. Fikri meşruiyetini kaybetmesi ve propaganda için kullandığı demokrasi sorunlarının çözülmesi terör örgütünü güçsüzleştirecektir. Kitleler ile terör örgütü arasındaki köprüler bu şekilde yıkılacak, diğer taraftan devlet ile terör mağduru vatandaşları arasında yeni bağlar oluşmaya başlayacak ve mevcut bağlar güçlenecektir. Daha çok demokrasi eğer diğer iyileştirmeler ile birleştirilebilir ise orta ve uzun vadede terörde azalmaya neden olacak, daha da önemlisi yeni terör örgütlerinin oluşması riskini oldukça azaltacaktır.      
11 Eylül saldırıları sonrası oluşan uluslararası ortam da uluslararası terörizmle mücadelede bu ilkelerin vazgeçilmezliğini tekrar kanıtlamıştır. Uluslararası toplum bu saldırılar akabinde giriştiği mücadeleyi doğal olarak ABD önderliğinde yürütmüştür. Meşru sayılabilecek argümanlarla destek arayışı içerisine giren ABD, hem uluslararası kamuoyu, hem de uluslararası kurumlar nezdinde büyük bir destek sağlamış ve sadece bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar bir ülke, Afganistan’a yönelik terörle mücadele operasyonunu eleştirmiştir. Fakat Afganistan operasyonu ve sonrasında müttefiklerin özellikle mahkumlara ve sivil halka karşı işkenceye varan sert tutumu, ABD’ye dönük desteğin azalmasına sebep olmuştur. Yine aynı amaçla uluslararası hukuk esnetilerek hayata geçirilen ve Bush Doktrini adıyla anılan Önleyici Vuruş Doktrinine dayanarak Irak’a karşı operasyon düzenlenmesi ise uluslararası toplumun hiçbir kesimi tarafından meşru sayılmamıştır. ABD; uluslararası kurumların ve kamuoyunun desteği alınmamasına rağmen tek başına hareket ederek, kendisini çıkar ilişkileri bağlamında destekleyen müttefikleri ile bu operasyona başlamıştır. ABD “Ya bizimlesiniz ya onlardan” sloganı ile uluslararası terörle mücadelede işbirliğini de önemsemediğini göstermiştir. Fakat bu süreç uluslararası hukukun ve uluslararası kuruluşların meşruiyetinin sorgulanmasına sebep olmuştur. Yüz binlerce insanın öldüğü ve mağdur olduğu savaşlar sonrası kazanılan tecrübeler ile, bu şekilde kayıpların bir daha yaşanmaması için bir uluslararası sistem ve hukuk oluşturan uluslararası toplumun bu kazanımları büyük yara almıştır.
Küresel terör örgütleri ve özellikle 11 Eylül saldırıların faili olan El- - Kaide bu durumu iyi bir şekilde değerlendirerek, kendi propagandalarını yapmışlar ve özellikle Afganistan saldırılarının ilk aylarında dağılmaya yüz tutan grup, tekrar güçlenerek eylemsel güçlerini tekrar kazanmışlardır. 11 Eylül saldırıları sonrası işbirliği ve ortak mantıkla cevap verilen terör bitmeye yüz tutmuşken ABD’nin politikaları sonucu bu işbirliğinin dağılması ve uluslararası meşruiyetini kaybetmesi sonucu terör örgütlerinin güçlenmesi ise yüzlerce insanın hayatını kaybettiği İstanbul, Madrid ve Londra saldırılarının meydana gelmesi sonucunu doğurmuştur.
Ayrıca 11 Eylül saldırıları sonrası devletler, oluşan korku ve dehşet ortamını engelleyebilmek adına ulusal sınırları içerisinde bir dizi düzenlemeler yapma yoluna gitmiştir. Mevcut düzenlemelerin yaşanan tehdidi engellemede yetersiz kaldığı düşüncesiyle yapılan bu değişikler de demokratik hukuk devleti ilkelerine ters düşmüştür. Bu şekilde gelişen olaylara karşı devletler güvenliği sağlamanın yolunun hak ve özgürlüklerde çeşitli kısıtlamalara gitmek olduğu yargısı ile hareket etmişlerdir. İngiltere ve ABD hükümetleri, hukuk düzenini hukuksuzluk oluşturacak şekilde yorumlayarak yaptığı düzenlemeleri; halkın içerisinde bulunduğu dehşet durumundan faydalanarak hızlı bir şekilde yürürlüğe sokmuşlardır.
Fakat bu düzenlemelerde terörle mücadeleye fayda getireceği yerde yabancı düşmanlığını körükleyerek, toplumun birbirinden kopma sürecine girmesine sebep olmuştur. Ayrıca bu durum Avrupa’da yayılan milliyetçilik akımının da hızlanmasına neden olmuştur. ABD ve İngiltere’de birçok suçsuz insan, yapılan düzenlemeler doğrultusunda gözaltına alınmış fakat suçluluklarını kesinleştirecek herhangi bir maddi delil bulunamadığından dolayı serbest bırakılmışlardır. Bu ise toplumda aynı çatı altında yaşayan insanların birbirlerinden ayrışmasına ve ötekileşmesine; aynı zamanda da devlete yabancılaşmalarına sebep olmuştur.
Nihayet bu durum uluslararası kurumların dikkatini çekmiş ve demokratik hukuk devleti kazanımlarının asla bırakılmaması gerekliliği ve baskıcı tutumların teröristlere değil ancak özgür insanlara zarar vereceği yönündeki açıklamalar karşılık bulmaya başlamıştır. Bu aşamada İspanya’nın tutumu tüm dünyaya örnek teşkil etmiştir. İspanya, yaşanan Madrid saldırıları sonrası dahi baskıcı düzenlemelere gitmemiş hatta Irak’ta bulunan askerlerini geri çekerek terörle mücadelenin silahla değil temel hak ve özgürlükler çerçevesinde yapılacak olan eylemlerle sonuca gidebileceğini savunmuştur. Bu doğrultuda da BM çatısı altında oluşturulan Medeniyetler İttifakı Projesi, farklı kültürlerin ayrışan değil benzerlik gösteren noktalarında birleştirerek, ötekileşmenin önüne geçmeyi hedeflemiştir.     
Uluslararası ortamda, özellikle yenilenen siyasi otoritelerin de yardımıyla özgürlüklerin tekrar yükselişe geçmesi ise İngiltere’de de yankı bulmuştur. 11 Eylül saldırıları sonrası sertleşen terörle mücadele yasaları, meydana gelen Londra saldırıları sonrasında temel hak ve hürriyetleri feda edecek şekilde tekrar düzenlenmek istenmiş; fakat bu sefer hükümet Meclis ve sivil toplum kuruluşlarının direnci ile karşılaşmıştır. İngiltere’de demokratik hukuk devleti kazanımlarını köreltecek düzenlemeler, Meclisin akılcı ve sakin davranması ile hayat bulamamıştır. ABD’de de özellikle Barrack Obama’nın başkanlığa gelmesinin ardından terörle mücadele stratejilerinde hata yapıldığı kabul edilmiş ve 11 Eylül saldırıları sonrası oluşan öfke ortamı sebebiyle kendi ilkelerine aykırı hareket ettikleri belirtilmiştir. Obama çeşitli tarih ve yerlerde yaptığı konuşmalarında işbirliğinin ve oluşturulan müşterek ilkelerin korunması gerekliliğine vurgu yaparak, her türlü ayrıma ve ötekileştirmeye karşı olduklarını vurgulamıştır.
İngiltere örnekleminde, İngiltere’nin IRA’ya karşı olan mücadelesinde zeki, kapsamlı bir siyasal müdahalenin, katı polis ve askeri yöntemlerin kendi başlarına durduramadığı teröre nasıl etkili bir şekilde son verdiği gözler önüne serilmiştir. İngiltere IRA ile mücadelesinde baskıcı güvenlik tedbirlerinin bir işe yaramadığını ve bunun özellikle IRA’ya dönük olan halk desteğini iyice arttırdığını ve sonuç olarak halk tarafında IRA’nın kendilerini koruyacak yegane unsur olduğu yönünde algısını güçlendirdiğini çok önceleri görmüştür. Fakat iç politik kaygılar neticesinde düşünülen düzenlemeler hayata geçirilememiştir. Fakat hükümet özellikle 1990’lı yıllara gelindiğinde terörle mücadelenin olmazsa olmazı olan siyasi kararlılıkla hareket ederek bir dizi düzenleme ve uluslararası işbirliği yoluna gitmiştir. Özellikle Kuzey İrlanda bölgesinde adaletsizlik ve haksızlıkların önüne geçen ve eşitlik olgusunu vurgulayan düzenlemeleri hayata geçirmiştir. Siyasi hakları arttırarak, sivil/siyasi hak arama yöntemleri desteklenmiştir. Özellikle 2005 yıllarında dünya konjonktüründe, insan hakları, özgürlük ve güvenlik dengesinde temel hak ve özgürlüklerin tekrar ön plana çıkması ile birlikte, Kuzey İrlanda’daki iki hareketin de giriştiği şiddet olaylarının halk tarafından desteklenmedikleri görülmüştür. Yapılan siyasi görüşmeler sonucu ise terör örgütleri silahlarını bırakmış ve hak arama süreçlerini şiddetten arındırılmış bir şekilde sürdüreceklerini ifade etmişlerdir. Bu örnekten anlaşılacağı üzere terörle mücadeledeki en etkin yöntem, sosyo – ekonomik iyileştirmelerle, halktaki demokratik hukuk ilkelerine olan bağlılığı ve inancı birleştirerek bir güven ortamı oluşturulmasıdır. Böylece halk terör faaliyetlerine prim vermeyecektir. IRA’yı dağılma sürecine asıl iten sebep siyasi görüşmelerde alınan imtiyazlar değil, kendi tabanının şiddete olan inancının kalmayarak IRA’nın dağılması yönündeki isteklerin artması yani halk desteğinin sona ermesidir.
      
  Dünyanın geçirdiği son on yıllık tecrübe de göstermiştir ki, uzun deneyimler sonucu kazanılan müşterek değerler, oluşturduğumuz yeni sistemin temel taşlarıdırlar. Bu sebeple bu değerlere rağmen geliştirilen politikalar uluslararası sisteme kazanım değil yitim olarak geri dönecektir. Demokratik hukuk ilkeleri asla daha fazla özgürlük için feda edilmemelidir. Aksi takdirde klişeleşmiş bir tabirle ne özgürlüğe ne de güvenliğe ulaşabiliriz. 
Dünyayı siyasal içerikli şiddetten arındırmak mümkün değilse bile, bu eğilimin marjinalize edilmesi mümkündür. İşbirliği çabaları ve terörle mücadele stratejilerinin bu yönde gelişmesi daha anlamlı olacaktır. Devletler ulusal ve uluslararası güvenlik politikalarını geliştirirken, kalıcı güvenliği oluşturmanın yolunun demokratik hukuk ilkelerini güçlendirmekten ve bu ilkeleri dünya genelinde hakim kılmaktan geçtiğini unutmamalıdır. Terörle mücadelenin hedefi onu yok etmeye çalışmak ve onunla radikal bir savaşa girmekten ziyade; onunla birlikte yaşamayı öğrenerek, onun etkinliğini kısıtlamak ve gereksiz hale getirmek olmalıdır. Ancak bu şekilde insanlar terörist stratejiye inanmaktan ve onu kullanmaktan vazgeçeceklerdir. 

KAYNAKÇA

Akın, Engin, Terör ve Terörün Finansmanı Suçu: Anayasa Mahkemesi – Yargıtay Kararları ve Uluslararası Hukuk Metinleri Çerçevesinde, Ankara 2009
Alkan, Necati, Söz Bitmeden: Terörle Mücadele Önleme Stratejileri, 3. Basım, Ankara 2009
Arıboğan, Deniz Ülke,  Terör, Korku Hali: Tarihin Sonundan, Barışın Sonuna, 3. Basım, İstanbul 2007
Aydın, Nurullah, Küresel Terör ve Terörizm, İstanbul 2009
Bal, İhsan, Alacakaranlıkta Terörle Mücadele ve Komplo Teorileri, Ankara 2006
Bal, Mehmet Ali, Savaş Stratejilerinde Terör, 2. Basım, İstanbul 2008
Beşe, Ertan, Terörizm, Avrupa Birliği ve İnsan Hakları, Ankara 2002
Bozkurt, Enver – Kanat, Selim, Uluslararası Toplumun Paradoksu: Terörizm, İnsan Hakları, Güvenlik ve 11 Eylül Sonrası Meydana Gelen Değişikler, Ankara 2007
Davutoğlu, Ahmet, Küresel Bunalım, 18. Basım İstanbul 2010
Davies, Barry, Terörizm: Ortadoğu’da Şiddet Dünya’da Terör, (Çev. Pınar Bulut), İstanbul 2006
Falk, Richard A., Dünya Düzeni Nereye? Amerikan Emperyal Jeopolitikası , (Çev. Neşenur Domaniç, Nusret Arhan) İstanbul 2005
Gürses, Emin, Ayrılıkçı Terörün Anatomisi: IRA-ETA-PKK, 2. Basım, İstanbul 2001
Hobsbawm, Eric, Küreselleşme, Demokrasi ve Terörizm, (Çev. Osman Akınhay) İstanbul 2008
Huntington, Samuel P., Medeniyetler Çatışması ve Dünya Düzeninin Yeniden Kurulması, (Çev. Mehmet Turhan, Y. Z. Cem Soydemir) 6. Basım İstanbul 2008
Karaosmanoğlu, Fatih, Tarihin Başlangıcı: Uluslararası ilişkiler & Haklar ve Güvenlik, Ankara 2008
Kaya, İbrahim, Terörle Mücadele ve Uluslararası Hukuk, Ankara 2005
Kongar, Emre, Küresel Terör ve Türkiye: Küreselleşme, Huntington, 11 Eylül, 11. Basım, İstanbul 2009
Laçiner, Sedat – Özcan, Mehmet – Bal, İhsan, Türkiyeli Avrupa: Türkiye’nin Üyeliğinin AB’ye Olası Etkileri, İstanbul 2004
Öktem, Emre, Terörizm: İnsancıl Hukuk ve İnsan Hakları, İstanbul 2007
Şenocak, Hasan Emre, Avrupa Terör Örgütleri ve Ülke Uygulamaları, Ankara 2006
Sever, Murat – Cinoğlu, Hüseyin – Başıbüyük, Oğuzhan, Terörün Sosyal Psikolojisi, Ankara 2010
Sönmezoğlu, Faruk, (Der.), Uluslararası İlişkiler Sözlüğü, 4. Basım, İstanbul 2005
Tarhan, Nevzat, Psikolojik Savaş: Gri Propaganda, 15. Basım, İstanbul 2011
Taşdemir, Fatma, Uluslararası Terörizme Karşı Devletlerin Kuvvete Başvurma Yetkisi, Ankara 2006

MAKALELER

Alkan, Necati, “Türkiye’nin Terörle Mücadele Deneyimi”, Uzakdoğu’dan Yeni Kıta’ya Terörle Mücadele, Derleyen: İhsan Bal, Süleyman Özeren, Ankara 2009
Arıboğan, Deniz Ülke, “Terörizme Karşı Kurumlar Arası Koordinasyon ve İş Birliği İmkanları”, Küresel Terörizm ve Uluslararası İşbirliği Sempozyumu, Terörle Mücadele Mükemmeliyet Merkezi, Ankara 2006
Baharçiçek, Abdulkadir,“Radikalleşmenin Önlenmesi ve Terörle Mücadele Üzerinde Demokratikleşmenin Rolü”, Terörün Sosyal Psikolojisi, Editörler: Murat Sever, Hüseyin Cinoğlu, Oğuzhan Başıbüyük, Ankara 2010
Bal, İhsan, “ Terör Nedir? Neden Terörist Olunur?“, Terörizm: Terör, Terörizm ve Küresel Terörle Mücadelede Ulusal ve Bölgesel Deneyimler, Derleyen: İhsan Bal, Ankara 2006
Başaren, Sertaç, “Kavramsal Olarak Terörizm; Tarihi, ve Hukuki Boyutlarıyla” Küresel Terörizm ve Uluslararası İşbirliği Sempozyumu, Terörle Mücadele Mükemmeliyet Merkezi, Ankara 2006
Ben-Meir, Alon, “11 Eylül: Sonuçları ve Yeni Düzen”, (Çev. Serpil Açıkalın), 11 Eylül Sonrası Ortadoğu, Editörler: Sedat Laçiner, Arzu Celalifer Ekinci, Ankara 2011
Chirinos, Alexandra, “Özgürlük ve Güvenlik Arasındaki Dengeyi Bulmak: İngiliz Anti Terörizm Kanunu Üzerine İngiliz Yargıtayı’nın Kararı” , (Çev: Onur Özcan) Terör ve Düşman Ceza Hukuku, Proje Yöneticisi: Kayıhan İçel, Editör: Yener Ünver, Ankara 2008
Colston, John, “NATO’nun Terörizm İle Mücadeledeki Rolü ve Uluslararası İşbirliği’nin Önemi”, Küresel Terörizm ve Uluslararası İşbirliği Sempozyumu, Terörle Mücadele Mükemmeliyet Merkezi, Ankara 2006
Eriş, Hamit Emrah, “IRA(İrlanda Cumhuriyetçi Ordusu)”, Terörizm İncelemeleri, Derleyen: Ümit Özdağ, Osman Metin Öztürk, Asam Yayınları, Ankara 2000
Finjing, Fang, “Radikal Dini Terörizm Faaliyetleri ve Mücadele Yöntemleri”, Küresel Terörizm ve Uluslararası İşbirliği, Terörle Mücadele Mükemmeliyet Merkezi, Ankara 2006
Hacıhafızoğlu, Dinçer, “ Terörist Grupların Örgütlenmesi ve Yönetimi”, Terörizm İncelemeleri, Derleyen: Ümit Özdağ, Osman Metin Öztürk, Asam Yayınları, Ankara 2000
Laçiner, Sedat, “Terörle Mücadelede Yasal Önlemler: İngiltere Örneği” Terör, Terörizm ve Küresel Terörle Mücadelede Ulusal ve Bölgesel Deneyimler, Derleyen: İhsan Bal, USAK Yayınları, Ankara 2006
Mazarı, Shireen, “Terörizmin Geleceği ve Ortak Nitelikleri”, Küresel Terörizm ve Uluslararası İşbirliği Sempozyumu, Terörle Mücadele Mükemmeliyet Merkezi, Ankara 2006
Özcan, Mehmet – Yardımcı, Serkan, “Avrupa Birliği ve Terörizmle Mücadele”, Terörizm: Terör, Terörizm ve Küresel Terörle Mücadelede Ulusal ve Bölgesel Deneyimler, Derleyen: İhsan Bal, USAK Yayınları, Ankara 2006
Özcan, Nihat Ali, “ Bir Terör Örgütü Olarak PKK; İdeolojisi, Yöntemi, Yükselişi ve Çöküşü ”, Dünyada ve Türkiye’de Terör Konferansı: Ekonomik ve Sosyal Yapıya Etkileri, Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası, Editör: Ali Tarhan, Ankara 2002
Özeren, Süleyman – Cinoğlu, Hüseyin, “ABD’nin yeni Terörle Mücadele Konsepti: Savaş Yerine Uyumlu İşbirliği mi?”, Dünyadan Örneklerle Terörle Mücadele, Derleyen: İhsan Bal, Süleyman Özeren, Ankara 2010
Özeren, Süleyman – Cinoğlu, Hüseyin, “Terörizm ve Amerika Birleşik Devletleri: 11 Eylül Öncesi ve Sonrası Terörle Mücadele Politikalarının Değerlendirilmesi”,  Terörizm: Terör, Terörizm ve Küresel Terörle Mücadelede Ulusal ve Bölgesel Deneyimler, Derleyen: İhsan Bal, Ankara 2006
Özeren, Süleyman – Demirci, Süleyman, “İngiltere’nin Ayrılıkçı IRA ve Dine Karşı Terörle Mücadele Politikası”, Dünya’dan Örneklerle Terörle Mücadele, Derleyen: İhsan Bal, Süleyman Özeren,  Ankara 2010
Öztürk, Osman Metin, “Avrupa ve Orta Doğu Ülkelerinin Terör Karşısındaki Konumları”, Terörizm İncelemeleri, Derleyen: Ümit Özdağ, Osman Metin Öztürk, Asam Yayınları, Ankara 2000
Saul, Ben, “Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde Terörizmin Tanımı: 1985 – 2004”, (Çev: Seda Koç) Terör ve Düşman Ceza Hukuku, Proje Yöneticisi: Kayıhan İçel, Editör: Yener Ünver, Ankara 2008
Şimşek, Yılmaz, “İspanya’nın Terörle ,Mücadelesinde ETA Örneği”, Uzakdoğu’dan Yeni Kıta’ya Terörle Mücadele, Derleyen: İhsan Bal, Süleyman Özeren, Ankara 2009
Tavas, Taner, “ Terörizm: Psikolojisi ve Hedefleri “, Terörizm İncelemeleri, Derleyen: Ümit Özdağ, Osman Metin Öztürk, Asam Yayınları, Ankara 2000
Thachuk, Kimberley, “Terörizme Destek Veren Kaynaklarla Mücadele”, Küresel Terörizm ve Uluslararası İşbirliği Sempozyumu, Terörle Mücadele Mükemmeliyet Merkezi, Ankara 2006
Ulusoy, Ülkü Halatçı, “11 Eylül Terörist Saldırıları ve Afganistan Operasyonu’nun Bir Değerlendirmesi” , 11 Eylül Sonrası Ortadoğu, Editörler: Sedat Laçiner, Arzu Celalifer Ekinci, Ankara 2011
Üskül, Zeynep Özlem, “Küreselleşme Süreci ve Birey Kavramı”, Hukuk Felsefesi ve Sosyolojisi Arkivi, 14. Kitap, İstanbul Barosu, İstanbul 2005
Yamaç, Fatih, “11 Eylül 2011 Sonrası Fransız Terörle Mücadele Politikası”, Terörizm: Terör, Terörizm ve Küresel Terörle Mücadelede Ulusal ve Bölgesel Deneyimler, Derleyen: İhsan Bal, USAK Yayınları, Ankara 2006
Yılmaz, Ömer, “ İspanya Terörle Mücadele Tecrübesi: Medeniyetler İttifakı Olabilir mi?“, Terörizm: Terör, Terörizm ve Küresel Terörle Mücadelede Ulusal ve Bölgesel Deneyimler, Derleyen: İhsan Bal, Ankara 2006
Zelman, Joshua D., “Uluslararası Hukukta Son Gelişmeler: Anti- Terörizm Mevzuatı – Bölüm II: Etki ve Sonuçları”, (Çev. Ali Emrah Bozbayındır) Terör ve Düşman Ceza Hukuku, Proje Yöneticisi: Kayıhan İçel, Editör: Yener Ünver, Ankara 2008


BASILMAMIŞ YÜKSEK LİSANS VE DOKTARA TEZLERİ

Doğuhan Sökücü, “Küreselleşen Terörizmin Uluslararası Siyasete Etkileri”, (İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi ), İstanbul 2009
Hakan İpek, Avrupa Birliği’nin Terörizmle Mücadelesi,(Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Uluslar arası İlişkiler Anabilim Dalı, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara 2006
Saadat Rüstemova, Küresel Terörizm, (Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Uluslar arası İlişkiler Anabilim Dalı, Basılmamış Doktara Tezi), Ankara 2006
Gökhan Gökulu, Terör Eylemlerinin Medyaya Yansıması: 15 – 20 Kasım İstanbul Saldırıları Örneği (Polis Akademisi, Güvenlik Bilimleri Enstitüsü, Suç Araştırmaları Anabilim Dalı, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara 2005
Ethem İlbiz, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları Çerçevesinde Türkiye’nin Terörle Mücadelede İnsan Hakları Sorunu, (Polis Akademisi, Güvenlik Bilimleri Enstitüsü, Suç Araştırmaları Anabilim Dalı, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi) ,Ankara 2009
Zafer Kılıç, Küreselleşme ile ivme Kazanan Uluslararası Terörizm ve Buna Karşı Alınan Tedbirler, (Süleyman Demirel Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı), Isparta 2007
Erdal Bayer, Terörist Örgütlerde Örgütsel Öğrenme, (Süleyman Demirel Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Isparta 2008
Arman Khanat, 11 Eylül Saldırıları Sonrası ABD’nin Terörle Mücadele Politikası ve İnsan Hakları Açısından Değerlendirilmesi, (Polis Akademisi Başkanlığı, Güvenlik Bilimleri Enstitüsü, Uluslar arası Polislik Çalışmaları Anabilim Dalı),  Ankara 2008
Tolga Çevik, 11 Eylül Saldırıları Sonrasında ABD’nin Uluslararası Terörizm İle Mücadeleye İlişkin Güvenlik Politikaları,(Çanakkale 18 Mart Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı, Basılmamış Yüksek lisans Tezi), Çanakkale 2008
Yasir Adil Erdem, Küresel Terörizm ve Irak Savaşı, (Polis Akademisi, Güvenlik Bilimleri Enstitüsü, Suç Araştırmaları Anabilim Dalı, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara 2007
Kader Asan, Avrupa Birliği’nin Terörizmle Mücadele Politikası, (Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Uluslar arası İlişkiler Anabilim Dalı, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara 2007

İNTERNET KAYNAKLARI

Avcı, İlyas, “El – Kaide Tehdidi ile Mücadele”, (http://www.pa.edu.tr/objects/assets/content/file/dergiler/2009/Cilt%2011/PBD%2011%20(3)%202009Word+Pdf/PBD%20%20(3)%202009Tamam%C4%B1.pdf#page=101)   (02.10.2011)
Baharçiçek, Abdülkadir, “Etnik Terör ve Etnik Terörle Mücadele Sorunu”, (http://web.firat.edu.tr/sosyalbil/dergi/arsiv/cilt10/sayi1/011-028.pdf) (26.09.2011)
Bekri, M. Nedim, “Suçta ve Cezada Kanunilik İlkesi ve İlkenin Uluslararası Belgeleri ile Uluslararası Ceza Hukuku Uygulamalarındaki Durumu”, (http://www.yayin.adalet.gov.tr/dergi/38.say%C4%B1/04%20%20DR%20M.%20NED%C4%B0M%20BEKR%C4%B0.pdf), (10.09.2011)
Laçiner, Sedat, “Toplumsal Sorunların Bir Belirtisi Olarak Terörizm”, (http://www.usak.org.tr/makale.asp?id=97) (03.06.2011)
Laçiner, Sedat, “Demokrasi İle Terör Çözülür mü?”, (http://www.usak.org.tr/myazdir.asp?id=1045) (03.06.2011)
Laçiner, Sedat, “Londra Olayları: Avrupa Terörle İç Savaşa Mı Gidiyor?” (http://www.usak.org.tr/makale.asp?id=471)  (07.09.2011)
Özdemir, Erol, “Terörizmin Unsurları Ve Bazı Çözüm Önerileri”, (http://www.caginpolisi.com.tr/74/17.htm) (24.09.2011)
Thierry Balzacq - Yılmaz Ensaroğlu, “İnsan Hakları ve Güvenlik: Türkiye, İngiltere ve Fransa”, (http://www.tesev.org.tr/UD_OBJS/PDF/DEMP/Guvenlik%20ve%20Insan%20Haklari%20Siyasa%20Raporu.pdf), (01.09.2011)
Varol, Kasım, “Terör ve Sağduyu”, (http://www.caginpolisi.com.tr/v1/yazdir.php?art_id=1094) (26.09.2011)
Emniyet Genel Müdürlüğü Terörle Mücadele Dairesi Başkanlığı, “Terör,Terörizm” (http://www.egm.gov.tr/temuh/terorizm6.htm) (10.05.2011)
UTSAM Raporlar Serisi:15, “İspanya’nın Terörle Mücadelesi” (http://www.utsam.org/images/upload/attachment/%C4%B0spanya'n%C4%B1n%20Ter%C3%B6rle%20M%C3%BCcadelesi.pdf) (24.08.2011)
“Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin İnsan Hakları ve Terörle Mücadele Hakkındaki İlkeleri”, (http://www.jp.coe.int/Upload/90_GuidelinesHumanRights_Terrorism_TUR.pdf) (25.08.2011)
“Birleşmiş Milletler Medeniyetler İttifakı Girişimi”  (http://www.medeniyetlerittifaki.org.tr/index.php?option=com_content&view=article&id=28&Itemid=2) (24.08.2011)
“İnsan Hakları ve Terörle Mücadele Hakkında İlkeler”, (http://www.jp.coe.int/Upload/90_GuidelinesHumanRights_Terrorism_TUR.pdf) (25.08.2011)
“İzleme, Koruma, Önleme, Hazırlıklı Olma: İngiltere’nin Uluslararası Terörizm ile Mücadele Stratejisi,” (http://www.utsam.org/images/upload/attachment/%C4%B0zleme%20Koruma%20%C3%96nleme%20Haz%C4%B1rl%C4%B1kl%C4%B1%20Olma.pdf) (07.09.2011)
“Obama’dan Mısır’da Tarihi Konuşma”, (http://www.sabah.com.tr/Dunya/2009/06/04/islam_dunyasina_seslenecek) (03.10.2011)
“Obama’nın Mısır Konuşması”, (http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=184168) (03.10.2011)
“Obama Hürriyete Yazdı: Bin Ladin’i Müslümanlarla Birlikte Yendik”, (http://www.dipnot.tv/11857/Obama-Hurriyete-yazdi-BiN-LADiNi-MuSLuMANLARLA-BERABER-SAF-Disi-BiRAKTiK.aspx) (03.10.2011)
“Terörizmin Yayılmasını Kolaylaştıran Şartlar üzerine Soru ve Cevaplar Mart 2007”, (http://www.avrupakonseyi.org.tr/haberler/mart-07_b.htm) (25.08.2011)
“Türkiye ve Medeniyetler İttifakı”,          
(http://www.mfa.gov.tr/medeniyetler-ittifaki.tr.mfa) (24.08.2011)
“12 Nisan 1 991 tarih ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu”, (http://www.mevzuat.adalet.gov.tr/html/809.html) (09.09.2011)
(http://www.mulkiyeteftis.gov.tr) (10.09.2011)
(http://www.avrupakonseyi.org.tr/) (25.08.2011)
( http://www.fincen.gov/statutes_regs/patriot/) ( 17.06.2011)





***