29 Şubat 2016 Pazartesi

EŞREF BİTLİS SUİKASTİ, BÖLÜM 6




 EŞREF BİTLİS  SUİKASTİ, BÖLÜM 6



BİNBAŞI ERSEVER’İN ROLÜ

Uçağın Düştüğü Yere İlk Gelen Subay: Binbaşı Ersever

Orgeneral Eşref Bitlis’in uçağının enkazından dumanlar çıkıyordu. Yenimahalle Posta İşleme Merkezi’nde büyük bir kaos vardı. Panik halinde insanlar koşuşuyordu. İşleme Merkezi’nin bütün personeli bahçeye çıkmış, ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Henüz polis, olay yerine gelmemişti. Ankara Emniyeti Haber Merkezi’ne, Posta İşleme Merkezi’nde yangın olduğu haberi saat 12.30’da iletilmişti. Komiser Recep Elbir’in amirliğindeki 8229 kod numaralı polis ekibi, bundan sonra Akşemsettin Caddesi’ndeki binaya geldi. Polisler vardığında, 4 itfaiye aracı, garajdaki yangını söndürmeye çalışıyordu. İnsanlar bir yandan bağrışıyor, bir yandan yaralı var mı diye bakıyorlardı. Bu arada, üzerine alev sıçrayan Posta İşleme Merkezi’nin güvenlik görevlisi Ruhi Salay’ı söndürüp hastaneye yollamışlardı.

Bu sırada bir kişi, enkazın çevresinde dolaşıyor, oraya buraya saçılmış parçaları kontrol ediyordu. Posta İşleme Merkezi’nden bir yetkilinin dikkatini çekti. PTT Genel Müdürlüğü yetkilisi, bu yabancıya kim olduğunu, ne yaptığını sordu. Yabancı, çok sakin bir şekilde cebinden askeri kimliğini çıkarıp gösterdi. “Ben binbaşıyım, uçakta üst rütbeli bir komutan vardı” dedi. PTT yetkilisi bunda bir tuhaflık görmedi. Uçak, askeri bir uçaktı. Elbette olay mahalline rütbeli personel gelecekti.

Tuhaf olan, binbaşı olduğunu söyleyen kişinin, uçağın düşmesinden hemen sonra gelmesiydi. Yanında başka kimse yoktu. Uçağın düştüğü yer, 2. Askeri İnzibat Bölge Komutanlığı’nın sorumluluk alanındaydı. 2. Askeri İnzibat Bölge Komutanlığı’na, askeri uçağın düştüğü saat 13.15’te bildirilmişti. 2. Bölge Komutanı Topçu Albay Alaattin Öngeldi başkanlığında 3 subay ve çok sayıda personel, saat 13.30’da Posta İşleme Merkezi’ne ulaşmıştı. Ancak bu saatten sonra olay yeri, askeri inzibat tarafından emniyet altına alındı.

Doğu Anadolu kökenli PTT yetkilisinin bu da dikkatini çekmemişti. Ta ki, 6 Kasım 1993 tarihli Milliyet gazetesini okuyuncaya dek. Milliyet’in birinci sayfasında, kocaman harflerle, “Çok şey bilen subay öldürüldü” yazıyordu. Jandarma İstihbarat Grup Komutanlığı’ndan emekli Binbaşı Ahmet Cem Ersever’in cesedi Ankara Elmadağ ilçesi çıkışındaki kireç ocaklarında bulunmuştu. Haberin yanında, bir de fotoğrafı vardı Binbaşı’nın. PTT yetkilisi, hemen tanıdı. “Tamam, uçak düştükten sonra gelen kişiydi” dedi. Orgeneral Eşref Bitlis’in uçağının düşmesinden hemen sonra olay yerinde araştırma yapan sivil giysili subayın kimliği, 9 ay sonra ortaya çıkmıştı. Adı bizde saklı PTT yetkilisi, bu bilgiden çekindi, ancak çok yakın çevresine aktardı.

Ersever Cinayetinden Çiller Özel Örgütü’ne

Binbaşı Ahmet Cem Ersever’in Org. Bitlis suikastında rol aldığını kamuoyuna, ilk İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek duyurdu. Perinçek, 4 Aralık 1996’da TBMM Susurluk Komisyonu’na bilgi verdikten sonra, Ersever Cinayeti’ni soruşturan Ankara DGM Savcılığı’na da aynı bilgileri aktardı.

İP Genel Başkanı, 29 Kasım 1996 günü İstanbul’da düzenlediği basın toplantısında, Binbaşı Ersever’in suikasttaki rolü konusunda şunların altını çizdi:

• Suikastı icra edecek ekip, Özel Harpçi subaylardan oluşturuldu.

• Ekibin başında, Orgeneral Bitlis’e çok yakın bir isim olan ve Bitlis’in bütün çalışmalarını birinci elden izleyen JİTEM Grup Komutanı Binbaşı Ahmet Cem Ersever vardı.

• Binbaşı Ersever, çevresine topladığı itirafçılarla, birçok kirli, yasadışı işlere karıştığı için sıkışmıştı. Bitlis’e suikast sonucu aklanma sözü almıştı.

• Ancak Ersever’e verilen söz tutulmadı. Ordudan atılacak iken istifa etti.

• Genelkurmay’ı hedef alan açıklamalar yaptı. Ersever de, suikast bilgisi nedeniyle şantaja başladı.

• Ersever, konuşma tehdidi üzerine, Çiller Özel Örgütü’nün emriyle Abdullah Çatlı ekibince ortadan kaldırıldı.

• Ersever, en çok güvendiği arkadaşı, PKK itirafçısı Mustafa Deniz tarafından tuzağa düşürüldü. Çatlı ekibi önce Mustafa Deniz’i yakalamıştı.

• Ersever’in Başbakanlık Poligonu’ndaki sorgusu videoya çekildi. Bitlis suikastını bütün boyutlarıyla ortaya çıkaran bu kasetler, Genelkurmay İstihbaratı kasalarında bulunuyor.

• 29 Ekim 1993 akşamı Sabah gazetesine edilen telefonda “Bitlis Paşa’nın katili Ersever infaz edildi” denildi.

• Çatlı ekibi, itirafçı ve korucu Babatlar’ı tetikçi olarak kullanarak, Bitlis suikastını gerçekleştiren ekibin tamamını temizledi.

Ersever’in Harp Cerideleri Kimde?

Olgular, Perinçek’in verdiği bilgilerle tam örtüşüyor. Her iki cinayet de, dönemin iktidarınca karanlıkta bırakıldı. Jandarma İstihbarat Grup Komutanı emekli Binbaşı Ahmet Cem Ersever’in tuttuğu “Harp Cerideleri”, cinayetin üzerinden 4 yıl geçmesine karşın, halen kayıp.

12 yıl Güneydoğu’da ve Kuzey Irak’ta görev yapan Binbaşı Ersever’in, karargâh dışındayken tutmakla zorunlu olduğu Harp Cerideleri bulunamıyor. Ersever’e yakın bir kaynak, Harp Cerideleri’nde, JUSMMAT ve Çekiç Güç’le ilgili çok önemli bilgiler bulunduğunu ve belgelere ABD ajanlarınca el konulduğunu ileri sürdü. Notlarda, MİT, ÖHD, CIA ve Genelkurmay’ın Kürt sorununa ilişkin faaliyet ve tasarılarına ilişkin gizli bilgilerin bulunduğu belirtildi.

Harp Cerideleri’nin, Ersever’i öldüren Özel Harpçiler’de olduğu belirtiliyor. (1)

1 “Ersever’in Harp Cerideleri Kayıp”, Aydınlık, 8 Kasım 1993.

Ersever: Kalleşçe Harcandım

Ersever ve arkadaşlarının ordudan ayrıldıktan sonra kurdukları Mezopotamya Basın Yayın Şirketi’nde birlikte oldukları iki Özel Harpçi emekli subay ile araları Ocak 1993’ten sonra bozulmuştu. Ersever, bu tarihten sonra, ısrarla, devlet tarafından “kalleşçe harcandığını” her yerde söylemeye başladı. Eylül ayından sonra, Ersever’in umutları iyice kırılmıştı. Bu arada Türkiye’den ayrılmak için girişimlerde bulunmuştu.

Ersever, Bitlis İçin Kamuoyu Önünde Ne Dedi?

İki cinayet arasında bağ olduğunu, katillerin aynı ekipten olduğunu Aydınlık, Ersever’in ölümünün hemen ardından saptamıştı.(2)

2 Adnan Akfırat/Hikmet Çiçek, “Bitlis Suikastı ve Ersever Cinayeti Aynı Güçler Tarafından Gerçekleştirildi”, Aydınlık, 12 Kasım 1993.

O gün ulaşılan bilgiler, ancak iki ölümün aynı güçler tarafından yapıldığını saptayacak kadardı. Aydınlık, Ersever-Bitlis ilişkisini araştırmayı sürdürdü.

Ersever, 1993 yılının Şubat ayında Jandarma Genel Komutanlığı’na istifa dilekçesini verdi. 5 Mart’ta emekli oldu. 15 Nisan 1993’te TSK ile ilişiği resmen kesildi. Orgeneral Bitlis, önceleri Ersever’e değer veriyor ve bölgedeki generallere de bunu söylüyordu. Ersever’i, rütbesiyle orantılı olmayan bir konuma getirenin de bu özel ilgi olduğu vurgulanıyor. Ersever, başlangıçta yalnızca Org. Bitlis’ten emir alıyor ve yalnızca ona rapor veriyordu. Ersever de “Bölgeye ilişkin raporlarım, Eşref Paşam aracılığıyla Milli Savunma Kurulu’nun önüne giderdi” diyordu. Orgeneral Bitlis, Binbaşı Ersever’in karıştığı kirli işleri saptayınca, kendinden uzak tutmuştu.

Ersever’in Bitlis suikastı konusundaki aşırı suskunluğu baştan beri dikkatimizi çekmişti.

“Komutanlarımın kişiliğini asla tartışmam. Bitlis Paşam ölmüştür, komutanımdı. Bir şey söylemek istemiyorum.” Emekli Binbaşı Cem Ersever, Aydınlık’a bir dizi açıklama yaparken, Orgeneral Eşref Bitlis hakkında konuşmak istemediğini yukarıdaki sözleriyle ifade etmişti. Ersever, Aydınlık’ın ısrarlı soruları üzerine kaçamak yanıtlar vermişti: “Milyonda bir olabilecek bir kaza Eşref Paşa’yı bulmuştur. Bu konuda herhangi bir yorumda bulunmak istemiyorum. Şu an bana göre hiçbir soru işareti bulunmuyor.”(3)

3 “Cem Ersever, Eşref Bitlis için Ne demişti?”, Aydınlık, 11 Kasım 1993.

“Bitlis Konusunda Konuşursam Yer Yerinden Oynar”

Aydınlık’a yaptığı açıklama, topluma görüşlerini açıklamanın yanı sıra, karşı tarafa da bir mesaj olarak işlev görüyordu. Bitlis suikastındaki rolü, Ersever için bir yanıyla can sigortası, bir yandan da öldürülmesini elzem kılan nedendi. Aydınlık’a, Genelkurmay Başkanı Güreş’in sözlerini yinelerken, karşı tarafıysa Bitlis suikastını açıklamakla tehdit edip, kendini korumaya çalışıyordu. Ersever’in çok yakın bir arkadaşı, Aydınlık gazetesine cinayetten sonra şu bilgileri vermişti: “Binbaşı son 20 gündür çok tedirgindi. Hatta panik içindeydi.” Ersever’in kendisine “Beni yok etmek istiyorlar, ben de elimden geleni yapacağım” dediğini söyleyen emekli subay, Ersever’in çok sıkıştırılmaktan yakınarak, “Onlar Ankara’da rahat oturuyorlar. Ama Eşref Bitlis konusunda konuşursam yer yerinden oynar” diye konuşarak mesaj yolladığını belirtti. Bu mesajın karşı tarafı çok rahatsız ettiğini ifade eden emekli subay, Genelkurmay’dan gelen bir kişinin, kendisine, Ersever’in açıklamalarını yalanlaması için baskı yaptığını aktardı.

Hanefi Avcı’nın Gerçekle Çelişen Açıklamalarının Nedeni

İP Genel Başkanı Perinçek’in, Org. Bitlis suikastına ilişkin açıklamaları, “çok şey bilen subay” Ersever cinayetinin de giz perdesini kaldırıyordu. Çiller Özel Örgütü’nü açığa çıkarmada bir ilmek daha çözülmüş oluyordu. Çorap söküğü gibi ardı geliyordu. Medya bu çok önemli bilgileri atladı. Ta ki Emniyet Genel Müdürlüğü eski İstihbarat Daire Başkan Yardımcısı Hanefi Avcı’nın, Çiller Özel Örgütü’nü savunmak için yaptığı karşı açıklamalara dek. Çiller Özel Örgütü’nün polis içindeki kilit isimlerinden Hanefi Avcı, Genelkurmay’a yönelik casusluk faaliyeti üzerine paniğe kapıldı. CIA’cı akıl hocalarının yönlendirmesiyle, Genelkurmay’ı sıkıştırmak için Ersever cinayetini kullanma yoluna gitti. Ancak Aydınlık, 13 Temmuz 1997 tarihli sayısında, Avcı’nın Ersever cinayetindeki rolünü ortaya çıkardı, dahası tanıklara dayandırarak yalanlarını tek tek çürüttü.

Avcı, 4 Şubat 1997’de Susurluk Komisyonu’nda yaptığı gibi, 7 Temmuz’da “32. Gün” programında da, kamuoyunun dikkatini “çete”den uzaklaştırıp, askerin üzerine çevirmeye çalıştı. M. Ali Birand’ın hararetli desteğini alan Avcı, özellikle eski JİTEM (Jandarma İstihbarat ve Terörle Mücadele) İstihbarat Grup Komutanı Binbaşı Ahmet Cem Ersever’in öldürülmesi konusundaki gerçekleri değiştirmeye gayret etti. Avcı, Ersever olayını, yapanlar bilindiği halde, faili meçhul olarak gösterilen cinayetlere örnek veriyor. Böylece faili meçhul cinayetlerin sorumluluğunu Genelkurmay’a yıkmak istiyor.

Hanefi Avcı, 7 Temmuz’da katıldığı Show TV’deki “32. Gün” programında, Ersever’in öldürülmesi hakkında şunları söyledi:

“JİTEM elemanı Ahmet Cem Ersever’in ölümü de faili meçhul değil. Kimin öldürdüğünü herkes çok iyi biliyor. Kimse çıkıp da ‘kimin öldürdüğünü biz bilmiyoruz’ diyemez. Bu olay faili meçhul olsa araştırılır, soruşturulurdu, oysa kimseye sorulmuyor, kayıtlarda da faili meçhul olarak geçmiyor.”

Ersever Ölüme Böyle Gitti

Binbaşı Ahmet Cem Ersever, JİTEM’in kurucularındandı. Özel harp uzmanı olan, uzun yıllar Güneydoğu’da görev yapan Ersever, Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis’in en güvendiği subaylar arasındaydı. Ancak daha sonra, Bitlis’in Kürt politikasına ters düştü. Bitlis, Ersever ve arkadaşlarını önce görevlerinden aldı, sonra emekli olmaya zorladı.

Ersever, 17 Şubat 1993’te, Orgeneral Bitlis’in uçağına sabotajda rol aldı. 5 Mart 1993’te emekli olan Ersever, 1993 Haziran’ında Aydınlık’a gelerek konuştu ve arkasından çeşitli yayın organlarına açıklamalar yapmaya başladı.

Emekli maaşının tamamını, Ankara’da oturan ve ayrı yaşadıkları eşi Yıldız’la kızlarına vermeye başlayan Ersever, önce İhsan Hakan takma adını kullanan eski PKK itirafçısı Mustafa Deniz’le birlikte, Mezopotamya Film Video Basın Yayın Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi’ni kurdu. 17 Mart 1993 günü kurulan şirket, Ankara Ticaret Odası’na 33/971 numarayla kayıtlı.

Hisselerin yüzde 45’i, İhsan Hakan adına düzenlenmiş nüfus kâğıdını taşıyan Mustafa Deniz’e aitti. Ancak işleri iyi gitmedi. İddia edildiğine göre, para sıkıntısı çekmeye başladı. Sonunda sevgilisi Neval Boz’la birlikte İstanbul’a yerleşti. Bir işadamıyla birlikte güvenlik hizmetleri işine gireceklerdi.

Bu arada, Aydınlık’a açıklamaları nedeniyle hakkında, Jandarma Genel Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nde dava açıldı. Ersever bundan çok tedirgin oldu. Susturulmak ve cezalandırılmak istendiği endişesine kapıldı. Görüşme yaptığı Aydınlık muhabirleri Hikmet Çiçek ve Soner Yalçın’dan, mahkemede kendi lehine tanıklık yapmalarını istedi. Aydınlık muhabirleri, gerçeği anlatacaklarını, bunun da Ersever için yeterli olacağını söylediler.

Ersever, hem 26 Ekim 1993’teki duruşmaya katılmak, hem de bazı dokümanları almak için 25 Ekim günü, işadamı Alparslan Ertuğ’un tahsis ettiği şoförlü bir minibüsle İstanbul’dan Ankara’ya gitti. O gece, Şırnak’tan tanıdığı, bir dönem Habur Gümrük Müdürlüğü yapmış Ali Balkan Metel’in şoförü ve “Çubuklu Kemal” olarak bilinen Astsubay Kemal Uzuner’in evinde kaldı. Polis Şefi Hanefi Avcı’ya göre, Çubuklu Kemal, JİTEM için çalışıyordu. Evde Ersever’e ait dokümanlar vardı. Ersever, ertesi gün, minibüs şoförüyle saat 12.00’de Kızılay’daki randevusuna gelmedi. Ersever’in özel durumu nedeniyle uyarılmış olan şoför, durumu hemen İstanbul’daki firmasının sahibi işadamı Alparslan Ertuğ’a bildirdi.

Aynı gün Aydınlık muhabiri Soner Yalçın’la olan buluşmasına da gelmedi Ersever. Duruşmasına da gitmedi. Böylece Binbaşı’nın kaybolduğu kesinleşti.

5 Kasım 1993’te, Ankara’nın Elmadağ çıkışında bir kireç ocağı arazisinde cesedi bulundu. Otopsi raporuna göre, elleri arkadan bağlı olan Ersever, 1 Kasım’ı 2 Kasım’a bağlayan gece, kafasına bir kurşun sıkılarak öldürülmüştü. Bir kurşun da omzunu sıyırmıştı.

1 Kasım’da Mustafa Deniz adlı eski PKK itirafçısının cesedi, Ankara’nın Polatlı çıkışında, Avcılar köyü yakınında bulundu. Soruşturmayı yürüten bir askeri yetkili, “iki ölüm arasında gün farkı yok, saat farkı olabilir” dedi. Ersever’in sevgilisi Neval Boz’un cesedi ise 31 Ekim 1993’te, Ankara’nın bu kez İstanbul çıkışında, Çamlıdere’de bulundu. Her üçü de aynı şekilde öldürülmüştü. Mustafa Deniz elleri arkadan bağlanarak, şakağından yediği tek kurşunla yaşamını yitirmişti. Neval Boz ise sol kulağının arkasından yediği sert bir darbeyle ölmüştü. JİTEM’in üç eski elemanı, büyük bir ihtimalle aynı gün öldürülmüş, cesetleri, birilerine mesaj verircesine Ankara’nın üç çıkışına, bir üçgen teşkil edecek şekilde bırakılmıştı.

Hanefî Avcı Kimdir?

1956’da Kahramanmaraş’ta doğdu. Polis Akademisi’ni bitirdikten sonra, önce Mersin’de göreve başladı. 1980’lerin başında, aralarında dönemin Başbakan Yardımcısı Turgut Özal’ın adının da geçtiği “Altın Kaçakçılığı” dosyasını hazırladı. 1985 yılı başında tayin edildiği Diyarbakır’da, İstihbarat Şube Müdürü olarak 1992 Nisan’ına kadar 7 yıl görev yaptı. Bu dönemde koruculuk uygulamasının başlamasında başroldeydi. Hakkari’deki Jirki aşiretinin devletle anlaşıp silah almasına aracılık etti. Diyarbakır’daki görevi sırasında PKK itirafçılarının koordinatörüydü. 1985’in başından 1992’nin ortasına kadar, 7 yıl, Diyarbakır’da bulundu. Susurluk Komisyonu’nda inkâr etmesine karşın, bölgedeki zengin kişilerden haraç almalar ve aydınlara yönelik “faili meçhul” cinayetler, tam da Hanefi Avcı Diyarbakır’da İstihbarat Şube Müdürü iken başladı ve giderek tırmandı.

1992 Nisan’ından sonra, İstanbul’da İstihbarat Şube Müdürü olarak görev yaptı. Abdullah Çatlı’nın, İsviçre’de cezaevinden çıkarılmasının ardından Türkiye’ye girmesine yardım etti. Çatlı’nın Türkiye’deki faaliyetlerinin hepsinden haberdardı.

İstanbul’daki sokak infazları ve büyük provokasyonlardan biri olarak kabul edilen 12 Mart 1995’teki Gazi Olayları’nda İstanbul’da görevdeydi. Özer Çiller’in suç tanığı Manukyan’ın şoförü Mehmet Urhan’ın öldürüldüğü sırada da, Özgür Gündem’in bombalandığı sırada da İstanbul’daydı. Avcı, 1996’da, Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkan Yardımcılığı’na tayin edildi. Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığı’nın Genelkurmay’a yönelik ABD hesabına casusluk yaptığının saptanmasının ardından, Ana-Sol hükümetinin İçişleri Bakanı Murat Başesgioğlu tarafından görevinden alındı ve Ana Komuta Kontrol Merkezi Dairesi Başkan Yardımcılığı’na verildi. Avcı, içki içmeyen, gece hayatı olmayan, bir BBP’li (Büyük Birlik Partisi) gibi, Türk-İslam milliyetçisi olarak biliniyor. Yakından tanıyanlara göre, Avcı, öyle pek dikkat çekmeyen bir kişiliğe sahip. En büyük tutkusu, kulağından hiç çıkarmadığı kulaklıkla telefon dinlemek.

Avcı, Ersever Cinayetinde

Eski polis şefi Avcı’ya göre, emekli Binbaşı Ersever’i JİTEM öldürdü. Ve polisin, özellikle Çiller Özel Örgütü’nün, Ersever’in öldürülmesiyle hiçbir bağlantısı yok. Oysa, gerçek tam tersi. Binbaşı Ersever, Çiller Özel Örgütü tarafından, konuşamasın diye öldürüldü. Ersever cinayetinde Hanefi Avcı, birinci dereceden işin içinde. Ersever’i tuzağa düşüren kişi olan JİTEM eski elemanı PKK itirafçısı Mustafa Deniz, son dönemde Hanefi Avcı’nın himayesinde, Emniyet Genel Müdürlüğü’nde uzman olarak çalışıyordu.

Ersever’in öldürülmesiyle ilgili dosyadaki verilere ve uzun araştırmalardan sonra elde ettiğimiz bilgilere göre, Avcı’nın iddiaları ve gerçekler şöyle:

Avcı’nın İddiaları ve Gerçekler

Avcı’nın iddiası: “Ben İstanbul’da görev yaparken bir gün Alparslan Ertuğ diye bir kişi aradı… ‘Ersever binbaşı emekli olduktan sonra benim yanıma gelmişti. Burada bir şirket falan kurmuştuk. Bana laf arasında demişti ki, herhangi bir şey olursa en güveneceğin, dürüst insan Hanefi diye birinin ismini vermişti. Ben seni onun için arıyorum’ dedi.” (Susurluk Komisyonu ifadesi.)

Gerçek: İşadamı Alparslan Ertuğ’un DGM’deki ifadesine ve dostlarına anlattıklarına göre, Hanefi Avcı’yı aradığı doğru. Ancak Ersever, “En güvendiğim kişi Hanefi Avcı’dır” dememişti. Ersever, Ertuğ’a, “Avcı ile Diyarbakır’da birlikte görev yaptık. Aynı haltları karıştırdık. Bir işin düşerse, adımı vererek başvurabilirsin” demişti.

Avcı’nın iddiası: “Kemal (Uzuner) diyor ki, bana geldi. 12.00’de ben emanetlerin hepsini kendisine verdim. Kendisinin yanında bir iki tane daha adam vardı -Soner’leri tarif eder gibi- onlarla beraber gitti. Soner’ler aranıyor. Onlar ‘gelmedi, gitmedik’ diyorlar.” (Susurluk Komisyonu ifadesi.)

Burada kastedilen, o zamanki Aydınlık muhabiri Soner Yalçın.

Gerçek: Ertuğ’a ve dosyadaki diğer bilgilere göre, Ersever minibüsle ve şoförüyle 25 Ekim günü saat 22.00 dolayında Kemal Uzuner’in Ankara’daki evine geliyor. Gece orada kalıyor. Uzuner, güvendiği biri. Sabah Ersever’le Uzuner, evden birlikte ayrılıyorlar. Ankara dışındaki bir eve gidiyorlar. Belgeleri alıyorlar. Kırmızı Peugoet arabalı birisiyle buluşuyorlar. Bu adam, Kemal Uzuner’in Alparslan Ertuğ’a aktardığına göre, 1.70 boylarında, 65-70 kilo, kumral, 35 yaşlarında, saçlarının tepesi hafif dökülmüş, bıyıklı biridir. Belgeleri alıp gidiyorlar. Yani, Ersever’in buluştuğu kişinin, o dönem Aydınlık muhabiri olan Soner Yalçın’la herhangi bir benzerliği yok. Soner Yalçın kıvırcık, gür saçlıdır. Kaldı ki, Aydınlık, Soner Yalçın’ın orada bulunmadığını biliyor.

Ersever’in buluştuğu bu şahıs kimdir? Bu sorunun cevabını net olarak vermek, Ersever’i öldüren(ler)i bulmamıza yardım edecek. Tanımlanan şahıs, Ersever’in ölmeden önce birlikte görüldüğü son insandır.

Avcı, Mustafa Deniz’i Neden Gizliyor?

Hanefi Avcı bunu çok iyi bildiği için, Soner Yalçın’ın adını karıştırarak, soruşturmayı yanlış insanın üzerine yöneltmektedir. Oysa, Ersever’in DGM dosyasındaki bir resmi yazısı, emekli JİTEM’cinin buluştuğu kişinin adresini açıkça göstermektedir. Ersever’in yardımcısı Mustafa Deniz’in ölüm dosyasında, Ankara/Polatlı Cumhuriyet Savcılığı’nın resmi yazısında aynen şu satırlar yer almaktadır:

“1.11.1993 tarihinde, gözleri ve elleri önden bağlanmak suretiyle kafasına kurşun sıkılarak öldürülen kimliği meçhul bir ceset bulunmuştur. Ceset, 35-40 yaşlarında, 1.70 boylarında, 65 kilo ağırlığında, siyah bıyıklı, koyu kumral saçlı (tepe kısmı hafif seyrek), esmer tenli, 1-2 günlük sakallı, koyu kahverengi gözlüdür. Üzerinden füme renkli ceket ve pantolonu olan yeşil karışımlı V yakalı yün kazağı, kareli yeşil uzun kollu gömleği, lacivert çorabı ve makosen ayakkabısı çıkarılmıştır.”

PKK’li Ferit, Nasıl İhsan Hakan Oldu

Mustafa Deniz aslen Ağrılı. 1984 yılında PKK’ye katılıyor. Kendi beyanlarına göre, Bekaa kampında ve Yunanistan’da eğitim gördükten sonra, Türkiye’de çeşitli eylemlerde aktif olarak rol alıyor. “Ferit” kod adını kullanan Deniz, 15 Ekim 1989’da, Van’ın Çatak ilçesi Büyükağaç Jandarma Karakolu’na teslim oluyor. İtirafçı olan Deniz, güvenlik güçlerince başarılı bulunuyor. Diyarbakır 2 Nolu DGM’de 1989/348 hazırlık, 1989/526 esas sayılı davada TCK 125/40 maddesine göre salıveriliyor. Önce Emniyet İstihbaratı, sonra JİTEM bünyesinde faaliyet yürütüyor. JİTEM Grup Komutanı Binbaşı Ahmet Cem Ersever’in yardımcılığına kadar yükseliyor. Jandarma Genel Komutanlığı’nda sözleşmeli personel olarak çalışıyor.

Daha sonra Ersever ekibi içinde ayrılık çıkıyor. İtirafçılar; “San Adil” kod adlı Adil Timurtaş ve “Mete” kod adlı İbrahim Babat, Deniz ve Ersever’in raporu üzerine örgütten atılıyor. Her iki itirafçı da, Hanefi Avcı’ya sığınıyor ve Emniyet İstihbaratı için öldürme, kaçırma ve uyuşturucu kaçakçılığı faaliyetlerini sürdürüyor. Mustafa Deniz ise, Mart 1993’te Ersever’in emekliliğini istemesiyle birlikte ordudaki görevinden ayrılıyor. İhsan Hakan adına çıkarılmış nüfus kağıdıyla Ankara’da Mezopotamya Şirketi’nin ortağı oluyor. İşlerin kötüye gitmesi, verilen sözlerin yerine getirilmemesi üzerine Deniz, tekrar Avcı’nın yanına geçiyor. Hanefi Avcı, bu tarihte İstanbul İstihbarat Şube Müdür Vekili. Ancak yurt çapında itirafçıların koordinatörlüğü görevini sürdürmekte.

Deniz’in Silahını ve Ruhsatını Avcı Verdi

Avcı’nın Mustafa Deniz’i gizleme çabasını aydınlatacak önemli bir nokta daha var: Mustafa Deniz’in bugün bile nerede olduğu bilinemeyen silahı; L-27507 seri no’lu Browning marka tabancayı PKK itirafçısı Mustafa Deniz’e veren, dönemin Diyarbakır İstihbarat Şube Müdür Vekili Hanefi Avcı’dır. Ateşli Silahlar Yasası’na aykırı bir şekilde düzenlenen Mustafa Deniz’in silah taşıma belgesinin altında, Avcı’nın mührü ve imzası vardır. Avcı ile Mustafa Deniz arasındaki ilişki bununla sınırlı değil. ANAP Manisa Milletvekili Tevfik Diker’in belirttiğine göre, Mustafa Deniz, Ersever’le buluştuğu dönemde, Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığı’nda uzman olarak çalışmaktaydı. Deniz, Avcı’nın himayesi altındaki PKK itirafçılarından biriydi.

Muhsin Yazıcıoğlu Takımı da Perdeleme Çabasında

Ersever’in, belgeleri eski PKK itirafçısı Mustafa Deniz’e verdiği ve onunla birlikte gittiği gerçeğinin ortaya çıkmasını istemeyen birileri daha var: Abdullah Çatlı’ların eski şefi Muhsin Yazıcıoğlu’nun kurduğu Büyük Birlik Partisi (BBP).

Hanefi Avcı’nın da yakınlık duyduğu BBP, CIA’nın yönlendirmesiyle kuruldu. Bu partinin gençlik örgütü Nizamı Âlem Ocakları militanları, Çiller Özel Örgütü’nün özellikle yurtdışı provokasyonlarında görev yapıyor. Erbakan-Çiller liderliğindeki Refahyol’un en büyük destekçisi olan BBP’nin o zamanki yayın organı Yeni Hafta, 22 Kasım 1993 tarihli sayısında aynen şunları yazdı:

“Ersever tarafından İzmir Emniyet Müdürlüğü’ne Kürtçe mütercim olarak, part-time çalışmak üzere yerleştirilen Mustafa Deniz, 31 Ekim günü arandı. Kendisine Ersever’in bir süredir kayıp olduğu ve bu konudan haberdar olup olmadığı soruldu. Mustafa Deniz ise bir süredir kendisinin de Ersever’den haber alamadığını belirtti. Ersever’in kaybından endişe eden yakınları, Mustafa Deniz’e kendisini iyi korumasını ve dikkat etmesini tavsiye ettiler.”

BBP, delil yaratmak ister gibidir. Mustafa Deniz’in, 31 Ekim’de Ankara’da değil, İzmir’de olduğunu kaydetmeye özel çaba harcamaktadır. Ersever’in sevgilisi Neval Boz’un cesedi 31 Ekim’de, Mustafa Deniz’in cesedi 1 Kasım’da, Ersever’inki ise 5 Kasım’da bulundu. Otopsi raporu, Ersever’in 1 Kasım gecesi öldürüldüğünü söylüyor. BBP haberine göre, Mustafa Deniz, Neval Boz öldürüldüğünde İzmir’dedir. Ersever’den ise en az yarım ya da bir gün önce öldürülmüştür. Yani, Mustafa Deniz’in her iki ölüm olayında da rolü yoktur!

Bugün Çiller Özel Örgütü’nü korumakta birleşen Muhsin Yazıcıoğlu’nun BBP’si ile Polis Şefi Hanefi Avcı, dikkatlerin Mustafa Deniz üzerinde değil de, Kemal Uzuner’de toplanmasına çalışıyorlar.

Ersever’i Tuzağa Düşüren Mustafa Deniz

Neden? Çünkü, Ersever’i ölüme götüren tuzağı kuran kişi, Mustafa Deniz’dir. Bir süredir takip edildiğini ve ölüm tehlikesiyle yüz yüze olduğunu yakınlarına söyleyen Ersever’in yakalanması için, son derece güvendiği biri kullanılmalıydı. Deniz, daha önce de defalarca Ersever’le Polis Özel Harekât Daire Başkanvekili İbrahim Şahin’in görüşmesinde aracılık etmişti.

Mustafa Deniz, son dönemde polis özel timiyle, Kemal Uzuner ise jandarma ile çalışmaktaydı. Mustafa Deniz, tuzağa düşürdüğü eski komutanı Cem Ersever’i, doğrudan İbrahim Şahin ve Abdullah Çatlılara götürür. Ersever, Çiller’in Başbakanlığı döneminde, Başbakanlık poligonu diye bilinen yerde, Çatlı ekibi tarafından işkenceyle sorgulandı. Sorgu sırasında, Çiller’in polis şeflerinden İbrahim Şahin, tabancasının kabzasıyla Ersever’in yüzüne vurdu. Mustafa Deniz ve Neval Boz da, aynı yerde sorguya çekildi. Sorgular videoya kaydedildi. Daha sonra öldürüldüler. Cesetleri Ankara’nın üç çıkışında bulundu. Bütün bu operasyonu gerçekleştirenler, Hanefi Avcı’nın ekip ve kader arkadaşları.

Avcı, Aydınlık’a Suç Atmaya Çabaladı

Gerek Susurluk Komisyonu’na verdiği ifadede, gerek “ 32. Gün ” programında, Ersever cinayeti başta olmak üzere faili meçhullerin ortaya çıkmasından yana bir polis şefi gibi konuşan Hanefi Avcı, iki gerçeği daha gizledi.

Birincisi, Ersever’in kaybolduğunun anlaşılması üzerine kendisini arayan işadamı Alparslan Ertuğ’a karşı aldığı tutum. Hanefi Avcı, başta, Ersever’in kaybolmasını normal göstermeye çalışır. Sonra olayla ilgilenir gözükür. Ancak dikkatleri Aydınlık gazetesine çekmeye çalışır. Ersever’in ortadan kaybolmasında Aydınlıkçıların rolü olduğu şüphesini yayarak, araştırmayı yanlış yöne sevk eder. Cinayeti işleyen çeteye yardım eder. Ersever’in sorgusu sürerken, Aydınlık gazetesinin telefonlarını dinletir, binanın çevresine adamlar yerleştirir.

Ertuğ’a, Ankara’da Polis Şefi Abdurrahman Toygar’ın ismini verir. “Size yardımcı olacak” der. Ertuğ ile Avcı ve Toygar arasındaki görüşmeler, telefonlaşmalar iki üç gün sürer. Ancak 30 Ekim günü, hem Avcı’nın hem de Abdurrahman Toygar’ın tavrı birden değişir. Ertuğ telefonla Avcı’yı arar. “Hanefi Bey yurtdışına gitti” yanıtını alır. Ankara’dan Toygar’ı arar. Sekreteri, onun da “yıllık izne” çıktığını söyler. Ancak bir devlet kurumundan aranınca, Toygar’ın yerinde olduğu anlaşılır. Belki tam da Ersever, Mustafa Deniz ve Boz’un öldürüldüğü gün, iki polis şefi, kapılarını Cem Ersever’in yakınlarına kapatırlar.

İkincisi, Ersever’in ölümüne kadar kullandığı araç telefonuyla ilgili. Ersever, Ankara’ya giderken telefonunu Neval Boz’a bırakmıştı. Hanefi Avcı bu telefonun, “Yeşil” diye bilinen Mahmut Yıldırım’da kaldığını söylüyor. Dikkatleri cinayetin faili olarak “Yeşil”in üzerine yöneltiyor. Devletin yeraltındaki güçlerinin ayrışmasında askerlerin safında kalan Yeşil’i zanlı göstererek, Ersever cinayetinin failinin TSK olduğu kanısını yayıyor. Ancak, Avcı’nın telefon kanıtı da gerçekdışı. Ersever’in telefonu diye verdiği numara, Kemal Uzuner’in telefonu. Uzuner’in telefonunun daha sonra Ahmet Demir’e devredildiği doğru. Ancak 0522-216 74 57 numaralı telefon, Ersever’in araç telefonu değil.

Aydınlık, Ersever’in telefonunun kimde kaldığını henüz saptayamadı. Ama Hanefi Avcı, uzun yıllar Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi Teknik Şube’den sorumlu Başkan Yardımcılığı görevini yaptığı için, bu telefonun kim(ler)de kaldığını, nerelerle konuşulduğunu en iyi bilebilecek kişi konumundaydı. Görevi zaten telefonları dinlemekti. Kamuoyunun karşısına, “her gerçeği açıklayan kişi” kimliğiyle çıkan Avcı’nın bu konuda tek kelime konuşmaması ilgiyle karşılandı.

Avcı: Çiller Ailesini Suçlamadım

Susurluk Komisyonu’na 4 Şubat 1997 günü verdiği ifadenin hemen ardından, kamuoyunda, “Susurluk çetesiyle ilgili en kapsamlı ve en doğru ifadeyi Hanefi Avcı verdi” yönünde bir izlenim oluşturulmak istendi. “32. Gün” programının ardından da, bugün olduğu gibi, Batı güdümlü köşe yazarları, Hanefi Avcı’ya övgüler dizmeye başladılar. “Avcı’nın verdiği bilgiler sayesinde çetenin fotoğrafı biraz daha netleşmişti!” Ancak, “açıksözlü polis şefi” imajı iyiydi de, amacı Özel Örgüt’ü açığa çıkarmak değildi. Hanefi Avcı buna katlanamazdı. 6 Şubat 1997 tarihinde bir açıklama yaptı. 7 Şubat günlü gazetelerde yer alan açıklamasında, asıl korumak istediği yeri şöyle açıkladı:

“ Basında, bazı kişiler hakkında benim anlatımlarımı aşan manaların yer aldığı görülüyor. Susurluk Komisyonu’na verdiğim ifadede, Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller ile eşi Özer Çiller hakkında herhangi bir suçlamada bulunmadım.”

Avcı bu tutumunu, Çiller iktidardan düştükten sonra da değiştirmedi. “32. Gün”deki açıklamalarında, “Çiller’e ait bir istihbarat birimi bulunmadığını” savundu. İşte Avcı’nın açıklamalarının püf noktası burada. Polis şefinin, önemli bir parçası olduğu örgütü ele vermesi mümkün değildi.

Bu gerçek bizi, Orgeneral Bitlis suikastında da, Binbaşı Ersever cinayetinde de, Çiller Özel Örgütü’ne götürüyor.

7 Cİ  BÖLÜMLE DEVAM EDECEKTİR


..

EŞREF BİTLİS SUİKASTİ, BÖLÜM 5





EŞREF BİTLİS  SUİKASTİ,   BÖLÜM 5



ABD KATLETTİ

Çekiç Güç’ten Orgeneral Bitlis’e Havada Uyarı

Günlerden 17 Aralık 1992. Sabahın erken saatlerinde İncirlik’teki Çekiç Güç karargâhından kalkan Awacs erken uyarı uçağı, günlük seferini başlatır. Körfez Savaşı sonrasında Irak’ın toprak bütünlüğünü hedef alan keşif görevi için 36. paralelin kuzeyini gözetlemektedir. Çekiç Güç bu alana “Roz-1” adını vermiştir. Irak’a ait uçak ve helikopterlerin bu alanda uçuş yapması, hatta füzelerin Çekiç Güç uçak ve helikopterlerine kitlenmesi saldırı nedenidir. Awacs erken uyarı uçağı, Adana’dan Kuzey Irak göklerine kısa sürede varır. Hemen ardından ekranda uçan bir cisim belirir. Radar işlemcisi Çekiç Güç’e bağlı uçakların uçuş koordinatlarını bilmektedir. Radardaki cismin Türkiye’ye ait olabileceği düşüncesiyle Çekiç Güç’teki Gözlemci, Türk subayının bilgisine başvurur. Türk subayı, Mardin radarından gerçeği öğrenir. Awacs’ın saptadığı, Türkiye’ye ait bir helikopterdir. Çok önemli bir yetkiliyi Irak’ın Selahattin kentine götürmektedir. Durum, Çekiç Güç’e bağlı uçaklara hızla bildirilir. Türkiye tarafı, üst düzey bir yöneticisini taşıyan helikopterin taciz edilmemesi uyarısını defalarca yapar. Ancak uyarılar dikkate alınmaz. ABD’ye ait uçaklar, Selahattin kenti yakınlarında, Türk helikopterine, uçuş güvenliğini tehlikeye sokacak kadar yaklaşır. Helikopterimizi alenen taciz ederler. Çekiç Güç’e bağlı uçaklar, bölgedeki uçuşlarını, ara verme ihtiyacı hissetmeksizin gün boyu sürdürürler.

Taciz edilen helikopterdeki “VlP-Çok önemli personel” diye tanıtılan kişi, tam iki ay sonra, 17 Şubat 1993’te uçağı sabotajla düşürülen Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis’tir. Orgeneral Bitlis, Kuzey Iraklı Kürt liderlerle görüşmeye, onları ABD’nin güdümünden çıkarmaya çabalamaktadır. Hatta bu noktada büyük mesafe kaydetmiştir. Genelkurmay Başkanlığı bu olayı, “zamanında koordine yapılmamasına” bağlayarak kapatır.

Bitlis’in helikopterine taciz, 14 Nisan 1994’te olduğu gibi 2 helikopteri düşürüp, içindeki 3’ü Türkiyeli 26 subayın ölümüyle sonuçlanmaz, ancak geleceğin habercisidir. Org. Bitlis’e kuvvetli bir uyarı yapılmıştır. Jandarma Genel Komutanı, ABD’nin altından toprağı çeken politikadan bir milim gerilemeyince, 2 ay sonra Esen-boğa’dan havalandıktan sonra katledilir.

Org Bitlis: Çekiç Güç Kürt Devleti Kuruyor

Genelkurmay Başkanlığı’nca farklı zamanlarda hazırlanan raporlarda, Çekiç Güç’ün Türkiye’nin egemenlik haklarını hiçe saydığı belgeleniyor. Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis tarafından hazırlanıp Genelkurmay’a verilen raporlardan biri, Genelkurmay’ın raporu olarak 28 Ekim 1995 tarihli Aksiyon dergisinde kamuoyuna yansıdı. Raporda “Çekiç Güç Kuzey Irak’ta bir Kürt devleti kuruyor” saptaması net olarak yer alıyor.1

1 Arda Sualp, “Genelkurmay Raporlarında Genişçe Yer Verilen Acı Gerçek: Çekiç Güç Kürt Devleti Kuruyor”, Aksiyon, 28 Ekim 1995.

Genelkurmay İstihbaratı tarafından bir örneği bırakılmadan, not alınmak üzere Aksiyon dergisi yetkililerine verilen raporda şu ifadeler yer alıyor:

“Her ne kadar CTF’nin (Çokuluslu Güç) kuruluş amacı Kuzey Irak’taki mülteci olayını önlemek ve insani yardımın güvenlik içerisinde yapılmasını sağlamak ise de, vuku bulan olayların niteliği bu amaçlardan sapıldığını kanıtlayacak niteliktedir.

“CTF’nin kuruluş amacında yer alan Irak’ın toprak bütünlüğü konusu uygulama ile çelişkilidir. Uygulama, bir devletin altyapısını oluşturma gayretleri ile özdeştir. Ordunun kurulması, kitlelerin eğitimi için organizasyonlar kurulması, kendilerine yeterli gıda maddesi sağlayacak şekilde halkın tarıma teşviki, ortak düşman kavramının (Saddam) oluşturulması, muhabere, ulaştırma ve enerji altyapılarının tamamlanma gayretleri örnek olarak gösterilebilir.”

Raporda, özellikle iki ABD’li subayın adı sıklıkla geçiyor: Çekiç Güç’ün Kuzey Irak’taki birimi olan Askeri Koordinasyon Komitesi (MCC) Başkanı Albay Naab ve onun görevini devralan Albay Wilson. Her ikisi de Kuzey Irak’ta yürütülen CIA operasyonunun başkahramanlarından. Orgeneral Bitlis’e suikastta da aynı isimlerle karşılaşıyoruz.

Çekiç Güç’ün Suç Çetelesi

Orgeneral Bitlis’in hazırlattığı raporda hem Çekiç Güç karargâhının suçları, hem de Kuzey Irak kanadı Askeri Koordinasyon Komitesi’nin suçları liste haline getiriliyor. Rapordan aktarıyoruz:

“ BİRLEŞİK GÖREV KUVVETİ (COMBINED TASK FORCE-CTF) UNSURLARINCA YAPILAN KURAL DIŞI DAVRANIŞLAR:

“1) Birleşik Görev Kuvveti’nin ABD’li komutanı kendi üst makamları ile yaptığı yazışmalarda, Türk Kürdistanı, Irak Kürdistanı gibi Türk görüşlerine ve hakikatlere aykırı ifadeler kullanıyor.

“2) ABD av önleme uçakları, Türk hava sahası içerisinde, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nce izin verilen başka ülke uçaklarını (Cezayir C-130 Uçağı Olayı-9 Ocak 1992) yetkisi olmadan önledi.

“3) Awacs uçakları zaman zaman kendisine tahsis edilen devriye bölgesinin dışında uçuşlar yaptı, Irak hava sahasına girdi ve muayyen zamanlarda da Türk yer radarlarına iz aktarma görevlerini yerine getirmediler.

“4) PC kapsamındaki iki A-10 uçağı; Irak’tan görev dönüşünde, Türk Hava Kuvvetleri uçakları Şırnak üzerinde iç güvenlik harekatı icra ederken, 11 dakika süreyle bölgede kasıtlı olarak kalmak suretiyle harekatı gözetlediler, (1 Eylül 1992.)

“5) İncirlik Birleşik Görev Kuvveti Komutanlığı, Genel Kurmay Başkanlığından izin alınmadan, yurtdışından gelen sivil ve askeri personelce ziyaret edildi. (7 Ağustos 1992.)

“6) İngiliz Jaguar uçakları kendilerine verilen irtifa ve rota dışına çıkarak Türk uçaklarının bulunduğu bölgeye girdiler, hem uçuş emniyetini ihlal ettiler, hem de kurallara aykırı davrandılar. (12 Temmuz 1992.)

“7) İncirlik civarında eğitim yapan bir ABD Sar helikopteri, içindeki Türk gözlemcinin ikaz etmesine rağmen, etkili araziye indi ve şahıs malına zarar verdi. (12 Mayıs 1992.)

“8) Diyarbakır’a inen bir ABD uçağı uçuş kulesinin talimatlarına riayet etmedi, pisti terk etmemekte direnerek mevcut kurallara karşı geldi, üssün uçuş faaliyetlerinde büyük emniyet ihlali yaptı. (24 Ocak 1992.)

“9) Erkilet-Gaziantep uçuşu yapan sivil Türk Hava Kurumu uçakları PC muharip uçaklarınca taciz edildi. (15 Ocak 1992.)

“10) PC kapsamında ABD EF-111 uçağı Mardin radarına elektronik karıştırma uyguladı. (15 Ocak 1992.)

“11) İki Fransız Mirage uçağı kendilerine müsaade edilen rotanın dışına çıkarak, Kayseri’de paraşüt atma sahasına girmek suretiyle, emniyetsiz bir durum ortay a çıkardı. (31 Temmuz 1991.)

“12) 20 Ocak 1993 tarihinde, deklare edilen eğitim programlarında yer almayan “Weapon Firing” görevinin program dışında uygulandığı, Türk gözlemci subayları tarafından tespit edildi.

“13) 21 Ocak 1993 günü Akdeniz’in uluslararası sularındaki uçak gemisinden bir ABD helikopteri Türk hava sahasının kullanım esaslarını dikkate almadan ve yetkili makamlardan izin almadan İncirlik meydanına indi.

“14) 5 Şubat 1993 tarihinde PC kapsamında uçuş yapan 2 F-15 uçağı uygulama esasları belgesinde yer alan dönüş rota ve irtifalarına riayet etmeyerek bölgede AGL 500’de uçtu.

“15) 5 Şubat 1993 tarihinde yapılan PC uçuşlarında, Awacs uçağının bölgede bulunan Mardin/Erzurum/Şarkışla radarları ile jtids kuramamasına karşılık, bazı PC uçakları Kuzey Irak’ta uçuşlarına devam ettiler. İkaz edilmesine rağmen aynı durum 3 Mart 1993 ve 12 Mart 1993 tarihlerinde tekerrür etti.

“16) SEIA kapsamında Türkiye’ye gelen F-16 uçakları 6 Şubat 1993 tarihinde yapılan uçuşlarda PC kapsamında uçuruldu.

“17) Uçaklara ATO’da belirtilmeyen mühimmat yerleştirdiler.

“18) Ocak 1993 krizinde, Awacs operatörü tarafından pilota gerekli ikazın yapılmasına rağmen sırf angaje oldum gerekçesi ile 36’ncı paralel güneyine geri dönüş yapan ve bu hattın güneyinde bulunan bir Irak uçağına ateş açıldı ve uçak düştü.

“19) Awacs’larda görevli Türk temsilcisine görev dosyalarını ve görev sonuç raporlarını özellikle Ocak 1993’te yaşanan krize tekabül eden günlerde vermediler.”

“ASKERİ KOORDİNASYON KOMİTESİ (MCC)’NCE YAPILAN KURAL DIŞI DAVRANIŞLAR:

“1) MCC’nin başkanı Alb. Naab ve daha sonra onu değiştiren Alb. Wilson Kürt liderlerle yaptıkları görüşmelerde insani yardım faaliyetlerinin dışına taşarak, BM’nin 688 sayılı kararı ötesinde ilave girişimlerde bulunmak suretiyle, Kürt liderleri Saddam yönetimi ile otonomi görüşmelerinden vazgeçirdiler.

“2) Alb. Naab K. Irak’ta Kürtler’in kendi iradeleri ile kendilerini idare etmelerini teminen bölgede seçim yapılmasını teşvik ve yardım ettiler. (Seçmen kütüklerinin oluşturulması ve silinmeyen mürekkep temini vs.)

“3) Okul yapımı, kitap, doküman temin edildi, Kürtler’in kendi radyo ve televizyon yayınlarını yapabilmeleri için malzeme, teçhizat yardımı yapıldı.

“4) Türk makamlarına haber vermeden MCC helikopteri ile Irak tarafına yüksek takatli telsiz götürüldü. (Temmuz 1991.)

“5) MCC helikopterleri kendilerine verilen irtifanın altında ve rota dışında uçuş yaptılar, (l Ekim 1991.)

“6) MCC helikopterleri ile Irak içinde yardım malzemesi dağıtılırken Türkiye tarafına geçilerek malzeme bırakıldı. (10 Ocak 1992.)

“7) Kürt bölgesinde mevcut yeraltı zenginliklerinin ve ekonomik değerlerin tesbiti için Site-Survey’ler yapıldı.

“8) Alb. Wilson, Türk temsilcisinin Kuzey Iraklı liderler ve ileri gelenleri ile doğrudan görüşme yapmamasını istedi.

“9) Alb. Naab ve Wilson, Kuzey Irak’ta bir güvenlik sisteminin kurulması ve düzenli ordunun teşkili için gayret sarf ettiler.

“10) Alb. Young, Kuzey Iraklı liderlerin kurulan ordunun eğitimi için ABD desteği taleplerine olumlu yaklaştılar.

“11) Türk tarafının tasvibi alınmadan MCC helikopteri ile Irak’tan başka ülkelere mensup sivil personel nakledildi. (6 Şubat 1992.)

“12) MCC Başkanı Alb. Naab, Irak’ta yaptığı muhtelif görüşmelerde Türk subayların yanında bulunmasını istemedi, tek başına bazı Kürt liderlerle görüşmeler yaptı, ısrarlı tutumumuz üzerine tavrında düzelme oldu. Daha sonra görevi devralan Alb. Wilson da, yanında ABD Dışişleri Bakanlığı’ndan sivil görevliler de olduğu halde, Kürt ileri gelenleri ile yapacağı görüşmeye Türk temsilciyi almamak için direniş gösterdi, Türk subayının ısrarlı tutumu karşısında istemeyerek refakatına razı oldu.

“13) MCC Başkanı, Türk otoritelerinden teyit etme gereği duymadan, Kürt ihbarcılardan aldığı bilgilerle, ABD üst makamlarına, Türk Hava Kuvvetleri’nin Kürt yerleşim bölgelerini bombaladığına dair mesajlar çekti.

“14) Alb. Wilson Diyanah’taki Bakanlar Kurulu ile yapılan sohbet toplantısında Talabani’nin yardımcısı Hüseyin Sincari’nin ‘Federasyon olarak T.C. ile birleşme’ konusundaki görüşünü SITREP’e dahil etmedi. PC harekatının uzatılmamasının sadece Türkiye’nin kararına bağlı olduğunu Kürt temsilcilere söyleyerek T.C.’yi zorunlu duruma düşürme gayreti gösterdi, (1 Ağustos 1992.)

“15) Kürdistan Demokratik Partisi (KDP) karargahından geceleyin telefonla bildirilen Türkiye ile ilgili haberi Türk temsilcisine aktarmakta gönülsüz davrandı. (9 Eylül 1992.)

“16) Alb. Young, PKK’ya karşı Peşmergeler’in başlatmış olduğu harekata soğuk bakarak ‘Kardeşin kardeşi vurmasına üzülüyorum’ şeklinde beyanda bulundu. (5 Ekim 1992.)

“17) Alb. Young, KDP liderlerinden Fadıl Merani’ye hitaben Türk uçaklarının Kuzey Irak’taki PKK kamplarına karşı yaptığı bombardıman Peşmergeler’e zarar verebilir, bu bombardıman Türk topraklarında yapılmalıdır’ dedi. (8 Ekim 1992.)”2

2 Arda Sualp, “Genelkurmay Raporlarında Genişçe Yer Verilen Acı Gerçek: Çekiç Güç Kürt Devleti Kuruyor”, Aksiyon, 28 Ekim 1995

Çekiç Güç Cinayeti

Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis’in Çekiç Güç tarafından katledildiği, ilk kez 19 Eylül 1993 tarihli Aydınlık gazetesinde kamuoyu önünde açıkça ifade edildi.3

3 Bu gerçek daha sonra çeşitli yetkililerce ifade edildi. Ancak en çarpıcı olan, 28 Şubat 1997 tarihli MGK kararlan sonrasında tamamen ABD’ye yanaşan Refah Partisi Genel Başkam Necmettin Erbakan’ın demeci. Mersin’de partisinin il başkanları toplantısında konuşan Erbakan “Eşref Bitlis’in Uçağını Çekiç Güç Düşürdü” dedi. Anadolu Ajansı’nın geçtiği Erbakan’ın konuşması, bugün geldikleri nokta açısından bir ibret belgesi: “Çekiç Güç, Türkiye’nin tepesinde ne arıyor. Çekiç Güç bir işgal kuvvetidir. Türkiye’nin bölünmesi için bu güç getirilmiştir. Türkiye’nin güneyinde bir Hıristiyan Kürdistan kurmaya çalışıyor. Bu gücün bir tek adı vardır. O da ikinci Sevr kuvvetidir. ABD, 70 yıl önce birinci Sevr’i tatbik etmeye çalıştı. Şimdi ikincisini. Bütün Ortadoğu’yu birbirine düşürecek, kontrolü eline alacak. Taklitçi partiler de bu Çekiç Güç’e selam duruyorlar. Bu Çekiç Güç, Bitlis Paşa’nın uçağını düşürdü. Generalleri ustaca öldürüyor. Bunlara selam duruluyor. Neden? ABD’nin emrinden çıkamazlar ki.” “Erbakan: Eşref Bitlis’in Uçağını Çekiç Güç Düşürdü”, Aydınlık, 27 Aralık 1993.

Aydınlık’taki haber şöyle:

“ Orgeneral Eşref Bitlis’in çok yakınındaki bir kurmay subay, ‘Eşref Paşa, Amerika’nın PKK’ye direkt yardımını keşfetti. Bunu kanıtladı ve öldürüldü‘ dedi.”

Kurmay subay, geçen yıl başında, İncirlik’ten kalkan Çekiç Güç’e ait helikopterlerin PKK’ye yardım malzemesi attığı haberlerini anımsatarak şunları söyledi:

“Jandarma istihbaratı bu olayı doğruladı. Genelkurmay’a bağlı Foto Film Merkezi tarafından çekilmiş fotoğraflar Eşref Paşa’nın eline ulaştırıldı. Bu fotoğraflarda yardım malzemesinin atıldığı saptanmıştı. Jandarma istihbaratının raporu da bu yöndeydi. Rapor Bitlis’in önüne geldi. Ancak, o dönemde Genelkurmay’la çelişkiye düşmemek için bu rapor değiştirildi. Genelkurmay da yardım haberini yalanladı.

“Orgeneral Bitlis’in yakın görev arkadaşı olan kurmay subay, Genelkurmay içinde Bitlis’le çatışan Amerikancı bir ekip olduğunu da belirtti. Bitlis’in Amerika-PKK bağlantısını yüksek sesle söylemeye başlamasının Hükümet ve Genelkurmay ile Jandarma Genel Komutanı’nın arasındaki ilişkileri gerginleştirdiğini öne sürdü.

“Üst düzey subay, ‘Bitlis, düşüncelerini dönemin Başbakanı Demirel’e de aktardı.. Ancak Demirci bundan hoşlanmadı’ dedi. Orgeneral Bitlis’in bölgeyi yakından tanıyan ve olaya hâkim olan bir komutan olduğunu söyleyen kurmay subay, Bitlis’in kafasındaki ‘Kürt planı’ ile Amerika’nın Kürt planının sürekli çatıştığını da iddia ederek, ‘Bölgede Çekiç Güç’ün denetimsiz oluşundan yakınırdı. ABD’nin Kürt politikasına karşıydı. Amerikalılar da Bitlis’ten hoşlanmazdı. Amerika’nın hoşlanmadığı adamları ortadan kaldırma yöntemlerini iyi bilirdi’ dedi.”4

4 Hikmet Çiçek, “Jandarma eski Komutanı’nın Yakınındaki Kurmay: ABD-PKK ilişkisini Kanıtlamıştı; Bitlis Öldürüldü”, Aydınlık, 19 Eylül 1993.

Pilotu, Çekiç Güç Gözlemcisi,

Orgeneral Eşref Bitlis’in düşen uçağını kullanan 2. Pilot Kurmay Yüzbaşı Tuğrul Sezginler’in de bir özelliği var: O gün uçuş görevi ol¬mamasına karşın Eşref Bitlis’in isteği üzerine helikopteri kullanan Yüzbaşı Sezginler, Çekiç Güç’ü gözlemlemekle görevlendirilen ilk Türk subaylardandı.

Sabah gazetesi yazarı Muammer Yaşar Bostancı, 10 Ocak 1992’de Çekiç Güç’e ait bir helikopterin Şırnak yakınlarındaki Bisi yaylasına 27 çuval yardım malzemesi attığını, bizzat Orgeneral Eşref Bitlis’ten aldığı bilgiyle yazdı. Çekiç Güç’ün faaliyetleri kamuoyunda günlerce tartışıldı. Genelkurmay’a çağrılan Amerikalı yetkililere, “Türk subayı olmadan helikopter uçurtmayız” denildi.

Genelkurmay, Çekiç Güç uçaklarında gözlemci olarak 2 subay görevlendirdi. Görevlendirilen subaylardan birisi Pilot Kurmay Yüzbaşı Tuğrul Sezginler’di. ABD’de Flight Safety Uçuş Eğitim Merkezi’ndeki B-200 kursunu 1991 yılının Aralık ayında tamamlayıp Türkiye’ye dönen Sezginler, Ocak 1992’de Diyarbakır Pirinçlik üssünde görevlendirildi. Arkadaşları arasında da “çok ketum” olarak tanınan Pilot Kurmay Yüzbaşı Sezginler, bu sürede İzmirli bir pilot binbaşıyla birlikte, Çekiç Güç uçaklarının Kuzey Irak’a yaptığı seferlerin hepsine katıldı. 6 ay boyunca Kuzey Irak’a yüzlerce kez gitti geldi.

27 Eylül 1993 tarihli Aydınlıkta Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği’nde görevli bir tümgeneralin verdiği bilgiler yer aldı:

“Tümgeneral, Yüzbaşı Tuğrul Sezginler’in, Çekiç Güç’ün Kuzey Irak’ta ve Türkiye’deki faaliyetleri hakkında topladığı kanıtları Eşref Bitlis’e bizzat ilettiğini ileri sürdü. Tümgeneral, Kuvvet Komutanları arasında Çekiç Güç’ün faaliyetlerinden en fazla rahatsız olan kişinin Eşref Bitlis olduğunun, silahlı kuvvetler mensupları tarafından bilindiğini belirtti.”5

5 Adnan Akfırat, “Bitlis’in Pilotu Çekiç Güç Gözlemcisi”, Aydınlık, 27 Eylül 1993.

Perinçek Bitlis Suikastında ABD’nin Rolünü Açıkladı

İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, 29 Kasım 1996 günü, partisinin İstanbul il merkezinde yaptığı basın toplantısında, Jandarma Genel Komutanı Org. Eşref Bitlis’in ölümünde Amerika Birleşik Devletleri’nin ve Adana Konsolosu Elisabeth Shelton’un sorumluluğuna ilişkin somut bilgiler verdi. İP Genel Başkanı basın toplantısında Bitlis suikastı araştırmasında gelinen noktayı özetledikten sonra şunları söyledi:

“Suikast Çekiç Güç Karargâhı’ndan Yönetildi

“Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis, Çekiç Güç’ün Türkiye aleyhindeki ve yasadışı faaliyetlerini somut olarak saptamıştı. Bu konuda birden fazla rapor hazırlayıp Genelkurmay Başkanlığı’na verdi. Bu nedenle JUSMMAT Komutanı ABD’li Tümgeneral, Mart 1992’de, Org. Bitlis’i Çekiç Güç hakkında bilgi topladığı için Genelkurmay Başkanlığı’na şikâyet etti. Bu şikâyet metni, Genelkurmay kayıtlarında bulunuyor. ABD’lilerin bu girişimi Bitlis’i sınırlayamayınca, JUSMMAT Komutanı ve Çekiç Güç’teki subaylar, Jandarma Genel Komutanı’nı Washington’a iki kez şikâyet ettiler.

“Amerikalı subaylar ile Org. Bitlis arasındaki çatışma şiddetlendi. Eşref Bitlis, Jandarma Genel Komutanlığı’nda içinde görev yapan Özel Harp uzmanı ABD’li subayları komutanlıktan attı. Bununla kalmadı, Kuzey Irak ve Güneydoğu’da faaliyet yürüten yardım kuruluşlarındaki CIA’cı ve Özel Harpçileri de engelledi. İstihbarat kuruluşları denetiminde faaliyet yürüten NGO’ların faaliyeti Bitlis döneminde denetim altına alınmıştı. Org. Bitlis, CIA’cıların Kuzey Irak’a Silopi’den giriş çıkışlarını yasakladı. Gıda yardımı görüntüsüyle Kuzey Irak’a sokulan silahları yakalatan da Orgeneral Bitlis oldu. Çekiç Güç’ün verdiği bu silahlar daha sonra Güneydoğu’da PKK’lilerde yakalanmıştı.

“Bitlis, Körfez Savaşı’nda Irak’a İkinci Cephe Açılmasını Engelledi

“Org. Bitlis, 1991 yılı başında ABD’nin Türkiye’yi Irak’a karşı kara harekâtına sürme yolundaki baskılarına karşı koyanların başındaydı. Bitlis, ABD’nin 90-1002 numaralı gizli planını saptayıp Genelkurmay’a raporla bildirdi. Bu gizli plan, daha Jimmy Carter zamanında ABD’nin Ortadoğu’ya asker çıkarmayı hedeflediğini saptıyordu. Org. Bitlis’in o tarihte Kara Kuvvetleri Komutanı olan Doğan Güreş ile çatışması o zaman başladı. Çünkü Güreş, Bitlis’in raporlarının fiili bir öneminin bulunmadığını ileri sürüyordu, ABD’nin bu planlarını ‘aktiviteye geçirmeyeceğini’ söylüyordu.

“Bitlis, ABD’nin bu planlarını Cumhurbaşkanı Özal’a da bildirmişti. Özal, Bitlis’in raporlarını Bush’a ve ABD Savunma Bakanı Cheney’e bildirmeye o zamandan başladı. Bush, bu davranışı nedeniyle Camp David’den Özal’ı arayıp tebrik etti.

“ABD Genelkurmay Başkanı Collin Powell ve Çevik Kuvvet (Central Command) Komutanı Schwarzkopf daha o zamandan Eşref Bitlis’e kafayı taktılar.

“Özal, Org. Bitlis’i ABD Yetkililerine İhbar Etti

“Orgeneral Eşref Bitlis, o zamanki Genelkurmay Başkanı Güreş’le ve Milli Güvenlik Kurulu’ndaki yetkililerle derin görüş ayrılığına düşmüştü. Güreş’le Bitlis’in kavga ettiği basına da yansımıştı. Orgeneral Bitlis’in, Cumhurbaşkanı Özal’a, Güreş’le çatışmaları konusunda bir mektup yazdığı, günlük Aydınlık gazetesince ortaya çıkarılmıştı.(6)

“22 Mart 1992 tarihli mektup, Doğan Güreş’in, Org. Bitlis’i Özal’a şikâyet etmesi üzerine yazılmıştı. Özal’a elden iletilen mektupta, Çekiç Güç’ün PKK ile birlikte hareket ettiği ve Özel Kuvvetler Komutanlığı’nın bölgede ‘yanlış tasarruflarda’ bulunduğu belirtiliyordu. Muvazzaf bir general, Aydınlık’a verdiği demeçle bu çatışmayı ve Bitlis’in Özal’a mektubunu doğruladı.(7)

6 “Bitlis’in Özal’a Gizli Mektubu”, Aydınlık, 20 Eylül 1993
7 Aydınlık, 25 Ağustos 1996, sayı 479.

“CIA’nın ‘Savaş Bayrağı 90’ Tatbikatı’nın Hedefi Türkiye

“1992 Temmuz’unda CIA, Kuzey Irak’ta ‘Savaş Bayrağı 90’ adı verilen bir tatbikat yaptı. Bu tatbikat, doğrudan Türkiye’yi hedef alıyordu. Org. Bitlis, CIA’nın bu gizli planını Özal’a raporla iletti.

“Bütün bu gelişmeler sırasında, Genelkurmay Başkanı ile çatışan Org. Bitlis, Özal’a doğrudan raporlar vermeye devam etti. Ancak Özal da, Org. Bitlis’i Bush’a ihbar etmeyi sürdürdü. Özal, Bitlis’in Çekiç Güç’e karşı olduğunu telefonda bildirdi. Bu konuşma, Genelkurmay zabıtlarında bulunuyor.

“Özal, Org. Bitlis’in Çekiç Güç ve ABD’nin Kürt politikası aleyhindeki raporlarını, ABD’nin Ankara Büyükelçisi Morton Abramowitz’e de verdi. Bu da Genelkurmay tarafından saptanmış durumda. Abramowitz, diplomattan çok operasyonlar yürüten bir istihbaratçı. Türkiye’ye gelmeden önce ABD Dışişleri Bakanlığı’nın, CIA ile birlikte çalışan İstihbarat ve Analizler Bürosu’nu yönetiyordu. CIA’nın yurtdışındaki gizli operasyonları Abramowitz’in bilgi ve onayıyla yapılıyordu.

“Bilindiği gibi Abramowitz, Özal’ın mutfak arkadaşıydı. Türkiye’nin en ciddi konularının, Özal ile Abramowitz’in mutfak buluşmalarında konuşulduğu 2000’e Doğru tarafından ortaya çıkarılmıştı. Özal da, Mehmet Barlas’a yazdırdığı anılarında Abramowitz ile köşkün mutfağında buluştuklarını doğruladı. Özal’ın geceyarısı buluşmalarındaki sandviç arkadaşı Abramowitz, şimdi, Clinton’un yeni kabinesinin Dışişleri Bakan adayları arasında.

“Bitlis Suikastına Karar Veren ABD Heyetinin Üyeleri

“Orgeneral Bitlis engelinin kaldırılmasına doğrudan ABD’li bir grup komutan karar verdi. Genelkurmay İstihbaratı’nca saptanan 4 kişilik heyette, Çekiç Güç’ün Kuzey Irak’taki ABD’li komutanı Albay Naab ve Albay Wilson bulunuyor. Bu heyet, önce Adana’da bir araya geldi. Buradaki toplantıdan sonra ikinci toplantı Ankara’da yapıldı. Heyet yeniden Adana’ya döndü. Çekiç Güç’te görevli iki albay Kuzey Irak’a geçtiler.

“Suikast Ekibi Özel Harpçi Türk Subaylardan Oluşturuldu

“ABD’li askeri heyetin suikast kararını icra edecek ekip Türk subaylardan oluşturuldu. Özel Kuvvetler Komutanlığı bünyesinde faaliyet yürüten Özel Harpçi subaylar seçildi. JİTEM Grup Komutanı Binbaşı Ahmet Cem Ersever’in başında olduğu ekip, Org. Bitlis’in uçağına sabotaj düzenledi. Binbaşı Ersever, Orgeneral Bitlis’e çok yakın bir isimdi. Bitlis’in bütün çalışmalarını birinci elden izliyordu.

“Binbaşı Ersever, Bitlis’e Suikast Sonucu Aklanma Sözü Almıştı

“JİTEM Grup Komutanı Binbaşı Ersever, çevresine topladığı itirafçılarla birçok kirli, yasadışı işlere karıştığı için sıkışmıştı. Genelkurmay İstihbaratı’nın saptadığına göre, Ersever, Suriye istihbaratı ile uyuşturucu işi yapıyordu, Irak istihbaratıyla ilişkide kişisel servet edinme yoluna girmişti. Ersever, ‘nefsi için örgüt içinde cinayetler işlemişti’. Ekibi içindeki itirafçılarla da çatışmaya girmişti. Bir subayı ise öldürmüştü.

“Bu koşullarda Ersever, kendisine yapılan şantaja teslim olarak Bitlis’e suikastı üstlendi. Bunun karşılığında aklanma sözü almıştı. Ersever ve ekibi suikastı gerçekleştirdi. Sabotaj motora yapıldı. Binbaşı Ersever, uçağın düşmesinden hemen sonra olay mahalline gitti. Sivil giysili olarak Yenimahalle Posta İşleme Merkezi’ne gelen Ersever, PTT güvenlik görevlilerinin şüphesi üzerine askeri kimliğini gösterdi. Bitlis suikastı kapatıldı. Ancak Ersever’e verilen söz tutulmadı. Ordudan atılacak iken istifa etti. Genelkurmay’ı hedef alan açıklamalar yaptı. Böylece Ersever de, suikast bilgisi nedeniyle şantaja başladı.

“Ersever, Çatlı Tarafından Başbakanlık Poligonu’nda Sorgulanıp Öldürüldü, Sorgu Videoya Çekildi

“Ersever, konuşma tehditi üzerine Abdullah Çatlı ekibince ortadan kaldırıldı. Çiller Özel Örgütü önemli bir suç ortağını temizledi. Ersever, 24 Ekim 1993’te, Jandarma Askeri Savcılığı’nca açılan davanın ilk duruşmasından iki gün önce ortadan kayboldu. Ersever en çok güvendiği arkadaşı PKK itirafçısı Mustafa Deniz tarafından tuzağa düşürüldü. Çatlı ekibi önce Mustafa Deniz’i yakalamıştı. Ersever’in Başbakanlık Poligonu’ndaki sorgusu videoya çekildi. Bitlis suikastını bütün boyutlarıyla ortaya çıkaran bu kasetler Genelkurmay İstihbaratı kasalarında bulunuyor.

“29 Ekim 1993 akşamı Sabah gazetesine edilen telefonda ‘Bitlis Paşa’nın katili Ersever infaz edildi’ denildi. Çatlı ekibi, itirafçı ve korucu Babatlar’ı tetikçi olarak kullanarak Bitlis suikastını gerçekleştiren ekibin tamamını temizledi. Ersever’in JİTEM içindeki 30 kişilik ekibi de Çatlı kanalıyla yurtdışına çıkarıldı. Bunların 14’ünün Kıbrıs üzerinden yurtdışına çıktığı Genelkurmay İstihbaratı’nca saptanmış. ‘İyi yetişmiş istihbaratçı ve milliyetçi kişiler’ diye tanımlanan bu 30 kişinin nerede olduğu devlet tarafından bulunamıyor.

“Çatlı Ekibi Özel Kuvvetler Komutanlığı’ndaki CIA’cılarla Birlikte

“Çatlı ekibinin infaz yeri Başbakanlık Poligonu’dur. Ersever’in yanı sıra Behçet Cantürk de Başbakanlık Poligonu’nda sorgulanmıştır. Başbakanlık Poligonu, Özel Kuvvetler Komutanlığı’nın sorumluluğundadır. Bu ilişki aslında Çatlı ekibinin CIA ile bağlantılarını da ortaya çıkarıyor. Bilindiği gibi Özel Harp Dairesi CIA tarafından kurulmuştur. Özel Harp Dairesi uzun süre ABD Askeri Yardım Kuruluşu JUSMMAT ile aynı binada faaliyet yürütmüştür.

“DSP Genel Başkanı Bülent Ecevit, 1974’teki başbakanlığı sırasında ÖHD’nin giderlerinin ABD tarafından karşılandığını öğrendiğini açıklamıştı. ÖHD, ilk adıyla Seferberlik Tetkik Kurulu resmen 27 Eylül 1952’de kuruldu. Ancak NATO’nun 1949’daki sözleşmesinin gizli maddesinde, pakta üye olmak için ‘Komünizme karşı mücadele edecek, yeraltında sivil kadroları da bulunan bir örgüt kurma’ zorunluluğu bulunuyordu. NATO eski Genel Sekreteri İngiliz politikacı Lord Carrington, 21 Nisan 1986 tarihli Newsweek dergisindeki röportajında bunu itiraf etti. Bu gizli devlet örgütlerinin kurulmasını CIA sağladı. İtalya ve Almanya’da Hitler ve Mussollini artıkları kullanıldı. Türkiye’de de Nazi işbirlikçileri.

“Çiller’in ‘Şerefli’ Dediği Çatlı’nın CIA Bağlantıları Saptanıyor

“Fransız gazeteci Jean Marie Storkel, Abdullah Çatlı ve Mehmet Ali Ağca’nın CIA ile bağlarına ilişkin somut bilgiler veriyor. Çatlı’ların CIA bağlantısı İtalyan gizli servisi SİSMİ’nin ABD’deki ajanı Fransesco Paizenza’nın savcılığa verdiği ifadeyle saptanıyor. İtalya’da 80 kişinin yaşamını yitirdiği Bologna katliamı sanıklarından, İtalyan Kontrgerillası Gladio’nun şefi Pazianze şu an cezaevinde. Papa davası tutanakları arasında bulunan ifade, Başbakan Yardımcısı Çiller’in ‘şerefli vatansever’ ilan ettiği Çatlı ile CIA’nın bağlarını ortaya seriyor. Çatlı, kendi adına düzenlenmiş pasaportla 9 Eylül 1982’de ABD’nin kaçakçılık cenneti Miami’ye giriş yaptı. Yanında Gladio’nun şeflerinden cinayet ve uyuşturucu sanığı Stefano Delle Chiaie var. ABD Gümrük görevlileri kaçak olarak yurtdışına çıkan Çatlı’ya göz yumuyorlar. Çatlı’nın üzerinde bulunan Mehmet Özbay kimliği de 1994’te Türkiye’nin Chicago Konsolosluğu’ndan verildi.

“Fethullahçı Haluk Kırcı, Nahçıvan’da Özel Kuvvetler Komutanlığı Hizmetinde

“Çatlı’nın ölümünden sonra onun yerine geçen Haluk Kırcı şimdi Nahçıvan’da bulunuyor. Kırcı, Nahçıvan’dan televizyon programlarına katılıyor. Nahçıvan’da, ABD’li Özel Harpçilerin denetlediği bir üste görev yapıyor. Kırcı, Orta Asya ve Kafkaslar’da CIA adına görevlendirilen kişilere eğitim veriyor. Nahçıvan’daki Özel Kuvvetler Komutanlığı üssü, CIA adına yürütülen operasyonlarda kullanılıyor. CIA güdümünde, Çin Halk Cumhuriyeti’nde kargaşa çıkarmak amacıyla gönderilen 4 JİTEM subayı da Nahçıvan’daki üsten gittiler.

“Haluk Kırcı 21 Kasım 1996 günlü Hürriyet gazetesine Fethullahçı olduğunu açıkladı. Bu da ekibin CIA ile bağlantılarının bir diğer itirafı. Fethullahçılar, ABD’nin NGO diye tanıttığı Ulusal Demokrasi Vakfı’nın Balkanlar, Kafkaslar ve Orta Asya’daki taşeronu. Fethullah Hoca İmparatorluğu’nun ardındaki güç CIA. ABD, Ilımlı İslam’ı Fethullah Hoca eliyle bölgeye sokuyor.

“Güreş Döneminde Ordudaki Fethullahçılar Korundu

“Doğan Güreş’in Genelkurmay Başkanlığı döneminde ordudaki Fethullahçılar korundu. Güreş’in emekli edilmesinden sonra çok sayıda Fethullahçı subay-astsubayın orduyla ilişiği kesildi. Fethullahçı subayların ordudan atılmaması için bizzat Çiller ricacı oldu. Bu istek sert bir şekilde geri çevrildi. Fethullah Gülen de ordudaki ekibinin tasfiyesini önlemek için laiklik yanlısı generalleri ‘darbeci’ diye suçladı.

“Doğan Güreş, Ağır Sorumlulukları Nedeniyle Bugün Mafya-Şeriat Suçlular Ortaklığını Destekliyor

“Bütün bu bilgiler, Doğan Güreş’in bugünkü tutumunu açıklamaktadır. Güreş, Bitlis suikastının üzerini örttüğü için, bugün Çiller-Erbakan ortaklığı ile kader birliğine mecbur kalmıştır. Güreş, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin geleneklerini hiçe sayarak bugün açıkça Mafya-Şeriat ortaklığından yana tavırda ısrar etmektedir. Çünkü bu hükümet, suçların üzerini örtme temelinde kurulmuştur.

“Amerikancı Unsurlar, Özel Kuvvetler Komutanlığı’ndan Temizlenmeli ve Yargılanmalıdır

“ABD ve CIA’nın devlet içinde örgütlenmesi, Jandarma Genel Komutanı’nı katledecek ve suçun üzerini örtecek düzeydedir. Bu, vahim bir durumdur. Bir savunma ve bağımsızlık sorunuyla karşı karşıyayız. Öte yandan Bitlis suikastını ortaya çıkarmak, Türkiye için bir onur sorunudur.”

Suikastın Bam Teli: Bitlis-Güreş Çatışması

Orgeneral Bitlis’in uçağının düşürülmesinin dönemin Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş tarafından nasıl örtbas edildiği ayrıntılarıyla belirlendi. Sorun, Genelkurmay Başkanı’nın görevi suiistimali değil. Bu olayın evveliyatı var. Bitlis ile Güreş arasında büyük bir çatışma var. Bitlis suikastını aydınlatmak için Genelkurmay içindeki çatışmanın net bir şekilde saptanması gerekiyor. Bu süreçte çok önemli kanıtlardan biri, Orgeneral Bitlis’in, dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal’a yolladığı mektup. Mektup, özellikle askeri mahfillerde sıkça dile getiriliyordu. 20 Eylül 1993 tarihli Aydınlık, Orgeneral Bitlis’in mektubunu manşete taşıdı.

Bitlis’in Özal’a Gizli Mektubu: 

Aydınlık’ın haberi şöyle:

“Suikast sonucu ölen Jandarma eski Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis’in, ölen Cumhurbaşkanı Turgut Özal’a, Güneydoğu’da Genelkurmay’ın izlediği politikaları eleştiren gizli bir mektup yolladığı ortaya çıktı. Eşref Bitlis’in, 22 Mart 1992 tarihli mektubu, Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş’in, Jandarma Genel Komutanı’nı Özal’a şikâyet etmesi üzerine yazdığı öğrenildi. Bildirildiğine göre, Özal, Bitlis’i telefonla arayıp, Güreş’le aralarındaki çekişmenin ne olduğunu sordu. Bitlis, telefonda sorunu Özal’a yazılı olarak bildireceğini belirtti. Bir süre sonra da iki sayfadan ibaret mektubu elden Turgut Özal’a teslim etti. Birinci sayfada ön yazı yer alıyor. İkinci sayfada ise Bitlis’in değerlendirme ve önerileri belirtiliyor.

“Orgeneral Eşref Bitlis, Turgut Özal’a yazdığı 22 Mart 1992 tarihli mektubun ön yazısında ‘Zatı alinizin telefonla şahsıma verdiğiniz emir gereği, bahsini ettiğiniz konuya açıklık getirmek için, Güneydoğu Anadolu bölgesindeki terör olaylarına ışık tutacağına inandığım görüşlerimi aşağıda iletiyorum’ deniyor.

“Bitlis’in Turgut Özal’a mektubu, ‘Yöreye yönelik operasyonlarda, hava saldırılarında, sivil yerleşim bölgelerinde masum vatandaşlarımızın can kaybının olacağına inanmaktayım’ değerlendirmesiyle başlıyor. Daha sonra, zorunlu olduğu ifade edilen hava saldırılarının devamı halinde, yöre halkının göç etmek zorunda kalacağı belirtilerek, böyle bir durumun Çekiç Güç’ün işine yarayacağı saptaması yapılıyor. Ayrıca, boşaltılmış bölgelerin Türkiye’yi uluslararası alanda zor durumda bırakacağı da vurgulanıyor.

“Bitlis, mektubunda ‘Çekiç Güç’ün zaman zaman PKK ile birlikte hareket ettiği konusunda istihbari bilgilerin bulunduğunu’ da belirtiyor. Jandarma eski Genel Komutanı, bu durumda bölge halkını göçe zorlamanın ‘fazla gerçekçi olmadığını’ da ekliyor.

“Bölgedeki Özel Kuvvetler Komutanlığı faaliyetlerini ‘yanlış tasarruf’ olarak niteleyen Eşref Bitlis, konunun Milli Güvenlik Kurulu’nda ele alınmasını istiyor ve bu konuda ABD ile istişarede bulunulması gerektiğini belirtiyor.

“Bitlis’in Özal’a mektubunun son bölümünde ‘Son Kuzey Irak ziyaretimde, Talabani, PKK konusunda kendilerinin sorumlu tutulmamasını dile getirdi’ deniliyor. Talabani’nin bu konu ile ilgili görüşmeler yapmak üzere yakında Ankara’ya geleceğini de yazan Eşref Bitlis, bölgede halen üç Amerikalı askeri uzmanın bulunduğu bilgisini de mektubuna ekledi.

“Jandarma eski Genel Komutanı Eşref Bitlis, mektubunu, ‘İlk brifingde konu ile ilgili belgeler
sunacağım’ sözleriyle bitiriyor.” (8)

8 “Mektup, Özal’ın ‘Güreş Paşa’yla Aranızdaki Çekişme Nedir?’ Sorusu Üzerine Yazıldı: Bitlis’in Özal’a Gizli Mektubu”, Aydınlık, 20 Eylül 1993.

Bitlis Suikastı’nın Susurluk’a Uzantısı JİTEM

Orgeneral Bitlis suikastının en çok Susurluk’ta Mercedes’in içinde suçüstü yakalanan Gladyo örgütlenmesinin ortaya çıkması üzerine tartışılması tesadüf değil. Aydınlık’m 28 Eylül 1993 tarihli “Bitlis-Güreş Çatışması Aydınlanıyor” başlıklı haberi, Susurluk ile Bitlis suikastı arasındaki bağlantıyı saptıyor: JİTEM.

Bugün de gizini sürdüren JİTEM, eski Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Teoman Koman’ın TBMM Susurluk Komisyonu’na yolladığı yazıda belirtildiği gibi resmi bir örgütlenme değil. JİTEM, Perinçek’in sözünü ettiği, CIA’nın Türkiye Cumhuriyeti Devleti içindeki örgütlenmesinin bir aracı. ABD’nin Üçüncü Dünya ülkelerinin silahlı kuvvetlerine sızmasınınÖzel Savaş eğitimi yardımlarıyla olduğu biliniyor.9

25 Ağustos 1996 tarihli Aydınlık’ta demeci yayımlanan yetkili General’in “Bitlis’in katili Özel Harpçi subaylar şimdi Çiller’in Örgütü’nde” sözü de bu gerçeğe ışık tutuyor.

9 Bkz. Adnan Akfırat, Pentagon ve CIA ‘nın Belgeleriyle Özel Savaş, Kaynak Yayınları, Ocak 1997, s.76-77.

JİTEM’i CIA Kurdurdu

28 Eylül 1993 tarihli Aydınlık’taki haber bu tarihi gerçeği bir Jandarma generalinin ağzından ortaya çıkardı:

“Kürt sorununun çözümünün ağırlıklı olarak Jandarma Genel Komutanlığı’na verilmesinden sonra, Jandarma Genel Komutanlığı’ndan bir kısım subay aralıklarla, Genelkurmay Başkanlığı’nın önerisi üzerine Ankara’daki JUSMMAT (Amerikan Askeri Yardım Heyeti) aracılığıyla ABD’de kurs görmeye yollandılar. Üsteğmen ile binbaşı rütbeleri arasındaki subayların yabancı dil sınavı JUSMMAT tarafından yapıldı. Bu subayların bir kısmı Güneydoğu’da görev yaparken ABD’nin önerisiyle, Jandarma İstihbarat Terörle Mücadele’nin kısaltılması amacıyla JİTEM adında Jandarma’nın istihbarat örgütünü kurdular. Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis, ABD’de özel harp eğitimi görmüş subayların Özel Kuvvetler Komutanlığı’na bağlı olarak yürüttüğü çalışmalardan rahatsız oldu. Kadrosu Jandarma Genel Komutanlığı’nda bulunan bu subayları, Jandarma içinde başka görevlere atadı. Aydınlık’a bilgi veren Jandarma Generali, JUSMMAT Koordinatörü Amerikalı Tuğgeneral’in, Bitlis’in Çekiç Güç konusunda bilgi toplamasını ve özel eğitim görmüş subayları aktif görevlerden çektirmesini, Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş’e şikâyet ettiğini söyledi.

“Tipik bir özel savaş örgütü olarak düşünülen JİTEM’in faaliyetlerinden Eşref Bitlis’in rahatsız olması, özel savaş kursundan geçmiş Jandarma subaylarının JİTEM’den alınması üzerine Mayıs 1992’den sonra JİTEM’in etkisi kalmadı.”10

Bitlis suikastından sonra JİTEM yeniden düzenlendi. Genelkurmay’da ABD’ye mesafeli kanadın hâkim olmasından sonra JİTEM üstündeki ABD denetimi kısmen kırıldı.

10 “JİTEM’in Kontrolü İçin Mücadele Ettiler: Bitlis-Güreş Çatışması Aydınlanıyor” Aydınlık, 28 Eylül 1993.

JİTEM’in Denetimi İçin Mücadele Ettiler, Güreş Kazandı

Aydınlık’a bilgi veren Jandarma Generali, JİTEM konusunda Bitlis ile Güreş arasındaki mücadeleyi şöyle anlatıyor:

“Bitlis paşa sürekli olarak JİTEM’den bölgedeki ABD faaliyetleri hakkında bilgi toplatıyordu. Bitlis, JİTEM’i kontrolü altına alarak ABD’lilerin faaliyetlerini denetlemek istedi. Güreş ise JİTEM’in, Genelkurmay’ın bünyesine alınmasını istedi. Sonunda Genelkurmay’ın dediği oldu. Bunun üzerine Bitlis, JİTEM’de görevli jandarma subaylarını Jandarma teşkilatının değişik birimlerine atadı. JİTEM’den alınan subayların bir kısmı istifa etti. Bitlis, istifaları durdurmak istedi, ancak başarılı olamadı. Mayıs 1992’den sonra JİTEM’in faaliyetleri etkisizleştirildi. Genelkurmay istifa eden ve görev yeri değiştirilen personelin bir kısmını Özel Kuvvetler Komutanlığı’nda görevlendirdi.” (11)

11 Aynı yerde.

Çiller’in CIA’dan Arkadaşı Elisabeth Shelton’un Rolü

İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, 24 Aralık 1996 tarihinde TBMM Susurluk Komisyonu’na bilgi verirken, ABD Adana Konsolosu Elisabeth Shelton’ın Jandarma eski Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis suikastında başrolde olduğunu açıklamıştı. Shelton, 1994’te, Tansu Çiller’in başbakan olmasının hemen ertesinde, ABD’nin Adana Konsolosluğuma atandı. 1987-1990 yılları arasında da Türkiye’de görevli olan Shelton, Washington’da Dışişleri Bakanlığı’nda Türkiye Masası’nı yönetirken de sık sık Türkiye’ye geliyordu. Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis’e suikastı yönlendiren ABD heyetine o başkanlık etti. İncirlik Üssü’nde Çekiç Güç karargâhında, 10 Şubat 1993’te yapılan toplantıda, Orgeneral Bitlis’in ortadan kaldırılmasına karar verildi. Bu toplantıya Shelton dışında; Adana Konsolosluğumun Politik-Ekonomik Bölüm sorumlusu olarak görünen Joseph S. Pennington, Çekiç Güç’ün ABD’li komutanı Albay Naab, Ankara’dan bir Amerikan askeri yetkilisi ve İzmir TUSLOG’da görevli bir yüzbaşı katıldı.

Çiller’in yakın arkadaşı Shelton’ın, Bitlis cinayetinde başrolde olması görevi gereğiydi. Çünkü, ABD’nin Kürt devletçiği kurmak için Kuzey Irak’ta yürüttüğü ‘Savaşan Bayrak 90’ adındaki operasyonunun sorumlularındandı. ABD’nin, bu plan çerçevesinde, Kuzey Irak’ta 7 bin 500 CIA peşmergesini eğitip istihdam ettiği, 1996 Eylül’ünde ortaya çıktı. Bu peşmergeler, Saddam Hüseyin ile KDP lideri Mesut Barzani’nin ortak eylemi sonucu apar topar kaçırıldı.

CIA peşmergelerinin taşınması işlemine Shelton nezaret etti. Bunları eğiten ABD Özel Savaş timleri ise Shelton’ın gayreti ve Çiller’in devreye girmesiyle sessiz sedasız Irak’tan çıkarıldı. ABD’nin ramboları, Çiller sayesinde Türkiye üzerinden ABD’ye gidebildiler. Çiller’e Kürt sorununda Bask çözümü önerisi yaptıran da Shelton’dı.

Shelton, Apar Topar Kaçtı

Genelkurmay Askeri Savcılığı’nın, Tansu Çiller’in CIA görevlisi olması nedeniyle “milli müdafaaya hıyanet suçu”ndan soruşturma başlatması gündeme gelince, ABD Büyükelçiliği darmadağın oldu. Çiller’in hayatındaki üç önemli Amerikalıdan biri olan, ABD’nin Adana Konsolosluğunun başındaki Elisabeth Shelton, İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’in açıklamalarından sonra ülkesine kaçtı. Perinçek, 16 Mayıs’ta, Tansu Çiller’in 1967’den beri CIA görevlisi olduğunu açıklayan bir basın toplantısı yaptı. İP Genel Başkanı, Çiller’in CIA ile bağında Shelton’ın kilit konumda olduğunu kanıtlarıyla ortaya koymuştu. Çiller’in CIA görevlisi olduğuna ilişkin bilgileri Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e de ileten Perinçek, 19 Haziran’da, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulundu, 1 Temmuz 1997’de yeni hükümet atandı. Ertesi gün, Elizabeth Shelton’ın da rol aldığı Çiller Özel Örgütü’nün CIA güdümündeki casusluk faaliyeti kamuoyuna yansıdı. İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, 3 Temmuz’da bir basın toplantısı yaparak, Genelkurmay’ın telefonlarını CIA’nın dinlediğini, bilgilerin Çiller’in CIA’cı danışmanları ve Elisabeth Shelton’ın koordinatörlüğü aracılığıyla ABD’ye iletildiğini açıklamıştı. Shelton’ın, bu açıklamaların yapıldığı günün ertesinde ülkesine dönmesi anlamlı bulundu.

Kanal D, 5 Temmuz Cumartesi akşamı, Shelton’ın ülkesine apar topar gittiğini duyurdu. ABD Adana Konsolosluğu, Elisabeth Shelton’ın görevden ayrılması nedeniyle 3 Temmuz’da bir resepsiyon düzenledi. ABD Büyükelçiliği, Shelton’ın, hakkındaki iddialar nedeniyle değil, görev süresi dolduğu için ülkesine gittiğini açıkladı. Oysa Shelton’ın, yeni konsolos geldikten sonra ayrılması bekleniyordu. Kendisi de, iki ay sonra gideceğini belirtmişti. Dışişleri Bakanlığı’ndan gelen bilgiye göre Shelton, Genelkurmay’ın, Özel Örgüt elemanları tarafından dinlenmesi olayının basına açıklanması üzerine paniğe kapıldı. Genelkurmay’ı hedef alan siyasi ve askeri amaçlı casusluk soruşturmasının sonunda kendisine ulaşacağını anladı, bu yüzden kaçtı. Shelton’ın, ABD’de Ulusal Güvenlik Konseyi kadrosunda yer alacağı ve bir War College’da (Harp Okulu) görevlendirileceği belirtiliyor.

30 Yıldır Türkiye’yi Karıştırıyor

Elisabeth Shelton, kendi anlatımına göre 13 yaşında diplomat olmaya karar verdi. Üniversitede tarih ve işletme okudu. Son sınıftayken dışişleri sınavını kazandı. 1963’te, Tayland’daki ilk göreviyle mesleğine başladı. Yasa gereği evli kadınlar diplomatlık yapamıyordu. ABD Dışişleri Bakanlığı Yakındoğu ve Kuzey Afrika Masası’nda çalışmaya başladı. 1981’de, evli kadınlara dış görev yasağının kalkmasından sonra sırasıyla Malezya, Nijerya, İstanbul’da görev yaptı. Ardından Washington’a, Bakanlığa döndü. Uzak kaldığı yıllarda Türkiye’den ilgisini hiç kesmedi. Shelton, Adana Konsolosu olmadan önce, Türkiye’de misyon şefi olarak görev yapıyordu. Daha önce 1987-1990 yılları arasında Büyükelçilik’te Ekonomiden Sorumlu Müsteşar’dı. İstanbul’da görev yaptı. Türkçeyi çok iyi konuşan Shelton, 1994 yılında Adana Konsolosu olarak yeniden Türkiye’ye geldi.

Adana Konsolosluğu ABD’nin Kürt Masası

Adana Konsolosluğu, ABD’nin Türkiye’deki önemli siyasi karargâhlarından biri. Ortadoğu’ya yönelik istihbaratın merkezlerinden. Aynı zamanda ABD’nin Kürt masası olarak işlev görüyor.Adana, ABD Dışişleri Bakanlığı açısından kritik bir staj yeri. Dışişleri ve CIA’da yükselecek personel burada görevlendiriliyor. Adana Konsolosluğu, Güneydoğu, Kuzey Irak, Kıbrıs ve Suriye’ye yönelik istihbaratın birleşme noktası. Çekiç Güç’ün merkezi olan İncirlik Üssü de Konsolosluğun sorumluluk alanında.

Adana’nın bir diğer özelliği; CIA, MOSSAD ve MİT’in faaliyetlerinin kesiştiği bir merkez olması. CIA, Konsolosluğa büyük önem veriyor. Konsolos yardımcılarının, iki dönemdir CIA görevlisi olduğu, Almanya’da yayımlanan Geheim dergisi tarafından kamuoyuna duyuruldu. 1995 yılında Konsolos Yardımcısı olan Olof North Otto’nun da, şimdiki Konsolos Yardımcısı Joseph S. Pennigton’un da, CIA ajanı olduğu kayıtlardan saptanıyor.12

MOSSAD’ın Türkiye’de en etkili olduğu bölgenin kavşağında Adana bulunuyor. ABD Adana Konsolosluğu, MOSSAD için de bir üs işlevi görüyor.

12 “Türkiye’deki CIA’cı ‘Diplomatlar'”, Aydınlık, Ağustos 1997, sayı 527.

Shelton’dan Kürtlere Çengel

ABD’nin Adana Konsolosluğu, Kürtlere, İHD’ye ve Refah Partisi’ne yoğun ilgisiyle tanınıyor. Shelton ve diğer konsolosluk görevlileri; HADEP, RP, İHD ve TİHV’yi sık sık ziyaret ediyorlar. Körfez Savaşı’ndan sonra bu ilginin yoğunlaştığı saptanıyor. ABD savunma bakanları, dışişleri bakanları, CIA başkanları ve yetkilileri, Ankara ziyaretlerine mutlaka Adana’yı da ekliyorlar. Üçüncü eşik de, Diyarbakır.

CIA ve Pentagon yetkililerinin RP, HEP ve İHD ziyaretleri savaştan sonra giderek arttı. Ağustos 1995’te Adana Konsolosluğu görevlileri, PKK’li tutuklu yakınlarını ziyaret ettiler. 9 Ağustos 1995 tarihli gazeteler, Shelton’ın, “Başkan Clinton’un mücadelenize destek vermesini sağlamak için çalışacağım. ABD’nin Türkiye’ye silah ambargosu uygulaması gerekir” dediğini yazdılar.

İşçi Partisi Genel Başkan Yardımcısı Hasan Yalçın, bu haberler üzerine 18 Ağustos 1995 tarihinde yaptığı basın açıklamasında, Shelton’ın, “istenmeyen kişi” ilan edilmesi çağrısında bulunmuştu.

Shelton’ın şoförü ve koruması Hasan, Kuzey Irak’tan ABD’ye götürülüp eğitilen bir Kürt. Sevgilisi olduğu da iddia ediliyor. Hasan, çok iyi İngilizce biliyor. Kürtlerle ilişkilerde rolü var. Şoför, konsolosluk kançileryasında (elçilik konutu) kalıyor.

Pentagon’la Özel Haberleşme Kanalı

Shelton, Dışişleri Bakanlığı görevlisi, ancak Pentagon’la birlikte çalışıyor. İncirlik Üssü, bunu gerektiriyor. Üs, Pentagon’a bağlı. Adana Konsolosluğu’nun, büyükelçilik hiyerarşisinde de bu nedenle ayrı bir yeri var.

ABD adına Türkiye’de askeri ve stratejik istihbaratı toplayan merkez, ODC (Office of Defence Cooperation-Savunma İşbirliği Ofisi). Eski adıyla JUSMMAT. ODC’nin başındaki Tümgeneral John Welde, Özel Savaş uzmanı. Shelton ile çok yakın mesai içindeki Tümgeneral Welde, Amerikan Askeri İstihbarat Örgütü CIA’nın Türkiye sorumlusu.13

CIA’nın, Adana Konsolosluğu’nda, ABD’yle özel bir haberleşme kanalı bulunuyor. İncirlik Üssü’nden, İskenderun Tuslog tesisleri ve 6. Filo’nun bir gemisi kanalıyla, doğrudan Pentagon’la haberleşiliyor. Orgeneral Eşref Bitlis, bu haberleşme kanalını saptadı. Genelkurmay İstihbaratı bu kanala girdi ve CIA’nın Kuzey Irak için hazırladığı “Savaşa Bayrak 90” adlı planını ele geçirdi. ABD, Türkiye’nin bu haberleşme kanalına girmesine büyük tepki gösterdi.

13 Aynı yerde.

İsrail ile Köprü

Shelton, GAP bölgesine olan ilgisiyle de tanınıyor. Türk Amerikan İşadamları Derneği (TABA) kanalından, GAP bölgesinde yatırımlarda aracılık yapıyor. Ancak, Shelton’ın bu bölgeye ilgisinin kaynağında da istihbaratçı görevi öne çıkıyor. Shelton, İsrail ile Bucak aşireti arasındaki ilişkiyi kuran kişi olarak biliniyor. Görevi, İsrail adına, Bucaklar tarafından GAP bölgesinde kapatılan arazilerle ilgili işleri denetlemek.

Prof. Gönensay: Shelton, “Çiller Başbakan Olacak” Demişti

Shelton, Çiller’in hayatında çok önemli bir isim. İlişkileri 1971’de, ABD Dışişleri Bakanlığı’nda çağrılı personel statüsünde görev yaptığı yıllara dayanıyor. 1987-1990 arasında Türkiye’de görev yapan Shelton, bu tarihte Çiller’in yalı komşusuydu. Tanıyanlar, ikisi arasındaki ilişkiyi, “içtikleri su ayrı gitmez” diye tarif ediyorlar. Shelton, o zaman ABD Büyükelçiliği’nde Ekonomi Müşaviriydi. Çiller, maaş karşılığında hazırladığı raporları Shelton’a iletiyordu. Shelton’ın, birinci görev döneminde Türkiye’den Washington’a geçtiği kriptolardaki bilgilerin önemli bir bölümünü Çiller’den elde ettiği, gazetelere haber oldu. Çiller’in CIA’dan yıllık ücreti bu dönemde iki katına çıkarak, 200 bin dolar oldu.

Shelton, Türkiye’deki ilk döneminde, yakın arkadaşı Çiller’in aktif siyasal yaşama geçmesine destek oldu. 1993’teyse ABD Dışişleri Bakanı Warren Christopher’ın da katıldığı kulis faaliyetiyle DYP Genel Başkanı ve Başbakan oldu. Dönemin Başbakan Vekili Erdal İnönü, 29 Haziran 1993’te Robert Kolej Mezunları’nın lokali Bizim Tepe’deki konuşmasında, bir soru üzerine bu ilişkiyi doğruladı.

Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü Başkanlığı’ndan selefi Prof. Emre Gönensay, Çiller-Shelton ilişkisinin yakınlığına tanıklık ediyor. Çiller kabinesinde Dışişleri Bakanlığı da yapan Prof. Gönensay, yakından tanıdığı Shelton’ın, çok önceden kendisine, “Bu Çiller başbakan olacak” dediğini aktarıyor.

Çiller Başbakan olur olmaz, Shelton Türkiye’de görevlendirildi. Shelton ile Çiller sürekli bağlantı içinde. Akşam gazetesi yazarı Nazlı Ilıcak, 4 Temmuz 1997 tarihli köşesinde, Çiller’in Genelkurmay’dan elde ettiği gizli bilgileri, Shelton aracılığıyla ABD’ye ulaştırdığını yazdı. Haberleşmede kurye ve özel telefon kullanıyorlar. Shelton’ın ABD’den getirdiği cep telefonuyla, uydu üzerinden haberleştikleri belirtiliyor.

Genelkurmay’a yönelik casuslukta Shelton-Çiller bağı saptanınca Bayan Konsolos kaçtı.

Org. Bitlis Suikastına İlişkin
Genelkurmay Kaynaklı İki Bilgi Notu ;

İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, Org. Bitlis suikastındaki ABD’nin rolüne ilişkin somut bilgileri açıkladığı basın toplantısını 29 Kasım günü yaptı. Perinçek, bu bilgilerin kaynağının Genelkurmay İstihbaratı olduğunu da basın toplantısında açıkça söyledi. Perinçek’in basın toplantısına, televizyon kanalları ana haber bültenlerinde geniş yer verdi. Gazetelerin hemen hepsi konuşmayı yayımladı. Aydınlık dergisi aynı bilgileri kapak olarak işledi.(14) Ne hükümetten, ne Genelkurmay’dan ne de ABD Büyükelçiliğinden herhangi bir yalanlama geldi.

14 Aydınlık, 30 Kasım 1997.

Kasım sonunda, Genelkurmay İstihbaratından Aydınlık’a, Org. Bitlis suikastını konu alan tarihsiz iki “rapor” ulaştı. Orgeneral Bitlis suikastında ABD’nin rolünü belgeleyen iki “bilgi notu”nu, imla ve Türkçe yanlışlarına dokunmadan aynen okurun değerlendirmesine sunuyoruz:

Birinci Bilgi Notu:

Genelkurmay Başkanlığı’na
ANKARA
Sayı: 800
Konu: Bilgi
Hazırlayan : Jandarma İstihbarat Teşkilatı Daire Başkanlığı
(Mühür ve incelendi kaşesi)
(GİZLİ ÖZEL VE ŞAHSA MAHSUS)
Jandarma İstihbarat Teşkilatı’nın ilgi S II 337924 no: 01 tarihli yazısında ve İstihbarat Koordonisyon Dairesi’nin 294 no: 23 tarihli yazısında belirtilen bilgileri görüşen yabancı askeri ataşeleri gözetleme kalıcı dairesi şunları bildiriyor: Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis’in 10 Şubat 1993 günü hazırlanan bir sabotaj planı ile öldürüldüğü belgelendi. 10 Şubat 1993 günü Körfez ülkelerini değerlendiren Amerikan Askeri Operasyon Teşkilatı’nın bir kaç kez toplantılar yaptığı belirlendi. 6,7,8,9 günleri Zaho’da görevli olan Amerikan Askeri Gücü Çekiç Güç görevlileri ve Amerikan gıda yardım örgütü görevlilerinin, Kuzey Irak’dan Silopi’ye geçiş yapmadıkları belirlendi. Zaho, Erbil arasındaki “TİM” Türk İstihbarat Merkezi subayları, bu 3 kişiyi takibe almışlardır. Bunların Süleymaniye kentinde Celal Talabani ile görüştükleri bildirildi. Kürt liderlerle görüşmelere, Türk istihbarat görevlilerine bildirmeden ve Türk subayı refakat etmeden gitmeleri sınır ötesi anlaşmalara aykırıdır.
Bu görüşmelerin olduğu sıcak günlerde Çekiç Güç Zaho merkezinden Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis hakkında Mac-Dill üssüne BİLGİ GEÇİLDİĞİ öğrenildi. O günlerde Mac Dille üssünde ve Pentagon’da dev bilgisayarlar 24 saat Türkiye Askeri İstihbaratının çalışmaları hakkında yeni veriler topladığı öğrenildi.
EMNİYET YARBAYI
W/MME/469-3
(Mühür)

İkinci Bilgi Notu:

Genelkurmay Başkanlığı’na
ANKARA
Sayı: 800, 4
Konu: Bilgi
Hazırlayan : Jandarma İstihbarat Teşkilatı Daire Başkanlığı
(GİZLİ ÖZEL VE ŞAHSA MAHSUS)
W/MME/469, 3,,,,
(Mühür ve incelendi kaşesi)

A) Kod adı TPFD, Time Phase Force Deployment olan dev bir iletişim planı hazırlanmaktaydı.

B) Carter yönetimi tarafından Körfeze askeri müdahale için hazırlanmış olan, gizli “900, 1002” planının Jandarma İstihbarat Dairesi “İncirlik üzerinden Zaho’ya modemlerken ele geçirildi.

C) “SAVAŞ BAYRAĞI 90” adı verilen bir tatbikat organize edilmişti. Amerikalı yetkililer bölge ülkelerinden çok gizli tuttukları bu planı uyguladı.
W/MME/469-3

-Bu raporlar Eşref Bitlis paşanın raporlarındaki ana temalardır. Yapılan araştırmalarda 4 kişilik ekip Amerikalı üst düzey yetkilisi, Pentagon şefi Richard Cheney’in bilgisi dahilinde Ankara, Adana, Zaho’da toplantı yaptılar. Bu toplantı hakkında Dışişleri bakanlığı istihbaratına bilgi verilmediği öğrenildi. ABD Adana Konsolosu Bayan Elisabeth başkanlığında yapılan toplantıya Çekiç Güç albayı Wilson ve Albay Naab da katılmışlardı.

Adana-İzmir, Ankara ve Zaho’dan katılan 4 kişilik ekip hakkında Dışişleri Bakanlığı’ndan bilgi talebi istenmiştir. Bu çok hareketli 15 gün sonra 17 Şubat 1993 günü öğlen vakti Güvercinlik’ten kalkış yapan Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis ve ekibinin bulunduğu 200 çift motorlu 10 dakika sonrası düşmüştür.

Bu toplantı hakkında geniş bilgi için, Jandarma İstihbarat Yarbayı W/MME4 dosyasına başvurunuz.

Bilgi Notu’nun Anlamı ve Güvenilirliği

Aydınlık, bu raporları kamuoyuna açıklamadan uzmanlara gösterdi, içindeki bilgileri araştırdı. Genelkurmay’a yakın kişiler, bilgilerin doğru olduğunu, ancak belgelerin Genelkurmay yazışma standartlarında olmadığını, mührün okunamadığını belirttiler. “Rapor”da, ABD Adana Konsolosu Elisabeth Shelton için, “ABD Adana konsolosu Bayan Elizabeth” ifadesi yer alıyordu. Shelton, Org. Bitlis’in uçağının düşürüldüğü tarihte Adana Konsolosu değildi. Dick Cheney de, Şubat 1993’te, resmen ABD Savunma Bakanı, yani Pentagon’un şefi değildi. Genelkurmay İstihbarat görevlileri, “raporlar” hakkındaki bu değerlendirmelere karşı şu açıklamada bulundular:

“İki Rapor, Orijinal Belge Değil, Bilgi Notu

“Org. Bitlis suikastının nasıl gerçekleştiğini belirten ve size iletilen iki rapor orijinal değil. Sizin için yeniden hazırlanmış. İtirazınıza karşın şu belirtildi: ‘Mahkemeye başvurulduğunda delil olmaması için dosyalardan özet çıkarıyoruz. Hiçbir yayın organı bizim antetli raporlarımızı yayımlayamaz. Bunlar bilgi notları. Hizmete özel olarak düzenleniyor. Ancak hangi dosyadan alındığı ve yazarı kodlu olarak koyuyoruz. Bu durum, yalnızca Aydınlık için değil, genel bir kural. Bütün basına böyle veriliyor. Kaldı ki brifinglerde dağıtılan hizmete özel notlarda bile raporun orijinali verilmez. Gerekiyorsa yalnızca gösterilir.

“Mühür tabii ki okunmaz. Normal stampa mürekkebi değil, çini mürekkebi. Çini mürekkebi levhayı çıkarmaz, istenilen balistik incelemeye yollansın, mühür okunmaz.

“Belgeler Orijinal Değil, Ama Bilgiler Kesin

“Rapor orijinal değil ama bilgiler kesin. Shelton o tarihte Adana Konsolosu değildi. ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Türkiye’ye bakan masasında sorumluydu.

“Ama Pentagon’un şefi Cheney’di. Clinton yönetimi gelmiş ve yeni Savunma Bakanı’nın Les Aspin olacağı açıklanmıştı, ancak yeni kabine henüz görevi devralmamıştı.

“Shelton, ABD’de olduğu dönemde de 3-5 ay aralıklarla Türkiye’ye gelip gidiyordu. Eşref Paşa olayındaki toplantıya katıldığı kesin.”

ABD Bunu Hep Yapıyor

ABD yönetimi, müttefiki olan bir ülkenin Genelkurmay Başkanı ya da önemli bir askeri yetkilisine karşı suikast düzenler mi? Bu soruya resmi ricalin ve olaylara Amerikan gözlüğüyle bakanların vereceği yanıt “hayır”dır.

CIA’nın, çeşitli ülke yöneticilerine karşı suikast girişimlerinde bulunduğu, çok sayıda devlet başkanı veya devrimci önderi katlettiği biliniyor. Ancak bunlar, Küba lideri Fidel Castro, Libya Devlet Başkanı Kaddafi gibi sol ve muhalif liderlere karşı olanlardı. ABD Senatosu da CIA’nın bu girişimlerini saptadı, görüntüde Başkan’a suikast yasağı getiren kayıtlar koydu. Reagan döneminde, bu sınırlamaların hepsinin yerinde yeller esiyordu. CIA eski Başkanlığından ABD Başkanlığı’na gelen George Bush dönemiyse, ABD’nin uluslararası eşkıyalığının doruğa çıktığı dönemdi.

Nasıl olur da ABD, eğittiği, silah ve teçhizat yardımında bulunduğu bir ordunun komuta kademesine karşı suikast düzenlerdi? Ama tarihi gerçekler bu savı çürütüyor. Amerikan hâkim sınıfı, yüksek menfaati söz konusu olunca, ne müttefik dinliyor ne de dostluk.

Gizli Pentagon Yönergesi

Dost bir ülkenin komutanlarına karşı operasyon yapma yetkisi, yalnızca Başkanların inisiyatifine bırakılan konulardan değil. Pentagon, istihbarat birimlerine, müttefik ülke silahlı kuvvetleri içinde istihbarat operasyonları yapma yetkisini resmen veriyor. ABD yönetiminin resmen hiçbir zaman üstlenmediği “FM-30-31 ‘e EK: B, Kararlılık Operasyonları/İstihbaratÖzel Ajanlar” isimli “çok gizli” askeri yönergesi, 18 Mart 1970 tarihinden bu yana yürürlükte.

Savunma Bakanı’nın emriyle ABD Genelkurmay Başkanı adına General, W.C. Westmoreland ve ABD Kara Kuvvetleri’nden Tuğgeneral Kenneth C. Wickham’ın imzasıyla yayımlanan yönerge, Orgeneral Eşref Bitlis gibi yurtsever subayların katline izin veriyor.

İlk kez Ankara’da, Barış gazetesi tarafından kamuoyuna duyurulan bu yönergenin tam metni, Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan’ın Doruk Operasyonu adlı kitabında yayımlandı. Talat Turhan, Covert Action dergisinin Ocak 1979 tarihli 2. sayısında yayımlanan metni tercüme ettirmişti.15

15 “The Mysterious Supplement B: Sticking it to ‘Hoşt Country”1 (Esrarengiz Ek B: “Dost Ülkeyi Karıştırmak”), Covert Action, Ocak 1979, s.11-18. Bu belge için bkz. Talat Turhan, Doruk Operasyonu, s. 155-156.

Pentagon yönergesinde, TSK’nın, ABD’nin istihbarat hedefi içinde yer aldığını aynen şöyle ifade ediyor:

“FM 30-31 B, Evsahibi Ülke (EÜ) örgütlerini de ABD istihbaratı hedef olarak değerlendirir. Evsahibi Ülke örgütleri terimi bu bağlantı içinde şöylece anlaşılmalıdır:
a. EÜ’nün iç güvenlik örgütü,
b. EÜ’nün silahlı kuvvetleri,
c. EÜ’nün silahlı kuvvetleri, polis örgütü, sivil savunma örgütleri, ulusal ve yerel yönetim organları, propaganda örgütlerinin dışında kalan diğer tüm örgütleri.”16

16 Age.

Org. Bitlis Suikastına Cevaz Veren Madde

Yönergenin, “ABD’nin Ordu İstihbarat Harekâtı” başlıklı 6. bölümündeyse şu satırlar yer alıyor:

“ABD ordu istihbaratı, zaafiyet belirtileri görülüp de uzun süre devam ederek somut bir zarar ortaya çıkabilmesi durumunda uygun işlemler önerecek durumda olmalıdır. Bu tür harekâtlar, kişiler veya daha genel olarak gruplar üzerinde baskı yaratabilecek önlemler olabilir. Bunun da ötesinde EÜ örgütleri ve en son olarak da hükümet üzerinde yaratılabilecek baskılardan söz edilebilir.

“Harekât, EÜ örgütlerinin, hatta hükümetinin etkilenmesi ya da baskı altına alınması biçiminde ABD çıkarları tehlikeye girdiğinde gündeme gelebilir. Alınacak önlemler resmi olabildiği gibi gayri resmi de olabilir.

“Resmi önlemler bu belgede tartışılan hiçbir durumda gündeme gelmez. Gayri resmi girişimler ise ABD ordu istihbaratı ve diğer ABD örgütlerinin ortak sorumluluk sahasına girmektedir.”17

17 Age., s. 163.

Şili Genelkurmay Başkanı Rene Schneider’in Katli ve ABD

Şili Genelkurmay Başkanı’nın katli bir başka örnek. ABD Senatosu’nun resmi araştırma komitesinin kayıtlarından aktarıyoruz:

“Şili Genelkurmay Başkanı Rene Schneider, 22 Ekim 1970’de öldürüldü. General Schneider, Şili’de bir askeri darbenin önünü açmak için CIA’nın tezgâhladığı bir operasyonla katledildi. Genelkurmay Başkanı’nın öldürülmesi için gerekli para ve silahları, ABD’nin, Şili ordusuna ardım ve askeri işbirliği için görevlendirdiği askeri ataşe Albay Paul Wimmert bizzat verdi.

“4 Eylül 1970’de Şili genel seçimlerinde Halkçı Birlik’in sosyalist adayı Dr. Salvadore Ailende, oyların yüzde 37’sini alarak birinciliği kazandı. Ancak bu oran başkan seçilmek için yeterli değildi.”

Şili Anayasasına göre başkanı, Kongre seçecekti. ABD, 24 Ekim’deki Kongre oylaması öncesinde bütün araçlarını devreye soktu. Allende’nin başkan seçilmesini önlemeye çalıştı. ABD Başkanı Richard Nixon, 15 Eylül’de CIA Başkanı Richard Helms’e kesin talimat verdi: ‘Şansımız onda bir ama Şili’yi korumak zorundayız. ABD elçiliğini açıktan katmayın ama risk üstlenmekten de çekinmeyin. Hemen 10 milyon dolar verebiliriz, ihtiyaç olursa daha fazlasını da… ekonomisini feryat ettirin.’ Nixon’un bu emri, 1973 yılında, ABD Senatosu’nun, CIA’nın siyasi suikastlarını araştırmak üzere seçtiği alt komitesince saptanıp zabıtlara geçirildi.”18

18 Gregorv F. Treverton, Covert Action-The CIA and American Intervention in the Post-war World (Örtülü Eylem-CIA ve ABD’nin Savaş Sonrası Müdahaleleri), Londra, I. B. Tauris&Co Ltd Publishers, 1988, s. 23.

Allende’nin Kongre’de başkan seçilmesini önlemek için yürütülen operasyonun kod adı Track 1’di. Başarıya ulaşmayınca Track II devreye sokuldu. Track II, Şili’de bir askeri darbeyle Allende’yi devirmenin kod adıydı. CIA ve Pentagon’un Şili’deki görevlileri, bir askeri darbenin koşulları bulunmadığını ısrarla rapor ediyorlardı. Seçimlerden önce yapılan araştırmada, Genelkurmay Başkanı Schneider’in varlığının, darbe için büyük bir engel olduğu saptanmıştı. ABD’nin Santiago’daki Büyükelçisi Edward Korry, 12 Eylül 1970 tarihli gizli yazısında, “Schneider’in Anayasa’yı korumak konusundaki kararlılığını gerekçe göstererek, bir askeri darbe ihtimali bulunmadığını ve yakın bir gelecekte de bir askeri darbe imkânı olmayacağını” bildirmişti.19

19 Nathaniel Davis, The Last Two Years of Salvador Ailende (Allende’nin Son iki Yılı), Londra, I. B. Tauris&Oo Ltd Publishers, 1986, s. 311.

Buna karşın, Nixon ve ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger‘in bastırması sonucu, Track II yürürlüğe sokuldu. ABD’nin bütün birimleri ve “kardeş” istihbarat örgütleri eliyle, darbe ortamı yaratılması için yoğun bir faaliyet başlatıldı. Doğrudan Kissinger’in ve yardımcısı Alexander Haig’in yönettiği operasyonda, sol gruplar adına sahte şiddet eylemleri düzenlendi. Sol grupları tahrik edici eylem ve propaganda faaliyetleri yürütüldü. Sabotajlar ve ekonomik kargaşa tırmandırıldı. Darbe hazırlığı konusunda yalan haberler yayıldı.

Orduyu harekete geçmeye zorlamak için her türlü yönteme başvuruldu. CIA ve DIA görevlileri, Şili ordusu içinde birbiriyle bağlantıları olan iki ayrı ekiple ilişkiye girdiler. Tuğgeneral Roberto Viaux ve Tümgeneral Camilo Walenzula liderliğindeki cuntalara, darbe öncesi ve sonrasında, ABD’nin aktif desteğini bildirdiler.

CIA’nın ilişkiye girdiği her iki darbeci grubun, yönetime el koyma planının birinci adımı, Genelkurmay Başkanı Rene Schneider’i bertaraf etmekti. Genelkurmay Başkanı Schneider’in devre dışına çıkarılması için, ABD’nin Santiago’daki Askeri Ataşesi Albay Paul Wimmert aracılığıyla, bu ekiplere silah, göz yaşartıcı bomba ve 70 bin dolar aktarıldı. Eylem birlikte hazırlandı. Genelkurmay Başkanı’na karşı eylemi, sol bir örgütün üzerine yıkma planlandı. ABD yönetimi, Kongre’nin, büyük olasılıkla Allende’yi başkan seçeceğini istihbar etmişti. Ailende göreve başlamadan darbenin yapılmasını istiyordu. Ancak, evdeki hesap çarşıya uymadı. Genelkurmay Başkanı’nın programındaki değişiklikler nedeniyle eylem 22 Ekim gününe kaldı. Ailende, 24 Ekim günü göreve başlayacaktı. 22 Ekim günü sabah 8’de, Genelkurmay Başkanı Schneider’in kullandığı arabanın yolu kesildi. General Schneider, kendini korumak için silahını çekti. Açılan ateşle yaralandı, ancak saldırganları kaçırdı. Genelkurmay Başkanı’na suikastı düzenleyen Santiago Garnizon Komutanı General Camilo Walenzula sıkıyönetim ilan etti. Ancak Genelkurmay Başkanı’nın yaşıyor olması darbeyi önledi, çünkü bütün ordu, bu saldırı üzerine, Anayasa’yı koruma bayrağının arkasına geçmişti. 24 Ekim günü, Ailende, resmen Şili Devlet Başkanı oldu. General Schneider ertesi gün öldü. ABD’nin işbirliği yaptığı her iki darbeci ekibin liderleri olan generaller yakalandı. Kendisine bağlı üç faşist örgütü de bulunan Tuğgeneral Roberto Viaux 25 yıla; General Camilo Walenzula 3 yıl hapse mahkûm edilip, ekipleriyle birlikte ordudan atıldılar. 1970’deki darbe girişimi başarıya ulaşmadı, ancak ABD yönetimi, Şili ordusu içinde darbe için çok geniş bir çalışma yapmış, başka general ve amirallerle de bağlantıya geçmişti. Allende’yi devirmek için yürütülen çok yoğun faaliyet sonrasında, 11 Eylül 1973’te, General Pinochet ABD desteğiyle yönetime el koydu. Track II planı 3 yıl gecikmeyle uygulandı. Devlet Başkanı Ailende öldürüldü. 42 yıldır Anayasa içinde kalmaya özen gösteren Şili ordusu da, Amerikancı darbe akımına katılmıştı.

Uçak Kazalarında Ölen Generaller…

Uruguaylı gazeteci, tarih araştırmacısı ve edebiyatçı Eduardo Galeano, Latin Amerika üzerine yaptığı araştırmalarıyla tüm dünyada tanındı. ABD emperyalizminin Latin Amerika politikalarını teşhir etti. Galeano’nun, Türkçe’de altı kitabı yayımlandı: Aşkın ve Savaşın Gündüz ve Geceleri, Latin Amerika’nın Kesik Damarları, Yaratılış, Yüzler ve Maskeler, Rüzgârın Yüzyılı ve Kucaklaşmanın Kitabı.

Galeano, Rüzgârın Yüzyılı adlı kitabında, tıpkı Eşref Bitlis suikastına benzeyen “uçak kazalarını”nı şöyle anlatır:

“Mayıs sonunda bir uçak düşüyor ve Ekvator Başkanı Jaime Roldos’un yaşamı böylece noktalanıyor. Yöredeki birkaç campesiano patlamayı duyuyor, uçağın düşmezden önce alev aldığını görüyorlar.

“Doktorların cesedi muayene etmesine izin verilmiyor. Otopsi de yapılmıyor. Kara kutu ortaya çıkmıyor; uçağın kara kutusu yoktu deniliyor. Kaza yerinde traktörler toprağı düzeltiyor. Quito, Guayaquil ve Loja kontrol kulelerinin kayıt bantları siliniyor. Çeşitli tanıklar kazalara kurban gidiyor. Hava Kuvvetlerinin raporu herhangi bir cinayet olasılığını peşin peşin reddediyor.

“Talihsizlik, insan hatası, kötü hava koşulları. Ne var ki, Başkan Roldos, Ekvator’un iştah kabartan benzinini savunmaktaydı; yasaklı Küba ile ilişkileri yeniden kurmuştu ve Nikaragua, El Salvador, Filistin gibi yerlerdeki lanetlenmiş başkaldırıları destekliyordu.

“İki ay sonra bir uçak daha düşüyor, bu kez Panama’da. Talihsizlik, insan hatası, kötü hava koşulları. Uçağın havada patladığını duyan iki campesiano ortadan yitiyor. General Omar Torrijos, yüzyılın başlarında Birleşik Devletler’ce çalınan Kanal Havzası’nı geri almak istiyor yalnızca. Panama Kanalı’nı kurtarmaktan suçlu olan Omar Torrijos ihtiyarlayıp yatağında eceliyle ölmeyeceğini zaten biliyordu.

“Hemen hemen aynı zamanda Peru’da bir helikopter düşüyor. Talihsizlik, insan hatası, kötü hava koşulları. Bu kezki kazanın kurbanı General Rafael Hoyos Rubio’dur. Standart Qil şirketinin ve daha başka ‘iyiliksever’ çokuluslu şirketlerin eski bir düşmanı.”

CIA’nın Hedef Şaşırtma Çabası:
Kızılordu: “Çekiç Güç Değil, Biz Öldürdük”

CIA, müttefik ülkelerdeki operasyonlarının açığa çıkmasını önlemek için büyük çaba harcıyor. Suçlarını gizlemek için paravan örgütler kurduğu gibi, sızdığı çeşitli sol grupları da kullanıyor. Orgeneral Bitlis suikastında da, ABD’nin suçunu üstlenen bir “sol grup” çıktı.

Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis’in, Çekiç Güç’ün faaliyetlerine karşı olduğunu saptayan Aydınlık, “Eşref Bitlis Suikastı” adını verdiği yayımını bir kampanya olarak yürüttü. Yayım etkili oldu.

Aydınlık’ın kampanyasının başında, 23 Eylül 1993 günü öğleden sonra, “Kızılordu” adına aradığını belirten bir kişi, “Eşref Bitlis’in, Çekiç Güç’e karşı çıktığı için değil, Kürt halkına katliamlar yaptığı için Kızılordu tarafından cezalandırıldığı“nı söyledi. Aynı kişi, daha fazla bilgi vermek için biraz sonra tekrar arayacağını belirtmişti. Yarım saat sonra, aynı ince sesli genç aradı. Kızılordu adına aradığını söyleyen kişinin, Aydınlık gazetesi Haber Merkezi Müdürü Adnan Akfırat’la konuşmasının bant çözümü şöyle:

“Kızılordu adına arıyorum. Eşref Bitlis’in uçağının bizim tarafımızdan düşürüldüğünü bildirmek için arıyorum. Olayın gelişimi sizin gazetede daha farklı yansıdı. Yani bayağı farklı yansıdı. Şimdi eylemi gerçekleştirme şekli şöyle. Yani bizim arkadaşlarımız tarafından yapıldı bu olay.”

“Nasıl yapıldı?”

“17 Şubat tarihinde olmuştu. Hatta o gün şey olayı vardı… Yemeğin Diyarbakır’da yenmesi konusunda veya orda yenmesi konusunda bir konuşma geçmişti daha önceden…. Biz daha önce bu yöntemle İzmirli bir işadamı vardı, Bursa’dan kalkmıştı uçak ve aynı uçakta, aynı suikast düzenlendi ve aynı şekilde yok edildi.

“Yöntemi, detayını açıklamayayım çünkü bize lazım o yöntem. Fakat motor ısısıyla, yani motorun çalışmasına bağlı olarak harekete geçirilen bir sistem, yani öyle pek detaylı mekanik yapıya sahip değil, yani kimyasal maddeyle yapılan bir iş fakat şu olay var. Eşref Bitlis’in niteliği o Genelkurmay içindeki durum bu konuda biz pek detaylı bilgiye sahip değiliz ama insanlar tek tek kişi nasıldır ne değildir fakat şöyle bir durum var ben bizim bu eylemi gerçekleştirme nedenimiz şudur: O bölgede askeri olarak yer alan bir arkadaşımız yani böyle bir satılma olduğunu belirtmişti bize o fırsat değerlendirilmiştir ve bu eylem yapılmıştır.”

“Uzaktan kumandalı bir bomba mı yani?”

“Hayır motorun ısısına bağlı gelişen bir olay yani motor belli bir hareket aldıktan sonra belli bir seviyeye eriştikten sonra o ısı meydana gelen bir kimyasal şeyle yani motorların yanması tutuşması şeklinde başlayan bir olay yani daha önce de yapıldı birçok defa kullanıldı. Yani sırf Eşref Bitlis’in uçağı olmadı. Yani bu dikkat ederseniz. Motor tutuşması sonucu sadece Eşref Bitlis’in uçağı düşmedi.”

“Kim bu İzmirli işadamı? Meşhur biri mi?”

“Evet. Şu anda ben ismini tam hatırlayamıyorum. Göreme üstünde falan olması lazım olayın uçağın düşme şeyi…”

“Nerenin üzerinde?”

“Göreme üzerine düşmüş olması lazım, şu anda ben öyle hatırlıyorum. Şimdi öyle onu tasarladığımız için yapan şeyler de bu konuda bize kayıtlıdır, geçmiştir de. Şu an ben de detayını söyleyemiyorum. İzmirli bir işadamı, isminde hatta şeyler de vardı. Alman mühendisleri falan vardı kendi adamları çalışanları 4 kişi falan sanırım özel uçaktı aynı yöntem orda da uygulanmıştı. Bunun haricinde sormak istediğiniz bir şey var mı?”

“Bu açıklamayı neden şimdi yapıyorsunuz?”

“O zaman Hürriyet ve Milliyet gazeteleri aranmış. Fakat şöyle yani bizim… Aydınlık… Bugün biliyorsunuz basında kesinti var. Yani belli birinin bulunmadığı için o dönem içinde zaten birçok gelişme oldu aslında bizim görüşmek istediğimiz o olaydı. Bizim yaptığımız eylemlere karşı yani bir köpeğin kemiğin üstünü örttüğü gibi bir örtme olayı gündeme geldi. 90 yılından beri öyle…”

“Peki nedir Kızılordu anlatır mısınız?”

“Şimdi şöyle; Biz kendimizi… Uluslararası İşçi Derneği 1864’te Marx ve Engels tarafından kurulan, biz onu yani örgütsel model olarak aldık. Yani her ülkenin içinde o ülkenin yapısına özgü bir partinin oluşması fakat bu artı değerin de sonuçta bir yere bağlanması, yani ortak hareket etmesi şeklinde gelişen bir örgütlenme sistemi… Yani her ülkede kendi iş durumuna göre yöntemler belirlenebilir, yöntem şekilleri belirlenebilir sonuçta bunların hepsi bir ortak infazında birleşir.”

“Söylediğiniz gibi enternasyonel birlikteliğiniz var mı sizin?”

“Şu an var, fakat şey olayı yok bağlayıcı karar olarak her yerdeki gelişme aynı değildir. Yani şu an diyelim ki biz kendi gelişmemizle meşgulüz, farklı bir yerdeki şeyi örgütlemiyoruz. Fakat şu anda diyelim ki biz kendi Türkiye ve Kürdistan sınırları içinde kendi gelişmemizle ilgileniyoruz. O insanlar da kendi gelişmeleriyle ilgileniyor. Şu anda öyle birbirini bağlayıcı, kesin net olarak ‘biz şu anda şu tarihte yaptığımız da siz de şunu yapacaksınız’ diye bir olay yok. Yani biz de yeni gelişme halinde.”

“Peki Eşref Bitlis’in uçağının o gün gideceğini nasıl öğrendiniz?”

“Bunu eğer haber yapmazsanız söyliyebilirim, ordaki bir er arkadaşımızdan öğrendik. Yer personelinde görevli bir arkadaştan aldık o bilgiyi zaten o konuda da o kendisi yardımcı oldu bize.”

“Onun hakkında herhangi bir soruşturma açılmadı mı sonra?”

“Şöyle bir olay var, şahıs olarak bilmediği için şu olay da var tabii, o günden sonra Güvercinlik’te birçok asker falan, orda yer personelinden birçok kişi gözaltına alındı sorgulandı yani…”

“Ama hiçbirisi hakkında bir işlem yapılmadı.”

“İşlem yaptığında da zaten o olayı kabullenmiş olacaktı. Yani yapıldığını kabullenmiş olacaklardı.”

“Yok, dediğiniz gibi olsaydı, sizin tarafınızdan düşürülseydi, mutlaka birilerini cezalandırırlardı. O arkadaşınızı bulamasalar dahi sabotaj olduğunu saptayınca en azından onun bölüğünü cezalandırırlardı…?”

“Ama olayı siz de kesin bilemezsiniz belki olmuştur, belki olmamıştır. Fakat bizim arkadaşa bir şey olmadı. Terhis oldu, geldi.”

“Peki o arkadaşınızla görüşebilir miyiz? Bize olayı anlatır mı? Olayın oluş şeklini?”

“Şimdi o olayın oluş şeklini benden daha farklı, kesin, net şekilde anlatmaz. Yani zannetmiyorum.”

“Yok yok, teknik olarak nasıl yaptığını deşifre etmek diye derdimiz yok. Olayı aydınlığa çıkaralım. Adını, rütbesini vermeyen birinin açıklaması seklinde yayımlarız. “

“Ben bunu iletirim. Zannediyorum görürüm ve pazartesi, salı günü aratırım ben sizi…”

“Tamam. Ancak şöyle şüphe çekici bir nokta var: Gazetede yayımlamıştık, okumuşsunuz sanırım, savcılığın soruşturmasında bu olay örtbas ediliyor. Eğer siz yapsanız Askeri savcılık neden örtbas etsin?”

“Şimdi örtbas etme olayı şöyle; Eğer bunu araştırırsanız detaylı şekilde, bizim yaptığımız eylemlerin birçoğu örtbas edildi. Ya farklı hareketler adına çıktı. Ne bileyim yani, Cağaloğlu’nda basın arşivini inceleyin, birçok şeyde çelişki var. Yani kesin çıkmıştır. Üstlenmeler konusunda Menzir’e sorular sorulmuştur. Böyle bir hareket yoktur denmiştir. Yani birçok şey incelerseniz çelişki zaten mevcut. Yani sürekli örtme tekniği… Örterek bizim propagandamızı engellemek ve sonuçta yani çürümeye yok etmeye terk etmek… Yani ‘böyle bir hareketin propagandası yapılmasa herhalde yavaş yavaş çöker’… Onların mantığı bu.”

“Kızılordu’nun bu tür suikastlar dışında herhangi bir eylemi var mı?”

“Nasıl bir şey?”

“Ne yapıyor Kızılordu?”

“Şu anda şey olayı vardır. Yani bizler legal derneklerde dergilerde bulunmayız. Fakat tek tek insanlarla ilişkide bulunduğumuz insanlarla ilişki içerisindeyiz insanlarla gidip görüşürüz o şekilde bir bağlantı yöntemimiz var.”

“Nedir görüşü, silahlı propagandayı mı savunuyor?”

“Tabii mutlaka -şeyiniz o- yani şöyle silahlı propaganda değil teorik ve pratik mücadele… Yani teorik mücadelenin, teorik gelişmenin bağlantısında onun ışığında bir silahlı mücadele…”

“Türkiye’ye ilişkin tezleriniz neler?”

“Onları biz size o zaman yazılı olarak aktaralım, detaylı olarak. Çünkü daha önce Gündem gazetesine vermiştik, Cumhuriyet’e vermiştik. Cumhuriyet’ten alabilirsiniz, alamazsanız biz size yollayalım.”

“Onlar kullandılar mı peki?”

“Yok kullanmadılar, sanırım kullanmadılar.”

“Bize yollar mısınız?”

“Biz size yollarız.”

“Faksla da yollayabilirsiniz.”

“Biz o zaman şöyle yaparız, belli bir yere bırakırız ordan siz alabilirsiniz.”

“Tamam olur.”

“O arkadaşa da ben söylerim. Arkadaşların takdirinde, onlardan izin alarak söylerim, salı günü biz ararız.”

“Madem bu olayı biz gerçekleştirdik diyorsunuz, gerçeği ortaya çıkartalım. Peki bu olayın üzerine niye gitmediniz daha sonra?”

“Biz olayın üstüne gitsek… Şey kaldı yani… Tamamen her türlü kapıyı… Set çekilmiş gibi bir olay. Önüne tamamen bir duvar örülmüş, artık zorlanmıyor yani daha ileriye gitmiyor.”

“Mesela bildiri dağıtabilirdiniz, basın kuruluşlarına faks çekebilirdiniz?”

“Şimdi şey olayı var, bunun üzerine… Biz sadece çok geniş bir kitleye tabana sahip olmadığımız için, yani her yere gidip teker teker dağıtmamız ulaşmamız mümkün değil. Belli bir sınırlı sayıda kalıyor, yani hiç örgütsüz değil… Yani sonuçta Türkiye…”

(Telefon kapandı.)

6 CI  BÖLÜMLE DEVAM EDECEKTİR



https://esrefbitlissuikasti.wordpress.com/2012/12/14/3-4-ve-5-bolum/


..