25 Ekim 2015 Pazar

AİHM PERİNÇEK - İSVERÇE DAVASI: BÜYÜK DAİRE DOĞU PERİNÇEK LEHİNE KARAR VERDİ



AİHM PERİNÇEK - İSVERÇE DAVASI: 
BÜYÜK DAİRE DOĞU PERİNÇEK LEHİNE KARAR VERDİ


Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) en üst düzey dairesi olan Büyük Dairesi, Mahkemede görülen Perinçek-İsviçre davası ilgili nihai kararını vermiştir. Oy çokluğu (7’e karşı 10 oy) ile Büyük Daire, İsviçre’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin (AİHS) ifade özgürlüğü ile ilgili olan 10. Maddesini ihlal ettiğine, dolayısıyla Doğu Perinçek’in ifade özgürlüğünü haksız bir şekilde kısıtladığına karar vermiştir.

Doğu Perinçek, 2005 yılında İsviçre’de topluma açık bir takım etkinliklerde 1915 olaylarının soykırım olarak nitelendirilemeyeceğini, “Ermeni soykırım” söyleminin “emperyalist bir yalan” olduğunu ifade etmiştir. Bunun üzerine İsviçre’deki Ermeni dernekleri kendisine ırkçılık yaptığı gerekçesiyle dava açmış ve kendisi İsviçre mahkemeleri tarafından bu konuda suçlu bulunmuştur. Bunun üzerine Perinçek AİHS çerçevesinde haklarının ihlal edildiği gerekçesiyle AİHM’e başvurmuştur. 17 Aralık 2013 kararıyla AİHM İkinci Dairesi, Perinçek lehine karar vermiştir. İkinci Dairenin kararı sonrasında İsviçre, davanın Büyük Dairede tekrar görülmesi talebini ortaya koymuş, bu talep Büyük Daire tarafından kabul edilmiştir. Büyük Dairenin 15 Ekim 2015 tarihli bugünkü kararı nihai niteliktedir.


AİHM Perinçek-İsviçre davası - Büyük Dairenin karar metni (İngilizce): http://hudoc.echr.coe.int/eng-press?i=001-158235

AİHM Perinçek-İsviçre davası - Büyük Dairenin kararıyla ilgili basın açıklaması (İngilizce): 
 < http://hudoc.echr.coe.int/eng-press?i=003-5199806-6438950 >

AİHM Perinçek-İsviçre davası - Büyük Dairenin kararıyla ilgili “Soru & Cevap” belgesi (İngilizce): 
 < http://www.echr.coe.int/Documents/Presse_Q_A_Perincek_ENG.pdf >

ALINTI  KAYNAK ; 
http://www.avim.org.tr/analiz/tr/AIHM-PERINCEK-ISVICRE-DAVASI:-BUYUK-DAIRE-DOGU-PERINCEK-LEHINE-KARAR-VERDI/4219

...


AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ BÜYÜK DAİRENİN PERİNÇEK-İSVİÇRE DAVASI KARARI – 2




AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ BÜYÜK DAİRENİN PERİNÇEK-İSVİÇRE DAVASI KARARI – 2





AİHM nihai kararını verdi: ‘Soykırım’ davasında Doğu Perinçek haklı (English-Görüntülü haber)

Haber Tarihi:: 15 Ekim 2015  

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Büyük Daire, ‘Perinçek-İsviçre’ davasında kararını açıkladı. Mahkeme, “Ermeni soykırımı emperyalist bir 
yalandır” sözleri nedeniyle İsviçre’yle davalık olan Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek lehine karar verdi.

AİHM Büyük Daire, Aralık 2013’te 2. Daire’nin verdiği hükme uydu ve “soykırım”ı inkârın cezalandırılmasının ifade özgürlüğü ihlali olduğunu teyit etti.

Mahkeme, Perinçek’in 1915 olaylarına ilişkin Ermeni iddiaları hakkındaki açıklamaları nedeniyle İsviçre’de ceza alması konusunda verilen ihlal kararıyla ilgili bu ülkenin yaptığı itiraz başvurusunu 7’ye karşı 10 oyla reddetti.

AİHM Büyük Dairesi’nin açıkladığı karar, Avrupa’daki ifade özgürlüğü açısından içtihat oluşturacak.

Mahkemeye eşi Şule Perinçek, Vatan Partisi Genel Başkan Yardımcısı Yaşar Okuyan’la gelen Doğu Perinçek karar sonrası açıklamalarda bulundu. 

Anadolu Ajansı’nın haberine göre, Perinçek şöyle konuştu:

“Avrupa’da düşünce hürriyeti uğruna yüzyıllarca büyük mücadeleler verildi. Başka bir karar da zaten hiçbir zaman beklenemezdi. 

Galile’nin dediği gibi Dünya, Güneş’in etrafında ve kendi etrafında dönüyor. Biz de o büyük özgürlükçülerden aldığımız cesaretle, milletimizin 
özgürlük tarihine dayanarak Dünya’nın döndüğünü söylüyorduk.”

TEMYİZ SÜRECİ

Perinçek, İsviçre’de 2005 yılında verdiği konferanslarda, “Ermeni soykırımı emperyalist bir yalandır” demesi üzerine bu ülke yargısınca ‘ırkçı  ayrımcılık’ gerekçesiyle cezaya çarptırılmıştı.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) 2. Dairesi ise 17 Aralık 2013 tarihli kararında, ‘ifade özgürlüğü’ vurgusu yaparak İsviçre’yi haksız  bulmuştu. Ancak İsviçre bu karara itiraz ederek, davayı Büyük Daire’ye taşımıştı. AİHM’in temyiz organı olarak görev yapan  Büyük Daire, 28 Ocak’taki ilk duruşmada tarafların savunmalarını dinlemişti.

DAVANIN ÖZÜ DÜŞÜNCE VE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ

Perinçek savunmasında, Osmanlı Devleti’nin Ermenileri toptan yok etmek amacıyla hareket etmediğini belirterek, “I. Dünya Savaşı’nda karşılıklı  olarak ölümler ve zorla göç olmuştur. Ermenilerin acılarını her zaman paylaştım. Ermenilerin kültürümüze katkılarını vurguladım. 
Ermeni probleminde büyük devletleri sorumlu tutuyorum” ifadelerini kullanmıştı. Oturumda söz alan ve Perinçek adına konuşan avukat Mehmet  Cengiz, davanın özünün düşünce ve ifade özgürlüğü olduğunu söylemişti. Cengiz, “Perinçek hakkında ırkçılık ve nefret suçu açısından açılmış bir  dava yoktur. Irkçı söylem ve nefret suçu bu davanın konusu değildir” diye konuşmuştu. Avukat Cengiz, Perinçek’in trajik 1915 Olayları’ndaki  katliamları ve sürgünleri reddetmediğine dikkat çekerek, müvekkilinin olayların hukuki bakımdan soykırım olarak kabul edilemeyeceğini  savunduğunu ve kaynağının tamamen hukuki olduğunu belirtmişti.

PERİNÇEK’İN YURT DIŞI ÇIKIŞ YASAĞI KALDIRILMIŞTI

İlk duruşmanın yapıldığı 28 Ocak’ta Doğu Perinçek’in Ergenekon davası kapsamında yurt dışına çıkış yasağı bulunuyordu. Fakat Perinçek’in  Büyük Daire oturumunda kendini savunmak için yaptığı itirazı değerlendiren İstanbul 4. Ağır Ceza Mahkemesi yasağı kaldırmıştı.

———–

AİHM Perinçek’i haklı buldu

Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, İsviçre’ye karşı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) önünde açtığı davayı kazandı.  Nihai nitelikteki bu karar, benzer olası davalar için emsal oluşturuyor.

AİHM’nin temyiz organı olarak da adlandırılan 17 yargıçlı Büyük Daire, 7’ye karşı 10 oyla, İsviçre’de “Ermeni soykırımı tarihi yalandır” dediği için  bu ülkenin mahkemeleri tarafından yargılanıp mahkum edilen Perinçek’in ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine hükmetti.

Doğu Perinçek’in 2008 yılında İsviçre devletine karşı AİHM önünde başlattığı yasal süreç bugün sonuçlandı. Perinçek, İsviçre’ye karşı AİHM’de  açtığı davayı 17 Aralık 2013 tarihinde kazanmış, ancak İsviçre hükümeti bu karara itiraz ederek esastan yeniden görülmesini istemişti. İsviçre’nin bu talebini kabul eden AİHM’de dosya 17 yargıçlı Büyük Daire’ye devredilmiş, bu yıl Ocak ayında bir duruşma yapılmıştı. Davanın bu aşamasında İsviçre devletine destek olarak Ermenistan ve Fransa hükümetleri ile aralarında diaspora Ermenilerini temsil eden kuruluşların da yer aldığı çok sayıda sivil toplum örgütü müdahil olmuş, Tük hükümeti ise Perinçek’in yanında saf tutmuştu.

AİHM Başkanı Dean Speilmann yönetimindeki Büyük Daire tarafından bugün açıklanan nihai kararda, mahkemenin 2013 kararı daha da ayrıntılı biçimde adeta tekrarlandı. Mahkeme, 1915 olaylarının “soykırım” olup olmadığı tartışmasına girmedi. Davaya müdahil olan sivil toplum kuruluşlarının “Perinçek bilimsel olmayan yöntemlerle taraflı biçimde konuşuyor” tezine, “Perinçek tarihçi veya hukukçu olarak değil siyasetçi olarak konuşmuştur ve bir siyasi olarak kamuyu ilgilendiren konularda görüş belirtme hakkına sahiptir” ifadeleriyle yanıt verdi.

Gerekçeli karar

Gerekçeli kararda, Perinçek’in İsviçre’de yargılanıp cezalandırılmasına neden olan ifadelerde “Nefret ve Hoşgörüsüzlüğe teşvik olmadığı,Perinçek’in “1915 kurbanlarına karşı saygısızlıkta bulunmadığı, Ermenileri yalancılıkla suçlamadığı” ifade edildi. 

Mahkeme, 1915 olayları ile Yahudi soykırımı arasında İsviçre’de yapılan benzetmeyi bir kez daha geri çevirdi. 

AİHM, Perinçek’in Talat Paşa Komitesi üyeliğinin kendisini  cezalandırmak amacıyla mazeret olarak kullanılmasını ve davaya İsviçre hükümetinin 
yanında müdahil olan derneklerin Perinçek’in yargılandığı Ergenekon davası belgeleri ve basından yaptıkları alıntıları da geçersiz buldu. 
Bu derneklerin AİHM’ye bu belgelerin orijinallerini veya tam tercümelerini sunmak yerine sadece istedikleri bölümleri verdiklerini not düştü.

Mahkeme, İsviçre’nin Perinçek’in ifade özgürlüğünü kısıtlama kararının gerekçelerini de bütünüyle geri çevirdi. Perinçek’in kullandığı ifadelerin 
ülkedeki Türkler ve Ermeniler arasında veya Türkiye’deki Ermeni azınlık açısından tehdit içermediğini kaydetti. Fransa’da faaliyet gösteren Ermeni diasporası derneklerinin “Perinçek’in İsviçre’deki ifadelerinin Fransa’da da sonuçları olur” tezini destekleyen hiçbir kanıt bulunmadığına işaret etti. Mahkeme, 1915’teki trajik olayların “soykırım” olarak nitelenmesi konusuna Ermeni toplumunun verdiği önemi bildiğini belirtmekle  birlikte, Perinçek’in kullandığı ifadelerin, “İsviçre’de cezalandırılmasını gerektirecek derecede Ermenilerin onurunu zedeleyici olmadığı” sonucuna vardı. Perinçek’in 1915 yılı ve sonrasında yaşananları “soykırım” olarak nitelememesinin “Ermenilerin, grup olarak, kimlikleri üzerinde ciddi sonuçlar doğurduğu” tezini de kabul etmedi.

AİHM, soykırım suçlarının inkarının cezalandırılması konusunda Avrupa devletleri arasında görüş ayrılıkları yaşandığını da hatırlattı. Danimarka, 
İspanya, Finlandiya, İngiltere ve İsveç gibi ülkelerin tarihi olayların inkarını suç saymadıklarını, Almanya, Avusturya, Belçika, Fransa ve 
Hollanda’nın, değişik biçimlerde, Yahudi soykırımı ve Nazi suçlarının inkarını, Polonya ve Çek Cumhuriyeti’nin ise Nazi suçları ve komünist 
dönemde işlenen suçların inkarını cezalandırdıklarını anımsattı.

Kararda ayrıca, uluslararası antlaşmalar ve uluslararası hukukta, “Ermeni soykırımını inkâr edenlerin cezalandırılmasını” gerektiren hiçbir kural 
olmadığı da not edildi. İsviçre’nin bu alanda uluslararası yükümlülüğü olmadığı belirtildi.

AİHM, İsviçre mahkemelerinin Perinçek’i yargılarken kullandıkları yöntemi de eleştirdi. Perinçek’in İsviçre’de “1915 ve sonrasında yaşanan olayların 
hukuksal tanımını reddettiği” için mi, yoksa “bu konuda İsviçre toplumundaki yaygın görüşle hemfikir olmadığı” için mi yargılanıp cezalandırılması
nın net olmadığına dikkat çekti. Perinçek’in İsviçre mahkemeleri önünde “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin İFADE  Özgürlüğüyle ilgili maddesinden kaynaklanan bireysel haklarını” gündeme getirmesine rağmen, bu ayrıntının “Ermenilerin haklarını koruma” adına göz ardı  edildiğini not etti.

Bu gözlemlerden yola çıkan AİHM, Perinçek’in yargılanıp mahkum edilmesini “demokratik toplumda gereksiz bir uygulama” olarak değerlendirdi 
ve İsviçre’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ifade özgürlüğüyle ilgili 10’uncu maddesini ihlal ettiğine hükmetti.

AA _ Hürriyet - Dw

Mahkemenin kararı ve video kaydı için:

http://hudoc.echr.coe.int/eng-press?i=003-5199806-6438950#{“itemid”:[“003-5199806-6438950”]}

http://www.echr.coe.int/Documents/Presse_Q_A_Perincek_ENG.pdf

http://tv.coe.int/ECHR/video.php?v=20151015

http://www.echr.coe.int/Pages/home.aspx?p=hearings&w=2751008_28012015&language=en


Alıntı  KAYNAK ;
http://www.abhaber.com/aihm-nihai-kararini-verdi-soykirim-davasinda-dogu-perincek-hakli/



AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ BÜYÜK DAİRENİN PERİNÇEK-İSVİÇRE DAVASI KARARI – 1




AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ BÜYÜK  DAİRENİN PERİNÇEK - İSVİÇRE DAVASI KARARI – BÖLÜM 1 


'' FARK ETTİKLERİMİZİ  FARK ETMENİZ İÇİN..''
Turgut Kerem TUNCEL

17.10.2015



Avrupa İnsan Haklar Mahkemesi (AİHM) Büyük Daire, 15 Ekim 2015 tarihinde Perinçek v. İsviçre davasının nihai kararını açıkladı. 

Davanın temelinde, Doğu Perinçek’in (Türk uyruklu siyasetçi) 1915 olaylarının soykırım niteliği taşıdığını reddetmesi üzerine İsviçre  mahkemelerinin Perinçek’i cezalandırması yatıyordu. AİHM Büyük Daire, İsviçre’yi Perinçek’i cezalandırarak Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin  (AİHS) ifade özgürlüğüyle ilgili 10. Maddesini ihlal ettiği gerekçesiyle suçlu bulmuştur.

Bir süredir ‘Soykırım Lobisi’, 1915 olaylarıyla ilgili akademik tartışmaların meşruiyetinin sorgulanmasının, bu konuda alternatif görüşler ifade 
edenleri itibarsızlaştırmasın ve ana akımın dışında kalan düşüncelerin cezalandırılmasının önünün açılmasını amaçlayan bir politika gütmektedir. 
Bu sebeple, AİHM Büyük Daire’nin kararı Ermenilerin yürüttüğü ‘soykırım siyaseti’ açısından önemli bir dönüm noktası olacak ve ‘soykırım lobisi’ni 
bazı söylem ve politikalarını gözden geçirmeye zorlayacaktır.

Bununla birlikte, AİHM Büyük Daire’nin vermiş olduğu kararın önemi ‘Ermeni-Türk ihtilafı’yla sınırlı kalmamakta ve düşünce, vicdan ve ifade 
özgürlüğü ile ‘sorgulanamaz kutsallar’, ‘inkâr edilemez inançlar’, ‘ağır basan görüşler’ gibi azınlık üzerinde çoğunluğun tahakküm sağlama araçları 
arasındaki ilişki gibi daha geniş bir problematiğe dokunmaktadır.    

Perinçek v. İsviçre davasını, siyasi ve felsefi/kuramsal öneminden dolayı, bir dizi makale ile inceleyeceğiz. Perinçek v. İsviçre davası hakkındaki 
bu ilk makale, AİHM Büyük Daire kararının temel noktalarını açıklamayı hedeflemektedir. Bunu takip eden makaleler, AİHM Büyük Daire kararının 
evveliyatını inceleyecek, kararın önemli noktalarını bütün detaylarıyla ele alacak, tarafların tutum ve söylemlerini değerlendirecek ve ‘soykırım 
siyasetinin’ geleceğine dair projeksiyonlarda bulunacaktır.  

Perinçek- İsviçre Davasının Evveliyatı

AİHM Büyük Daire’deki davanın geçmişi 2005’e uzanmaktadır. Perinçek, İsviçre’de halka açık üç etkinlikte yaptığı konuşmalarında 1915 olaylarının 
soykırım olduğunu reddeden görüşlerini ifade etmiş, soykırım iddialarını ‘emperyalist yalan’ olarak tanımlamıştır. Bunu takiben, İsviçre’deki 
Ermeni lobi örgütü olan İsviçre-Ermenistan Derneği, ‘Ermeni soykırımını alenen inkâr ettiği’  iddiasıyla Perinçek hakkında suç duyurusunda 
bulunmuştur. ( DOGU PERİNCEK  BU AÇILAN DAVADA  HAKLI BULUNDU )  İsviçre mahkemeleri, İsviçre Ceza Kanunu’nun 126. Maddesi 4. Paragrafına referansla, ırksal ayrımcılık yaptığı gerekçesiyle Perinçek’i suçlu bulmuştur. 

İsviçre yargı sistemindeki iç hukuk yollarını tükettikten sonra, Perinçek AİHM’e başvurarak İsviçre’yi dava etmiştir. 

AİHM 17 Aralık 2013’te, tıpkı AİHM Büyük Dairenin 15 Ekim 2015 kararı gibi, İsviçre’nin Perinçek’in ifade özgürlüğünü ihlal ettiğine karar vermiştir.
  
   İsviçre ise bu kararı AİHM Büyük Daireye taşımıştır.

AİHM Büyük Daire’deki duruşma 28 Ocak 2015’te görülmüştür. Ermenistan, Fransa, Türkiye hükümetleri ve farklı ülkelerden gelen sekiz sivil 
toplum örgütü üçüncü taraf olarak davaya müdahil olmuştur. Duruşma sırasında, Ermenistan ve Türkiye hükümetleri görüşlerini ifade etmişlerdir. 
Ermenistan hükümetini, Ermeni olmayan, yüksek profilli avukatlar olan Amal Clooney ve Geoffrey Robertson QC temsil etmiştir. Aslında Clooney 
ve Robertson QC’nin konuşmalarının retorik ve içeriği, Ermenistan hükümetinin İsviçre’nin Perinçek karşısında kazanacağına dair pek de umutlu 
olmadığını ve bu yüzden mahkeme salonunu alışılmış duygu yüklü ‘soykırım anlatasını’, ‘Ermeni soykırımın yüzüncü yıl dönümü’nün duygusal 
atmosferi içinde tekrarlayabileceği bir platform olarak kullanmaya karar verdiğini göstermiştir.


İfade Özgürlüğü ve Bireylerin İtibar / Saygınlık/Onurunun (Dignity) Korunması Arasındaki Hassas ama Gerekli Denge

15 Ekim 2015 tarihinde yayınlanan AİHM Büyük Daire’nin kararı temel bir noktaya dayanmaktadır. Bu nokta ifade özgürlüğü ile bireylerin 
itibar/saygınlık/onurlarının korunması arasındaki hassas ama gerekli olan dengedir.[1]

AİHM Büyük Daire, ifade özgürlüğünün tartışılmaz bir hak (AİHS 10. Madde) olduğunu teyit etmiştir. Bunun yanında, bu hakkın "başkalarının 
haklarının korunması için" (AİHS 10. Madde 2. paragraf) sınırlandırılabileceğine de doğrulamıştır. Bu noktayla ilgili olarak, AİHM "özel hayat ve 
aile hayatına saygı hakkı" çerçevesinde AİHS 8. Maddeye başvurmuştur. Bu hak, insan haysiyeti konusu ile ilişkilidir.

AİHM Büyük Daire, 1915 olaylarının mağdurlarının haysiyeti ve "günümüzde var olan Ermenilerin haysiyeti ve kimliği”nin AİHS 8. Madde 
tarafından korunma altına alındığını belirtmiştir. Bu çerçevede AİHM Büyük Daire esas olarak, Perinçek’in konuşmalarıyla AİHS 8. Maddeyi ihlal 
edip etmediğini ele almıştır. Bir başka deyişle, Büyük Daire; Perinçek'in 1915 olaylarının Ermeni soykırımı olarak nitelendirilmesini reddederek 
Ermenilerin haysiyetine hakaret edip etmediğini araştırmıştır. AİHM Büyük Daire, bu konuda bir hakaret olmadığına, dolayısıyla Perinçek lehine 
ve İsviçre aleyhine bir karara varmıştır.

Bunun yanında AİHM Büyük Daire, Perinçek'in konuşmalarını yaptığı İsviçre’de konuyla ilgili toplumsal bir gerginliğim olmadığı ve Perinçek’in 
Ermenilere karşı "kin ve hoşgörüsüzlük çağrısı" yapmadığı sonucuna varmıştır. Bu anlamda AİHM Büyük Daire, 1915 olaylarının soykırım olarak 
nitelendirilmesinin kendiliğinden bir nefret ifadesi, yani nefret söylemi veya hoşgörüsüzlük olmadığını onaylamıştır. Üstelik mahkemeye göre, bu 
tür görüşler Ermeniler ve Türkler ve de diğerleri arasında kaçınılmaz olarak sürtüşmeye yol açan bir ekten değildir.

Yukarıda dile getirildiği gibi, ‘soykırım lobisi’ bir süredir 1915 ile ilgili Ermeni söylemlerine uyuşmayan görüşleri susturmayı hedeflemektedir. 
Bunun için ‘soykırım lobisi’, farklı görüşlere sahip insanların kişiliklerine saldırmakta, onları “İnkârcı”,” “Tahrikçi” ya da sadece “Türk” olarak 
adlandırmak dâhil farklı biçimlerde itibarsızlaştırmaya çalışmaktadır. Görüş ve kişilerin itibarsızlaştırılması olanağı olmadığı durumlarda ise, farklı 
görüşlerin mücrimleştirilmesi (criminalize) için yasa çıkartılmaya çalışmaktadır. Bunu doğrultuda öne sürülen önemli sav, 1915 olaylarının 
soykırım olduğunu reddetmenin Ermenilere karşı duyulan nefretin ifadesi olduğudur. AİHM Büyük Daire’nin kararı bu iddiayı geçersiz kılmaktadır. 

Bir Kamu Yararı Meselesi ve Demokratik Bir Ülkede Cezalandırmaya İhtiyaç Olmaması

AİHM Büyük Daire, hem karar metninde ve hem de kararın özetinde Perinçek’in açıklamalarının “Kamusal çıkarı ilgilendiren bir meseleye dair” 
olduğunu ve demokratik bir ülkede Perinçek’i “Ermeni toplumunun haklarını korumak adına cezalandırmaya” ihtiyaç olmadığını belirtmiştir.

Perinçek’in konuşmalarının ve dolaylı olarak 1915 olayları ile ilgili toplumsal ve akademik tartışmaların AİHM tarafından “Kamusal çıkarı ilgilendiren 
mesele” olarak belirtilmesi, yukarıda bahsedilen “soykırım lobisinin” yakın zamanda geliştirdiği stratejiye, yani genel kabul görenin dışındaki 
görüşleri itibarsızlaştırmak ve suç teşkil eder hale getirmek suretiyle susturmaya çalışma teşebbüslerine karşı güçlü bir reddiye teşkil etmektedir. 

Bu tehlikeli, gerici ve zorba yaklaşıma karşı AİHM Büyük Daire, 1915 olayları hakkındaki tartışmaların kamu yararına olduğunu belirleyerek, 
farklı görüşlerin ifadesinin de ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini savunmuştur. AİHM Büyük Daire’nin meseleyi bu şekilde 
çerçevelemesi, Avrupa’nın kutsalları savunmak adına özgürlüklerin baskı altına alındığı Orta Çağ’ın karanlık günlerinden ders almış olduğunu 
açığa çıkartıyor olabilir.

Aynı şekilde “Demokratik toplum” Üzerindeki vurgu da demokratik, çoğulcu ve hoşgörülü toplumlar ile antidemokratik ve despotik toplumlar ve 
onların ifade özgürlüğüne olan yaklaşımlarının farkını belirlemek açısından önemlidir. Bu karar ilk olarak, demokratik, çoğulcu ve hoşgörülü bir 
toplumun nasıl inşa edilebileceğini göstermektedir. Bunun yanı sıra, “Demokratik toplum” üzerindeki vurgu ‘soykırım siyaseti’nin taraflarının 
siyasal eğilimleri hakkında da fikir vermektedir; bir yanda farklı fikirleri engellemeye çalışan öte yanda farklı bakış açılarının ifade özgürlüğünü 
savunan iki taraf mevcuttur.

1915 Olayları Hakkında Farklı Görüşlerin Suç Olarak Sayılmasına İlişkin bir Zorunluluğun Olmaması

AİHM’deki açıklamasında İsviçre, uluslararası hukuk ile uyumlu kılmak için İsviçre Ceza Kanunu’nda bazı değişikliklerin yapılmış olduğunu ve 
Perinçek’in yapılan bu değişikliklerin sonucunda suçlu bulunduğunu öne sürmüştür. Bu sava karşılık, AİHM Büyük Daire, “İsviçre için bu tür 
açıklamaların suç sayılması hakkında bir uluslararası hukuki zorunluluk yoktur” açıklamasında bulunmuştur. Kurgulanmış olan ile gerçek olanı 
bulandırmaya çalışan “soykırım lobisi” tarafından yaratılmaya çalışılan puslu ortam göz önüne alındığında, AİHM Büyük Dairenin ortaya koyduğu 
bu açıklama büyük öneme sahiptir. Kısaca ifade etmek gerekirse, 1915 olaylarını soykırım olarak nitelendiren uluslararası bağlayıcılığı bir 
mahkeme kararı yoktur. Ancak uluslararası hukuka bağlı ve hukuki çerçevede kalınmak istendiği takdirde, 1915 olaylarını soykırım olarak kabul 
eden böyle bir geçerli mahkeme kararı zorunludur. Benzer bir biçimde, bu olayların soykırım olarak nitelendirilmesini reddetmeyi suç sayan 
bağlayıcı hukuki bir karar da yoktur.  Böyle olunca, hâlihazırda 1915’teki olayları soykırım olarak tanımlayan görüşlerin hukuki bir içeriği veya 
geçerliliği mevcut değildir. 1915 olaylarını  soykırım olarak nitelendiren görüşler, en iyi halde, entelektüel/akademik çerçevede ortaya tarihi ve 
siyasi söylemlerdir. Bunlar, maddi bir etkiye sahip değildir.


* Bu yazı ilk olarak İngilizce yayınlanmıştır. 
Türkçe’ye Ekin Güneysu, Seher Çelen ve Kutayhan Yıldırım tarafından çevrilmiştir.


[1] Bu iki hak, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 8. ve 10. Maddesince düzenlenmiştir.

Madde 8 - Özel Hayata ve Aile Hayatına Saygı Hakkı

1. Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.

2. Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, 
kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve 
özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir.

Madde 10 - İfade Özgürlüğü

1. Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat 
özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar. Bu madde, Devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini 
bir izin rejimine tabi tutmalarına engel değildir.

2. Görev ve sorumluluklar da yükleyen bu özgürlüklerin kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak 
bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, 
başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına 
alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir.

<  http://www.avim.org.tr/analiz/tr/AVRUPA-INSAN-HAKLARI-MAHKEMESI-BUYUK-DAIRENIN-PERINCEK-ISVICRE-DAVASI-KARARI-%E2%80%93-1:-ONCUL-YORUMLAR---Turgut-Kerem-TUNCEL/4229  >

....

22 Ekim 2015 Perşembe

Rusya, Türkiye’yi Suriye’den Çıkarmaya Çalışıyor



RUSYA..,  TÜRKİYE Yİ  SURİYEDEN ÇIKARTMAK İSTİYOR..







BU MUDUR BARIŞ İHANETLE İÇ İÇE...




Gerek Tarihinden,  Gerekse  Siyasi  gelişmelerden,  ders alamayan toplumlar  için 

(  TARİH HEM TEKERRÜRDEN  HEMDE HATALARDAN İBARETTİR  12 EYLÜL 1980 ÖNCESİNDEN DAHADA VAHİM DURUMDAYIZ O DÖNEMİ ATLATTIK NEDEN ?
DEVLETİN KURUMLARI ÇALIŞIYORDU YA BUGÜN.? )






..

10.10.10 (ONEKİMSAATON)





10.10.10 (ONEKİMSAATON)




TC Başkentinde Cumhuriyet tarihinin en büyük toplu katliamını planlayan insanlık düşmanları bu tarihi hiç unutulmasın diye özellikle seçmişler. Gerçekten unutmak asla mümkün değil.
Suçlu kim mi?31814289
Suçlu, IŞİD, PKK, DHKP-C, veya hükümet değildir.
Bunun suçlusu; bile bile, göre göre, koşa koşa ve ısrarla 13 yıldır kendisini yönetemeyen yeteneksiz kadroları iktidara taşıyanlardır.
İddia ediyorum. 1 Kasımda bugünkü kaos ve terör ortamını hazırlayanları bu millet tekrar seçecek ve beni sen yönet diyecektir.
Peki bunu önlemek mümkün mü? Çare hep AKP’mi olacak ?
Elbette çare AKP değil.
Ama, yaratılan algı ortamı milletin gerçeği görmesini engelliyor. Genelkurmay Başkanının terörist olduğuna, APO’nun özgürlük savaşçısı olduğuna inanan bir toplumdan çare bekleyemezsiniz.
Yaşar Nuri Öztürk Hocanın dediği gibi, artık kötülük toplumuna dönüşen Türk milleti basiretsizliğinin ve öngörüsüzlüğü’nün cezasını çekecektir. Şimdi bu gerçeği yaşıyoruz.
Sonuç olarak.. Ben çok karamsarım. Yarın bugünleri dahi arayacağımıza inanıyorum.
Son sözüm.. 10.10.10 saldırısında ölenlere Allahtan rahmet diliyorum. Yaralananlara acil şifalar diliyorum. 13 yıllık AK Parti döneminde her alanda dibe vuran ülkemin güzel insanlarının kapalı gözlerinin açılmasını ve gerçekleri görmesini temenni ediyorum.
Allah bu millete acısın..

'' BARIŞ ve ORTAK KADER PROJE'LİĞİNDEN '' '' HASTA ADAMLIĞA '' AB



  '' BARIŞ ve ORTAK  KADER   PROJE'LİĞİNDEN ''    '' HASTA  ADAMLIĞA '' AB 




21. Yüzyıl Türkiye  Enstitüsü                             
Avrupa Birliği Araştırmaları Merkezi
20 Mayıs 2013 Pazartesi

‘Barış ve Ortak Kader Proje’liğinden '' Hasta Adam  '' lığa AB

Sezgin Mercan tarafından yazıldı.


Avrupa Birliği (AB)’nde Almanya, Fransa ve İngiltere’nin politikaları arasında olup diğer üye ülkelere de dalga dalga yayılan etkinlik mücadelesi ve kurumsal 
eksiklikler üzerindeki sis perdesi bu sefer basın mensupları, akademisyenler ya da stratejistlerce değil, bizzat AB bürokratları tarafından kaldırılıyor. 

Avrupalılarca bir barış ve ortak kader projesi olarak yansıtılan Avrupa bütünleşmesi, kendi üyelerince bile artık oldukça eleştirilen bir konuma itilmiş 
gibi gözüküyor. Avrupa’nın bir değişime ihtiyacı olduğu yorumlarından Avrupa projesinin tamamen başarısızlığa uğradığı noktasına kadar uzanan bir yelpaze de, 
Avrupa Konseyi Başkanı’ndan Avrupa Parlamentosu Başkanı’na kadar AB’nin niteliği ve işlevi masaya yatırılıyor. Avrupa’daki düşünce kuruluşları, basın-yayın 
organları son iki yıldır adeta bir kamuoyu oluşturmak için AB projesinin aksaklıklarına dikkat çekiyor. Oluşan kamuoyundan beklenebilecek olan husus ya 
AB’nin başarısızlıklarını göstererek onu başarılara sevkedecek atılımlara yöneltme ya da AB’nin proje olarak çöktüğünü ilan edip hakkındaki beklenti ve 
hedefleri küçültme şeklindeki iki uçta gidip geliyor. Bu iki uçtaki seyir, bu çalışmada da olduğu gibi, üye ülkeler açısından, stratejik açıdan ve Avrupa 
kamuoyuna yansıması açısından ele alınıyor. 

AB’de Üç Büyükler Mücadelesi

AB içindeki lokomotif kanadı temsil eden Almanya-Fransa ittifakında sesi iyice duyulur hale gelen çatlama, Almanya’nın payını kuvvetlendirmiş görünüyor. Güney Kıbrıs’taki bankacılık krizi AB içinde yeni güç dengesi oluşumuna ışık tutuyor. Lefkoşa-Brüksel-Moskova hattında sorumluluğu üstlenen Berlin oluyor. Almanya’nın baskın olduğu AB’de şimdi Fransa ve İngiltere’nin yeri tartışılıyor. İkisinin konumu üzerinde düşünürken İngiltere’nin, AB’nin geleceğine yönelik önerileri ve AB’de kendi geleceğini sorgulaması ile Fransa’nın önüne geçtiği belirtilebiliyor. Fransa ise daha içe kapalı bir tutum sergiliyor.[1]

Hatırlatmak gerekirse, 2012 yılında Almanya, Avro bölgesini güçlendirmek için AB Anlaşmalarında değişikliğe gitmeyi önermişti. İngiltere’ye göre de AB gelecek birkaç yıl içinde yeni bir anlaşma yapmaya ihtiyaç duyacaktı. Böyle bir durumda ise İngiltere’nin peşinde olacağı asıl meselenin AB’den birtakım imtiyazlar koparmak olacağı belirtilebiliyordu. İngiltere’nin, AB üyeliğini 2017’de referanduma götürme isteği bunun bir göstergesidir. Almanya ise bu açıdan farklı bir yerde durmaktadır. Almanya’da anlaşmaların değişimi üzerinden geniş kapsamlı ve dar kapsamlı olmak üzere iki tür değişimden bahsedilmektedir. Geniş kapsamlı değişim tam bir siyasi birliğin kurulmasına işaret ederken, dar kapsamlı değişimde hükümetlerarası bir konferans önerilmekte ve Avrupa Parlamentosu’na daha fazla yetki verilmesi ve Avrupa Komisyonu Başkanı’nın doğrudan seçilmesi gibi öneriler sunulmaktadır. Almanya Dışişleri Bakanı Guido Westerwelle ve Maliye Bakanı Wolfgang Schauble çeşitli vesilelerle anlaşmalarda geniş kapsamlı bir değişimi desteklemişlerdir. Almanya Başbakanı Angela Merkel ise geniş kapsamlı bir değişim konusunda daha soğukkanlı bir tutum sergilemiştir. Bunun dört nedeni vardı: İlki, üye ülke hükümetlerinin Avro krizinin aşağı yukarı kontrol altına alındığını düşünmeleri ve daha derin bir bütünleşmeye gerek olmadığı görüşünü taşımalarıdır. İkincisi, Almanlarda İngiltere’nin imtiyaz elde etmek için taktiksel olarak anlaşma değişikliği istediği düşüncesinin yaygın olmasıdır. Üçüncüsü, Fransa’nın, tüm üye ülkelerce onaylanmasının zor olduğu gerekçesiyle geniş kapsamlı yeni bir anlaşma istememesidir. Dördüncüsü ise, Almanların, siyasi birliği ve gelişmiş halini düşünerek bunun kendileri için yol açacağı maliyeti göz önünde bulundurmaları dır. Bu koşullarda da Almanya’nın geniş çaplı olmasa da daha sınırlı  ölçülerde küçük değişiklikler yapması olasılık dahilindedir.[2]

Fransa-Almanya ilişkisinin yeniden dengelenmesine ihtiyaç vardır. Fransa ile Almanya arasında yakın bir diyalog ve işbirliği kurmak için 22 Ocak 1963’te 
imzalanan Elysee Anlaşması’nın 50. yılında, dış ve savunma politikaları konusun da iki ülkenin farklı görüşler nedeniyle ortak tutum belirleyemediği ve bunun da anlaşmaya aykırı olduğu tartışılmaktadır. Halbuki ortak tutum belirleyebilmek için Fransız-Alman Savunma ve Güvenlik Konseyi, Fransız-Alman Ekonomik ve Mali Konseyi gibi mekanizmalar da yok değildir. Hatta 2010 yılında iki taraf arasında Gündem 2020 dahi benimsenmiştir. Şimdi ise Gündem 2020’nin de öngördüğü işbirliği ve ortaklık zemininin sağlanacağı şüphe taşımaktadır. 

İşbirliği çabalarının ilk yıllarında Fransa baskın konumda kabul edilebilecek olsa da sonrasında Almanya öne çıkmıştır. Bu çıkış özellikle 2004’deki AB 
genişlemesiyle üye olan Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin etkisiyle meydana gelmiştir. Fransa ile Almanya arasındaki uzaklık Haziran 2012’deki AB Zirvesi’nde Fransa Cumhurbaşkanı Hollande’ın Almanya Başbakanı Merkel yerine İtalya Başbakanı Monti ile uzlaşmaya gitmesinde güncel örnekten anlaşılabilir. 
Fakat, tüm uzlaşmazlıklara rağmen Almanya ile Fransa birbirlerine ihtiyaç duymaktadır. Almanya bu şekilde Avrupa’da hegemonik bir güç olarak görünmek ten kurtulabilir. Fransa’da AB içerisinde Almanya üzerinden nüfuz sahibi olabilmektedir. Bir başka deyişle, iki ülke birbirinin paravanı konumunda dır.

AB’deki ‘Üst Düzey’ Hayal Kırıklıkları

Avrupa Parlamentosu Başkanı Martin Schulz’un da belirttiği üzere Avrupa, Avrupa şüpheciliğinin arttığı bir süreçten geçmektedir. Bunu besleyen yüksek orandaki işsizlik, ekonomik istikrarsızlık gibi çeşitli faktörler vardır. Yaşanan ekonomik kriz Avrupalılara yeni bir bilinç aşılamaktadır. O da aslında giderek 
‘karşılıklı bağımlılık’ durumu içine düşmeleridir. Schulz bunu, bir ülkenin başarısızlığının diğer ülke ekonomilerini de etkilemesi ve bunun Avrupa 
bütünleşmesinin 60 yıllık meyvelerinin sorgulanmasına yol açması şeklinde ortaya koymaktadır. Bazı üye ülke hükümetlerinin ulusal bağımsızlıkları temelindeki politikalarını, Avrupa merkezli bir düşünce ve eylem şeklini engellediğinden AB’nin işlerliğini zayıflatan faktörler olarak sunmaktadır. Parlamento Başkanı olarak Schulz’un görüşleri Avrupa kamuoyunun görüşlerini yansıtması açısından ayrı bir öneme sahiptir.[3]

AB’nin niteliği ve işlevi, dolayısıyla da geleceğini masaya yatıran diğer bir yetkili de Avrupa Konseyi Başkanı Herman Van Rompuy’dur. Mart ayında Avrupa 
Savunma Ajansı’nın yıllık toplantısında bir konuşma yapan Rompuy, Soğuk Savaş dönemi geleneksel tehditlerinin yerini sınırları aşan ve materyal olmayan yeni tehditlerin aldığını vurgulamaktadır. Bu tehditlerle mücadele etmek için coğrafyanın ve komşuların güvenliğinin önemli olduğuna işaret etmektedir. 
Rompuy’un bu ifadesinde dikkat çekilmesi gereken husus, AB’nin aslında tehditlere açık olduğunu ancak bunları bertaraf edecek güce sahip olmadığını, 
bir başka deyişle çevresindeki ülkelerde etkinliğinin azlığını tekrar vurgulaması dır. AB’nin kendi güvenliğini sağlamak için gerekli araçlara sahip olma durumu ise Rompuy’un ekonomik kriz koşullarında dikkat çektiği bir diğer husus olmuştur. Eğer mevcut şartlar devam ederse ekonomik krizin başlangıcın dan 2017 yılına kadar geçecek süre zarfında AB üyesi ülkelerin savunma harcamalarında yüzde 12’lik bir düşüş beklenmektedir. Bu oran Polonya, İspanya ve Hollanda’nın şimdiki savunma bütçelerinin toplamına karşılık gelmektedir. Rompuy’un işaret ettiği önemli diğer bir nokta da, savunma bütçesi kesintilerinin AB üyesi ülkeler arasında ciddi bir koordinasyon ve danışma olmadan ülke bazında yapılmasıdır. Bu da hem üye ülkeler hem de AB düzeyinde, geleceklerini tehlikeye düşürecek şekilde, ihtiyaçlarla araçlar arasında kopukluk yaratmaktadır. Mevcut durum devam ederse Avrupa ordularının belli bir standardı yakalayıp sürdürmesini beklemek yanıltıcı olacaktır.[4]

Yine Rompuy, Mayıs 2012’de yaptığı “Dünya Sahnesinde Avrupa” başlıklı konuşmasında, Avrupa için beklenmedik günlerin yaşandığı, Avrupa’nın yeni bir 
süper güce dönme beklentisinin zayıf olduğu ve kendi kariyerinde de Avrupa ile ilgili beklentilerini düşürdüğünü belirtiyor. Rompuy’a göre Batı’nın 
uluslararası alanda ikiyüz yıldır elinde tuttuğu siyasi ve ekonomik tekel artık zayıflamıştır. Batı’da da homojen bir “biz” anlayışı yoktur ya da kalmamıştır; 
zaten göreceli de bir düşüş içerisindedir.[5]

AB’de ‘Strateji’ Noksanlığı

AB düzeyinde ortak bir savunma politikasının hayata geçirilemediği aşikardır. Bu, genellikle birçok üye ülkeyi içinde barındıran bir bölgesel bütünleşmenin 
yaşadığı doğal bir sorun olarak yansıtılabilecek bir durumdur. Halbuki asıl mesele Avrupa’da ortak bir stratejik kültürün bulunmamasıdır. Ortak bir savunma politikasının hayata geçirilemeyişi ise stratejik kültür eksikliğinin bir yansımasıdır. Üye ülkelerin, savunma bütçelerinde birbirleriyle herhangi bir 
koordinasyon içinde olmadan kesintilere gitmesi bunun tipik bir göstergesidir. Böyle bir kültürün oluşması için hiçbir şey de yapılmıyor değildir elbette. 2003 
yılında İngiltere ve Fransa’nın girişimiyle AB’nin uluslararası alanda acil müdahale kapasitesinin artırılmasına çalışılmış, Avrupa Güvenlik Stratejisi 
oluşturulmuştur. Fakat birçok Avrupa ülkesi hükümeti savunma konusunu ve bu alanda ortak girişimleri pek de ciddiye almamıştır. Avrupa Güvenlik Stratejisi ’nin 2008’de Fransa öncülüğünde gözden geçirilmesi girişimi İngiltere ve Almanya tarafından engellendiğinden hayata geçirilememiştir. Üye ülke 
güvenlik stratejileri AB’ye ya nadiren atıfta bulunmuş ya da güvenlik alanında NATO’nun tamamlayıcısı ve ikincili olarak konumlandırmıştır. AB genelinde 
‘akıllı savunma’ olarak tanımlanan, savunma ve güvenlik alanında havuz oluşturup imkanların ortak kullanım ve paylaşıma açılması yöntemi teşvik edilmeye çalışılsa da, bunun da tam anlamıyla yürütülmesi zor ilerlemektedir.[6] 2010 yılında ABD, Çin, Rusya, Hindistan, Brezilya ve Güney Afrika ile ‘stratejik 
ortaklık’ ilişkisi geliştirmeye başlamıştır. Fakat bu, kolay bir iş değildir. 

Dolayısıyla böyle bir ortaklık için gerekli koşulların yerine getirilmesi şarttır.[7]   

Stratejik kültür eksikliği özellikle AB’nin üst düzey bürokratları ve konu üzerinde çalışan Avrupalı uzmanlarca giderek Avrupa bütünleşmesine başarısızlık 
atfederken başvurulan bir kaynak haline gelmektedir. İngiliz tarihçi Niall Ferguson Avrupa deneyimine başarısızlık atfederken şu örneği vermektedir: 
“Çocukken kimya setiyle yapılan deneyleri hatırlar mısınız? Kimyasal maddeleri birbirine ekleyip karıştırır ve sonra da oluşan patlamayı seyrederdiniz. 
Avrupa’da da olan budur. Altı üye ülkeyle başlamış, bu yeterli görülmemiş ve dokuza çıkarılmış, sonra ona, on ikiye, on beşe, yirmi beşe ve yirmi yediye 
ulaşmıştır. Üye sayısı artarken önce dumanlar çıkmış, yirmi yediye geldiğinde ise patlama yaşanmıştır.” Bu örnek aslında Avrupa’nın strateji eksikliğini tüm 
yalınlığıyla ortaya koymaktadır. Ferguson’a göre İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Avrupa bütünleşmesinin ‘Avrupa’da barış’ söylemiyle bir işi kalmamış tır. Bütünleşme temelde ekonomik bir proje niteliği taşımaktadır. Fakat parasal birlik AB için yanlış kurgulanmış bir deneyim olmuştur. İşgücü piyasasında bütünleşme ve mali federalizm olmadığı sürece parasal birliğin işletilmesi güçtür. Ferguson aynı zamanda AB’nin siyasi meşruiyetini kaybettiğini, bunun deneyimi başarısızlığa ittiğini vurgulamaktadır. AB’nin ABD’yi dengeleyecek bir güç olmasına yapılan atıfları hatırlatarak bu deneyimin aynı zamanda jeopolitik bir başarısızlık olduğunu da ifade etmektedir.[8] 

Avrupa bütünleşmesinin bir diğer meselesi de ulus devletlerin, bağımsızlıklarına karşı bir tehdide boyun eğmemeleridir. Kriz koşulları altında ‘para’ böyle bir tehdit halini almış ve Almanların söylediği gibi, bu şartlarda da dostluk ve bütünleşme geri plana itilmiştir.[9]   

Avrupa Kamuoyunda Azalan AB Desteği 

Pew Araştırma Merkezi’nin 13 Mayıs tarihli “Avrupa’nın Yeni Hasta Adamı: Avrupa Birliği” başlığı altında yayınladığı kamuoyu yoklaması Avrupa projesine yönelik desteğin düştüğünü gösteren en güncel kamuoyu yoklaması oldu. Anket, AB’ye yönelik genel destek ile ekonomik bütünleşmenin ekonomileri güçlendirdiğini düşünenlerin oranı şeklinde olmak üzere iki ayrı incelemeyi ortaya koydu. Anket sonuçlarına göre 2012 yılında AB genelinde yüzde 60 olan destek oranı 2013’ün ilk yarısı itibariyle yüzde 45’e geriledi. 

Almanya’da bu destek oranı yüzde 68’den yüzde 60’a; 
İngiltere’de yüzde 45’ten yüzde 43’e; 
Fransa’da yüzde 60’tan yüzde 41’e; 
İspanya’da ise yüzde 60’tan yüzde 46’ya geriledi. 

Ekonomik bütünleşmenin ekonomileri güçlendirdiğini düşünenlerin oranı ise 2012 yılında 

Almanya’da yüzde 59’dan yüzde 54’e; 
İngiltere’de yüzde 30’dan yüzde 26’ya; 
Fransa’da yüzde 36’dan yüzde 22’ye; 
İspanya’da ise yüzde 46’dan yüzde 37’ye düştü. 

Sadece Fransa’da, kötü ekonomik koşulların olduğunu düşünenlerin oranı 2012’deki yüzde 81 seviyesinden 2013’teki yüzde 91 seviyesine çıktı, 
AB’den memnun olmayanların oranı da yüzde 40’dan yüzde 58’e yönlendi. 

Siyasi liderlerin ekonomik krizle mücadelede iyi iş çıkardıklarını düşünenlerin oranı 
Fransa’da yüzde 33, 
Almanya’da yüzde 74, 
İngiltere’de yüzde 37 ve 
İspanya’da yüzde 27 oldu. 

2012 yılında ise bu oranlar, sırasıyla yüzde 56, yüzde 80, yüzde 51 ve yüzde 45 idi. AB genelinde zengin ile fakir arasındaki ayrımın arttığını düşünenlerin oranı yüzde 85 düzeyine çıktı.[10]

Eurobarometer verilerine göre de 2007 yılında yüzde 52’lerde olan AB desteği 2012 yılında yüzde 30’a geriledi. AB’ye olumsuz bakanların oranı da yüzde 15’ten yüzde 29’a yükseldi. AB’ye duyulan güvensizlik 2007’de yüzde 32 iken 2012’de yüzde 60’a kadar çıktı. AB’nin yeni üye ülkelere sahip olmasını isteyenlerin oranı 2007’de yüzde 46 iken 2012’de yüzde 38’e geriledi. Karşı olanlar da yüzde 40’tan yüzde 52’ye yükseldi. Ülkelerinin AB içinde iyi bir geleceğe sahip olamayacağını düşünenler yüzde 32 oldu. Bu açıdan İngiltere önde gelmektedir.[11]

Dış-Güvenlik-Savunma Politikaları Bağlamında AB’den Beklenenler

AB, ekonomik büyüklüğü, rekabet edebilirliği, diplomatik kaynakları ve ABD’den sonra sahip olduğu en büyük savunma bütçesiyle uluslararası alanda belli bir 
güce sahip olduğunu göstermektedir. Fakat bu noktada güç sahibi olmakla ilgili asıl mesele, bu kaynakların ve potansiyelin belli çıktılar üretip üretemediği dir. Diğer ülkeler ve ülke gruplarının yaptıkları dışında, onlardan farklı olarak ne yaptığıdır. AB, güvenlik tanımlamasının geleneksel güç dengesi ve iç işlerine müdahale etmeme politikasından güvenliğin diğer ülkelerle birlikte çalışılarak garanti altına alınması odaklı politikaya geçtiği koşullar altında üretim konusunda sıkıntılar yaşamaktadır. Buna bir de üye ülkeler arasındaki güç kullanım tercihlerini de eklemek gerekmektedir. Örneğin, Polonya ve İngiltere uluslararası alanda askeri güç kullanımı açısından Almanya’nın güvercinliğinden ABD’nin şahinliğine daha yakındır. Birçok AB ülkesi de güvenliğin güçlü bir askeri altyapıyla sağlanabileceğini öngörmektedir. Bu durum AB’yi de giderek müdahaleci ve askeri operasyonlara yatkın hale gelmesi yönünde baskı oluşturmaktadır. Özellikle ABD kaynaklı bu baskının Almanya, Fransa, İngiltere gibi önde gelen AB ülkelerinin ekonomik kriz etkisiyle askeri harcamalarda kısıntıya gitmesine denk gelmesi ilginçtir.[12] 

Gerek ABD’nin, gerek AB bürokratları ve uzmanlarının AB’nin kendine yeten bir güvenlik ve savunma gücünün varlığına giderek artan şekilde atıf yapmaları konuyu ekonomik kriz koşullarında dahi gündemde tutmaktadır.

Avrupa’da sınırların savunulması gibi bir güvenlik meselesi yoktur. Uluslararası alanda istikrar sağlama kapasitesi güvenlik çıkarlarını savunma anlamında sınır 
savunmasının önüne geçmiştir. Peki, AB ülkelerinin istediği nedir? İngiltere ve Fransa’nınki geleneksel güç konumunu yeniden ele almaktır. Bu küresel bir isteğe karşılık gelmektedir. Diğerleri ise daha bölgesel düzeyde isteklere sahiptir.[13]

AB Çin’in, Hindistan’ın, Brezilya’nın ve Rusya’nın savunma harcamalarının arttığı koşullarda kendisininkinin düşmesini aslında tedirginlikle takip etmektedir. Bunu Avrupa Ekonomik ve Sosyal Komitesi’nin Avrupa savunma sanayisi ile ilgili Temmuz 2012’deki açıklamalarından anlamak mümkündür. Komiteye göre 
Konsey ve Komisyon AB’nin dünyadaki konumunu belirleyip tanımlamalı ve bu doğrultuda da dış-güvenlik-savunma politikalarını güncellemelidir. İlgili kurumlar savunma konusunda daha fazla çalışmalıdır. Komiteye göre AB vatandaşlarının tam olarak korunmaya ihtiyacı vardır; Avrupa’nın gelecekte silahlanmaya ihtiyaç vardır. Savunma sektörüne üretimleriyle katkıda bulunan bulunmayan üye ülkeler arasında koordinasyon sağlanmalı ve Avrupa çapında harcamalar teşvik edilmelidir. Avrupa Savunma Ajansı 2005 yılından beri savunma sektörünün üretim ve teknoloji açısından güçlendirilmesine çalışmaktaysa da, günümüze kadar geçen sürede kaydedilen gelişmeler oldukça kısıtlıdır. Sektörde ulusallaşma söz konusudur.[14]

Europol verilerine göre AB’de 2012’de artan terör saldırıları savunma konusuna daha fazla ağırlık verilmesi gerektiğini gündemde tutmak için uygun zemini 
hazırlamaktadır. Başta Fransa ve İspanya olmak üzere AB üyesi ülkelerde 2012’de 219 saldırı meydana geldiği göz önünde bulundurulursa durum daha iyi 
anlaşılacaktır.[15]

Sonuç Yerine

Önümüzdeki dönemde dış politikada nasıl bir AB’nin bizi beklediği sorusuna verilecek cevapta Avrupa kamuoyunun ve elitlerinin başarılı bir diplomasi için 
askeri gücün önemini göz ardı etmeyeceklerine işaret etmek gerekmektedir. Bunun yanında Avrupa uluslarının birbirlerinden farklı olan bağımsızlık 
tanımlamalarının dış politika ortaklığını besleyecek şekilde nasıl ortak bir tanımlamaya kavuşturulacağı da gündemdeki bir konu olacaktır. Avrupa Dış Eylem Servisi’nin güçlendirilip daha da işlevselleştirilmesi, Dış ve Güvenlik Politikası Temsilcisi’nin daha etkili hale getirilmesi gibi kurumsal meseleler 
de masada olmaya devam edecektir.[16]

AB’nin strateji noksanlığını yansıtan önemli ve güncel örnek olaylardan biri de Arap Baharı süreci olmuştur. Almanya, Fransa, İngiltere ve Belçika’nın Kaddafi 
döneminde Libya ordusuna silah sağlamaları, ardından da bu ülkede rejim değişikliğine gitmeleri; Fransa’nın Libya Ulusal Geçiş Konseyi’ni tanıyıp 
Almanya’nın ise Konsey konusunda çekimser kalması; şimdi de Suriye’de muhalefetin silahlandırılması konusunda AB üyeleri arasında görüş farklılıklarının olması bu noksanlığın güncel koşullar altında ilk akla gelen örneklerindendir. Konunun, AB’nin başarısızlıklarını göstererek onu başarılara sevkedecek atılımlara yöneltme ya da AB’nin proje olarak çöktüğünü ilan edip hakkındaki beklenti ve hedefleri küçültme şeklindeki iki uçta gidip geldiğini belirtmiştik. AB’nin geleceğiyle ilgili iki uçtaki seyir ve söylemin, bir çöküntünün yeni başlangıç yapma ihtiyacı anlamına geldiği noktada kesiştiği  açıkça bellidir.

KAYNAKÇA;

[1]“European Union: time to get abroad”, The Guardian, 02.04.2013.
[2]Charles Grant, “Germany’s plans for treaty change-and what they mean for Britain”, EurActiv, 02.04.2013.
[3]Martin Schulz, “Europe needs to change, let the debate begin”, The Independent, 12.05.2013.
[4]Herman Van Rompuy, “Defence in Europe: Pragmatically Forward”, Speech at the Annual Conference of the EDA, 21.03.2013.
[5]Herman Van Rompuy, “Europe on the World Stage”, Speech at Chatham House, 31.05.2012.
[6]Olivier de France, Nick Witney, “Europe’s Strategic Cacophony”, ECFR Policy Brief, 04.2013.
[7]Stratejik Ortaklık için gerekli koşullar hakkında bkz. Thomas Renard, “The EU Strategic Partnership Review: Ten Guiding Principles”, ESPO Policy Brief, April 
2012.
[8]Niall Ferguson, “Europe day: The European project is a total failure”, Presseurop, 09.05.2013.
[9]Josef Joffe, “Europe day: A rise halted by nation states”, Presseurop, 09.05.2013.
[10]Pew Research Center, “The New Sick Man of Europe: The European Union”, 13.05.2013.
[11]Julien Zalc, “The Europeans’ Attitudes About Europe: A Downturn Linked Only To The Crisis?”, Fondation Robert Schuman Policy Paper, No:277, 07.05.2013.
[12]Hans Kundnani, Mark Leonard, “Think again: European Decline”, Foreign Policy, 29.04.2013.
[13]Ian Techau, “Defence Capabilities: What’s the Minimum a Country Needs?”, Carnegie Europe, 07.05.2013.
[14]European Economic and Social Committee, “Need for a European defence industry: Industrial, innovative and social aspects”, Opinion, CCMI/100, 
11.07.2012.
[15]“Europol: Sharp rise in EU terror attacks and deaths in 2012”, EurActiv, 26.04.2013.
[16]Jan Techau, “Foreign Policy Could Change Europe Beyond Recognition”, Carnegie Europe, 14.05.2013.


Uzman Hakkında

Sezgin Mercan
Avrupa Birliği Araştırmaları Merkezi
mercan.sezgin@gmail.com

Avrupa’da siyasi, ekonomik, sosyal ve askeri bütünleşme; 
Bütünleşme kuramları; 
AB ortak dış, güvenlik ve savunma politikası; 
AB Genişlemesi; AB’nin küresel ve bölgesel politikaları

Uzmanın Diğer Yazıları

  Mültecilerin ‘Refah’ Arayışları: Gelecek Avrupa’da mı? 
  Türkiye-Almanya İlişkileri Ne Anlatmak İstiyor? 
  Avrupa’nın ‘Propaganda Savaşları’nda Suriye Sınavı 
  Sezgin Mercan, 23.10.2013 Çarşamba günü saat 09.20'de KANAL B'de Türkiye-   AB ilişkilerini 2013 İlerleme Raporu üzerinden değerlendirecek. 
  Suriye’de Sınırlanan Avrupa Savunma İşbirliği 
  Avrupa’dan ‘Gezi Parkı’na Ulaşan Mesajları Doğru Anlamak 
  ‘Barış ve Ortak Kader Proje’liğinden ‘Hasta Adam’lığa AB 
  Yeniden Gümrük Birliği Meselesi 
  Türkiye-AB İlişkilerine İngiltere Modeli 
  AB’nin 2012’den 2013’e Uzanan Dış Politika Gündemi 
  Avrupa Bütünleşmesinin Sistem Sorunu Nedir? 
  Avrupa Birliği Suriye’de Ne Kaybediyor? 
  AB Sosyal Modelinde Hegemonya ve Vatandaş İlişkisi 
  Türkiye-AB İlişkilerinde Ne Olması Bekleniyor? 
  Türk Uçağının Düşürülmesi Avrupa’da Neyi Tetikleyecek? 
  AB-Rusya İlişkilerinde Üçüncü Devre 
  Fransa ABD’nin Sağ Kolu mu Oluyor? 
  Fransa'da Solun Hollande Alternatifi 
  Avrupa Birliği'nin Kafkasya'daki Varlığı 
  Avrupa Birliği'ni Düşündüren 'Bahar' 
  Birleşik Krallık'ta İskoçya'nın Bağımsızlığı Sorunu 
  Suriye Meselesi Fransa için Yeni Fırsat Alanı mı? 
  AB'nin İnkar Yasası Karşısındaki Suskunluğu 
  Avrupa'da Aşırı Sağın Yükselişini Anlamak 
  Negatif Müzakere Sürecinden Pozitif Gündeme 
  Türkiye-Fransa-AB Ekseninde Ermeni Soykırımı İddialarını İnkar Yasası      Meselesi 


21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü. Tüm Hakları Saklıdır.
Ahlatlıbel Mah. 1825 Sokak No: 60 İncek/Çankaya/Ankara 
Tel: +90 312 489 18 01 | Belgegeçer: +90 312 489 18 02 | Elektronik Posta: 
bilgi@21yyte.org 


http://www.21yyte.org/tr/arastirma/avrupa-birligi-arastirmalari-merkezi/2013/05/20/7006/baris-ve-ortak-kader-projeliginden-hasta-adamliga-ab


..