gazeteci olduğumu söylemeyin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
gazeteci olduğumu söylemeyin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Şubat 2015 Cumartesi

Batsın «SENİN» Gazeteciliğin! Anneme gazeteci olduğumu söylemeyin O beni pavyonda konsomatris sanıyo!..



Batsın «SENİN» Gazeteciliğin! 

Anneme gazeteci olduğumu söylemeyin,  
 O beni pavyonda konsomatris sanıyor!..




Çağdaş Gazeteciler Derneğinin 1991'de yayınladığı naçiz kitabımızın adı «BASKIN BASININ MI» idi.
«Baskın basanındır» atasözünden hareket etmiştik. Yani muradımız matbuatın bize biraz eşkıyayı, çeteyi hatırlattığını ifade etmekti. O yıllarda, 23 yıl önce, durum biraz daha farklı idi ve basının hali hakikaten epeyce mafyavari idi.

Hatta sıra kitaba ad vermeye gelince, bu yazının başlığından da sert bir ifade gelmişti aklımıza. Galiba 1991 genel seçimlerinde, Mesut Yılmaz'lı ANAP'ın tanıtım kampanyası için anlaştığı Fransız halkla ilişkiler ve reklam uzmanı Jacques Seguela, bizim matbuatta «Sakın Anneme Reklamcı Olduğumu Söylemeyin; O Beni Genelevde Piyanist Sanıyor» adlı kitabıyla tanınmıştı. Biz de kendi kitabımız için «Anneme Gazeteci Olduğumu Söylemeyin; O Beni Genelevde Piyanist Sanıyor»adını düşünmüş; ama bu aşağılamaya hiç de layık olmayan meslektaşlarımızın ezici çoğunluğu oluşturduğu bilinciyle «BASKIN BASININ MI» ile yetinmiştik. Seguella'nın başlığını muhtemeldir ki daha sonra düşünenler, hatta yine daha sonraki yıllarda kullananlar olmuştur. Reha Muhtar'ın 2013'te, bir yazısında kullandığını gördümdü.

Neredeyse 25 yıl geçmiş aradan. «Batsın Sizin Gazeteciliğiniz» kitabının yazarı, genel yayın yönetmeni değil idiyse bile en azından Ankara Temsilcisi olsa gerek.

Yani... Bizim düzgün meslektaşlarımıza kıyamayıp, «Anneme Gazeteci Olduğumu Söylemeyin; O Beni Genelevde Piyanist Sanıyor» demekten vazgeçtiğimiz yıllarda bu yazarın «Batsın Sizin Gazeteciliğiniz» dediği gazetecilik başlayalı epey olmuştu.

Bu yazarın sonraki meslek hayatı, bu batasıca gazeteciliğe, azımsanamayacak katkılarda bulunduğunun kanıtı. Yazdıkları ortada.

Recep Tayyip Erdoğan'ın tek suçu bu kitabın yazarı (ki galiba ancak ikinci kitabı) muharrir, umum neşriyat müdürünü kovdurmak idiyse, pek fazla mahzuru yok. Çünkü ekonomik olarak bu tür nevi şahsına münhasır gazeteciler(!) en azından torunlarına yetecek dünyalığı zaten istifledi. Torunları bile sıkıntı çekmez.

Amma Recep Tayyip Erdoğan'ın suçu, ülkenin, devletin tamamını ve bu bütün içinde basını, basın özgürlüğünü de hacamat etmek idiyse...

Eğer «Batsın Sizin Gazeteciliğiniz» yazarının türdeşleri bugün «Erdoğan yüce divanlık suç işliyor»deme noktasına gelmişlerse...

Ve Recep Tayyip Erdoğan, bu yüce divanlık suçların asli failiyse...
«Batsın Sizin Gazeteciliğiniz» yazarı ve onun türdeşleri de fer'i faildir; suça teşvik edendir. Onların da Yüce Divan'da sanık parmaklığının arkasında Erdoğan'ın yanında veya arkasında yerlerini alması gerekir.

Daha net söyleyelim.

Evet, AKP'yi Amerika iktidar yapmıştır, daha altı aylık parti iken. Evet, Recep Tayyip Erdoğan'ı esas olarak (başka fer'i fail figüranlar varsa da) Amerika ve AB şahsında Avrupa, genel olarak Batı emperyalizmi genel başkan ve Başbakan yapmıştır. Evet, Recep Tayyip Erdoğan'ı 12 yılın en az 10 yılı boyunca aynı ABD, aynı AB, aynı Avrupa, aynı Batı, aynı iç (Aydın Doğan başta olmak üzere TÜSİAD) ve dış sermaye (başta Deutsche Bank), bugün kendisine en ağır eleştirileri yönelten aynı dış basın desteklemiştir. Evet, AKP aleyhine Anayasa Mahkemesinde kapatma davası açıldığında Avrupa Komisyonu Başkanı, yani Avrupa Birliği devletinin başkanı Barrosso, Ankara'da başbakanlık merdivenlerinde «bu bir yargı darbesidir»diyerek, aynı minvalde TBMM kürsüsünde konuşarak desteklemiştir. Ve saire...

Lakin bunca desteğin hiçbiri veya tamamı, «Batsın Sizin Gazeteciliğiniz» yazarıgillerin, televizyon yıldızı profesör mrofesör, yazar mazar, dış politika uzmanı muzmanı, siyaset bilimci milimci aydıncıkgillerin en az on yıldır süren kayıtsız şartsız desteği olmasaydı Recep Tayyip Erdoğan, böyle Yüce Divan'lık hale gelecek kadar padişahlaşamaz, bu kadar asli fail sanık haline gelemezdi.

Çünkü...

Amerika dahil kapitalist Batı emperyalizminin, yerli sermayenin, gerici şeriatçı, cemaatçi, gerici sağcı çevrelerin desteğini alması son derece doğal. Hele özellikle dış politika ve PKK konusunda «ben sizin her istediğinizi yaparım» dedikten sonra... Haziran direnişine, hele 17 Aralık'a gelinceye kadar Yeni Şafak'ın, Akit'in, Vakit'in, Zaman'ın, Türkiye'nin, TSMF üzerinden devletleştirilen (daha doğrusu hükümetleştirilen, AKP'leştirilen) matbuatın yaptıklarını izaha bile gerek yok.

Ama bu «Batsın Sizin Gazeteciliğiniz» yazarıgiller, maalesef kamuoyunda ve özellikle Erdoğan'ı desteklemelerini doğal sayarak yukarıda sıralamaya çalıştığımız odaklarca SOLCU biliniyor. Kendileri de,SOLCU olmasalar bile, bu algıya hiç itiraz etmiyorlar. Hatta özellikle itiraz etmiyorlar.

Gerici, ilkel, bağnaz, cahil, görgüsüz, hatta ahlaksız, kapitalizmi şahsi soygun, talan olarak anlayan, emeğe, insana, çevreye katre saygısı olmayan, aklını kıdem tazminatını kaldırmaya, inşaata takmış bir siyasi yapıyı, ABD başta olmak üzere bundan yararlanabilecek çevrelerin desteklemesi tamam da, bunun artıran katsayısı«it iti ısırmaz» kadar olabilir.

Ama bu kadar acuze; devlet, ülke yönetmeyi, hatta kapitalist olmayı aşiret yönetmek ve ÇALMAKzanneden bir güruha...
«Nota mı verilir... ne notası, müzik notası mı» dedikleri Amerika yol vermeseydi, İSKİ'de tahsildarlıktan öte gidemeyecek, siyasete atıldığında imarsız evinin kirası bile Parti'si tarafından ödenen bir kifayetsiz muhterise...

En çok, en sert karşı çıkması beklenen solcular destek verirse...

Körün istediği bir göz, Allah verdi iki göz...

Bu desteğin artıran katsayısı bindir, on bindir, milyondur, trilyondur.
«Batsın Sizin Gazeteciliğiniz» yazarıgillerin basında öne çıkması, başka pek çok gazetecinin işsiz kalması pahasına oldu. Hatta hapislerde yatması, hatta öldürülmesi pahasına oldu. Uğur Mumcu 1993'te öldürüldü. Sağ olsaydı bugünkü yazarıgillerin, onlardan da ilkel noktada olan gazetecilerin(!?) kaçı bu noktada olabilirdi? Kaçı bugün, dün yazdıklarını yazabilirdi? Ertesi gün Uğur Mumcu'dan fırça yemeyeceğinden kaçı emin olabilirdi?

Sayısız kifayetli ve fakat muhteris olmayan gazeteci bu yazarıgillerin batasıca gazeteciliği yüzünden en verimli yıllarında işsiz kaldı, meslek dışına itildi.

Çünkü onlar, tam bağımsız ve özgürdü. Onlar için kimin iktidar olduğunun, iktidarın ne istediğinin de, işsiz kalma ihtimalinin de önemi yoktu. Hak belledikleri yolda gerekirse tek yürüyorlardı. Her şeyden önce adam gibi sendikaları vardı. Sadece Gazeteciler Sendikası değil, hemen tüm emek örgütlenmesinin bugünkü neredeyse tamamen etkisiz, üyesiz hale gelmesinde bu yazarıgillerin sermaye kadar, patronlar kadar, siyasi iktidarlar kadar payı var. Çünkü onlar için AB ve IMF ne derse «o» ydu. Ve üstelik bunu, bu anlayışı kamuoyuna telkin ederek siyasi karar mekanizmalarına destek ve güven verecek, hatta onları şımartacak konumdaydılar.

Emperyalist kapitalizmin bugünkü silahı, artık eskisi kadar top, tüfek, bomba değil. Bunlar gerektiğinde yine kullanılıyor. Ama artık asıl silah, matbuat, basın, hiç hoşlanmadığım moda deyimle medya. Yani beyin yıkama. Top, tüfek, bomba, artık matbuat-basın-medya'nın ihtiyat kuvveti.

Solcu, hatta sosyalist bilinmeye özellikle itiraz etmeyen bu yazargiller işte bu işlevi yerine getirdi.

Gazeteci tam bağımsız ve tam özgür olmalıdır. Kendisi hangi görüşte olursa olsun, hiçbir siyasi iktidarın koltuk değneği olmaz. Gazetecinin esas görevi, siyasi iktidarı olumlu göstermek değildir. Siyasi iktidarın başarıları zaten onun görevidir. Halk bu görevin masrafını da öder, bu görev için gereken maaşı da öder. Yazargiller, çocuklarını okuttukları, üstlerini başlarını giydirdikleri, karınlarını doyurdukları için ödül mü bekliyor? O çocuklar «beni yap» diye alınlarına silah mı dayamış.

Recep Tayyip Erdoğan'ın alnına da kimse gel başbakan ol diye silah dayamadı. Siirt'te CHP desteğiyle seçim katakullisi yaparak, anayasa mahkemesinden özel karar çıkartarak, Amerika desteğiyle neredeyse yalvar yakar başbakan oldu.

Çok büyük işler yapsa bile, gazetecinin görevi habire bunları alkışlamak değil. Kaldı ki Recep Tayyip Erdoğan başından itibaren yanlış yapıyor. En büyük marifeti olarak sunulan sağlık hadisesinin ne halt olduğunu yazargiller bilmeyebilir, ama biz biliyoruz. Duble yol, duble yol... Her gün tamir ediliyor. Halkın cebinden habire para harcanıyor, sadece yandaş, beceriksiz, yaptığı iş hakkında hiçbir şey bilmeyen türedi ve görgüsüz müteahhitler para kazanıyor.

Büyük yanlışları, yazargillerin bilmediğini, görmediğini hiç zannetmiyorum.

Ama kendileri işten atılana kadar bildikleri, gördükleri halde sürekli alkışladılar.

Ne zaman kendileri atıldı, AKP, RTE muhalifi, patron muhalifi kesildiler.

Recep Tayyip Erdoğan ve Patron, «siz» atılınca mı kötü oldu? Daha önce melek miydi? İlk «sarı ineği»niye verdiniz? Kendinizi dokunulmaz sanıyor idiyseniz, Recep Tayyip Erdoğan'dan farkınız ne(ydi)?

Başkaları atılırken, hatta bizzat siz telefonla atıldıklarını tebliğ ederken neydi RTE ve Patron?

İşsizlik...

Gezi'nin gençleri, kendilerini döven, gazlayan, gözünü çıkaran, öldüren polise ne demişti?
«Liman sat!...»

Daha da önemlisi, işsizlikten de önemlisi...

Siz gazeteciliği bitirdiniz yazargiller, aydıncıkgiller...

Tıpkı işadamlarının işadamlığını, yargıçların-savcıların yargıyı, siyasetçilerin siyaseti ve saire, bitirdiği gibi...

Yazargiller dahil bütün bu çevreler, Recep Tayyip Erdoğan'a, bu güne kadarki hiçbir iktidar sahibine olmadığı kadar teslim olmasaydı, itiraz edilseydi, tepki gösterilseydi Recep Tayyip Erdoğan da kendini toparlar, dikkat eder, Yüce Divan'lık hale gelmezdi.

Yazargillere, aydıncıkgillere ne yapsa yeridir.

 Ali Tartanoğlu

...