YÖK "YOK" mu oluyor?
1 Ağustos 2000 Salı
Türkiye Cumhuriyetinin Darülfünun'dan üniversiteleşmesi kolay olmadı.Uzun yıllar Cumhuriyetimiz bir üniversite ile ülke sorunlarını kucaklayacak aydın nesilleri yetiştirmeye çalıştı.
12 EYLÜL 1980 hareketinden sonra üniversite sayısının 19 a çıkartılarak bütün yurt sathına yayılması ile; her gelişmenin karşısında olan muhalif beyinler ile cahil kafaların yaygaraları ile yer yerinden oynadı.
Sözde aydın geçinen bir takım gafiller bir yerlerden emir almışçasına haykırdılar.
"Üniversitelerimiz katlediliyor. Türkiye'ye bu kadar üniversite çoktur. Buralara hocayı nereden bulacaksınız?. Kim gider Urfaya, Van'a, Malatya'ya?. Bu memlekete yazık olacaktır. Göreceksiniz bunlar kağıt üzerinde kalacaktır."
Oysa o günlerde Üniversitelerin çok daha önemli sorunları vardı. Üniversitelerimiz özerkti. Yani kendi kendisinin dışında karışanı ve denetleyeni yoktu. Bilimsel özerklik adına kullanılan genişletilmiş hürriyetler üniversiteleri değil bilim yapmak; anarşi ve terörün kucağına iterek adeta eğitim ve öğretimin katledildiği, anarşi ve terörün örgütlendiği merkezler haline dönüşmesine yol açmıştı.
Açılacak fakültelere ve buralara alınanacak öğrenci sayısına üniversiteler kendileri karar verirlerdi. Ülkenin ihtiyaçları, bölgenin ihtiyaçları hiç dikkate alınmazdı. Çünkü böyle bir sorumlulukları yoktu . Zaten kendisinden böyle bir işlevde beklenmiyordu. Devlet elindeki bilim adamları hakkında yeterlli bilgiye sahip değildi. Yani bilim adamlarımızın ve bilim adamı ihtiyacımızın yeterli envanteri mevcut değildi. Devlet ve devleti devletleştirecek eğitimli adamlarımızı yetiştirecek üniversitelerimiz arasında sağlıklı bir bağ ve koordinasyon da mevcut değildi. Üniversitelerimizin bölge ve yöre sorunlarına katkıda bulunmaları mecburiyetleri de yoktu.
Ayrıca büyük şehirlerde kümelenmiş üniversitelerimiz bünyesinde çöreklenmiş pekçok sayın profesörümüz ele geçirdikleri bu mevzileri terketmemek için binbir dolap çevirmekte idiler. İşte bu ancak birkaçını sayabildiğim aksaklığı önlemek, devlet ve üniversite bağını sağlamak, ülke ve yöre sorunlarına çözüm üretecek bilim yuvaları oluşturmak, bu bilim yuvalarını ülkemizin her yanına yayarak vatandaşlarımız arasında fırsat eşitliği sağlamak, ülke ihtiyaçlarına göre ihtiyaç duyulan yer ve miktarda öğrenci yetiştirmek, genç bilim adamlarımızın yükselmelerini engelleyen faktörlerik ortadan kaldırmak ve nihayet yüksek öğretimde kontrolu, koordinasyonu ve sistemli bir çalışmayı egemen kılmak maksadıyla anayasal bir kurum olarak bugün her tarafı ile eleştirilen YÜKSEKÖĞRETİM KURULU meydana geldi.
Sonunda üniversite sayımız 72'ye, öğrenci ve öğretim üyesi sayılarımız da birkaç kat fazlasına ulaşmıştır. Üniversitelerimiz kuruldukları şehirlerin kültürel ve ekonomik hayatına çok önemli katkılarda bulunmuşlar ve adeta şehirlere bir canlılık getirmişlerdir. Kültür değişimlerini hızlandırmışlardır. YÖK ile birlikte DEVLET-ÜNİVERSİTE İŞBİRLİĞİ en üst düzeye çıkmıştır. Bunlar ülkemiz için olumlu gelişmelerdir.
Her sosyal müessesede olduğu gibi kurumsallaşma, yani sistemleşme aşamasında önemli aksaklıkların meydana gelmesi doğaldır. Ayrıca, yüksek öğrenimde tam anlamıyla devrim sayılabilecek oldukça köklü ve radikal tedbirlerin YÖK tarafından istisnasız uygulanması ile bundan memnun olmayacak bir kitlenin mevcudiyetide kaçınılmaz idi.
Bilindiği gibi yeni kurulan müesseselerde sistemleşme gerçekleşinceye kadar kurucular ve yöneticilerin konuya bakış açılarına ve karakterlerine göre bu müessseseler şekillenirler. Zamanla kurallar oturur ve yerleşirler. Nitekim kurucu başkan Sayın İhsan DOĞRAMACI ve takiben Mehmet SAĞLAM dönemlerinde fazla göze batmayan, eleştirilmeyen ve bitaraf bir şekilde görevini yerine getiren YÖK; ikinci defa seçilen Sayın Kemal GÜRÜZ döneminde adeta kural tanımayan, devlet içinde devlet halini alan bir görünüme bürünmüştür. Yansız ve tarafsız olması gereken bilim dünyamızın bu temel kuruluşu; adeta bir imparatorluk gibi yönetilmeye başlanmıştır. Keyfi yaptırımlar ön planda görülür olmuştur.
Bütün partilerin ortak mücadele hedefi olarak kabul gören bu yüce kurum ve başkanı hakkında T.B.M.M.tarafından yüzlerce sayfalık soruşturma komisyonu raporları hazırlanmıştır.
9. cumhurbaşkanımız Sayın Demirel gerek kamuoyunun, gerekse siyasilerin ve öğretim üyelerinin israrlı isteklerini hiç dikkate almadan giderayak Sayın GÜRÜZ'ü yeniden başkanlığa atamıştır. Bu atama artık bardağı taşıran son damla olmuştur. Beklenmedik bir şekilde yeniden atama ile birlikte kendini bulunmaz ve yeri doldurulamaz olarak bir kat daha ispatlayan Sayın GÜRÜZ bu tarihten itibaren birbiri peşisıra ve birbirinden büyük hatalar yapmaya ve bu yüce kurumu kendisi ile birlikte adeta yıpratmaya çalışmıştır. Nihayet son rektör seçimlerinde insafsız ve izansız kararlarını Cumhurbaşkanına onaylatmak gibi bir uygulamaya girişmesi Cumhurbaşkanımız Sayın SEZER'in hukuk ile yoğrulmuş sağduyusuna takılmış ve keyfi tutum ve davranışlara bir bakıma dur denilmiştir.
Konu YÖK'ten ziyade Sayın GÜRÜZ'ün kişiliğinden bu safhaya kadar ilerlemiştir. Sanırım GÜRÜZ ile birlikte YÖK'ta keyfi yönetim ve yaptırımlar bitecektir. Kanun ve talimatların hakimiyeti yeniden ön plana geçecektir.
Bu ülkede YÖK gibi çok önemli işlevleri bulunan bir müesseseeyi vukuf ile yönetebilecek çok saygın ve değerli bilim adamlarımız mevcuttur. Akıl, mantık, sağduyu, bilim ve kanun hakimiyeti ile iyi yönetilen bir YÖK ülke insanının yetişmesine ve devletin güçlenmesine büyük katkılar yapabilecektir.
- Aksayan kısımlarına yeni düzenlemeler getirilen YÖK YÖNETİMİNE EVET,
- Kemal GÜRÜZ gibi keyfi tutum ve davranışları sistemleştiren bilim ADAMLARINA HAYIR.
- YÖK KANUN VE YÖNETMELİĞİNDE 18 YILLIK TECRÜBE İLE AKSADIĞI AÇIKÇA BELLİ OLAN HUSUSLARIN İVEDİLİKLE DEĞİŞTİRİLMESİNE EVET
Yemin ettiği ilk günden itibaren ciddi, tutarlı ve gerçek bir devlet adamına yakışır tavır ve davranışları ile bütün milletin saygı ve güvenini kazanan Sayın Cumhurbaşkanımız Ahmet Necdet SEZER' in başlattığı YÖK operasyonunu tamamlamasını bekliyor ve ümit ediyorum.
Sayın cumhurbaşkanımız ile ülkemizde kanun hakimiyetinin, dürüst devlet adamlığı imajının giderek yerleşmekte olduğunu görüyor ve milletim adına seviniyorum.
864 Rakımlı tepeden Sayın SEZER ailesinden yayılan ışıkların kısa sürede bütün ülkeyi aydınlatacağına inanıyorum.
Bu ülke insanı bu güzellikleri görmeye uzun yıllar hasret kaldı. Bu hasreti bitiren Sayın SEZER'i kutluyorum. Her alanda yüzümüzü güldürecek icraatlarının devamını diliyorum.
Dr. Tahir Tamer Kumkale
1 Ağustos 2000 Salı
http://www.kumkale.net/yazi.asp?id=60
.