Ulusal Kimlik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ulusal Kimlik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Nisan 2015 Pazartesi

Ulusal Kimlik,




Ulusal Kimlik,



Yekta Güngör Özden
05.12.2005

Alışılmış yöntemimizi değiştirmiyoruz. Geçen onbeş günün olaylarına değinerek görüşlerimizi açıklamaya yurtdışından başlıyoruz. Uluslararası örgütlerin dünyanın durumuna ve geleceğine ilişkin saptamalarıyla çözüm önerilerini gözardı ediyoruz. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO), açlık ve kötü beslenme nedeniyle yılda 6 milyona yakın çocuğun yitirildiğini açıkladı. Kasım ayının ortalarında açıklanan raporda ayrıca değişik hastalıklar nedeniyle önemli sayıda çocuğun yitirildiği de belirtilmektedir. Silâhlanmaya verilen para gözetildiğinde insanlık konusundaki çirkin tutum daha iyi ortaya çıkmaktadır.

Irak’taki katliam ABD yanlısı Iraklıları bile yakınmaya sürükledi. ABD Irak’tan nasıl kurtulacağının hesaplarını yapmaya başladı. Saddam zulmünü geçen işgal uygulamaları, her gün önemli sayıda insanın yaşamına yönelen intihar eylemleri, kürt ve şii ağırlığıyla Türkmenleri dışlamaya çalışan demokrasi güldürüsü tarihte gereken yeri almaktadır.

Fransa’da ötelenenlerin, horlananların ayaklanmasında saldırıya uğrayan taşıtların dört katı insan yitirmemize karşın terörü engelleyecek önlemleri almamıza karşı çıkan Avrupalılar olağanüstü durum ilânında duraksamadılar. Onların taşıtları bizim insanımızdan daha değerli. ABD’li bir savcının birkaç yıl önce “İnsan hakları hukuku, teröristlerin hukuku anlamına getirildi” sözü Türkiye için doğrulanıyor. ABD’de sel yıkımında Bush’un “Vur!” emri verdiği yağmacıların yanında bizdeki teröristlere gösterilen anlayış(!) Türkiye’nin nasıl çözümsüz bırakılmak istendiğinin kanıtıdır. İngiltere’nin hukukdışı uygulamaları tazeliğini korumaktadır.

AB üyeliği için Görüşme Çerçeve Belgesi’nin Lozan’a uzanacağını bu sayfalarda belirtmiştik. Belgenin içeriği iyi incelenirse Türkiye’yi kıskıvrak yakalamak ve istenilen her şeyi almak için her yana çekilebilir, her anlama gelebilir sözcükler ve anlatımlarla dolu olduğu görülür. AB’nin Türkiye temsilcisi Hansjörg Kretschmer’in kendine çanak tutan gazeteye yaptığı açıklamada AB’nin Lozan’ı tartışmaya açma çabası izlenmektedir(24.11.2005). Temsilcinin “Geniş yorumlayınız!” buyruğu gerekli yankıyı bulmadı. Yanıtları doyurucu olmadı. Yarın “Sınırları da değiştirin” diyebilirler. Federatif düzen dayatmaları, yerel yönetim yasalarıyla alıştırılmaktadır. Türkiye’de çoğunluğun öğelerinden olanları yapay azınlık tanımlamalarıyla ayırmaya çalışanlar, özellikle mezhepler için azınlık savını dayatanlar kendi ülkelerindeki protestan, katolik ve ortodoksları akıllarına getirmemektedirler. Sen nehrinden bir günde 32 Cezayirlinin cesedinin çıktığını unutan Fransa, Korsikalıları bile azınlık saymamaktadır. Federal Almanya İçişleri Bakanı Otto Schiller’in “Türkler için Almanlaştırma en iyi yoldur” sözü unutulmamalı.

Gereksiz tartışmalar

Sokaklara, konutlara, alışılmış, geleneksel başörtülerine kimsenin karıştığı yok. Üstelik lâik cumhuriyet karşıtlığının simgesi sıkmabaşla bohçabaşın türbanla bile hiç ilgisi yok. Ama ülkenin başka sorunları yokmuş gibi bohçabaş, Kur’an kursları, imam-hatip okulları gündemin ön sıralarından düşmüyor. Siyasal, hukuksal, ekonomik, toplumsal vd. konularda vereceği, yapabileceği hiçbir şey olmayan iktidar, yandaşlarına selâm vermek için direniyor. AB konusunda içtenlikli olmadığı da daha iyi anlaşılıyor. “Değişme”nin gerçek olmadığını kezlerce yinelemiş, vurgulamıştık. Hangi konuda, nasıl, ne kadar değiştiler? Kadın-erkek ayrılığı havuzlarda, toplantılarda, lokantalarda yaşanmıyor mu? Sıkmabaş-bohçabaş inadı AİHM kararına, Anayasa’ya, hukuka, lâikliğe bağlı kalma andlarına karşın sürmüyor mu? Bu tür çağdışılıklar çocukça sözlerle savunulmuyor mu? İçki yasağı giderek yaygınlaşmıyor mu? Kadrolaşma, partizanlık, yandaşlarına hoşgörü, yargıya, üniversitelere saldırı, dokunulmazlıkların sınırlanmasına karşı çıkış duruyor mu? TBMM’deki 217 dokunulmazlığın kaldırılması dosyasının 137’si AKP’li milletvekillerinin. Daha başka neler.. Askere dokundurma, sessiz ve etkisiz kılma çabaları, Genelkurmay Başkanı’nın Cumhurbaşkanı baş adaylığı(kendisi tersini söylese ve söyletse de) göz kırpma biçiminde sıcak tutuluyor. Bunlar yetmiyormuş gibi hukuksal yapısı ve tanımı gözardı edilerek, tarihsel gerçekler yadsınarak Türklük ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı tartışmaya açılıyor. Yararından çok zararlı olacak girişimler kimi değerlerin, kimi kavram ve kurumların yıpranmasına neden oluyor. Çok hukuklu, çok dilli, çok dinli, çok ırklı bir toplumdan “Çoğunluğun adı adımız, dili dilimiz” anlayışını benimsedik. Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk ulusu, ulusun öğeleri olan bireylere de Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı-vatandaşı denir. Yurttaş ya da vatandaş bu yolla Türk olarak anılmaktadır. Anayasa’nın 66.maddesinin vatandaşlık yerine Türk’ü açıklaması bu amacın açıklanmasıdır. Irkçı bir tutum asla yoktur. Alt-üst kimlik tartışmalarıyla, çoğunluktan asla ayrı tutulmamış kimi ırkçılara, özellikle kürtçülere bahane verilmekte, onların sakıncalı görüşleri desteklenmektedir. Aile, mahalle, spor takımı ve okul adından başlayarak ülkeye değin uzanan değişik kimlik adlarını genelleştirip siyasal, hukuksal ve ulusal bağlamda dayanak yapmak ulus yapısını yıkmaktır. Ümmetçi, şeriatçı görüşe katkıda bulunmaktır. Kimsenin soy özelliğini açıklamasına, özelde kullanmasına hiçbir engel yoktur. Anayasa Mahkemesi’nin “Devletin tek’liği, ülkenin tüm’lüğü, ulusun bir’liği ödünsüz korunarak her yurttaş inanç ve soy kökenini özgürce açıklayıp Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı kurumu kapsamında tam eşitlikle kucaklaşır” dediği örnek kararını “Bildiri” diye değerlendiren aymazlar, ideolojik saplantılılar çıkmıştır. Kimi kürtçülerin “Azınlıklara tanınan haklar bile bize tanınmadı” yalanına görüşmeyi yapanlar bile yanıt vermeyerek yan tutmuşlardır. Hukukî kimlik, hakikî kimlik, Türklüktür. Kimsenin özelliğine aykırı değildir. Ulusal kimliğini yadsıyan kimsenin yurttaşlık savı geçersizdir. Ümmetçi anlayışa uygun açıklamaların hiçbir önemi yoktur. Ancak kimin ne olduğunu ve ne olabileceğini göstermektedir. Türklükten utananların, Türk adını anmayanların, Türkiye Cumhuriyeti ile bağları kuşkuludur.

Konya’da baba-oğul El Kaide militanları yakalandı. Hizbullah, İbda-C gibi örgütleri kimler büyüttü, kimler besledi? Mümtaz Soysal “Cumhuriyet budanmış, devlet buharlaşmıştır” diyor (Cumhuriyet, 21.11.2005). Ödüncü politikalarla sosyo-ekonomik sorunlara etnik etiket yapıştırmanın sonucu bu olumsuzluklarla karşılaşılmaktadır. RTE “Din üzerinden siyaset yapmıyoruz” demiş. Ya neyin üzerinden ya da altından yapıyorlar? Bir ara söylediği “Atatürk’ün yolundayız”ı, Rusya’nın resmî haber ajanı İtar Tass’a açıklamasında da yinelemiş. Biz de “Demekki yola girdi” demiştik. Ama gerçekler hiç de öyle göstermiyor.

Toplumdan kesitler

Terör olaylarında, isyan denemelerinde küçük çocuklar kalkan olarak kullanılmaktan, öne çıkarılmaya başlandı. Tıpkı küçük kızların başlarının bohçalanması gibi. Son altı ayda 215 kg. plâstik patlayıcının ele geçirildiği duyuruldu. Öldürme, kapkaç, zorlaalım, hırsızlık olayları ayrı. Sulandırılmış yaptırımlar insanları sokağa çıkamaz durumu düşürdü. Bunlar görülmüyor. Başbakan Şemdinli’de yatıştırıcı olduğu izlenimi vermeye çalışırken terör odaklarına değinip yurttaşlara “Kışkırtıcılara kapılmayınız. Provokasyonlara araç olmayınız. Terör örgütünün flamalarını, örgütbaşının posterlerini taşımayınız, adını anmayınız, devlete ve kolluk güçlerine karşı çıkıp saldırmayınız” biçiminde yürekli sözler edemedi. Devleti yönelik haksız suçlamalara hak verircesine, yanlı gibi konuştu.

Ulusal yapıyla doğrudan ilgili ulus-yurttaş kavramlarını semt, kent, yöre, okul kimliği, bir etiket gibi tartışmaya açıp ulusun adını anmaktan kaçınarak lâf ebeliği ve cambazlığıyla böbürlenenlerin bölücüden ayrı yanı kalmaz. Siyasal yaşamın her yana, her alana, her kata yayılması gereken aydınlığı yerine çirkinlikler, terslikler, aykırılıklar, pislikler izlenmektedir.

Devlete silâh çekenlerin istekleri doğrultusunda atamalar yapılıyor. Türkiye’ye saldıran bölücü ve yıkıcılarla abuk sabuk konuşup yazanlar özgürlükçü ve demokrat görülüp övülüyor. Bir zamanlar Türkiye’den toprak isteyenlerin papağanı olarak yurtdışından radyoda düşmanlık yapanlara medya kucak açabiliyor. Yabancılar bu tipleri destekliyor. İlerici bilinen gazetelerinde Türkiye’yi Türkiye yapan ilkelere, değerlere yönelik olumsuz yazılar yayınlanıyor. Ne güzel demokrasi ve düşünce özgürlüğü(!). Kötülükler, bozukluklar, çarpıklıklar, hukuksuzluklar sürüyor, bunlara değinen o kadar az ki umutsuzluk artıyor.

Genelkurmay Başkanı’nın cumhurbaşkanı adaylığına ilişkin yazılı açıklamayla olaya nokta konulduğu yazıldı. Makam ve makamdakine yandaşlık bilindiğinden “Bakalım 2006 ve 2007’de ne olacak, iki nokta üstüste konacak mı?” derken başbakanın “Adayım değil demedim” açıklaması geldi. Ne adar aceleciyiz, bekleyelim, görelim. Gazetelerin başlıkları hep noktalı idi. Nokta virgüle de dönüşebilir. Olasılıkları sınırlamak güçtür. Kimler kimi niçin övmektedir, düşünmek yeter.

Açılımlardan cesaret alarak başka tartışmalar da gündeme getiriliyor. Lozan Barış Antlaşması’nın 39. maddesi dar yorumlarla yaşam gerçekleri gözardı edilerek Türkiye’yi suçlama nedeni yapılmaktadır. İlgililerin, yetkililerin, sorumluların suskunluğu ilginçtir.

Amasya Sultan Beyazıt Camii’nde öğretmenler için hatim duası ve mevlit okutuluyor. Beri yandan okul yöneticisi ve öğretmenlerin asıl görevleri dışında başka kurumlarda ek ders vermesi yolu açılarak Kur’an kurslarında görevlendirilmesi isteniyor. Öğrenim birliği bozulur, rektörleri yoluyla üniversitelere baskı yoğunlaştırılırken öz ve ulusal tek kimlik atılmaya, itilmeye çalışılmaktadır. Ümmet düzenini çağrıştıran çabalar dışta ve içte sakınılmadan yürütülmektedir.

Medyanın kışkırtmaları, yalanları, abartıları, suçlama ve öbür kötülükleri birbirine eklenirken birkaç gazete ve dergideki birkaç imzanın verdiği güvenle uyuyabildiklerini söyleyenlere rastlanmaktadır. İktidar şerbetiyle sarhoş olanlar ne kadar çokmuş. Kişiliği, onuru, saygınlığı unutup şakşakçılığı yeğleyenlerin sayısı her gün artırıyor. Asıl sorun, insan sorunu.

Son günlerde kimi gazetelerde “Atatürk’ün gizli vasiyeti” başlıklı haberler yer aldı. Ziraat Bankası Merkez Müdürlüğü kasasında saklanırken Genelkurmay’a teslim edildiği yazılan Atatürk’e ilişkin 21.820 belgenin daha sonra Genelkurmay Harp Tarihi Dairesi’ne verildiği ve dökümünün yapıldığı ancak vasiyet niteliği taşıyacak bir belgeye rastlanmadığı açıklanmıştır. Atatürk’ün hukuksal yönden geçerliği tartışmasız vasiyeti tektir. Sanırız, vasiyet nitelikli bir belgeden sözedip bu konuda çalışma ve açıklama isteminde bulunanlar Medeni Yasa kurallarına göre düzenlenmiş bir belgeyi değil, Atatürk’ün kimi çevrelere, kurumlara ve kişilere yönelik öneri, dilek ve isteklerini içeren bir metni amaçlıyorlar. Adı ve nitelemesi yanlış olmasa da Atatürk’ün her buyruğu, öngörüsü, önerisi, özlemi, istemi ve uyarısı bizler için vasiyet değerinde önemlidir. Böyle binlerce sözü vardır. Vasiyet-vasiyetname adıyla bir tartışma ve çalışma yanıltıcı olur.

Anayasa’nın 174. maddesinde amacı, nedeni belirtilerek Anayasa’ya aykırılıkları ileri sürülemeyecek devrim yasalarıyla bağdaşmayan uygulamaların TBMM ortamına kadar gelmesi, tarikat liderleri adına parklar açılması, şeriatçıların mektuplarının işleme konması, doğa olaylarını dinci değerlendirme, tekkelerin açılması önerisi, sıkmabaş ve gıdalar için standart belirleme istemleri, tesettür defileleriyle kapalı mayolar, islâm özel sektörü girişimleri, kadınları aşağılama nerelere sürüklenmek istendiğimizin belirtileridir. Dincilikle biraraya gelenlerin birbirlerini nasıl destekleyip savundukları ibretle izlenmektedir. Her şeye ve her yere elatarak birbirlerinin kusurlarını, suçlarını örtmeye, birbirlerini kurtarmaya çalışmaktadırlar. Olanlar insanımıza olmaktadır, ülkeye olmaktadır, devlete olmaktadır.

Yeni üniversiteler açmak siyasal amaçla olmaz. Yıllar önce “Alt yapısız üniversite yanlıştır, çadır kurar, kümes açar gibi yapılmamalı” deyince tepki almıştım, haklı çıktım. AB yazarlar için kurullar oluşturup yargıyı denetlemeye kalkışıyor. Üniversite özerkliği, bilim özgürlüğü, bilim adamı onuru önemsiz mi?

Türkiye Cumhuriyeti nüfus cüzdanı taşıyıp da “Türk değilim” diyenler, Türklüğün onurundan yoksun olanlardır. Ulusal birliği dinsel temele oturtanlar da böyledir.

http://www.turksolu.com.tr/96/ozgun96.htm

.