Telekom'u kim özelleştirdi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Telekom'u kim özelleştirdi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Mart 2015 Cuma

Telekom'u kim özelleştirdi?



Telekom'u kim özelleştirdi?





Cihan Dura
18.07.2005/Sayı:86


IMF emrediyor, Hükümet satıyor Fiyat sevindirici… 
Memleket için hayırlı olsun…
Piyasa canlanacak…
Keşke geç kalınmasaydı…
İnşallah devamı da gelir… 
Ne var ne yok hepsi satılsın.
İş adamlarımız,

Bu yazıda TELEKOM’un satılmasının gerçek anlamını, TELEKOM’u aslında kimin özelleştirmiş olduğunu, dedüksiyon yöntemiyle belirlemeye çalıştım. Yani doğruluğu açık olan genel önermeleri somut bir olguya, TELEKOM özelleştirmesine uyguladım.

Özelleştirme: Neoliberalizmin gereği

1) Özelleştirme şöyle tanımlanabilir: Kamu varlıklarının özel sektöre en büyük boyutlarda devredilmesi. Dünya Bankası’nın 1992’de yayınladığı verilere göre 1980’den beri az gelişmiş ülkelerde 2000’den fazla, tüm dünyada ise 6800 KİT özelleştirilmiştir. Günümüzde bu rakamların, en azından bir kat daha arttığı tahmin edilebilir. Böylece ulusal varlıkların çoğu, özellikle en değerli ve en iyi durumda olanları Batıya aktarıldı; ulus-ötesi şirketlerin, bunların yerel ortakla-rının eline geçti.

Servetle iktidar birlikte gider. Yeni Liberalizmin darbeleriyle, ulus devletler kamu çıkarını koruma ve ilerletme yeteneklerini yitirmekte. İktidar uzaklarda ve daha az sorumlu bir konumdaki, Dünya Bankası ve IMF gibi, ulus ötesi devletimsi mekanizmalarla iş çevreleri ittifakının eline geçmiş bulunuyor. Özelleştirme, Batının, ulus devletleri çökertmek için kullandığı yeni silahlardan biridir.

Demek ki TELEKOM’un satışı demek, bir kamu varlığının, hem de “en değerli ve en iyi durumda bulunan” bir kamusal servetin, özel sektöre devredilmesi demektir. TELEKOM’un satışı kime yaradı? Türkiye Cumhuriyeti devletine mi, Türk halkına mı? Hayır! Batıya ulus-ötesi bir şirkete yaradı. Bir ulusal varlığımız daha, TELEKOM Batıya aktarıldı. Ulus-ötesi bir şirketin eline geçti.

Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri artık kamu çıkarını koruma ve ilerletme yeteneğini yitirmiş bulunuyor. TELEKOM’un satışı bunun en son örneğidir. Artık Türkiye’de iktidar Dünya Bankası’nın, IMF’nin, ulus-ötesi devletimsi mekanizmalarla iş çevrelerinin eline geçmiş bulunuyor. TELEKOM’un özelleştirilmesinin anlamı nedir? Batının bir silahını Türkiye’ye karşı bir kez daha kullanmasıdır. Ulus-devletimizi çökertme hedefini gerçekleştirme yönünde kazandığı yeni bir başarıdır.

2) Özelleştirmenin Dr. Frankeştayn’ı Amerika Birleşik Devletleri’dir. Özelleştirme ise, bu devletin ulusal doktrininin, Neoliberalizm’in can damarıdır. Liberalizmi “Neoliberalizm” adıyla hortlatıp dünyanın başına yeniden bela eden Amerika Birleşik Devletleri’dir. 1980’li yıllar boyunca Washington’daki Reagan ve Bush yönetimleri, Dünya Bankası’nı, dünya ülkelerini özelleştirmeye zorlamakla görevlendirmiştir. Bankanın merkezi Washington’dadır, en büyük hissedarı ABD’dir; başkanını da ABD belirler.

Bu gerçeklerin anlamı ne TELEKOM bağlamında? Anlamı şu: Frankeştayn bir kez daha pençesini Türkiye’ye uzatıp gereğini yaptırmıştır. Neoliberalizm yaşamak için kana ihtiyaç duyar. Bu kan da özelleştirmeyle sağlanır. TELEKOM’un satışıyla yapılan budur. Washington’daki Bush yönetimi Dünya Bankası’na abandı, o da Tayyip hükümetine yüklendi. Sonuç alınmış oldu. Peki, kime hizmet etti bu satışı yapan? Türk halkına mı? Hayır, ABD’ye hizmet etti, onu yöneten oligarşiye, para babalarına hizmet etti. Onlara, bir kupa içinde, çürümüş vücutlarının ihtiyaç duyduğu kanı sundu.

En büyük satış!!!Bir çete, bir enstitü ve bir vakıf

1) Liberalizm 1970’lerin ortalarına kadar, unutulmuş bir akımdı. Dünyada ön planda olan, sosyal devlet anlayışıydı. Derken, liberalizm ve bireycilik yeniden hortladı. Yeni ideolojinin akademik ekseni; Friedrich Von Hayek şefliğinde, Milton Friedman’ın neo-liberal vaazlarını verdikleri Chicago Üniversitesi’ydi. Daha sonraki 12 yıl boyunca Chicago Çetesi bütün ABD’yi etkisi altına aldı, ardından da dünyayı… General Evren’in 12 Eylül 1980 darbesi, Özal hükümeti ve ABD’den ithal “prens”lerle Türki-ye’ye de nüfuz etti.

Neoliberalizmin temel savları şunlardır: Serbest piyasa insanların yararına işler. Devlet denetimi ve kamu sektörü, küresel kapitalizmin önündeki en ciddî engeldir. Devlet, özelleştirme yoluyla küçültülmeli ve etkisizleştirilmelidir. Bu bir rekor!!!

Şimdi bu gerçekler ışığında düşünelim: Demek ki TELEKOM’un satışı Şikago Çetesi’nin, daha doğrusu bugün toprak olmuş olan Friedrich Von Hayek’in zaferidir. Tilmizi Milton Friedman, bu Yahudi iktisatçının mezarı önünde bir şampanya patlatabilir. Bizim emekli generalimize de bir kutlama telgrafı çekebilir. TELEKOM’un satışıyla bu iki Amerikalının istediği yerine getirilmiştir: Onlar Türkiye Cumhuriyeti Devlet’inin denetim gücünü ve kamu sektörünü küresel kapitalizmin önünde bir engel olarak görüyorlardı. Bu “engel” bir darbe daha yediği için mutlu oldular. Kuşkusuz. TELEKOM’un özelleştirilmesiyle, T.C. Devleti Şikago Çetesi’nin buyruklarına uygun olarak, biraz daha küçültülmüş, biraz daha etkisizleştirilmiş oldu.

2) Özelleştirme salgınının dünyaya yayılmasında büyük rol oynayan kuruluşların başında, 1977’de İngiltere’de kurulan Adam Smith Enstitüsü (Adam Smith Institute) gelir. Başkanı Madsen Pirie tam bir özelleştirme fanatiği ve militanıdır. Bütün hayatını özelleştirmenin dünya çapında propagandasına ve yayılmasına vakfetmiştir. Şöyle demektedir: “Özelleştirme dünyadaki kamu sektörleri arasındaki yürüyüşüne devam edecek, kamuya ait son tesis de satılmadıkça sona ermeyecektir.”

Üzerinde düşünme sırası bu gerçeklere gelince, “Adam Smith Enstitüsü nire, Türkiye nire” diyecek oldum ama diyemedim. Adamlar bizim gibi değiller; çalışıyorlar, uzakları yakın etmesini biliyorlar. Bunun üzerine merak ettim, enstitünün “fanatik ve militan” başkanını, “Madsen Pirie” adını aradım Internette. Kişisel sayfası, orada da bir fotoğrafı çıktı karşıma. Beyaz binaları kucaklamış yemyeşil bir koruluğu arkasına almış, beyaz gömlekli, papyon kıravatlı, tipik İngiliz suratlı bir adam… Bakışlar dik, dinç görünümlü, kendinden emin, meydan okuyucu… Sanki şöyle der gibiydi bana: “Gördün mü, yine benim dediğim oldu. Sen istediğin kadar yırtın. Bu dünyada benim patronlarımın dediği olur. Ben teşkilatlanmışım. Bütün dünyada, senin ülkende de, suyun başındaki insanları elde etmişim. Kimini buralara çekerek, kimini kendi ülkesinde kalıba dökmüşüm… Her yerde olduğu gibi Türkiye’de de işimi bu sayede yürütüyorum. Ben senin ülkenin ruhuna, dokularına, damarlarına nüfuz etmişim. İstediğimi, hem de senin öz yurttaşlarına işte böyle yaptırırım. İlkemi hatırlatırım sana: “Özelleştirme, kamuya ait son tesis de satılmadıkça sona ermeyecektir. Sen istediğin kadar tepin, para etmeyecektir: TÜPRAŞ da benim olacak, TEKEL de, PETKİM de... Türkiye’de Türklerin dediği olmayacak, Atatürk’ün dediği olmayacaktır; Türkiye’de benim dediğim, daha doğrusu benim patronumun dediği, büyük sermayenin, elitin dediği olacaktır.”

3)Adam Smith Enstitüsü’nün ABD’deki karşılığı Miras Vakfı’dır (Heritage Foundation). Bu kurumun başkanlarından Edwin J. Feulner, eski ABD Başkanı Ronald Reagan’ın kamu sektörü politikasını belirlemiştir. 250 kadar tutucu bilim adamı, yazar ve eylemciye hazırlattığı bir rapor Reagan yönetiminin gündemini büyük ölçüde belirlemiş, az gelişmiş ülkeleri ekonomi politikalarını değiştirmeye zorlamak için, dış yardımların kullanılmasını önermiştir.

Burada şu demek isteniyor: Türkiye gibi az gelişmiş ülkelerde kendi politikalarımızı uygulatmak için, o ülkeleri, o ülkenin aydınlarını, yöneticilerini, siyasetçilerini para ile elde edelim, para ile avlayalım.

Başardılar da…

Türkiye’de eskiden böyle şeyler, en azından bu derecede olmazdı. Turgut Özal’dan beri alıştıra alıştıra devleti, hükümetleri bu hale getirdiler. Artık ne utanma, ne arlanma kaldı. Devlet ve toplum açıktan pazarlanıyor.

Halkın oylarıyla gelen, asıl dayanağı Millî İrade olması gereken politikacılar neden iktidarı ele geçirir geçirmez kendilerini Miras Vakfı’ını başkanının ya da ABD başkanlarının kucaklarına atıyor, onların her istediğini Tanrı’nın emriymiş gibi yerine getiriyorlar? Neden halkın öz malı tesisleri, örneğin TELEKOM’u Batının zenginlerine, dev şirketlerine peşkeş çekiyorlar? Bu sorunun cevabı kısmen de olsa J. Feulner’in tutucu Amerikan aydınlarına hazırlattığı raporda gizli: “Az gelişmiş ülkeleri, ekonomi politikalarını değiştirmeye zorlamak için dış yardımlar kullanılmalı.”

Demek ki TELEKOM’u sattıran ne TÜSİAD, ne Metin Kilci, ne Kemal , ne de Tayyip Erdoğan… TELEKOM’u sattıran, aslında Heritage Foundation, Edwin J. Feulner… TELEKOM’u sattıran ABD Başkanı Corc Dablyu Buş!...

Bir de ajans var

Özelleştirmenin küresel promosyonundan, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın bir dairesi olan Birleşik Devletler Uluslararası Kalkınma Ajansı (USAID) sorumludur. USAID bir “dış yardım” örgütü olup özelleştirmenin dünyaya yayılmasında baş rolü oynamıştır. Özelleştirmenin pazarlanmasını büyük ölçüde, 1981’de bu amaçla kurulmuş olan Özel Girişim Bürosu (Özel Sektör İnisiyatifi) yürütmüştür. Özel Girişim Bürosu, Temsilciler Meclisi’nin bir raporunda “ABD’nin dış yardım programına Reagan yönetiminin bıraktığı başlıca miras” olarak nitelenmiştir.

Demek ki TELEKOM’un özelleştirilmesi bir promosyonmuş, küresel bir promosyonun (tutundurmanın) Türkiye’de gerçekleşmesiymiş. Peki kim var bu tutundurmanın arkasın-da? Kim olacak, tabii Amerika var, onun Uluslararası Kalkınma Ajansı, USAİD (United States Agency for International Development) var. Gerçek niyetlerini nasıl da parlak etiketlerle gizliyorlar: Neymiş, “yardım”mış, “uluslararası kalkınma” imiş! USAID’in Amerikan yöneticileri TELEKOM’un da satılmış olduğu haberini alınca, görevlerini yapmış olmanın mutluluğunu bir kez daha tattılar. “Her şey Amerika için” diyerek hop hop hopladılar. Tabii Özel Girişim Bürosu yetkilileri de... Bizim özelleştirmeci aslanlarımız, geçen yıl dünyasını değiştiren Reagan’ın ruhunu da şad etmiş oldular. Ya bizim ebediyete karışmış büyüklerimiz? Tabii onların da kemiklerini sızlattılar.

Türkiye’de yüzlerce sanayi tesisi, bu arada TELEKOM işte böyle elden çıktı. Sırada TEKEL, PETKİM, TÜPRAŞ, ERDEMİR ve diğerleri var. Neden bunlar da sırada? Çünkü USAID öyle istiyor, bizim vekillerimiz, bizim hükümetlerimiz de bunu emir sayıp kuzu kuzu yerine getiriyor. Türkiye’de -Atatürk’ün değil, yurtsever Türk aydınlarının değil, bilimsel gerçeklerin değil- Amerikan şirketlerinin hizmetkârı R. Reagan’ın, Corc Buş’un, S. Butler’in, Feulner’in direktifleri uygulanıyor. Öyleyse özelleştirmeler karşısında -asker ya da sivil- kim sus pus oturuyorsa, Reagan’ın, Corc Buş’un, S. Butler’in, Feulner’in, ulus-ötesi Amerikan şirketlerinin Türkiye üzerindeki planlarının, hedeflerinin gerçekleşmesine destek vermiş oluyor. Şimdi soruyorum: Demokrasi bu mudur? Millî irade böyle mi tecelli eder? Özelleştirmede halk nerede? Ulusal egemenlik nerede? Özelleştirme topyekûn silahsız bir savaşın silahıdır. Ve biz bu savaştan milletiyle, aydınıyla, ordusuyla mağlup çıkıyoruz. Pek yakında Türk Silahlı Kuvvetleri de, “demokrasi”, Avrupa Birliği diye diye Osmanlı ordusunun konumuna düşecektir; Atatürk’ün deyişiyle: Yabancı sermayenin jandarmalığı konumuna!...

“Korkunç Üçüzler”in ikisi

1) Özelleştirmeyi, ABD’nin çıkarları doğrultusunda Türkiye gibi ülkelere dayatmakla görevli iki kuruluş daha var: Uluslararası Para Fonu (IMF) ile Dünya Bankası. Bu kuruluşlar marifetlerini, IMF “istikrar paketleri” ile, Dünya Bankası’nın “yapısal uyum programları” ile gerçekleştiriyor. Kesinlikle neoliberal ideolojiye dayanan bu programlar, daima, kamu hizmetlerinin özelleştirilmesi ve kamu sektörünün sistemli bir şekilde tahrip edilmesi sonucunu vermiştir. Kamu hizmetlerinin özelleştirilmesi ve ticarileştirilmesi, Dünya Bankası’nın borçlu Üçüncü Dünya ülkelerine yutturduğu “yapısal uyum programları”nın önemli bir parçasıdır. Dünya Bankası verdiği kredileri özelleştirme şartına bağlamaktadır. Sonuçta -hem Üçüncü Dünya ülkeleri içinde, hem de bu ülkelerle Batı arasında olmak üzere- yoksul kesimden varlıklı kesime doğru büyük bir kaynak aktarımı gerçekleşiyor. Bu yeni ilişki Yeni Sömürgecilik olarak adlandırılmaktadır

TELEKOM’un özelleştirilmesinde IMF ile Dünya Bankası’nın rolleri hiç unutulur mu? Yukarda sözünü ettiğim İngiliz ya da Amerikan enstitüleri, vakıfları, büroları hedeflerine büyük ölçüde IMF ve Dünya Bankası’nın çabaları sayesinde erişirler. Peki bu kuruluşlar bizim “millî iradeyi temsil eden” hükümetlerimize özelleştirmeleri, örneğin Tayyip hükümetine TELEKOM’un özelleştirilmesini nasıl yaptırdı? Elbette “para verme” karşılığında uygulattığı “istikrar paketleri” ile, “yapısal uyum programları” ile… IMF heyetleri Türkiye’ye ikide birde boşuna mı geliyor? Neden bu kadar hevesliler? Çünkü Türkiye’de kamu sektörünün çanına ot tıkamak istiyorlar ve TELEKOM örneğinde olduğu gibi, bizim kendi oylarımızla seçtiğimiz kimselerin taşeronluğuyla da başarıyorlar. Önceki hükümetler gibi, Tayyip hükümeti de yoksul halkımızın son yüzyıl içinde binbir meşakkatle ve özveriyle biriktirdiği kaynakları içte ve dıştaki varlıklı kesimlere aktarmış oluyor.

TELEKOM’un satışı, Yeni sömürgeciliğin yeni bir başarısından başka bir şey değildir

2) Yukarda anılan programlar ulus-devleti hedef alıyor. Nasıl? Bu devletleri işlevsiz hale getirerek... Böylece ortada sahipsiz kalan ulus devletin sorumlulukları, özellikle ekonomik ve sosyal gelişme için yaşamsal önem taşıyan sektörlerde, piyasaya ve piyasayı yönlendirebilecek büyüklükteki ulus-ötesi grupların egemenliğindeki özel şirketlere aktarılmaktadır.

Yapısal uyum programları açıkça devletin ekonomik ve sosyal etkinliğini azaltmayı öngörür. Devletin sorumluluk alanını daraltır. Kamu hizmetleriyle sosyal güvenlik hedeflerini yönlendirme olanaklarını kısar. Bu amaçla idarî ve diğer değişiklikler yapılarak, harcamaları azaltmak üzere işlerin taşeronlara ihale edilmesi, devlet işletmelerinin özel sektöre devri gibi yöntemler uygulanır.

Şimdi bir de bu bilgiler ışığında düşünelim ve onlardan sonuçlar çıkarmaya çalışalım.

TELEKOM’un satışıyla ne sağlanmış ya da nelerin yolu açılmış oldu? Birincisi, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin sorumluluk alanı biraz daha daraltılmış oldu. İkincisi, bir kamu hizmeti daha özel sektöre, hem de bir ulus-ötesi şirkete devredilmiş oldu. Sormaya devam edelim: Kim yaptı bunu? “Seçilmişler” tarafından desteklenen A.K.P. Hükümeti! Peki kimin emriyle ve kimin çıkarına? Tekrarlayalım: Chicago Çetesi’nin, Adam Smith Enstitüsü ile Heritage Vakfı’nın, USAID’in, IMF ve Dünya Bankası’nın emriyle ve onların temsil ettiği Amerikalı ve Avrupalı zenginlerin, “küresel kraliyetçiler”in çıkarına!

3) Ekonomik açıdan zorda olan bir hükümet IMF ve Dünya Bankası’nın kapısını çaldığı an, kolunu kaptırmış, tuzağa düşmüş demektir. Amerika’nın ve Avrupa’nın kurt sermayedarları; pençelerine düşen bu avı, deyim yerindeyse, artık lokma lokma yutacaklardır. Kurban ülke adı geçen kuruluşların “yardım”ını kabul etmekle şunu da kabul etmiş olur: Maliye, bütçe, istihdam, dış ticaret, yatırım, döviz kuru ve kamu sektörü politikaları konularında, büyük güçlerin dayattığı bütün koşulları yerine getirmek... Koşullardan en başta geleni ise, özelleştirmedir. Bundan böyle o ülkenin işi bitmiştir artık: Sanayileşmesi ve gelişmesi bir yana, ekonomisi gittikçe bozulur; battıkça batar. Sömürgeleşir. Ülkenin bütün ekonomik kaynakları adım adım kan içici yabancılarla onların bir avuç yerli işbirlikçilerinin eline geçer.

Burada şu soru önem kazanıyor: TELEKOM neden satıldı?

TELEKOM Türkiye ekonomik açıdan zor durumlara itildiği için, Türkiye IMF ve Dünya Bankası canavarlarına kolunu kaptırdığı için satılmıştır. Çünkü Türkiye onlardan “yardım” talep etmiştir. Mekanizma uzun süredir işliyor: Amerika’nın ve Avrupa’nın kapitalistleri Türkiye’yi lokma lokma yutmaktadır, TELEKOM bu lokmalardan yalnızca biridir. Satış Türkiye açısından şu olumsuz sonuçlara önemli bir katkı yapmıştır: Ülkenin ekonomik kaynaklarının yabancılarla bir avuç yerli işbirlikçinin eline geçmesi... Türkiye’nin sanayileşmemesi, gelişmemesi, ekonomisinin gittikçe bozulması...

Kısacası Türkiye’nin sömürgeleşmesi…
Artık yeni bir istiklal savaşından başka çare yoktur.

Sonuç

Ekonomik kalelerimiz birer birer düşürülüyor. Biri daha, TELEKOM da düşmana teslim edildi. Sıra diğerlerinde...

Mütareke basınından, TÜSİAD’dan, bölücü cepheden, “tesettürcüler”den ses yok. Onlar Chicago Çetesi’nin, USAID’in, IMF ve Dünya Bankası’nın, Batılı zenginlerin ya borazanları ya da yalakaları... Elbette öyle yapacaklar.

Peki ya Yurtseverler, Ulusalcılar, Atatürkçüler! Siz niye bu kadar etkisizsiniz? Hani SEKA satılamazdı, Seydişehir satılamazdı, TELEKOM satılamazdı?

Türk bağımsızlığını, Türk Cumhuriyetini korumak ve savunmak demek; ekonomik kaynaklarımızı, TELEKOM’ları korumak ve savunmak demektir. Çünkü “ekonomi demek, her şey demektir.” Çünkü TELEKOM demek, “Vatan” demektir!

ABD’nin gizli planları hizmetinde vatanımızın ekonomik kalelerini satanlar, bunları sırtlanlar gibi kapışan “dahili ve harici bedhahlar”; bağımsızlığımızı ve Cumhuriyetimizi yok etmeye soyunan düşmanlardır.

Chicago Çetesi, Madsen Pirie’ler, Stuart Butler’ler, Edwin J. Feulner’ler, IMF ve Dünya Bankası, bunların patronları... “Dahilî bedhahlar”ın yardımıyla, zorla, hile ile Sevgili Vatanımızın tersanelerine, işletmelerine, topraklarına giriyorlar. Silaha, topa, tüfeğe, bombaya gerek görmüyorlar, Türkiye’yi dolar ve euro gücüyle ele geçiri-yorlar.

Millet yoksul, bitkin ve şaşkın. Bu gidiş kötü, bu gidiş felaket...

Demokraside Susulmaz.

Ey Vatan’ın Aziz Bekçisi! Atatürk’ün komutuyla, sen “Türk vatanını, ulusal varlığı, ülkenin tam bağımsızlığını, iç ve dış her türlü tehlikeye karşı korumakla görevli”sin.

Dikkat! “ulusal varlığı, her türlü tehlikeye karşı korumakla” diyor.

TELEKOM “ulusal varlık”tır.

TÜPRAŞ da, PETKİM de, ERDEMİR de, TEKEL de…

TELEKOM’un yabancının malı olması “her türlü tehlike” kapsamındadır.

TÜPRAŞ’ın da, PETKİM’in de, ERDEMİR’in de, TEKEL’in de...

Nasıl düşünmezsin bunu!...

http://www.turksolu.com.tr/86/dura86.htm

..