Taşnak etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Taşnak etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Şubat 2018 Perşembe

ALDATILAN KİMLİK 1914 -2014 YÜZYILIN HİKAYESİ, BÖLÜM 3

ALDATILAN KİMLİK 1914 -2014 YÜZYILIN HİKAYESİ, BÖLÜM 3


İkinci Meşrutiyetten Sonra Ayaklanmalar;


İmparatorluğun hızla parçalanmakta olduğunu gören İttihatçılar, II. Meşrutiyet 'in başlarında "ittihad-ı Anâsır" [2] stratejileri doğrultusunda Ermeni komiteleri ile birlikte hareket etme arayışlarına girdiler. 

[2] İttihad-ı Anâsır: Unsurların birliği anlamına gelmektedir. II. Abdülhamid tarafından ortaya atılmıştır. Osmanlıyı oluşturan unsurların güçlenen milliyetçilik akımına karşı eşit birer unsur olarak tanımlanarak, bir bütün oluşturmasına çalışılmıştır. 

Bundan Ermeni komitecileri azami ölçüde yararlandı. Ermeni siyasi suçlular, mahkûmlar ve kaçakçılar İstanbul'a doluştular. Bunlar, ihtilalci siyasetlerini bir tarafa bırakmış, Meşrutiyet’e yardımcı olma, memleketin iktisadi ve medenî gelişmesi için çalışma görüntüsü vererek İttihatçıları kandırıp, onların desteğini 
aldılar. Diplomatlık makamları dâhil, Devletin yüksek mevkilerine getirildiler. Bayram ve merasimlerde en önlerde önemli Devlet görevlileri yanında yer alıyor, rağbet görüyorlardı. Şişli mezarlığında sözüm ona Meşrutiyet uğruna ölen Ermeni fedaileri adına düzenlenen törene üst düzey Devlet bürokrasisi katılmış; 
Türk ve İslâm düşmanı Patrik Matyos İzmirliyan sürgünde bulunduğu Kudüs'ten İstanbul'a gelirken, Devlet görevlileri tarafından kahraman edasıyla karşılanmıştı. 

Taşnak, Hınçak ve diğer komiteler yeniden örgütlenmeye, şubeler açmaya başlamış, bunlar adına müsamere ve konserler verilmekteydi. Tüm bunlar olurken İstanbul'daki Ermeni basınında da Türk-İslâm düşmanlığını körükleyen yazılar birbirini takip ediyordu. 

İttihatçıların iyi niyetli girişimleri fayda vermemiş, ayrılıkçı isyanlar gün be gün artmış, İmparatorluk kan kaybetmeye devam etmiştir. Bu dönemin isyanlarından Adana Ayaklanması tipiktir. Adana piskoposu Muşeg, dönemin emperyalist devletlerin dikkatini çekmek ve Türkiye'de bir Ermenistan devleti kurabilmek için aylarca hazırlanmış, binlerce Ermeni çeteciyi silahlandırmıştı. 
Piskopos, Osmanlı Devletinin en nazik anında, 31 Mart Vakasını takip eden günlerde (14 Nisan 1909) isyan emrini verdi. Adana, Tarsus, Erzin, Misis, Dörtyol, Bahçecik ve diğer kazalardaki Ermeniler ayaklanarak savunmasız buldukları Türk evlerine girip, ırza, mala ve cana saldırmağa başladılar. Üç günde Adana ve çevresi altüst oldu. Ermeni çeteleri beşikteki Türk çocuklarını bile öldürüyor, hazırlıksız olan asker ve polis bu çetelere karşı koyamıyordu. İsyana bizzat Türk halkı müdahale etti, kendini savundu, Ermeni çetelerini bozguna uğrattı. Piskopos Muşeg Mısır'a kaçtı. Ermeniler durumu Avrupa basınına “Türklerin zulüm ve barbarlığı” şeklinde aksettirip, Avrupa ve Amerikan basınında mazlum olarak ilan edildiler. 

Ayaklanmanın sonunda harp divanı kuruldu. Uzun tahkikat ve muhakemeler sonucunda 9 Türk, 6 Ermeni idama mahkûm edildi. 
Dış baskılar sonucunda, dönemin yöneticileri Avrupa'ya şirin görünmek için yeniden harp divanı kurdular. 47 Müslüman Türk daha idam edildi. Ermenilerden ise yalnız bir kişi idam oldu. 

Birinci Dünya Savaşında Ermeni Olayları 

Erzurum'da Taşnakların liderliğinde 28 Temmuz - 14 Ağustos 1914 tarihleri arasında bir kongre düzenlenmişti. Amaç, Ermenilerin Osmanlı-Rus savaşı çıkması durumunda takınacakları tavrın kararlaştırılmasıydı. İktidardaki İttihat ve Terakki iki önemli üyesini temsilci olarak kongreye yolladı. 

Bu temsilciler Ermenilerden; 

. Savaş çıkması durumunda devlete sadık kalmaları, 
. Ruslara karşı savaşacak orduya asker vermeleri ve 
. Rusya'daki Ermenilerin cephe gerisinde Osmanlılara yardım etmeleri taleplerinde bulundular. 

Ermeniler ise; 

. Osmanlı Devletine sadık olduklarını, ama İttihat ve Terakki hükümetiyle aynı görüşleri paylaşmayıp bağımsız hareket edeceklerini, 
. Kafkaslardaki ayaklanma teklifine karışmayacaklarını, çünkü oralardaki Ermenilerin Rusya’ya sadık olduklarını ilettiler. 

Büyükelçi Ahmet Esat Uras'a göre Taşnaklar Ruslarla işbirliği yapma ve Osmanlıya karşı ayaklanma kararını gizlice almışlardı. 
Askeri tarihçi Erikson'a göre, bu toplantı sonrasında İttihat ve Terakki Partisi, “Osmanlı Ermenilerinin Rusya ile işbirliği içinde oldukları ve bölgeyi Osmanlı İmparatorluğu'ndan ayırmayı amaçladıkları” kanaatine vardı. İttihat ve Terakki yönetimi, Doğu'daki Ermenilerin muhtemel bir Rus istilasından önce ayaklanarak Ruslara destek olacağı endişesini taşıyordu. 
Nitekim bu kaygılarında haklı çıktılar. 

Osmanlı Hükümeti'nin Almanya yanında Birinci Cihan Harbi'ne girme kararı almasının en önemli nedenlerinden biri, devleti Rusya'ya karşı koruma düşüncesi idi. Bu karar; karşı cephede bulunan Rus, Fransız ve İngiliz “Müttefikler” (İtilaf devletleri) için ayrılıkçı Ermenileri önemli bir koz haline getirdi. Müttefikler, öteden beri siyasi çıkarlarına alet ettikleri ayrılıkçıları, Osmanlı devletine karşı kullanmak üzere harekete geçti. İngiliz ve Fransız Konsolosları bulundukları yerlerde, Çarlık Genel Valisi de Tiflis'te Ermeni komitelerini amaçları doğrultusunda organize etmeye, para ve cephane desteğiyle isyana hazırlamaya başladılar. 

Rus istihbarat raporlarına göre “Van, Bâyezid, Bitlis, Erzurum ve Trabzon vilayetlerdeki Ermenilerin hepsi Rusya tarafındaydılar. 
Bütün Ermeniler Türkiye'ye karşı düşmanca tavırda bulunuyorlar ve Ermeni toprakları olarak kabul ettiği bölgeyi, Rusya'nın işgal etmesini bekliyorlardı. Ermeni Patriği Rusya'ya Türkiye'deki Ermeni halkını kurtarması için yalvarmak taydı”. 

1914 yılında Ermeni komiteleri Türkiye'deki şubelerine "Bölgelerinde bir Osmanlı-Rus savaşı çıkması halinde, Rus ordusu sınırdan ilerler ve Osmanlı ordusu geri çekilirse, her tarafta birden eldeki vasıtalarla başkaldırılacak” talimatını vermekteydiler. Bu durumda “Osmanlı ordusu iki ateş arasında bırakılacak, resmî binalar bombalanacak, iaşe depolarına sabotajlar düzen lenecek”; bunun tersi olur Osmanlı ordusu taarruza geçerse “Ermeni askerleri firar edip Ruslara katılacak ve silah altına alınanlar kıtalarından kaçarak, Türk birliklerinin geri cephelerine zarar vermek ve ülke içinde çeşitli olaylar çıkarmak için çeteler kuracaktı”. 

İstanbul’daki Ayrılıkçı Ermeni komitesi Osmanlı meclisinde Erzurum milletvekili olan Karakin Pastırmacıyan’ı Kafkasya'ya gönderdi. Karakin ve ekibinin organizasyonunda firariler ve diğer ayrılıkçı Ermeni gönüllüleri Rus ordusuna, Türkiye'ye karşı savaşacak çetelere ve intikam alaylarına katılmak üzere Kafkasya'ya, Tiflis'e yönlendiriyordu. Ruslar, Osmanlı’yla savaşın olacağı bölgeyi iyi bilen Ermenileri ordularına almaya başlamışlardı. 

I. Dünya Savaşı 28 Temmuz 1914 tarihinde Avrupa'da başladı. Osmanlı Devleti; Almanya, Avusturya-Macaristan ve Bulgaristan ile birlikte, Avrupa ve diğer kıtalarda bulunan yirmi beş devletin bulunduğu İtilâf grubuna karşı savaşacaktı. Osmanlı savaş öncesi 20-45 yaş grubu Ermenileri askere aldı. Ancak, Ermeniler, seferberliğin ilan edildiği 3 Ağustos 1914 tarihinden itibaren ordudan kaçmaya başladılar. Firarilerden bir kısmı ülke içindeki çetelere, diğer bir kısmı da Rus Ordusu'nda kurulan Ermeni Gönüllü Tugaylarına katıldılar. 

Türk Boğazlarını geçerek Karadeniz’e giren iki Alman gemisinin Rus gemilerini ve limanlarını bombalaması, daha sonra da Osmanlıya sığınması üzerine 1 Kasım 1914’de Rus ordusu Kafkasya Cephesi’nde sınırı geçerek Osmanlı topraklarına girdi. Böylece dört yıl sürecek kanlı bir savaş başlamış oldu. Eş zamanlı olarak Osmanlı’nın cephe gerisinde bulunan, Rusya tarafından teşvik edilen ve desteklenen Rum ve Ermeni çeteleri Türk ordusunun ikmal hatlarına ve haberleşme tesislerine saldırılara, Anadolu topraklarında ve Kafkasya’da büyük bir Türk ve Müslüman katliamına başladılar. Seferberlik nedeniyle askere 
alınan Ermeniler, silahları ile topluca firar ediyorlardı. Bunlardan bir kısmı Rus ordularıyla birlikte Osmanlı ordusuna karşı savaşa katılırken, diğerleri Ermeni gönüllü birlikleri ve çetelerine dâhil oldular. 

Doğu Anadolu’da bulunan Osmanlı 3. Ordusu, Rus saldırılarına karşı savaşı Erzurum’un doğusunda kabul edecek şekilde hazırlıklarını yapmıştı. Bir Türk birliği Batum yönünde harekete geçerek Artvin, Ardanuç ve Borçka’yı ele geçirerek Çoruh vadisini düşmandan temizledi. 3. Ordunun 9. ve 10. Kolorduları, Erzurum istikametinde saldırıya geçen Rusları, büyük zayiatlar verdirerek 
Köprüköy önlerinde durdurdular. 

Ruslar, Doğu Avrupa’da Almanlara karşı büyük bir askeri yığınak yapmışlardı. Almanlar, müttefikleri olan Türklerin Kafkas Cephesinde başlatacağı taarruz neticesinde Rusların önemli bir kuvveti Doğu Avrupa’dan Kafkaslara kaydıracağını düşünüyorlardı. Osmanlı Orduları Başkomutanı Enver Paşa’yı, Ruslara karşı bir baskın taarruz planı yapmaya ikna ettiler. Kafkas cephesinde bulunan 3. Orduya planın uygulanması talimatı verildi. 3. Ordu kurmayları bölgedeki çetin kış şartlarını göz önüne alarak taarruzun bahar aylarında yapılmasını teklif ettiler. Ancak, bu teklifi kaale almayan Enver Paşa sevk ve idareyi üzerine alarak askere 22 Aralık 1914’de taarruz emrini verdi. Sarıkamış Harekâtı olarak bilinen bu olayda Allahuekber ve Soğanlı dağlarında kar, tipi ve soğuktan Mehmetçiğin büyük bir bölümü donarak şehit düştü. 






Sarıkamış’a girebilen az sayıda kuvvet de Rus ordusu tarafından geri atıldı. Böylece 3. Ordu tamamen devreden çıktı. 
Doğu Anadolu’nun kapıları Rus ordusuna açılmış oldu. 

Bu ortamda Ermeni çeteleri rahatça Türk ve Kürt köylerine saldırabiliyor, cephe gerisinde ikmal yollarını kesip sabotajlar yapıyor, Müslüman halkı katledip bulundukları bölgelerden kaçırmak için birçok vilayette silahlı ayaklanmalar yapıyor, isyanlar çıkartıyorlardı. Tüm bu olaylar üzerine Osmanlı Devleti, Ermeni ıslahatı için 8 Şubat 1914'te imzalamış olduğu Yeniköy Anlaşması'nın geçersiz olduğunu ilan etmiş, 1915 Şubat ayından itibaren Osmanlı ordusundaki Ermenileri silahsızlandırmıştır. 

Bu dönem ayaklanmalarının başlıcaları; Zeytun Olayları, Kayseri Olayları, Bitlis ve Muş Olayları, Erzurum ve Erzincan Olayları, Elazığ (Harput) Olayları, Yozgat Olayları, Sivas Olayları, Adana Olayları, Trabzon ve Samsun Olayları, İzmit ve Adapazarı Olayları, Urfa Olayları ve Van İsyanı’dır. 

Bu Ermeni isyanları arasında en büyüğü Van'dakidir. 1915 Nisanında Osmanlı Ordusu Çanakkale ve Irakta ölüm kalım savaşı vermekte, Van bölgesindeki askerlerimiz ise Rusların Kafkaslardan yaptığı saldırılara karşı koymaya çalışmaktaydı. Bu durumu değerlendiren Ermeniler 15 Nisandan itibaren Van ve çevresinde isyanlar çıkarmaya başladılar. Bu isyanlarda memur ve jandarmalar öldürülmüş, karakollar ve Türklerin evleri saldırıya uğramış, resmî binalar kundaklanmıştı [3]. Van Jandarması ve bazı aşiretler Ermenilere karşı savaşmış, ancak isyanları bastıramamışlardı. 

[3] O dönem Van’da bir Hıristiyan yetimhanesinde hemşire olarak görev yapan Käthe Ehrhold yaşananları şöyle anlatmıştır: “Van’da 20 bin kişi yaşıyordu. Rusların yaklaşması ile birlikte Ermeniler sakladıkları silahları çıkararak savaşa başladılar. Şehirde büyük bir iç savaş, kardeş savaşı başladı. Günlerce sokak çatışmaları oldu. Ruslar kente iyice yaklaşınca, Türkler kenti boşaltma kararı aldılar ve bir gecede sivil ve asker kenti terk etmek zorunda kaldı. Geriye yalnız kadınlar, yaşlılar ve hasta Türkler kaldı. Ertesi gün şehir Ermeni çetelerinin ve Rusların eline geçince, Ermeniler kaçamayan kadın, yaşlı ve hasta Türkleri katlettiler. Dindar bir Hıristiyan olarak önce kendilerine bu günü veren Tanrı’ya şükretmeleri gerekiyordu. Fakat onlar bunu yapmadılar, bağımsız oldukları ilk gün yaptıkları bu cinayetleri büyük bir günahkârlık olarak görüyorum. 

Ermeniler, Türklerin geride bıraktıkları mal ve mülke el koydu ve sanki kendilerininmiş gibi kullanmaya başladı. Yetimhaneme, şimdi Ermeni köylüleri yerine çevre köylerden Türk kadınlar gelmeye başladı. Rusların bölgede bulup topladığı bu kadınları yetimhanemizde korumaya aldık. 
Yoksa bu zavallılar tutanın elinde kalacaklardı. Bu kadınlara çok fazla yardımcı olamadık. Çünkü çetecilerden çok kötü muamele görmüş, namuslarına tecavüz edilmiş bu kadınlar korkudan tir tir titriyorlardı.” 

Diğer bölgelerden de isyancı Ermenilerin yol kestikleri, Müslüman köylerini basarak halkını katlettikleri haberleri yayılıyordu. Fransız ve İngiliz donanması 1915 Mart ortalarında Çanakkale’deki tüm binaları, sivil ev ve hastaneler dâhil topa tutmuştu. Çıkartma yapacakları belliydi. 


Kaynak: http://www.kurtulustv.itgo.com/. 


Osmanlı hükümeti, Ermenilerin çıkardığı isyan ve yaptığı katliamlar karşısında Ermeni Patriği, Ermeni milletvekilleri ve Ermeni halkının ileri gelenlerine “Ermenilerin Müslümanları arkadan vurmaya ve katletmeye devam etmeleri halinde gerekli önlemleri alacağını” bildirmişti. Bu ihtar isyancı Ermenilerce “blöf” olarak algılanmıştı. Onlara göre Türkler her yerde kaybediyordu, müttefikler her an Çanakkale’ye çıkartma yapabilir ve İstanbul’u işgal edebilirlerdir. 

Ermeni isyanlarının ve katliamlarının durmak yerine giderek yoğunlaşması üzerine, 24 Nisan 1915 tarihinde Ermeni Komiteleri kapatıldı, isyancılara yardım ettikleri tespit edilen 235 Ermeni İstanbul’da tutuklanıp trenle Ankara, Ayaş ve Çankırı istikametine yollandı. Bazıları hapishanelere, çoğunluğu da Polis nezaretinde evlere dağıtıldı. Bunlardan suçsuz bulunup bağışlanan ve yabancı 
uyruklu olan 31’i serbest bırakılmış, suçları sabit olanlardan 25’i Ayaş’a ve 57’si de Zor’a nakledilmiştir. Zor’a nakledilenlerden iki Ermeni’yi öldüren Osmanlı yurttaşı Çerkez Ahmet’le yandaşı Halil cinayetten suçlu bulunarak Şam’da asılmışlardır. Geri kalan Ermeniler Çankırı’da üç-beş kişilik gruplar halinde evlere yerleştirilmiş, parası olmayanlarına devlet yardımı yapılmış, bunların gün sonunda karakola gidip kaçmadıklarını kanıtlamaları istenmiştir. Türkiye dışındaki Ermenilerin her yıl "Ermeni soykırımının yıldönümü" diye andıkları 24 Nisan, işte bu 235 komitecinin tutuklandığı tarihtir. Bu olayın ertesi gecesi ise yani 25 Nisan’da Çanakkale’de İngiliz-Anzak-Fransız kıtaları muhtelif yerlerde karaya çıktılar ve Kara Savaşları başladı. 

Ermeni çeteleri eşliğindeki Rus orduları Murat suyu vadisi, Malazgirt ve Tortum’u işgal etmişti. İşgalciler 17 Mayısta Van’ı da ele geçirdiler. Ermeni birlikleri Van’da korkunç katliamlara giriştiler. Ağustos ayı içinde Osmanlı Ordusu bir süreliğine Van'ı ele geçirdi ise de, Rus ve Ermeni kuvvetleri şehri tekrar geri aldılar. Van ve çevresinde 250 bin kadar Ermeni toplandı. Ermeniler şehir ve çevre halkından 60 bin Müslüman’ı katlettiler. Osmanlı Ordusunun ikmal yollarını kestiler. Ordu geri çekilmek zorunda kaldı. Saldırıya devam eden Ruslar Erzurum, Bitlis ve Trabzon’u da işgal ettiler. Ruslardan cesaret alan Ermeniler, Müslümanlara karşı tecavüzlerini iyice artırdılar. Pek çok Müslüman aile canlarını kurtarmak için Anadolu’nun iç bölgelerine çekildiler. 

Birinci Dünya Harbi döneminde Ermeni silahlı çeteleri tarafından İran’ın en çok gelişmiş Urmiye, Hoy, Makü, Salmas ve diğer Azerbaycan kentlerinde 150 ila 200 bin Türk ve Müslümanı feci şekilde katledilmişlerdir. Bu acımasız masum Müslüman katliamına, İran İslâm Cumhuriyetinin de aslında sessiz kalmaması gerekirdi. Ama ne yazık ki, günlük siyasetin çıkar hesapları sebebiyle bu büyük insanlık faciasına karşı duyarsız kalınabilmektedir. 



 http://www.ermenisorunu.gen.tr/images/fotobu/a1_38_1.jpg

İzmit'e bağlı Bahçecik, Arslanbey ve Yuvacık köylerinde ele geçirilen Ermeni silahları. 
Kaynak: Ermeni Ayaklanmaları ve İhtilal Hareketleri. 

4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,



***

17 Ocak 2016 Pazar

Dersim Yalanları ve Gerçekleri - 2 - Sinan Meydan





Süreyya Bedirhan'ın ABD'ndeki konferansları bir kitapçık halinde 1928 yılında Hoybun Cemiyeti tarafından İngilizce olarak yayınlanmıştır. Kitapçığa "Aynı Türk" başlığı adı altında bir giriş yazan Herbert Adams Gibboms; Süreyya Bedirhan'ın Kürt Milli Meclisi Hoybun'un temsilcisi olarak Kürdistan'ın durumunu Amerikan hükümeti ve insanlarına anlatmak için geldiğini belirtmiş ve Bedirhan'ın kısa bir biyografisini vermiştir. Süreyya Bedirhan, Kürt isyanı ve medeniyeti adına Hoybun ve Kürdistan adına Amerika, İngiltere, Fransa ve İtalya'yı 1925 yılından beri Kürdistan'da Türklerin yaptıkları gaddarlığı incelemeleri için uluslararası bir komisyon kurmaya davet etmiştir. Cemiyetin faal üyesi ve Ağrı isyanlarının elebaşısı İhsan Nuri, 1924 yılında Türkiye'den kaçarak Irak'a, dolayısıyla İngilizlere sığınmış, daha sonra 1930 yılında çıkan Ağrı İsyanları sırasında Kürtlerin davalarını Milletler Cemiyeti'ne götüreceğini basın aracılığıyla dolaylı yoldan duyurmuş, hatta Irak'ta yaptığı temaslarda böyle bir müracaatı teşvik etmiş, ayrıca Ağrı isyanları sırasında İngiltere'nin kontrolündeki Barzani Kürtleri, Irak sınırını geçerek Türkiye'ye saldırmıştır. 

Bütün bunlar dikkate alınacak olursa İngiltere'nin bölgedeki gelişmelerle yakından ilgilendiği ve en azından Türkiye'ye karşı yönlendirmeler ve kışkırtmalar yaptığını görülmektedir. 

12 Nisan 1931 tarihinde İçişleri Bakanlığı'ndan Başbakanlığa gönderilen bir yazı ekindeki rapora göre; İngiltere'nin bölgedeki aşiretler ve gelişmelerle yakından ilgilenmesinin amacının,"Hakkari vilayeti ile Cizre'de dahil olmak üzere Irak Kürtleri hakimiyeti altında Irak ile Türkiye arasında bir Kürt hükümeti teşkil etmek" olarak değerlendirilmiş, bu amaçla Şeyh Mahmut'un Kürdistan Prensi ilan edileceği, Barzani şeyhi emri altına verecekleri, ve Nasturileri Kürtleştirmeye çalıştıkları belirtilmiştir. Hoybun Cemiyeti, Temmuz 1929'da Halep'te iki toplantı yapmıştır. Bu toplantılara başta Celadet Ali Bedirhan, Memduh Selim, Cemilpaşa-zade Mehmet, Cemilpaşazade Kadri, Yado, Vahan Papazyan, Hrrşak Papazyan ve Karabet olmak üzere 45 kişi katılmıştır. Toplantılarda, Suriye'deki yerli ve Türkiye'den firari Kürtlerden " Azami istifade edilmesi ", Türkiye'ye karşı yapılacak herhangi bir hareketin tam ve mükemmel olarak tamamlanmasına karar verilmiştir. Hoybun-Taşnak ittifakında önem verildiği vurgulanan Dersim bölgesinde Koçgirili Alişir, Hoybun bildirilerini aşiretler arasında yayarak bu bölgelerin de Ağrı İsyanı'na destek olmasına zemin hazırlamıştır. Sonuçta Dersim aşiretleri üzerinde dini bir otoriteye sahip olan Seyit Rıza, devlet görevlilerine karşı direnişe geçmiş, bunun üzerine Ağrı bölgesinden oraya da kuvvet kaydırılmak zorunda kalınmıştır. Böylece merkezi Ağrı olan ayaklanmanın bütün Doğu Anadolu bölgesine yayılması hedeflenmiştir. Hoybun Cemiyeti dağıttığı bildiriler ve yaptığı propaganda ile isyancıların moralini yüksek tutmaya çalışmıştır. 

Nitekim Cemiyet, 1 Eylül'de yayınladığı bir bildiride, Türk ordusuna büyük kayıplar verdirildiği belirtilmiş ve aynı zamanda Türk kuvvetlerini, bazı köyleri yağmalamak ve bir çok insanı öldürmekle suçlamıştır. Birinci Ağrı İsyanı, 16 Mayıs 1926'da Yusuf Taşo ve çetesinin İran sınırını geçip Beyazit köylerinden hayvan çalarak Ağrı yayalarına sığınması ve Hası Telli'nin halkı kışkırtmasıyla başlamıştır. İsyan başarıya ulaşmadan bir ay sonra bastırılmıştır. 

1927 Eylül'ünde İkinci Ağrı İsyanı başlamıştır. Avrupa'da ve Amerika'da etkili olan ve Amerika'da bir şubesini açan Hoybun Cemiyeti, İkinci Ağrı İsyanı'nı desteklemiştir. 

Türkiye, Temmuz 1927'de Sovyet Rusya ile yaptığı bir anlaşma ile Kürt isyanlarına karşı Rusya'yı kendi yanına çekmeye çalışmıştır. Ağrı İsyanı'nda Sovyet orduları sınıra asker yığarak isyancıların hareket alanını daraltmıştır. 1928 yılına gelindiğinde İhsan Nuri liderliğindeki isyancı Kürt grupları Ağrı dağına hakim olmuşlardır. 2 bin kişiden fazla isyancı Kürt, dağlara çıkmıştır. Hoybun Cemiyeti'nin organize ettiği Üçüncü Ağrı isyanı, 1930 yılında başlamıştır. 

Bölgedeki Celali, Süphanlı, Haydaranlı, Milanlı, Hasenanlı, Zirkanlı, Cibranlı ve Mokorlu aşiretlerinin katıldığı Ağrı İsyanı'nın lider kadrosuna Türk ordusundan firari yüzbaşı İhsan Nuri, Ermeni Zilan ve Bro Haso Telli oluşturmuştur. İsyana katılan aşiret mensuplarının yanında Ermeni ve Nasturi çeteleri de yer almıştır. Genç Türkiye Cumhuriyeti, Hoybun Cemiyeti'nin organize ettiği Ağrı İsyanına karşı 1930 Haziran'ından itibaren askeri harekata başlama kararı almıştır. Mayıs 1930'da 4.ve 6.Kolordular Ağrı dağı yakınlarında toplanarak Ağrı İsyanı'nı bastırmak için harekete geçmiştir. İsyancılar, Türk ordusunun bir bölümünü üzerlerine çekerek asıl büyük ayaklanmaya destek vermek üzere aynı anda iki olay daha çıkarmışlardır. 
Bunlardan biri, 20 Haziran 1930 tarihinde Kör Hüseyin ve Emin paşaoğullarının İran sınırını geçerek Zeylan'da başlattıkları isyandır. Bu isyanda öldürülen isyancının birinin üzerinde halkı isyana teşvik eden birkaç Hoybun Cemiyeti bildirisi ile mührü çıkmıştır. Bu sırada Doğu Anadolu'nun Dersim, Palu ve Viranşehir bölgelerinde de Hoybun Cemiyeti bildiriler dağıtarak halkı isyana çağırmıştır. Türkiye bu olayları bastırmaya çalışırken Irak'taki Şeyh Barzani ve Molla Hüseyin Şerif idaresindeki bir grup, Irak sınırından geçerek Oramar, Şal ve Şemdinli bölgelerinde de isyan çıkarmıştır. 

7-14 Eylül 1930 tarihleri arasında yapılan askeri harekâtla Ağrı isyanı tamamen bastırılmıştır. Özetlemek gerekirse; 1919'daki Koçgiri İsyanı'nı İngiltere desteklemiştir; Koçgiri İsyanı'na katılan isyancıların ele başları 1937-38'de Dersim İsyanı'nda da karşımıza çıkmıştır. 1924'te çıkan Nasturi İsyanı'nı İngiltere desteklemiştir. 1925'te çıkan Şeyh Sait İsyanı'nı İngiltere desteklemiştir. 1925'teki Şeyh Sait İsyanı sonrasında yurt dışına kaçan isyancılardan bazıları 1927 yılında Ermenilerle birlikte Hoybun Cemiyeti'ni kurmuştur. 

Hoybun Cemiyeti'ni İngiltere, Fransa ve ABD desteklemiştir. 1930'daki Ağrı İsyanı'nı Hoybun Cemiyeti'nce desteklenmiştir. 

1937-38'deki Dersim İsyanı'nın alt yapısı 1928-29'da hazırlanmıştır. Not:"Dersim Dosyası"ndaki bilgi ve belgelerin kaynaklarına, 

" Cumhuriyet Tarihi Yalanları, 2.Kitap " adlı kitabımdan ulaşılabilir. 
Sinan Meydan


Dersim İsyanın Kökleri

 1925 Şeyh Sait İsyanı'dan sonra Türkiye Cumhuriyeti'ne karşı planlanan bütün "Kürtçü isyanların" kilit noktalarından biri Dersim olmuştur. Ağrı İsyanı'nı planlayan Hoybun Cemiyeti de Dersim'i en önemli merkezlerden biri olarak görmüştür Hoybun Cemiyeti'nin faaliyetleriyle ilgili İçişleri Bakanlığı'nın Başbakanlığa yazdığı 18 Temmuz 1929 tarihli "Gizli raporun" 11. maddesindeki "Dersim, ruh meselesidir. Kürt harekatına istinat noktası teşkil eder. Haydaranlı, Bahtiyarlı, Lolanlı, Balabanlı, Karakiyhili, Arelli ve Çarıklı aşiretlerinin tamamen elde edilmesi lazım geldiğinden bu hususu Hoybun Cemiyeti deruhte eder. Bu durum müştereken tesbit edilerek karar altına alınmıştır." ifadeleri, Dersim İsyanı'nın hazırlıklarının Ağrı İsyanı öncesinde başladığını göstermektedir. 

Nitekim Ağrı İsyanı'na destek olan isyancılardan bazıları Dersim İsyanı'nda da karşımıza 1 çıkacaktır. Hoybun-Taşnak ittifakında önem verildiği vurgulanan Dersim bölgesinde Koçgirili Alişir, Hoybun bildirilerini aşiretler arasında yayarak bu bölgelerin de Ağrı İsyanı'na destek olmasına zemin hazırlamıştır. Sonuçta Dersim aşiretleri üzerinde dini bir otoriteye sahip olan Seyyit Rıza, devlet görevlilerine karşı direnişe geçmiş, bunun üzerine Ağrı bölgesinden oraya da kuvvet kaydırılmak zorunda kalınmıştır. Böylece merkezi Ağrı olan ayaklanmanın bütün Doğu Anadolu bölgesine yayılması hedeflenmiştir. Hoybun Cemiyeti dağıttığı bildiriler ve yaptığı propaganda ile isyancıların moralini yüksek tutmaya çalışmıştır. 

Nitekim Cemiyet, 1 Eylül'de yayınladığı bir bildiride, Türk ordusuna büyük kayıplar verdirildiği belirtilmiş ve aynı zamanda Türk kuvvetlerini, bazı köyleri yağmalamak ve bir çok insanı öldürmekle suçlamıştır . Birinci Ağrı İsyanı, 16 Mayıs 1926'da Yusuf Taşo ve çetesinin İran sınırını geçip Beyazit köylerinden hayvan çalarak Ağrı yaylalarına sığınması ve Hası Telli'nin halkı kışkırtmasıyla başlamıştır. İsyan başarıya ulaşmadan bir ay sonra bastırılmıştır. 1927 Eylül'ünde İkinci Ağrı İsyanı başlamıştır. Avrupa'da ve Amerika'da etkili olan ve Amerika'da bir şubesini açan Hoybun Cemiyeti, İkinci Ağrı İsyanı'nı desteklemiştir. Türkiye, Temmuz 1927'de Sovyet Rusya ile yaptığı bir anlaşma ile Kürt isyanlarına karşı Rusya'yı kendi yanına çekmeye çalışmıştır. 

Ağrı İsyanı'nda Sovyet orduları sınıra asker yığarak isyancıların hareket alanını daraltmıştır. 1928 yılına gelindiğinde İhsan Nuri liderliğindeki isyancı Kürt grupları Ağrı dağına hakim olmuşlardır. 2 bin kişiden fazla isyancı Kürt, dağlara çıkmıştır. Hoybun Cemiyeti'nin desteklediği Üçüncü Ağrı İsyanı, 1930 yılında başlamıştır. Mayıs 1930'da 4. ve 6. Kolordular Ağrı dağı yakınlarında toplanarak Ağrı İsyanı'nı bastırmak için harekete geçmiştir. 7-14 Eylül 1930 tarihleri arasında yapılan askeri harekatla Ağrı isyanı tamamen bastırılmıştır. Başta İhsan Nuri olmak üzere isyancıların elebaşları İran'a kaçmışlardır. İran tarafından tutuklanan İhsan Nuri kısa bir süre sonra serbest bırakılmış ve kendisine İran ordusunda görev verilmiştir. Hoybun Cemiyeti Ağrı isyanının bastırılmasından sonra gücünü büyük oranda kaybetmesine rağmen Türkiye'ye karşı faaliyetlerine devam etmiştir. Özellikle Fransa, Hatay sorunundan dolayı Hoybun Cemiyeti'nin faaliyetlerini desteklemeye devam etmiş ve dolayısıyla Cemiyeti'nin çalışmaları Suriye'de yoğunlaşmıştır. Siyasi Kürtçülüğe kültürel bir zemin hazırlamak amacıyla Şam'da 1932 yılında Hawar Dergisi çıkarılmaya başlanmıştır. 

Celadet Ali Bedirhan ve Kamuran Bedirhan tarafından Hoybun Cemiyeti'nin yayın organı olarak onbeş günde bir Kürtçe ve Fransızca olarak yayınlanan bu dergi, 1943 yılına kadar çıkarılmıştır. Hawar dergisinin ilk sayısında "amaçları ve özellikleri" başlığı altında derginin sadece ilmi ve edebi bir amaçla kurulduğu belirtilerek yayın politikası şöyle sıralanmaktadır. 

a) Kürtler arasında Kürt alfabesi ve gramerinin yayınlanması, menşei ve diğer dillerle akrabalığının incelenmesi (ilk sayıda Kürt alfabesi yayınlanmaktadır) 

b) Folklor başlığı altında Kürt efsaneleri, masalları ve Türkülerinin yayınlanması, 

c) Kürtlerin yazılı edebiyatları ile müzik, âdet, gelenek, tarih ve coğrafyalarının incelenmesi ve yayınlanması, 

d) Kürt dilinin Hint-Avrupa dil grubuna dahil olduğu, Kürtlerin bugün kullandıkları dilin Medlerin, Perslerin, Farsların dili ile aynı olduğuna dair araştırmaların yayınlanması, 

e) Derginin sayfalarının "yakından veya uzaktan Kürtçeye, Kürdistan'a ve Kürtçülüğe ilgi duyanlara" açık olduğu, 

f) Kürtlerin modernleşmek istedikleri, ancak Avrupalılara benzemedikleri belirtilmekle "birkaç Kürdün Avrupai giyinmesi bahane edilerek Kürt kıyafetlerini başlık olarak şapkayla ve giysi olarak da smokinle tasvir etmek garip olacaktır" denilerek ırkımıza has âdet, gelenek ve özellikle ile onlardan ayrıldıkları belirtilmiştir. Günümüz Kürtçülerinin " Kürt Açılımı " adı altındaki talepleri, Celadet Ali Bedirhan ve Kamuran Bedirhan gibi "Ayrılıkçı Kürtçülerce" 1932 yılından itibaren çıkarılmaya başlayan Hawar Dergisi'nde dile getirilmiştir. Dolayısıyla " Kürtlerin demokratik talepleri " Söyleminin arka planında, aslında " Kürtçülerin ayrılıkçı talepleri " yatmaktadır. 

Zamanla faaliyetleri oldukça azalan Hoybun Cemiyeti'nin, Hatay sorununun gündeme gelmesine paralel, Fransa'nın mandaterliğindeki Suriye'de yeniden canlanmaya başladığı görülmüştür. Nitekim İçişleri Bakanlığı'nın Başbakanlığa yazdığı 12 Ekim 1935 tarihli yazıda; Hoybun Cemiyeti'nin Suriye'de yaşayan kürtlere yardım maskesi altında çalışan fakat gerçekte Hoybun'a yardım toplayan "Kürt Fukara Perver Cemiyeti" adında bir dernek kurduğu, bu derneğin topladığı hububat ve paraları Hoybun'un siyasi amaçları için harcadığı belirtilmiş ve cemiyetin en büyük destekçisinin de Suriye'de kendisini Şeyh Sait'in halifesi ilan eden Şeyh Ahmet olduğu, bu kişinin, geçmişte Türkiye'ye saldırılarda bulunmuş çetelere maddi yardım yaptığı ve eline fırsat geçerse Şeyh Sait'den daha tehlikeli olabileceği vurgulanmıştır. Hoybun Cemiyeti'nin 1930 yılında açtığı Antakya şubesi de 1935 yılından sonra faaliyetlerini arttırmıştır. Hoybun Cemiyeti'nin " Katibi Umumisi " olan aynı zamanda Antakya şubesinin de başkanlığını yapan Antakya Lisesi felsefe öğretmeni Memduh Selim, 1936 yılı başlarında Türkiye sınırına yakın Kürt köyleri üzerinde propaganda faaliyetlerini yoğunlaştırmıştır. 

1936 yılı başlarından itibaren Hoybun Lideri Celadet Ali Bedirhan İskenderun, Halep ve Beyrut'taki Taşnak önderleriyle görüşmeler yaparak Cezire üzerinden Türkiye'ye karşı bir hareket yapmayı planlamıştır. Ayrıca Taşnak-Hoybun işbirliğine Türkiye'ye karşı düşmanca duygular besleyen Samdaki "Çerkez Cemiyeti" de dahil edilmiştir. 
Bu konuda Celadet Ali ile Çerkez Cemiyeti Başkanı Abdullah Bey arasında bir ittifak yapılarak Türkiye'ye karşı üç cemiyetin birlikte hareket etmesi kararlaştırılmıştır. Bu ittifakın yapılmasından sonra Türkiye'ye karşı 1937 yılı başlarında veya ilkbaharda harekete geçilmesi uygun bulunarak Türkiye içindeki taraftarları olarak kabul ettikleri bazı aşiretlere hazırlık yapmaları için talimat dahi verilmiştir. 
Nitekim 1936 yılı sonlarında Türkiye'nin güney sınırında bir takım çete saldırıları görülmeye başlamış, 1937 yılı başından itibaren bu saldırılar daha da artmıştır. Bu sırada Fransa, İngilizlerin Musul sorununu çözmek için kullandıkları modeli kullanarak Türkiye'ye yönelik "bölücü" hareketleri kışkırtma yoluna gitmiştir. Özellikle Türkiye açısından Hatay'ın ön plana çıktığı 1937 yılında Fransa Dersim İsyanı'nı teşvik etmiştir. Bunun üzerine Türkiye 8 Temmuz 1937 tarihinde Afganistan, Irak ve İran ile Sadabat Paktı'nı kurarak bölgeden yönelebilecek bölücü hareketleri önleme yoluna gir-mistir. Ancak Türkiye'nin çabalarına rağmen 1937 yılında Dersim İsyanı'nın çıkması önlenememiştir. 

Bütün bu Emperyalist oyunlara karşı Atatürk Türkiyesi de boş durmamıştır: 

Genç Türkiye Cumhuriyeti, Ağrı İsyanlarını sert bir şekilde bastırdıktan sonra 1932 yılının başında, Celal (Bayar) ve Tevfik Rüştü (Aras) başkanlığındaki iki resmi Türk heyetini İran'a göndermiştir. Bu heyetler, Kürt sorunu konusunda İran'la görüşerek, İran'ın isyancıları himaye etmemesini ve bu konuda Türkiye'ye yardım etmesini istemişlerdir. Türkiye sadece İran'la değil, Irak'la da Kürt sorunu konusunda görüşmeler yapmıştır. İki kez üst üste Türkiye'yi ziyaret eden Irak Dışişleri Bakanı'ndan, " Barzan bölgesini merkez olarak kullanan isyancı Kürtlere karşı operasyon yapılması" istenmiştir. Irak Hükümeti bu isteği kabul ederek Barzanlı Şeyh Ahmet'e karşı saldırılar düzenlemiştir. Aynı günlerde Irak'ın Ankara Büyükelçisi, İngiliz Büyükelçisi'ne gönderdiği bir yazıda İran, Irak ve Türkiye hükümetleri arasında Kürtlere karşı işbirliğinden söz etmiştir. Bu işbirliği Irakta'ki Kürt isyancılarından Şeyh Ahmet ve Mahmut'u etkisiz hale getirmiştir. 

Ağrı İsyanı'nından sonra genç Türkiye Cumhuriyeti içerde de çeşitli önlemler almıştır: 5 Mayıs 1932'de çıkarılan bir İskan Kanunu'yla Kürtlerin bir kısmı Batı bölgelerine yerleştirilmiştir. Aynı kanunla, şeyhlik, beylik ve ağalık kaldırılmış, aşiret resilerinin ve dini liderlerin sahip olduğu yetkiler ellerinden alınmıştır. Türkçeden başka bir dil kullanmak, yeni köyler ve mahalleler kurmak, zanaatkar cemiyetleri oluşturmak da yasaklanmıştır. Ancak bütün bu dış ve iç önlemlere karşın dışardan "emperyalizm" içerden de "yerli işbirlikçiler" çok geçmeden yeni bir Kürtçü isyan planlamışlardır. Genç Cumhuriyeti ve Kürt halkını derinden sarsacak olan bu isyanın adı Dersim İsyanı'dır. Görüldüğü gibi Dersim İsyanı, asla sadece Dersim İsyanı değildir; Dersim İsyanı, 1919-1936 arasındaki " Emperyalist " destekli Kürtçü isyanların, bu süredeki yeni isyan hazırlıklarının, genç Türkiye Cumhuriyeti'ne karşı kurulan " kirli ittifakların " nihai bir sonucudur. Osmanlı Dönemindeki Dersim İsyanları Dersim, Osmanlı döneminde çokça isyan etmiştir. Dersim aşiretleri, yaşadıkları bölgenin Osmanlı Devleti'nin maden ihtiyacını karşılayan bir bölge olduğunu fark ettikten sonra sıkça Osmanlı'ya karşı isyan etmişlerdir. Dersim aşiretleriyle Osmanlı arasındaki Alevi-Sünni ayrımı bu isyanları daha da şiddetlendirmiştir. Cengiz Özakıncı ' nın dediği gibi, "Maden demek, silah demek; top, tüfek, gülle demek; gümüş 'akça' ve 'bakır' mangır demekti. Çaldıran Savaşı'ndan sonra Osmanlı devleti, ne zaman doğudaki komşuları Rusya ya da İran'la savaşa tutuşacak olsa, siyasal Aleviliğin, Kızılbaşlığın dağlar ve akarsularla korunaklı kalesi Dersim'in önde gelen kimi aşiretleri, Osmanlı'nın top, tüfek ve para üretiminin kaynağı olan çevredeki madenlere saldıracaktı.

" Osmanlı Devleti' 1514, 1534-1535,1548-1549,1552-1554,1578-1590,1603-1611,1615- 1618,1622-1639,1723-1727,1730-1732,17351736,1821-1823 tarihlerinde Alevi, Şii, Kızılbaş İran Devletiyle savaşmıştır. Bütün bu savaşlarda, Sünni Osmanlı'nın yerli top tüfek barut üretimi, kimi Alevi-Kızılbaş Dersim aşiretleri tarafından, yöredeki madenlere yapılan silahlı baskınlarla, saldırılarla kesintiye uğratılmıştır. İsyancı Dersim aşiretleri 17.Yüzyıla kadar "İran'ın maşası" durumundayken, 19.yüzyıldan itibaren önce Rusya'nın, sonra da İngiltere'nin maşası durumuna gelmişlerdir. 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı'nda bazı Dersim aşiretleri, Rusya'nın yanında yer almak için Erzurum'daki Rus konsolosuna teklifte bulunmuştur



...