TÜRKİYE'DE YAŞANAN ŞUBAT KRİZİ: OLAYLAR, KURUMLAR, AKTÖRLER
13 Apr 2017 03:11 AM PDT
Onur Dikmeci
İstihbarat ve Strateji Uzmanı
Türk siyasi tarihinde Cerattepe olayları olarak anılan hadiseler, kamuyounda siyasi maksat içermeyen protestolar ve Gezi süreci gibi siyasi sonuçlarıda talep eden politik dizayn maksatlı ayaklanmalar olarak iki görüş altında toplanmıştır. Olayların temeli ve sonuçlarının incelenmeleri bu çalışmanın konusu olmamakla birlikte Cerattepe olayları sırasındaki bir haftalık süreç tarafımızdan Şubat Krizi olarak adlandırılmış ve incelenmiştir. Artvin Cerattepe'de maden çalışmalarının engellenmesine yönelik başlayan protestolar ile alakalı 23 Şubat ve 24 Şubat günleri hükümet cephesinden farklı açıklamalar gelmiş bu durumda kafalar iyice karışmıştır. Bununlada bitmemiş 25 Şubattan itibaren Yüksek Mahkemenin başka konuda verdiği kararlar ve tartışmaları Mart ayının hemen başında ise hükümet sözcüsü, başbakan, danışman gibi yüksek mevkilerdeki şahsiyetlerin diyalogları dikkatlerden kaçmamış bir nevi kriz mahiyetindeki gelişmelerin yaşandığı sonucuna varılmıştır. 23 Şubat günü Cerattepe çalışmalarıyla ilgili verilen beyanatla başlayan kriz süreci şu şekilde devam etmiştir:
23 Şubat günü Orman ve Su işleri Bakanı Veysel Eroğlu yaptığı açıklamasında "Maden tamamen korumacı mantıkla inşa ediliyor. Ruhsat ve ÇED raporları alınmış mı diye bakıyoruz önce. Madenin çevreye zarar vereceği iddiası yalan. Geri adım atmayacağız" demişti. Yalnızca bir gün sonra yani 24 Şubat 2016'de Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun Yeşil Artvin Derneği ile gerçekleştirdiği görüşmesinden sonra, Cerattepe'deki çalışmaların mahkeme kararı sonuçlanana kadar durdurulacağını söyleyerek 'Cerattepe'nin rengarenk ağaçlarının zarar görmemesine özen gösterilecek. Hukuk devleti kuralları içinde kamu düzenini sağlar, yanlış bir uygulama olursa gereğini yaparız.' diyecekti. Sadece bir gün arayla bakan ve başbakan arasında uyumsuzluk olduğu görülmüş oldu. 25 Şubat günü ise Anayasa Mahkemesi, casusluk iddiasıyla tutuklanan Cumhuriyet gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ile Ankara Temsilcisi Erdem Gül hakkında yürütülen soruşturmada 'hak ihlali' yaşandığına hükmetti. 31 Mayıs 2015'te Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan: '' MİT'e yönelik atılan o iftiralar bir ajan bir casusluk faaliyetidir ve bu gazete de bunların arasına girmiştir. Avukatlarıma talimatı verdim hemen davayı açtım (...) Bu haberi yapan kişinin bunun bedelini ağır ödeyecek öyle bırakmam onu" diyerek şahıslar hakkındaki görüşlerini bildiriyordu. Başbakan Ahmet Davutoğlu ise Kasım 2015'de , "Hukuki bir süreçtir, hükümetimizin müdahil olduğu bir konu değil. Bu tür durumlarda tutuklama istisnai bir durumudur. Tutuksuz yargılanmaları daha doğru olabilirdi" diyerek tutuksuz yargılamayı savunmuştu. İşte şimdi yüksek mahkemenin kararı kimilerine göre hukuki bir adımken kimilerine göre ise başbakanlık makamıyla yargının örtülü koalisyonu neticesinde bir mesaj misyonu taşıyordu. 26 Şubat tahliyelerin gerçekleştiği tarihti. 27 Şubat günü medyanın süratle geçtiği haberde Başbakan Davutoğlu'nun açıklamaları gündemi sarsmıştı. Başbakan Davutoğlu
''Ben buradayken, bu soru haddi değil ama bir arkadaşınız AK Parti’nin lideri kim diye sordu. Evet, AK Parti siyasetinin 13 yıllık başarı hikayesinin efsanevi kurucu lideri Recep Tayyip Erdoğan... Ve ben kendisinden, ‘vefa kongresi’ adını verdiğim ilk olağanüstü kongremizde onurla, delegelerimizin tamamının oyunu alarak, partinin yeni lideri olarak seçildim. ''
diyerek kimilerine göre yasal konumunu hatırlatıyor, geniş bir zümreye göre ise siyasi bir meydan okuma gösteriyordu.
1 Mart tarihinde AYM Başkanı Zühtü Arslan katıldığı bir programda: "Anayasa Mahkemesi'nin, Anayasa'nın ve kanunların kendisine verdiği yetkileri kullanarak verdiği kararlar, herkesi ve her kurumu bağlamaktadır. Bu bir Anayasa kuralıdır" demiş ve Cumhurbaşkanlığı ile aynı fikirde olmadığını belirtmişti. Çünkü 25 Şubat tahliye kararları açıklandığında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan:
''Ben Anayasa Mahkemesi'nin vermiş olduğu karara sadece sessiz kalırım o kadar ama onu kabul etmek durumunda değilim. Karara uymuyorum, saygı da duymuyorum" demiş, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ ise :
"Sayın Cumhurbaşkanı, Anayasa ve yasa ihlali olduğu açık olan bir karar hakkında Anayasa ve Türkiye'nin taraf olduğu insan hakları sözleşmelerine göre hareket etmesi gereken mahkemenin anayasa ihlali yaptığına inandığını ve o nedenle böyle bir açıklama yaptığını zaten ifade etti" diyerek
Cumhurbaşkanı ile aynı düzlemde düşündüğünün mesajını vermişti.
2 Mart günü Hükümet sözcüsü Numan Kurtulmuş'un :
"Sayın Cumhurbaşkanımız AYM kararıyla ilgili kendi kişisel düşüncelerini açıklamıştır. Sayın Cumhurbaşkanımız, Anayasa Mahkemesi'nin kararıyla ilgili kendi kişisel konumunu ortaya koymuştur'' sözlerine karşılık yanıt Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı Mustafa Akış'dan geliyor, Akış:
'' Cumhurbaşkanı'mızın, AYM kararını eleştirmesi, kişisel konumlanma değil; devletin ve hükümetin başı sıfatıyla bir açıklamadır.'' diyerek Kurtulmuş'a tepki gösteriyordu. Bu durum başbakan Davutoğlu'na sorulduğunda ise "Cumhurbaşkanı herhangi bir vatandaş gibi eleştiri yapma hakkı vardır. Ben de aynısını söyledim. Cumhurbaşkanı başdanışmanın açıklaması bana gelmiş değil. Ayrıca o anlamda bürokratik birinin açıklamasına cevap verme tutumu içine girmedim, girmem. Türkiye'de devletin başı Cumhurbaşkanı'nın da hükümetin başı Başbakan'ın yetkilerini herkes bilir. Hele hele herhangi bir açıklamayı da bilmiyorum, yorumda da bulunmak istemem ama bir başbakanın bir bürokratın açıklaması üzerine yorum yapmasını doğru bulmam'' diyerek, net bir tepki ortaya koymuştu.
Bu durum kimilerine göre başbakanlık makamının hüviyetinin tekrarlanmasıyken kimilerine göre ise Davutoğlu'nun yeni ve tek liderliğe soyunmak istediğinin göstergesiydi. Darbe, uyumsuzluk, çekişme benzeri terimlerde kullanılsa bu bir haftalık süreçte bir kriz yaşandığı açıktır. Şubat Krizi olarak adlandırdığımız bu evrede özetçe:
23 Şubat Bakan Eroğlu geri adım atılmayacağını belirtmiş
24 Şubat Başbakan Davutoğlu çalışmaların durdurulduğu açıklamasında bulunmuş
25 Şubat AYM tutuklu sanıklar hakkında kararını açıklamış ve kamuoyunda tartışma yaratmış
26 Şubat tahliyeler gerçekleştirilmiş
27 Şubat Başbakan Davutoğlu liderliğini deklare etmiş
1 Mart AYM Başkanı verdikleri kararı savunmuş
2 Mart danışman, hükümet sözcüsü ve başbakan arasında sıcak ve gergin diyaloglar yaşanmıştır.
Şubat Krizinin ne bakımdan değerlendirilmesi gerektiği hususu düşünüldüğünde, çok başlılık, siyasi çekişme, kriz, komplo, vesayet gibi kavramlardan her biri bireylerin sahip oldukları siyasi kanaatlere göre farklılık göstermektedir. Hangi adla tanımlanırsa tanımlansın bu bir haftalık sürecin oldukça gergin geçtiği açıktır. Şüphe üzerine kurulmuş Türk siyasi anlayışına göre Cumhurbaşkanı ve ekibi köşeye sıkıştırılmak zamanla da tasfiye edilmek isteniyordu. Bu sürecin bugünün birikimine göre değerlendirmeye tabi tutulduğunda hukuki telakkilerden öte siyasi maksatlar taşıdığı kamuoyunun yaygın kanaati haline gelmiştir. Yani bu durum Cumhurbaşkanlığına yönelik siyasi ve hukuki komplolar bütünü olarak tanımlanmıştır.
Türkiye'de kurumların savaşı ve siyasi hukuki çekişmeler hep yaşanmıştır. Güvensizlik, demokrasi kültürünün yeterince sağlıklı yapılandırılamaması, asli sorumluluklar dışına yönlenilmesi temel sebeplerdendir. Türkiye'de hiçbir zaman en güvenilir kurum olarak Yargı, Yasama ya da Yürütmenin görülmemesi çok tartışılacak bir durumdur.
Her ülkede siyasi ve yargısal uyumsuzluklar görülebilir ancak Türkiye'de ki durum diğerlerinden farklıdır. Şubat Krizi olarak adlandırdığımız süreç bunun somut göstergesidir.
http://dikmecionur.blogspot.com.tr/2017/04/turkiyede-yasanan-subat-krizi-olaylar.html
**