TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANI SAYIN BÜLENT ARINÇ'IN TV 8 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANI SAYIN BÜLENT ARINÇ'IN TV 8 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

31 Ocak 2015 Cumartesi

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANI SAYIN BÜLENT ARINÇ'IN TV 8 KANALINDA BEDRETTİN HABİBOĞLU İLE YAPTIKLARI SÖYLEŞİ (1)







TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANI SAYIN BÜLENT ARINÇ'IN TV 8 KANALINDA BEDRETTİN HABİBOĞLU İLE YAPTIKLARI SÖYLEŞİ (1) 

(22 Mart 2003)




SORU: Siz diyorsunuz ki, "Eğer siyasi endişeler ile hareket etmiş olsaydım 50 kere Başbakan, bilmem kaç kere Genel Başkan olurdum." Evvela bu sözle ne kastediyorsunuz? Türkiye'de Başbakan ya da Genel Başkan olmak için siyasi endişelerle mi hareket ediliyor? Yani hür iradeli insanlar Türkiye'de Başbakan ya da Genel Başkan olamazlar mı?
ARINÇ: Öncelikle ben de teşekkür ediyorum. Bizi değerli izleyicilerimizin evlerine konuk ettiniz. Tabii özellikle birkaç günden bu yana hepimizi üzen, dehşet verici manzaralar karşısındayız. Çok yoruluyoruz, çok üzülüyoruz, çok endişeliyiz. Böyle bir ortam içerisinde böyle çok önemli bir programa beni konuk etmeniz memnuniyet verici. Çok teşekkür ediyorum.
Tabii hayat hikayemi kısaca ortaya koydunuz. Sonunda bir cümleyle bana soru soruyorsunuz. O cümleyi, zannediyorum çok uzun bir söyleşinin içinde bir yerde ifade ettim. Belki tam öyle olmasa bile ona yakın bir anlamı vardı. Şimdi bu kısa hayat hikayesi içerisinde uzun bir siyasi geçmiş var. 1968-69'larda başlayan ve halen devam eden, bulunduğu partilerin bütün kademelerinde çalışmış, bulunmuş bir insan olarak iyi veya kötü siyasette bir deneyime sahibim.
Ben siyasette şunu gördüm; bu önemli bir konudur. İnsanlar bir yerde üye olurlar, delege olurlar sonra ilçe başkanı olurlar, il başkanı olmak isterler. İl Başkanı olunca Belediye Başkanı, Milletvekili olmak isterler. Milletvekili veya Belediye Başkanı olunca, "Niye hükümete girmeyeyim. Seçilmeyeyim. Parlamentoya girmeyeyim" derler. Bakan olmak, Başbakan olmak hepsinin hayallerinde vardır. Bunun bir meşru yönü var. Siyasette olan herkes, önünün açık olduğuna inanmalı ve büyük bir gayret içerisinde özveri ile çalışmalı, siyasetin kendisine sunacağı bütün imkanları elbette kendi hakkı olarak kabul etmeli. Bu doğrudur ve meşrudur. Eğer siyaset toplumun sorunlarını çözmek için yapılıyorsa, siyaset millet için yapılıyorsa, bu yolda olan herkesin başarılı olduğu kadar her noktaya gelmesi de hakkıdır.
Ancak bu siyasetin içerisinde, bir takım küçük menfaatleri büyüterek ve sadece onlara kavuşmak arzusu ile yola çıkanlarda vardır. Hedefleri mutlaka bir yere gelmek ise kendi deneyimlerini, birikimlerini bir kenara koymak suretiyle yanlış olanı yaparlar. Doğruları görmezler, yanlışları fark etmezler. Ya lider hegemonyası içerisinde ona yakın olmanın, onunla aynı fotoğraf karesine girme gayretini gösterirler. Gayri meşru siyasetin yolları içerisinde yükselmenin çarelerine bakarlar v.s..
Ben siyasi hayatımın tamamında ilkeli olmayı kendime hedef edindim. Kararlı olmayı hedef edindim ve cesur siyaset yapmayı düşündüm. Dolayısıyla liderle ilişkim varsa ve bana herhangi bir şey sorulmuş veya benim sorumluluğum altında bir iş verilmişse ben yerine göre eleştiririm, yerine göre yanlışları ortaya koyarım, yerine göre doğrulara sahip çıkarım. Bana ne kadar büyük zorluklar getirmiş olsa bile onlardan hiçbir zaman yılmadım. Bu sözüm şu anlamdadır; lider ve çevresindekiler Türkiye'deki parti içi demokrasinin en büyük kaybı olarak yıllardır karşımıza çıktılar. Bugün bazı şeyleri eleştiren insanlar, dün bunları yapmamışlardı. Evvelsi günü hiç düşünmemişlerdi. Ama ben evvelsi günde, dünde, bugünde doğru bildiklerimi her zaman ve her yerde benim aleyhime olacağını bilsem bile, her zaman yüreklilikle dile getirdim. Çevrem de bunu bilir. Beni tanıyan herkeste bunu paylaşır. Bu belki zamanında bana ve benim gibi insanlara bir Başbakanlığı, bir Bakanlığı kaybettirmiş olabilir. Ama bunun hesabını yapmazsanız, kader denen bir şeye inanırda, "Ben bugünü değerlendirmeliyim. Benim üzerimdeki sorumluluk bugün ne yapmamı gerektiriyor." En azından Hz.Ömer gibi akşam evinize gittiğiniz zaman, o dermiş ki; "Ben bugün Allah için ne yaptım?" Bir muhasebe yaparmış. Ben bugün millet için ne yaptım? Bunu kendimize sorabiliriz. Herkes bunu çeşitli şekillerde sorabilir. "Ben bugün ailem için ne yaptım? Kendim için ne yaptım? Toplum için ne yaptım? Siyaset için ne yaptım? Ülkem için ne yaptım? Vatanım için ne yaptım?" Eğer artı hanesinde, gelir hanesinde bir şey varsa, gider hanesinden de biraz fazla ise o sizi çok yüceltir. O sizi çok rahata, itinama ulaştırır.
Ben siyasette düşenleri, kalkanları gördüm. İhanetleri de yaşadım. Bunları da bilirim. Yani dün el ayak yıkayanların bugün zennedenlerin veya dün kötülediklerinin bugün yanına koşanların da tanığı olduk. Ama ben kendi hesabımı veriyorum. Hem kendi nefsime karşı hem de böyle bir siyasetçi olarak kabul eden topluma karşı Bülent Arınç kimdir, şudur. Yani, arkasında herhangi bir şaibesi olmayan, sözünün eri, sözünü sakınmayan, konuştuğu zaman ne söylediği anlaşılan, net olan ve bundan dolayı mağdur olsa bile arkasına bakmayan, sözünden dolayı gelebilecek olan musibetlerden korkmayan bir insan olarak anlaşabilirsem bu benim için çok önemlidir. Ben çok kitaplar yazmadım ama çok konuştum. Bütün dünyayı dolaştım. Türkiye'nin bütün ilçelerini, bütün illerini bilirim. Hayatım boyunca gitmediğim yer, konuşmadığım yer, tartışmadığım platform kalmadı. O günlerden, bugünlere ne kadar iz kalmışsa, en sonunda yapabildiğim Meclisteki konuşmalarımı biraraya getirip "Baki Kalan" ismi ile bir kitap yayınlamak oldu. Bunun dışında benim elimde kalan başka bir sermaye yok. Şuanda Milletvekili maaşımın dışında da başka bir geliri olmayan bir insanım. İhale takipçiliği yapmadım. Herhangi bir şirkette çalışmadım. Onun veya bu kişinin paralı, maaşlı memuru olmadım. Sağdan soldan gelebilecek hiçbir ikrama tenezzül edip, dönüp bakmadım. Avukatlık hayatımda da kazandığım para ile çocuklarımı geçindirdim. Bugün de alabildiğim maaşla geçindirmeye çalışıyorum.
Dolayısıyla bu siyaset ne kadar devam eder, bu makamlarda ne kadar kalırız, inanın şu saat itibariyle ertesi günü düşünmüyorum. Ben bugün vatanım, milletim ve temsil ettiğim makam için "Ne yapabilirim, ne yapmalıyım" bunun endişesini duyuyorum. Bu sözü de zannediyorum bir gazetede uzunca yayınlandı, bir sohbetin içinde sadece bunları anlatmak için söylemiştim.
SORU: Sizin Sayın Erdoğan ve Sayın Gül'e rağmen, TBMM Başkanı olduğunuz yorumları yapıldı. Bu gerçekten böyle miydi? Değil ise neden böyle söylendi? Arkasından Meclis'te bir kapalı tezkere oturumu yapılmıştı. Bu oturumun tutanakları Sayın Erdoğan tarafından sizden istendi. Siz de "Yasa gereği, kapalı oturum tutanakları için Meclis'ten karar çıkarılmalı" diyerek tutanakları vermediniz. Acaba Sayın Erdoğan Yasaları bilmediği için mi böyle bir talepte bulundu?
ARINÇ: Hepsine kısaca cevap vereyim. Sayın Gül de, Sayın Erdoğan da benim yıllardan beri birlikte olduğum siyaset arkadaşlarımdır. Doğruları hep beraber paylaştık. Benim söylediğim ilkelere onların da sahip çıktıklarına yürekten inanıyorum. Kaldı ki, bugünden geçmişe baktığımız zaman hemen hemen son üç partide birlikte bulunduk. Ak Parti'nin kuruluşunda da temel olan birkaç kişiden sadece üç kişiyiz. Şimdi o arkadaşlarımın da bu ilkeli, kararlı ve cesur siyaset yapma konusunda benden farklı düşündüklerini zannetmiyorum. Öyle olsaydı, zaten herşeyi göze alarak Ak Parti tecrübesini yaşamazdık. Şuanda da aynı kanaatteyiz. Birbirimizi de çok seviyoruz.
Şüphesiz gazete haberlerine bakarak yola çıkmak çok doğru değil. Ancak doğrularını hemen kabul edip, yanlışlarını da işaret etmemiz lazım. Bir defa benim Meclis Başkanı olma isteğime her ikisi de karşı çıkmadılar. İkisi de "Peki diyerek " karşılık verdiler. İkisi de bana "Hükümette mi, yoksa Meclis Başkanlığı'nda mı görev almak istediğimi" sorduklarında ben "Meclis Başkanlığını tercih ettiğimi" ifade ettim. İkisi de "Peki, hay hay"dediler. Sağolsunlar Grubumuzda tek bir fire vermeden beni Meclis Başkanlığına seçtiler. Eğer ikinci tura kalsaydım, belki 500 oy ile seçilirdim. Çünkü CHP'ler de verirlerdi. Ama birinci turda kendi adaylarına vermeleri çok tabii idi. Yani kesinlikle sizin bu güzel programınızda ifade edeyim ki; ne Tayyip Erdoğan, ne Abdullah Gül benim Meclis Başkanı olmama karşı çıkmadılar. Bilakis desteklediler. Bana tercihimi sordular. Ben de onlara tercihimi ifade ettim. O günden bu yana da aramızda herhangi bir kırgınlık, herhangi bir çekişme veya herhangi bir yanlış anlama söz konusu değildir. Ben Meclis Başkanı olarak, konumumum gerektirdiği şekilde konuşuyor ve davranıyorum. Bir zamanlar Sayın Tayyip Erdoğan Genel Başkan olarak, şimdi de Başbakan olarak; bir zamanlar Sayın Abdullah Gül de Başbakan olarak kendi konumları ile ilgili bir üslubu ortaya koyuyorlardı. Biz arkadaşız, dostuz ve aynı siyasetin yolcularıyız. Bugün ben bir Ak Parti Milletvekiliyim. Meclis Başkanı olmanın dışında Genel Başkanım Sayın Erdoğan'dır ve bizim birbirimizle çelişen bir tavrımız olması da mümkün değildir. Ancak farklı düşünebiliriz. Konumlarımız gereği farklı üsluplar içinde konuşabiliriz. Ama temel doğrularda bir ayrılığımızın olduğunu, hiç kimse söyleyemez.
Pek çok soru birbirine karıştı. Şimdi kapalı oturumlarda, zaten açık oylama talep edildi. Oylama da elektronik cihazla yapıldı. Elektronik cihazla yapılan kapalı oturumdaki oylamanın bilinmesi mümkün değil. Biz bunu zaten yasa gereği, hemen bilgisayar çıktısını alıyoruz, kapalı bir zarfla mühürlüyoruz ve 10 sene açılmamak üzere bir kenara kaldırıyoruz. Sayın Tayyip Erdoğan da benden oylama sonuçlarını istemedi. Kesinlikle böyle bir şey söz konusu değil. Ancak Başkanvekili arkadaşlarımızın oylama sonuçlarını almak istediğini duyunca, Tutanak Müdürlüğü'ne talimat verdim: "Hiç kimse, ben dahil oylama sonuçlarını görmeyecektir. Derhal zarfa koyun, mühürleyin." Zaten bunu yaptığım zaman da, tutanakçılar görevlerini yapmışlardı. Sayın Erdoğan böyle bir şeyi talep etmedi, edemez. Bende zaten kendisine hiçbir zaman "Tutanak sonuçları böyledir" diye vermem. Bu bir namus meselesidir.
SORU: Yani sonuçta Sayın Tayyip Erdoğan sizden talep etmiş olsaydı bile ..
ARINÇ: Veremezdim. Yasa böyle. Gizlilik içerisinde bu cereyan eder. Bunu ben bile bilmem. Nasıl davranacaklarını bilemem. Ama böyle davranmalarını ben beklerdim ve zannediyorum öyle yapmışlardır.
SORU: Siyasetçiler muhalefetteyken başka, iktidara geldiğinde başka konuşuyor. Sayın Tayyip Erdoğan da, ABD ve IMF aleyhine çok konuştu. Ancak iktidara gelince hem ABD hem de IMF ile iyi diyaloga girdi. Bunun sebebi ne olabilir?
ARINÇ: Şimdi bunun direkt siyasetle ilgili bir yönü var. Zaten son yıllarda siyasetin giderek yozlaşmasına, değer kaybetmesine yol açan sebeplerden birisi de budur. Halkın siyasetçiye olan güven kaybının temel nedenlerinden birisi de budur. Siyasetçi sorumsuz olursa, çıkarları ön planda tutar, halk nasıl olsa 24 saatlik düşünür menfaatine bağlıdır, ben bugün ne söylersem söyleyeyim yarın iktidara geldiğim zaman bunlar unutulmuş olur diye düşünürse , bu siyasete vurulabilecek en büyük darbelerden birisidir ve nitekim partiler, milletvekilleri ve genelde siyaset kurumu bundan çok şey kaybetmiştir. Bunun iki türlü izahı olabilir;
1- Siyasetçi bugün çok basit ve güdük yetişiyor. Bugün işine ne gelirse onu söylüyor. Buna biraz popülizm derler. Halk dalkavukluğu.. Ama idareye geldiği zaman devlet yönetmenin ve idare etmenin ne kadar zor olduğunu görüyorlar veya halk karşısında söylediği sözlerin, iktidara geldiğinde ne kadar temelsiz ve efsatsız olduğunu görüyorlar. Orada hiç sıkılmadan 'çevir kazı yanmasın' hesabıyla bir başka şey yapıyorlar. Bu siyasetçinin yetersiz olduğunu gösterir.
2- Halkın bu tür şeylere iltifat ettiğini görüp, halkı günü birlik yaşam içerisinde sadece oyunu alabilmek, geldikten sonra da bunu öttürmek çabasını gösterir.
Tabii bu ilkeli siyasetçinin yapacağı işler değil. Meselelere net bakarak, geleceği okuyarak, ufku biraz daha geniş olmayı gerektiren bir siyasi birikime ihtiyaç var. Eğer popülist olmazsanız, halk dalkavukluğu yapmazsanız, olabilecek şeyleri dürüst olarak halka söylerseniz, belki ilk planda çok taraftarınız olmaz ama hadiseler sizi hep halklı çıkarttıkça, dürüstlük gibi, gerçekleri görmek gibi sıfatı halk sizde görür ve yarın sizi hemen iktidara da getirebilir.
Nitekim geçmiş siyasi tecrübelere baktığımız zaman bunları görüyoruz. Siyasetçi dürüst olmalı, gerçekleri görmeli, ufku geniş olmalı, program ve projeleriyle halkımızın ve ülkemizin beklentilerine cevap vermeli. Böyle olursa bundan siyaset kurumu çok şey kazanır. Şimdi bize gelince; Ak Partinin kuruluşunda bütün bunları bir tecrübe olarak tartıştık.
SORU: Şöyle bir açılım yapabilir miyim? Siz yirmi yıl önce neyi söylüyorsanız, şimdi de onu söylüyorsunuz. Ancak sizin birlikte hareket ettiğiniz Sayın Erdoğan olsun, Sayın Gül olsun söylemlerini değiştirdiler. Bunu nasıl açıklıyorsunuz? Sizin bu söylediklerinizden herkes nasibini alıyor mu?
ARINÇ: Hepimiz bundan nasibimizi alırız. Önce doğruyu söyleyelim. Yanlış yapanlar zaten kendilerine çeki düzen verirler. Doğru söylersek veya doğru söylediğimizi inanarak söylersek, bu kamuoyunda yankılanır. Herkes burası doğru, şurası yanlış diyebilir. Mutlak doğruyu biz söylemiyoruz. Siz bir sual sordunuz, ben bilebildiğim kadarıyla söylüyorum. Ancak bir propaganda bombardımanından veya bir medya şaşırtmasından arta kalan ne varsa ben onu söylüyorum. Şimdi Tayyip Erdoğan'la biz uzun yıllardan beri siyaset yapıyoruz. Örneğin; bir Selamet Partisinden bu yana çizgimizde bir değişiklik yok. Ama biz geliştik. Değişerek geliştik, gelişerek değiştik.
Şunu söylemek istiyorum; ben mensubu bulunduğum siyasi partiler içerisinde, bundan 15 sene evvel Avrupa Birliği taraftarı değildim. Hatta AB'ye girmenin vatana ihanetle eş olacağını düşünen bir siyasi düşünceye sahiptim. Ama bugün bunun tam aksini düşünüyorum ve Türkiye'nin AB'ye tam üye olmasında yarar olduğunu düşünüyorum. Bunun gibi bazı konularda fikirlerimizin geçmişe yönelik bugün farklı olması izah edersek doğaldır. Niçin öyle idi, neden böyle? Şimdi biz AK Partinin kuruluşunda söz verdik. Dedik ki; dürüst siyaset yapacağız. Evet geçmiş siyasi partilerden gelen arkadaşlar olmakla birlikte, ilk defa siyasete katılanlarda vardı. Bunların bir kısmı iş adamıydı, bir kısmı sanatçıydı. Bir kısmı belki kendi halinde insanlardı. Yeni bir siyasi parti var ve bu yeni siyasi parti Türkiye'ye yeni bir vizyon getirmek istiyor diye düşündük. İsmimizi o gün koymamıştık ama Yenilikçi Hareket olarak biliniyordu. O zaman dürüst olacağız dedik. Dürüst olacağız, halkımıza doğruları söyleyeceğiz, Türkiye'nin vizyonlu perspektifini iyi tespit edeceğiz. Bakınız çok önemli bir fark yaşadık. Biraz önce söylediklerimizle çelişen ama içinde yaşadığın için doğrusunu anlatmak zorunda olduğun bir hadise. Bize seçimden önce iki şey sordular; Tayyip Bey'in milletvekili olamayacağı anlaşılınca, "Başbakanınız kim?" diye sordular. Biz bunun çok önemli olmadığını, iktidara geldikten sonra ilk yapacağımız işin kendi kurumlarımızda Başbakan adayını belirlemek olduğunu ifade ettik ve bunu bir zenginlik olarak ortaya koyduk. Dedik ki; "Sizin partinizde Genel Başkanın dışında bir Başbakan adayı gösteremiyorsunuz, ama bizde nereden baksanız 10-15 tane ismi geçen Başbakan adayı var. Hiç sorun olmayacak. 3 Kasım'da iktidar, 4 Kasım'da Başbakan adayını belirleyeceğiz" dedik ve gerçekten Sayın Abdullah Gül'ün isminin belirlenmesinde hiçbir noksanlık yaşamadık.
Bize seçimden önce sorulan ikinci sual şuydu; "IMF ile devam edecek misiniz, IMF ile ilişkileriniz nasıl olacak?" Çünkü karışınızda bir siyasi parti vardı, diyordu ki; "Biz IMF ile olan anlaşmaları yırtıp, çöp sepetine atacağız. Söyleyin bakalım siz ne yapacaksınız?" Biz bunu söylemedik. Tam aksine IMF ile yapılan anlaşmaların elbette devam edeceğine, ama bu anlaşmalar içerisinde sosyal yönünün zayıf olduğunu ve birtakım sektörlerin desteklenmesi gerektiğine inandığımızı, bu konuda programların revize edilmesini düşündüğümüzü ifade ettik. "Bunlar da IMF'ci" dediler. Biz "Hayır" dedik. Yani biz yırtıp, çöpe atamayız, böyle bir şeyimiz yok bizim. IMF böyle bir kurumdur. TC Hükümeti onunla böyle bir anlaşma yapmıştır. Biz bu anlaşmaları revize edilmesinin mümkün olduğunu söylüyoruz. Bizi itham ettiler, "Sizde IMF'ci oldunuz" diye. Biz dedik ki, "Hayır, bu ithamı kabul etmiyoruz. Biz hükümet olarak gittik, IMF ile anlaşma yaptık." Bizden önceki Hükümeti kastederek. "Biz şimdi orada çiftçi ve esnafa destek olabilecek yeni programlar ilave edeceğiz" dedik. "IMF programını yırtıp atacağız" diyen parti % 2 aldı. "Biz IMF ile yola devam edeceğiz ama eksiklerini tamamlayacağız" diyen AK Parti % 35 aldı.
Çok sert söylemlerle yola çıkıp, ondan sonra da tam tersini yapmak itibar ve güven kaybına yol açmıştır. "Biz İsrail ile yapılan tüm anlaşmaları hükümsüz sayacağız" diyen bir siyasi parti lideri, daha sonra İsrail ile en çok anlaşma imzalayan Başbakan olmuştu. Yani bugünde öyledir, şu anda Hükümetin Meclisten geçirdiği tezkereyi bile bir ihanet olarak yorumlayan, bize mesajlar yollayan bir kesim de bulunmaktadır. Yani, sanki Irak'ta patlayan bombaların sorumlusu Türkiye imiş ve Hükümeti bunun en büyük sorumlusu olarak kabul ediyormuş gibi bir yanlış anlayış var. Bildiğiniz gibi, Hükümetin talep ettiği tezkere, Irak'ta operasyon başladıktan sonra çıkmıştır. Yani böyle bir harbin başlamasına Türkiye sonuna kadar mani olmaya çalışmış ama ne var ki, elimizde olmayan sebeplerle Irak'ta silahlı bir operasyona girişilmiştir. Gerçekçi olursak; halkın kalbi bunları istiyor. Yani halk, evet küçük şeyler bazıları meşgul oluyor ama büyük kitle olarak, dürüst, kendisine doğruları söyleyen siyasetçiyi istiyor ve onu destekliyor. Onunla birlikte ülkenin daha güzel günlere kavuşacağına inanıyor. 

http://www.tbmm.gov.tr/develop/owa/tbmm_basin_aciklamalari_sd.aciklama?p1=2309

..