ORTADOĞUNUN YENİ DENGESİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ORTADOĞUNUN YENİ DENGESİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Ocak 2021 Pazar

KAMU DÜZENİNE HAPSEDİLEN ÇÖZÜM SÜRECİNİN ORTADOĞU'NUN YENİ DENGESİNDEKİ YERİ ÜZERİNE

KAMU DÜZENİNE HAPSEDİLEN ÇÖZÜM SÜRECİNİN ORTADOĞU'NUN YENİ DENGESİNDEKİ YERİ ÜZERİNE

 


Feyzi Çelik
ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ VE KÜRDİSTAN
29.12.2014 15:05:13

Türkiye tarihinin en uzun süren MGK toplantısı 30 Ekim 2014 tarihinde yapıldı. Yaklaşık olarak 10 saat süren bu toplantı, Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığındaki ilk toplantıydı. Bu toplantı öncesinde, 6-8 Ekim Kobani’ye destek eylemleri, çözüm süreci hükümetin deyişiyle “Türbülans” geçirmişti. Öncelik, “Paralelle mücadele” şeklinde olsa da toplantının ana gündem maddesinin “Güvenlikle” ilgili olduğu; toplantının sonunda yapılan açıklamada, "Terörle çok boyutlu mücadele kapsamında sürdürülen çözüm süreci ele alınmış, sürecin oluşturduğu olumlu atmosferi ve huzur ortamını bozmaya yönelik provokatif olaylara karşı kamu düzeni ve güvenliğini koruma konusundaki kararlılık teyit edilmiştir" denilmiş olmasıyla açığa çıktı. Sonrasında “İç güvenlik paketi” hazırlanarak meclise sevk edilmiştir. Çözüm sürecinin bir anlamda askıya alınması anlamına gelen “İç güvenlik paketinin” meclise sevk edilmesi bu konuda hem hükümetin gerçek niyetini açığa çıkarmış hem de “İç güvenlik paketine” karşı, sadece Kürtler değil, değişik kesimlerden de tepkiler geldi.  

Henüz İç güvenlik paketi yasallaşmadan polis toplumsal olaylara orantısız/suç işleyecek şekilde müdahalelerde bulundu. Polisin ateşli silahıyla Abdülkadir Çakmak ve Rojhat Özden iki çocuk vurularak öldürüldü.  Bu öldürmeler dahi başlı başına müzakere/diyalogun önünde engeldirler. Buna rağmen HDP, hiçbir şey yokmuş gibi görüşmeleri devam ettiriyor. Bu çocukların sokağa çıkıp eylem yapmaları HDP'nin ve herkesin gözü önünde oluyor. Onların öldürülmesini sorun yapmıyorsanız en azından ölümle sonuçlanacak eylemler yapmalarını engelleyin. Bunu yapmak için bir şey yapılmadığı gibi ölümlerden sonra bu ölümler yokmuş gibi "çözüm süreci" devam ediyor. Yaşanan olumsuzluklardan kimin, ne şekilde sorumlu olmadığı araştırılmadan “çözüm sürecine karşı provokasyon”  olarak değerlendirilip geçiştiriliyor. Cizre’de olan da buna benzer bir olay olduğu halde, daha öncekilerde olduğu gibi “provokasyon” denilerek aynı tavırlar sergileniyor. Bu konuda hem devlet yönünden hem de PKK yönünde bazı sorunları olduğu açıktır. Bundan bir süre önce HDP Eş Genel Başkanının Cizre’deki gençliği, bazı eylemlerinden dolayı eleştirmesinden sonra Demirtaş’ın bundan dolayı KCK yöneticileri tarafından sert bir şekilde eleştirilmesi, bu konudaki eylemliliklerin KCK düzeyinde sahiplendiğinin en önemli işaretlerinden biridir. KCK kendisine göre bu tür eylemlilikleri sahiplenmesi normal görünse bile İmralı’da HDP’yle birlikte geliştirilen sürece ters düştüğü kabul edilmelidir. Demek ki, burada çok önemli sorunlar vardır. Bu sorunlar aşılmadan sürecin sağlıklı yürümesi mümkün değildir. Öncelikle Kürt siyasi merkezinin neresi olduğu belirlenmeli ve şu da açıkça bilinmelidir ki, "cezaevindeki Öcalan tek irademiz" söyleminden vazgeçilmelidir. Öcalan'ın Özgür olması halinde dahi bu söylemin doğru olmadığı bilinmelidir. 
Siyasetin iki işleyen motoru Öcalan ve Erdoğan, toplumla ilişkilerinde kendi kadrolarına gerekli inisiyatifleri tanımadıklarından dolayı siyasal kanallar tükenmiş duruma gelmiştir. Her iki liderin çevresinde yer alanlar ona yol gösterme yerine onun gösterdiği yolda gitme, başka bir deyişle onun suyundan gitme anlayışı, her iki lideri daha fazla muhafazakarlığa doğru itmektedir. Özellikle, liderin söylemlerine karşı eleştirilerin yokluğu, eleştirenlerin daha çok karşı mahalleden oluşu, iç eleştiri mekanizmasının işlemeyişi çıkmazı derinleştiriyor. Her türlü siyasetsizlik, Ortaçağ Avrupa’sında kilisenin düştüğü durumu andırıyor. Liderlerin mevcut durumu, işlerin yolunda gitmesi halinde iyi olarak değerlendirilebilirdi. Ne yazık ki, işler yolunda gitmiyor. Hastalıklar baş göstermiş durumdadır.
2014 Yılı, Kürt uluslaşmasında dönüm noktası oldu. Tarihte ilk kez dört devlet arasında bölüşülmüş Kürtler hem üzüntülerinde hem de sevinçlerinde aynı duyguları birlikte yaşadılar. Şengal'in işgali ve Kobani'nin istila girişimi Kürtleri nasıl ki, birlikte üzüntüye boğduysa Şengal ve Kobani'den gelen iyi haberler birlikte sevinci de getirdi. Uluslaşmanın en önemli sonucu uluslar arası alanda Kürt etnik kimliğinin Kürdistan ulus kimliğine doğru gitmeye başlamış olmasıdır. Bunun aynı zamanda tarihi bir anlamı da vardır. Şimdiye kadar tarihte Kürtlerin yerini, Türklere, Osmanlıya ve İslam'a katkıya göre belirleyen anlayış yerini Kürtlerin Kürdistan'a katkı anlayışına bırakmış durumdadır. Asıl Ortadoğu'yu derinden etkileyen de budur. Bu aynı zamanda Ortadoğu’nun demokratikleşmesinin önünü açacak anahtardır. Bunu, PKK de KDP ve YNK de anlamış durumdadır. Parti veya aşiret çıkarı yerini Kürdistan'ın ulusal çıkarı almış durumdadır. Maxmur'da, Şengal'de, Kerkük'te, Kobani'de olan budur. Bu da Kürtleri, esaret altında tutmaya alışmış Türkiye ve İran'ı ürkütmüştür. Mücadele ve pratiği ile Kürdistan'ın kalbi durumuna gelen Irak Kürdistan'ındaki bu etkinin Türkiye ve İran Kürdistan’ına yayılmaması için bu iki devlet inanılmaz taktikler içine girebilirler.

Türkiye, Öcalan'ın rehineliğinden faydalanarak uluslar arası alanda gelişen PKK etki ve gücünü hem sınırlamak hem de ulusal Kürdistanilikle buluşmaması için elinden geleni yapmaya çalışıyor. Çözüm sürecini bu amaçla kullanmaya çalışıyor. Bunu uygulamak için, TC, Öcalan üzerinde inanılmaz bir baskı uygulayarak, demokratik cumhuriyet/özerklik ideolojik çıkmazından sıyrılma belirtileri gösteren PKK'yi durdurmaya çalışıyor. 2013 Yılı Newroz'unda "güncellenmiş misak-ı millinin" piyasaya sürülüşünün cilalarının dökülüşü ile birlikte, bunu yeni bir formatta yürütmek amacıyla İmralı'da Öcalan'a atfen bir öz eleştiri mekanizması hayata geçirildi. Öz eleştiri mekanizmasıyla yaşanan başarısızlık ve aldatılma geçiştirilmeye çalışıldı. Bu şekilde kopukluk yaşanan "çözüm süreci"ne "Hatip Dicle" halkası eklenerek devam ettirilmeye çalışılıyor. Bunun, Cemil Bayık'ın çözüm sürecinde ABD'ye arabuluculuğunu gündeme getirmesi giderek PKK'nin ABD ile IŞİD nedeniyle müttefik haline geldiklerinin söylenmeye başlamasıyla bağlantısı olduğu muhakkaktır. 6-8 Ekim olayları ve yaşanan diğer gelgitlere rağmen, ısrarla Öcalan'ı merkeze alan çözüm sürecinin daha fazla ivme kazanması, Kürt hareketinin uluslar arası alanda kimlik edinmesine karşı taktik bir hamle olduğunun en önemli göstergesidir.

Hem PKK ile çözüm sürecinin hem de IŞİD'le ilişkinin birlikte yürümesi mümkün değildir. Konsolosluk görevlilerinin IŞİD tarafından Türkiye'ye teslim oyununun olduğu günlerde, Kobani'yi düşürmek için IŞİD'e teslimi her şeyi açıklamaya yetiyor. Kürt ulusal çıkarlarıyla Türk ulusal çıkarlarının uyuşmadığı Kobani ile birlikte defalarca ortaya çıkmıştır. Önce Şengal ve Maxmur, sonrasında Kobani PKK ve Kürdistan Bölge Yönetimi(KBY)'ni birbirinden uzak düşmüş aşıkları birbirine kavuşturmuştur. Özellikle, Maxmur'un kurtuluşundan sonra Mesud Barzani'nin HPG'yi Maxmur'da mütevazi bir şekilde ziyareti bu ilişkinin stratejik boyutunu en ilerisine taşımıştır. Omuza omuza mücadele veren gerilla ve peşmergenin, Koalisyon güçlerinin desteğiyle Şengal'i kurtarmış olması bu birlikteliğin en uç noktası olmasına rağmen, farklı Kürt partilerinin “Şengal’i kimin kurtardığı” tartışmalarına girmeleri Kürtlerin ulusal birliği konusunda henüz yeterli mesafenin alınmamış olduğunun göstergesidir.

PKK ve Cemil Bayık'ın ABD ile ilişkiler anlamındaki stratejik çıkışları Türkiye KCK açısından "üst akıl" olarak değerlendirerek Öcalan ve HDP üzerinden konuyu millileştirme ve Kürt sorununa sıkıştırıp, kolektif hakları tanımadan denetimli özerklikle çözmek istediğini gözlemliyor. Gerillanın koalisyon güçlerinin desteğiyle Peşmerge ile birlikte Güney Kürdistan Ve Rojava'da gösterdikleri birliktelik Türkiye'nin en büyük korkusudur. 

IŞİD'in hem Rojava ile hem de Güney Kürdistan'la aynı anda savaşması aslında Türkiye'nin vekaleten yürüttüğü savaştır. Tam uygun şartlar varken, HDP'nin cemaate yönelik operasyonlarda tarafsız gibi görünse de son kertede AKP'den yana tavır takınmış olması dahi başlı başına HDP'nin AKP'nin etkisinde kalmaya devam ettiğini gösteriyor. Konu, KCK Operasyonlarında AKP'yi masum, her şeyi cemaate yükleyerek işin içinden sıyrılmak basitliktir. Oysa gerçekte olan KCK operasyonlarının daha fazlasının devam ettiğidir. Dosyalar onaylanıyor, yargılama lar devam ediyor. AKP tutuklama ve davaları Kürtlerin üzerinde tutmaya devam ederek bunu pazarlık konusu yapıyor.

Gezi'den önce AKP'nin gerçek yüzü Reyhanlı patlamasında görüldü. BDP, çözüm süreci zarar görür diye Reyhanlı olayının üzerine gerektiği gibi gitmedi. AKP'nin olayı önemsiz gibi göstermesi karşısında sessizliğe bürünmekle kalmadı. Dolaylı da olsa AKP'ye destek verdi. Bu durum Gezi'de de sürdü. Gezi'de ulusalcı/laiklerin etkinliği gerekçe gösterilerek bundan uzak duruldu. Demirtaş'ın Erdoğan'ın CB töreninde ayakta alkışlamasını da bu kapsamda değerlendirebiliriz.

Türkiye, bölgede bir güç haline gelecek Kürdistan'ı engellemek için Rusya'ya yanaşarak, ABD'yi etki altına almaya çalışıyor. Ancak, Türkiye'nin Suriye'deki Esad yönetimine yönelik politikalarının devam etmiş olması, Türkiye'nin Rusya ile anlaşmasının önünde engel olarak duruyor. Bunu aşabilmek için, Katar üzerinden Mısır'la ilişkilerini geliştirip, Esad'a yönelik yakınlaşma yoluna da gidebilir. Türkiye'nin amacı, ABD ve Batı tarafından modern silahlarla donatılan Güney Kürdistan'ı Kürdistan'ın diğer parçalarından yalıtmak, Kürdistan parçalarının ulusal anlamda birbirini beslemekten çok birbirini tırtıklama zemini yaratmak içindir. Rojava'da Salih Müslim, Kuzey'de Öcalan aracılığıyla Rojava'nın Kuzey Kürdistan benzeri bir şekle sokulması amaçlanıyor. Bunu yapmasının en önemli sebebi Dohuk anlaşmasını boşa çıkarmaktır. MİT'in bütün çabası bunun üzerinedir. IŞİD'in Kürdistan'dan tamamen atılmasından sonra, IŞİD'in oluşturduğu fiili durumu Kürtler arası parçalanmayı esas alarak değişik bir versiyonla devam ettirmek istiyor. Kürtlerin şunu iyice anlamaları gerekiyor o da Rusya'nın hiç bir zaman Kürdistan taraftarı olmadığını. Sovyetler döneminde, Şeyh Said ve Ağrı İsyanında bu açıkça ortaya çıktı. Yine başında destek verip, kurulmasına yardım ettiği Mahabat Cumhuriyetini yüz üstü bırakılması da gözler önündedir. 1998-1999'da Öcalan'ın Türkiye'ye teslim yolunun da Rusya tarafından döşendiğini de unutmamak gerekiyor. Ne zaman Cemil Bayık'ın ABD'nin çözüm sürecine hakemlik edebileceğini açıklamasıyla birlikte, PKK-ABD yakınlaşmasının, PKK-Barzani'nin yakınlaşması anlamına geleceği için Türkiye bunu önlemek için Rusya'ya yaklaşımında farklılığa gitti. Türkiye'nin Rusya'ya yaklaşımı stratejik olmaktan çok taktikseldir. Türkiye'nin amacı, NATO içindeki rolünü pazarlayarak ABD-Kürt ilişkilerini önlemeye yöneliktir. Bu Türkiye'nin yabancısı olduğu bir politika da değildir. 18. Ve 19. Yüzyılda Avrupa-Rusya çelişkisi Osmanlı'nın ömrünün uzamasının en önemli nedenlerinden biriydi. 

Osmanlı o dönemde Batı içi çekişmelerden faydalanarak ömrünü uzatmış ise de yıkılmaktan da kurtulamamıştır.

KBY'nin Bağdat'la yapmış olduğu siyasi ve ekonomik anlaşma da Türkiye'nin KBY'ne olan umudunu da ortadan kaldırmıştır. Türkiye bu anlaşma üzerinde etkili olmak adına Irak merkezi yönetimi nezdinde girişimde bulunmuş ise de bu girişimin karşılığını alamamıştır. KBY'nin Irak'la anlaşması ve Batı'nın KBY ile iyi ilişkiler geliştirmesinin verdiği hayal kırıklığını gidermek adına raftan kaldırdığı(30 Ekim 2014 tarihli MGK’da yeniden savaş kararı vermiş olma ihtimali yüksektir.) çözüm sürecini yeniden canlandırma yoluna gitti. Dikkat edilecek olursa, yeni bir formatta dönüştürülen çözüm sürecinin ana ekseni PKK'nin silah bırakmasından çok "PKK'nin silahlı eylem gücünü Kuzey Kürdistan'dan çekip, Rojava ve Güney Kürdistan'a doğru sınır dışına çektirmeyi amaçlanmaktadır.

Uluslar arası ve Kürtler arası diyalog ve işbirliği gelişmişken, bir anda “Şengal’in kurtarılması ve Statüsünün” tartışılmaya başlamasının oluşan işbirliği ve diyalog ortamını yıkmaya yönelik olduğunun çokça delilleri bulunmaktadır. Başka bir ifade ile, tam bu döneme denk gelecek şekilde, Şengal'de IŞİD'in işgaline son verilmesi ve Şengal'in kurtarılması çerçevesinde "Şengal'in kimin tarafından kurtarıldığı" tartışmasının gündeme gelmiş olması, IŞİD sonrasında "Şengal'in yönetimi" konusunda PKK/PYD eksenli güç mücadelesinin işaretleri mevcuttur. Hukuken Musul’a bağlı bir ilçe olmasına ancak Güney Kürdistan'a ait olan Şengal'in fiilen Rojava'ya katılması halinde, bunun KBY için prestij kaybı anlamına geleceği için, Barzani'nin bizzat komuta ettiği büyük bir peşmerge gücünü harekete geçirerek "Şengal'i kurtarmanın" kendi eseri olduğunu ilan etmesi, Şengal nedeniyle yıpranan imajını düzeltmek için kullandığı görüldü. PKK yetkilileri de bu konuda boş durmayarak "Şengal özerk bölgesini" gündeme getirdi. Türkiye-Rusya ilişkilerinden sonra alelacele HDP Eşbaşkanı Demirtaş'ın Rusya temasındaki sürpriz gelişme, ABD ve Batı ile dolaysız ilişki geliştirip öncülüğü ele alan Barzani'yi PKK aracılığıyla dengeleme siyaseti mi güdülüyor? Sorusu akla geliyor.

Kürtlerin, gerek Rusya gerekse başka güçlerle ilişki geliştirip anlaşmalar yapmış olması kadar normal bir durum olamaz ancak Kürtler başka güçlerle ilişki geliştirirken birbirine karşı kullanılmayı esas alan ilişkilerden kaçınmalıdırlar. Geçmişte, Irak'ın, İran'ın ve Türkiye'nin bu konuda sayısız örnekleri vardır.
ABD'nin Irak'ı gündemine almasıyla birlikte, Kürtlerin bütünsel davranmalarını isteyen ilk güç ABD'iydi. ABD, Barzani ve Talabani arasındaki çatışmaların son verilmesinde belirgin bir rol oynamıştır. ABD'nin Kürtlerin birlikte hareket etmesi isteği IŞİD'in Kürdistan'a saldırısı ile birlikte kapsamı artarak buna PKK'yi de dahil etmiştir. PKK de kendisini buna göre hazırlamışken, birden bire AKP'nin manevra yaparak Öcalan'ı merkeze alıp, Kürt hareketini birliktelik ekseninden delik açmaya çalışmasının ileriki süreçte Kürtlerin genel kazanımlarına zarar verebilir. Qandil bunun farkında olduğu için, HDP eleştirisi üzerinden bir anlamda Öcalan'ı da uyarmaktadır.

Kürdistan'ın kendisine özgü bir durumu olmasına rağmen, bulunduğu yer itibarıyla jeopolitik konumu Polonya'yı andırmaktadır. 18.yüzyılın sonuna kadar Avrupa'nın merkezi ve güçlü devletlerinden biri olan Polonya'nın Almanya ve Rusya'nın güçlenerek tarih sahnesinde yer almasıyla birlikte bu iki gücün çatışma alanı haline gelişi, Polonya'yı siyasi anlamda sonunu getirdi. Yüz elli yıl boyunca, Polonya kah Rusya'nın, Kah Almanya'nın egemenliğine girdi. Hep savaş yaşandı. Büyük göç ve katliamlar oldu. Sadece ikinci dünya savaşında Polonya'nın 6 milyonluk insan gücü yok oldu.

Kürdistan da tıpkı Polonya gibi  Türkiye, Irak, Suriye ve İran gibi büyük devletlerin ortasında ve işgali altındadır. 21. Yüzyıldaki gelişmelerle birlikte Irak ve Suriye'nin Kürdistan üzerindeki etkisi kalmamıştır. Polonya, Rusya ve Almanya arasında bölünmek veya onların mücadele alanı olmaktan doğrudan doğruya ABD ve Atlantik’le ilişki geliştirerek kendisini korumuştur. Ulusal bütünlük ve çıkarını esas aldığı için Ukrayna ve Gürcistan'ın düştüğü Rusya tuzağından kendisini korumuştur. Kürdistan'ın kendisini koruması bakımından Polonya'yı örnek alması gerekiyor.

***