ORTA DOĞUDA etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ORTA DOĞUDA etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Haziran 2017 Pazartesi

Orta Doğuda yeni dengeler



Orta Doğuda yeni dengeler


Prof. Dr. Ata ATUN

25 Mayıs 1981 tarihinde Suudi Arabistan’ın çağrısı ile Basra Körfezi'ne kıyısı bulunan Bahreyn, Kuveyt, Umman, Katar, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri, kısa adı Körfez İşbirliği Konseyi olan “Körfez Arap Ülkeleri İşbirliği Konseyi”ni kurarak ekonomi, dış politika ve sosyal hedeflerde ortak hareket etmek kararı aldılar. Birleşik ekonomik anlaşma ise yaklaşık 6 ay sonra 11 Kasım 1981 tarihinde Riyad'da imzalandı. Bu Konsey’e çok daha basit ve ilkel düzeyde Avrupa Birliği benzeri, Körfez Ülkeleri Birliği de denilebilir. 

1995 yılında, babası Katar Emiri Şeyh Halife bin Hamad es-Sani’yi kansız bir darbe ile deviren Şeyh Hamid Bin Halife Al Sani, yönetimi ele alınca Katar’ın dış politikası da yavaş yavaş değişmeye ve KİK şemsiyesi altından uzaklaşmaya başladı. 18 yıllık iktidardan sonra asırların Arap geleneği olan ölene kadar iktidar uygulamasını değiştirdi ve 25 Haziran 2013 tarihinde yaptığı "artık yeni neslin iktidarda rol alması gerektiği" açıklaması ile Katar Emirliği görevini Veliaht Prens Şeyh Tamim bin Hamad El Sani'ye devretti. Dünyanın en genç liderlerinden biri olan Şeyh Tamim, yüksek öğrenimini İngiltere’de, Sherborne, Sandhurst Kraliyet Askeri Akademisi ve Middlesex Harrow School'da yaptı. 1850 yılından beri Sani ailesi tarafından yönetilen Katar’ın son 2 Emiri, Katar’ı Batı’dan ve Suudi Arabistan’dan tamamen bağımsız bir ülke haline getirmenin adımlarını atmaya başladılar.

1997 yılında Katar’ın dış politikasını değiştirmek ve Katar'ı Suudi Arabistan'ın şemsiyesi altından çıkarmak politikasını yürürlüğe koyan Şeyh Hamad, zemini sağlam bir şekilde hazırlayınca, yerine geçen Şeyh Tamim aynı politik yoldan ilerlemeye devam etti ve geçen hafta bu değişim sancılı bir şekilde zirve yaptı.

Katar küçük bir ülke ama kişi başı geliri dünya üzerinde ilk 20 ülke içinde.   
1970 yılındaki Gayrı Safi Yurtiçi Hasılası sadece 300 milyon dolar olan Katar’ın 2015 yılı Gayrı Safi Yurtiçi Hasılası 164.60 Milyar Dolar. Boyuna göre bayağı büyük bir rakam olan bu hasıla petrol üretim ve ihracatından kaynaklanıyor. 

1997 yılından itibaren Katar, uluslararası camiada sesini duyurmaya ve her geçen yıl sesini biraz daha gürleştirmeye başladı. Günümüzde Katar artık bölgede, Suudi Arabistan’ın kuklası olmak yerine önemli ve görüşleri dikkate alınması gereken bir ülke konumunda. Özellikle de bölgenin zıt kutupları olan İran ve Suudi Arabistan arasında denge politikası yürütüyor, kendi siyasi ve ekonomik çıkarlarını da korumayı başarıyor. Buna ilaveten, Batı’nın terör örgütü olarak tanımladığı Hamas gibi İslami Hareketlerle de Batı’yı gücendirmeden sıcak ilişkiler içinde ve bölgedeki halkın bir parçası ve temsilcisi durumda. Gerçekte Katar bölgenin kilit ülkesi haline gelmiş durumda. Suudi Arabistan bu gelişmeden ve liderliğin elden gitmesinden çok rahatsız ve ısrarla Katar’ın tekrar KİK altında girmesini ve kendi yanında olmasını istiyor. Zaten sorun da bu istekte. Bu şamadan sonra Katar'ın gücünü kırmak için, Suudi Arabistan ve Abu Dabi bir araya gelip, yanlarına diğer 3 Arap ülkesini de alarak “Karşıt Arap Devrimi” blokunu oluşturdular.

Batılı hackerlerin saldırısı sonrasında 23 Mayıs gecesi Katar Resmi Haber Ajansı (QNA) sayfasına konan, Katar Emiri Şeyh Temim Al Sani'nin güya söylediği iddia edilen "ABD'ye karşı ve İran'ı destekleyici" açıklamanın yer alması krizi anında başlattı. Aynen 15 Temmuz’da Türkiye’de sahneye konduğu gibi 23 Mayıs’ta da birileri Katar’ı cezalandırmak ve gözden düşürmek için planlı bir şekilde düğmeye bastı. İşin ilginç tarafı Suudi Arabistan da bir başka Körfez ülkesi olan Birleşik Arap Emirliği’nin (BAE) etkisi altında.

Katar aynen Türkiye’nin dış politikasının önemli bir parçasını oluşturan “bölgedeki halkları desteklemek ve onların haklarını korumak” siyasetini uyguladığı için, 15 Temmuz darbesi sırasında Türkiye’ye saldıran BAE medyası şimdi de aynı türdeki yalan, iftira ve çamur atma yöntemi ile Katar’a saldırmakta. Çok iyi eğitimli ve Başbakanlık deneyimi de olan Şeyh Tamim’in, bilgisi ve elindeki neredeyse sınırsız para gücü ile bu krizi kendi lehine çevireceği kesin…. 
Artık Orta Doğu’da politik dengeler, Batılıların tasarladığı şekilde değil, yöresel ülkelerin istediği yönde oluşacak…          

Prof. Dr. Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya  ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org  
Facebook: AtaAtun1 
http://www.twitter.com/ataatun




22 Kasım 2015 Pazar

ORTA DOĞUDA KÜRT DEVLETİNE KARŞI NELER YAPILMALI 2



ORTA DOĞUDA KÜRT DEVLETİNE KARŞI NELER YAPILMALI  2







TÜRKİYE ve K. IRAK 

Türkiye’nin K. Irak’ın imarında oynadığı rol nedeniyle “sonradan pişman olması” ihtimali vardır. Türkiye ile K. Irak arasındaki ekonomik ilişkinin önemli oranda Kürtler tarafından yürütüldüğü söylenebilir. Bu ekonomik ilişkiler sınırın iki tarafı arasındaki entegrasyonu artırmaktadır. Türkiye’nin K. Irak’la gelişen ekonomik ilişkilerin sonucunda bu aktörün Ankara’ya karşı kalıcı ve kendini yeniden üreten bir bağımlılık ilişkisi içine girdiğini iddia etmek ise kolay değildir.  

  ''  _   Kürtler PKK’nın kendilerini götürmek istedikleri yerin farkındalar ve gerçekten oraya gitmek istiyorlar mı?  ''


Barzani giderek kendini Türkiye’ye bağımlı, muhtaç ya da borçlu hissediyor değildir. Mesela, bölgede Türk şirketlerinin üstlendiği büyük müteahhitlik projeleri tamamlandığında artık K. Iraklıların bu anlamda Türkiye’ye bağımlılığı ortadan kalkmaktadır. 

Hatta denebilir ki, bu projeleri yapan şirketler hizmetlerinin karşılığını alabilmek için K. Irak yönetiminin iyi niyetine ihtiyaç duymakta, Türkiye ile ilişkilerin iyi gitmesini istemekte ve bu nedenle K. Irak’ın Türkiye’de lobiciliğini üstlenmektedir. 

K. Irak elektrik, enerji kaynaklarının pazarlanması, dış dünyaya açılma ve tüketim maddeleri konusunda Türkiye’ye önemli derecede ihtiyaç duymasına rağmen, bu bağımlılık Ankara tarafından bir dış politika leverajı olarak kullanılmadığı için Kürt liderler de kendilerini bu bağımlılığı çok dikkate almak zorunda hissetmemişlerdir. Barzani ve Talabani, “Türkiye Kerkük’e karışırsa 
biz de Diyarbakır’a karışırız” diyerek Ankara’yı tehdit ettikleri halde ve “bir Kürt kedisini bile teslim etmeyiz” ve “bir daha Kürt, Kürt kanı akıtmayacak” diyerek PKK’ya göz yummaları ve belki de destek vermelerine rağmen Türkiye tarafından son dönemde bu aktörlere sürekli gül atılmıştır. Barzani Türkiye’den korkması gerektiği kadar korkmamaktadır. Çünkü ona bunun için yeterince neden ve kanıt gösterilememiştir. 

Son dönemde K. Iraklı Kürt liderler PKK’ya karşı hemen hiçbir adım atmadıkları halde Türkiye’den saygı ve müsamaha gördükleri ve destek alabildiklerini görünce Türkiye ile pazarlık yapmanın ve onu “ütmenin” kolay olduğu sonucuna varmıyorlar mıdır? Türkiye’nin Barzani ile geliştirdiği yakınlaşmanın terörle mücadele konusundaki getirileri eğer varsa bile bunun henüz çok belirgin olduğunu söylemek zordur. Bu ilişkinin Türk iç siyaseti ile ilgili boyutlarının daha güçlü ve AKP tarafından daha fazla önemsenir olduğunu söylemek pek haksızlık olmayabilir. 

Türkiye’nin K. Irak Kürt toplumu ve siyaseti üzerine organize edilmiş bilgi ve tahlil birikimi tehlikeli derecede sınırlıdır. Konuyla ilgili uzmanlığın kapalı kurumlarda diğerlerinden daha güçlü ve derin olduğunu umuyoruz. 
Barzani ve Talabani’nin toplum, siyaset ve ekonomi üzerindeki güçlerinin doğası ve kaynakları, dış politika ve güvenlik konularında karar alma mekanizmaları, 
bölgedeki muhalif grupların fikir ve kadroları, Kürt toplumunun günlük dertleri ve Kerkük, PKK, Türkiye ve İran ile düşünce ve duyguları gibi konular başta olmak üzere birçok konuda ciddi çalışmalar yapabilecek durumda olmak “günü geldiğinde” Türkiye’ye önemli avantajlar kazandırabilir. Iraklı Kürtlerle kafalarında, gündemlerinde ve sofralarında ne olduğunu bilmeden gireceğimiz  mücadeleyi kaybetmemiz ciddi bir ihtimaldir. 


K. Irak’ta Türkiye’nin güvenliğini ve siyasi çıkarlarını kucaklayan türden bir Kürt devletininortaya çıkması teknik olarak mümkün olabilir mi? PKK’ya izin vermeyen, Türkiye’nin iç işlerine karışmayan, Kerkük’ü içermeyen, Türkiye ile enerji başta olmak üzere her yönde işbirliği ve Türkiye lehine asimetrik bir bağımlılık ilişkisi içinde olan, Türkmenlere çoğunlukta oldukları bölgelerde müzakere edilmiş otonomi veren, irredantist yollara sapmayacağını ilan eden ve davranışlarıyla da bunu doğrulayan bir Kürt devleti Türkiye açısından kabul edilebilir midir?

Ama bu tür bir aranjman sağlanabilir mi? Sağlansa bile bunun kalıcılığından ve güvenilirliğinden emin olunabilir mi? 

K. Iraklı Kürtlerle böyle bir anlaşmaya “Teşne” olunduğu görüntüsü verilirse bölgedeki diğer ülkeler de K. Iraklı Kürtlerle “sona kalmadan” kendi pazarlıklarını yapma yoluna gitmek ister ve Kürt devleti karşıtı blok dağılmaz mı? Türkiye sahip olduğu avantajları kullanarak K. Iraklı Kürtlerden yukarıdaki paragraftaki taleplerini onların devlet kurmalarına razı olmadan da  elde edemez mi? 

 ''   _   ABD’nin Kürt meselesi hakkındaki telkinlerine belli bir ihtiyatla yaklaşmak için bu önerilerin kötü niyetliolduklarını düşünmekde şart değildir. ABD ve AB iyi niyetli olduğu halde de Türkiye’ye büyük zararlar verebilir. ''


K. Iraklı Kürtler Kerkük sorunu sürüncemede kalarak tam çözülmese, ya da, Kerkük’ün Kürtlerin idaresine bırakılmadıgı ama buranın doğal kaynaklarından uzun bir süre önemli bir pay almalarını içeren bir anlaşma ile beraber bağımsızlık ilan etseler bile, Türkiye hala burayaaskeri müdahale etmeyi düşünecek midir? 

Kaldı ki, bu tür senaryoları bırakın bugünkü ortamda AKP Hükümeti’nin K. Iraklı Kürtlerin sürpriz bir bağımsızlık kararına askeri güç kullanmayı içeren sert bir karşılık vermesini tahayyül etmek kolay değildir. 

Iraklı Kürtler için denize en yakın yol Suriye üzerinden geçendir. Ama muhtemelen onlaraABD’nin de yardımıyla “ikna edilmesi en kolay” komşu – özellikle AKP iktidardayken - Türkiye gibi görünmektedir. Kendilerine yönelik askeri tehdit olabilecek ülke yine Türkiye olabilir.

İran da istihbarat ve örtülü operasyonlar malum yetenekleri nedeniyle K. Iraklı Kürtleri tedirginetmektedir ama öte yandan da ABD ve İsrail’in gözü üzerinde olduğu ve bu ülkelerdeki bazı kesimler İran’ı vurmak için bahane ararken Tahran’ın Kürtlere karşı sınır aşan büyük çaplı bir askeri harekât düzenleyemeyeceğini  bilmektedirler. 

BATI ve KÜRT DEVLETİ 

ABD ve/veya İsrail bir Kürt devletini niye isteyebilir? 

a) Çıkarları bunu gerektirdiği için. 

b) Çıkarları bunu gerektirmese bile onlar öyle düşündükleri/sandıkları için. 

c) İstemeseler bile bölgede başka nedenlerle attıkları bazı adımlar bu tür bir sonuç doğurabilir. 

d) Bu ülkelerin içindebazı gruplar bu amacı kovalayabilirler ve ülkelerinin dış politikasını bu yönde şekillendirmeyemuvaffak olabilirler. 

e) Türkiye’yi bölmek bu ülkelerin çıkarlarına hizmet etmese bile Türkiye’yi “ kabahatleri ” yüzünden cezalandırma güdüsüyle bu yola meyledebilirler. 

Aslında böyle bir istek, plan ve çabaları yoksa bile öyle düşünülmesi başta Kürtlerin bir kısmı olmak üzere bu gelişmede çıkarı olan başka grupları cesaretlendirebilir: 

“ABD ve/veya İsrail’in rüzgarını da arkamıza aldık. Olacak bu iş.”  diyebilirler mi ?

AVRUPA 

Böyle bir başlık açmak Avrupalı ülkelerin bu konuda ortak veya ona yakın bir pozisyonları olduğunu varsaydığımız anlamında görülmemelidir. Örneğin, Yunanistan’ın bu konu ve ihtimale bakışı muhtemel diğer ülkelerden ciddi farklılıklar içermektedir. Batı?da, özellikle uzaktaki ve kendilerine zarar vermeyen teröristlere yönelik, “bu adamlar bir ‘dava’ için ölmeye ve öldürmeye 
bu kadar hazırlarsa herhalde ‘davaları’ haklı olmalı” diye özetlenebilecek kolaycı, “kestirme”ve belki de her zaman açıkça formüle edilmeyen bir anlayış vardır. Bu yaklaşım Avrupa’nın terörü algılamasının elbette tek kaynağı da değildir. Ama yine de Avrupalıların özellikle kendi kıtaları dışındaki bu tür gruplara yaklaşımında söz konusu yaklaşımın etkili olduğunu varsayabiliriz. 

PKK’nın Avrupa değerlerini ihlal eden aşırı milliyetçi ve şiddet kullanan bir örgüt olması yeterince dikkate alınmamakta ve kınanmamak tadır. Avrupa’nın bu çelişkisinin nedenleri arasında Türk tarihi ile ilgili önyarğılı okumalar ve bilinçaltındaki Osmanlı-Türk korkusu sayılabilir. Budurum Türkiye’de–tamamen de haksız olmayan bir şekilde - Avrupalıların kendisini bölmek istediği 
ya da en azından böyle bir gelişmeden rahatsız olmayacağı şeklinde yorumlanmaktadır. 

Belki bunlardan da önce altının çizilmesi gereken Türklerin Avrupalıların bilinçaltında işgal ettikleri olumsuz yer; büyük ve “acımasız” Türkiye’ye karşı küçük ve “mazlum” Kürtleri desteklemenin ya da en azından onlara sempati duymanın dayanılmaz çekiciliği; devletler bazında bu desteğin dış politika getirileri olabileceğine dair belki muğlak ama güçlü beklenti ve PKK’ya karşı tavır almanın kıtada huzuru bozabileceği endişesi gibi faktörler Avrupa’nın PKK’ya karşı gevşek ve müsamahakar tutumunu açıklamakta ama elbette mazur kılmamaktadır.

  ''  _   K. Irak Kürtlerinin Türkiye’ye bagımlılıkları Ankara tarafından bir dış politikaleverajı olarak kullanılamamıştır. ''


AB Türkiye’yi bilinçli bir şekilde Kürt devletine mi hazırlıyor? Avrupalıların “Türkiye küçülürse o zaman belki onu içimize alabiliriz” diye bir düşünceleri varsa bile bunu ne açıkça ne de ima yoluyla ifade etmiş değillerdir. Öte yandan bir Kürt devleti ortaya çıkacaksa bile bu sürecin kanlı ve “olaylı” olacak olması, Avrupa’ya enerji akışını menfi şekilde etkileyecek olması, çok sayıda mülteciyi Avrupa kapılarına itme ihtimali, Avrupa’nın bölgeye riskleri olan uzun süreli ve maliyetli barış oluşturma ve koruma misyonları gönderme ihtimalinin doğması gibi nedenlerden dolayı böyle bir gelişmenin AB’nin çıkarına olmayacağını düşünmek daha kolaydır. 

İSRAİL ve ABD 

Denebilir ki, ABD ve İsrail’in Kürt milliyetçiliği meselesine yönelik çıkarları arasındaki fark politikaları arasındaki farktan daha fazladır. İsrail’in “vaat edilmiş topraklar” peşinde koşan bir dış politikası ve stratejisi var mıdır? Bu sorunun cevabı “evet” ya da “hayır” olabilir ama bu araştırılması ve tabu olmaması gereken önemli bir konudur. İsrail’in bölgedeki ülkeleri atomize etme 
yönünde bir isteği ve belki de çabası olduğu yönünde genelde kabul gören bir anlayış vardır. 

Türkiye’nin İsrail’e karşı bırakın tehdit olmayı sorun dahi çıkarmadığı dönemlerde bile bu ülkenin hem K. Irak Kürtlerini hem de PKK’yı desteklediği düşünülmektedir. İsrail Türkiye’yi elinden kalıcı bir şekilde kaçırdığını düşünmeye başlarsa bir Kürt devleti için daha ciddi ve odaklanmış bir çaba içine girebilir. Bu nedenle, İsrail ile bozuşmanın Türkiye için varoluşsal bazı riskleri 
olabileceğini söylemek “İsrail muhipliği” olarak algılanmamalıdır. Tabii bu aşamada İsrail’in Türkiye’den ümidi kalıcı olarak ne zaman keseceği, istese bile bir Kürt devleti kurulmasını tek başına sağlayıp sağlayamayacağı gibi sorular akla gelmektedir. 

Türkiye AKP döneminde dış politikada İran ve Suriye ile yakınlaşır ve İsrail’den uzaklaşırken Kürt meselesini “kullanma sırası” da el değiştirmektedir. 
İsrail’in K. Irak Kürtleri ile ilişkisinin uzun tarihi bilinmekte ve PKK ile de bir bağlantısı olduğundan şüphelenilmektedir. 
Ancak bu ikincisi ile ilgili şüphelerle kanıtlar arasında bir uçurum olduğunu da kabul etmeliyiz. İsrail’in “dostları” dahil herkes aleyhinde “kartlar biriktirmeye” meraklı olduğu, bunu “radarlara yakalanmadan” yapmaya ehil olduğu ve aslında bu topraklarda gözü olduğu yönündeki varsayımlara dayalı bu şüphe Türklerde oldukça güçlüdür. 

Bu tür sorulara aşağıdaki türden neden, motivasyon ve açıklamalar sayılabilir. ABD, 


   ''   _ İsrail Türkiye’yi elinden kalıcı bir Şekilde kaçırdığını düşünmeye başlarsa.., Bir Kürt devleti için daha ciddi ve odaklanmış bir çaba içine girebilir. ''


• Bölge ülkelerini korkutmak ve onları diken üstünde tutmak için, 
• Kürt meselesini bölgedeki gelişmeleri etkileyen bir araç olarak kullanmak için, 
• Geçmişte birçok kez kullanıp sonra ortada bıraktığı Kürtlere “haklarını” geç de olsa teslim etmeyi bir tür ahlaki ve emperyal sorumluluk olarak gördükleri için, 
• Kendine bağımlı bir Kürt devletinin enerji, üs, istihbarat sağlayarak kendi işine yarayabileceğini ve böyle bağımlı bir devletle petrol anlaşmaları 
   yaparken daha rahat ve buyurgan olabileceğini hesaplayarak ( zannederek )
• İçgüdüsel olarak ve üzerinde yeterince düşünmeden, devletleri etnik ve mezhep açısından bölmeyi ve bu parçaları sürekli birbirleriyle kavgalı tutma güdüsüyle, 
• Bölme seçeneğini bugün için değilse bile bir ihtimal olarak saklı tutmak için, 
• Kendi çıkarlarından bağımsız olarak bunun İsrail için iyi olacağını hesaplayan Lobi’nin etkisiyle, Kürt devletinin kurulması yönünde adımlar atıyor olabilir. 

ABD’nin devlet politikası Kürt devleti kurmak değilse bile, bu politikayı etkileyen ve oluşturan bazı kesimlerin, hem bir Kürt devleti oluşmasının şartlarını oluşturma ve hem de başta Türkiye olmak üzere bölge ülkeleri ile ilişkileri stratejik düzeyde korumanın mümkün ve arzulanır bir şey olduğuna inandıkları düşünülebilir. 

Irak’ın parçalanmasının İsrail ve ABD açısından sonuçları neler olabilir? Bu sonuçlar öngörülebilir mi? 

ABD ve / veya İsrail bu sonuçları ön görebileceklerini düşünürler mi? 

 Özellikle 2003–2007 arasında Irak’ta yaşananlar ABD’ye böyle büyük çaplı ve kompleks süreçleri öngörme ve yönetmenin zorluğu ve “ Jeopolitik mühendislik denemelerinin ” beklenmeyen ve istenmeyen sonuçlar meydana çıkarabileceğine dair dersler vermiş olmalıdır. 

Ayrıca yaradılış olarak muhafazakâr ve temkinli bir karaktere sahip Obama’nın Irak’ı bölme sürecinin ABD lehine yönetilebileceği konusunda çok şüpheci olacağını varsayabiliriz. 

Obama’nın önüne bu yönde görüş ve planlar geldiğinde / gelirse buna iltifat etmeyeceğini söyleyebiliriz. 

Ama elbette ABD dış politikasında Başkan’ın kontrolü ve hatta bilgisi dışında unsurlar olabileceği ihtimalini de kolaylıkla savuşturanlardan değiliz. Tekrar seçilmesi halinde 6 yıl daha Başkanlık yapacak olan Obama’nın kişisel 
olarak Kürt devletine ebelik yapmak gibi isteği ve hatta belki de lüksü olduğunu düşünmek zordur. 

Ama aynı Obama, aslında S. Arabistan ve Mısır gibi ülkelerin içinde demokratikleşme yi Bush gibi büyük bir tantana ile desteklemekten kaçınsa da, 
Türkiye’de Kürt meselesi konusunda siyasal sürece müdahil olmakta bir sakınca görmeyebilmekte dir. Bunun nedenlerinden biri Türkiye’nin kendi iç işlerine müdahale edilmesine açık ve hatta istekli bir görüntü vermesi olabilir. 

ABD’ye, eğer bir Kürt devleti kurulursa bunun büyük ihtimalle sürekli komşularıyla ve kendi içinde çatışma yaşayan ve bu nedenle sahip olduğu enerji kaynaklarını uluslararası pazarlara taşımakta büyük zorluk çeken, otoritesini toprakları üzerinde tam kuramayan, uyuşturucu ve uluslararası terör örgütlerinin muhtemelen kendilerine liman bulabileceği bir “ Başarısız Devlet ” olacağı anlatılmalıdır. 

Eğer Kürtler bir şekilde “ Kirişi Kırabilirlerse ” geride kalan ŞiilerleSünnilerin de beraber yaşamayı başaramayacakları ve ortaya en azından bir süre için ve bir derece 

İran’ın kontrolüne girebilecek bir Şiistan ile başta Ürdün olmak üzere  birçok Arap devleti için istikrarsızlık  kaynağı olabilecek bir Sünnistan çıkacağı düşünülebilir. Bunlar ABD ve İsrail’in mutlu olacağı gelişmeler  değildir. 

Bunlara ek olarak bölünme sürecinin hızlı, kolay, kansızve düzenli olmayacağı ve Irak’ı oluşturan grupların birbirleriyle vealt grupların kendi içlerinde sonu gelmeyen Lübnan vari bir iç savaş senaryosu da yazılabilir. 

Batı Türkiye’yi “elinden kaçırdığını” düşünmeye başlarsa Kürt meselesinde Türkiye aleyhine pozisyonlar almak ve eyleme geçmek konusunda kendini daha rahat ve hatta istekli hissedebilir. 

Ancak buradaki soru ve sorun Türkiye kendisine büyük bir bağlılık ve “ Muhabbetle ” sarıldığında bile Batı’nın aslında bu tür bir yaklaşımı olup olmadığının açık olmamasıdır. 

Kürt devletinin kurulma ihtimali, kurulursa Türkiye’ye zarar verme şekli ve ABD’nin bu süreçteki niyet, plan, yetenek ve çabalarını abartmanın da zararları olabilir mi? 

Bu korkular bir şekilde Türkiye’ye zarar verecek gelişmelerin gerçekleşme ihtimalini arttırıyor olabilir mi? 

Acaba gereksizbazı evhamlara kapılarak bir Kürt devleti ihtimalini arttırıyor, bunu başkalarının “ Aklına getiriyor ”,  onlara bizi korkutma ve bize dolaylı ve muğlak bir şekilde de olsa şantaj yapma imkanıveriyor olabilir miyiz? Belki. Ama ABD Türkiye’ye zarar verecek gelişmeler için bir çaba içinde değilse bile bu tür şüpheleri savuşturma yönünde özel bir çaba da göstermiyor gibidir. 

Bu çaba eksikliği, niyetleri ile ilgili Türk kamuoyunun büyük bir kısmında olan kuşkuların boyutununfarkında olmadığı, durumun vahametini kavramadığı ya da belki de bunun problem olarak görmenin ötesinde kendine avantajlar sağladığına inandığı şeklinde yorumlanabilir. 

Washington ve Ankara’ nın Türkiye’deki “Kürt sorunu”na bakışları arasında stratejik, askeri ve insani düzeyde farklılıklar olduğu söylenebilir: 
Kendi federal bir ülke olan ABD “ Türkiye’ nin ille de üniter bir ülke olmaya devam etmesinde ısrarlı değildir.” 
Washington Ankara’ nın Kürt meselesi konusunda siyasi ve sosyal açılımlarda bulunmasından ziyadesiyle mutlu olacaktır.
ABD, PKK’yı Türkiye’deki Kürtlere bazı kültürel haklar, ayrıcalıklar ve otonomi verilmesini sağlamanın tek yolu olarak görüyor olabilir. Ama ABD bunları niye istesin? 
Washington’un bu ara çözümleri Türkiye’ nin çözülmesini ve sonunda Büyük Kürdistan’ ın kurulmasını sağlayacağı için arzuladığını düşünenler çoktur. 
Ama ABD Türkiye’deki Kürt sorununa “teknik” ve insani bir konu olarak bakarken de optimal çözümün bu olduğu sonucuna varmış olabilir. 

Ancak ABD’nin telkinlerine belli bir ihtiyatla yaklaşmak için bu önerilerin kötü niyetli olduklarını düşünmek de şart değildir. 

ABD ve AB’nin bu konuya yaklaşımları iyi niyetli olduğu halde de Türkiye’ye büyük zararlar verebilir. 


Sorunun uluslararasılaştırılması kaçınılmaz değildir ama ciddi bir ihtimal haline gelmektedirve Türkiye açısından ciddi riskler barındırmaktadır. 

Önümüzdeki dönemde PKK’nın ateşkes vesilah bırakma safhalarında konuyu bu düzleme getirmek isteyeceğini tahmin etmek zor değildir.

ABD bir Kürt devleti kurulmasını özel olarak istemiyor ve bunu çabalamıyorsa bile sanki enazından o ihtimali ortadan kaldırmak da istememekte ve 
“ Gerektiğinde elinin altında böyle bir seçenek  olmasını ” arzu etmektedir. 

Ayrıca ABD bölgeden çok uzakta olduğu için sonuçlarına ancak kısmen kendi katlanacağı için Türkiye’den farklı olarak hata yapma lüksüne sahiptir. 

Türkiye PKK’ya destek veren ve göz yuman aktörlere karşı kapsamlı, kararlı, sabırlı ve bedellerini de ödemeye hazır olduğunu gösterdiği bir cezalandırma politikası güdememiş tir. Türkiye’nin bölünmesi mümkün müdür? İsrail ve/veya ABD bunu ister mi? Bunun mümkün olduğunu düşünüyorlar mı?

      “ _ Artık işin işten geçtiği”, “ Cinin Şişeden çıktığı”, “Entelektüel ve siyasi barajların yıkıldıgı” ve “Bekçinin uyudugu, kandırıldıgı ya da satın alındıgı” yönünde giderek güçlenen bir kolektif algı oluşmaktadır.

Bunun için çaba harcıyorlar mı? Şimdi değilse bile “Gerekirse”  harcarlar mı? Nasıl? Böyle bir istek ve planları varsa bile onları vazgeçirmek mümkün olabilir mi? Buna karşılık şöyle diyenler çıkabilir: “Nereden çıkarıyorsunuz bunları?

Bunu niye istesinler? Adamların zaten yeterince derdi var. Bir de böyle bir şeyle niye uğraşsınlar? ABD Irak’ı bölen güç olarak görülmek istemeyecektir. Bir Kürt devleti ve onu ortaya çıkarmak İsrail ve/veya ABD için yarattığı imkânlar dan çok daha fazla zorluk ve sorun çıkarır. 

Hem böyle bir şey isteseler bile buna güçlerinin yeteceğini niye düşünüyoruz? 

“Türkiye’nin bütünlüğünü başka ülkelerin iyi niyetine, insafına ve akıllı olmasına bırakmak doğru olmaz. K. Irak’ta bir Kürt devleti kurulması ve ABD’nin bunu resmen tanıması, koruması ve desteklemesi durumunda Ankara’nın Washington ile ilişkisini toptan değiştireceğini ABD’ye hiçbir şüpheye yer kalmayacak netlikte anlatmak lazımdır. 


SONUÇ 

Bazıları artık bağımsızlığın PKK’nın söyleminden bile düştüğünü söyleyerek farazi olarak da  olsa “Kürt devleti” hakkında bu kadar konuşmanın ve kafa yormanın 
“ Modası geçmiş ”, gereksiz, anlamsız ve son tahlilde zararlı olduğunu iddia edebilir. Ama bölünme endişesini temelsiz  ve kendine güvensiz bir “ Paranoya ” diye niteleyen ve kolaylıkla karikatürize edenler aslında  Türkiye’yi önemli bir entelektüel savunma hattından mahrum bırakıyor olabilirler. 

Türkiye bir Kürt devletinin Kürtler dâhil herkes için büyük riskler, belirsizlikler ve zorluklar  ortaya çıkaracağı, maliyetinin getirisinden çok daha fazla olacağı, 
“ Nereden bakarsanız bakın buna değmeyeceği ” konusunda eğitici bir rol üstlenmelidir. 

AKP’nin Türk siyasi hayatını domine etmesi, başta TSK olmak üzere devletçi ve güvenlikçi kurumlar ve bakış açısının etkisinin azalması, Türk devletinin çözülmeye başladığı algısı, yavaşlasa ve heyecanını kaybetse bile yaşamaya devam eden AB süreci, ABD’nin K. Irak’taki varlığı ve bu sırada PKK’ya karşı gösterdiği son derece müsamahakâr tavır, son dönemde teknolojinin de yardımıyla Kürtler arasında sınır-aşan ilişkilerin artması ve PKK’nın “dayanıklılığı” gibi faktörler bazı Kürtlerin bağımsızlık veya ona yakın hedefler konusunda umutlarını korumalarını mümkün kılmıştır. “Kürt açılımı” da Türkiye’deki Kürtlerin beklentilerini, taleplerini ve bunları açıkça ifade etme isteklerini arttırmıştır. Bu sürecin muğlak, ucu açık ve vaatkar karakteri Kürtlerin ileride tatmin olmalarını da zorlaştırabilir. Mağduriyet psikolojisi, “ Neredeyse her şeye hakları olduğu ” duygusu, hakları talep ederken sorumluluktan kaçınma isteği Türkiye’deki Kürtlerin siyasi duygusal hayatında giderek daha da etkinleşmek tedir. 


Kürt elitleri ve PKK’nın taleplerinin ve nihai amaçlarının muğlaklığı, saydam olmayışı ve değişkenliği Kürt olmayanların konuya bakışını olumsuz yönde etkilemektedir. Referandum sonuçları Kürt meselesinin Türkiye’de evrilirken aldığı durumun bu konulara karşı hassas olduğu düşünülen milliyetçi muhafazakâr kesimler için bile artık/aslında o denli öncelikli olmayabileceğini 
düşündürtmektedir. Türkiye’de Kürtlerin çoğunlukta olmadığı bölgelerinde Türk-Kürt çatışması bir-iki korkutucu ama sınırlı olay dışında büyük ölçekli ve kontrol dışı şiddete dönüşmemiştir. Yabancı gözlemcilerin ve Kürtlerin bu durumun başka bir ülkede olsa farklı şekiller alabileceğini yeterince takdir etmedikleri söylenebilir. Bu durumun (şiddet içeren sivil etnik çatışmanın yokluğu) devam edeceğinden ise emin olunamaz. Türk-Kürt toplumsal ilişkilerinin yakınlarını kaybetmiş bir-iki akrabanın kızgınlıklarının kontrolden çıkmasının ya da yabancı unsurların kolaylıkla provoke edebileceği tezgâhların sonucunda kontrolsüz bir çatışma ve şiddet sarmalına girmeyeceğinden emin olabilir miyiz? Etnik gerilim ve çatışma, 

Türkiye’nin üniter yapısınınbozulması, Türkiye’nin fiili olarak ya da resmen bölünmesi, PKK’nın sadece kırsal bölgelerde, güvenlik güçlerine ve sınırlı eylemlerin ötesinde şehirlerde, sivillere karşı ve çok büyük çaplı terör eylemlerini tırmandırması, Kürtlerle Kürt olmayanlar arasında sosyal hayatın geneline yayılan bir husumet oluşması, Türkiye’nin K. Irak’ta uzun süreli, maliyetli, çok kayıp verdiği ve askeri olarak amaçlarına ulaşamadığı sınır ötesi bir harekâta girişmesi düşünülemez  ihtimaller değildir.3

  '' _  Sonucu başka şeylerin yanında  ama belkide en fazla tarafların ifade mücadelesi belirleyecektir ''  

Görülebilir bir gelecekte Kürt devletinin kurulması mümkündür ama kaçınılmaz değildir. Sonucu, başka şeylerin yanında ama belki de en fazla tarafların irade mücadelesi belirleyecektir. Türkiye belli aralıklarla bu devlete neden, nasıl ve ne kadar karşı olduğunu gözden geçirmeli ve bu “ Davaya ” olan imanını tazelemeli dir.

Ayrıca bu muhalefetin Kürt karşıtı bir şey olmadığını göstermek ve Türkiye’nin içindeki Kürt meselesinin daha da ağırlaşmasına neden de olmaması gerekir. 
Ayrıca Kürt devletinin kurulmasını engellemek de yeterli değildir. Bu zorlu amacın dışında ve ötesinde Türkiye’deki Kürtlerle Kürt olmayanların bir şekilde beraber yaşamayı öğrenmeleri gerekmektedir. Aksi takdirde Kürtler dâhil Türkiye önümüzdeki on yılları da “diken üstünde”, insanlarını ve kaynaklarını bu soruna harcayarak ve “ Huzursuz ” bir şekilde geçirebilir. 

“Artık işin işten geçtiği”, “Cinin şişeden çıktığı”, “Entelektüel ve siyasi barajların yıkıldığı” ve  “Bekçinin uyuduğu, kandırıldığı ya da satın alındığı” yönünde giderek güçlenen bir kolektif algı oluşmaktadır. Türkiye’nin Kürt meselesi konusunda uzun süre koruduğu pozisyonları ve argümanları büyük bir hızla terk etmesi “domino dinamiklerini” harekete geçirebilir. Türkiye’nin çözüldüğü  yönünde bir algının oluşması Türkiye’nin hasımlarını cesaretlendirebilir, iştahını ve taleplerini artırabilir, aralarındaki işbirliğinin derecesini yükseltebilir. 

Kürt devleti sonuçta, Kürtler dâhil, kimse için iyi olmayacaksa bile bu öngörüyü şimdiden herkesin paylaşacağından emin olamayız. Bu yönde şüpheleri olan Kürtlerin bir kısmı bile yine de “bir denemek” istiyor olabilirler. Kürtleri bu sevdadan vazgeçirmek için güç, kararlılık, şefkat, kardeşlik ve terapi gibi “araçları” hem de “birbirinin ayağına dolandırmadan” kullanmak gerekecektir. 
Bu dönemde Türkiye’nin, diğer komşularla beraber K. Irak’la ilgili oluşan görüş birliğini eylem birliğine taşıması; bütün yükü tek başına çekmek yerine diğer başkentlerin de “ Taşın altına ellerini koymalarını ” sağlaması; ABD’nin ülkeye Kürtler lehine sınırları korumak için dönmesine mahal vermemesi ve K. Iraklı Kürtlere “dükkânın onların olmadığını” hissettirmesi 
gerekecektir. 21. YÜZYIL 

 3-  Bu ifade böyle bir harekatın ille de maliyetli ve başarısız olması gerektiği şeklinde algılanmamalıdır. 

[20] 21. YÜZYIL Ekim ’10 • Sayı: 22 


....