Nereye Gidiyoruz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Nereye Gidiyoruz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Mart 2015 Pazar

Nereye Gidiyoruz?


Nereye Gidiyoruz?





Yekta Güngör Özden


21.02.2005/Sayı:76

Medyanın büyük kesiminin yaşamsal konuları, öncelikli sorunları iterek iktidar şakşakçılığına soyunduğu günümüzde gerçekleri halka anlatmakta güçlük çekilmesi doğaldır. Özellikle devlet basın yayın organlarıyla devletin elkoydukları Başbakanın özel propaganda aygıtı gibi çalışmaktadır. İnançları okşayıp kaşıyarak ilgi toplayacaklarını, yandaş kazanacaklarını sanarak hurafe içerikli izlence düzenleyenler giderek artmaktadır. Konuşmalar, sorular, aile ziyaretleri, kahve sohbetleri gibi lâübaliliğe kaçan dille konuşmalar, dinsel sorular, açılımlar, “Merhaba”yla başlayan açılışlar, selâmlamalar, iyice ölçüsü kaçan cinsellikler… Eğitim, sanat, bilim, hukuk, demokrasi, ulusal değerler, hak ve özgürlükler düşünülmüyor. Ülkesini dışarıda gammazlamakla, gerçek dışı rakamlar vererek suçlamakla ün yapan yazarı düşünce özgürlüğü kalkanıyla koruyanlar durumun nereye gittiğinin, nelere dayandığının ayırdında değildir. Saçmalıklar, ahmaklıklar, aptallıklar, düşüncesizlikler de kapsamına alınarak düşünce karalanmaktadır.

İktidar başının Davos'taki demeçlerinden birinin tuhaflığı sırıtınca hemen dönüş çabalarına girişildi. Anlam değiştirme girişimleriyle kandırma başarılı olamadı. Samsun'da Atatürk'ün portresinin üzerlerine düşmesi, olayları inanç bağlamında değerlendirenler için anlamlı bir uyarı olmalıdır. AKP iktidarının hukukla arasının iyi olmadığı emekli Yargıtay Başkanı'nın lâiklikle ilgili anlamlı ve güzel sözlerini “Çirkin”likle nitelemekle başlamıştı. Yargıyı etkilemekten ötede ele geçirmek çabaları sonraki suçlamalar, hukukdışı dinlemelerle sürüp kimi seçimlerle vurgulandı. Şimdilerde aylıklarla emeklilik yaşı kimi görüşmelerin, belki kimi pazarlıklar konusu olarak gündemde tutulmaktadır. İnanç ağırlığıyla kadrolaşmanın sakıncaları her gün yeni bir belirti vermektedir.

Yargıya kadar uzanan siyasallaşmanın ülkeyi nerelere götüreceğini kestirmek de güçtür. Bir şey yapması, karışması, elatması değil, yalnız bakması beklenenlerin suskunluğu, tepkisizliği, toplumsal umursamazlık, hepsinin başında yaşam koşullarındaki güçlüklerin içine düşürdüğü durgunluk siyasal aykırılıkları tırmandırmaktadır. Kendi adamlarını yerleştirmenin getirdiği ilk sonuçlar yoğun yolsuzluk olaylarıdır. Dokunulmazlık dosyaları bekletildikçe soruşturma ve kovuşturmaların yararı umulduğu kadar olmayacaktır. İktidar içindeki anlaşmazlıklar, Bakanların ayrılması da sorunu çözmeyecektir. İlkesiz siyasal partiler, partiiçi demokrasi yoksunluğu, lider sultası ve delege egemenliği sürdükçe bunalımların sona ermesi beklenemez.

İktidar

AKP iktidarı da öncekiler gibi hukuktan hoşlanmıyor. Hukuk tanımazlıkta şampiyonluğa oynuyor. Kimi Yüce Divan çalışmalarını başlatması, kimi yolsuzluk soruşturmaları yalnızca bir görünümdür. Süslü sözlerle kamuoyunun önüne çıkmak amacı saklamaya yetmiyor. İktidarı oluşturan, particileri biraraya getiren ilkeler, ulusal değerler, çözüm izlenceleri değil, dinciliktir. Birbirini köktendinci davranışlarıyla ismen tanıyanlar, hiç karşılaşmamış, başka yörelerde oturuyor olsalar da şeriatçı birliktelikleriyle biraraya gelerek iktidara yürümüşler, dini sömürüp siyasallaştırarak yetkiyi ele geçirmeye çalışmışlardır.

Verecekleri başka bir şey olmadığından kadınlarımızın temiz duygularla kullandıkları alışılmış, geleneksel başörtüsüne sığınıp türban adını kullanıp sıkmabaşı dayatma çabalarından asla geri kalmamaktadırlar. AİHM kararlarının dayandığı Anayasa Mahkemesi kararları, Danıştay kararı, Avrupa ülkelerinin çıkardığı yasalar, ödünsüz uygulamaları ortadayken sıkmabaşta ısrar etmek amaç bozukluğunun kanıtıdır. Eğitim-öğretim ortamının barışçı, çağdaş, demokrat, bilimsel özelliği de bunların yüzünden bozulmuştur. Af yasalarıyla diploma dünyanın başka ülkesinde görülemez. Sıkmabaşla inaçlı-inançsız, lâik-müslüman türü sakıncalı ayrımlara girerek kavgalara, ölümlere neden olanlar şimdi de yükseköğretim kurumlarını yeniden karıştırmaya kalkışmışlardır. Kafasının dışını olmadık nedenler, amaçlı ve yanlı yorumlar, yanlış düşüncelerle, şeriat simgesi durumuna getirdikleri bezlerle örtenler kafalarının içini çağdaşlığa, demokrasiye, bilime, gerçeklere açık tutamazlar. Şeriatçı olmayana düşman gözüyle bakanlar aynı dinden, aynı mezhepten yurttaşlarını yakarak öldürenlerin hiçbiri kıydıkları insanların binde biri kadar topluma yararlı bir iş yapmamıştır. İran'a özenenlerden Türkiye'ye hiçbir olumlu katkı beklenemez. Gerçek din bilginlerini değil bağnazları, dini siyasallaştıranları, “ılımlı İslâm” diye dini özünden saptıranları, sulandıranları dinlerler, içtenlikli ve yapıcı açılımlara, çağdaş yorumlara karşıdırlar. Lâikliği anlamadan kötülerler, lâikliğe aykırı ve karşı ne varsa, onu benimserler. Hukuka, anayasaya, gerçeğe, ahlâka aykırı olmasının önemi yoktur. Yeter ki lâikliğe ters düşsün, ne olursa olsun. Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun yanılgılarla, yanışlarla dolu, amaçlı yazıldığı belirgin kararını kimi köktendinci iktidar güçlülerinin nasıl benimsedikleri ortada. Nasıl sarılıp övdüler. Yaşa göre din olamayacağından, yarın “Üniversitelerde sıkmabaş (türban diyorlar) var da liselerde neden olmasın?” diyerek ortaöğretime, ilköğretime sıkmabaş getirmeye kalkacaklardır. Akılları, fikirleri seçmeni kandırarak neye yarıyorsa devleti sıkmabaş yapmaktır. AB ve ABD kullanacakları, çıkarlarına araç kılacakları iktidarları kendilerine kolaylık sağladıkça serbest bırakırlar, hattâ desteklerler. Demokrat yada lâik niteliklerini gözetmez, bu durumlarla ilgilenmezler. Günümüz iktidarı bundan yola çıkarak bildiğini okumaktadır. Avrupa Konseyi’nin nüfus kaydında din açıklığı olmaması ve din derslerinin zorunlu olmaktan çıkarılması önerilerine bu nedenle karşı çıkmaktadırlar. Lâikliğe dinsizlik demeyi yargı uygun bulursa lâiklik karşıtlarının nelere başvuracağını düşünmek bile acıdır.

Seçmenlerin dörtte birinin katılmadığı, katılanların üçte birinin oylarıyla yasama organının üçte ikisinin ele geçirdiği bir düzende gerçek demokrasinin kırıntılarıyla yetinmekte güçtür.

Kara sevdaları

Sıkmabaşla toplumun canını sıktıkları yetmiyormuş gibi bir de Abdülhamit hayranlığı sergilenmeye başlandı. Kimi yazarların kitapları, kimi tez adlı aklama-savunma çalışmaları, kimi köktendinci yaklaşımlar az gelmiş olacak ki yasama organında Abdülhamit övülüyor. Zamanında en büyük toprak yitirilen, iç karmaşanın çok boyutlu kargaşa durumuna geldiği, meşrutiyeti kaldıran, uzun yıllar baskıyla imparatorluğu yöneten padişah kimi kişisel özellikleriyle övülüyor. Yönetimiyle tarihin karanlıklarına gömülen Abdülhamit'i lâik cumhuriyetin milletvekili çekinmeden övebiliyor, partisinden de ses çıkmıyorsa çok düşünmek gerekir. Bu durum tarih bilgisinden yoksunluk ölçüsünde cumhuriyet ve lâiklik karşıtlığıyla köktendincinliğe bağlanabilir. Mithat Paşa'nın Taif zindanında nasıl öldürüldüğü unutulmuştur. Cumhuriyeti kurup gerçek din ve vicdan özgürlüğünü getirenlere inanç sömürücüler karşıtlıklarını dolaylı biçimde her durumda gösterebiliyor. Öğrenci affı adıyla öğretim ve eğitime yeni bir darbe gerçekleştirilirken daha neler söyleyip yazılacaktır.

Salt siyasal amaçla çıkarılan, sayısız sakıncaları bulunan öğrenci affı eğitimde olduğu ölçüde siyasette de yozlaşmanın ürünüdür. Temsil ettikleri - yönettikleri kurumları babalarının malı sayan sözde demokratlar baş sallayıp bel büktükçe, doğruları, gerekenleri söylemeyip uyarmadıkça daha nelerle karşılaşılacaktır. Yeni 15 üniversite açılması hazırlıkları da böyledir. Öğretim elemanı, araç-gereç sağlanmadan, zorunlu koşullar yerine getirilmeden üniversite açmak ülke yararının değil siyasetçilerin oy beklentisi için bir girişimdir. Kadrolaşma gelecekte daha artacak, üniversite kavramı daha bozulacaktır. AKP iktidarının bu gidişle bozmayacağı bir şey kalmayacaktır.

İslâmî sermaye için hazırlandığı duyulan “Sukuk icara” adlı faizsiz bono yöntemi ekonomi alanında dinselleşme çabasıdır. %56 artışla 34,4 milyar doları bulan dışticaret açığı ilgililerin umrunda değildir. Yukarıda değinildiği gibi tüm ağırlıklarını kadınlarımızın özgürlüğünü kısıtlayan, saygınlığını azaltan, değerlerini düşüren sıkmabaşa vermişler, siyasal simge durumuna getirdikleri ayırıcı bezlerle doğal başörtülerini kötülemişlerdir.

Sokaklara, caddelere, parklara gerici adlar verilmesi de başka bir sorundur. Dil kirlenmesiyle birlikte geriye dönüş görüntüleri üzüntü vermektedir. Toplumda bu konulara yeterince duyarlık gösterilmemesi de ayrı bir sorundur. Toprak satışını bile olağan gösterip savunan, sakıncalı görmeyen kuruluş ve kişiler çıkabilmektedir. Toplumsal yapıdaki bozukluklar eğitim kargaşasıyla artmaktadır. Nankörlük, vefasızlık, değerbilmezlik, saygısızlık, ihanet, yolsuzluk, soygun, rüşvet, kayırma, tembellik, saldırı, gasp, kapkaç, goygoyculuk, şeriatçılık, mezhepçilik, bölücülük, bölgecilik, hırsızlık, ahlâksızlık, yaralama ve öldürme olayları her gün gazetelerin sayfalarını kaplamaktadır.

İktidarın AB ve ABD önünde eğilmesi sonucu, yabancı Bakanların ziyaretlerinde aldırmadan dile getirdikleri dayatmalarla açıklık kazandığı gibi, Kerkük gitmiştir. Kıbrıs gitmektedir. Kıbrıs seçimleriyle yaşanacak değişikliğin de yandaşları olacağını bekleyen iktidar “Kıbrıs halkı da böyle istiyor” diyerek Kıbrıs'ı da verecektir. Bunları Gap bölgesi izleyecektir. Kürt devleti ve ermeni istekleri ısıtılmaktadır. Barzani-Talabani tehditleri “Diyarbakır'ı kürt, Hatay arap” söylemleriyle sertleşmektedir. Türkiye'nin AB üyeliği için referanduma gidilmesi de Avrupa'nın isteksizliğinin sonucudur. PKK'yı gözardı edip Türkiye'yi ırkçılık ve ayrımcılıkla suçlayan Avrupa Konseyi Raporu da yeni bir çirkinliktir. Yahudi düşmanlığı gerçekdışı savlardan biridir. Söyleyecek söz bulamayanlar söylenmeyecekleri söylerler. Bahaneler bitmez. PKK, ABD'nin emrinde olmasa bile etkisinde olmasa ABD, PKK için nasıl söz verebilir. Bu örgütü ABD Türkiye'ye karşı baskı aracı olarak kollamaktadır.

Yargıtay kararı

Ceza Genel Kurulu'nun geçerli ve ama az sayıda ile yaptığı toplantı sonunda aldığı, ters bir raslantıyla lâiklik ilkesinin Anayasa'ya girişinin 68. yıldönümünde açıklanan kararı haklı tepkilere neden oldu. Hukuksal yönden bir çok eleştiriyi gerektiren kararın ilgili yasa kuralı değişikliği nedeniyle bozma olduğu belirtilip gerekçe bu yargıyla sınırlı açıklanacakken, lâikliğin değeri, karşıt olaylar gözardı edilip, gerçekleri aykırı biçimde değerlendirmeler ve kişisel yorumlarla bağlanması hukuk tarihine geçecek bir yanlılık ve yanlışlık olmuştur. Amacı aşan gerekçe ayrıntıları lâik cumhuriyete yönelik tehlikelere olur veren bir anlayışı yansıtmaktadır. Hukuk devletinde en sağlıklı güvence bilinen yargıya güvensizliği çağrıştıran, saygınlığa gölge düşürecek durumlardan kaçınmak büyük önem taşımaktadır. Türk Ceza Yasası'nın Özal zamanında kaldırılan 163. maddesiyle başlayan tutarsızlık çağdaş demokrasinin en büyük değeri, kaynağı, hattâ dayanağı olan lâiklik konusunda bugünkü olumsuz boyutlara gelmiştir. Anayasa'nın başta 2. ve 4. maddeleri, özellikle 174. maddesi olmak üzere yeni Türk Ceza Yasası'nda bile korunup özenle uyulacağı öngörülen lâiklik konusunda kararı yazanların hangi eğilimlere kapıldıkları zamanla anlaşılacak, hangi etkiler, güdüler ya da amaçla bu yola girdikleri saptanacaktır. Düşünce özgürlüğünün de kaynağı olan lâikliğin Türkiye için özgünlüğünü bilincine iyi yerleştirmeyenler, tarihsel ve hukuksal gerçekleri iyi değerlendiremeyenler çelişkiden kurtulamaz. Düşünce özgürlüğünün yadsınamaz değeri lâikliğe kıyılarak savunulmaz. Nice konu ve sorun bağlamında düşünce özgürlüğü savunulabilir. En kolay savunulacak özgürlük de düşünce özgürlüğüdür. Ama hiç birine kıydırılamayacak ilke de lâikliktir. Niteliğine saldırı cumhuriyete saldırıdır.

Lâik cumhuriyetin, bağımsız yargı gücünün oluşumunda büyük ve unutulmaz katkıları olan Devrim Tarihi Profesörü ve Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt'un kendini bilen gerçek Türk hukukçularının gönlündeki benzersiz yeri hiçbir biçimde gölgelenemez. Onun çizdiği yolda onu aşmaya çalışarak ülkeye yararlı olmak çabası hukukçulara onur verir. Mahmut Esat Bozkurt başarılarıyla, Türk Devrimi'ne hukuk alanındaki katkılarıyla büyüklüğü tartışılmaz bir kişiliktir. Anlaşılması güç gereksiz sözlerle küçültmeye, unutturmaya çalışmak en ağır yanılgı ve sakıncalı yöneliştir. Yalnız Medeni Yasa, gerekçesiyle ayrıca değerlidir. Hukukumuzda bir anıttır. Kim ne zarar görmüş, neyi sınırlamış bağlamıştır ki ne zaman belli bir dönemle anılmıştır ki bitmiş, tamamlanmış olsun. Devrimciliği, devingenliği, bağımsızlığı, yüceliği, bilimselliği anımsatan kişi hukukumuza her zaman ışık tutacaktır. Onu unutan hukukçu olamaz. Yurtseverlerin yüreğindeki yeri ölümsüzdür.

Atatürkçü düşünce

Tam bağımsızlığı, özgürlüğü, ulusal egemenliği ve aydınlanmayı amaçlayan Ulusal Kurtuluş Savaşı'nı kotaran müdafaa-i hukuk ruhu kuva-yı milliye ateşi, Türk Mucizesi olarak adlandırılan eşsiz zaferin özgün gücüdür. Düşünsel kaynağı da Türk Devrimi'nin açılımı olan Atatürk ilkeleridir. Mustafa Kemal Atatürk'ün yaşama geçirdiği ulusallaşmış evrensel değerler dizini olarak varlık nedenimiz ve yaşam felsefemiz ilkeleri korumak, güçlendirmek ve yaymak amacıyla kurulan Atatürkçü Düşünce Derneği'nin başlıca ideolojisi(ülküsü) Atatürkçülüktür. Atatürkçü düşüncenin kurumu olarak Atatürkçe çalışmayı, Atatürkçe yaşamayı benimsetmeye çalışarak aykırılıkları, çelişkilere, bozuklukları giderecek, önleyecek ve ulusal nabzı tutarak yarınlara daha esenlikli çıkmamıza çalışacaktır. Çabalarını eğitim-öğretim, sanat spor alanlarında etkin biçimde yürüterek, gençlerimize destek vererek iyi örnekler sunarak Tüzüğündeki amacını gerçekleştirecektir. Bir büyük aile olması gereken Dernekte son on yılda yaşanan olumsuzluklar, kişisel nedenlerle gündeme getirilen sorunlar, izlenen aykırılıklar ve ayrılıklar, Derneğin adına ve onuruna yaraşmayan çirkinlikleri, taşkınlıkları, üzücü durumları gerici medyaya malzeme yapmıştır. Bencillikten, kimi aşağılık duygularından kurtulamayan, yenileşme ve gençleşmeye karşı çıkan, herşeyin her zaman kendisinde olmasını isteyen doyumsuzluklarla özürlü kişilerin sorumlulukları ağırdır.

Kapatma dâvaları düşürülmüş, subay, öğretmen, yargıç ve savcıların kurumlarından izin almadan üyelikleri kararları çıkartılmış, yönetimin kapıları açılmış, kız öğrenci yurdu işletilmeye başlanmış, yayın organı düzenli çıkan, öğrencilere burs veren, üç il şubesinin taşınmazı satın alınan, etkinliği, saygınlığı ve gücü kamuoyunca paylaşılan Dernek çalışmalarını ilgili konularda sürdürmüş, 2000 ve 2002 yılı Genel Kurullarında oybirliğiyle, alkışlanarak aklanan yönetim para birikimi de sağlamıştır.

Tüzük değişikliği bahane edilerek düzenlenen olağanüstü genel kurul her zaman olduğu gibi seçimlerle başlayıp bitirilmiştir. Kuruluş çalışmalarında bulunduğum, 1996 yılında Yılın Atatürkçüsü ödülü aldığım, 1998'de giderek artan ısrarlarla Genel Başkanlığı'nı yaptığım Derneğin kişisel çatışmaların ortamı yapılması, karşıtlıkların ölçü tanımaz duruma gelmesi, amaç doğrultusunda önemli hiçbir adımın atılmaması büyük üzüntü nedeni olmaktadır. Yönetime gelmek isteyen yanlardan olmadığı, bir beklentim ve özlemim bulunmadığı için, ayrıca yapılanlara katılmak olanağı bulamadığım için son bir olağan genel kurulla iki olağanüstü genel kurula katılmadım. Böyle giderse hiç katılmayı düşünmüyorum. Toplantılar seçim velvelesiyle başlayıp seçim gürültüsüyle geçiyor.

Atatürkçülükle ilgili konularda sorunların tartışılması, çözüm üretilmesi, düşünce açıklanması, ilke saptanması, karar alınması diye bir yararlı çalışmaya rastlanmıyor. Ayda 1 milyon TL.(1YTL.) ödentiyi vermekten kaçınan, Atatürkçülüğü biçimsel üye yazılıp rozet takmak sayan insanlarla bir yere varılamaz. Topluma açılan, gençleri köktendincilikten şeriat ve tarikattan kurtaran, kötülüklerden ve sakıncalardan alıkoyan Atatürk'ü tanıtan, Atatürkçülüğe kazandıran, genel gidişlerdeki aykırılıkları belirterek ulusal ilgiyi Atatürk ilkeleri doğrultusunda toplayıp yönlendiren bir çalışma görülmüyor. Sözle, gösterişle Atatürkçülük olmuyor. Derneğe siyasetçi girer ama siyaset giremez ilkesinin giderek gözardı edildiği izleniyor. Yakınmalar artıyor. Her siyasal partinin kendi tüzüğü ve programı için doğal sayılan çabalarının üstünde ve önünde hepsinin benimsemesi gereken Atatürk ilkeleri var. Dernek partilerin arkasında değil, partiler derneğin arkasında olacaktır. Kemalist iktidar diyerek Atatürkçülük sözcüğünden kaçınanlar, en Kemalist partinin kurulmasını isteyip karar almalarına karşın gelişmesini engellemişlerdir. Atatürkçü düşünce karşıtlığıyla savaşım, yandaşlığına katkı düşünülmüyor, seçilmek, etiket ve rozet düşkünlüğü sırıtıyor. Yurttaşları Atatürk çizgisinde birleştirmek, barışçı ve uygar çabalar, insancıl ilişkilerle kaynaştırmak şöyle dursun dernek içinde yöneticilere, üyelere karşı düşmanca sayılacak sözler, söylemler, davranışlar görülüyor. Üyeler, delegeler çoğunlukla unvan ve ad gözeterek oy kullanıyor. Çalışma gücü, olanakları ilgi dışında kalıyor. Makamla makamlanan, halk çocuğu, halk adamı olmakta uzak kimselere yer açmak toplumumuzun sağlıksız bir yaklaşımı. Bir kişiye, bir kuruluşa, medyaya kendini beğendirmek için sürekli övünen kimi ilişkilerle kuruluşuna gölge düşüren kişilere toplum nedense gereken tepkiyi göstermiyor. Atatürkçü Düşünce Derneği çekişmeleri bırakıp çalışsaydı günümüz iktidarı bile oluşmazdı.

İlgilenmedim. Destek isteklerini kendime yaraşır biçimde geri çevirdim. Kaldıki artık etkili olacağım kimseler de kalmadı. Görüşümü soranlara “Rozetçi, lâfçı, yalancı, iftiracı, komplo teoricisi, kurgucu, kendini beğenmiş, insana yukardan bakan, tembel, karışık, bulanık ilişkileri olan, özveriden kaçınan, nabza göre şerbet veren, herkese mavi boncuk dağıtarak kendi boşluğunu saklayan, derneği başka kişi ve kuruluşların etkisine, egemenliğine, elatmasına açan, bağımlı ve güdümlü duruma getiren kavgacı, geçimsiz, eyyamcı, gezi düşkünü, ahlâk zayıflığı olan kimseler çıkarsa bunlara yer vermeyin,” demekle yetindim. Seçim oyunlarının, hilelerin konuşulup tartışıldığı bir genel kurul onur kırıcıdır. Buna hiç kimsenin hakkı yoktur. Dâvalarla, suçlamalarla iyice zıtlaşan bir yapı yararlı olamaz. Klik, kulis, kavga, gürültü, şamata ADD'ne asla yakışmaz. Disiplin cezası alan, kurumlara çöreklenip kalanlar yönetime seçilirse o kurum çalışamaz. Saygı ve güvenle kucaklanan gerçek Atatürkçüler öne çıkmalıdır. Benim kişisel bir istemim olmadığından yansızlıkla bu görüşlerimi sunuyorum. Derneğin nasıl kurtulacağı görüşülmelidir. Önceki Genel Başkanlar, Yardımcıları, Genel Yazmanlar, kurucular toplantıya çağırılıp barış ortamı sağlanmalı, bu toplantıda belirlenecek tek listeyle yapı yenilenerek herkes kolları sıvamalıdır. Ben, sorulursa dışardan görüşlerimi sunarım. Demokratik geleneklere gözleri kapalı, disiplinsiz bir dernek boşuna çabalıyor demektir. Tüzük değişikliği kişisel nedenlerle değil, toplumsal gerçeklerle ve kurulmasal gereklerle yapılmalıdır. Şube sayısıyla genel merkez genel kurulunun delege sayısı azaltılarak, yaralı konuşmalar, eleştiriler, kararlar ve görüşlerin açıklandığı, düzeyi her kez biraz daha artan, katılanlara kıvanç, izleyenlere ve ulusa umut veren, güç veren bir aşamaya gelinmelidir. Asıl kazanım budur. Değişik zayıflıklar, düşkünlükler içinde olanlar, kendine yer arayan, başka hiçbir yetenek ve niteliği olmadığı için dernekle ilgili ünvanlarla dolaşanlar olursa uzaklaştırılmalı, bir daha göreve getirilmemelidir. Ülkemiz ve ulusumuz için değeri ve önemi çok büyük olan, çok iyi duygu ve düşüncelerle kurulup yaşatılmış olan dernek için özetle yazıp değinme vicdani bir görev olarak algılanmalıdır. Başka hiçbir nedeni yoktur. Gelişigüzellikler, oldubittiler, hukukdışılıklar, oyunlar, ele geçirme ve dışlama gibi tutumların ilerde ortaya çıkacak sayısız sakıncalarını düşünerek bu tür durumlardan kaçınmak gerekir. Kuruluşlar kimsenin malı değildir, er-geç gerçek ve hak belirlenir, olanlar kuruluşa olur. Liste seçim, sayım oyunları şaibe getirir ve bunun karası ilgililerin yaşam boyunca değil sonrasında bile kendilerini küçültür. Çıkarı için kurallarla, kurumlarla oynamak kimse yarar getirmez.

Çalkantı

Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun kararına karşı iktidara yakın görüş açıklayan anamuhalefet partisi sözcüleri bir yana hukukçu değilken hukuk metnini eleştirmeye kalkışarak bilgiçlik taslayan sözde demokratlar insanı güldürüyor. Bu ortamda ayrılma ya da karşıya geçmeden sonra yeni parti olasılıkları tartışılıyor. Halkımız siyasi partilerin hiç birine güvenmiyor. Gerçekten güvenilecek o kadar az yer kaldıki. Bir kez de başkanlığını yaptığım Yüce Divan yeniden çalışmaya başladı. Dokunulmazlık dosyaları dururken gösteri biçiminde kararlarla çıkışlar yapılıyor. Kimi haklı itirazların kabûl edildiği oturumlar doyurucu kararlarla sonuçlanırsa hukuka güven yönünden iyi örnekler sağlanmış olur. İran-Suriye ortaklığı ise ABD'nin baskıları, İran'ın atom bombasına yakında sahip olacağı söylentileri gözardı edilecek konular değil. İlâhiyat öğrenimli polislerde ayrı bir konu. Emniyet Genel Müdürlüğü Genelkurmay'a benzer bir konuma getirilmezse güvenlik ve adalet sorunları daha çok tartışılır. Genelkurmay Mahkemesi'nde anlatılanlarda ilgiyle dinlenmekte ve izlenmektedir. Yapı işleri konusunda her kesimde kuşku uyandıran olayların geçtiği anlaşılmaktadır. Adaletin yargısıyla gerçekler belirlenecektir umudu endişeleri azaltmaktadır.

Nüfustaki din belirlemesi konusunda Anayasa Mahkemesi'nin iki kez bir oyla istemi reddettiğini anımsıyorum. İkisinde de iptalden yana oy kullanmıştım. Ceza mahkemelerinde tanıklara dini sorulması da benim zamanımda Anayasa Mahkemesi kararıyla iptal edilmiştir. Yıllar sonra da olsa doğrulanmanın, haklı çıkmanın payına düşenini tatmak kıvanç veriyor.

İçte ve dışta önemli olayların geçtiği günlerin içindeyiz. Hepimiz iyi-kötü nereye gittiğimizi biliyoruz ama ülkemiz nereye gidiyor ya da nereye götürülüyor. Göreceğiz.


http://www.turksolu.com.tr/76/ozden76.htm

..