12 EYLÜL ASKERİ DARBESİ’NİN GENÇLİĞİN ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ. BÖLÜM 18
B-12 EYLÜL ASKERİ DARBESİNİN TÜRK POLİTİKASI ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ
Siyasal, ideolojik, doktrinal ve sınıfsal söylem ve siyasal hareketlerin yerine,
Türkiye’de yaşayan insanların tümünü şekilsiz bir kitle olarak kabul eden, farklılıkları, ayrı duruş ve konumları, çıkar zıtlıklarını görmezden gelen, bunların ifadesini hıyanet vataniye sayan demagojik söylemler bütün “parti”lerde yerleşik hale gelmiş ve doğal olarak, popülizm egemen yasal manevra aracı haline gelmiştir 225.
MGK 12 Eylül itibarıyla 1 numaralı bildiriyi yayınlayarak Türk siyasi hayatını kökten etkileyeceği ilk adımı atmıştır. Kararlar inanılmazdır. Parlamento feshedilmiş, hükümet feshedilmiş, siyasi liderlerin politik demeç verme hakları ellerinden alınarak susturulmuş ve geçici ikametgâhlarına ellerinde bir tebligatla uğurlanmışlardır. 7 numaralı bildiri ile parti faaliyetleri durdurulmuş, 52 numaralı bildiri ile de partilerin kapatılmasına ilişkin kanunu kabul etmiştir.
Artık depolitizasyon süreci için düğmeye basılmıştır. Siyasi her türlü faaliyet
yasaklara boğulmuştur.
12 Eylül’ ün gerekçesi aşikârdır. Ülke 12 Eylül öncesi siyasi liderler yüzünden
karanlığa gömülmüştür. Halk huzursuz olmuş, sonunda herkes taraf tutmak zorunda bırakılmıştır. Cumhuriyet kurulalı beri böyle zulüm görülmemiştir. Sokaklar kan gölüne dönmüştür; kardeş kavgaları, mezhep ayrılıkları teröre alet edilmiştir. Ülke her geçen gün yok olma süreci yaşamaktadır ve buna esas sebeplerden biri siyasettir, siyasetle ilgilenmektir.
Sonra fikir beyan etmektir, okumaktır, haksızlığa karşı durabilmektir hatta en kısa yoldan demokrasidir. O zaman çözüm bellidir: 12 Eylül’ e sebep siyaset ve siyasilerse hepsi toptan ortadan kalksın! Halk huzura ersin…Acaba halkın huzuru ne anlama gelmektedir? MGK ne yazık ki madalyonun hiç bu tarafına bakmayı akıl edememiştir. 1980 Müdahalesi sonrası politik örgütlenme açısından getirilen sınırlamalar sonucunda, politik partiler dışındaki kuruluşlara politik faaliyet yasağı getirilmiştir. 1982 Anayasası, dernek, sendika, kooperatif, vakıf, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları gibi tüzel kişilere politik faaliyet ve işbirliği yasağını getirmiştir. Bu yasaklar gerçekte çalışan kesimlere karşı alınmış politik faaliyet yasakları arasında yer almaktadır226. Ülke uzun yıllar demokrasi ile uğraşıp, kendine demokratik yaşam tarzı bulabilmek için yorulmuştu. Her seferinde demokrasiye ulaşacağım derken yolu tıkanıyordu. Askeri cunta
12 Eylül’ de de ülkenin demokrasi ile kucaklaşmasının önüne geçmişti ve ne zaman biteceği o günün şartlarında belli olmayan partileri feshetme ve politize olma sürecini askıya almıştı. Türkiye 1980 yılı itibarıyla demokratik hayata bir süreliğine ara veriyor, partilerini geçmişe uğurluyordu. Askeri diktatörlük, 12 Eylül öncesi var olan siyasi partileri ekarte ederek, siyasi partilerin zedelenmiş itibarlarını göz önünde bulundurmuş ve onlar ile halkın arasına set çekmişti. Cunta tarafsız duruyordu güya ve bu sayede yığınların desteğini alıyordu. Zaten
TSK tek başına bir siyasi partiydi.
Konsey, 27 Ekim 1980’ de yayınladığı Anayasa Düzenleme Hakkında Kanun ile kendi eylemlerini yasal bir çerçeve içerisinde gösterme yoluna giderek kendi
meşrulaştırmaya çalışmıştır 227.
Elbette sorunlar MGK yoluna devam ettikçe su yüzüne çıkmaya başladı. Siyasi
anlamda her türlü faaliyet durdurulduğu için insanlar şaşkına dönmüştü. Generaller sadece partileri kapatmakla yetinmediler ayrıca kapatılan siyasi partilerin genel merkez yöneticilerine 10 yıl, il ve ilçe yöneticilerine ise 5 yıl siyaset yasağı getirdiler. Böylece hiçbir yargılamaya tabi tutmaksızın, hiçbir mahkeme karan olmaksızın 12 Eylül 1980 tarihinde herhangi bir siyasi partinin yöneticisi olan binlerce kişinin siyaset yapma hakkı gasp edildi. Parti liderleri
yasaklı hale getirildi. Sendika ve dernekler kapatıldı. Sendikacılar, sendika görevlileri, öncü işçiler tutuklandı. Örgütlenme adına her şey yasaktı artık. Gençliğin üzerine ölü toprağı serpilecekti.
‘’12 Eylül sadece sendikamızı kapatmadı. İş şartları da büyük bir hızla değişti. Zindan gibi bir yer haline geldi fabrika. Söz hakkımız yok, karşı çıkamıyorsun. Ekmek parası diyerek boynunu eğip çalışıyorsun. Yine de biz şanslıydık. Bazı kötü niyetli idareciler vardı ama ‘Baba’ dediğimiz müdür sayesinde bu kötülükler çok da ifrata varmadı. Bize yönelik en büyük darbe, aramızdaki birlik ruhuna indirildi. Ümmetçi bir toplum bu. Kim başta ise onun peşinde namaza duruyor. Güçlüyü görünce onun karşısında el pençe divan durup, el etek öpüyor.228.
12 Eylül Anayasasıyla gelen yasaklar partileri ve parlamentoyu toplumdan, toplumu da siyasetten uzaklaştırdı. 1982 Anayasası, siyasal partilerin kadın ve gençlik kolları kurmalarını, oda, sendika, dernek, vakıf gibi örgütlü toplum kesimleriyle ve üniversiteleriyle ilişki içinde olmalarını yasaklamaktaydı. Zira her şeyin bir sonu vardı ve MGK bir yerde ‘’dur’’ diyecekti. Askerler 1982 Anayasası’ nı kabul ettikten sonra 1983 seçimleri ile de yeni partilerle ‘’yola devam’’ kararı aldı. 1961 Anayasası hep daha özgürlük verici bir anayasa olarak nitelendirilirken,
82 Anayasası daha uzun ve detaylı açıklamalarıyla kapsamlı bir anayasa olarak çıktı toplumun karşısına. Aslında herkes anayasayı anlamakta ve özümsemekte sıkıntı çekiyordu.
27 Mayıs Anayasası, Atatürkçü ışıkla doluydu. Türk halkını radyoaktif ışınları geçirmeyen kalın bir kurşun tabakası gibi kaplayan bilgisizlik ve bağnazlık zırhını delerek, Atatürk devrimciliğinin ışığını geniş yığınlara ulaştırmak amacını güdüyordu anayasa. Uzun süren iktidarı döneminde Sayın Demirel’ in eline, bu anayasayı uygulamak gibi büyük bir hizmet fırsatı geçmişti. Ne yazık ki bu da ters doğrultuda işledi ve halkın kafasını kaplayan ışık geçirmez zırh,
ülkeyi bir örümcek ağı gibi saran türlü tarikatlar aracılığıyla, Demirel zamanında daha da kalınlaştırıldı; bir çok zeka karanlıkta kaldı; bunlar ‘’körelmiş zeka’’ olarak hala karanlıkta yaşamaktadır.229.
1982 Anayasası’ nın kabul edilişinden sonra sıra rejimin el değiştirmesine gelmişti. Yepyeni bir siyasi arena oluşturulmalıydı ve elbette MGK’ nın 3 sene boyunca yaptıkları çalışmaların teyidini sağlayacak yeni ve güvenilir partiler kurulmalıydı. İşte 1983 seçimleri için yeni ve sınırlı sayıda parti kurulmasına izin verildi. Seçimlere partiler veto ve baraj sisteminden geçerek hazırlanmışlardı ve seçim için sayıları sadece 3 de kalmıştı. Kenan Evren işi sağlama almakta ısrarlıydı, eski defterler karışmasın diye çok uğraştı ve her fırsatta eski siyasiler hakkında düşüncelerini söylemekten çekinmedi. Hatta 1981 yılının başlarında Konya’ daki konuşmasında halka şöyle seslenecekti: "Kirlettikleri tencereyi tekrar kendilerine teslim edeceğimizi düşünüyorlarsa çok yanılıyorlar!"
MGK nın eski liderlerden hiçbirine tahammülü yoktu. Dolayısıyla onların önü
seçimler için tıkanmalıydı. Bundan dolayıdır ki Milli Güvenlik Konseyi' nin yayınladığı 31 Mayıs 1983 tarih ve 79 sayılı kararıyla, Adalet Partisi' nden Süleyman Demirel, Ali Naili Erdem, Ekrem Ceyhun, Saadettin Bilgiç, Nahit Menteşe, Yiğit Köker, İhsan Sabri Çağlayangil,
Cumhuriyet Halk Partisi' nden Sırrı Atalay, Metin Tüzün, Celal Doğan, Deniz Baykal, Ferhat Aslantaş, Süleyman Genç, Yüksel Çakmur, Büyük Türkiye Partisi' nden Hüsamettin Cindoruk ve Mehmet Gölhan olmak üzere 16 eski siyasetçi 121 gün süreyle Çanakkale Lapseki ilçesindeki Zincirbozan askeri üssünde zorunlu ikamette tabi tutulmuştur.
Millî Güvenlik Konseyi' nin yeni kurulan partilerin kurucularını veto etmesi ve bazı partilerin ülke genelindeki gerekli teşkilatlanmayı seçim dönemine yetiştirememeleri nedeniyle 6 Kasım 1983 genel seçimlerine katılmasına izin verilmeyen Büyük Türkiye Partisi' nin devamı nitelinde olan Doğru Yol Partisi, Sosyal Demokrasi Partisi ve Refah Partisi' "Yasaklılar" diye adlandırıldı. Milli Güvenlik Konseyi tarafından genel seçimlere katılmalarını uygun bulunan Emekli Orgeneral Turgut Sunalp' in liderliğindeki Milliyetçi Demokrasi Partisi, eski Başbakanlık Müsteşarı Necdet Calp' ın liderliğindeki Halkçı Parti ve 24 Ocak Kararları' nı hazırlayan Turgut Özal' ın liderliğindeki Anavatan Partisi' ne de "İcazetliler" ve ya "6 Kasım partileri" denildi.
20 Mayıs 1983 tarihinde Turgut Özal, Anavatan Partisi’ ni (ANAP) kurmuş ve 83 seçimlerinde ipi göğüslemiştir. Partinin 37 kişilik kurucuları arasında, Hüsnü Doğan, Vehbi Dinçerler, Adnan Kahveci, Veysel Atasoy ve Halil Şıvgın gibi isimler yer almaktadır.
Sonrasında 7 kişi veto edilmiş ama sayı yeterli olduğu için parti seçime hazır kabul edilmiştir.
1983 seçimlerinde bariz bir şekilde Turgut Sunalp’ in partisini destekleyen Kenan Evren ekibi ve arkadaşları seçim sonucuna şaşırmışlar ve askerin askere devredeceği sivil rejim planı tutmamış olması gerçeği karşısında aciz kalarak idareyi Turgut Özal’ a kaptırmışlardır.
1-1987 Seçimleri Ve ANAP
Özal ile birlikte toplum bambaşka sulara yelken açmıştı, değişmişti, farklılaşmıştı, farklılaştırılmıştı. Liberal ekonomik program sayesinde, faiz oranlarındaki sınırlamalar kaldırılmış, döviz alım satımı serbestleştirilmiş ve yurt içi yurt dışı sermaye hareketleri serbest bırakılmıştı. Dolayısıyla bu değişimler toplumun bireysel yaşantısına da yansıyordu. Bir anda çeşitli yerlerde çeşitli işyerleri açıldı, ithal ürünler, markalarla tanışıldı ve bir anda Türkiye sanal bir refah ve bolluk ortamına büründü. Bir anda tüketim çılgınlığı başladı. Ruhlar yerine bedenler, fiziki görüntüler; beyin yerine sahip olunan metalar konuşur oldu. Kolay para kazanmak herkesin derdi, uyanık girişimci olmak herkesin hayaliydi. Gençler bu sefer de tüketim canavarının etkisi altında olacaktı. Ne yazık ki bu yapay refah ortamı, Turgut Özal’ a yaramamıştı. 1987 yılı sona ererken bir önceki seçimlerde güç ispatı yapmış olan Özal, 87 seçimlerine yorgun ve yıpranmış vaziyette girdi. Yeni ekonomiye adaptasyonda zorluk yaşayan halkın yoksulluğu, yorgunluğu, işsizliği tavan yapmıştı ve elbet bu fatura Özal iktidarına çıkacaktı. Yalnız halk Özal’ ın kıvrak zekâsını unutmuştu. Nitekim seçim sisteminde son dakika değişiklikleri yaparak, %36 civarında oy almasına rağmen tek başına iktidar olabilmişti. Ne var ki 87 seçimleri bir başka
gerçeği de ortaya koyacaktı: Sosyal demokratlar ağırlığını hissettirmeye başlayacaktı.
Bununla beraber iktidar karşısında toplumsal ve siyasal muhalefet olarak halktan destek alacaklardı.
1987 Seçimlerinde Oy Dağılım Grafiği Tablo:wikipedia
Seçimler için Türkiye genelinde anket yapmak, 1980 darbesi sonrasında ortaya çıktı. Araştırma şirketleri, 80 öncesinde Türkiye' de yatırım yapmayı planlayan uluslararası şirketler için ürün ve pazar araştırmaları yapıyordu. Türkiye ekonomisinin hızla geliştiği bu yıllarda, yabancı şirketler, Avrupa' nın en büyük pazarlarından biri olan Türkiye' de satışa sunacakları gıda maddeleri, temizlik ürünleri ve ilaçlar için art arda piyasa araştırması yapıyordu. "Siyasi
içerikli" anket çalışmaları ise ilk kez Turgut Özal' ın başbakanlığı döneminde ortaya çıktı. Turgut Özal iktidarını test ettiği 1987 seçimleri ile popüler hale gelen seçim araştırmaları,
Refah Partisi 'nin İstanbul ve Ankara belediyelerini aldığı 1994 yerel seçimleri ile patlama yaptı230.
1987 genel seçimlerine ANAP’ın dışında HP ile birleşen SODEP’ in oluşturduğu
SHP( HP+ SODEP) ile DYP, RP, MÇP, DSP ve IDP partileri katıldı. Turgut Özal ve ANAP sonraki süreçte de güç kaybetmeye devam edecek, eski günlerindeki şaşasını yitirecekti. Özal’ ın 31 Ekim 1989 da Türkiye Cumhuriyeti’ nin 8. Cumhurbaşkanı olarak seçilmesi de ANAP içinde dengeleri yerinden oynattı. Zira başkanlık koltuğuna Yıldırım Akbulut’ un seçilmesiyle partide iç çekişmeler, hesaplaşmalar da hız aldı. Özal ne yaparsa yapsın, dışarıdan ne kadar
müdahale ederse etsin, elleriyle kurduğu partiye tekrar can veremedi.
Yıldırım Akbulut’ tan sonra başkanlığı hak eden Mesut Yılmaz da parti için hiçbir şey yapamaz ve hatta başkanlığı süresince muhafazakârları dışlar. Bu tutumu ona çok şey kaybettirir. ANAP için artık yapılacak pek fazla bir şey de yoktur. Üstelik kurucusu Turgut Özal da görevi başında 1993 yılında vefat eder, partinin yegâne umudu da yoktur artık. Aynı zamanda Türkiye bu sonla 87 seçimleriyle gördüğü tek parti iktidarına da uzun bir müddet ara verecektir.
Özal Türk siyasi tarihinde kilometre taşlarından biridir. Şüphesiz ülkeyi bambaşka bir boyuta taşımış ve ülkenin adının dış platformlarda da sıkça telaffuz edilmesini sağlamıştır. Türkiye Turgut Özal ile birlikte gerçekten evrim geçirmiş ve bazıları kabul etmese de kabuğunu kırmıştır.
12 Eylül sonrası siyasi tarihin önemli partisi olan ANAP, 24’ üncü kuruluş
yıldönümüne günler kala, 11 Temmuz 1983’ de kendisine rakip olarak kurulan, Süleyman Demirel desteğindeki DYP ile birleşme kararının ardından tarihe karıştı. Bu birleşmeyle, merkez sağda yedekte durması planıyla 12 Eylül döneminde kurulan DYP de ismen varlığını ortadan kaldırdı, iki partinin tüzel kişilikleri sona erdi.
2-SHP
1987 Seçimleri ile yıldızı parlayan 2 parti vardır: SHP ve RP. Üstelik seçimlere 12 Eylül ile yasaklı hale getirilen eski siyasiler de katılmıştır. Bu artık yavaş yavaş her şeyin normale dönmeye başladığının işaretidir. SHP 87 seçimlerinde 2. partidir ve yükselen değerini bir müddet daha koruyacaktır.
1985’ te Aydın Güven Gürkan ve Erdal İnönü’ nün el sıkışmasıyla kurulan SHP 12 Eylül sonrası kurulan partilerdendi ve bünyesinde doğal olarak Cumhuriyet Halk Partisi kökleri taşımaktaydı. Elbette solun temsilcisiydi ve hep sosyal demokratın sözcüsü olmuştu. En önemli özellikleri, prensipleri arasında ‘’özelleştirmeye karşı durmak’’, ‘’karma ekonomiyi desteklemek’’ ve diğer partilere nazaran ‘’Kürt Sorunu’’ na daha ılımlı ve özgürlükçü çerçeveden bakmak yer alıyordu.
1987 genel seçimlerinde ciddi bir oy oranı yakalayan SHP, 26 Mart 1989 yerel
seçimlerini müthiş bir başarı ile kazandı. Her şey yolunda gibi görünürken Erdal İnönü parti genel sekreteri Deniz Baykal ile anlaşmazlık içine düştü ve her partide olduğu gibi bu uzlaşmazlık hızla partinin sonunu hazırladı. Deniz Baykal parti içinde güçlü muhalefet yapıyor ve her olağanüstü kurultayda İnönü’ nün karşısına çıkıyordu. Nitekim CHP’ yi yeniden canlandırma, açma fikri işe yaradı ve 1992 yılında Baykal amacına ulaşıp, tek başına uçma kararı aldı. 1994 seçimlerinde solun üç parça halinde girdiği ve yaşadığı hezeyan solda
ittifak projesini ortaya koydu. DSP hemen kendini saf dışı bıraktı. Zira Ecevit erk peşindeydi. Lakin 1995 yılında SHP, CHP’ ye katıldı ve sol oyları yeniden toplamak için kolları sıvadı, güç birliğine girişti.
3-DYP ve Tansu Çiller
Turgut Özal’ ın ani ölümü üzerine o sıra başbakan olan Süleyman Demirel, 9.
Cumhurbaşkanlığına getirilince, DYP genel başkanlığına aday olan Tansu Çiller 1993 yılı Haziran ayında başkanlık koltuğuna oturuyor ve akabinde Türkiye’ nin ilk kadın başbakanı olarak siyasi arenada boy gösteriyordu. Bunun üzerine DYP’ nin SHP ile devam eden koalisyon ortaklığı da devam ediyor ve fakat Erdal İnönü’ nün SHP genel başkanlığından ayrılmasının ardından genel başkan olan Murat Karayalçın ile ortaklık sağlanıyordu.
Ne var ki SHP’ nin 1995 yılında CHP ile birleşmesi ve Deniz Baykal’ ın da CHP genel başkanlığına seçilmesi koalisyonun sonunu getiriyordu. Bundan sonrası için Tansu Çiller’ in Refahyol Hükümeti adı altında Erbakan ile koalisyon hükümeti oluşturulacak, hükümet üzerinde çok konuşulacak ve bu ikili, tehlikeli birliktelik Çiller’ in imajına çok zarar verecekti.
Tansu Çiller kuşkusuz Demirel’ in desteğiyle başbakanlık sıfatı ile buluşmuştu.
Siyaset sahnesine başbakan olarak çıktığı günlerde ülkede yer yerinden oynadı. İnsanlar onu bağırlarına bastılar ve hatta ‘’Baba gitti, ana geldi’’ sloganlarıyla karşıladılar. Herkes bu sarışın kadına hayran kalmıştı. Yaptığı her şey olay, söylediği her söz kural oluyordu. Toplumun desteğini arkasına alan Çiller de durumun farkındaydı. Beklediğinin çok üstünde bir tepki almıştı, kendisine gösterilen ilgiden, sevgiden başı dönüyordu. Meydanlarda ‘’Ben sizin ananızım, bacınızım’’ diye konuşur olmuştu. Kadınlar onun saçını, giyim tarzını taklit
ediyor; erkekler hayranlıklarını gizleyemiyor hatta bir adım ötesine geçip âşık olduklarını söylüyorlardı.
Elbette Çiller de koşuya hızlı başlamıştı. Toplum Türkiye’ nin Çiller ile kanatlanıp
uçacağını ve hızla gelişeceğini düşünüyordu. Özellikle ‘’ Bu iş ya bitecek ya bitecek’’ diyerek başlattığı PKK ve terör mücadelesi çok takdir topladı. Terörle mücadelede boyut atladı. Üstelik terörü besleyen iç ve dış finansal kaynakları kim olursa olsun deşifre edeceğini söylemesiyle büyük tepki aldı. İddiasına göre bazı işadamı ve sanatçılar PKK’ ya destek sağlıyordu. Çiller bütün isimleri açıklama çabasına girişti. Üstelik medya ile de arası çok iyi olduğu için ağzından çıkanlar büyük büyük puntolarla gazete sayfalarına anında yansıyordu.
İlk önceleri her şey lehine gibi görünüyordu. Ona göre herkes mutlu, kendi de mutluydu. Elinde sihirli değnek vardı ve kendisi de nasıl olsa süper kahramandı. 1990 yılı Kasım ayında girdiği DYP çatısı onun için mucizeler doğurmuş ve de o bu beklenmeyen mucizeleri değerlendirme fırsatını yakalamıştı.
Çiller en çok ABD' ye güvendi. Turgut Özal' ın ABD Başkanlarıyla yüz yüze diyalog yöntemini benimsedi. Newswek' e verdiği söyleşide "Clinton bana aşık olacak" 231 bile dedi. Kendi döneminde Gümrük Birliği Antlaşması’ nı imzaladı. Emniyet ve Özel Hareket Dairesi’ ni güçlendirdi. Ama ne yazık ki tehlike çanları onun için de çalıyordu DYP’ yi merkez sağın tek partisi yapmak için uğraşıyordu ve sürekli Mesut Yılmaz ile polemiklere giriyordu. Ekonomiyi düzeltmesi için beklentiler yüksekken ekonomi geriledi. 5
Nisan kararları ile Türkiye ekonomik krize girdi. Çiller, bütçe dışı fonları, nakit teşviklerini kaldırdı. Dolayısıyla iş çevresinden tepkiler yükseldi. İyilik, güzellik geride kalıyordu artık. Başbakanlığı döneminde izlediği politikalar sürekli konuşulur olmuştu. Özellikle polisi güçlendirmeye çalışıp, özel hareketi desteklemesi askeri çevrelerde şüpheyle ve tepkiyle takip ediliyordu. Ardından gelen Refahyol Hükümeti ile Çiller medya, STK ve iş çevreleri, sermaye
sahipleri ile yollarını iyice ayırmış oluyordu. Zira başbakanlığı süresince RP’ ne tepki koyan, ‘’Onu bir tek ben durdururum’’ 232diyen süper kahraman yerini sırf hükümet kurmak adına seviyesini düşüren, imajını zedeleyen silik ve zayıf bir siyasetçiye bırakmıştı. Çiller’ in adı sürekli yolsuzluklarla, dolandırıcılarla anıldı. Örtülü ödenekten miktarı yüksek paralar çektiği ve paranın bir kısmını bir dolandırıcıya kaptırdığı uzun süre konuşuldu. Üstelik mal varlığını bir türlü açıklamaması, açıklayamaması ona karşı tepkileri hızlandırdı.
Amerikan vatandaşı olduğu iddiaları gündemi hep meşgul eder oldu. Çizdiği bu kararsız ve tutarsız imajla seçmeni de ürküttü. Çok renkli bir kişiydi ve Türk siyasi hayatına farklı bir renk kattı ama politik hırsı ve inadı renkli kişiliğinin ve yükselen yıldızının önüne set oldu. Parti tabanını bir türlü güçlendiremedi ve 28 Şubat sürecinde partisinden ilk kopmaları kendi yaşadı. Özellikle yakın çevresi onu en önce terk edenlerdi. Süleyman Demirel’ den aldığı emanete sahip çıkamamış ve onu olması gerektiği yere taşıyamamıştı. Demirel de ona
tepkisini koymuştu. Zira Refahyol hükümeti dağıldıktan sonra Çiller hükümeti kurabilecek durumdayken görevi onun yerine Mesut Yılmaz’ a verdi.
Sonrasında ANAP-DSP-DTP koalisyonu (ANASOL-D) kurulmuştur ve DYP
muhalefete geçmiştir. 18 Nisan 1999 yılında yapılan seçimlerde %12 oy ile 5.parti olarak meclise giren DYP, 3 Kasım 2002 tarihinde yapılan seçimlerde ise tarihinin hezimetine uğramış, barajı geçememiştir. Çiller Demirel’ den %27 ile aldığı emaneti % 9.5 ile istemeye istemeye iade etmiştir. Bu Çiller için sondur, bağrına taş basar ve partiden ayrılır. DYP beş yıl boyunca Mehmet Ağar’ ı dümene oturtur. 2007 yılında ise Ağar ANAP Genel Başkanı Erkan Mumcu ile el sıkışır. 27 Mayıs’ ta ise DYP kapatılır, yeni partinin adı DP olarak belirlenir.
4- Refah Partisi
1983 yılında kurulan Refah Partisi o yılki genel seçimlere katılamayınca güçlü bir çalışma yürüttü, iyi organize oldu ve köklü teşkilatlandı. Bu avantaj ona 1984 mahalli idare seçimlerine katılma şansı tanıdı ve 1985’ de ilk kurultayını yaptı. İlk etapta Avukat Ahmet Tekdal başkanlığında yürütülen Refah Partisi çalışmaları, 1987 yılında Erbakan ve elbette diğer eski siyasetçilerin yeniden siyasete dönüşüyle canlandı. Zira Erbakan genel başkan seçilecek ve kaldığı yerden davasına devam edecekti. Üstelik 23 Nisan ve 30 Ağustos törenlerine katılmayı reddeden, kurulduğu günden itibaren ‘’Milli Görüş’’ felsefesini benimse
yen, Konya’ daki "Kudüs Mitingi" ile 12 Eylül darbesine zemin hazırlayan ve aslında bardağı taşıran Erbakan’ ın 87 seçimleri ile artık seçmen sayısı da 2 milyona ulaşmıştı. RP’ nin 1989 daki yerel seçimlerde de oy oranı artmaya devam eder. Erbakan sonrasında MHP yerine kurulan MÇP ve IDP ile ‘’kutsal ittifak ‘’ denilen güç birliğine girişir ve 20 Ekim 1991 seçimlerinde 16.7 oranında oy alır. Aslında Erbakan en büyük kozunu 1995 yılında oynar. Zira hem genel hem yerel seçimlerle aldığı zaferlerle o artık Türkiye’ nin 1. partisidir.
Erbakan’ ın uzun yollar önce ektiği tohumlar verimli çıkmıştır, %90’ ı tutmuştur. O hiç yılmamış, yoluna ne çıkarsa çıksın temizlemiş, bir kenara atmış ve sabırlı davranmıştır. Merdivenleri adımlarken 3 darbe görmüş ve fakat kartlarını açık oynamaktan kendini alamamıştır. Sürekli bir ‘’Hayırlı Cuma ‘’ sabahı başbakan olacağını düşlemiştir ve sonunda koruk sabırla helva olmuştur. Erbakan ektiklerini biçeceği zamana durmuştur artık. O yıl 1996’ dır ve Erbakan o çok istediği ‘’Başbakan Koltuğu’’ n dadır. 1995 seçimlerinden sonra ANAP–DYP (Anayol) koalisyonu kuruldu. Mesut Yılmaz başkanlığındaki hükümet, güven oylamasında 257 rakamında kaldı. 80 çekimser oy, güvenoyuna dâhil edildi. Ancak, Anayasa Mahkemesi, güven oylamasını geçersiz saydı. Mahkeme devam edebileceği yönünde görüş beyan edince ayakta kalan hükümet, gensoru
oylamasını beklemeden çekti. Anayol’ un ardından Necmettin Erbakan başkanlığında, RP– DYP (Refahyol) hükümeti kuruldu.
Lakin Refahyol Hükümeti uzun süre iktidarda kalmadı. Saltanatı sadece 11 ay sürdü. Erbakan’ ın varlığı askerleri, sivil toplum örgütlerini ve medyada bir grubu rahatsız ediyordu. İnsanlar Erbakan’ ın varlığını laik Cumhuriyet’ e tehdit olarak görüyordu. Erbakan’ ın siyasi geçmişi pek parlak olmadığı için toplum kendisine şüpheyle bakıyordu. Nitekim Yargıtay Başsavcısı’ nın dava açmasıyla ortam gerildi, akabinde DYP’ den ardı arkasına istifalar gelmeye başladı. Büyük meslek örgütlerinin de hükümete istifa çağrısı ipleri kopardı. 18 Haziran 1997’ de Erbakan istifasını Demirel’ e verdi.
5- 28 Şubat Post-Modern Darbesi
Sağlık Bakanı Yıldırım Aktuna, 28 Şubat sürecinde Necmettin Erbakan
başkanlığındaki hükümetin yıkılmasında ilk kıvılcımı çakan kişiydi. Aktuna' nın 26 Nisan 1997 günü, Sanayi Bakanı Yalım Erez' le birlikte istifa etmesi, medya ve asker baskısı altında bulunan Doğru Yol Partisi' ndeki çözülmeyi başlattı. DYP' de ardı ardına yaşanan istifalar, Refahyol sonrasında Mesut Yılmaz başkanlığında kurulan ANASOL-D hükümetine de zemin hazırladı. Çünkü DYP'den ayrılanlar, Hüsamettin Cindoruk başkanlığında, 'Demokrat Türkiye Partisi' ni kurdular ve bu parti hükümetin üçüncü ortağı oldu.233.
28 Şubat 1997’ de Milli Güvenlik Kurulu toplantısı yapılmış, bu toplantıda alınan kararlar doğrultusunda askeri ve bürokrasi ikilisi ekseninde bir süreç başlamış, akabinde bu kararların uygulanması sırasında da her alanda bir değişim süreci başlamıştır. Bu tablo karşısında bazı kesimden insanlar farklı bir darbeyle karşı karşıya olduklarını iddia etmişler ve süreci ‘’post –modern darbe’’ olarak dillendirmişlerdir. İşte Refahyol Hükümeti’ nin Türk siyasi tarihine hediyesi post-modern darbedir. Dolayısıyla kavram siyasi literatürümüze yerleşmiştir.
‘’28 Şubat sürecini planlayıp yürüten merkez BÇG (Batı Çalışma Grubu) dur. BÇG’ ye dair, TSK bünyesinde alınmış resmi bir onay veya emir yoktur. Bu örgütün kanuni bir dayanağı da bulunmamaktadır. Bu birim devlet içinde oluşmuş bir çetedir. Devlet imkânlarını kullanan, devlet memuru sıfatını haiz, üstelik silah taşıyanlardan meydan gelen bir çete toplumun önüne çıkmaktadır. 28 Şubat süreci işte bu çetenin eseridir. 28 Şubat süreci denildiği zaman aklımıza hangi isimler geliyor? İsimleri alt alta koyduğunuz zaman, bu askeri
müdahalenin emir-komuta zinciri içinde yapılmadığı, bir cuntanın eseri olduğu ortaya çıkmaktadır.234.
28 Şubat Post –Modern Darbesi’ ni Hazırlayan Bazı Olaylar:
*Ekim 1996’ da Erbakan’ ın Mısır-Libya-Nijerya ziyareti
*Mafya-siyasetçi-polis üçgeni çerçevesinde ilişkilerin ortaya çıktığı Kasım1996’ daki Susurluk kazası
*10 Kasım 1996’ da Konya Belediye Başkanı’ nın Refah Partisi İl Divan Toplantısındaki ülke ve laik olma konusunda uygunsuz konuşması
*22 Ocak 1997’ de yüksek rütbeli subayların Gölcük’ te irtica üzerine toplanması
*30 Ocak 1997’ de Sincan’ da düzenlenen Kudüs Gecesi
*5 Şubat’ ta Sincan’ da tankların ve zırhlı araçların geçiş yapması
*28 Şubat’ ta 9 saat süren MGK toplantısı
28 Şubat 1997' deki MGK kararları hükümete bildirildi. Kararda, laiklik için yasaların uygulanması istendi, tarikatlara bağlı okullar denetlenmeli ve MEB' e devredilmeli, 8 yıllık kesintisiz eğitime geçilmeli, Kuran kursları denetlenmeli, Tevhidi Tedrisat uygulanmalı, tarikatlar kapatılmalı, irtica nedeniyle ordudan atılanları savunan ve orduyu din düşmanıymış gibi gösteren medya kontrol altına alınmalı, kıyafet kanununa riayet edilmeli, kurban derileri derneklere verilmemeli, Atatürk aleyhindeki eylemler cezalandırılmalı, deniliyordu235.
28 Şubat için çok şey yazıldı, çizildi, konuşuldu. Gerçek şu ki Türkiye bu sefer
cuntanın farklı boyutu ile tanıştı. Bir yandan medya silahını çekti, hükümete yüklendi hatta medya bir ara hükümet tarafından ‘’medya terörü’’ yapmakla suçlandı. Öte yandan General Erkaya ‘’İrtica PKK’ dan daha tehlikelidir!’’ dedi ve herkes bir anda afalladı, algıda seçicilik oluştu. Sonrasında Ecevit’ in ‘’Güneş Motel’’ vakası gibi ama ondan daha vahim durumda, partiler arası geçişler başladı ve meslek kuruluşları pimi çekti. Türkiye elbette farklı bir
darbeyle karşı karşıyaydı ama her ne olursa olsun Hükümet görevinden öyle ya da böyle ayrılmak zorunda kalmıştı. Cunta adı ne olursa olsun yine işin içindeydi. Üstelik demokrasi bir kez daha tökezlemiş, düşünceler yeniden insanlara pranga olmuştu.
1994 yerel seçimlerinde patlama yapan parti, 1995 seçimlerinde de birinci parti oldu. ANAP-DYP koalisyonu nedeniyle ilk üç ay ana muhalefet görevi yapan Refah Partisi, Mesut Yılmaz' ın başbakanlıktan istifasıyla yıllardır beklediği iktidara kavuştu. Dönemin Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş, Başbakan Erbakan' ın partisi Refah' a 1997 yılının Mayıs ayında kapatma davası açtı. Refah-yol hükümetine yönelik tepkiler yoğunlaşınca 1997 yılının haziran ayında Erbakan, istifa etti. Refah Partisi ile ilgili kapatma kararı 16 Ocak 1998' de
verildi. FP, RP' nin kapatılmasından kısa süre önce 17 Aralık 1997' de Erbakan' ın avukatlığını yapan İsmail Alptekin tarafından kuruldu. Savaş, 7 Mayıs 1999' da FP' nin kapatılması isteğiyle dava açtı. 26 ay süren dava FP' nin kapatılmasıyla 22.06.2001’ de bitti.236.
BU BÖLÜM DİPNOTLARI;
225 Mehmet Ali Kılıçbay, Zaman Gazetesi, ‘’11 -12 Eylül arasında Türkiye’’, 30.09.2002
226 Bülent Tanör, ‘’İki Anayasa’’, Beta Yayınları, 3. Baskı, İstanbul , 1994, s. 142
227 Ergun Özbudun, ‘’Türk Anayasa Hukuku’’, Yetkin Yayınları, Ankara, 2003, s.50–51.
228 Ertuğrul Mavioğlu, ‘’Bir 12 Eylül Hesaplaşması-3/ Bizim Çocuklar Yapamadı’’, İthaki Yayınları-1. Baskı, İstanbul, Eylül 2008, s.196-197
229 Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, ‘’12 Eylül / Karşı devrim’’, Evrim Yayınları, 2. Baskı, İstanbul, 1990, s. 225
230 ‘’Seçim Anketleri Nedir, Ne Değildir’’, www.memurlar.net, 04.04.2009
231 ‘’Kırat’ ı Emekli Etti’’, Yeni Şafak Gazetesi, http://yenisafak.com.tr/diziler/tasfiye/tasfiye06.html
232 ‘’Kırat’ ı Emekli Etti’’, Yeni Şafak Gazetesi, http://yenisafak.com.tr/diziler/tasfiye/tasfiye06.html
233 ‘’Aktuna: Bizi de, Askeri de Kandırdılar’’, www.aksiyon.com.tr, 30.01.2006
234 Mümtaz’ er Türköne, ‘’Darbe Peşinde Koşan Bir nesil/ 68 Kuşağı’’,Nesil Yayınları-5.Baskı, İstanbul- Kasım 2008, s.151
235 28 Şubat Süreci, http://tr.wikipedia.org
236 ‘’Milli Görüş’ e Parti Dayanmıyor’’, www.radikal.com.tr, 23.06.2001
19 CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,
***