TBMM Susurluk Araştırma Komisyonu Raporu, Bilgisine Başvurulanlar, BÖLÜM 2
1988 yılında MİT Raporu olaylarının meydana geldiğini, çalıştıkları dairenin bu raporu hazırlamış olması sebebiyle Müsteşar Yardımcısı Hivam Abbas, Daire Başkanı Mehmet Eymür ve kendisinin emekliye sevk edildiklerini, daha sonra Mehmet Eymür’le birlikte 2 yıl dışarıda çalıştıklarını, Mehmet Eymür’ün dayısının
yardımıyla kurulan bir fabrikasında birlikte çalıştıklarını, kendisinin parası olmadığından sadece % 8 hissesi bulunduğunu, daha sonra bu hisselerin Eymür tarafından kendisinden istendiğini ve onun da bunları iade ettiğini bu ve bazı şahsi nedenlerle buz fabrikasından münakaşa ederek ayrıldığını ve sonra da Eymür ile görüşmediğini,
1980 yılında Botaş’a girdiğini, bir sene müfettişlik ondan sonra da koordinatörlük görevi yaptığını, Eylül 1983 ayında Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar’ın kendisini çağırarak emniyet mensuplarının yetiştirilmeleri konusunda çalışmasını istediğini, sevinerek bu görevi kabul ettiğini ve hemen eğitime başladığını, kadrosunun Botaşta kaldığını, 15.4.1996 tarihinde de Emniyet Genel Müdürlüğündeki görevden ayrıldığını, Belirterek, kendisini tanıtmasının ardından; Tarık Ümit’in öldürülmesi olayında;
Tarık Ümit’i 1987 yılında Milli İstihbarat Teşkilatında çalışırken Mehmet Eymür vasıtasıyla tanıdığını, özellikle kaçakçılık ve narkotik konularında çok haber getiren bir eleman olduğunu, ancakt kendisinin doğrudan bir görev irtibatı bulunmadığını Emniyet Genel Müdürlüğünde iken Tarık Ümit’in kendisini arayarak, önemli bir kaçakçılık olayı olacağını bunun mutlaka önlenmesi gerektiğini, bunun üzerine onu Genel Müdür Mehmet Ağar ile tanıştırdığını, Genel Müdürün Kaçakçılık İstihbarat Daire Başkanı Tuncay Yılmaz’a konuyla ilgilenmesi için talimat verdiğini, sonradan çok büyük miktarda asit anhidriti bu ihbarla yakalatmış olduğunu öğrendiğini, Mehmet Eymür’ün bilahare MİT’te yeniden görev aldığını, Tarık Ümit’le birlikte çalışmaya başladığını duyduğunu, Tarık Ümit’in kaçırılması ve öldürülmesi olayı ile hiçbir ilgisinin bulunmadığını, Mehmet Eymür’ün Tarık Ümit’in kızının babasını kendisinin öldürttüğünü söylediğini, bu sebeple kızın kendisiyle konuştuğunu ve Mehmet Eymür’ün yazılarında Ahmet Akpak isimli gazetecide varken babamı Korkut Eken
öldürttü dediğini, kıza kendisinin konu ile bir ilgisi olmadığını söylediğini bilahare bir İstanbul seyahatinde aracının takip edildiğini fark ederek polisi aradığını, arkasındaki araçtan telefonla kendisinin arandığını ve Tarık Ümit’in kızının kendisini takip ettiklerini ve görüşmek istediklerini söyleyince, aracını durdurup kız ile görüştüğünü ve ona babasını 1,5 yıldır görmediğini ve kesinlikle olayla bir ilgisinin ve bilgisinin bulunmadığını söylediğini,
Milli İstihbarattan ayrılıp Emniyet nezdinde çalışmanın Mehmet Eymür’ü kızdırmış olabileceğini, Devletin istihbarat birimleri arasında çok koordineli bir çalışma yapılması gerektiğine inandığını, bu birimler arasında şahsi kin, nefretten doğan çekişmeler sen-ben davası, sen başarılısın, ben başarılıyım kavgası olduğu müddetçe bugün Susurluk olayı çıktı ise yarın, altı ay sonra başka bir olayın çıkabileceğini, bu tür mücadelede 200 bin kişi olduğunu, bunlar içinde yanlış yola girmiş olabilecek görevliler ya da kişiler bulunabileceğini,
bunun polis, asker ya da korucu olabileceğini, ancak bunun çözümünün basına sızdırılarak yapılmaması gerektiğini, Devletin resmi birimleri arasında bu tür sorunların koordinasyon ile çözülebileceğini, yanlış yapanlar hakkında da yasal işlem yapılarak konunun aydınlığa kavuşturulabileceğini, resmi polis ve askerin
dışında kimseyi eğitmediğini, sivil hiçbir şahsı eğitmediğini, gerek polis eğitiminde, gerekse özel tim eğitiminde hem psikolojik, hem de manevi eğitim yaptırıldığını, bu insanların hata yapma ihtimallerinin az olduğunu, özel yetişmiş birimlerin ifade almayı dahi bilmediklerini, bunların sadece kırsal kesimde mücadele etmek için yetiştirilmiş olduklarını, ancak görev sırasında müşterek faaliyette asker ve polis timlerinde, emir komutasının Asker’de olduğunu, polis özel timinin başında Emniyet Müdürü rütbesindeki personel bulunmasına karşılık Askeri timin başında Astsubay veya Teğmen olduğunu, ovadaki askeri birlik komutasının istemi olmadıkça özel timlerin arazide göreve çıkamadığını, Halkın özel timlerden rahatsız olmaları ile ilgili konunun tamamen belli mikrakların abartması olduğunu, PKK’nın en çok korktuğu iki unsurun polis ve askere
ait özel timler olduğunu, bunları yıpratmak için gaspçı, haraççı, köy yakıyor, köylüleri eziyor diye görev yapmalarını önlemek istediklerini, mücadelenin kazanılması için halkın desteğine ihtiyaç olduğunu, o olmadan mücadele yapmanın mümkün olmadığını, halkla diyalog içinde örf, adet ve törelerine hürmet ederek ilişkide bulunulması gerektiğini, zaman zaman ferdi yanlışlıklar olabileceğini, Sedat Bucak’ın babasını tanıdığını, Bucak aşiretinin PKK’ya karşı mücadelesinde, zamanının çoğunu Siverek’de harcadığını, Sedat Bucak’ın adamları olmadan dışarı çıkamayanların şimdi ağır suçlamalarla karşılarına çıktıklarını, ister asker, ister polis gece yol aramaları dahil Sedat Bucak’tan yardım isteyip adam aldıklarını, güneydoğudaki aşiret reislerinden ileri gelenlerin büyük bir bölümünü tanıdığını, hepsiyle irtibatı bulunduğunu, Sedat Bucak’ın esrar, eroin işlerine karıştığına kesinlikle inanmadığını, adamlarından bazılarının yapmış olabileceğini, ancak Sedat Bucak’ın onlara da cezalarını
vereceğini, Sedat Bucak’a bu kadar yüklenmenin yanlış olacağını, gururlu bir insan olduğunu, gerçekte topraklarının sulu ziraate geçmiş olması nedeniyle çok zengin olduğunu, adamlarının gönüllü köy korucuları olduğunu, Devletten para ve korucu maaşı almadıklarını, Sedat Bucak’ın bırakın taraf değiştirmesini Urfa, Viranşehir bölgesinde tarafsızım demesinin bile PKK için yeterli olabileceğini, Sedat Bucak’ın kardeşinin Abdullah Öcalan’ın yanında olduğu hususunun doğru olduğunu, adının Serhat olduğunu ancak Sedat Bucak’ın düşmanı olduğunu
ve onunla görüşmediklerini, Abdullah Çatlı’yı tanıdığını, Mehmet Eymür’le birlikte, emekli olduktan sonra tanıdığını, Mehmet Özbay ismini de bildiğini, ancak “Ekli” adını bilmediğini, Abdullah Çatlı’nın devlet için istihbarati çalışmalar
yaptığını, yurtdışına yönelik olarak özellikle Almanya’daki PKK faaliyetlerine yönelik olarak istihbari bilgiler verdiğini, 15-16 senedir 80 öncesinden itibaren devlete çalıştığını bildiğini, kendisinin onu 1987-1988 yıllarında tanıdığını, Alaaddin Çakıcı ve Dündar Kılıç’ı herkes gibi tanıdığını, Abdulah Çatlı ile Dündar Kılıç arasında ve Alaaddin Çakıcı arasındaki ilişkiyi bilmediğini belirtmiştir. (Ek:174)
2-Kemal YAZICIOĞLU İstanbul Emniyet Eski Müdürü 27.12.1996 tarihli ifadesinde;
Ömer Lütfi Topal cinayetinin işlenmesini takiben olayı çözmek üzere çalışmalara başladıklarını, bu cinayet konusunda Asayiş Şubesinin ihbar aldığını bu ihbarda üç özel harekat mensubu ile iki sivil şahsın bu eylemi yaptıklarının belirtildiğini, bunların hepsi aynı gün Emniyet Müdürlüğüne alındığını, yapılan incelemede ve
olay yerinde kalan silah üzerindeki şarjörde bulunan band üzerinde kalan parmak izi ile bu şahısların parmak izinin karşılaştırıldığını, ve herhangi bir bulguya rastlanmadığını, bu konuda yardımcısı Bilgi Ünal’ın olayı takip ettiğini, ertesi gün Sedat Bucak’ın kendisini aradığını, özel harekatçıların neden alındığını sorduğunu, o anda konuyu kendisi de bilmediğinden inceleyeceğini söylediği, ikinci kez aradığında da tahkikatla ilgili alındıklarını söylediğini, daha sonra da birkaç kez aranmış olduğunu ancak bir daha görüşme fırsatı bulamadığını, daha ertesi gün Emniyet Genel Müdür Yardımcısı Halil Tuğ’un kendisine geldiğini, Bakan tarafından gönderildiğini, alınan şahısların neden ve niçin alındığını sorduğunu, kendisinin de alınan bir ihbarın değerlendirilmesi sonunda alındıklarını, ancak bir bulguya rastlanmadığını, öğleden sonra Bakanın İstanbul’a geldiğini ve Vali ile birlikte onu karşıladıklarını, Vali ayrıldıktan sonra Bakanın kendisinden olayı sorduğunu, ona da olayı anlatarak herhangi bir bulguya rastlamadıklarını ilettiklerini, onun da peki o zaman Emniyet Genel
Müdürlüğü de bir incelesin, bir mahzur var mı? diye sorduğunu, kendisinin de bir mahzur bulunmadığını zirasuç teşkil edecek herhangi bir bulguya rastlanmadığını belirttiğini, Bakanın da gönderin o zaman dediğini kendisinin de talimat verilmesini istediğini, Bakanın peki ben hallederim seni ararlar dediğini bunun üzerine Yardımcısının talimat verdiğini ve Bakan talimatı bunları Genel Müdürlükten gelip alacaklar dediğini, akşam saatlerinde İbrahim Şahin’in kendisini arayarak konuştuklarını, ona Bilgi ile irtibat kurarsa onları alabileceğini
söylediğini, Basının yanlış değerlendirmeler yapması nedeniyle, görmemeleri için bunları turkinelerde teslim alıp götürdüklerini öğrendiğini, bilahare Susurluk Olayının patlak verdiğini, ondan sonra Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Bakanla görüşmeleri olduğunu, onlara, bu şahıslar hakkındaki düşünce ve karinelerinin tam alındığını, biraz süre verilmesi halinde bu şahısların suçlarını inkar edemeyecek hale geleceklerini, hatta yan delillerin tespitiyle birlikte itiraf bile edebileceklerini belirttiğini, Cumhurbaşkanının kendisine kaset, belge,
video bandı olup olmadığını sorduğunu, kesinlikle böyle bir şeyin olmadığını belirttiğini, İkrar havi bir belge bulunmadığını, sadece kendisinde bir takım karineler olduğunu, bunları anlatmasının mümkün olmadığını, bunun
açıklanmasının sisteme zarar verebileceğini, bunu ancak konuyu bilenler huzurunda rahatlıkla açıklayabileceğini, Basında Mesut Yılmaz’a belge, kaset verdiğinin söylendiğini, ancak hiç kimseye belge, bilgi, kaset veya herhangi bir şey vermesinin mesleki hiyerarşisi dışında mümkün olmadığını, Abdullah Çatlı’yı tanıdığının gündeme getirildiğini, Mehmet Özbay adına atılan bir tebrik kartının kendisine geldiğinin doğru olduğunu Abdullah Çatlı’nın sahte ismi Mehmet Özbay olarak kendi bilgisayar kaydında isim ve adresinin yeraldığını, ancak kişi olarak kendisine kart geldiğini ve ondaki adres olduğunu, 7-8 bin adet kart attığını, bunların hiçbirisine bakmasının mümkün olmadığını, hatta bu olayın olmaması halinde yılbaşında da ölmüş kişiye kart gitmiş olacağını, Olay mahallinde
iki adet kalanşkof, başka bir alanda terk edilmiş araç bulunduğunu, onun içinde de eldivenler, mermiler olduğunu, bunun profesyonel bir iş niteliğinde yapıldığını, Olay mahallindeki silahlar üzerindeki parmak izinin karşılaştırma
yönünden zor bir yapı oluşturduğunu çünkü Emniyet Teşkilatında 10 milyon parmak izi bulunduğunu, parmak izinin yanında diğer parmak izleri ya da daha geniş bir sathın olması halinde o zaman kategorileştirilebilineceğini o
zaman bile karşılaştırma sayısının 3 bin olacağını, bu nedenle bu tür parmak izlerinde sağ el işaret parmağının tek boğumundaki iz için yönetmelik gereği olay olduğu yerde muhafaza edildiğini, şüphelilerle karşılaştırıldığını, Parmak izinin bulunmasından iki gün sonra basında çıkan 1992 yılında Abdullah Çatlı’nın sahte pasaport ile ve Şahin Ekli adı ile dışarıya çıkarken yakalanması haberi üzerine, parmak izinin de olabileceğinden bahisle inceleme sonucu Şahin Ekli’nin 10 parmak izinin alındığı çıkıyor, karşılaştırma sonunda şarjör üzerindeki
yarım boğum parmak izi ile bu izler birbirinin aynı çıkıyor, bunun üzerine Şahin Ekli ile Abdullah Çatlı’nın aynı kişi olduğunun ispatı yönünden, ölüden alınan parmak izi ile mukayese edildiğinde izler birbirini tutuyor, ancak Abdullah Çatlı’nın silahı bizzat kullanan mı? yoksa silahı hazırlayan mı? olduğu noktasının belli olmadığını, silahı hazırladığının kesin olduğunu, ancak tetiği çekip çekmediğinin belli olmadığını, Cumhurbaşkanı, Başbakan ile görüşüp karayolu ile İstanbul’a dönerken gece saat 23.00 sıralarında İçişleri Bakanının kendisini aradığını, ertesi sabah için Ankara’ya çağrıldığını, sabah Bakana uğradığında kendisinde kaset, bilgi ve belge olup olmadığını sorduğunu, kendisinin de böyle bir şey olmadığını söylediğini, Mesut Bey ile irtibatını sorduğunu, irtibatı olmadığını söylediğini, daha sonra İstanbul’un genel sorunlarını görüştüklerini,
5-6 saat sonra da görevden uzaklaştırıldığını televizyondan öğrendiğini, bir veya iki gün sonra İstanbul Moral Eğitim Merkezindeki Bakana ait konutta 20.00 civarında görüştüklerini, yaptıklarını tasarruf için birşey söylyemeyeceğini, ancak kendisini eşkiya ile bir tuttuklarını buna üzüldüğünü söylediğini Bakanın bunları
basının bu hale getirdiğini belirttiğini, Ömer Topal olayının çözülebileceğini, diğer olaylarla ilintisi yönünden ise özel bir ekip tarafından yürütülmesi gereken hassas bir konu olduğunu, MİT’ten destek almalarının uygun olacağını belirttiğini, İfade tutanağı bulunmamakla birlikte, Genel Müdürlük yetkililerine teslim edilirken, teslim tutanağı ile işlem yapıldığını,
Ömer Lütfü Topal olayında soruşturmanın çok yönlü yapıldığını Antalya yada Kuşadasında kendi adamlarıyla, başka adamlar arasında çalışma olduğunu, adamlardan bazılarının birbirlerini öldürdüğünü bunların da değerlendirildiğini, uyuşturucu kavgasımı? yoksa kumarhane kavgasımı olduğunun araştırıldığını, birçok söylenti olduğu bunların hepsinin ispata muhtaç olduklarını, öldürme ile ilgili olay konusunda belirgin bir kanaati bulunmadığını, İstihbaratın çok çeşitli kanallardan geldiğini istihbaratın hem istihbarat birimlerince verilen istihbarat, hem de telefonla gelen bilgiler olduğunu, bazen gazeteden alınan bir haber, bir haberin değerlendirilmesi olayı olduğunu, bunların tümünün istihbarat olduğunu, Arnavut Saminin Ömer Lütfü Topal’ın ortağı olduğunu, belirli yüzdelerle ortak olduklarını bu ortaklığın sadece Emperyal Oteli ve Gazinosu için olmayıp, Antalyaya uzanan bir zincir halinde bulunduğunu, Sedat Bucak’ın çok önceden istek yapmış olmasına rağmen o olaydan sonra suçlanan kişilerin koruma olarak verilmesinde, onların mağdur duruma düştükleri düşüncesiyle bir korunma olup olmadığı hususuna bir yorum getirmesinin mümkün olmadığını, Söylemezler çetesiyle ilgili olarak, İstanbul’da göreve başladığından bir ay sonra Söylemez kardeşlerin Eminönü Belediye Başkanının amcasını ve kardeşini vurup,
öldürdüklerini, dolayısıyla bu olayın üzerine giderek cinayeti işleyen çeteyi bulup çıkarttıklarını, söylemez olayının İstanbul da olduğunu ve suçluların Adana’da yakalandığını, Özel tim mensuplarının İl Emniyet Müdürü emrinde olduğunu,
özlük hakları yönünden Emniyet Genel Müdürlüğü Daire Başkanlığına bağlı olduklarını, bu birimin ülke çıkarları açısından çalışan pırıl pırıl bir kuruluş olduğunu, bu uğurda pekçok şehit verdiğini Özel Harekata kimsenin birşey
söylemeye hakkı olmadığını özel harekat içinde, polisin içinde yanlış davranışlar içerisinde bulunanların olabileceğini, önemli olan hususun bu tür yanlışlık yapanların ayıklamak gerektiğini, Çatlı’nın Emniyet Genel Müdürlüğü ya da onun
ilgili birimleri adına çalıştığından bilgisi olmadığını, üzerindeki belgeler, taşıdığı isimler dolayısıyla emniyetle ilgili olmalarına ilişkin konuda, bu tür ilişkilerin mevcut olmasını tasvip etmediğini, Hüseyin Kocadağ’ı tanıdığını, özel harekat
menşeli olduğunu, atak ve gözü pek birisi olduğunu onunla birlikte çalışmadığı için mesleki yapısı hakkında fazla bir bilgisi olmadığını, Bu işin nereye gideceği konusunda endişeleri olduğunu, medyada çıkanların ne derecede doğru olduğunu onların incelenmesi gerektiğini, peşinen her hangi bir şeyin söylenmesinin mümkün olmadığını, Başbakan ve Başbakan Yardımcısının nereye uzanırsa gitsin dediklerini, gitmesinin de gerektiğini, ancak bunu yaparken
devleti zarara uğratmamak gerektiğini, müesseseleri yıpratmamak gerektiğini, bunlara çok dikkat edilmesini belirtmiştir.(Ek:175)
3- MERAL ÇATLI 22.1.1997 tarihli ifadesinde;
1980 ihtilalinden yaklaşık 20 gün sonra eşinin arkadaşlarıyla birlikte yurtdışına çıktığını, eşine devlet tarafından (pasaport v.b. konularda) yardımcı olunduğunu, eşinin Ankara’da bulunduğu zamanlarda Ülkü Ocakları ikinci başkanlığını yaptığını, bu görevi yaptığı sıralarda 7 TİP’linin öldürülme olayının eşinin üzerine atıldığını, bu konuyu eşine sorduğunda bu olayı kabul etmediğini, 1978’de İstanbul’a taşındıklarını, 1980’e kadar 7 TİP’li olayından dolayı eşinin kaçak yaşadığını, 1982 yılında kızlarıyla birlikte kendisinin de yurtdışına çıktığını,
kendisine pasaportları kimin verdiğini bilmediğini, İstanbul Hava Limanında kendisini uçağa bindiren kişiyi ilk defa gördüğünü, eşiyle İsviçre’de buluştuklarını, daha sonra Fransa’ya yerleştiklerini ve oradaki Türk ailelerinin yardımlarıyla geçindiklerini, eşinin Türkiye’den görüştüğü kimselerden aldığı telefon neticesinde Paris’te kiraladıkları evde 27 gün kaldıktan sonra, eşinin evden ayrıldığını ve 6 yıl geri dönmediğini - ceza evine düştüğünü - 1984’te kendisinin ve çocukların Türkiye’ye 1 haftalığına tatile geldiklerini, Mete isimli birinin kendilerine yardımcı olduğunu, yurt dışında eşinin yanında olduğu zamanlarda, eşine Türkiye’den ASALA’ya karşı görev verildiğini ve yurt dışında 28 olayda eşinin rolü olduğunu, Türkiye’ye 1984’te gelişlerinden bir buçuk ay sonra eşinin tabiriyle komplo yapıldığını, yabancı uyruklu bir zencinin evine pasaport almaya gittikleri sırada eşinin eroin bahanesiyle gözaltına alındığını, eşi yakalandığında üzerinde Hasan Kurtoğlu adına düzenlenmiş pasaport bulunduğunu, eşi ve Fransız polisi eve geldiğinde eşinin dolaptaki dosyayı saklamasını istediğini, sonradan eşine sorduğunda bu dosyada eşinin ASALA yapacağı olayın şeması olduğunu, İsviçre’de ikamet eden beyaz saçlı bir kişi ile ilgili olduğunu öğrendiğini, Mete ağabey dedikleri kişinin Fransa’da kalmaları gerektiğini söylemeleri üzerine Fransa’da kaldıklarını, eşinin Fransa’da iken Oral Çelik’le beraber olduklarını, eşinin Fransa’daki cezaevinden kurtuluşunda kendilerine yardım edildiğini, 1990 Nisan ayında eşinin İstanbul’a giriş yaptığını, hangi pasaportla girdiğini bilmediğini, eşinin Ataköy’de ticaretle uğraştığı
sıralarda Abdullah Çatlı hakkında ihbar olduğundan ihbar gereği basıldığını, fakat basanlarca önceden eşine haber verildiğini ve böylece eşinin bu baskından kurtulduğunu, yurtdışından geldikten sonra Mete ağabey dedikleri kişinin ev temin ettiğini ve daha sonrasında kendilerine yardımcı olan kişilerin çekildiklerini, Susurluk olayındaki gidişinde eşinin Ankara’ya gittiğini bildiğini, eşinin Muhsin Yazıcıoğlu ile görüştüğünü bildiğini, Mesut Yılmaz’ın eşine teşekkürde bulunduğunu, eşine Türkiye’de görev verilmediğini, ama emniyetle ilgili kişilerle görüştüğünü tahmin ettiğini, Korkut Eken’le görüştüklerini bildiklerini, eşinin 6-7 isimle pasaport
kullandığını, bunların içinde Hasan Kurtoğlu, Mehmet Özbay ve Altan Güler adına olanları hatırladığını, Papa suikastiyle eşinin alakası olmadığını, Mehmet Ali Ağca’nın cezaevinden kaçırılışında eşinin sadece pasaport verdiğini bildiğini, eşinin Ali Yasak’la görüştüğünü bildiğini, eşinin evde olduğu bir Cumartesi günü arabasının altında bomba görüldüğünü, “Abdullah Çatlı Orada mı” şeklinde telefonların geldiğini, eşinin arabasının içine eroin bırakıp kendisini de tarayacakları şeklinde duyumlar aldığını kendisine söylediğini, Aydınlık Gazetesinde çıkan haberlerin eşini tedirgin ettiğini, eşinin Baretta marka bir silahı olduğunu, eşinin Sedat Bucak’la 2 yılı aşkın bir zamandır tanıştığını, Haluk Kırcı’nın eşinin arkadaşı olduğunu, kendisinin eşinin ve Haluk Kırcı’nın
Sultan Tekstil’de ortak olduklarını, eşinin Yaşar Öz’ü tanımadığını, Sami Hoştan’ı tanıdıklarını, devlet için görev verenin de, komployu hazırlayanın da aynı olduğunu eşinin söylediğini, eşinin ASALA olayına girmeden önce Haluk Kırcı’nın ceza evinden bırakılmasını istediğini, ayrıca ne olduğunu bilmediği bir konuda TÜRKEŞ hakkında bir istekte bulunduğunu, yurt dışında yapılan 28 eylem hakkında Kenan Evren’in bilgisinin olması gerektiğini, Türkiye’ye döndükten sonra eşinin 5-6 defa yurt dışına çıkmış olabileceğini tahmin ettiğini,
- 1980 ihtilali olduğunda sıkı bir denetim vardı. Pasaport almak, düzenlemek kolay bir şey değildi. Demek ki eşime yardımcı olundu. 20 gün sonra eşine pasaport getirdiklerini, kimin getirdiğini bilmediğini,
- 1982 yılında çocukları ile beraber kendisinin de çıktığını,
- 1982 pasaport müracaatı yaptığında Nevşehir’den kendisine pasaport vermediklerini, kendisinin de sahte
pasaport ile çıktığını, kimin düzenlediğini, kimin getirdiğini bilmediğini, ancak İstanbul Hava alanında uçağa bindirdiklerini ve Viyana’ya gittiğini, kim olduğunu tanımadığını, Yalova’da annesinin yanında iken, kendisini Yalova’dan aldıklarını ve doğrudan hava alanına gittiklerini gelenlerin resmi görevli olmadıklarını, Viyana’dan araçla Almanya’ya, Almanya’dan İsviçre’ye, orada eşi ile buluşup trenle Fransa’ya geçip Paris’in kasabası Potie’de kaldıkları, 1984 yılında Türkiye’ye ailecek geldiklerini, 1 hafta kaldıklarını resmi görevli bir kişinin kendilerini karşıladığını, adının Mete olduğunu, soyadını bilmediklerini, sadece Mete ağabey dendiğini. Bu kişinin konuşma ve hareketleri askerdi. “Asker şeyi vardı”.(Netekim) Eşiyle beraber geldiklerinde Türkiye’den bir görev verildiğini duyduğunu, bu görevin de Konsolosluklara yapılan haksızlığa tepki, yani Asala olayında eşine verilen bir görev olduğunu, 28 olayda da eşinin başarılı olduğunu, Türkiye’den dönüşlerinden 1,5 ay sonra eşinin bir zencinin evine pasaport almaya gittiğini, saat 9.30’da telefon kulübesinde olmalarının istendiği, evlerinin
altındaki telefon kulübesine indiklerinde eşinin telefonla görüştüğü, İstanbul’dan birisinin, ertesi gün verilen adrese gidilmesini istediklerini, bu konuları görüştükleri kişinin Mete Ağabeyleri olduğunu, Türk pasaportu olduğunu,
Altan ve Serap Güler adlarına düzenlendiğini, eşinin bir arkadaşıyla birlikte sabah verilen adrese gittiğinde, içeri girdiği anda Fransa polisinin de içeri girip onu yakaladıklarını, üzerinde Hasan Kurdoğlu adına pasaport olduğunu,
3 gün sonra eve polislerin eşliğinde geldiğini, polislerin eve girişinde dolaptaki dosyayı eşi tarafından kaldırmasını istediğini ve dolapta 2 ci bir kazağın altına koyduğunu ve dosyayı bulamadıklarını, kocasının fotoğraf makinasını,
silahını, kendisinin ve çocuklarının pasaportunu aldıklarını, kendi pasaportlarının Meral Kurdoğlu adına olduğunu, o dosyada eşinin yapacağı bir olaya ait şema varmış, beyaz saçlı ve İsviçre’de ikamet eden bir kişinin resmi bulunduğunu, eşinin kendisine Fransa’yı hemen terk etmesini söylediğini, onun da İstanbul’dan telefonla görüşme yapması için birinin kendisine geldiğini, yine telefon kulübesine indiğinde Mete Ağabeyinin “Meral hanım sizin Fransa’da
kalmanız gerekiyor, çünkü eşinizle irtibat kuracak kimse sadece sizsiniz” dediğini, bu konuda eşinin komploya gittiğini, eşinin kendisine Türkiye’de görüştüğü kimselerle veyahut devamlı görüştüğü kimsenin yaptığı bir
oyun olduğunu söylediğini, İsviçrede’de aynı şekilde suçlamada bulunulduğunu, İsviçre’deki olayda Nevzat ve Şeref Benli isimli kişilerin bulunduğunu, Nevzat’ın soy adını bilmediğini, İsviçre’de 15 yıl ceza verilmiş, 1,5 yıl yattıktan sonra kendisini görmeye gittiğini ve kendisi döndükten bir ay sonra bunların cezaevinden mutfak kapısından çıktıklarını (anahtarın eşine verildiğini), cezaevinden çıktığında yanlış arabaya bindiğini, cezaevi görevlisinin arabasına binmiş, görevlinin de eşini bıraktığını, cezaevinden çıktıktan sonra Fransa’ya yanlarına geltiğini ve 20 gün bir evde kaldığını, Türkiye’den gelen bir pasaport ile ve eşinin yeşil renkli bir takım elbise giymesinin istendiğini ve 1990 yılı Nisan ayında Türkiye’ye döndüğünü, kendisinin eşini o sürede göremediğini, eşi döndükten sonra 20 gün sonra kızlarıyla birlikte kendisinin de arabayla Türkiye’ye döndüklerini, eşinin Levent’te kiraladığı mobilyalı bir eve gittiklerini, İstanbul’a kendi adıyla Meral Çatlı olarak gittiğini, eşinden öğrendiğine göre Türkiye’den gelen dosyasında veyahut herhangi bir şeyde Abdullah
Çatlı’nın Hasan Kurdoğlu olduğunu bildirdiklerini, eşinin gerçek kimliğini kabul etmek zorunda kaldığını, o evde bir hafta kaldıklarını ve sonra Bahçelievler’de kiraladıkları bir eve taşındıklarını ve eşinin ticarete başladığını belirtmiştir.(Ek:176)
4- Mehmet EYMÜR MİT Kontrterör Merkezi Yöneticisi 26.12.1996 ifadesinde;
1988 yılındaki MİT raporunun kendisi tarafından hazırlandığını, raporun çok tartışmalar yarattığını, ancak hukuki bir sorumluluk getirmediğini, çünkü raporun bazı belgelere ve çalışma metodlarına bağlı olarak hazırlanmış bir rapor olduğunu, rapor nedeniyle emekli olma durumunda kaldığını, Hiram Abbas ve kendisinin yardımcılığını yapan Korkut Eken ile birlikte emekli olduklarını, kendi işini kurduğunu 1993 yılında tekrar göreve çağrılması üzerine göreve geldiğini, hep siyaset dışında kaldığını, Sayın Çiller zamanında göreve tekrar
döndüğünü, kendisine yapılan bir telkin üzerine çağrıldığını, zira gerek Sayın Çiller’i gerekse MİT Müsteşarının kendisini tanımadığını, Tolga Atik’in politikadan hoşlanmayan birisi olması, babasının da asker olması ve teşkilata büyük sempatisi olduğu için geldiğini, yeni başlayan her personel gibi belli bir kurs döneminden geçtikten sonra Malatya’ya tayin edildiğini, ancak basında yer almaktan rahatsız olduğunu ve teşkilattan ayrılma döneminde olduğunu,
1988’deki raporun o tarihteki Müsteşar Hayri Ündül Paşa’ya bilgi vermek maksadıyla ve yazılı olarak hazırlandığını o raporu o tarihlerde kurumun mensubu olan Cumhurbaşkanlığı’nda görevli Erkan Gürbüt’e görüşünü almak üzere verdiğini, o da raporun enterasan ve çok kapsamlı olduğunu söylediğini, o nüshayı da ona verdiğini, bir müddet sonra da ortada dolaşmaya başladığını, gerçekte onun rapor niteliği bulunmadığını, etüd özelliğinde olduğunu,
Tarık Ümit’in MİT Teşkilatının görev sahasına giren konularda istihbarati olarak kullanılan bir kişi olduğunu, ortadan kaybolması üzerine bazı araştırmalar yapmak durumunda bulunduklarını, araştırmalar sırasında en son İstanbul Divan Pastahanesinde yemek yediği sırada Özel Harekat Polislerince alındığını ve ondan sonra da ortadan kaybolduğunu tespit ettiklerini, bu konuda yasal araştırmalar yaptıklarını, bu araştırmalar sırasında, aracın bulunduğu mahal Silivri bölgesinde olduğu için tahkikatın Jandarma Astsubayı Ahmet Altıntaş’ın
yürüttüğünü, onunla görüşüldüğünde, kendisinin Özel Harekatçı Ayhan Akça’yı gözlem altına aldığını, Ankara’dan Özel Harekat Başkanlığından müdahale edilmesi üzerine “ifadesini alamayacağı konusunda” bırakmak mecburiyetinde kaldığını,
Araştırma grubuna Tarık Ümit’in telefonlarını tespit ettirdiğini, bu araştırma sonucu telefon konuşmalarının kendi bölgesinde TIR parkında çay ocağı işleten Avşar isimli bir kişinin telefonundan muhabere yaptığının tespit edildiğini, bu nedenle Avşar denilen kişinin alınıp sorgulandığını, Avşar’ın kendi adına olan bu telefonu Özel Harekatçı polislere kullanılmak üzere verdiğini, Avşar’ın üzerinden Özel Harekatta görevli iki polisinresimlerinin çıktığını, resimlerin divan pastahanesinde ve Bağdat Caddesindeki görevlilere teşhis için gösterildiğini, resmi kişiler olması nedeniyle tahkikatta zorlanıldığını, Haluk Kırcı’nın yine aynı olayla ilgili olarak gözaltına alınıp bırakıldığını, Avşar’ın üzerinde bir tabanca çıktığını, bunun balistiğe gönderilmek üzere istendiğinde, çeşitli resmi yerlerden baskı geldiğini, Jandarma Astsubayı Ahmet Altuntaş’ın belirttiğini, Tarık Ümit’in kaçırıldığı gün, Avşar denilen şahsa ait beyaz renkli Opel Astra marka bir arabanın Avşar’dan alındığı, Ziya isimli Polis Memuru tarafından ve Tarık Ümit’in kaçırılmasından üç gün sonra da Oğuz isimli Polis Memuru ile birlikte arabanın sahibine iade edildiğini, Avşar’a göre konunun içinde Abdullah Çatlı ve
Arnavut Sami denilen kişiler olduğunu zannettiğini, bunlar hakkında araştırma yaptığını, hatta Özel Harekat Daire Başkanı ile de telefon konuşması yaptığını, bunların Astsubay Ahmet Altıntaş’ın yaptığını, 12.1.1994 tarihinde Adana Şakirpaşa havaalanında sahte pasaportla yakalanan Metin Bozbağ’ın ifadesi
doğrultusunda İstanbul’da Yaşar Öz isimli şahsın evinde ele geçirilen, Tarık Ümit adına verilmiş hususi, özel yeşil bir pasaport bu konuda Tarık Ümit’in sadece MİT ile çalışmadığını, 1987 yılında MİT ile ilk ilişkilerinin başladığını, ondan önce de Dündar Kılıç Behçet Cantürk’ün Devlet tarafından sorgulandığı tarihlerde şahit
olarak bazı ifadeleri bulunduğunu, 1982 yılında Dündar Kılıç, Şükrü Balcı ve diğer kaçakçılık konularında uyuşturucu kaçakçılığı konusunda bazı ifadeleri olduğunu, ondan sonra da 1985 yılında silahla bir saldırıya maruz kalıp ağır yaralandığını, o tarihte bunu Dündar Kılıç’ın yönlendirdiğini söylediğini, 1987 yılından sonrada kendi istihbari potansiyeli bulunduğunu, bundan yararlanarak kendi konularında, ondan yararlandıklarını,
Tarık Ümit ile en son 1995 yılı Şubat ayı 28’ci günü onun evinde görüştüklerini, yalnız iki ayrı evi olduğu için hangisinde olduğunu bilemediğini, Özel Harekatçı Ziya ve Semih isimli iki polisin evinde kaldığını operasyon el konularda ve faaliyetlerde yardım etmesini istediklerini söylediğini ve bu polislerle kendi yanlarından telefonla konuştuğunu polislere kendi evinde olduğunu söylediğini, Tarık Ümit’in yasal çerçevedeki konularına giren hususlarda kullandıkları bir kişi olduğunu, ancak bunun dışında Devletin diğer istihbarat organlarıyla da irtibatı
olduğunu bildiğini, onun meslek ahlakî yönünden kapsamının ne olduğunu ona sormadığını, ancak özellikle uyuşturucu kaçakçılığı konusunda Emniyet birimlerine yardım ettiğini genel hatlarıyla bildiğini, Teşkilatının Türkiye içinte Terörle Mücadele görevinin bulunmadığını, istihbarat alanda böyle bir görevlerinin olduğunu ve intikal eden bilgileri gereken mercilere ilettiklerini, Tarık Ümit’inde bu çerçevede Türkiye içinde teşkilatla ilgili bir görevi olmadığını Türkiye dışında düşünülmesi gerektiğini, MİT Teşkilatına zaman zaman özellikle ihtilaller ve sıkıyönetimlerden sonra özel görevler verildiğini, kendisininde birçok bu tür görevlerde yer aldığını, kanuni görev sınırlarını aşan görevler olduğunu, örneğin babaların, mafyanın toplanmasından sonrada sorgulanmaları gibi görevler. Bu görevlerinde yasal çerçeveler de verildiğini, hatta sonradan bunların tartışmalarada neden olduğunu, yapılan tüm işlemin Devletin arşivlerinde
bulunduğunu, bu tür işlerde büyük kütleleri ve büyük menfaat çevresini karşısına almak durumunda kalınacağını, doğru yapılmaz ise hem vicdanının hem de yaptığı görevle kendimizi bağdaştıramayacağını, birçok şeyin doğal olarak kağıda dökülmeden kafada olduğunu, otuz senelik meslek hayatının kafasında olan uzantılarının kağıda dökülmesinin biraz mümkün olmadığını,
Bu tür olaylarda teşkilatının bir taraf gibi olmasını kabul edemediğini çünkü gördüğü manzaranın kendisini çok rahatsız ettiğini, bu manzarada da bir günah keçisi haline gelmek istemediğini, Emniyet Teşkilatında senelerce omuz omuza çalıştıkları arkadaşları bulunduğunu kader birliği yaptıkları insanlar olduğunu, keza askeri kesimde de aynı birliktelikleri olduğunu, söylenecek herşeyin yanlış yorumlamalara neden olacağını, birçok şeyin doğru olduğunu birkaç kişinin yaptığı olumsuz şeyler varsa bunların ortaya çıkmasını kendisininde istediğini, konulara bu aşamada çok daha değişik veçhelerde bakıldığını, böyle olduğu sürece de bu şeyin içinde herhangibir rol almak arzusunda olmadığını,
Olayların yabancı istihbarat teşkilatlarıyla bağlantılı yönlerinin araştırılması gerektiğini, yurtdışında uzun süre kalmış kişilerin Türkiye’de karıştıklarını büyük eylemlerin çok dikkatle incelenmesi gerektiği, altında başka bir şeyler olup olmadığını incelenmesi gerektiği, var veya yok diye birşey söylemediğini, ancak Abdullah Çatlı gibikişilerin sadece suç yönünden değil, yabancı istihbarat teşkilatlarıyla bir bağlantıları olup olmadığının da incelenmesi gerektiğini,
Tarık Ümit’in kızının beyanlarındaki kendilerinin tanıdığı ve sizin tarafınızdan gönderilen iki MİT görevlisinin ziyaretlerine geldiğini ve babasının dönemin Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar’ın bilgisi dahilinde, Müşavir Korkut Eken’in isteği üzerine özel harekatçılarca kaçırıldığını ve sorguda olduğunu söyledikleri
konusunun kızın bir yorumu olarak nitelemek gerektiğini, biraz öncede belirttiği gibi Mehmet Ağar ile Tarık Ümit’in buzları erittiğine ilişkin Tarık Ümit ile konuşma yaptığını Mehmet Ağar ile Korkut Ekenle o tarihe kadar arasının iyi olmadığını bildiğini, Kendisinin Mehmet Ağar ve İbrahim Şahin ile görüştüğünü, duyumlarını anlatarak Çatlı’nın elinde olduğuna dair duyumların doğruluğunun olması halinde yardımcı olmalarını ve bırakılmasının sağlanmasını ve mesele
haline getirilmeyeceğini ifade ettiğini, Mehmet Ağar’ın böyle bir şeyden haberi olmadığını ve bakacağını söylediğini,
Tarık Ümit’in Ziya ve Semih dediği polislerin kendisine Dündar Kılıç’a yönelik bir operasyonda beraber davranmayı teklif ettiklerini kendisininde böyle şeylere girmemesi konusunda telkinde bulunduğunu ve bu işlerden uzak kalması gerektiğini söylediğini, Astsubayın ifadesine göre Tarık Ümit’in Abdullah Çatlı’ya bu polis memurlarına teslim edildiğinden emin olduğunu, Tarık Ümit’in muhtemelen öldürüldüğünü ve Yalova taraflarına gömülmüş olabileceğini teşkilattaki arkadaşlarının söylediğini, Avşar’ın Jandarmada sorgulanması
sırasında polis memuru Ayhan’ın telefonla onu aradığını onunda nedesin diye sorduğunda polis memurunun Yalova taraflarında olduğunu söylediğini, bunun üzerinede Astsubay Ahmet’in bir yorum getirdiğini Tarık’ında bu kadar süre ortadan kaybolup hiç kimseyi aramamasının da öldürüldüğü kanaatini pekiştirdiğini, Mehmet Özbay’ın Abdullah Çatlı olduğunu Jandarmanın bildiğini ve kendisininde oradan bildiğini belirtmiştir. (Ek:177)
3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,
***