Mehmet Murat Binzet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Mehmet Murat Binzet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Mart 2019 Cumartesi

DİKKATE ALMAK LAZIM,


 DİKKATE ALMAK LAZIM,


Dikkatle okumak lazım.....

Alttaki makale 07 Şubat 2017 de Sayın Rahmi Yıldırım tarafından yazılmış,
çok üzülüyormuş Genel Kurmay Başkanının o günlerdeki durumuna. Dün
atamalardan sonra ilk cümleleri "ÜZÜNTÜM SONA ERMİŞTİR!!!
Meslektaşım sırtındaki yük kalktığına göre, bundan sonra daha rahat görev
yapacaktır" olmuş.

GENELKURMAY BAŞKANI İÇİN ÇOK ÜZÜLÜYORUM!

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar için nasıl üzülüyorum nasıl
üzülüyorum, bilemezsiniz! Son birkaç yılda neler gelmedi başına neler. Öyle
ıstırap verici hadiseler yaşadı ki, başkası olsa üzüntüsünden kahrolur, inme
inerdi vallahi!

Mesela Genelkurmay İkinci Başkanı iken çoğu general yüzlerce silah arkadaşı,
AKP/Cemaat kumpasına kurban gitti. Eminim ki Hulusi Bey'in yüreği ezilmiştir
hapse atılan silah arkadaşları için. Lakin ezik yüreğini kimseye açamadı,
kahrını üzüntüsünü hep içine attı!

AKP/Cemaat ortak kumpasına kurban giden askerlerden Amiral Cem Aziz Çakmak,kanserden vefat etti. O tarihte Hulusi Paşa kuvvet komutanıydı. Lakin
işlerin yoğunluğundan olsa gerek, Amiral Cem'in cenazesine katılamadı,
üzüntüsünden bir kez daha kahroldu!

SİLAH ARKADAŞLARINA KALLEŞLİK İDDİASI

Üstüne üstlük bir de silah arkadaşlarını hapse attıran bilirkişi raporunu
karargâhındaki icra subayı binbaşıya hazırlattığı iddiası ortaya atıldı.
Evet evet! Yavuz Selim Demirağ'ın İmamların Öcü adlı kitabıyla Emekli Kurmay
Albay Mustafa Önsel'in Ağacın Kurdu adlı kitabında böyle iddia ediliyor.
Şahsen inanamıyorum bu iddiaya. Ordunun koskoca paşası silah arkadaşlarını
nahak yere hapse attıracak bir rapora imza atar mı hiç? Hulusi Paşa nasıl da
üzülmüştür! Kim olsa üzülür böyle bir kalleşlik iddiasına değil mi? Şahsen
ben böyle bir iddiaya maruz kalsam, insan içine çıkamam. Hulusi Paşa da
mutlaka üzülmüştür. Mutlaka üzülmüştür de, gerek bu iddiaya gerekse
Fetullahçı olduğu imasına niye sessiz kaldı anlayamadım. Herhalde işlerinin
yoğunluğundan cevap ermeye vakit bulamadı ya da tenezzül etmedi! Öyle ya,
önce lafa bakılır laf mı diye, sonra söyleyene bakılır adam mı diye. Hulusi
Paşa da öyle yapmıştır herhalde!

Aklıma gelmişken, yine bu kitaplarda Hulusi Paşa'nın komutanlığı döneminde
yapılan sözleşmeli subay sınavlarında Alevi kökenli adayların mülakatta
elendikleri iddia ediliyor ki, enseme silah dayasalar inanmam. Ebedi
Başkomutan Atatürk'ün ordusuna kumanda eden bir paşa orduya personel
alımında böyle ayrımcı nefret suçu niteliğinde bir fiilin faili olamaz değil
mi?

MÜPTEZEL YAZARA TAZİYE MESAJI

Hulusi Akar Paşa'nın başına gelenler pişmiş tavuğun başına gelmedi vallahi.
Genelkurmay Başkanlığında ilk senesiydi. Türk medyasının müptezellikte
rakipsiz yazarı Hasan Karakaya geberdi.

Yazının burasında biraz duralım. Hasan, Akit gazetesinin genel yayın
yönetmeniydi, en aşağılık en ahlaksız lümpenleri bile utandıracak derecede
kirli bir dili vardı; lakin o mahallenin dilinde "Ümmetin sesi ve usta
kalemi" olarak biliniyordu. Prof. Ahmet İnsel'in yakıştırmasıyla "lağım
gazetecisi" idi. Ne ki, istihkam sınıfının atası lağımcıların
labirentlerinde değil, hakikaten lağımda, yani fosseptik çukurunda nefes
alıp veriyordu; yazılarını o çukurdayken çıkarıyordu!

Hasan Karakaya, hiç eğip bükmeden Abdi İpekçi'nin katili Mehmet Ali Ağca'ya
açıkça sahip çıkan gazetenin her şeyiydi. "Her şeyi" olduğu gazete Sivas
Madımak Oteli katliamında öldürülen sanatçıların yazarların değil,
katillerin savunucusuydu. Ne zaman bir laik aydın katledilse, Hasan
Karakaya'nın gazetesi o aydının resmi üzerine çarpı işareti koyar.

Hasan Karakaya'nın hemen her yazısı, emek ve demokrasi talepleri aleyhine
sövgü yazısıydı. Türkiye'nin yüz akı Taksim Gezi Direnişçilerine "Ulan
köpek oğlu köpek! Ulan pezevenk!.. Ulan kaltak!.." diye hakaret ediyordu.

Gezi Direnişi sırasında Eskişehir'de polis/esnaf işbirliğiyle dövülerek
katledilen Ali İsmail Korkmaz için, "Ne malûm dövülerek öldürüldüğü, Belki,
Kafasını taşlara çarpmıştır!.. Belki de Koşarken dengesini kaybedip kafasını
duvara çarpmıştır! Ya da, Ne bileyim, merdivenden düşmüştür!" diye
yazabilecek derecede vicdan yoksulu bir mahluktu Hasan Karakaya.

Soma'da yüzlerce maden emekçisinin can verdiği katliamın ertesinde Hasan
Karakaya, tepkili emekçileri tekmeleyen Başbakanlık bürokratına "Tekmelerine
sağlık Yusuf!" diye sahip çıkıyordu.

İşte bu Hasan'ın gazetesinde TSK'ye karşı AKP/Cemaat ortak kumpasının ilk
aşamasında "Onbaşı bile olamayacak kimselerin general olduğu memleket"
başlıklı bir yazı yayımlanmıştı. TSK'deki generallerin tümü bu yazı üzerine
Akit gazetesinden davacı olmuştu. Hulusi Akar da tümgeneral rütbesiyle
davacı generaller arasındaydı.

Gel zaman git zaman Hasan Karakaya, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ikram ettiği
umre sırasında geberdi. Aşırı dozda viagra kullanımından kalp krizi geçirip
geberdiği rivayet edildi. Derken, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi
Akar'ın sözcüsü aracılığıyla Hasan Karakaya için taziye mesajı gönderdiği,
mesajında "Türk gazeteciliğinde yeri doldurulmayacak bir boşluk oluştuğu"nu
belirterek, "Dik duruşundan asla taviz vermemiştir" diye iltifat ettiği
haberleri çıktı.

Şahsen Hulusi Paşa'nın içinden gelerek böyle bir mesaj gönderdiğine
inanmıyorum. Olsa olsa karargâhındaki kurmay heyetinin komplosuna maruz
kalmıştır ki, 15 Temmuz gecesi maruz kaldığı muamelenin komplonun yanında
lafı bile olmaz!

15 TEMMUZ GECESİNDE İKİLİ Mİ OYNADI?

Hulusi Paşa'nın 15 Temmuz gecesi başına gelenler askerlik tarihinde hangi
genelkurmay başkanının başına gelmiştir acaba? Aklıma bir tek 27 Mayıs 1960
gecesi genç subaylar tarafından tartaklanan Genelkurmay Başkanı müteveffa
Rüştü Erdelhun geliyor.

Meş'um 15 Temmuz akşamı da Hulusi Paşa'nın başında olduğu ordunun
generallerinin yarısı darbeye girişiyor. Hulusi Paşa'nın karargâhının
neredeyse tamamı darbeci. Yaveri ve özel kalem müdürü subaylar bile
darbecilerin safında. Öyle ki, bir ara Hulusi Paşa'nın boğazını kemerle
sıkmışlar, sonra paketleyip götürmüşler. Aynı saatlerde kuvvet komutanları
da paketlenmiş...

Neyse ki darbeciler başaramadılar. Hulusi Paşa ve kuvvet komutanları destek
verseler belki de başaracaklardı. Destek vermemişler. Öyle ki Hulusi Paşa
darbeci astlarını "Manyak mısınız lan" diye azarlamış bile. Buna karşın,
ikili oynadıkları, darbenin mümkün olamayacağını görünce saf değiştirdikleri
filan söylentileri yayıldı. Öyle ki, AKP'nin trol vekili Şamil Tayyar,
Hulusi Akar'ın Divanı Harp'te yargılanması gerektiğini söyleyebildi. Buna
karşılık Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Dere geçilirken at değiştirilmez" diyerek,
istiskal etti.

Erdoğan darbe girişimini "Allah'ın lütfu" saydı, çıkardığı kararnamelerle
Hulusi Paşa'nın altından bütün orduyu ve hastanelerini aldı, okullarını
kapattı.

Bunlar yapılırken Hulusi Paşa'nın fikri sorulmadı. Öyle ki, Meclis'teki
komisyona davet bile edilmedi, darbe gecesi neler olup bittiği konusunda
anlatacaklarına tenezzül edilmedi, adeta operet paşası durumuna düşürüldü.
Bunca istiskal karşısında bile Hulusi Akar sivil otoriteye saygısından ödün
vermedi, eşsiz bir fedakârlıkla ordusunu başsız bırakma günahına girmedi!

KAFAMA SIKSAM DAHA İYİ

Bana göre en hazini ise, Başbakan 1000ali'nin anlattıkları. Hulusi Akar
maruz kaldığı onca istiskalin kahrıyla Başbakan 1000ali'ye dert yanmış:
"Albay'a bir talimat veriyorum, albaydan çıt yok. Tamam, başüstüne falan
demiyor. Merak ediyorum niye böyle yaptı diye, gidiyor bir astsubaya. Abisi
oymuş, amiri daha doğrusu. Astsubaydan olur alırsa dönüp, 'Peki komutanım
yapayım!'diyor."

Hulusi Paşa içini dökmüş. İki kişi arasında konuşulan orada kalır değil mi.
Orada kalmamış ne yazık ki. Ağzında bakla ıslanmayan 1000ali cümle aleme
duyurmuş...

Kendimi Hulusi Bey'in yerine koyuyorum da söyleyecek söz bulamıyorum.
Genelkurmay Başkanıyım. Bir subaya emir veriyorum; o subay 'emredersin'
demek yerine gidip bir çavuşun onayını alıyor. Üzüntümü Başbakan ile
paylaşıyorum, o da cümle âleme ilan ediyor. Böyle aciz zavallı duruma
düşürülmekten nasıl utanıyorum nasıl yüzüm kızarıyor anlatamam. Kafama
sıkayım daha iyi... Kafama sıkmasam bile "Al atını da tımarını da, bana
müsaade" der, basarım istifayı...

Tabii benimki bekâra karı boşamak. Ben kimim ki? Emekli üsteğmen. Ne bilirim
Genelkurmay Başkanı'nın taşıdığı ağır sorumluluğu. Hulusi Paşa koskoca
genelkurmay başkanı, onca yılın meslek ve hayat tecrübesiyle yüklü. Askerlik
tecrübesi en fazla kantin çavuşluğundan ibaret, disiplin ve kışla
gelenekleri nedir bilmeyen siyaset erbabının onca istiskali karşısında bile
göreve devam ediyorsa, mesuliyet ve fedakârlık duygusunun ayriyeten ebedi
Başkomutan Atatürk'e muhabbetin icabıdır. Böyle kritik bir dönemde ordusunu
başsız bırakmak istemedi herhalde!

ŞERİATÇI YAZARA ZİYARET EZİYETİ

Bunca üzüntü angarya yetmezmiş gibi bir de Nuri Pakdil'in hanesini ziyaret
eziyeti.
 Nuri Pakdil kim?
 Siyasal İslam'ın etkili kalemlerinden biri. Konuşmalarını "Yaşasın şeriat"
diye bitiriyor.

Kemalist laiklerin "Ulu Önder Atatürk" hitabının karşısına "Ulu Önder
Muhammet" hitabını çıkarıyor.
 Yine Kemalist milliyetçilerin "Ne mutlu Türküm diyene" duasına "Ne mutlu
Müslümanım diyene" diye karşılık veriyor.

Ayriyeten Mustafa Kemal Atatürk'ü "firavun" diye nitelendirmesiyle de
tanınıyor.

 İşte "Atatürkçü" ordunun Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar, bu Nuri Pakdil'i
evinde ziyaret etmiş. Yanında MİT Müsteşarı Hakan Fidan. Hanedan gazetecisi
Selvi'nin yazdığına göre aşktan edebiyattan hatta Fenerbahçe'den
konuşmuşlar...



İyi hoş da Hulusi Paşa o ziyaret fotoğrafında niye mesut mutlu görünmüyor?
Sanki derdest edildiği15 Temmuz akşamındaki gibi üzgün keyifsiz.

"Atatürkçü" ordunun Genelkurmay Başkanı olarak, Atatürk'ten nefret eden bir
şeriatçıyı ziyaret etmek zorunda kalmanın üzüntüsü müdür acaba?

Sanıyorum öyledir. Bu kritik dönemeçte orduyu başsız bırakmamak uğruna bu
fedakârlık da az şey değildir kanaatimce!..

Tam yazıyı noktalarken aklıma geldi.


Türk ordusunun Orgenerali Hulusi Akar, Irak'ta Türk askerini çuvala sokan
Amerikalı generalden liyakat madalyası alırken verdiği fotoğrafta da pek
mesut mutlu görünmüyordu. Türkiye / ABD ilişkilerinde sıkıntı yaratmamak
için katlandığı bir fedakârlık mıydı yoksa?

 Ne diyeyim?
 Ah Hulusi Paşa ah!
 Bu vatan uğruna kim neler yapmıyor nelere katlanmıyor ki?
 Kimi şehit oluyor.
 Kimi nutuk atıyor.
 Kimi de sencileyin böyle eziyetlere katlanıyor işte!!!
 Velhasıl-ı kelam,
 Çok selam paşam!

İyi çalışmalar, saygı ve sevgiler.,

Murat M. Binzet
Mailto: m1000zet@gmail.com


12 Haziran 2017 Pazartesi

19 MAYIS


19 MAYIS


Mehmet Murat Binzet 
(m1000zet@gmail.com) 
19 MAYIS 2017


9 Mart 1919 tarihinde Samsun’a Askerî birlik çıkaran İngilizler‘in Türk halkının silâhlandığı konusundaki şikayetleri üzerine bu bölgeye güvenilir bir kumandanın olağanüstü yetkilerle gönderilmesine karar verildi. Bu kumandan Mustafa Kemal Atatürk’tü ve Atatürk uzun zamandan beri ülkenin içinde bulunduğu bu umutsuz duruma üzülüyor ve birşeyler yapmak için Anadolu’ya geçmek istiyordu. Bu O’nun için bulunmaz fırsattır. İstanbul-Samsun yolculuğu öncesinde Atatürk’le Padişah Vahdettin arasında geçen konuşmayı Atatürk şöyle anlatır:( Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, Hazırlayan:Utkan Kocatürk, 3. Basım, Ankara 1984, s.76.)



“-Paşa, Paşa!... Şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin! Bunların hepsi artık bu kitaba girmiştir (bu bir tarih kitabıdır)! Bunları unutun, dedi, asıl şimdi 
yapacağın hizmet hepsinden daha önemli olabilir...Paşa, Paşa...Devleti kurtarabilirsin!... 

Bu sözlerden hayrete düştüm. Acaba Vahdettin benimle içtenlikle mi konuşuyor?... O Vahdettin ki... bütün yaptıklarından pişman mı olmuştur? 
Aldatıldığını mı anlamıştı? Fakat, böyle bir yorum ile başka konulara girişmeyi ürkütücü saydım, kendine karşılık verdim: 

-Kişiliğe güveninize ve bana bunca yüz verişinize teşekkür ederim...Elimden gelen hizmeti esirgemeyeceğime lütfen güveniniz...” 



Atatürk bu konuşmada plânlarının sezilmiş olabileceği duygusuna kapılmıştı ama, O’nu bekleyen ve O’na güvenen bir“Türk Milleti” vardı.

Atatürk beraberindeki gemi kaptanı İsmail Hakkı Durusu, 4) III. Kolordu Komutanı Kurmay Albay Refet Bey (General Bele), Müfettişlik Kurmay Başkanı 
Kurmay Albay Manastırlı Kâzım Bey (General DIRIK), Müfettişlik Sağlık Bakanı Doktor Albay İbrahim Talî Bey (ÖNGÖREN), 
Kurmay Başkan Yardımcısı Kurbay Yarbay Mehmet Ârif Bey(AYICI), Karargâh Erkân-ı Harbiyesi İstihbarat ve Siyâsiyât Şubesi Müdürü Kurmay Binbaşı 
Hüsrev Bey(GEREDE), Müfettişlik Topçu Komutanı Topçu Binbaşı Refik Bey(SAYDAM), Müfettişlik Başyaveri Yüzbaşı Cevad Abbas(GÜRER), 
Kurmay Mülhakı Yüzbaşı Mümtaz (TÜNAY),Kurmay Mülhakı Yüzbaşı İsmail Hakkı (EDE), Müfettişlik Emir Subayı Yüzbaşı Ali Şevket (ÖNDERSEV), 
Karargâh Komutanı Yüzbaşı Mustafa Vasfi (SÜSOY), Kurmay Başkanı Emir Subayı ve Müfettişlik Kâlem Âmiri Üsteğmen Arif Hikmet (GERÇEKÇI), 
İaşe Subayı Üsteğmen Abdullah(KUNT), Müfettişlik İkinci Yaveri Teğmen Muzaffer (KILIÇ), Şifre Kâtibi, Birinci Sınıf Kâtip Fâik (AYBARS), 
Şifre Kâtibi Yardımcısı, Dördüncü Sınıf Kâtip Memduh (ATASEV) ile birlikte 16 Mayıs 1919 Cuma günü öğleden sonra “Bandırma” adındaki eski bir vapurla 
Galata rıhtımından ayrıdı ve bu yolculuk, Türk Milleti için bir dönüm noktası ve kurtuluşun başlangıcı oldu. 

Ulu Önder, Millî Mücadele’yi başlatmak üzere Samsun’da Anadolu topraklarına bastığı 19 Mayıs 1919 tarihinin önemi nedeni ve kendi deyimiyle doğum 
günü olan 19 Mayıs’ı Türk Gençliğine armağan etti. 

Kutlu olsun…


***