MAHİR ÇAYAN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
MAHİR ÇAYAN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Ekim 2017 Salı

TÜRK SİYASİ TARİHİNİN 2 Cİ ASKERİ DARBESİ 12 EYLÜL ÖNCESİ VE SONRASI BÖLÜM 39


TÜRK SİYASİ TARİHİNİN 2 Cİ ASKERİ DARBESİ 12 EYLÜL  ÖNCESİ VE SONRASI   BÖLÜM 39


MİHRİ BELLİ’NİN MİLLİ DEMOKRATİK DEVRİM’CİLERİ (MDD)


Millî Demokratik Devrim tezi, 1951 TKP tevkifatında yakalanıp 7 yıl apse mahkum olan  ve  gençlik arasında “eski tüfek” adıyla anılan Mihri Belli’ye aitti. Belli, bu tezini TİP yönetimi ile muhalif olmaya başladığı dönemlerde 1966’larda şekillendirmiştir.[64]

Mihri Belli’nin ideolojik öncülüğünü yaptığı bu gruba göre Türkiye, feodalizmin ve Amerikan emperyalizmin denetiminde olduğundan, henüz sosyalizme hazır değildi. Bu yüzden ilk adımlar olarak, Amerikan emperyalizmine karşı “millî”, feodalzme karşı da “demokratik” devrimler gerçekleştirilmeliydi. Bu devrimler, toplumdaki bütün millî ve demokratik gruplarla birlikte yapılmalıydı. Yalnız, derebeyi benzeri toprak ağaları ve yabancılarla işbirliği yapan kapitalistler bu birliğin dışında bırakılmalıydı.[65] Tezin mimarı olan Mihri Belli MDD görüşünü şöyle açıklıyordu: “ 
‘Sosyalizm Yolunda Tam Bağımsız ve Gerçekten Demokratik Türkiye’ sloganı bir demokrasi mücadelesidir. Bu, geçmişte bazılarının dediği gibi ‘sosyalist mücadeleyi’ ertelemek değildir. Sosyalizme giden yolu açmak, ağımsız ve demokratik bir devrim Türkiye’sini yaratmaktır gösterilen hedef... Yer yer yarı-feodal ilişkileri de barındıran bağımlı kapitalizmin siyasal üst yapısı demokratik olamaz. Türkiye’de arada bir askerî darbelerle kesintiye uğratılan şeklî burjuva parlamenter düzen işçi sınıfının, köylülüğün kendi partisi ile parlamenter mücadele alanında yerini almasını ve gücü ile orantılı olarak ülke politikasında belirleyici rol oynamasını engelleyen anti-demokratik bir düzendir... Evet, böyle bir düzendir, Türkiye’nin düzeni. Böyle bir ülkenin önündeki adım, bağımsızlık ve demokrasiyi gerçekleştirmeyi hedef alan ve bu hedeflere ulaşılmakla toplumu sosyalist kuruluş aşamasına getirecek olan Millî ve Demokratik nitelikte bir Devrim’den başkası olamaz... o dönemde bizim ‘Sosyalist Türkiye’ sloganına karşı çıktığımızı bile söyleyenler oldu. O dönemde TİP yöneticilerinin ileri sürdüğü Sosyalist Türkiye sloganı bu partinin parlamentarist, pasifist tutumunu maskelemek için ileri sürülen, görünüşte sol bir slogandı. Biz buna karşı çıktık; elbette ki sosyalizme karşı olamazdık. Hem Türiye’de sosyalist mücadeleyi nasıl verirsin? Faşizme karşı,

emperyalizme karşı mücadelenin bize dayattığı acil görevleri bir yana bırakıp, bütün umutları parlamentoculuk oyununa bağlayarak sabahtan akşama ‘sosyalist Türkiye’ diye bağırarak değil elbet.”[66]

Millî Demokratik Devrim tezinin odağında diğer radikal sosyalist fraksiyonların odağa yerleştirdiği belirgin bir sınıf özünün olduğunu iddia etmek güç. Zira Belli’nin de belirttiği gibi “bu tezlerde asker- sivil aydın zümre ulusal demokratik güçlerden sayılmıştı.”[67] Tezdeki bu saptama gerek ideolojik ve gerekse
stratejik planda TİP ile olan tartışmanın da ana eksenini oluşturuyordu. TİP, MDD çatışmasında en temelli konu devrimin stratejik konağıydı. TİP. “Sosyalist Devrim” adımını, MDD “Millî Demokratik Devrim” adımını savunuyordu. “TİP Kemalist burjuvazinin kendi burjuva devrimini sonuçlandırdığını, böylece  kapitalizm öncesi üretim ilişkilerini tasfiye ettiğini söyleyerek, artık işçi sınıfının sosyalizmi kurmak için dayanışması gerektiğini öğütlüyordu... Bunun karşısında MDD ise, TİP’in anti-tezi yönünde şekillenmişti.

Türkiye’de kapitalizmin gelişmesini olduğundan geri değerlendirmiş, yarı-feodal gördüğü Türkiye’de feodalizm ve sömürge olgusunu abartılı biçimde ele almıştır.”[68] Bu alıntıdaki dilin kendisi de ideolojik bir referansa ait olduğundan dolayı eleştirel bir yaklaşım söz konusudur. Ancak yine de o günkü temel bakış açılarının ön plana koyduğu kavramsallaştırmalara işaret etmesi açısından önemli bir noktaya vurgu yapıyor. Şöyle ki MDD tezinin sürekli bir biçimde Mihri Belli’ye ait olarak değerlendirilmesi yanlış olur.

Çünkü zamanında Mihri Belli ile aynı çevre içinde yer alan Mahir Çayan da MDD tezini savunmaktadır, tartışmaya Proleter Devrimci Aydınlık sayfalarından katılan Doğu Perinçek de MDD tezine katılmaktadır.

 Ancak bu liderlerden her biri Millî Demokratik Devrim tezine başka başka anlamlar yüklemektedirler.

Tezin asıl teorik çerçevesinin sahibi Mao Zedung’dur. Mao’nun koyduğu isimle tezin asıl adı “Yeni Demokratik Devrim”dir. Mao’nun devrim stratejilerinde köylülük ön planda olduğundan dolayı da kırsal bir çıkışla şehirlere doğru devrimi yaygınlaştırmak hedeflenir. Bu anlamda Mihri Belli’nin MDD tezinin arka planında
 yatan düşüncelerin köylü devrimciliğine bağlı Mao’dan alıntılanması nedeniyle Türkiye’nin yarı-feodalite olarak tanımlanmasını anlamak kolaylaşır. Aslında bu saptamalar bir anlamda o dönemin bir başka özelliği hakkında fikirler verebilir bize. Dünyanın diğer ülkelerindeki her biri kendine özgü toplumsal-ekonomik-siyasî şekillenmeler içinde ortaya çıkan gelişmelerin Türkiye’ye uyarlanması söz
konusudur. Özellikle de o dönemin ABD-SSCB-Çin Halk Cumhuriyeti eksenli global çekişme ve soğuk savaş ortamında ideolojiler ve devrime ulaşmanın stratejik çeşitliliklerinin yoğun olarak yaşandığı, dünya ülkelerinin neredeyse üçte birinin sosyalist bloklaşmalar içinde olduğu ve özellikle de ABD’nin Vietnam’ı işgaline tepkilerin yoğun olduğu bir süreçte “sosyalist bir düzen kurmanın yolu nedir?” tartışmalarında Türk aydınlarının ithal şablonlar kullanmaya çalıştıklarına tanık olundu demek mümkün gibi görünüyor. İdeolojik
çeşitlenmelerin nedenlerinden biri olarak da değerlendirebileceğimiz bu durum, aynı stratejik benimsemeye rağmen birden fazla grubun bunu Türkiye özgülünde nasıl değerlendirdiklerine bağlı olarak sürekli bir biçimde farklı fraksiyonların üremesinin de sebebi olmuştur. Bu duruma en iyi örnek sanırız MDD
çevresinde Ocak 1970’te ortaya çıkan ayrışmadır. Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi’nde bu bölünme şöyle geçer: “Ocak 1970’de bayilere Aydınlık dergisini almaya gidenler Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın daha sonraları ‘Al Aydınlık-Mor Aydınlık” tekerlemesiyle alaya alacağı, iki dergiyle birden
karşılaştılar: Mavi kapakla ve üzerinde küçük harflerle yazılmış “proleter devrimci” lejandıyla çıkan, Doğu Perinçek ve arkadaşlarının; kırmızı kapakla çıkan ise Mihri Belli ve arkadaşlarının bakış açısından  “proleter devrimci saflarımız”daki bölünmeyi haber veriyordu. Bir sonraki sayıda inatlaşmaktansa
 kendisine yeni bir biçim vermeyi amaçlayan “Mor” Aydınlık, Mao Zedung estetiginin habercisi olarak Peküıg Rexiew dergisi gibi sürekli beyaz kapakla ve Proleter Devrimci Aydınlık adıyla yayınlandı ve iki akım “Kırmızı ve Beyaz” Aydınlıklar olarak bilinir oldu.”[69] Ayrışma bununla sınırlı kalmadı tabi. Daha sonra Mahir Çayan, Millî Demokratik Devrim tezini Mao’dan alıntılar ve kendi düşünsel yapısı ile biçimlendirerek köylülüğün esas olması gerektiği, devrimi belirleyici alanın kırlar olduğunu, halk savaşının köylü ordusunun kırlardan şehirleri fethetme savaşı olduğunu, işçi sınıfının bu aşamada ideolojik öncülük görevini üstlenmesi gerektiğini yazarak kendi MDD anlayışının temellerini atmıştır. Doğu Perinçek’in MDD anlayışı ise Çayan’ınki ile taban tabana zıttır. Köylülük değil işçi sınıfı esastır, kırlar değil şehirler belirleyicidir,
proletaryanın öz örgütü olan partide köylüler değil işçiler mutlak çoğunluk olmalıdır vb.[70]

SOLDAKİ ÜÇ ANA EĞİLİMİN (TİP, YÖN, MDD) ORTAYA ÇIKARDIĞI DURUM

Yukarıda temel düşüncelerini vurgulamakla yetinerek ele aldığımız bu gruplar Kongar’ın da belirttiği gibi kendi içlerinde tutarlı ve bir örnek değildi. Bütün gruplar içinde düşünce ve yöntem yönünden türlü ayrılıklar gözlenebiliyordu. Kongar, bu durumda, her grubun en az beş grupla mücadele etmek zorunda olduğunu söyler.[71]

1.  İlk olarak grup içi karşıtlarla savaşılıyordu.

2.  Her grup öteki iki ana grupla mücadele içindeydi.

3. Üçüncü hedef siyasal yapı ve iktidardı.

4. Bu üç grup dışında kalan başka sol gruplarla da mücadele ediliyordu. Kimi aydınlar ve CHP gibi.

5. Sağcı gruplar ve bunların militanları ile de mücadele ediliyordu.



         
Görüldüğü gibi sosyalist hareket içerisindeki bu üç ana grubun siyasal mücadele yürütürken çeşitli alanların tümünü birden kontrol etmesi gerekmekteydi. Yukarıda ele alınan bu üç ana eğilimden öğrenci gençlik hareketlerini en fazla ilgilendiren de Mihri Belli’nin Millî Demokratik Devrim tezi idi. Diğer görüşlere oranla daha radikal bir anti-emperyalizme sahipti. 1968 dünya öğrenci gençlik hareketlerini ele alırken temel tepkilerin genelde Amerika’nın Vietnam’a yönelik sürdürdüğü savaşa karşı geliştiğini açıklamıştık. Dünyadan gelen haberlere de
bir kulağı açık olan Türkiye öğrenci gençlik hareketini yalnızca üniversite reformu ve akademik talepler ilgilendirmiyor, bununla birlikte TİP’in gençlik örgütü işlevini gören FKF içerisinde sosyalist ideoloji üzerine tartışmalar gelişiyor, olası devrim durumunda izlenecek yollar tartışılıyordu. Bu bağlamda MDD tezinin öğrenciler arasında en etkili ideolojik yaklaşım olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Temel sloganının “Tam Bağımsız ve Gerçekten Demokratik Türkiye” olduğunu da göz önüne alırsak dönemin hareketli gündemi içerisinde nasıl bir etki yarattığını anlamak daha kolay olacaktır.

TİP, YÖN, MDD ve ÖĞRENCİ GENÇLİK HAREKETİNE FKF ARACILIĞIYLA ETKİLERİ

Yukarıda kaba hatlarıyla ele aldığımız bu üç ana eğilim sosyalist öğrenci gençlik hareketleri üzerinde oldukça etkiliydi. Burada Fikir Klüpleri Federasyonu’nu bir ara kurum olarak değerlendirebiliriz. FKF, öğrencilerin gerek akademik sorunlarının ve gerekse siyasal sorunlar ve ideolojilerin tartışıldığı bir tartışma platformu görevini yerine getiriyordu.

FKF 1965 yılının aralık ayında daha önce okul bazında mevcut fikir klüplerinin bir araya gelmesiyle kuruldu.

FKF’nin kurulması gençliğin anti-emperyalist yönle sınırlanan anlayışının yavaş yavaş sosyalizme evrilmesi anlamına geliyordu. FKF’nin ilk temelleri Dönüşüm dergisi çevresinde kurulan ilişkiler sayesinde atıldı. FKF kısa sürede gösterdiği öğrenci eylemlilikleri performansıyla gençliğin merkezî örgütü haline geldi. Her türlü anti-emperyalist gösterileri FKF’li gençler organize ediyor, aktif ve kitlesel katılım sağlıyorlardı. Sonradan, yani 12 Mart günlerinin silahlı sol grupların önder kadroları isimlerini ilk kez FKF çatısı altında sürdürülen mücadele içinde duyurmaya başladılar. FKF Kurucular Kurulu’nun 21 Aralık 1965 günü düzenlediği ilk toplantıda Kavga adlı bir bülten çıkarılarak federasyonun amacı açıklandı: “Kulübümüz toplumcu dünya görüşü çerçevesinde  düşünme ve davranma yetisine sahip yüksek öğrenim gençlerinin; aralarındaki  dayanışmaya, karşılıklı eğitime, iş ve eylem birliğine dayanan örgütüdür.” Buna ek olarak TİP’le yakın ilişkisi olmasına karşın “Yalnız iktidara gelmeye yönelmek ve ya da iktidara gelme savaşı veren bir kuruluşu açıça desteklemek, yani siyasete karışmak örgütümüzün amacı dışındadır.” denilerek belki de bağımsız bir öğrenci hareketi yaratma niyeti tüzüğe yansıtılıyordu.[72] Ancak ne var ki TİP içerisinde yukarıda kısaca bahsettiğimiz tartışmaların gelişmesine paralel olarak FKF’ de bu tartışmaların çekim alanı içerisine giriyordu. Her yaptığı kurultayda katılan dernek sayısında artış gözleniyor, FKF giderek büyüyordu. 11 olan üye dernek sayısı 1. Kurultay’da 26’ya çıkmıştı. 2. Kurultay’da yaşanan tartışmalar ve birden çok adayın çıkması ilerideki yıllarda gençliği ayrılığı eşiğine kadar götürecekti. FKF yönetimi sokak gösterilerine sıcak bakmıyor, “faşizmi hızlandıracağı”nı ileri sürüyordu. FKF muhalefeti ise “devrimcilerin görevinin düşmanın üstüne üstüne gitmeyi bilmek olduğunu, faşizm gelir diye harekete geçmemenin faşizme teslim olmak anlamına geleceğini” vurgulayarak, daha militan bir mücadele çizgisinin izlenmesi gerektiği üzerinde duruyordu.

FKF merkezi, TİP içindeki tartışmalarda TİP merkezine yakın isimlerden oluşuyordu. Muhalefette ise genel hatlarıyla Deniz Gezmiş, Mahir Çayan, Yusuf Küpeli, Doğu Perinçek ve arkadaşları bulunuyordu.

Eylem çizgisi noktasında başlayan tartışmalar bir süre sonra Millî Demokratik Devrim ile Sosyalist Devrim (TİP) taraftarları arasında anlaşmazlıkların ayyuka çıkmasına yol açtı. 2. Kurultay’ın sonucu, Doğu Perinçek’in Başkan seçilmesiydi. Doğu Perinçek MDD görüşüne sahipti ve Başkan olur olmaz FKF’yi,

Mihri Belli’nin Türk Solu dergisinde yaptığı çağrı ile kurulan DEV-GÜÇ• oluşumuna dahil etmeye koyuldu.

Kısa bir süre sonra da FKF, DEV-GÜÇ’e dahil olduğunu duyurdu. Bu noktadan sonra FKF’de TİP’in etkisi sürekli azalmaya başladı. Bu durum da elbette TİP yönetiminin hoşuna gitmiyordu. TİP’in etkisi ile FKF Genel Kurulu’nda yapılan bir güven oylaması ile öncelikle Doğu Perinçek ve ekibi yönetimden uzaklaştırıldı.

Derhal DEV-GÜÇ’ten ayrılındı. İşte TİP’in yeniden hakim olma çabalarının olduğu bu dönemde öğrenci gençlik hareketini daha sonraları silahlı eylemlere yöneltecek ideolojik ayrışmaların başladığı dönem de bu dönem oldu. En başta Deniz Gezmiş ve arkadaşları FKF’nin eylem çizgisini eleştirerek Devrimci

Öğrenci Birliği’ni (DÖB) kurdu. FKF 3. Kurultay’ında TİP’li yönetim yeniden tasfiye edilerek başkanlığa Yusuf Küpeli seçildi ve kamuoyuna FKF’nin, MDD çizgisini benimsediğini açıkça deklare etti. FKF, MDD çizgisine geri dönünce doğal olarak Deniz Gezmiş öncülüğündeki DÖB grubu da tekrar FKF’ye katıldı ve daha militanca bir siyaset ortaya çıkmaya başlamış oldu. Bu yeni dönem aynı
zamanda sonradan THKP-C’nin çekirdek kadrolarını oluşturacak olan Mahir Çayan ve arkadaşlarının gençlik mücadelesine damgalarını vurmaya başladıkları bir dönem oldu.[73]

FKF 4. Kurultayı 9-10 Ekim 1969’da toplandığında kurultayın “Milli Demokratik Devrimciler”in egemenliği altında sonuçlanacağından kimsenin kuşkusu yok gibiydi. Ancak, TİP’de 1966’dan beri sürdürdükleri mücadeleyle birlik ve iç bütünlüklerinin pekiştiği bilinen ve üç yıl boyunca sürekli olarak kazandıkları
başarılara örgütlü bir ifade kazandırabilecekleri yandaşları kadar karşıtlarınca da beklenen “Milli Demokratik Devrimciler” ya da kendilerine verdikleri sıfatla “proleter devrimciler”in bu kurultaydaki tartışmalardan yeni bir bölünme ile çıkacaklarını öngörmek imkansız gibiydi. Gerçi Türk Solu ve Aydınlık
dergilerindeki kimi~ “Milli Demokratik Devrim” yorumları arasında farklar bulunduğu ve siyasal mücadelenin yürütülme tarzına yaklaşımların “anarşizan eğilimler”e karşı “pasifizm” gibi terimlerle adlandırılıyor olmasının bir gerilim yarattığı bilinmiyor değildi ama, buradan başlayacak tartışmaların sosyalist harekette kalıcı ve sürekli bir bölünmenin başlangıcı olabileceğini kamplaşmanın sözcülerinin bile önceden görmüş olabildikleri söylenemezdi.[74] Sonuç, FKF 4. Kurultay’ında yeni bir isimle ortaya çıkıyordu. Devrimci Gençlik Dernekleri

Federasyonu (DEV-GENÇ). Daha sonraları yaşanan kopuşmaların ana kaynağı olacak örgüt Dev-Genç’ti.

Dev-Genç bir anlamda illegalite kadrolarının ideolojik besin aldığı bir örgüt olacaktı. 1980’lere yaklaşıldığında sıkça sözü edilen 50 kadar fraksiyonun kaynağı niteliğinde olan örgüt olarak da değerlendirmek mümkündür

Dev-Genç’i. Ancak en belli başlı üç ekol aşağıdaki tabloda gösterilmiştir. Bu üç örgüt içerisinden gerek ideolojik nedenlerle ve gerekse de liderlik kavgaları nedeniyle bir çok ayrılmalar vekopuşlar yaşanmıştır.

Ayrıca Kürt sosyalist hareketi de yine bu dönemdeki ayrışmalarda kendini tanımlamaya başlamıştır.




TİP, FKF, DEV-GENÇ, THKO,  THKP-C, TİİKP,

Deniz Gezmiş             Mahir Çayan           Doğu Perinçek




Yeni dönemin bir başka dikkat çeken yanı da, genel olarak MDD’ci olarak bilinen çevrenin kimi farklılıklar yaşamaya başlamasıydı. Doğu Perinçek ve Mahir Çayan, farklı MDD yorumları ve Türkiye Devriminin izleyeceği yol konusunda farklılıklarını açıkça dile getiriyorlardı. Bu tartışmalar aslında FKF içinde
başlayıp biten tartışmalar değildi. “İşin asıl kaynağı Türk solu içinde başlayan tartışmalardı.”[75] İşte bu yüzden bir sosyal hareket olarak öğrenci genlik hareketlerinin “büyüklerden öğrenme” biçimde kavramlaştırdığımız sosyalleşme süreci Türkiye sosyalist hareketi ile direkt bağlantılı idi.

İdeolojik planda süren bu genel sosyalist çizgilerdeki tartışmalara gençlerin kurdukları örgütlülükle işgaller, boykotlar, protestolar eylemlerle dolu bir konjonktüre neden oluyordu. Tabi burada değinilmeden geçilemeyecek olan bir başka konu da dönemin Adalet Partisi hükümetinin öğrenci gençlik hareketini
denetlemeye yönelik yaklaşımları idi. Gençlik hareketlerine polisin tutumu çok sertti.
Öte yandan sosyalist öğrenci gençlik hareketinin karşısına bir başka gençlik hareketi ile çıkılıyor ve destekleniyordu. Önceleri Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi ve sonradan Milliyetçi Hareket Partisi adını alan MHP sempatizanı ülkücü gençler “komünist tehdidine” karşı korunuyor ve kollanıyordu.

Çoğu zaman polis ile birlikte solcu öğrencilerin dağıtılması için saldırılar yapılıyordu. Üstelik 12 Mart’ın ardından ülkücü gençlerin devlete ‘hizmetleri’ Askerî Mahkemelerde de tutanaklara geçirilerek övülüyordu. Örneğin Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı 1 Numaralı Askerî Mahkemesi’nin 1972-89 esas
sayılı dosyada şöyle deniliyordu: “Ülkücülerle, aşırı solcuların çatışması ve çarpışmaları, ideolojik görüş farkından gelmektedir. Aşırı solcular, düzeni değiştirmek için ihtilalin ön safhasını teşkil eden anarşik ortam yaratmak maksadıyla fiil ve eylem yapmakta ve hadise yaratmaktadırlar.

Ülkücüler bunların karşısında gayelerinin tahakkukuna mani olmaya çalışmaktadırlar.

Vaki fiil ve eylemlere karşı çıkan yine bu ülkücülerdir.”[76] Mahkeme tutanaklarında böyle bir ifadenin yer alması, devletin taraflılığının hukuksal alanda da açıkça kabul gördüğünü ortaya koymaktadır.

İDEOLOJİNİN ÖĞRENİLDİĞİ ÖNEMLİ ARAÇLAR: BASIN YAYIN VE KİTAPLAR

Öğrenci gençlik hareketlerinde ideolojiyi ele alırken göz ardı edilemeyecek önemli bir etken de basın yayındır.

Türkiye’de çoğu zaman bir siyasal hareket, kendi düşüncelerini yaydığı bir yayın organı etrafında gelişir ve giderek örgüte dönüşen bir hareket halini alır. Bir başka biçimde söylersek, buna “dergi örgütçülüğü” diyebiliriz.

‘Dergi Okuru’ kavramı Türk siyasal yaşamında anlam yüklü bir kavramdır. Okurluk sıradan bir uğraş olarak değerlendirilmez. Dergi Okuru aynı zamanda sempatizandır da. Sempatizan olması dolayısı ile de potansiyel militandır da. En azından toplumdaki algılanış biçimi ( o dönem için) böyledir. Bir dönem Türkiye’de insanların kimliklerini, yani siyasî kimliklerini toplumsal alana sunumu koltuk altına sıkıştırılan gazete veya dergiler aracılığı ile görülürdü. Ayrıca okur olmak belli bir düzeyde radikalliği de gerektirirdi. Yani her hangi bir yayını okuyan siyasî kişi, karşıt görüşün yayınını neredeyse yeminli bir biçimde hiç okumazdı. Bu anlamda gazete ve dergilerin, gençliğin ideolojiyi algılayış ve yaşamına uyarlayışında etkileri olduğunu söyleyebiliriz.

Öte yandan gençlik hareketleri içerisinde yaşanan olaylardan belli bir başlık da gazete dağıtırken öldürülen militanlardır. Farklı fraksiyonların satış alanlarının olması ve başka bir fraksiyona ait gazete veya derginin o alanda sattırılmaması mücadeleleri de yaşanmıştır. Bu açıdan dergiciliğin, okurluğun, dağıtım ve satışının önemini görmezden gelmek gençliğin ideolojik çeşitlenmelerini anlamamızı zorlaştıracaktır.

Dönemin dergilerinde işlenen konular, özellikle toplumsal muhalefetin ideolojik yönde dönüştürülmesini amaçlayan biçimde ele alınmaktadır. Özellikle gençliğin en çok okuduğu Aydınlık Sosyalist Dergi, Türk Solu, Sosyalist, Devrim, İleri, Emek, İşçi Köylü, Proleter Devrimci Aydınlık, Kurtuluş, Halkın Yolu, Halkın Birliği, Emeğin Birliği, İlke,Halkın Sesi, Halkın Kurtuluşu, Yürüyüş, Ürün, Kitle gibi dergiler ideolojinin yanı sıra eylem çağrıları da yapan ve adeta aksiyonun nasıl yapılacağını tarif eden bir içeriğe sahipti. Bu yalnızca sol dergiler için değil aynı zamanda dönemin ülkücü dergileri içinde geçerli bir dergicilik anlayışı idi.

Kitap açısından durum biraz farklıydı. Şöyleki: “1968’de kapitalist metropolleri, bağımlı çevre ülkelerini ve “sosyalist kamp”ı eş zamanlı olarak saran bunalımdan kaynaklanan devrimci gelişmeler, insanları ister Atatürkçü, ister Leninist olsun geçmişe dair menkıbelerden esinlenmek yerine hemen gözlerinin önünde akıp
giden kendilerinin de bizzat katılabilecekleri ve ısrar ettiklerinde başarı vaadeden örneklerden esinlenmeye yöneltiyordu. 1968’de ise yeni fikirler, gerçek hareketin, gelecek esininin üç pratik uluslar arası kaynağı vardı:

Avrupada’ki öğrenci hareketi; Asya, Afrika ve Latin Amerika’daki anti emperyalist savaşlar ve ulusal kurtuluş mücadeleleri; Çin Kültür Devrimi. Dolayısıyla Marksizmin ve toplumsal mücadeleler tarihinin bilgisi gelişip
yaygınlaştıkça ve uluslar arası alandan gelen enformasyon miktarı, yeni kitaplar, dergiler, yabancı ülkelere gidip dönenlerin sayıları arttıkça, hangi sınıftan olurlarsa olsun genç insanlar kendilerine resmi yöneticilerin anlattığı “gri” stratejiler ezberlemeye değil “yeşil hayat ağacı”nın meyvelerini tatmaya, dikkatlerini bu pratik deneyime yöneltmeye başladılar. Sosyalist hareketin eskileri kendi aralarında bölünmüşlerdi ama uluslararası alandan taşınacak bölünme ve yeniden bölünmeler için önce bunların kaynağındaki bilgilerin edinilmesi gerekirdi.

Bu bilgilenme süreci içinde iki yayınevi önemli roller oynadı. 12 Mart’ta faaliyetinden men edilinceye kadar Muzaffer Erdost’un yönettiği “Sol Yayınevi” önce Leo Huberman, Georges Politzer vb.lerinin el kitaplarını, ardından Marx, Engels,Lenin, Stalin, Mao, Giap vb.lerinin klasik metinlerini çevirip aktararak, genç kuşakların olduğu kadar eski kuşaktan olup da yabancı dil bilmeyenlerin Marksist teorinin dünyasına nüfuz etmelerini, devrimci bir bakış açısı edinmelerini, her türlü bilgiyi eleştirel bir tahlile tabi tutma yeteneği kazanmalarının maddî imkânını yarattı. Doğan Özgüden’in “Ant Yayınevi” ortodoks olmayan teori kadar dünya üzerinde süregiden devrimci pratiğin bilgisinin de Türkçe okuyucusuna aktarmaya katkıda bulundu. Ernesto Che Guevara’nın Savaş Anıları Avrupa’da basılır basılmaz Türkçe’ye çevrilmişti.

1968 Avrupa öğrenci hareketinin de FKF’nin de süreci nasıl değerlendirdiğini Türkiye’deki okuyucu anında öğrenebildi.”[77]

3 Kasım 1972’de Millî İstihbarat Teşkilatı’nın düzenlediği Marmara Brifingi’nde kesinleşen bir mahkeme kararından şu alıntı yapılıyordu: “Yakalanan her anarşistin yanında daima üç malzeme birlikte bulunmaktadır.

Silah, cephane, aşırı sol kitap.”[78] Brifingin ilerleyen kısımlarında söz konusu yasaklı kitapların listesi veriliyordu. Bunlardan bir kaçını sıralamak gerekirse; Emperyalizm-Lenin, Teori Pratik-Mao, Felsefenin Başlangıç İlkeleri-Georges Politzer, Yaşasın Halk Savaşı Zaferi-Lin Piao, Halk Savaşı Halk Ordusu-Giap,
Millî Kurtuluş Cephesi-D. Brown, Şehir Gerillası-Carlos Marighella, Gerilla Nedir?-A. boya, Gerilla Günlüğü-Che Guevara, Türk Devriminin Yolu gibi eserler göze çarpacaktır. Burada dikkati çeken kitapların genelde pratik mücadeleye dönük bir ağırlık taşımasıdır. Dönemin hızla gelişen gençlik eylemlerinde çatışmaların şiddetindeki artma, okunan kitapların daha miltanca bir bilince ihtiyaç duyulduğu varsayımını getiriyor akla. Elbette bu konu üzerine daha derin araştırmalar sonucu yargı vermek daha yerinde olur.

SONUÇ

   Türkiye’de gençlik hareketlerinde ideoloji önemli bir etken olmuştur.
   Önceleri akademik taleplerle başlayan gençlik hareketleri giderek siyasal bir nitelik kazanmaya başlamıştır.
   Öğrenci hareketlerinin siyasal nitelik kazanmasının bir çok etkileyicisi vardır. Ancak ön plana çıkan 1968’li yıllarda dünyanın diğer ülkelerindeki gençlik hareketlerinden etkilenme durumudur.
   Gençlik hareketlerinin ideolojiyi algılama, yaşama geçirme ve kimlik haline getirme süreçlerinde Türkiye İşçi Partisi’nin önemi vardır. İşçi Partisi’nin gençlik örgütü niteliğindeki FKF bir anlamda gençlerin ideoloji ile tanışıp yakınlaşmalarını sağlayan etkili bir kurum olmuştur.
   Öğrenci gençlik hareketlerinde ve benimsediği ideolojik tercihlerde daha çok Amerika karşıtlığı yatmaktadır.

Bu nedenle de dönem itibarı ile en etkili ideoloji sosyalizm olmuş ve Türkiye’de çeşitli varyantlarını üreterek silahlı sol gruplara dönüşmüştür.

    Gençlik hareketlerinin denetlenmesinde karşıt görüşlü öğrencilerin kullanılması şiddetin artmasına neden olmuştur ve bu sebeple de ideoloji daha militan bir çizgide algılanmıştır.

   İdeolojinin gruplarca benimsenmesinde araç olan dergiler ve kitaplara bakıldığında daha çok teoriden uzak ama pratiği öne çıkaran kitap ve konuların olduğu gözlenmektedir.

   Ayrıca 1960-70 yıllarının Türkiye’de kırsal alandan kentlere göçün yoğun biçimde yaşandığı da hesaba katılırsa kentleşme sorunları ve kent kültürünün oluşum sürecindeki problemlerin de ideolojinin algılanması ve yaşanmasına etkileri olduğu söylenebilir. Kırsal kesimlerden gelen öğrencilerin ideolojiyi daha çok bir güçlülük formatında değerlendirdiğine rastlanmakta ve giderek artan şiddete neden olduğu gözlenmektedir.


KAYNAKÇA

   AKŞİN Sina; Ana Çizgileriyle Türkiye’nin Yakın Tarihi, İmaj Yayıncılık, Ankara,1996.
  ALPAT İnönü;  Popüler Türk Solu Sözlüğü, Mayıs Yayınları, Ankara,1998.
  AREN Sadun; TİP olayı, Cem Yayınevi, İstanbul,1993.
  BAYHAN Vehbi; Üniversite Gençliğinde Anomi Ve Yabancılaşma, T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları,Ankara.1997. 
  ÇAYAN Mahir; Teorik Yazılar, Gökkuşağı Yayınları, İstanbul,1996.

  GLADWIN Maree; “Çağdaş Toplumsal Hareketlerin Teorisi ve Siyaseti”  Ege Ü. Sosyoloji Dergisi.7. sayı 1999.

 HALE William; Türkiye’de Ordu ve Siyaset, Hil yayınları, İstanbul,1996.

  KIVILCIMLI Dr. Hikmet; Sosyalist Gazetesi Yazıları, Diyalektik Yayınları, İstanbul,1995.

  KIVILCIMLI Dr. Hikmet; Günlük Anılar, Diyalektik Yayınları, İstanbul,1994.

  KIZILÇELİK Sezgin, ERJEM Yaşar; Açıklamalı Sosyoloji Terimleri Sözlüğü, Atilla Kitabevi, Ankara,1994.

  KONGAR Emre; Türk Toplumbilimcileri-2, Remzi Kitabevi, İstanbul,1998.

  KONGAR Emre; 21. Yüzyılda Türkiye, Remzi Kitabevi, İstanbul,2000.

  KÜÇÜK Yalçın; Türkiye Üzerine Tezler, Tekin yayınevi, Ankara,1987.

  LAVABRE Marie Claire; Sokakta Ve Duvarda 1968, Derleme, Öteki Yayınevi, Ankara,1998.

  LİPSET Seymour Martin; Siyasal İnsan, (Çev. Mete Tunçay) Teori Yayınları, Ankara,1986.

  LUNDBERG A. George vd.; Sosyoloji, (Çev. Özer OZANKAYA) Ayyıldız Matbaası, Ankara,1970.

  MELUCCI Alberto; “Toplumsal Hareketler Ve Gündelik Yaşamın Demokratikleştirilmesi”  Birikim, 1991, 24. sayı

  MUMCU Uğur; Bir Pulsuz Dilekçe, Tekin yayınevi, Ankara,1979.

  ÖZBAY Haluk, ÖZTÜRK Emine; Gençlik, Cep Üniversitesi, İletişim Yayınevi, İstanbul,1995.

  ÖZDEMİR Hikmet vd; Çağdaş Türkiye Tarihi, Cilt 4, Cem Yayınevi, İstanbul,1995.

  SARIBAY Ali Yaşar; Siyasal Sosyoloji, Der Yayınları, İstanbul,1998.

  SAYIN Önal; “İdeoloji”, Sosyoloji Dergisi, Ege Ü. Ed. Fak. Yay. İzmir,1999. Sayı:7

  Sosyalizm Ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi; Cilt 7, İletişim Yayınları, İstanbul,1988.

  TEZCAN Mahmut, Gençlik Sosyolojisi Yazıları, Gündoğan Yayınları, Ankara,1994.

  TURHAN Talat; Marmara Brifingi Devletin Gözüyle Sol Ve Sağ Örgütler, Kaynak Yayınları, İstanbul,1995.

  TÜRKDOĞAN Orhan; Sosyal Hareketlerin Sosyolojisi, Birleşik Yayıncılık, İstanbul,1997.

  YILMAZER Mehmet; THKP/Cephe Eleştirisi, Sentez Yayınları, Ankara,1991.


DİPNOTLAR;


[1] Maree GLADWIN; “Çağdaş Toplumsal Hareketlerin Teorisi ve Siyaseti”  Ege Ü. Sosyoloji

Dergisi. 7. sayı s.125

[2] Aktaran: Emre KONGAR; Türk Toplumbilimcileri-2, İstanbul,1998. s.321

[3] Orhan TÜRKDOĞAN,; Sosyal Hareketlerin Sosyolojisi, İstanbul,1997. s.11

[4] Aktaran Emre KONGAR; a.g.e. s.323

[5] George A. LUNDBERG vd.; Sosyoloji, (Çev. Özer OZANKAYA) Ankara,1970. s.365

[6] Emre KONGAR; a.g.e. s.321

[7] Gerhard KESSLER; Sosyolojiye Başlangıç, 1985. s.129 aktaran; Orhan TÜRKDOĞAN; a.g.e. s.12

[8] Orhan TÜRKDOĞAN; a.g.e. s.14

[9] Emre KONGAR; a.g.e. s.321

[10] George A. LUNDBERG; a.g.e. s.365

[11] Ali Yaşar SARIBAY; Siyasal Sosyoloji, İstanbul,1998. s.80

[12] Alberto MELUCCI; “Toplumsal Hareketler Ve Gündelik Yaşamın Demokratikleştirilmesi” 

Birikim, 1991,     24. sayı s.55

[13] Seymour Martin LİPSET; Siyasal İnsan, (Çev. Mete Tunçay) Ankara,1986. s.15

[14] Haluk ÖZBAY, Emine ÖZTÜRK; Gençlik, Cep Üniversitesi, İstanbul,1995. s.12

[15] Sezgin KIZILÇELİK, Yaşar ERJEM; Açıklamalı Sosyoloji Terimleri Sözlüğü, Ankara,1994. s.213

[16] Önal SAYIN; “İdeoloji”, Sosyoloji Dergisi, Ege Ü. Ed. Fak. Yay. İzmir,1999. s.12

* Alman öğrenci hareketi lideri.

[17] Marie Claire LAVABRE; Sokakta Ve Duvarda 1968, Derleme, Ankara,1998 s.13

[18] Vehbi BAYHAN; Üniversite Gençliğinde Anomi Ve Yabancılaşma, Ankara.1997. s.247

[19] [19] Marie Claire LAVABRE; a.g.e. s.15-16

[20] Marie Claire LAVABRE; a.g.e. s.17

[21] Marie Claire LAVABRE; a.g.e. s.18

[22] Alpay KABACALI; Türkiye’de Gençlik Hareketleri, İstanbul,1992. s.193

[23] Marie Claire LAVABRE; a.g.e. s.19-20

[24] Marie Claire LAVABRE; a.g.e. s.21

[25] Alpay KABACALI; a.g.e. s.77

[26] Alpay KABACALI; a.g.e. s.78

[27] Vehbi BAYHAN; a.g.e. s.244

[28] Alpay KABACALI; a.g.e. s.80

[29] Alpay KABACALI; a.g.e. s.82

[30] Alpay KABACALI; a.g.e. s.84

[31] Alpay KABACALI; a.g.e. s.85

[32] Alpay KABACALI; a.g.e. s.85

[33] Vehbi BAYHAN; a.g.e. s.245

[34] Alpay KABACALI; a.g.e. s.89

[35] Alpay KABACALI; a.g.e. s.92

[36] Alpay KABACALI; a.g.e. s.93

[37] Alpay KABACALI; a.g.e. s.95

[38] Vehbi BAYHAN; a.g.e. s.245

[39] Vehbi BAYHAN; a.g.e. s.245

[40] Alpay KABACALI; a.g.e. s.115

[41] Vehbi BAYHAN; a.g.e. s.245

•   Üniversite çevreleriyle, öğrencilerle ve basın ve muhalefetle ilişkileri alabildiğine gerginleşen

Demokrat Parti bu kanunu 18 Nisan 1960 günü çıkardı. Bu komisyon, CHP ve bir kısım basının

faaliyetlerini incelemekle görevlendiriliyordu. Meclisin o günkü oturumunda muhalefet sözcüleri,

yasanın Anayasa’ya, demokrasiye ve hukuka aykırı olduğunu ifade ettiler. CHP Genel

Başkanı İsmet İnönü, “Bu yolda devam ederseniz ben de sizi kurtaramam” cümlesinin yer aldığı

ünlü konuşmasını bu oturumda yapmıştır. Ve gerçekten de yaklaşık bir ay sonra 27 Mayıs 1960

ihtilali ile Adnan Menderes’in sonunun başlangıcı yaşanmıştır.

[42] Alpay KABACALI; a.g.e. s.129

[43] Sadun AREN; TİP olayı, İstanbul,1993. s.31

[44] Vehbi BAYHAN; a.g.e. s.252

[45] Aktaran Vehbi BAYHAN; a.g.e. s.252

[46] Sina AKŞİN; Ana Çizgileriyle Türkiye’nin Yakın Tarihi, Ankara,1996 s.235

[47] Sosyalizm Ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi; Cilt 7, İstanbul,1988. s.2134

[48] William Hale; Türkiye’de Ordu ve Siyaset, İstanbul,1996. s.155

[49] Aktaran Vehbi BAYHAN; a.g.e. s.253

[50] Hikmet ÖZDEMİR vd; Çağdaş Türkiye Tarihi, Cilt 4, İstanbul,1995. s.226

[51] Sezgin KIZILÇELİK, Yaşar ERJEM; a.g.e. s.383

[52] Yalçın KÜÇÜK; Türkiye Üzerine Tezler, Ankara,1987. s.554

[53] İnönü ALPAT;  Popüler Türk Solu Sözlüğü, Ankara,1998. s.325

[54] Mehmet Ali AYBAR Bağımsızlık, Demokrasi, Sosyalizm’den Aktaran Emre KONGAR;

21. Yüzyılda Türkiye, Ankara,2000. S.168

[55] Emre KONGAR, 21. Yüzyılda Türkiye, İstanbul,2000. s.168

[56] Sadun AREN; a.g.e. s.55

[57] Sadun AREN; a.g.e. s.56

[58] Sadun AREN; a.g.e. s.59

[59] Sosyalizm Ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi; s.2070

• Görevlerini iki meslektaşıyla bölüşen, yani üç kişilik bir kurula katılan yüksek görevli.

Roma İmparatorluğu dönemindeki ilk triumvirlik Sezar, Pompeius ve Crassus arasında kurulmuş üç hasis insanın ittifakı idi. (Meydan Larousse. 19. cilt. S.413)

•* Dr. Hikmet Kıvılcımlı ve sonraları onun görüşlerinden etkilenecek olan Mahir Çayan bu üçlüye baş harflerinin kısaltması olarak ABA ismini takmışlardır. Aybar, Boran ve Aren’in siyasal doğrultusunda yürüyenlere de alaycı bir anlam yükleyerek “ABA’cılar” diye hitap ediyorlardı.
(Dr. Hikmet Kıvılcımlı; Günlük Anılar, İstanbul,1994. Dr. Hikmet Kıvılcımlı; Sosyalist Gazetesi Yazıları,

İstanbul,1995. ve Mahir Çayan; Teorik Yazılar, İstanbul,1996.)

[60] Sosyalizm Ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi; s.2072

[61] Sosyalizm Ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi; s.2073

[62] İnönü ALPAT; a.g.e. s.365                                                                                            
[63] Emre KONGAR, a.g.e. s.168

[64] Mehmet YILMAZER; THKP/Cephe Eleştirisi, Ankara,1991. s.49

[65] Emre KONGAR, a.g.e. s.168

[66] Sosyalizm Ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi; s.2144-2145

[67] Sosyalizm Ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi; s.2144-2145

[68] Mehmet YILMAZER; a.g.e. s.49-51

[69] Sosyalizm Ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi; s.2141

• Mahir Çayan’ın bu yazısı Ocak 1970 Aydınlık Sosyalist Dergi’nin 15. sayısında “Sağ Sapma, Devrimci Pratik ve Teori” başlığıyla yayınlanmıştır ve ileride kuracağı THKP-C kadrolarını da bu yazı sayesinde etrafında toplamıştır.

[70] Mahir ÇAYAN; a.g.e. s.138

[71] Emre KONGAR; a.g.e. s.169

[72] İnönü ALPAT; a.g.e. s.125

• Devrimci Kuruluşlar Güçbirliği (DEV-GÜÇ), TMTF, FKF, TÖDMF, TÖS, 27 Mayıs Millî Devrim Derneği, Aşıklar Derneği gibi 29 devrimci kuruluşun özellikle ‘faşizm ve irtica’ya karşı güç birliği yapmak amacıyla kurulmuştu. Bu kuruluş fikri Mihri Belli’ye aitti.

[73] İnönü ALPAT; a.g.e. s.127

[74] Sosyalizm Ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi; s.2139

[75] İnönü ALPAT; a.g.e. s.127

[76] Uğur MUMCU; Bir Pulsuz Dilekçe,Ankara,1979. s.284

[77] Sosyalizm Ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi; s.2096

[78] Talat TURHAN; Marmara Brifingi Devletin Gözüyle Sol Ve Sağ Örgütler, İstanbul,1995. s.186


http://www.angelfire.com/oz/sosyo/genclikveideoloji.htm



****

12 EYLÜL ÖNCESİ BANKA SOYGUNLARI,,


HABERİ  DİREKT VER ;

http://www.hurriyet.com.tr/gundem/18058779.asp


***

TÜRK GENÇLİĞNİ KANDIRMAYIN.. DENİZ GEZMİŞİ DOĞRU ANLATIN..,




'68' kuşağının 'mitleştirdiği' Deniz Gezmiş kimdir? Gezmiş'in icraatlarından bazıları: Silahlı mücadele için Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu'nu kurdu. ABD Büyükelçiliği önünde nöbet tutan polislere kurşun sıktı. Banka ve araba soygunu yaptı.
Arkadaşları ile birlikte idam edilmeleri Türkiye tarihine kara bir leke olarak geçtiyse de her yıl ölüm ve doğum yıldönümlerinde ideolojilerin köreltmediği kafalarda ayrı soru hep beliriverir... Deniz Gezmiş gerçekten suçsuz bir özgürlük kahramanı mı?...

ÜNİVERSİTEDEKİ ÇATIŞMALARIN MİMARI OLDU 

Bu sorunun cevabını, yöneticilerinin çoğu 68 kuşağından olan yazılı-görsel basında ararsanız çıkacak cevap kesinlikle 'Evet özgürlük kahramanı' olacaktır.

Ancak o karanlık günlere şahitlik edip hakikatı yazanlar hiç de öyle söylemiyor...

Kısaca özetlersek 27 Şubat 1947'de Ankara'nın Ayaş ilçesinde doğan Deniz Gezmiş, 7 Kasım 1966'da İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesine girdi. Adını da burada altına imza attığı öğrenci olayları ile duyurdu. Üniversitenin işgali ve karşıt görüşlü öğrencilerle girdiği silahlı çatışmalar da bu eylemlerden bazıları oldu.

FİLİSTİN'DE SİLAHLI EĞİTİM ALDI 

Hakkında 23 Haziran 1969'da çıkan bir tutuklama kararının ardından Filistin'e kaçtı. 1 Eylül 1969'a kadar Filistin'de kaldı ve FKÖ kamplarında silahlı eğitim aldı. Bu dönemde üniversiteyi işgalden dolayı Hukuk Fakültesin'den atıldı.

23 Eylül 1969'da hukuk fakültesinde olduğu bir sıra polis tarafından yakalarak gözaltına alında da 25 Kasım'da serbest bırakıldı. Ancak okulda yapılan aratırmalarda Deniz Gezmiş'e ait silahlar ele geçirildiği için tekrar tutuklama kararı çıkarıldı. 20 Aralık 1969'da tutuklanan Deniz Gezmiş, 18 Eylül 1970'e kadar hapis yattı.

THKO TERÖR ÖRGÜTÜNÜ KURDU 

Hapisten çıkmasından sonra öğrenci hareketlerinden uzaklaşarak Sinan Cemgil ve Hüseyin İnan'la birlikte Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu'nu kurdu. Kimileri tarafından "Türkiye'de silahlı mücadele veren ilk siyasi örgüt" diye pazarlansa da, THKO hem o günkü hem de bugünkü hukuk literatüründe tipik bir 'terör örgütü' idi ve öyle faaliyet gösterdi.

İLK EYLEMLERİNDE POLİSE KURŞUN SIKTILAR 

Deniz Gezmiş ve arkadaşları THKO'nun kuruluşunu, Ankara'da ABD Büyükelçiliği önünde nöbet tutan polislere kurşun sıkarak ilan etti.

Yaralanan polislerin düştüğü yere, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan ve Sinan Cemgil tarafından THKO bildirisi bırakıldı.

BANKA SOYGUNU, GASP, ADAM KALDIRMA...

Yaptığı eylemlerden bazıları şöyle:

Silah tehdidiyle İş Bankası'nı soyma,

İstanbul'da birçok soygun ve gasp eylemi, 

ODTÜ'de görevli bir kişinin arabasının gasp silah zoruyla gasp edilmesi,

Zorla evine girilen bir astsubayın eşinin tabancayla yaralanması,

Bir Astsubayın silah zoruyla kaçırılması,

Şarkışla ve Gemerek'te güvenlik güçleriyle silahlı çatışma, ABD askerlerinin kaçırılması...

1971'DE YAKALANDILAR 

1971 yılında kurulan THKO ve Deniz Gezmiş çok kısa bir süre işte bu eylemlere imza attı...

 Yaptığı eylemlerden dolayı Deniz Gezmiş hakkında tutuklama kararı çıkarıldı. 

6 MAYIS 1971'DE İDAMLARI İNFAZ EDİLDİ...

9 Ekim 1971'de son bulan mahkeme'de TCK'nın 146. maddesinin ihlali gerekçesiyle 9 Ekim 1971'de idama mahkum edildi. 6 Mayıs 1972 tarihinde Yusuf Aslan, Hüseyin İnan ile birlikte saat 1.00-3.00 arasında Ankara Merkez Kapalı Cezaevi'nde idam edildi.



http://www.sondevir.com/gundem/180881/gencleri-kandirmayin-deniz-gezmisi-dogru-anlatin

40 CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR

***

26 Eylül 2015 Cumartesi

TÜRK SİYASİ TARİHİNİN 2 Cİ ASKERİ DARBESİ 12 EYLÜL ÖNCESİ VE SONRASI BÖLÜM 34



TÜRK SİYASİ TARİHİNİN 2 Cİ ASKERİ DARBESİ 
12 EYLÜL  ÖNCESİ VE SONRASI  
BÖLÜM 34


KIZILDERE DİRENİŞİ

YER: Tokat, Niksar Kızıldere Köyü
TARİH: 30 Mart 1972


26 Mart 1972 sabaha karşı, kalabalık bir komando birliği, özel görevliler ve polis birlikleri Fatsa'yı kuşattılar. Kuşatmanın amacı THKP-C ve THKO savaşçılarını ele geçirmek ve onların elinde rehin bulunan İngiliz görevlilerini kurtarmaktı...
Deniz’lerin idamı gündemdeydi. Maltepe Cezaevi’nden firar eden Mahir ve yoldaşları, koşullar ne denli ağır olursa olsun, buna tavırsız kalamazlardı.
12 Mart cuntasının terörü hüküm sürüyordu. THKP-C Mahir'in içeri düşmesinden sonra bir de içten sağ sapmanın ihanetiyle karşı karşıya kalmıştı. Ama savaş durdurulamazdı. Türkiye halklarına karşı sorumlulukları için, Türkiye devriminin yolunun aydınlatılmaya devam edilmesi için, devrimci dostluk ve dayanışma için... savaşı sürdürmeliydiler.
26 Mart'ta Ünye'de NATO üssünde görevli 3 İngiliz teknisyeni THKP-C ve THKO savaşçıları tarafından rehin alındı. İngiliz teknisyenlerinin kaçırıldığı binaya bırakılan bildiride "48 saat içinde infazların durdurulduğunun radyodan açıklanması, aksi taktirde İngiliz ajanlarının cezalandırılacağı" belirtildi.
İngilizlerin bulunduğu binada 12 kişi enterne edilmiş, ancak bunlardan sadece üçü rehin alınmıştı. Geride kalanlar, bağlanarak hareketsiz hale getirildi ve Mahir Çayan, Cihan Alptekin, Ertuğrul Kürkçü, Hüdai Arıkan, Ertan Saruhan, Ahmet Atasoy ve Nihat Yılmaz, Kızıldere köyüne doğru İngilizlerin aracıyla yola çıktılar.
Soğuk ve rüzgarlı bir havada gün ağarırken köye ulaştılar.
Takvimler 27 Mart 1972'yi gösteriyordu. Yanlarındaki rehinelerle birlikte, Kızıldere köyü muhtarının evine ulaştılar.
27 Mart 1972 sabahı İngiliz görevlilerin evine bir başka görevlinin gelmesiyle, eylem polis tarafından öğrenilmiş oldu. Bütün askeri birlikler seferber edildi. Bölgede uçaklar ve helikopterlerle keşif uçuşlarına başlandı.
Fatsa'dan Niksar'a uzanan hat üzerinde yoğun bir gözaltı operasyonu başlatıldı. Bütün belirtilerin Kızıldere köyü civarını işaret etmesi üzerine 30 Mart 1972 sabah 05.00’de bilgi edinmek için köy muhtarının evine gelen jandarmalara muhtar önceden hazırladığı ihbar mektubunu vererek arananların evinde kaldığını bildirdi.
Kuşatma bir ihbarla tamamlanmıştı.
Evin ve köyün etrafı tümüyle sarıldı.
Evde, THKP-C üyeleri Mahir Çayan, Sinan Kazım Özüdoğru, Hüdai Arıkan, Ertan Saruhan, Saffet Alp, Sabahattin Kurt, Nihat Yılmaz, Ahmet Atasoy ve Ertuğrul Kürkçü ile THKO üyeleri Cihan Alptekin ve Ömer Ayna vardı.
Kısa bir durum değerlendirmesi yaptılar. Kararları açık, kısa ve kesindi:
Teslim olmayacaklardı. Taleplerine olumlu karşılık verilmez ve üzerlerine ateş açılırsa İngiliz rehineleri, bıraktıkları ültimatomda belirttikleri gibi cezalandıracaklardı: ve sonuna kadar çarpışacaklardı.
Sonunda ölüm de olsa kararları buydu.
Evin giriş ve çıkışlarını un çuvallarıyla, dolaplarla tahkim ederek, evin çatısında delikler açarak çevreyi gözetlemeye başladılar.

Düşman “Teslim ol” çağrıları yapıyordu. Cevapları aynıydı.

Öğleden sonra saat 14.00 sıralarında İngilizlerin kendilerine çatıdan gösterilmesi ve kendileriyle konuşturulmasını isteyen çevreyi kuşatmış binlerce asker ve polisten oluşan birliklere İngilizleri gösterip konuşturdular.
Kısa bir süre sonra görüşmek için çatıya çıkan Mahir Çayan, Cihan Alptekin, Ertuğrul Kürkçü ve Saffet Alp görüşmek üzere beklerken, ansızın üzerlerine önce tek tek, daha sonra çevredeki makineli tüfek yuvalarından yaylım ateşi açıldı.
Vakit ikindi üzeridir.
Düşman ele geçirdiği önderliği imha etmek istemektedir.

Yaylım ateşi sürdürülür.

O ilk anda, bir yiğit vurulur başından. O yiğit Mahir Çayan'dır.
Türkiye Devriminin Yolunun netleştirilmesinde, THKP-C'nin kuruluşunda, Cephe'nin askeri eylemlerinde olduğu gibi, ölüme de en önde gitmişti işte.
Kızıldere'nin ilk şehidiydi o. Yoldaşları direnişi sürdürdüler. Önderleri vurulmuştu. Asla teslim olmayı düşünmediler. Mahir'in vurulmasının ardından daha önce alınan karar uyarınca İngilizleri cezalandırdılar. Düşman havan toplarıyla dövüyordu kuşatıldıkları üssü. Kerpiç’ten yapılma evde makinalı tüfek mermileri duvarları delik deşik etmişti. Ömer Ayna gözünden vuruldu. Cihan Alptekin karnından yaralandı. Düşman yeni bir manevrayla bir süre sonra ateş keserek yeniden "teslim olun" çağrısı yaptı.
Şehitleri ve yaralılarıyla savaşın ortasındaydılar onlar. Görüşme yapmayı reddettiler. Evin sahanlığında toplanarak eve yapılacak yeni saldırıyı topluca karşılamak üzere el bombalarını hazırlayarak beklemeye başladılar.
Uzaktan tüfek bombaları ve roketatarlarla yapılan yeni saldırıda, topluca bulunulan sahanlığın bir bölümü isabet aldı. Bu patlamada THKP-C ve THKO savaşçılarından bazıları daha şehit düştü.
Evden gelen silah atışlarının kesilmesi üzerine tarama atışları yaparak eve giren düşman güçleri can çekişmekte olan Saffet Alp’i kurşuna dizdiler.
Kızıldere'de güneş, on devrimcinin cesetleri üzerinde batıyordu bu kez. Samanlığa geçip saklanan Ertuğrul Kürkçü dışında savaşçıların hepsi, şehit düşmüştü.Kızıldere kan akıyordu şimdi. Kızıldere devrime akıyordu. Gürül gürül bir akıştı bu.
Akışı durdurduğunu sananlar çok değil, yalnızca birkaç yıl sonra "Kızıldere Manifestosu Yolunda İleri" diye, "Yolumuz Çayanların Yoludur" diye yürüyen öfkeli, coşkulu gençliğin karşısında yanıldıklarını anlayacaklardı. Kızıldere son değildi...Savaş sürüyordu ve sürecekti!

(Yukarıdaki anlatım, Halk İçin Kurtuluş dergisinin 22.03.1997 tarihli 22. sayısında yayınlandı)

***

12 Mart Süreci ve Kızıldere

“BÜYÜK FİRAR”... 1 Aralık 1971 tarihli gazeteler böyle yazıyordu. Başlığın hemen altında ise “Çayan, Alptekin, Bardakçı, Ayna ve Yılmaz kaçtılar” satırları okunuyordu.
Maltepe firarı, devrimci mücadelede yeni bir adımdı, özgür tutsaklığın ilk önemli halkalarından biriydi. Gerek THKP-C’liler, gerekse de THKO’lular tutsak düştükleri andan itibaren firarı düşünmeye başladılar. Silahlı devrim cephesinin, revizyonist, reformist gelenekten kopuşunun hapishaneler cephesindeki yansımalarından birini de firarın bir görev ve meşru bir hak olarak görülmesi oluşturuyordu. 
Maltepe firarının bir diğer önemli özelliği, THKO ve THKP-C’lilerin eylem birliğiyle gerçekleştirilmiş olmasıydı. Bu birlikteliğin herhangi bir protokolu falan yoktu, ama örneğin THKO’lular daha baştan, firar denemesi için Mahir’in de Maltepe hapishanesine getirilmesi gerektiğini söyleyebilecek bir birlik anlayışına sahiptiler.
Firar tünel aracılığıyla gerçekleştirilecekti. Tutsaklar tüneli ortaklaşa kazdılar. Ve nihayet 29 Kasım akşamı son hazırlıklar tamamlandı. Tünele ilk önce Cihan alptekin girerek çıkış deliğini patlattı. Ardından Mahir Çayan, Ömer Ayna, Ulaş Bardakçı ve Ziya Yılmaz çıktılar.
Oligarşinin duvarları onları içeride tutmaya yetmemişti.

SAĞ SAPMA VE İHANET

Savaş kaldığı yerden sürdürülecekti. Ancak Mahir’lerin dışarı çıktığı bu süreçte savaşın sürdürülmesinin önündeki en büyük engel, THKP içinde ortaya çıkan sağ sapmaydı.
Mahir firardan sonra, sağ sapmayla ideolojik hesaplaşmanın sürdüğü bu süreçte Kesintisiz’lerin yazımını da sürdürür. Kesintisiz Devrim broşürü esas olarak oldukça önceden üç bölüm olarak tasarlanmış, ilk bölümü de daha önce yazılarak Kurtuluş Dergisi’nde yayınlanmıştır. Kesintisiz Devrim-I olarak adlandırılan bu ilk bölümün girişinde hem Kesintisiz’lerin bütününün içeriği, hem de THKP-C’nin teoriye, ideolojiye yaklaşımının ana hatları vardır
Oligarşinin ağır baskı ve takip koşulları devam ediyordu. Parti önder ve kadrolarının katıldığı toplantılarda durum değerlendirilerek, 12 Mart cuntasına karşı silahlı savaşın sürdürülmesi kararı alınır. Birleşik devrimci savaş anlayışı çerçevesinde çeşitli planlar yapıldı.
72’nin Ocak-Şubat aylarında gerek Ankara’da gerekse de İstanbul’da son derece yoğun bir süreç yaşanmaktadır. Bir yandan tasfiyeciliğin yolaçtığı ideolojik tahribat gideriliyor, bozulan, dağılan örgütsel yapılar, bu defa pek çok kadro tutsak düştüğünden daha azıyla yeniden oluşturulmaya çalışılıyor, ve diğer yandan da silahlı savaşı sürdürebilmenin koşullarının yaratılması hedefleniyordu.
İşte bu süreçte THKP-C önemli bir kayba daha uğradı. Sürmekte olan operasyonlar sonucu, Ulaş ve Yılmaz’ın Levent semtinde kaldıkları yer tesbit edilerek kuşatıldı. Ulaş ve Yılmaz, düşmanın kuşatmasına ve ateşine, ateşle karşılık verirler ve çatışarak kuşatmayı yararlar.
13 Şubat’taki bu kuşatmadan kurtulmayı başarmışlardır ama çatışmadan sonra takip koşulları bozulamaz. Operasyonlar pek çok yeri uzanmış, çeşitli olanaklar kullanılamaz hale gelmiş, daha da önemlisi, ilişkilerin bütünü açısından bir belirsizlik doğmuştur. Bu koşullarda buldukları yerler uzun vadeli olmaz ve 19 Şubat’ta Ziya Yılmaz Fındıkzade’de, Ulaş Bardakçı ise Arnavutköy’de kaldıkları evde kuşatılırlar. Ziya Yılmaz yaralı olarak ele geçirilir. Ulaş, kuşatılan evde kaldığının tesbit edildiği anda ateş açar. Çatışma yarım saate yakın sürer ve Ulaş Parti-Cephe savaşçılarının kuşatıldıklarında “teslim olmama”, “çatışma” geleneğini pekiştiren bir direniş sonucu şehit düşer. 12 Mart tüm terörüyle halkın ve devrimci örgütlerin üzerine yönelmişti. Kurulan Erim Hükümeti "Balyoz Harekatı" adını verdiği operasyonlarla halkı teslim almaya, Atatürkçü maskesiyle de küçük-burjuva kesimleri kendine yedeklemeye çalışıyordu. Devrimci örgütler açısından iki tercih vardı, ya teslim olunacak, ya da savaşılacaktı. THKP-C'nin tercihi tereddütsüz ikincisiydi.

DENİZLERİN İDAMININ ENGELLENMESİ

Gerek hapishanedeyken, gerekse de firardan sonra, Mahir’lerin düşüncelerinin bir yanını da hep Deniz’lerin idamının engellenmesi oluşturur. THKO önder kadroları Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’a verilen idam cezalarının Meclis’te aonaylanması an meselesidir ve THKP-C, THKO önderlerinin idamına karşı mücadeleyi “Türkiye devriminin prestiji” meselesi olarak görür.
Maltepe’den THKP-C’lilerle birlikte firar eden THKO önder kadroları Cihan Alptekin ve Ömer Ayna da Deniz’ler için bir eylem düşünüyor, çeşitli planlar yapıyorlardı. Ancak operasyonlar sonucu THKO’luların olanakları son derece sınırlıydı.
Bu süreçte bir elçinin kaçırılması, parlamento içinde bir milletvekilinin kaçırılması gibi çok çeşitli alternatifler üzerinde duruldu. Tüm bu tartışmaların, çabanın odağında devrimci dayanışmanın, devrimci dostluğun, fedakarlığın görkemi vardı:
“Mahir en son anda şu şekilde bir plan teklif etti. Buna göre, herhangi bir elçiliğe Mahir, Cihan ve Ömer Ayna bir intihar dalışı yapacak, elçinin hayatı karşılığında kendilerinin de teslim olması kaydıyla Deniz, Yusuf ve Hüseyin’in idamlarının engellenmesini isteyeceklerdi...” 
 Ancak bu planlardan hiç biri gerçekleştirilemez. Bu hazırlıklar sürdürülürken, İstanbul’da Ulaş, Ankara’da Koray Doğan katledilir, tutuklamalar birbirini izler. Bu koşullarda yapılacak bir eylemin örgütlenmenin darbelerden en az etkilenen kesimi olan Karadeniz’e kaydırılmasına karar verilir. Bu arada Karadeniz’deki THKP-C’lilerden Ünye’de bulunan Nato üssüne yönelik bir eylem yapılabileceği önerisinin de gelmesiyle hemen doğrudan Karadeniz’e geçilmesi gündeme gelir. 17 Mart’ta Mahir Çayan, Cihan Alptekin, Ömer Ayna ve bazı THKP-C’liler makarna yüklü bir kamyonda Karadeniz’e doğru yola çıkarlar.

KIZILDERE

Mahir ve beraberindekiler Ünye taraflarında bir köye yerleşirler. Hemen Ünye Nato üssünde görevli İngilizlerin oturduğu evin çevresinde istihbarat yapılarak önceden varolan bilgiler kesinleştirilir ve eylem aşamasına geçilir. 26 Mart’ta İngilizlerin kaldıkları evdeki 12 kişi etkisizleştirilerek 3 İngiliz ajanı rehin alınır.
Mahir’in de aralarında bulunduğu gerillalar 3 rehineyle birlikte evden ayrılıp Tokat’ın Niksar ilçesine doğru yönelirler. İngilizlerin kaldığı evden ayrılmadan önce eve eylemle ilgili 25 Mart 1972 tarihini taşıyan bir bildiri bırakılır:
“Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı, Parlamentosu ve Hükümetine!
(...) 1972’nin Türkiye’sinde tek bir yurtseverin, öncü savaşçısının oligarşinin ipiyle hayatına son verilmek istenirse, bu İngiliz ajanları da halkın devrimci öncülerinin, yani bizlerin kurşunlarıyla yok olacaklardır.
Dünya halklarının baş düşmanı Anglo-Amerikan Emperyalizminin askeri örgütü olan NATO’da görevli bu İngiliz ajanlarının hayatlarına karşılık şartlarımız açıktır:

1. İnfazlar derhal durdurulacak,
2. Hiçbir yurtsever ve devrimci asılmayacaktır.
3. En çok 48 (kırksekiz) saat içerisinde bu konuda Türkiye radyolarından infazların durdurulduğu hakkında yayın yapılması şarttır.

Bu şartlar yerine getirilmediği takdirde, kesin olarak bu İngiliz ajanları kurşuna dizilecektir. Bu oligarşinin zulmüne, hainliğine, gaddarlığına, kan emiciliğine karşı bizlerin bir ihtarıdır.
İnfazlar yerine getirilirse şu iyi bilinsin ki, ihtilalci misilleme sadece bu NATO ajanlarının yok edilmesiyle bitmeyecektir. Bu sadece başlangıç ve ilk ihtardır. (...)” (Mahir, Turan Feyizoğlu, s.528)
Kaçırma eylemi üzerine hemen tüm ülke çapında yoğun operasyonlar başlatılır. Karadeniz’e askeri yığınak yapılır. MİT ve polis en seçme uzmanlarını bölgeye gönderir.
Bu arada İngiliz Hükümeti de, üç İngiliz teknisyenin hayatlarını kurtarmak için Türk hükümetinin eylemcilere taviz vermemesini ister. Ankara Sıkıyönetim ve İkinci Ordu Komutanı Orgeneral Semih Sancar tarafından yayınlanan bir bildiride de, can ve mal güvenlikleri Türk milletine emanet edilmiş bulunan İngilizlerin yakalanmasına yardımcı olacak yurttaşlara yüz bin liraya kadar mükafat verileceği belirtilir.
Gerillalar, yolda rehinelerle birlikte 10 kişiydiler. 27 Mart’ın ilk saatlerinde Kızıldere köyüne ulaşarak köy muhtarının evine gittiler. Rehineleri burada tutacaklardı.
30 Mart’ta sabah saatlerinde nöbetçi gerillalar muhtarın evine doğru jandarmaların yaklaştığını gördüler. Gerillalar Muhtar ve ailesi evden çıkararak kuşatılma ve çatışma ihtimaline karşı hazırlık yaptılar. Bir süre sonra da komando birlikleri köyün çevresini sardılar. Sabah saat altı sıralarında kuşatılmışlardı; “teslim ol” çağrıları yapılmaya başlandı.

“BİZ BURAYA DÖNMEYE DEĞİL, ÖLMEYE GELDİK!”

THKP-C ve THKO gerillaları, “Teslim ol” çağrılarına Mahir’in işte bu tarihsel sözüyle cevap verdiler.
Düşman ateş etmeye başladığında da asla düşünmediler teslim olmayı. Ateşe ateşle karşılık verdiler. Düşman ateşi altında ilk Mahir şehit düştü. Gerillalar önderlerinin şehit düşmesi karşısında en ufak bir kararsızlığa kapılmadan çatışmayı sürdürdüler. Düşman koşulları yerine getirmemişti; bu nedenle İngiliz ajanlar da cezalandırıldı.
Çatışma sona erdiğinde 8 THKP-C ve iki THKO gerillası şehit düşmüştü. Şehit düşmüşler ama Kızıldere’de bir destan yazmışlardı. Bu destan işte o günden sonra Türkiye Devriminin Manifestosu oldu. 74’ten sonra THKP-C’nin mirasına sahip çıkanlar, savaşı “Kızıldere Manifestosu Yolunda İleri” sloganıyla sürdüreceklerdi.

(Yukarıdaki Kızıldere anlatımı, 28 Mart 1998 tarihli Kurtuluş dergisinin 74. Sayısında yayınlanan “THKP-C’den DHKP-C’ye” adlı dizinin 2. Bölümünden alınmıştır.) 

***

MAHİR ÇAYAN HÜSEYİN CEVAHİR  ULAŞ BARDAKÇI

Türkiye devriminin yolunu netleştiren,

Onlarca yıllık revizyonist, reformist gelenekleri yıkıp,
Bu yolda cesaretle öne atılmakta tereddüt etmeyen önderlerimiz!
Önce bildirelim ki, açtığınız yolda binlerce savaşçıyız. Bu yolda yüzbinlerce Cepheliyiz.
Savaşımız düşmanın kurşun yağmurları altında, ama asla ilerleyişini durdurmadan sürüyor.
Düşmanın kurşunları, sizin yolunuzdan yürüyenlere yağarken, zehirli okları siz şehit düştükten sonra da üzerinize yağmaya devam etti. 
Ama yalnız o kadar değildi. Siz sağken yanıbaşınızda olanlar, öyle görünenler, onlar da katledilmenizden sonra korkunun iğrenç bataklığına 
gömülüp oradan sizi zehirli oklarıyla vurmaya çalıştılar. Daha siz şehit düşeli bir iki yıl olmuştu.
Biz gençtik o zaman. Tecrübesizdik. Ama nereden, ne adına olursa olsun, size yollanan tüm okların önüne geçtik. Zorlanmadık  değil, zorlandık. 
Ama size inanıyorduk. Halka inanıyorduk. Kendimize güveniyorduk. Ve daha önemlisi, vasiyetinizi doğru anladığımızdan emindik.
Partili savaşmak, Cepheyle iktidara yürümekti bizden istediğiniz. Görevimiz Parti-Cephe'yi yeniden yaratmaktı.
Yıllarca bunun için uğraştık. Yendik yenildik. Ama size layık olduk. 
Partili, Cepheli iktidar savaşınız sürüyor.
Ve and olsun, iktidarı fethedene kadar da sürecek.
Gençlerimizin dilindesiniz. Yaşlılarımızın dilindesiniz. Bilesiniz ki, her mitingte, her eylemde, adı en çok anılansınız. "Mahir Hüseyin Ulaş, Kurtuluşa 
Kadar Savaş" şiarı dillerimizden düşmüyor. Açtığınız yolda ilerliyoruz.
Andolsun, kurucusu, önderi olduğunuz Parti-Cephe'yle zaferi kazanacağız.

**

Kızıldere'de ÖLEN  THKO'luların Özçgeçmişleri:

CİHAN ALPTEKİN

1947-Rize-Ardeşen doğumludur. THKO yöneticilerindendir. Siper yoldaşlığına yeni bir halka ekleyerek Kızıldere'de düşenlerdendir.
CİHAN ALPTEKİN; THKO yönetici kadrolarındandır. THKO önderleri Deniz, Yusuf ve İnan’ın idamlarını engellemek için Maltepe Hapishanesi’nden 
firardan itibaren THKP-C’yle birlikte oldu. Kızıldere’de siper yoldaşlığının tarihi bu birliktelikle yazıldı.
1947 Rize-Ardeşen doğumludur. İstanbul’da mücadele içinde öne çıktı. 1968 Kasımındaki bağımsızlık yürüyüşünde, Hüseyin Cevahir’le, 
Deniz Gezmiş’le omuz omuzadır. Bir dönem TDGF istanbul Bölge Yürütme Kurulu üyeliği yaptı. 1969 Temmuzunda, THKO’yu oluşturacak gençlik 
önderleriyle birlikte Filistin kamplarına gider. Ayrışmalarda tercihini silahlı kurtuluş savaşından yana koyarak THKO içinde yer almıştır.

ÖMER AYNA

1952 yılı Diyarbakır-Dicle ilçesi, Bağlarbaşı mahallesi doğumludur. THKO'ludur.
Ömer AYNA; Kızıldere’deki siper yoldaşlığına THKO cephesinden katılan ikinci savaşçıdır. 1952, Diyarbakır-Dicle ilçesi doğumludur. 1960’ların 
gelişen mücadelesi içinde tercihini silahlı savaştan yana yapmıştır. Ne tutsaklık, ne 12 Mart faşizmi onu bundan alıkoyamamıştır.
Maltepe firarından sonra, İstanbul ve Ankara duvarlarını dolduran Sıkıyönetim Komutanlığı’nın “Aranıyor” afişleri üzerinde Mahir Çayan, 
Ulaş Bardakçı, Ziya Yılmaz, Cihan Alptekin’le birlikte onun da resimleri vardır. Ama o böylesi koşullarda da silahlı eylem örgütleme çalışmaları 
içindedir.
Cihan Alptekin ve Ömer Ayna, İstanbul Maltepe hapishanesinden firar ettikten sonra Ankara’ya geçişlerini, Kızıldere’de de birlikte olacakları 
Ertan Saruhan’la birlikte yaptılar. Kapağı çakılarak kapatılmış iki ayrı sandığın içinde yaptılar bu yolculuğu. 14 Ocak’ta Cihan ve Ömer’in 
Ankara’ya gidişinin ardından, Mahir Çayan da aynı yöntemle Ankara’ya geldi ve oradan birlikte Kızıldere’ye yolculukları başladı.

http://www.ozgurluk.info/sehitlerimiz/direnisler-html/Kizildere%20Direnisi%2030%20Mart%201972.htm




35 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEK..


***