MİSAK-I MİLLİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
MİSAK-I MİLLİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Mayıs 2017 Salı

KÜRT SORUNUN DOSYASI - AÇILIM VE MİSAK-I MİLLİ



 KÜRT SORUNUN DOSYASI - AÇILIM VE MİSAK-I MİLLİ  (1-2-3) 

Açılım, Federasyon ve Misak-ı Milli 
Prof. Dr. ÜMİT ÖZDAĞ 




Öcalan ile Erdoğan arasında devam eden müzakerelerin halen çok ön plana çıkmayan bir boyutu var: 

Kuzey Irak. 16 Ocak 2013’te BDP eşbaşkanı Selahattin Demirtaş “Süreçte sadece Türkiye’deki Kürtlerin kaderi çizilmiyor, bütün Kürdistan’ın kaderi çiziliyor. 
Kürtlerin ulusal taleplerde birlikte hareket etmeleri gerekiyor. Sürece Erbil veya İmralı-Erbil adı verilebilir? 

Diğer tüm grup ve fraksiyonları da bu sürece katmalıyız” diyerek bu noktaya dikkat çekiyor. Öcalan da Nevruz’da Diyarbakır’da okunan konuşmasında 
“Misak-ı Milli’ye  dikkat çekiyor.” Bunların arka planında Anadolu’da derinden bir kampanya ile “Türkiye,  federasyon ile büyüyecek, Kuzey Irak, Suriye’nin 
kuzeyi Türkiye ile birleşecek. Kosova ile  Türkiye’ye katılacak” propagandası yapılıyor. “Türk Milliyetçileri Türkiye’nin büyümesine,  Misak-ı Milli’nin 
gerçekleşmesine karşı mı?” diye soruluyor. 

Türk Milliyetçileri tabii ki varlık amaçları olan güçlü Türkiye ve Türk Birliği ülküsüne hizmet  edebilecek her gelişmenin içindedir, önündedir. Ancak Türk 
Milliyetçileri, gelişmeleri  dikkatle incelemeden, küresel denge ve çıkar oyunlarını görmeden ve kendi oyunlarını  kurmadan arkadan itekleme ile bir başkasının 
oyununda figüran olmazlar. 

Orta Doğu’da yaşanan süreç, Irak’ın işgali ve yeniden yapılandırılması, Arap Baharı,  Suriye’nin parçalanması sürecine girmesi, kökleri derinlerde olan 
stratejik bir planlamanın  yaşama taşınmasıdır. PKK açılımı, bugün Irak ve Suriye’de yaşananların yeni bir hale  taşınması yani bu iki ülkenin bölünerek, 
kuzey bölgelerinin Türkiye ile birleştirilmesi üzerine  kurulmaya çalışılmaktadır. Ancak bu noktaya gelmeden önce Arap dünyasının yeniden 
kurgulanmasının köklerine bakmamız gerekmektedir. 

1974’de Arap-İsrail savaşında Batı dünyasının İsrail yanlısı tutumu üzerine Arap dünyası  belki de Abbasiler’den sonra ilk kez birlikte ve bir millet bilinci ile 
hareket ederek, İsrail’i  destekleyen ülkelere petrol ambargosuna başladı. Bunun üzerine dönemin Amerikan ulusal  güvenlik danışmanı olan Henry Kissinger, 
Arap ülkelerinin etnik ve mezhepsel zeminde  formatlanmasının mümkün olup olmadığının araştırmasını istedi. 

Aslında Kissinger’ın “araştırın bu konuyu” dediği husus daha önce İsrail siyaseti tarafından  araştırılmış hatta denenmiştir. 
1980’de Livia Rokach adlı İsrailli gazeteci “Israel’s Sacred  Terrorism” adlı kitabındaeski İsrail Başbakanı Moshe Shrarett’in anılarını anlatırken 
1950’lerde Arap devletlerini parçala ve yönet yaklaşımının nasıl geliştiğini ve Lübnan’da  nasıl uygulandığını anlatmaktadır. 

Kissinger’ın ABD’de başlattığı süreç ile ilgili olarak Yıllar Boyu Aylık Yakın Tarih Dergisi’nde, Mayıs 1978’de yayınlanan habere göre ilk toplantı Princeton 
Üniversitesi’nde Haziran 1978’de gerçekleştirilmiştir.Profesör Bernard Lewis’in başkanlığını yaptığı toplantıya Oryantalizmin ve modern Arap tarihiyle ilgili 
tanınmış isimleri katılmıştır. Toplantıda, 19. Yüzyıl Osmanlı idarecilerinin uyguladıkları mezhep ve inançlara göre belirlenmiş sınırlar üzerinde çalışılması, 
öngörülmüştür. 

Toplantıya getirilecek İsrail planına göre, Orta Doğu’daki her mezhebin bir vatanı olmasının hedeflendiğini Maruniler Lübnan’da, Kürtler Suriye ve Irak’ta, Şiiler 
Güney Irak ve İran’ın bir kısmında, Sünniler Suriye, Lübnan, Ürdün ve Filistin’de sınırları belli yurt sahibi olacaklarını ve bu ülkelerin hepsinin, sonunda bir 
federasyon veya konfederasyonda birleşecekleri haberini yapmıştır. 



Açılım, Federasyon ve Misak-ı Milli (2) Prof. Dr. ÜMİT ÖZDAĞ 

Böl ve yönet görüşünü İsrail stratejik düşüncesinde daha keskin bir şekilde ifade eden çalışma, 1982’de Dünya Siyonist Örgütü’nün yayın organı olan Kivunim 
(Yönler) dergisinin Şubat 1982’de yayınlanan 14. sayısında gazeteci ve eski bir İsrailli diplomat olan Oded Yinon tarafından ortaya konulmuştur. 

İbranice yayınlanan “İsrail İçin 1980’ler Stratejisi” başlıklı yazıda Yinon, İsrail için kalıcı güvenliğin Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra yabancı güçler tarafından 
sınırları “geçici karttan evler” olarak çizilen Müslüman Arap dünyasının sınırlarının yeniden çizilmesinde görmektedir. 

Yinon, Türkiye ve İran’ın da etnik yapılarının istikrar sağlamaktan uzak olduğunu tartıştığı bütün Orta Doğu ülkelerinin etnik yapılarını incelediği bölümden sonra 
bu durumun İsrail için riskler ve sorunlar içermekle birlikte çok kapsamlı fırsatlar da ortaya çıkardığını savunmaktadır. 

Yinon, Suriye’nin bugünkü sınırları içinde altı yeni devletin kurulmasının İsrail’in güvenliğini sağlayacağını ileri sürmektedir. Yinon’a göre bu bölünme şu şekilde olmalıdır: “Suriye, etnik ve dini yapısına uygun olarak bugün Lübnan’da olduğu gibi çeşitli devletlere ayrışacaktır. Kıyıda bir Şii-Alevi devleti, Halep bölgesinde Sünni devleti, Şam’da buna düşman bir başka Sünni devleti, Havran-Kuzey Ürdün-Golan bölgesinde de bir Dürzi devleti. Bu yapı barış ve güvenliğimizin garantisi olacaktır ve bu hedef erişebileceğimiz kadar yakındır.” Yinon’a göre Irak, İsrail’in güvenliği için Suriye’den daha büyük bir tehdittir, çünkü daha güçlüdür ve onun parçalanması Suriye’nin parçalanmasından daha önemlidir. Yinon, Irak-İran savaşının Irak’ı parçalayacağına inanmıştır. 
İsrail’in güvenliği için Irak’ın üçe bölünmesi gerektiği görüşü ortaya atılmıştır.    Yinon’a göre Irak’ın bölünmesi Osmanlı döneminde Basra, Bağdat, Musul idari bölünmesi esas alınarak, etnik ve mezhep temelleri üzerinde kuzeyde bir Kürt devleti, ortada bir Sünni ve güneyde Şii devleti olarak gerçekleşmelidir. 

Yinon’un makalesine atıfta bulunan Ralph Schoenman, “Siyonizmin Gizli Tarihi” adlı eserinde şöyle demektedir: 

“Irak devletini parçalamak, cebir işlemi çözmeye benzemez. İsrail parçalanma nın ardından kurulacak uydu devletlerin sayılarını, nerede kurulacaklarını ve  kimlerin üzerinde egemen olacaklarını kararlaştırmıştır.” 

Eric Wallberg, 1996’da Richard Perle, James Colbert, Charles Fairbanks, Jr., Douglas Feith, Robert Loewenberg, David Wurmser ve Meyrav Wurmser’in birlikte hazırladığı “A Clean Break: A New Strategy for Securing the Realm” adlı çalışmanın Yinon’un görüşlerini 2000’lere taşıdığını belirtmektedir. 
Gerçekten de Richard Perle tarafından kaleme alınan bu çalışma Yinon makalesi kadar sert köşeler içermese de onun zihinsel yol haritasını izlemekte, Saddam Hüseyin’in devrilmesini, Suriye’nin ezilmesini önermektedir. 

1996’da İstanbul’da “Yeni Orta Doğu Kimliği” konulu bir konferans veren Bernard Lewis, Türk kimliği, Arap kimliği gibi kimliklerin yapay olduğunu ileri sürmüş ve dini kimliği ön plana çıkarmıştır. Burada sorulması gereken soru; İsrail’in Hamas gibi radikal bir siyaset üzerinde “İslam” ile kötü bir deneyim yaparken, neden bütün Orta Doğu’da milli kimlikler değil de dini kimliğin ön plana çıkması gerektiğini savunduğudur. Bunun nedeni, Lewis’in dini kimliği reddetmeyen milli kimliklerin, daha birleştirici olduğunu bilmesidir. Oysa milli kimliği reddeden dini kimlikler, siyasal alana taşındığı zaman aynı birleştiriciliği sağlamamaktadır. 



Açılım, Federasyon ve Misak-ı Milli (3) Prof. Dr. ÜMİT ÖZDAĞ 

Bugün Orta Doğu’da ve Suriye’de yaşananları yukarıda anlatılanlar çerçevesinde düşünmenin zihin açıcı olduğu muhakkaktır. 

Orgeneral Wesley K. Clark, 1997–2000 yılları arasında NATO’nun Avrupa Birlikleri Komutanı olarak görev yapmış ve Kosova operasyonunu yönetmiştir. 
Daha sonra Washington’da bazı görevler alan Org. Clark, Irak’ın işgalinden sonra (Modern Savaşları Kazanmak-Irak, Terörizm ve Amerikan İmparatorluğu) 
adlı bir kitap yayınlamıştır. 

Org. Clark, bugün Orta Doğu’da gerçekleşen süreci anlamamız için önemli olan bilgiler vermektedir: “Kasım 2001’de Pentagon’a geri döndüğüm zaman yüksek 
rütbeli bir kurmay subay ile sohbet etme fırsatı buldum. “Evet, hâlâ Irak’a karşı bir operasyon için iz sürüyorduk söylediğine göre. Ancak daha fazlası da vardı. 
Bu beş yıllık bir planın parçası olarak konuşulmuştu ve toplam yedi ülke söz konusuydu. Irak ile başlanacak, sonra Suriye, Lübnan, Libya, İran, Somali ve Sudan gelecekti. Evet, diye düşündüm bu onların ’bataklığı kurutmak’diye konuştuklarında kastettikleri şeydi. Aynı zamanda bir Soğuk Savaş yaklaşımının da kanıtıydı. 
Terörizmin bir devlet sponsoru olması gerekirdi. Ve bu devlete saldırmak daha etkili olurdu.” 

Bu noktada biraz geriye giderek, 4 Kasım 2002’de Fransız Le Monde gazetesinde çıkan “Türk generaller Erdoğan’ın önünü açmalıdırlar” başlıklı haberi okumak 
gerekmektedir. Fransız gazetesine göreErdoğan’ın önü açılmalıdır çünkü Orta Doğu’da demokratikleşme projesinin başarısı AKP’nin Türkiye’de başarılı olmasına bağlıdır. Peki, bir zamanlar ABD için en ürkütücü siyasal akımlardan birisi olan siyasal İslamcılık nasıl olmuştur da potansiyel müttefike dönüşmüştür. 

AKP’nin şef ideoloğu olan Yalçın Akdoğan ise 3 Kasım 2002’yi “200 seneden bu yana ilk kez iç ve dış dinamiklerin uzlaşması olarak nitelendirmiştir.” 

Demek ki Akdoğan’a göre, sadece Türkiye’de oy kullanan seçmenin % 33’ü değil, ABD, AB ve İsrail de Türkiye’de AKP iktidarını desteklemişlerdir. 
Çünkü ABD, AB ve İsrail de AKP gibi Türkiye’de milli-üniter devlete karşıdır. Türkiye’nin ve Orta Doğu’nun milletsizleştirilerek, etnik ve mezhepsel fay hatları 
boyunca yeniden örgütlenmesi gerektiği konusunda uzlaşmaktadırlar. 

AKP iktidarının ilk Başbakanlık Müsteşarı ve Milli Eğitim Bakanı Prof. Dr. Ömer Dinçer, 1997’de Henry Kissinger, Prof. Dr. Bernard Lewis, Siyonist teorisyen Oded Yinon, Richard Perle ve Neo-con’ların siyasi tasavvurları ile benzeşen siyasi projesini şöyle izah etmiştir: 

“Uluslararası işbirliği giderek siyasallaşmakta ve ulusal devlet fikri yerine daha çok bölgesel devletlerin oluşturduğu bir yapıya dönüştürmektir. 

Dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti’nin öngördüğü ulusal devlet, yahut milliyetçilik esaslarına dayalı devlet fikri yerine, uluslararası işbirliği yapan ve belki de 
siyasi olarak bütünleşen ülkeler söz konusu olmaya başlamıştır. Türkiye’de Cumhuriyet ilkesinin yerini katılımcı bir yönetime devretmesi gerektiği ve nihayet laiklik ilkesinin yerine İslam’la bütünleşmenin gerekli olduğu kanaatini taşıyorum. Böylece Türkiye Cumhuriyeti’nin başlangıçta ortaya koyduğu laiklik, 
cumhuriyet ve milliyetçilik gibi birçok temel ilkenin yerini, daha Müslüman bir yapıya devretmesi zorunluluğu bulunduğunu ve artık bunun zamanının geldiği 
düşüncesini taşıyorum.” 

B. Lewis’den seneler sonra ABD’li muhalif diye bilinen Prof.Dr. Naom Chomsky de İstanbul’da 19 Ocak 2013’te verdiği konferansta şöyle diyordu: 

“Belki öyle bir gün gelecek ki bir seyyahın serbestçe Kahire’den Bağdat’a, oradan da İstanbul’a gideceği günlere geri döneceğiz. İnsanların mahalli yönetimlerle yönetimi üstlendiği günlere döneceğiz. Osmanlı’nın o bölgede yüzlerce yıl yürüttüğü politikalar ve yönetim şekli, Osmanlı’nın o günleri bizlere ders olacak. 

Belki de bölgedeki herkes için daha iyi bir hayat olacak. Tabii bunlar kendi kendine olmayacak. Bunlar için bölgede çeşitli tercihlerin olması gerekiyor.” 

Chomsky’nin ifadelerinin 1978’de Stanford Üniversitesi’nde yapılan toplantıdakiler ile ne kadar aynı olduğu görülmektedir. 

Bütün bunlar olurken AKP Hükümetinin “ Yeni Osmanlıcı ” dış politika söyleminin bir tesadüf olduğunu söylemek mümkün değildir. 

ARAŞTIRMA DOSYASI, 
Prof. Dr. ÜMİT ÖZDAĞ, 
Açılım, Federasyon, Misak-ı Milli,



***