KAMU İKTİSADİ DEVLET KURULUŞLARI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
KAMU İKTİSADİ DEVLET KURULUŞLARI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

31 Ocak 2015 Cumartesi

ÖZELLEŞTİRME - MÜMKÜN MÜ? DOĞRU MU?





- ÖZELLEŞTİRME -
MÜMKÜN MÜ? DOĞRU MU?

 

 

 Arslan BAŞER KAFAOĞLU

Geçen yazımızda "özelleştirme" konusundaki Anayasa Mahkemesi  kararının esas  alarak "özelleştirme"nin  mümkün olup olmadığını irdelemiş ve şu sonuca varmıştık: Hükümetin istediği biçimde bir özelleştirme mümkün değildir.
Ancak hükümet Anayasa Mahkemesi'nin gösterdiği sakıncalar giderecek bazı kayıtlar koyarak bu eksikliği giderme yoluna gitmektedir. Anayasa Mahkemesi'nin bir yasayı incelemeye alması, bilindiği gibi, bazı koşullara bağlıdır.  Bir yasanın Anayasaya uygun olup olmadığının Anayasa Mahkemesi'nce incelenebilmesi için ya Ana Muhalefet Partisi'nce ya da en az 91 milletvekilince Yüce Mahkemeye dava açılması gerekmektedir. Böyle bir koşul oluşmadıkça  bir  yasa  uygulamaya  girer.  Bir  de  uygulama sırasında bir ihtilaf halinde bir kaza merci nin davada bir tarafın iddiasını  ciddi  bulması  sonucunda  da  dava Anayasa  Mahkemesi' ne gelebilir. Ancak şimdiye kadar ki deneyimler, bu gibi durumlarda  söz  konusu  yasanın  iptali  halinde  bile,  ortaya "kazanılmış haklar" çıkmakta ve çoğu durumda "iş işten geçmiş" olmaktadır.
Hükümetimizin sayın Başkan ve Mümtaz Soysal dahil bütün üyeleri   yasayı   çıkarmada   ve   hızla   uygulamada   kararlı görmemektedir.  Ana muhalefet bu yasayı engellemeye baştan karar vermiştir. Tasarıya tek muhalif görünen Refah Parisi'ne gelince, bu partinin milletvekili sayısı (39 milletvekili) elverişli olarak 91 milletvekili imzasının toplaması zor olduğu gibi, bu partinin hep bilinen "ne yapacağı önceden kestirilemez" durumu karşısında özelleştirmenin yasa olarak BMM' den geçmesi ve hızla uygulanmaya başlayacağı gerçeği karşımızdadır.
Bu nedenle hukuksal bir engellemeden umudumuzu kesmiş olarak BMM ve hükümeti uyarmadan başka yapacağımız şudur; burada her şeye karşın bu uyarı yapacağız:
1) Bu yasa Türkiye gerçeklerine ve dava açılmasa bile unutulmaması gerekir ki- Anayasamıza temelden aykırıdır. Bu nedenle uygulanmasında karşısına büyük engeller çıkacağı unutulmamalıdır.
2) Halkımızın çoğu "özelleştirme"yi istemiyor. Yapılan kamuoyu araştırmaları,  bunca medya baskı ve propagandasına karşın, halkımızın hala "özelleştirme" ye iyi bakmadığını göstermektedir. Bu demektir ki, özelleştirme yasasını çıkaran BMM ve hükümet, halk istemine karşıt düşünmektedir. Hem hukuk sistemine ve hem de halkımızın istek ve eğilimlerine karşı olan bir yasadan da kimse hayır beklemesin.
Yine de bu uyanlarımıza kulak verileceğini umuyoruz. O vakit işi başta çalışanlar (kamu çalışanlar, işçiler ve sendikalar) olmak üzere kamuoyunun ve ülke insanlarının tepkisine bırakacağız. Ve geçen sayıda çıkan  1  nolu yazının sonunda belirttiğimiz gibi "özelleştirme"nin   doğru   olup   olmadığının   araştırılmasına bırakıyoruz.


-I-

 "Özelleştirme"de estirilen KİT'lere karşı havada kullandığı en önemli sav, KİT'lerin her dört günde 1 trilyon lira zarar ettiği yolundaki yoğun suçlamadır. Evet bu "suçlama" sık sık, "Her gün 250 milyar lira zarar"  şeklinde, her zaman her yerde söyleniyor.
Aslında KİT'lerin dört günde 1 trilyon, ya da her gün 250 milyar lira zarar ettikleri, çok büyük bir abartmadır. Bu abartma ve hesap hatasını çok yazdık ve radyolarda, TV konuşmalarında çalışanların  düzenlediği  panellerde  anlattık.  Ama  dinleyen olmadı. Bu nedenle savımız saklı kalmak üzere, bir an için doğru kabul ederek, KİT'lerin her gün 250 milyar lira zarar ettiğini veri olarak ele alalım. Doğal  olarak milyar lira, bireyin kafasında büyük paradır. Hele "250 milyar lira zarar ediyorlar" denince, karşıdakinin kafatası atıyor. "Öyleyse kapatılsın, satılsın" yanıtı geliyor.
Oysa kamu harcamaları ve bütçelerde "Milyar"ın önemi kalmamıştır. Ek ödeneklerle birlikte 1994 Bütçesi 800 trilyon lira, ya da başka deyimle "Sekiz yüz bin milyar lira"dır. 1995 yılında ise bütçe giderleri " 1.300 Trilyon" veya "Bir milyon üçyüz bin kez MİLYAR" olacaktır. Başka şekilde ifade edelim: 1994'te harcanan bütçe fonları her gün "ikibin milyar" lira ve 1995'te ise her gün "dört bin milyar" liradır. Yılda değil günde 2.000 veya 4.000 milyar liranın, nerelere harcandığını şimdilik bırakalım, her gün 4.000 milyar lira harcayan bu tutar ile halka hangi hizmetler verileceğini anlamaya çalışalım:
- Daha ucuz elektrik, sulama suyu ve daha ucuz gübre...
- Daha ucuz kömür, daha ucuz taşıma (Banliyö trenleri, şehir hattı vapurları vb.) ve haberleşme...
- Tarımda üreticinin ezilmemesini engelleyen ya da hafifleten fiyat desteklemeleri...
Yani bu zararlar birkaç yüz bin işçi ya da memur tarafından değil, milyonlarca tarım üreticilerine, tüketiciye yardımlar olarak kullanılmaktadır. Heder olan değer değildir, bir boşuna yapılan harcama değildir. Aslında her gün 250 milyar zarar varsa bile bu 1994'te 2.000 ve  1995 bütçesinde 4.000 milyarlık kamu harcamasının dışında ve bununla elde edilen sosyo-ekonomik faydalar düşünülürse bütün bir KİT sistemini temelden yıkma gibi felaketli bir sonuca neden oluşturamaz.
Hükümet eğer "Milyar Lira"  olarak bazı giderlerin böylece anılmasından hoşlanıyorsa, biz de bazı sayılar verelim:
- Askeri harcamalar bu yıl her gün 600 milyar lira olacak. Gelecek yıl bu rakam 1.000 milyar lira olacak.
- Daha önemlisi iç borç faizlerine harcanan para her gün 800 milyar liradır. Gelecek yıl,  1995'te bu rakam 1.500 milyar lira olacaktır.
Kaldı ki KİT'lerin her gün 250 milyar lira, ya da yılda 91 trilyon lira değildir. 91 veya 95 trilyon lira 1995 bütçesinde KİT'lerin finansman açığıdır. Bilindiği gibi, özellikle bizim gibi yıllık fiyat artışının % 120'yi aştığı bir ülkede özel olsun, kamusal olsun ticari firmalar, hatta hiç yatırım yapmasa da, finansman açığı verir. Çünkü, sattığı malların bedeli ile üretim (mal veya hizmet) giderlerini karşılayamaz. Mecbur olur dışardan kaynak sağlar. Bunu sağlama biçimleri çeşitlidir. Bizde en önemli karşılama biçimi,  banka kredileri  sağlama ve  sermaye artırımıdır (kar dağılımı yoluyla sermaye artırımı elbette buraya girmez). İşte, 1995 yılındaki KİT'lerin finansman açığının içinde şu unsurlar vardır:

a) KİT'lerin "görev zararları", yani hükümetin KİT'lere verdiği yönerge ile tarifelerin sosyal amaçlarla düşük tutulduğu için doğan  zararlar  dolayısıyla  hükümetin  düşük  tarife  farkını karşılayan (tazminatlar gibi) ödemeler,
b) KİT'lerin bazılarına Hazine' nin sermaye artırım ödemesi
c) KİT projelerine Hazine' ce veya Hazine kefaletiyle alınmış krediler,
d) Çeşitli proje ve işletme kredileri.
Doğal ki böyle beliren ve içinde zararda bulunan KİT açıkları, KİT zarar demek değildir.
Bu nedenle KİT'lerin finansman açığını zarar diye göstermek ve hele bunu bilerek yapmak, herhalde görevi gereği yurttaşa "doğru bilgi veren" ciddi kişilere yakışmaz. Hele kamu açığının büyük kısmının KİT'lerden geldiğini orada burada anlatmayı nasıl nitelemek gerektiğini okuyuculara bırakıyorum.

-II-

KİT'lerin özelleştirilmesi savunulurken dünyanın her yerinde özelleştirmenin yaygın olduğu öne sürülüyor. Bu da abartmadır. Borçlarının  yığılmasıyla  şaşkın  hale  düşen  Güney  Amerika ülkeleri bir yârı bırakılırsa, bütün KİT'lerini (ve BİT' lerini yani Belediye iktisadi işletmelerini) satılığa çıkarmış az gelişmiş ülke yoktur. Bugün gelişme hızı her vesile ile övülen Güney Kore ve' Uzak Doğu 'nun kaplanlarında kömür, elektrik kurumları; tekelci devlet  kuruluşlarının  elindedir.  Bağımsız,  borçları  dolayısıyla ekonomik kaderini IMF (ve ikizi Dünya Bankası) ile belirlenen ülkeler dışında özelleştirme yapan gelişme yolundaki ülke yoktur. Örneğin, Hindistan, Mısır, Endonezya gibi ülkelerde böyle bir şey yoktur.
Özelleştirme, Doğu Avrupa ülkelerindeki moda  ve öncü fikir olma durumunu da yitirmiştir. Doğu Almanya, Federal Alman Cumhuriyeti'ne   katıldıktan   sonra,   bu   ülkedeki   kamu işletmelerinin  özelleştirilmesinde  ise   tamamen  ideoloji  rol oynamıştır. İngiltere'de özelleştirme modası tersine dönmüştür. Muhafazakar Parti Avam Kamarası grubunun önemli sayıda milletvekilinin  Hükümete  verdiği  ihtarla,   Posta  yönetiminin özelleştirmesi  durmuştur.  Şimdi  iktidar   partisi  kulislerinde "özelleştirme" yerine "özerkleştirme"den söz ediliyor.
Özelleştirmenin   ekonominin   her   derdine   çare   olarak gösterilmesinde özel ellerde karın ortağı, KİT'lerin gereksiz yere adam istihdam ettikleri, KİT'lerin siyasal emellere alet edilmeleri gibi gerekçeler de var. Bunları da kısaca yanıtlayalım.
KİT'lerin zarar ettiği, durmadan ve özel ellerdeki eşdeğer kuruluşlara göre daha verimsiz çalıştığı, çok kolay varılmış yazgıdır. Birçok KİT, özel kesim kurumlarının ulaşamayacağı düzeyde kar edebilmiştir. Bunlardan örneğin Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankasının 1993 yılı kan özel kesim bankalarının hepsinden her türlü ölçüyle yüksektir. Öte yandan, 1988 yılına kadar en yüksek kar gösteren  sanayi  kuruluşları  KİT'ler  idi.  Bir AL-PET,  bir EREĞLİ DEMİR ÇELİK özel kesim firmalarını çok geride bırakan karlar elde etmişlerdir.
     Aslında Türkiye'de 500 büyük kuruluşun, kendi iştigal alanlarında doyurucu kar elde ettiği söylenemez. Bu firmalara dair verilerin gösterdiği bu kuruluşların gayri safı gelirlerinin yüzde 10-52'sini kendi asıl çalışma alanlar dışında elde ettiğini belirtiyor.  Aslında bugün sanayi kuruluşları ihracat dolayısıyla aldığı avanslar, devlet sübvansiyonları (bu sübvansiyonların ne kadar olduğu hiçbir istatiğe konulmaz) bankalardaki kısa vadeli birikimleriyle  becerdikleri "REPO" lar, Devlet Tahvili ve Hazine Bonoları faizleri, hisse senedi ve taşınmaz mal gelirlerinden topladıkları kaynaklar olmasa ayakta kalamazlar.
- Fazla adam çalıştırma konusuna gelince, bu konuda da haksızlık  edilmektedir.  Çünkü,  1982'den  bu  yana  KİT'lerin çalışanların kadrolarında ciddi bir kabarma olmamıştır. Aksine birçok KİT'lerde işçi çıkarılması olgusu ve gerçeği vardır. Sadece TEK ve Telefon (komünikasyon) alanında ve ciddi şebeke ve hizmet genişlemesine paralel olarak çalışan sayı artmıştır. Birçok haber asılsız yere yayılmaktadır. Özellikle Zonguldak kömür madenlerinde  yer  üstünde  çalışanların,  yer  altında  (üretimde) çalışanların sayısının üç katı olduğu haberi,  çok asılsız ve gerçekle  ilgisi  bulunmayan  bir  iddiadır.  Aslında yer  altında çalışanlar, yer üstünde çalışanların iki katıdır.
-  Her  siyasal  partinin  KİT  kadrolarına  yeni  insanlar yerleştirdiğine  gelince,  bu  da  gerçek  dışı  iddiadır.  KİT'lerde çalışan personelin ortalama kıdemi 12 yıldır. Eğer her gelen siyasal parti adam yerleştirmiş olsaydı, bu kıdem ortalaması bu düzeyde olmazdı. Partilerin KİT'lerin her birine yönetim kurulu üyesi olarak 5 kişi atadığı doğrudur. Siyasal partilerin KİT'lere atamaları da burada kalmaktadır (aslında bunu da "siyasetçi eskileri" yerine uzmanlardan atasalar daha iyi). Yani böyle atamalar dışında kadro şişirilmesi, hiç olmazsa 1980'den bu yana, önemli ölçüde yoktur.

-III-

1)  KİT'lerin  yığın  halinde   satılması,  bunlara  alıcı  bulma güçlüğünü beraberinde getirecektir. Bu nedenle ister istemez "ölmüş eşek fiyatı" denilen fiyatlarla KİT'ler elden çıkacaktır. Doğrusu yazık olacaktır. Bu korkumuz dayanaksız değildir. Bu güne  kadar  satılan  (özelleştirilen)  KİT'lere  ödenen  paralar, özelleştirmeye yapılan giderleri bile karşılayamıyor. Bazı KİT'ler ya da KİT ortaklıkları arsa payı bedellerine ulaşmayan bedellerle ona buna peşkeş çekilmiştir.
2) Böyle ucuz bedellerle alınacak bu tesislerde, birçok tesis şimdiki  işleriyle  değil,  konut yapımı  vb.  gibi  alanlarda  kullanılacaktır. Örneğin Lüleburgaz'da bir YEM tesisinin 33 milyar liraya, İstanbul YEM tesisinin ise 117 milyar liraya bir "Otomobil galerisi" ne satıldığı bilinmektedir. Bu galericinin bu tesisleri kendi çalışma alanında tutacağını sanıyorum. Böylece bir bakıma ekonomide sanayi alanındaki bir çok üretici güçlerin, spekülatif alanlara,  konutlaşmaya doğru yayılacağını tahmin etmek zor değildir.
3) Özelleştirme ile yatırım hacmi daralacaktır. Buna şöyle anlatalım:
- Satış ulusal bir girişimciye yapılırsa, o girişimci Türkiye'de zaten kurulmuş bulunan bir fabrikayı satın alacaktır. Yani fiziksel olarak yatırım artmayacaktır. "Pekiyi özelleştirme gelirleri ne olacak?" diye sorulabilir. Bu gelirler:
a) Önce özelleştirme giderlerine,
b)  Özelleştirilen  veya  kapatılan  KİT'lerin  işten  çıkartılına dolayısıyla hak kazandıkları tazminatlara,
c)   Bunlardan   artarsa   mevcut   KİT'lerin   bazılarının düzeltilmesine değil, bütçe açıklarına gidecektir.
- Satış Borsa' da yapılırsa yine fiziksel yatırım artmayacaktır. Yabancı Sermaye' ye satış yapılırsa ne olacağını, satılan KİT'in çeşidine göre inceleyelim.
- Yüksek teknoloji alanında bir satış ise olacakları Dışişleri Bakanı Mümtaz SOYSAL' ın 13 Kasım 1994 günlü Hürriyet gazetesinde yayınlanan yazımızla açıklayalım (Ek. 1). Özellikle şu satırlar, özelleştirme tasarısında imzası bulunan bir BAKAN için ne acı:
"Resim herhangi bir grup fotoğrafı kadar neşeli, şen, şakrak... dudaklarda  gülücükler,  kızlı  erkekli,  müthiş  bir  dostluk ve dayanışma havası.
Alcatel Bell şirketinin Belçika'daki araştırma laboratuarında çalışan Türkiye 'li elektronik mühendisleri.
Özelleştirme adı altında yapılan o talihsiz hisse satışı olmasaydı, başka arkadaşlarının da katılımıyla çok daha kalabalık, kendi şirketlerinin, yani TELETAŞ' ın laboratuarlarında çektirmiş olacaklardı.
Ama TELETAŞ, artık yüzde 65 hissesini elinde bulunduran bir yabancı şirketin yan kuruluşu olmaktan başka bir şey değil..."
Kadim  dostum  Mümtaz  SOYSAL' ın  içinde  bulunduğu hükümetin başı, telefon ve elektrik laboratuarlarımızı TELETAŞ (ve  de  NETAŞ)  laboratuarlar   ve  çalışanlar  gibi,  yabancı tröstlerin emrine verme sevinç ve heyecanı içindeler.
4) Yukarıdaki örnek, TELETAŞ örneği KİT'lerin Türkiye Sanayi 'ne getirdikleri, ama nankörce akıldan çıkarılan bir niteliğini ortaya çıkarmaktadır. Türkiye'de hangi alana devlet dört elle sarılmışsa,  o  alanda yenilmez bir 'Türkiye 'li  teknoloji  ortaya çıkmıştır. Tekstil böyledir, cam ve züccaciye böyledir, deri sanayi böyledir. Teknolojimiz bu alanlarda dışarıyla yarışmayı olanaklı kılıyorsa, bunun nedeni oralarda ilk sanayi açılışlarının KİT'lerle başarılmış olmasıdır. Devlet girdiği her alanda sağlam bir şekilde, sanayinin alt yapısına önem vermiştir. Bir de devletin girmediği, ama  ulusal  kaynakların  avuç  avuç  harcandığı  otomotiv endüstrisine veya oto lastiği endüstri dallarına bakın! Buralarda ulusal bir teknoloji kurulabildi mi?
      Devletin kurduğu yeni ve son teknoloji alanı telekomünikasyon idi. Bunu TELETAŞ ve (çoğunluk payı PTT'ye ait olan) NETAŞ temsil ediyordu.  İkisi de "özelleştirme" serüveni ile elimizden çıktı. Devletin ülkemize getirdiği, ikinci bir yüksek teknoloji alanı PET-KİM,  bugünkü  özelleştirmenin  [telekomünikasyonda  son Türk bayrağı dalgalanan TELEFON YÖNETİMİ ile birlikte) hedef tuttuğu ilk kuruluşlardır.
      Devletin sanayiden çekilmesiyle, ülkemiz teknolojik gelişmeden elini  ayağını  çekmiş  olacaktır.  Teknolojiden  elimizi  ayağımızı çekmek demek ise, ne kadar globalleşmeyi sevsek (!) dünyada ikinci sınıf devlet olmayı kendi irademizle tercih etmemiz demektir.
Para ele geçer, harcanır, gider... Ama devlet eli olmadıkça Türkiye sanayi kuruluşları ne kadar kazançlı olsalar, dışarıdaki kuruluşların Türkiye şubesi olmadan ileri gidemez.
5)  Son  günlerde  Ankara  Belediyesi,  BOTAŞ  ve  hükümet arasındaki tartışmayı hatırlayalım. Ankara Belediyesi BOTAŞ' a 1 trilyon  lira  tutarındaki  alacağını  ödememiştir.  BOTAŞ,  bu ödemenin yapılmasının aksi halde Ankara şehrinin elektriğinin kesileceğini beyan etmiş, ihtar etmiştir. Ama hükümet araya girerek bu  ödemenin  yapılmamış  olması  halinde  bile,  gazın  kesilmemesini  BOTAŞ' tan  (bir KİT olduğu  için)  istemiştir.  Eğer BOTAŞ bir özel kesim firması olsaydı, daha bu alacak böylesine büyümeden Ankara'nın doğal gazını keserdi. Aslında bu 1 trilyon bir KİT'in bir belediyeye yaptığı sübvansiyondur. Çok güvenliyim ki, BOTAŞ' ın başka belediyelerden de alacakları vardır.
Bizde hep KİT'lerin devlet tarafından akçalı desteğine değinilir de,  KİT'lerin devleti ve belediyeleri sübvansiyonundan hiç söz edilmez. Bizim TPAO'da (Türk Petrolleri A.Ş.) çalıştığımız sırada en büyük sorunumuz, Milli Savunma Bakanlığı'na verilen akaryakıtın parasını tahsil edemeyişiydi. O zamanlar TPAO kan devlet bütçesinin % 10'u dolayındaydı. Ve belki de 500 büyük firmanın karları toplamına eşitti. Buna karşın TPAO, Milli Savunma (ve bunun yanında devlet dairelerinin çoğundan) alacaklarını tahsil edemediğinden, kaynak sıkıntısı çekerdi. Düşünün ki, Boru Hattı ve Yarımca Petro -Kimyası'nın yatırımlar  da TPAO tarafından yürütülürdü. Yani o zamanki KİT yatırımlarının % 20'si, Türkiye Petrolleri A.O.  tarafından yapılır ve  devlet olsun,  belediyeler olsun, borçlarını TPAO ve Petrol Ofisi'ne ödemezlerdi.
Ben şimdi de  durumun farklı olmadığını görüyorum. Zaman zaman  AKTAŞ,  karayollarının  borcu  nedeniyle  Boğaziçi  veya Fatih köprülerinin elektriğini kesmekte, makamların işe el koymasıyla elektrikler açılmaktadır. Bir ara İstanbul'da, aynı nedenle okulların elektriğinin kesilmesinden söz edilmişti. Ben petrol,  elektrik,  doğal  gaz,  telefon  faturalarının  birçoğunun ödenebildiği kanısında değilim. Hele bütçenin hemen tamamının Güneydoğu asayiş harcamaları ve iç borca gittiği bu günlerde Hazine bu "bedava finansman"ı ihmal etmez.
Sözün kısası, bu bütçe ile, bütçe giderlerini artırıp devletin bu hizmetlere  ödemelerinin  yapılmasını  sağlamadan  özelleştirme yapılamaz. Bir özel şirket, Boğaziçi köprülerinin, okulların, belediyelerin borçlarının bu kadar kabarmasına tahammül edemez. Elektriğini, telefonunu, doğal gazını derhal keser.
Önümüzdeki özelleştirme uygulamalarında, ya devlet ve belediyeler özelleştirme sırasında bu borçlarını "devralan" firmaya ödeyeceklerdir. Yani "özelleştirmeden gelmesi beklenen" fonlar azalacaktır. Ya da bu zorunlu kesintilerden dolayı bir kargaşa alır yürür.
6) KİT'ler Anadolu'da uygarlığın ve sanayi dönemi kültürünün yayılmasını ve nüfusun belli bölgelerde yoğunlaşarak altyapı hizmetlerinin  bugünkü  kadar  olanaksız  hale  gelmesini  engellemişlerdir. Bir Nazilli, bir Kırıkkale, bir Karabük, bir Malatya ve hatta Kayseri, büyük Atatürk'ün geleceği görerek sanayi Anadolu'ya yaymak sonucu bugünkü durumları kazanmışlardır. Siz bakmayın  cicili  bicili  özel  kesimin  bugünkü  görünüşüne, özelleştirme  ve   Devletin   sanayi  ve   hizmet  kesiminden çekilmesiyle,  Bolu'nun  doğusunda yatırımlar  duracak,  nüfus dağılım dengesinin bozulmasıyla İstanbul, Bursa, İzmit gibi kentlerin hatta bunun yanında İzmir, Adana ve Diyarbakır kentlerinin altyapı hizmetleriyle başa çıkılması olanağı kalmayacaktır. Kaynak ve birikimlerinizin  çoğu bu  anlamsız,  saçma nüfus  birikimlerinin en ivedi ve kaçınılmaz gereksinimlerini (temiz hava, temiz su gibi) karşılanmasına harcanacaktır. Bir yandan Anadolu ıssızlaşacak, öte yandan büyük kentler (İstanbul ve Bursa başta) köylerle donanacaktır. Böyle bir yapıda Atatürk ilkelerinin  savunulması güç hale gelir.
7) Son hayat pahalılığı istatistiklerinin, Devlet Bakanı Aykon Doğan'ın da bir gazeteye söylediği gibi, özel sektörün keyfi zamlarıyla  alevlendirmektedir.  Bazı  tarımsal  ürünlerinin  imal ve satışıyla uğraşan özel sektör kuruluşları ise, köylüden aldıkları ürünlerin fiyatlarını düşürmek için, aynı alanda çalışan KİT'lerin özelleştirilmesini beklediklerini açıkça belirtiyorlar. Böyle bir konjonktürde, özelleştirmeden en fakir gelir grubu olan "çiftçiler" en büyük zarara uğrayacak gruptur.
Birçoğuna bu  günkü  Hükümetteki en az bir Bakanın da katıldığı bu endişelerimizi yazarken, dün akşam bir Bakan'ın "Flash" televizyonunda ki itirafını eklemek isteriz: "Aslında bir kamuoyu yoklaması yapılsa, özelleştirme önerisi reddolunur."
Öyleyse, peki niye bunca direnme?...... 
KİT'lerle birlikte demokrasiye de mi sırtımızı döndük?
 ..