- ÖZELLEŞTİRME
-
MÜMKÜN MÜ?
DOĞRU MU?
Arslan BAŞER KAFAOĞLU
Geçen yazımızda "özelleştirme" konusundaki
Anayasa Mahkemesi kararının esas alarak "özelleştirme"nin mümkün olup olmadığını irdelemiş ve şu sonuca
varmıştık: Hükümetin istediği biçimde bir özelleştirme mümkün değildir.
Ancak hükümet Anayasa Mahkemesi'nin gösterdiği
sakıncalar giderecek bazı kayıtlar koyarak bu eksikliği giderme yoluna
gitmektedir. Anayasa Mahkemesi'nin bir yasayı incelemeye alması, bilindiği
gibi, bazı koşullara bağlıdır. Bir
yasanın Anayasaya uygun olup olmadığının Anayasa Mahkemesi'nce incelenebilmesi
için ya Ana Muhalefet Partisi'nce ya da en az 91 milletvekilince Yüce Mahkemeye
dava açılması gerekmektedir. Böyle bir koşul oluşmadıkça bir
yasa uygulamaya girer.
Bir de uygulama sırasında bir ihtilaf halinde bir
kaza merci nin davada bir tarafın iddiasını
ciddi bulması sonucunda
da dava Anayasa Mahkemesi' ne gelebilir. Ancak şimdiye kadar
ki deneyimler, bu gibi durumlarda
söz konusu yasanın iptali
halinde bile, ortaya "kazanılmış haklar" çıkmakta
ve çoğu durumda "iş işten geçmiş" olmaktadır.
Hükümetimizin sayın Başkan ve Mümtaz Soysal dahil
bütün üyeleri yasayı çıkarmada
ve hızla uygulamada
kararlı görmemektedir. Ana
muhalefet bu yasayı engellemeye baştan karar vermiştir. Tasarıya tek muhalif
görünen Refah Parisi'ne gelince, bu partinin milletvekili sayısı (39
milletvekili) elverişli olarak 91 milletvekili imzasının toplaması zor olduğu
gibi, bu partinin hep bilinen "ne yapacağı önceden kestirilemez"
durumu karşısında özelleştirmenin yasa olarak BMM' den geçmesi ve hızla
uygulanmaya başlayacağı gerçeği karşımızdadır.
Bu nedenle hukuksal bir engellemeden umudumuzu
kesmiş olarak BMM ve hükümeti uyarmadan başka yapacağımız şudur; burada her
şeye karşın bu uyarı yapacağız:
1) Bu yasa Türkiye gerçeklerine ve dava açılmasa
bile unutulmaması gerekir ki- Anayasamıza temelden aykırıdır. Bu nedenle
uygulanmasında karşısına büyük engeller çıkacağı unutulmamalıdır.
2) Halkımızın çoğu "özelleştirme"yi
istemiyor. Yapılan kamuoyu araştırmaları,
bunca medya baskı ve propagandasına karşın, halkımızın hala
"özelleştirme" ye iyi bakmadığını göstermektedir. Bu demektir ki,
özelleştirme yasasını çıkaran BMM ve hükümet, halk istemine karşıt düşünmektedir.
Hem hukuk sistemine ve hem de halkımızın istek ve eğilimlerine karşı olan bir
yasadan da kimse hayır beklemesin.
Yine
de bu uyanlarımıza kulak verileceğini umuyoruz. O vakit işi başta çalışanlar
(kamu çalışanlar, işçiler ve sendikalar) olmak üzere kamuoyunun ve ülke
insanlarının tepkisine bırakacağız. Ve geçen sayıda çıkan 1 nolu
yazının sonunda belirttiğimiz gibi "özelleştirme"nin doğru
olup olmadığının araştırılmasına bırakıyoruz.
-I-
"Özelleştirme"de estirilen KİT'lere
karşı havada kullandığı en önemli sav, KİT'lerin her dört günde 1 trilyon lira
zarar ettiği yolundaki yoğun suçlamadır. Evet bu "suçlama" sık sık,
"Her gün 250 milyar lira zarar" şeklinde, her zaman her yerde
söyleniyor.
Aslında KİT'lerin dört günde 1 trilyon, ya da her
gün 250 milyar lira zarar ettikleri, çok büyük bir abartmadır. Bu abartma ve
hesap hatasını çok yazdık ve radyolarda, TV konuşmalarında çalışanların düzenlediği
panellerde anlattık. Ama
dinleyen olmadı. Bu nedenle savımız saklı kalmak üzere, bir an için
doğru kabul ederek, KİT'lerin her gün 250 milyar lira zarar ettiğini veri
olarak ele alalım. Doğal olarak milyar
lira, bireyin kafasında büyük paradır. Hele "250 milyar lira zarar
ediyorlar" denince, karşıdakinin kafatası atıyor. "Öyleyse kapatılsın,
satılsın" yanıtı geliyor.
Oysa kamu harcamaları ve bütçelerde
"Milyar"ın önemi kalmamıştır. Ek ödeneklerle birlikte 1994 Bütçesi
800 trilyon lira, ya da başka deyimle "Sekiz yüz bin milyar lira"dır.
1995 yılında ise bütçe giderleri " 1.300 Trilyon" veya "Bir
milyon üçyüz bin kez MİLYAR" olacaktır. Başka şekilde ifade edelim:
1994'te harcanan bütçe fonları her gün "ikibin milyar" lira ve
1995'te ise her gün "dört bin milyar" liradır. Yılda değil günde
2.000 veya 4.000 milyar liranın, nerelere harcandığını şimdilik bırakalım, her
gün 4.000 milyar lira harcayan bu tutar ile halka hangi hizmetler verileceğini
anlamaya çalışalım:
- Daha ucuz elektrik, sulama suyu ve daha ucuz
gübre...
- Daha ucuz kömür, daha ucuz taşıma (Banliyö
trenleri, şehir hattı vapurları vb.) ve haberleşme...
- Tarımda üreticinin ezilmemesini engelleyen ya da
hafifleten fiyat desteklemeleri...
Yani bu zararlar birkaç yüz bin işçi ya da memur
tarafından değil, milyonlarca tarım üreticilerine, tüketiciye yardımlar olarak
kullanılmaktadır. Heder olan değer değildir, bir boşuna yapılan harcama
değildir. Aslında her gün 250 milyar zarar varsa bile bu 1994'te 2.000 ve 1995 bütçesinde 4.000 milyarlık kamu
harcamasının dışında ve bununla elde edilen sosyo-ekonomik faydalar düşünülürse
bütün bir KİT sistemini temelden yıkma gibi felaketli bir sonuca neden
oluşturamaz.
Hükümet eğer "Milyar Lira" olarak bazı giderlerin böylece anılmasından
hoşlanıyorsa, biz de bazı sayılar verelim:
- Askeri harcamalar bu yıl her gün 600 milyar lira
olacak. Gelecek yıl bu rakam 1.000 milyar lira olacak.
- Daha önemlisi iç borç faizlerine harcanan para her
gün 800 milyar liradır. Gelecek yıl,
1995'te bu rakam 1.500 milyar lira olacaktır.
Kaldı ki KİT'lerin her gün 250 milyar lira, ya da
yılda 91 trilyon lira değildir. 91 veya 95 trilyon lira 1995 bütçesinde
KİT'lerin finansman açığıdır. Bilindiği gibi, özellikle bizim gibi yıllık fiyat
artışının % 120'yi aştığı bir ülkede özel olsun, kamusal olsun ticari firmalar,
hatta hiç yatırım yapmasa da, finansman açığı verir. Çünkü, sattığı malların
bedeli ile üretim (mal veya hizmet) giderlerini karşılayamaz. Mecbur olur
dışardan kaynak sağlar. Bunu sağlama biçimleri çeşitlidir. Bizde en önemli
karşılama biçimi, banka kredileri sağlama ve
sermaye artırımıdır (kar dağılımı yoluyla sermaye artırımı elbette
buraya girmez). İşte, 1995 yılındaki KİT'lerin finansman açığının içinde şu
unsurlar vardır:
a) KİT'lerin "görev zararları", yani
hükümetin KİT'lere verdiği yönerge ile tarifelerin sosyal amaçlarla düşük
tutulduğu için doğan zararlar dolayısıyla
hükümetin düşük tarife
farkını karşılayan (tazminatlar gibi) ödemeler,
b) KİT'lerin bazılarına Hazine' nin sermaye artırım
ödemesi
c) KİT projelerine Hazine' ce veya Hazine
kefaletiyle alınmış krediler,
d) Çeşitli proje ve işletme
kredileri.
Doğal ki böyle beliren ve içinde zararda bulunan KİT
açıkları, KİT zarar demek değildir.
Bu
nedenle KİT'lerin finansman açığını zarar diye göstermek ve hele bunu bilerek
yapmak, herhalde görevi gereği yurttaşa "doğru bilgi veren" ciddi
kişilere yakışmaz. Hele kamu açığının büyük kısmının KİT'lerden geldiğini orada
burada anlatmayı nasıl nitelemek gerektiğini okuyuculara bırakıyorum.
-II-
KİT'lerin
özelleştirilmesi savunulurken dünyanın her yerinde özelleştirmenin yaygın
olduğu öne sürülüyor. Bu da abartmadır. Borçlarının yığılmasıyla
şaşkın hale düşen
Güney Amerika ülkeleri bir yârı
bırakılırsa, bütün KİT'lerini (ve BİT' lerini yani Belediye iktisadi
işletmelerini) satılığa çıkarmış az gelişmiş ülke yoktur. Bugün gelişme hızı
her vesile ile övülen Güney Kore ve' Uzak Doğu 'nun kaplanlarında kömür,
elektrik kurumları; tekelci devlet
kuruluşlarının elindedir. Bağımsız,
borçları dolayısıyla ekonomik
kaderini IMF (ve ikizi Dünya Bankası) ile belirlenen ülkeler dışında özelleştirme
yapan gelişme yolundaki ülke yoktur. Örneğin, Hindistan, Mısır, Endonezya gibi
ülkelerde böyle bir şey yoktur.
Özelleştirme, Doğu Avrupa ülkelerindeki moda ve öncü fikir olma durumunu da yitirmiştir.
Doğu Almanya, Federal Alman Cumhuriyeti'ne
katıldıktan sonra,
bu ülkedeki kamu işletmelerinin özelleştirilmesinde ise
tamamen ideoloji rol oynamıştır. İngiltere'de özelleştirme
modası tersine dönmüştür. Muhafazakar Parti Avam Kamarası grubunun önemli
sayıda milletvekilinin Hükümete verdiği
ihtarla, Posta yönetiminin özelleştirmesi durmuştur.
Şimdi iktidar partisi
kulislerinde "özelleştirme" yerine "özerkleştirme"den
söz ediliyor.
Özelleştirmenin
ekonominin her derdine
çare olarak gösterilmesinde özel
ellerde karın ortağı, KİT'lerin gereksiz yere adam istihdam ettikleri,
KİT'lerin siyasal emellere alet edilmeleri gibi gerekçeler de var. Bunları da
kısaca yanıtlayalım.
KİT'lerin zarar ettiği, durmadan ve özel ellerdeki
eşdeğer kuruluşlara göre daha verimsiz çalıştığı, çok kolay varılmış yazgıdır.
Birçok KİT, özel kesim kurumlarının ulaşamayacağı düzeyde kar edebilmiştir.
Bunlardan örneğin Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankasının 1993 yılı kan özel
kesim bankalarının hepsinden her türlü ölçüyle yüksektir. Öte yandan, 1988
yılına kadar en yüksek kar gösteren
sanayi kuruluşları KİT'ler
idi. Bir AL-PET, bir EREĞLİ DEMİR ÇELİK özel kesim firmalarını
çok geride bırakan karlar elde etmişlerdir.
Aslında
Türkiye'de 500 büyük kuruluşun, kendi iştigal alanlarında doyurucu kar elde
ettiği söylenemez. Bu firmalara dair verilerin gösterdiği bu kuruluşların gayri
safı gelirlerinin yüzde 10-52'sini kendi asıl çalışma alanlar dışında elde
ettiğini belirtiyor. Aslında bugün
sanayi kuruluşları ihracat dolayısıyla aldığı avanslar, devlet sübvansiyonları
(bu sübvansiyonların ne kadar olduğu hiçbir istatiğe konulmaz) bankalardaki
kısa vadeli birikimleriyle becerdikleri
"REPO" lar, Devlet Tahvili ve Hazine Bonoları faizleri, hisse senedi
ve taşınmaz mal gelirlerinden topladıkları kaynaklar olmasa ayakta kalamazlar.
- Fazla adam çalıştırma konusuna gelince, bu konuda
da haksızlık edilmektedir. Çünkü,
1982'den bu yana
KİT'lerin çalışanların kadrolarında ciddi bir kabarma olmamıştır. Aksine
birçok KİT'lerde işçi çıkarılması olgusu ve gerçeği vardır. Sadece TEK ve
Telefon (komünikasyon) alanında ve ciddi şebeke ve hizmet genişlemesine paralel
olarak çalışan sayı artmıştır. Birçok haber asılsız yere yayılmaktadır.
Özellikle Zonguldak kömür madenlerinde
yer üstünde çalışanların,
yer altında (üretimde) çalışanların sayısının üç katı
olduğu haberi, çok asılsız ve gerçekle ilgisi
bulunmayan bir iddiadır.
Aslında yer altında çalışanlar,
yer üstünde çalışanların iki katıdır.
- Her siyasal
partinin KİT kadrolarına
yeni insanlar
yerleştirdiğine gelince, bu
da gerçek dışı
iddiadır. KİT'lerde çalışan
personelin ortalama kıdemi 12 yıldır. Eğer her gelen siyasal parti adam
yerleştirmiş olsaydı, bu kıdem ortalaması bu düzeyde olmazdı. Partilerin
KİT'lerin her birine yönetim kurulu üyesi olarak 5 kişi atadığı doğrudur.
Siyasal partilerin KİT'lere atamaları da burada kalmaktadır (aslında bunu da
"siyasetçi eskileri" yerine uzmanlardan atasalar daha iyi). Yani
böyle atamalar dışında kadro şişirilmesi, hiç olmazsa 1980'den bu yana, önemli
ölçüde yoktur.
-III-
1)
KİT'lerin yığın halinde
satılması, bunlara alıcı
bulma güçlüğünü beraberinde getirecektir. Bu nedenle ister istemez
"ölmüş eşek fiyatı" denilen fiyatlarla KİT'ler elden çıkacaktır.
Doğrusu yazık olacaktır. Bu korkumuz dayanaksız değildir. Bu güne kadar
satılan (özelleştirilen) KİT'lere
ödenen paralar, özelleştirmeye
yapılan giderleri bile karşılayamıyor. Bazı KİT'ler ya da KİT ortaklıkları arsa
payı bedellerine ulaşmayan bedellerle ona buna peşkeş çekilmiştir.
2) Böyle ucuz bedellerle alınacak bu tesislerde,
birçok tesis şimdiki işleriyle değil,
konut yapımı vb. gibi
alanlarda kullanılacaktır.
Örneğin Lüleburgaz'da bir YEM tesisinin 33 milyar liraya, İstanbul YEM
tesisinin ise 117 milyar liraya bir "Otomobil galerisi" ne satıldığı
bilinmektedir. Bu galericinin bu tesisleri kendi çalışma alanında tutacağını
sanıyorum. Böylece bir bakıma ekonomide sanayi alanındaki bir çok üretici
güçlerin, spekülatif alanlara,
konutlaşmaya doğru yayılacağını tahmin etmek zor değildir.
3) Özelleştirme ile yatırım hacmi daralacaktır. Buna
şöyle anlatalım:
- Satış ulusal bir girişimciye yapılırsa, o
girişimci Türkiye'de zaten kurulmuş bulunan bir fabrikayı satın alacaktır. Yani
fiziksel olarak yatırım artmayacaktır. "Pekiyi özelleştirme gelirleri ne
olacak?" diye sorulabilir. Bu gelirler:
a) Önce özelleştirme giderlerine,
b)
Özelleştirilen veya kapatılan
KİT'lerin işten çıkartılına dolayısıyla hak kazandıkları
tazminatlara,
c)
Bunlardan artarsa mevcut
KİT'lerin bazılarının
düzeltilmesine değil, bütçe açıklarına gidecektir.
- Satış Borsa' da yapılırsa yine fiziksel yatırım
artmayacaktır. Yabancı Sermaye' ye satış yapılırsa ne olacağını, satılan KİT'in
çeşidine göre inceleyelim.
- Yüksek teknoloji alanında bir satış ise olacakları
Dışişleri Bakanı Mümtaz SOYSAL' ın 13 Kasım 1994 günlü Hürriyet gazetesinde
yayınlanan yazımızla açıklayalım (Ek. 1). Özellikle şu satırlar, özelleştirme
tasarısında imzası bulunan bir BAKAN için ne acı:
"Resim herhangi bir grup fotoğrafı kadar
neşeli, şen, şakrak... dudaklarda
gülücükler, kızlı erkekli,
müthiş bir dostluk ve dayanışma havası.
Alcatel Bell şirketinin Belçika'daki araştırma
laboratuarında çalışan Türkiye 'li elektronik mühendisleri.
Özelleştirme adı altında yapılan o talihsiz hisse
satışı olmasaydı, başka arkadaşlarının da katılımıyla çok daha kalabalık, kendi
şirketlerinin, yani TELETAŞ' ın laboratuarlarında çektirmiş olacaklardı.
Ama TELETAŞ, artık yüzde 65 hissesini elinde
bulunduran bir yabancı şirketin yan kuruluşu olmaktan başka bir şey
değil..."
Kadim
dostum Mümtaz SOYSAL' ın
içinde bulunduğu hükümetin başı,
telefon ve elektrik laboratuarlarımızı TELETAŞ (ve de
NETAŞ) laboratuarlar ve
çalışanlar gibi, yabancı tröstlerin emrine verme sevinç ve
heyecanı içindeler.
4) Yukarıdaki örnek, TELETAŞ örneği KİT'lerin
Türkiye Sanayi 'ne getirdikleri, ama nankörce akıldan çıkarılan bir niteliğini
ortaya çıkarmaktadır. Türkiye'de hangi alana devlet dört elle sarılmışsa, o
alanda yenilmez bir 'Türkiye 'li
teknoloji ortaya çıkmıştır.
Tekstil böyledir, cam ve züccaciye böyledir, deri sanayi böyledir. Teknolojimiz
bu alanlarda dışarıyla yarışmayı olanaklı kılıyorsa, bunun nedeni oralarda ilk
sanayi açılışlarının KİT'lerle başarılmış olmasıdır. Devlet girdiği her alanda
sağlam bir şekilde, sanayinin alt yapısına önem vermiştir. Bir de devletin
girmediği, ama ulusal kaynakların
avuç avuç harcandığı
otomotiv endüstrisine veya oto lastiği endüstri dallarına bakın!
Buralarda ulusal bir teknoloji kurulabildi mi?
Devletin
kurduğu yeni ve son teknoloji alanı telekomünikasyon idi. Bunu TELETAŞ ve
(çoğunluk payı PTT'ye ait olan) NETAŞ temsil ediyordu. İkisi de "özelleştirme" serüveni
ile elimizden çıktı. Devletin ülkemize getirdiği, ikinci bir yüksek teknoloji
alanı PET-KİM, bugünkü özelleştirmenin [telekomünikasyonda son Türk bayrağı dalgalanan TELEFON YÖNETİMİ
ile birlikte) hedef tuttuğu ilk kuruluşlardır.
Devletin
sanayiden çekilmesiyle, ülkemiz teknolojik gelişmeden elini ayağını
çekmiş olacaktır. Teknolojiden
elimizi ayağımızı çekmek demek
ise, ne kadar globalleşmeyi sevsek (!) dünyada ikinci sınıf devlet olmayı kendi
irademizle tercih etmemiz demektir.
Para ele geçer, harcanır, gider... Ama devlet eli
olmadıkça Türkiye sanayi kuruluşları ne kadar kazançlı olsalar, dışarıdaki
kuruluşların Türkiye şubesi olmadan ileri gidemez.
5) Son günlerde
Ankara Belediyesi, BOTAŞ
ve hükümet arasındaki tartışmayı
hatırlayalım. Ankara Belediyesi BOTAŞ' a 1 trilyon lira
tutarındaki alacağını ödememiştir.
BOTAŞ, bu ödemenin yapılmasının
aksi halde Ankara şehrinin elektriğinin kesileceğini beyan etmiş, ihtar
etmiştir. Ama hükümet araya girerek bu
ödemenin yapılmamış olması
halinde bile, gazın
kesilmemesini BOTAŞ' tan (bir KİT olduğu için)
istemiştir. Eğer BOTAŞ bir özel
kesim firması olsaydı, daha bu alacak böylesine büyümeden Ankara'nın doğal
gazını keserdi. Aslında bu 1 trilyon bir KİT'in bir belediyeye yaptığı
sübvansiyondur. Çok güvenliyim ki, BOTAŞ' ın başka belediyelerden de alacakları
vardır.
Bizde hep KİT'lerin devlet tarafından akçalı
desteğine değinilir de, KİT'lerin
devleti ve belediyeleri sübvansiyonundan hiç söz edilmez. Bizim TPAO'da (Türk
Petrolleri A.Ş.) çalıştığımız sırada en büyük sorunumuz, Milli Savunma
Bakanlığı'na verilen akaryakıtın parasını tahsil edemeyişiydi. O zamanlar TPAO
kan devlet bütçesinin % 10'u dolayındaydı. Ve belki de 500 büyük firmanın
karları toplamına eşitti. Buna karşın TPAO, Milli Savunma (ve bunun yanında
devlet dairelerinin çoğundan) alacaklarını tahsil edemediğinden, kaynak
sıkıntısı çekerdi. Düşünün ki, Boru Hattı ve Yarımca Petro -Kimyası'nın
yatırımlar da TPAO tarafından
yürütülürdü. Yani o zamanki KİT yatırımlarının % 20'si, Türkiye Petrolleri
A.O. tarafından yapılır ve devlet olsun,
belediyeler olsun, borçlarını TPAO ve Petrol Ofisi'ne ödemezlerdi.
Ben şimdi de
durumun farklı olmadığını görüyorum. Zaman zaman AKTAŞ,
karayollarının borcu nedeniyle
Boğaziçi veya Fatih köprülerinin
elektriğini kesmekte, makamların işe el koymasıyla elektrikler açılmaktadır.
Bir ara İstanbul'da, aynı nedenle okulların elektriğinin kesilmesinden söz
edilmişti. Ben petrol, elektrik, doğal
gaz, telefon faturalarının
birçoğunun ödenebildiği kanısında değilim. Hele bütçenin hemen tamamının
Güneydoğu asayiş harcamaları ve iç borca gittiği bu günlerde Hazine bu
"bedava finansman"ı ihmal etmez.
Sözün kısası, bu bütçe ile, bütçe giderlerini
artırıp devletin bu hizmetlere
ödemelerinin yapılmasını sağlamadan
özelleştirme yapılamaz. Bir özel şirket, Boğaziçi köprülerinin,
okulların, belediyelerin borçlarının bu kadar kabarmasına tahammül edemez.
Elektriğini, telefonunu, doğal gazını derhal keser.
Önümüzdeki özelleştirme uygulamalarında, ya devlet
ve belediyeler özelleştirme sırasında bu borçlarını "devralan" firmaya ödeyeceklerdir. Yani "özelleştirmeden gelmesi
beklenen" fonlar azalacaktır. Ya da bu zorunlu kesintilerden dolayı
bir kargaşa alır yürür.
6) KİT'ler Anadolu'da
uygarlığın ve sanayi dönemi kültürünün yayılmasını ve nüfusun belli bölgelerde
yoğunlaşarak altyapı hizmetlerinin
bugünkü kadar olanaksız
hale gelmesini engellemişlerdir. Bir Nazilli, bir Kırıkkale,
bir Karabük, bir Malatya ve hatta Kayseri, büyük Atatürk'ün geleceği görerek
sanayi Anadolu'ya yaymak sonucu bugünkü durumları kazanmışlardır. Siz
bakmayın cicili bicili
özel kesimin bugünkü
görünüşüne, özelleştirme ve Devletin
sanayi ve hizmet
kesiminden çekilmesiyle,
Bolu'nun doğusunda yatırımlar duracak,
nüfus dağılım dengesinin bozulmasıyla İstanbul, Bursa, İzmit gibi
kentlerin hatta bunun yanında İzmir, Adana ve Diyarbakır kentlerinin altyapı
hizmetleriyle başa çıkılması olanağı kalmayacaktır. Kaynak ve
birikimlerinizin çoğu bu anlamsız,
saçma nüfus birikimlerinin en
ivedi ve kaçınılmaz gereksinimlerini (temiz hava, temiz su gibi) karşılanmasına
harcanacaktır. Bir yandan Anadolu ıssızlaşacak, öte yandan büyük kentler
(İstanbul ve Bursa başta) köylerle donanacaktır. Böyle bir yapıda Atatürk
ilkelerinin savunulması güç hale gelir.
7) Son hayat pahalılığı istatistiklerinin, Devlet
Bakanı Aykon Doğan'ın da bir gazeteye söylediği gibi, özel sektörün keyfi
zamlarıyla alevlendirmektedir. Bazı
tarımsal ürünlerinin imal ve satışıyla uğraşan özel sektör
kuruluşları ise, köylüden aldıkları ürünlerin fiyatlarını düşürmek için, aynı
alanda çalışan KİT'lerin özelleştirilmesini beklediklerini açıkça
belirtiyorlar. Böyle bir konjonktürde, özelleştirmeden en fakir gelir grubu
olan "çiftçiler" en büyük zarara uğrayacak gruptur.
Birçoğuna bu
günkü Hükümetteki en az bir
Bakanın da katıldığı bu endişelerimizi yazarken, dün akşam bir Bakan'ın
"Flash" televizyonunda ki itirafını eklemek isteriz: "Aslında
bir kamuoyu yoklaması yapılsa, özelleştirme önerisi reddolunur."
Öyleyse, peki niye bunca direnme?......
KİT'lerle
birlikte demokrasiye de mi sırtımızı döndük?
..