Ilımlı Demokrasi,
18.07.2005/Sayı:86
Yekta Güngör Özden
Temmuz ayının en sıcak günleri siyasal yaşamı da etkisi kapsamına almış olmalı ki kimin ne dediğini ayırdetmekte ve anlam vermekte güçlük çekiliyor. Başbakanın geçmişte Atatürk, lâiklik, Avrupa Birliği, egemenlik, demokrasi konusunda söylediklerinin ABD’de yadsıyıp tersine övgülerle sözetmesi içtenliksizliğin ilginç örnekleri arasında yerini aldı. Sıkmabaş, kaçak eğitim kursları ve imam hatipler için dayatmaları, devletin tepesinde kavga çıkarma inatları, geri çevrilen yasaları kabadayılık sözleriyle olduğu gibi yeniden kabulleri iman ve güven sarsıntının kanıtlarıdır. “Balçık, fosil, köksüz, demode, seviyesiz” sözcükleri bir Başbakana yakışmıyor. RTE’nın kendisi için söylenebilecek o kadar çok şey var ki. Ama Başbakanlık sıfatına saygı nedeniyle kullanılmadığını sanıyorum. Tersine adaşlar (Başbakanın soyadı Erdoğan, YÖK Başkanının adı ERDOĞAN) arasındaki tartışmanın atışmaya dönüşmesinde de sorumlu RTE’dır. TBMM’nin dinlence günlerinin başlangıcında RTÜK üyelerinin seçimi için toplanması da siyasallaşma çabalarının ne düzeye geldiğinin göstergesidir. Anamuhalefet partisinin son günlerde sözlü salvolarından başka anamuvafakat partisi görünümü değiştirdiğinin bir belirtisine rastlanmıyor. RTÜK’de üç üyelik için Anayasa değişikliğine destek verdi, Cumhurbaşkanının geri çevirme gerekçelerini görmezlikten geldi. Siyasetin ilkesiz olmayacağının anlaşılması epeyce zaman alacağa benzemektedir.
RTE’nın ABD gezisi, Londra terör olayları, AB söylemleri dış durumun karanlığını çizmektedir. Afganistan’da üçlü tren kazası, Irak’ta çocukların ve sivillerin de içinde bulunduğu yüzlerce ölüm getiren günler (ABD işgalinden bu yana 100 bin sivil ölmüş) çok konuşulan olaylar çizelgesinde. Bir yılda 100’den fazla şehit vermemiz acıları ağırlaştırıyor. Kürtçü-ayrılıkçı terörün radikal islâmcı küresel terörden ne ayrılığı var? Yadsımak yok etmiyor.
Şaşırtıcı
PKK terörünü “milisler, bağımsızlık savaşçıları, milliyetçiler...” türü sözcüklerle görmezlikten gelen batı kendine iğne batırılsa ayağa kalkıyor. En küçük olayda en büyük antidemokratik, hukuksuz yöntemleri göz kırpmadan uyguluyor. Bir gazetemiz Londra terörü için “Lânet olsun!” başlığını atmıştı. Ben anımsamıyorum, belki yazmışlardır, basınımızda, medyamızda PKK’lılar için “Lânet olsun, nankörler, kuklalar, canavarlar, artık yeter...” türü bir kınama, güçlü bir karşı çıkış oldu mu? Bir erimiz kaçırıldı, belli ki yurt içindekilerin eylemi, günlerdir izi bulunamıyor. Kimi komutanların siyasal liderlerle görünümleri, konuşmaları, tutumları artık eleştiriliyor. Siyasal iktidar PKK terörüne gereken yanıtları sözle olsun veremiyor. RTE’nın “Gerekirse sınır ötesi operasyon yaparız” sözü de havada kalıyor. ABD “PKK’ya karşı yurtiçindeki operasyonlara bir diyeceğimiz yok” derken koşulunu sürüyor. Ayrıca yurtdışı operasyonu Irak’la görüşmelere havale ederek uygun bulmadığını açıklıyor. Kanım, PKK’yı kullanmak üzere koruyup kollayan, besleyen ABD’nin başında olduğu batı ortaklığıdır. Durum böyle iken Cargill için yasalar çıkartarak ödünlere ödünler eklenmektedir. Artık ABD’den olur mu istenecek? Ne durumlara düşüldü.
AB yine sözünü tutmadı. Ne Kıbrıs’a yardım, ne ambargonun gevşetilmesi ne de başka bir olumlu yaklaşım. Annan Plânı’nı kabul eden KKTC güçlüklerle karşı karşıya, reddeden rumlar için her şey iyi. Üstelik 30’a yakın değişiklikle Annan Plânını’nın sadece referans olmasını istiyorlar. RTE ile MAT ikilisinin ekipleriyle birlikte sağladıkları sonuç budur. “İmtiyazlı ortaklık” Almanların ve Fransızların başını çektiği grupla giderek destek bulmaktadır. Lüksemburg’da ancak Başbakan Jean Claude Jincker’in istifa tehdidi Avrupa Anayasası oylamasını kılpayı kurtarabildi.
Son oturumunu İstanbul’da yapan Irak Mahkemesi’nin çağrısı gerekli ve yeterli yankıyı bulmadı.
Guantanamo olayları hapishane gemileri de böyle. Şehit askerlerimiz ve DDY görevlilerimiz için sesini çıkarmayan Avrupa, hattâ dünya, utancından pişmanlığını açıklayamıyor sanılmasın. Kürtçülere desteklerinden vazgeçmeleri olanaksız görülüyor. Terörün azgınlığı da bu açık ve dolaylı desteklere bağlı. ABD bize “Ilımlı islâm” önerirken biz de onlara “Ilımlı Başkanlık” ya da “Ilımlı hristiyanlık” önersek nasıl karşılarlar. Bush’un şiddetini azaltması, hafifletmesi sağlanabilir mi? Hiç sanmıyorum. Türkiye’nin zararını kendilerine kâr sayıyorlar. Türkler ABD’ne nasıl güvensin, onları nasıl sevsin?
Yerinde bir çıkış
Türkiye’deki dış destekli kürtçülük terörünü kınamayıp haklı gösterir biçimde niteleyip sunan BBC ile Reuters kuruluşlarını Başbakanın kınaması çok yerinde. Bana göre Başbakanın şimdiye kadar söylediği en uygun söz bu değerlendirmesidir. PKK’nın yanında ve yandaş olduklarından her tür kötülüğe kalkışanları barındırıyor, koruyor, besliyorlar. Türkiye düşmanlarının bizimle uğraş içinde oynattıkları kukla PKK’dır. Türkiye gereği gibi durmasını, cumhuriyetle kazanılan onurlu ve saygın yapıyı korumasını bilse, dincilik yapmasa, iç ve dış aykırılıkların çoğu yaşanmaz.
TRT’nin radyo ve televizyon kanalları Başbakanlık organları gibi yayın yapıyor.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Mimarlar toplantısında dağıtılan kara rehberi işlem konusu yapıldı mı duymadık.
“Din siyasallaşırsa demokrasi dinselleşir” diyerek yıllarca dilimizde tüy bitercesine yaptığımız uyarılar etkili olmadı. Yurttaşlık sorumluluğunun gereklerini savsaklayanlar, siyaset yaptıklarını sanarak yalpalayanlar, milletvekili adayı olmak için kuruluşlarının saygınlık ve onurunu hiçe sayıp kapı kapı dolaşanlar, konumunu korumak ya da iyileştirmek için millete katlananlar suçludur. İkiyüzlüler, dönekler, kavgacılar, sıfatlarıyla bir şey sanılan hiç’ler, birleşmeyi ve dayanışmayı beceremeyen ilericiler çekilen sıkıntıların başlıca nedenleridir.
Nelere rastlanıyor
Neler yaptığı ve yapmadığı bilinen Tansu Çiller övülüyor. ATATÜRK ve arkadaşlarını unutanlar günümüzün ve yakın geçmişin sorumlularına övgüler sıralıyor.
YÖK’e saldırılar sürüyor. MEB’nın “...Dananın kuyruğu kopacak” sözü tartışmalardaki düzeyi açıklıyor.
“Türkiye’nin tapusu” sayılan Lozan Barış Antlaşması’ndan Atatürk’ün ödünler verdiği yalanını çekinmeden yazanlar, kime hizmet ettiklerinin ayırdında mıdır? 82. yıldönümünün bir hukuk belgesi, bir tarih olgusu üstünlükleriyle onuruna yaraşır biçimde kutlanacağı umudundayız. Bunu iktidardan değil demokratik kitle örgütlerinin gerçekleştireceğini sanıyoruz. “Kayseri’ye deniz getirdik, İran seçimleri halkın iradesidir” deyip açık ve yakın tehlikelere karşı dili tutulan Başbakanın Lozan için söyleyecekleri bakalım neler olacak? Bir ara “Sağdan, soldan gelen baykuş seslerine aldırmayın” demişti. 1999 Helsinki Belgesi’nde Kıbrıs’ın koşul olmayacağını kesin dille açıklayan AB’nin şimdi tersini ileri sürmesine ses çıkarılmıyor. Papadopulos’un “Annan belgesi bir referanstan öteye gidemez” diyerek öne sürdüğü yeni koşullar yanıtlanmıyor. Bölge halkının katkısı, açık-kapalı desteği (nedeni ne olursa olsun, baskı, tehdit vd.) olmasa terör örgütü ülke içinde kimseyi kaçıramaz. “Gece silahlı, gündüz külahlı” tanımı da gerçektir. Tüm bu olasılıkları gözetip uyarıcı bir çıkış yapılmıyor. Ama kürtçüler yine de boş durmuyor. Cesaretlerini kıracak, boşa çabaladıklarını gösterecek bir önlem yok.
Tarih bilgini unvanını taşıyanların saçma sapan görüşleri, bir yurttaşı utandıracak değerlendirmeleri, gerçekdışılığı açık sunumları tiksindirici oluyor. Eğilimi, doğrultusu, amacı, niteliği belli gazetecilerle, yandaşlığı belli basın organlarında çıkan yazıları yanıtlayan yurtseverler olmasa insan kahrından ölecek. Böyle dönek ve sapkınları üniversiteler, kuruluşlar nasıl barındırıyor, şaşılır. Akılları yetmiyor, vicdanları da mı yok?
Sıkmabaş konusunda bir muhalefet partisi liderinin Anayasa değişikliğine destek sözü vermesi yeterli görülmeyince yazı göndererek Başbakanı etkileme çabası da ilginç. Anayasa hukukundan habersiz, siyaseten her şeyi yapacağını sanan kafalar demokrasiyi yaşatamaz. Anayasa’nın lâiklik ilkesi değişmedikçe bu ilkeye dayanan Anayasa Mahkemesi kararının etkisiz ve geçersiz kılacak her düzenleme hukukdışı olur. Üniversiteleri ikiye ayırmak da bu ölçüde aykırı ve olanaksızdır.
Cumhurbaşkanı, Hâkimler ve Savcılar Yasası değişikliğini çok haklı olarak geri gönderdi. Anayasa Mahkemesi 20.11.1990 günlü, Esas 1990/13, Karar 1990/30 sayılı kararının Sonuç bölümünün (H) bendiyle 2802 Sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile 3221 Sayılı Hâkim ve Savcı Adayları Eğitim Merkezi Kuruluş ve Görevleri Hakkında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararnamenin Kabûlü Hakkında 24.1.1990 günlü, 3611 Sayılı Yasa’nın adayların yazılı sınavlarını sözlü sınava dönüştüren yedinci maddesini oybirliğiyle iptal etmişti. Kadrolaşma hırsını yargıda yoğunlaştırmanın sayısız sakıncaları vardır. Mezhepçi, tarikatçı hukukçu yüzkarasıdır. Yargının açıklamalarıyla ulusumuzu kıvandıran duyarlıkları en sağlıklı güvencenin yargı olduğunu bir kez daha ortaya koymuştur.
Barolar hiçbir zaman bir siyasal partinin ön, arka, yan bahçesi olmamıştır. O kadar ki 1972’de Ankara Barosu Başkanlığına seçildiğimde CHP Başhukuk Danışmanı idim. 1973 ve 1974 Baro Genel Kurullarında “Başkanımız parti hukuk danışmanı olmasına karşın asla partizanlık yapmadı” övgüleri yinelendi. Af Yasası nedeniyle zamanın Başbakanına çektiğim telgraf nedeniyle beni eleştiren bir milletvekiline verdiğim ağır yanıt onu durdurmuştu.
Anayasa Mahkemesi Başkanlık seçimi için söylenecek çok söz var. Önceki Başkanlardan biri olduğum için şimdilik bana söz düşmüyor. Mahkemeyi güçlendirecek, dünya katında Türkiye’mizin görünümünü iyileştirecek bir sonucun alınmasını diliyorum.
Kimi çarpıklıklar
Ilımlı demokrasi çabalarına AKP demokrasisi de denilebilir. Dünyadaki tüm müslüman çoğunluklu ülkelerdeki cami sayısından fazla cami bulunan Türkiye’mizde cuma namazları çoğunluğuna bakılıp “cami az” denilebiliyor. Başka günlerdeki boşluklara, Bayram namazları ve cenaze törenleri dışında çoğu caminin dolmadığı da unutuluyor. Din üzerinden siyaset gerçekten cinayettir.
Atatürk’ün Yalova Çiftliği’nin araplara verilmesi hepimizi utandırmalıdır. Anlı şanlı iş adamlarımız araplar kadar olamıyor mu? Devlet neden sahip çıkıp bakamıyor?
Çelişkiler ve aykırılıklar sürerken nutuk atıp ileti yayımlamaktan başka iş yapmayan kimi kuruluşların seçim oyunlarıyla başına geçenlere aşağısı-yukarısı kimse ses çıkarmıyor. Kullandıkça katlanıyorlar.
Bursa Vali Yardımcısının Müftülükten gelen yazıyı olduğu gibi benimseyip iletmesi üzerinde durulacak olaylardan biridir.
TBMM Başkanı’nın seçilmiş-atanmış ayırımı, buna bağlı gereksiz sözleri, nerden gelip ne olduklarını gözardı etmeleri de ibretle izleniyor. Kuralsızlık savları büsbütün geçersiz.
Adana’da Apo’nun resimleri ve sloganlarla yürüyenler kime ve neye güveniyor? Etkin yaptırım, ciddi uygulama olsa yinelenir mi? Brüksel lâhanaları ya da armutları bunları görmüyor. Sincan’daki Atatürk heykelinin yeşile boyanmasının sorumluları bulunup açıklanmalıdır. İktidara güvenenler bir bir içlerindekini kusuyorlar. Heybeliada’daki tesettürlü kamp, haremlik-selâmlıklı plajlar ve tesettür mayosu türü çarpıklıklar herkesi güldürüyor. Kimsenin Türkiye’yi ve Türkleri gülünç düşürmeye hakkı yoktur.
Öğretmen, yargıç ve savcı açıkları sürerken Diyanet İşleri Başkanlığı taşra örgütü için imam hatip, müezzin-kayyım, Kur’an kursu öğreticisi ve vaiz olarak çalışmak üzere 1.630 görevli kadrosu verilmesi yandaşlığın ve ayrımcılığın bir göstergesidir.
Sözde ilerici ve sözde demokratlar “Düşünce özgürlüğü her tür görüşün açıklanmasını olanaklı kılar” derken kendileri gibi düşünmeyenlere terbiyesizce saldırarak bozukluklarını sergiliyorlar. Kimi köktendinciler utanmadan yalan söylüyor. Onlar için şeriat doğrultusunda her kötülük, her ahlâksızlık, cinayet, terör bile geçerlidir. Atatürk’ü dinsizlik ve din düşmanlığıyla suçlamaları bu nedenledir. Yoksa Atatürk hepsinden daha inançlı, daha ahlâklı, daha insandır.
Geçmişi karanlık, “Kıbrıs’a hürriyet, işgale nihayet” diyerek Barış Harekâtı’na karşı çıkıp Türkiye’yi kötüleyenler, kürtçülüğü kışkırtanlar, şimdilerde Mustafa Kemal’ci kesildiler. Gerçekten düzelmiş olsalar iyi. Kimilerini baskıyla, kimilerini yalanla, kimilerini olanaklar ve uygun desteklerle kandıranlar zikzaklar çizmektedir. Acaba düzeldiler mi? Sözlerine, yükümlülüklerine bağlı kalmayanlar, özür dilemesini, borçlarını ödemesini bilmeyenler inandırıcı olabilirler mi?
RTE’nın önceleri kötülediği lâikliği şimdi “Toplumsal barış ortamı, sigortamız” diye nitelemesi de böyle değil mi? “Mümtaz Soysal gibi tipler ...” sözüne sarılan kimi uçuk kaçıklar da Telekom’un satışının gecikmesiyle zarara uğratıldığımız savındalar. Özelleştirmenin iptali şimdi AKP yöneticisi olanlardan kimilerinin önceki partisiyle Mümtaz Soysal’ın topladığı imzalarla olmuştur. Özelleştirmenin tümden iptaline gidilmemiş, getirilen yasanın bu içeriğiyle Anayasa’ya aykırı olduğu belirlenmiştir. Hattâ Anayasa’da olmayan özelleştirme için tersine kavram yöntemiyle hukuksal dayanak oluşturulmuştur. Ama peşkeş, yağma, kayırma, partizanlık ve benzeri durumlar önlenmiştir. Anayasa’nın öngördüğü ulusal hukuka uygunluk başlıca önem ve ödevdir. Yargı, bunu sağlamakla yükümlüdür. Siyasal amacı, doğacak boşluğu, parasal değeri gözetmez. Hukuku dışlayıp siyasete ağırlık vermek hukukdışılıktır. Bunları bilmeden konuşup yazmak gülünç olmaktır. Dalkavukluğunu sınır çizilemeyen kimi çıkarcı, aymaz ve uydu tipler gerçekleri dışlayarak kendi yanlışlarını ve yanılgılarını doğru göstermek çabasındadır. Hukukçu yansız ve bağımsız hukukçuluğunun onuruna hiçbir nedenle gölge düşürmez. Nitekim Anayasa değişikliği yapılarak özelleştirme işlemleri açılmıştır ama sonuçları ortadadır. Olanlar Türkiye’ye olmaktadır. Kiralık ve satılık tipler, patron maşaları, siyaset uşakları bunları değerlendiremez. Hukuktan, özellikle Anayasa hukukundan anlamayan satıcı ve sattırıcılar yargıya başvuranlarla yargıyı suçlayarak bir iş yaptıklarını sanıyorlar. Zavallılar.
KİTAPLAR
İleri Yayınları yararlı yapıtlarını hızla artırıyor.
Bu arada Sayın Hikmet Uluğbay’ın “Siyasal Linç” adlı üçüncü yapıtı da çıktı. Siyasetin dalgalanmaları, kişilikler ve yöntemlerle ilgili yaşam deneyimleri ve ülke gerçekleri anlatılıyor. Salık vermeyi görev sayıyorum. Kişileri tanımak, olayları kavramaktır, okumak yaşamaktır.
http://www.turksolu.com.tr/86/ozgun86.htm
.