Güvenlik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Güvenlik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Şubat 2020 Cuma

TÜRKİYE NİN AB ÜYELİĞİ, NEDEN NE ZAMAN, NASIL,

TÜRKİYE NİN AB ÜYELİĞİ, NEDEN NE ZAMAN, NASIL, 



DR. BAHADIR KALEAĞASI
TÜRKİYE - AB İLİŞKİLERİ 
NO 03 
T.C. AVRUPA BİRLİĞİ BAKANLIĞI
www.ab.gov.tr 



İçindekiler., 

I. TÜRKİYE-AVRUPA BİRLİĞİ İLİŞKİLERİNE GENEL BAKIŞ 

Her Şey Takvimine Göre İlerliyor, Katma Protokol İmzalanıyor… 

AB Yolunda Kararlıyız: Tam Üyelik Başvurusu Yapılıyor… 

Türkiye Artık Aday Bir Ülke… 

Müzakereler Başlıyor… 

II. TÜRKİYE – AB ORTAKLIK KURUMLARI 

Ortaklık Konseyi 
Ortaklık Komitesi 
Alt Komiteler 
Karma Parlamento Komisyonu 
Türkiye-AB Karma İstişare Komitesi 
Gümrük İşbirliği Komitesi 
Gümrük Birliği Ortak Komitesi 
Gümrük Birliği tamamlanıyor… 
Malların Serbest Dolaşımına İlişkin Yükümlülükler 
Mevzuat Uyumuna İlişkin Yükümlülükler 
Gümrük Birliği Kararı kapsamında neler yapıldı? 
Topluluk ticaret politikasına ve üçüncü ülkelerle yaptığı tercihli ticaret anlaşmalarına uyum 
Sanayi ürünleri ticaretindeki teknik engellerin kaldırılması 
Rekabet politikası ve fikri mülkiyet hukukuna uyum 
Topluluk gümrük mevzuatına uyum 
Gümrük Birliğinin Etkileri 



DR. BAHADIR KALEAĞASI

I. TÜRKİYE-AVRUPA BİRLİĞİ İLİŞKİLERİNE GENEL BAKIŞ 

Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan itibaren çağdaş medeniyetler seviyesine ulaşma yolunda uluslararası konjonktürdeki gelişmeleri yakından takip etmiş ve OECD, NATO gibi uluslararası örgütlenmelerin etkin bir üyesi olmuştur. Bu doğrultuda, insanlık tarihinin en büyük barış projesi olarak nitelendirilen Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun (AET) 1957 yılında kurulmasından kısa bir süre sonra Türkiye, 31 Temmuz 1959’da Topluluğa ortaklık başvurusunda bulunmuştur. Türkiye adına bu başvuruyu, dönemin Demokrat Parti lideri ve Başbakanı 
Adnan Menderes yapmıştır. Menderes, bu başvuruyla, Türkiye’nin Avrupa’ya ilk adımı attığını ifade etmiştir. 

Avrupa Birliği ile Ortaklık Kuruluyor: Ankara Anlaşması 

AET Bakanlar Konseyi, Türkiye’nin yapmış olduğu başvuruyu kabul ederek üyelik koşulları gerçekleşinceye kadar geçerli olacak bir ortaklık anlaşması imzalanmasını önermiştir. Söz konusu Anlaşma 12 Eylül 1963 tarihinde 
imzalanmış ve 1 Aralık 1964 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Ankara Anlaşması, Türkiye ile Avrupa Birliği ilişkilerinin hukuki temelini oluşturmaktadır. Anlaşma’ya imza atan dönemin Başbakanı İsmet İnönü, Avrupa Birliği’ni, 
“Beşeriyet tarihi boyunca insan zekâsının vücuda getirdiği en cesur eser” olarak tanımlamıştır. 


Ankara Anlaşması’nın 2. maddesinde Anlaşma’nın amacı şöyle belirtilmektedir: 

“Türkiye ekonomisinin hızlı kalkınmasını ve Türk halkının istihdam düzeyinin ve yaşam koşullarının yükseltilmesini 
sağlama gereğini göz önünde bulundurarak, taraflar arasındaki ticari ve ekonomik ilişkileri aralıksız ve dengeli 
olarak güçlendirmeyi özendirmektir.” 

Ankara Anlaşması’nın 28. Maddesi ise Türkiye’nin üyeliğini düzenlemektedir: 

“Anlaşma’nın işleyişi, Topluluğu kuran Antlaşma’dan doğan yükümlülüklerin tümünün Türkiye’ce üstlenilebileceğini gösterdiğinde, 
Akit Taraflar, Türkiye’nin Topluluğa katılması olanağını incelerler.” 

Bu maddeden açıkça anlaşılmaktadır ki, “Türkiye-AET ortaklık ilişkisinin nihai hedefi Türkiye’nin Topluluğa tam üyeliğidir.” 

Ankara Anlaşması, Türkiye’nin AET’ye entegrasyonu için hazırlık dönemi, geçiş dönemi ve nihai dönem olmak üzere üç devre öngörmüştür. İlk dönem, Anlaşma’nın yürürlüğe girdiği 1 Aralık 1964 tarihi itibarıyla başlamıştır. 
Taraflar arasındaki ekonomik farklılıkları azaltmaya yönelik ‘Hazırlık Dönemi’ olarak belirlenen bu dönemde, Türkiye herhangi bir yükümlülük üstlenmemiştir. 

Tesis edilen ortaklık ilişkisinin işleyişine yönelik olarak iki taraf arasında bazı kurumlar oluşturulmuştur. Bunlar arasında en üst düzey karar alma organı ise Ortaklık Konseyi’dir (Bkz. II. Türkiye – AB Ortaklık Kurumları) 

Her Şey Takvimine Göre İlerliyor, Katma Protokol İmzalanıyor… 

13 Kasım 1970 tarihinde imzalanan ve 1973 yılında yürürlüğe giren Katma Protokol ile birlikte, Ankara Anlaşması’nda öngörülen hazırlık dönemi sona ermiş ve “Geçiş Dönemi”ne ilişkin koşullar belirlenmiştir. Bu dönemde taraflar arasında sanayi ürünleri, tarım ürünleri ve kişilerin serbest dolaşımının sağlanması ile Gümrük Birliği’nin tamamlanması öngörülmüştür. 

1971 yılı itibarıyla, Katma Protokol çerçevesinde, Topluluk, bazı petrol ve tekstil ürünleri dışında Türkiye’den ithal ettiği tüm sanayi mallarına uyguladığı gümrük vergileri ve miktar kısıtlamalarını tek taraflı olarak sıfırlamıştır. 

Buna karşılık, Türkiye’nin AB kaynaklı sanayi ürünlerinde gümrük vergilerini tedricen sıfırlaması öngörülmüş ve böylece Gümrük Birliği’nin fiilen yürürlüğe girmesi için 22 yıllık bir süre tanınmıştır. 

Türkiye-AB ilişkileri, 1970’li yılların başından 1980’lerin ikinci yarısına kadar, siyasi ve ekonomik nedenlerden dolayı istikrarsız bir seyir izlemiştir. 12 Eylül 1980 askeri darbesinin ardından ilişkiler resmen askıya alınmıştır. 

AB Yolunda Kararlıyız: Tam Üyelik Başvurusu Yapılıyor… 

1983 yılında Türkiye’de sivil idarenin yeniden kurulması ve 1984 yılından itibaren Türkiye’nin ithal ikameci politikaları hızla terk etmesi ile beraber, Türkiye’nin dışa açılma süreci başlamıştır. Böylece 12 Eylül 1980 tarihinden 
itibaren dondurulmuş bulunan Türkiye-AET ilişkilerinin canlandırılması süreci başlamıştır. 

Türkiye, 14 Nisan 1987 tarihinde, Ankara Anlaşması’nda öngörülen dönemlerin tamamlanmasını beklemeden, üyelik başvurusunda bulunmuştur. Komisyon, bu başvuru ile ilgili görüşünü 18 Aralık 1989’da açıklamış ve kendi iç bütünleşmesini tamamlamadan Topluluğun yeni bir üyeyi kabul edemeyeceğini belirtmiştir. Ayrıca, Türkiye’nin, Topluluğa katılmaya ehil olmakla birlikte, ekonomik, sosyal ve siyasal alanda gelişmesi gerektiğini ifade etmiştir. Bu nedenle, üyelik müzakerelerinin açılması için bir tarih belirlenmemesi ve Ortaklık Anlaşması çerçevesinde ilişkilerin geliştirilmesi önerilmiştir. 

Bu öneri Türkiye tarafından da olumlu değerlendirilmiş ve Gümrük Birliği’nin Katma Protokol’de öngörüldüğü şekilde 1995 yılında tamamlanması için gerekli hazırlıklara başlanmıştır. İki yıl süren müzakereler sonunda 5 Mart 1995 tarihinde yapılan Ortaklık Konseyi toplantısında alınan karar uyarınca Türkiye ile AB arasındaki Gümrük Birliği 1 Ocak 1996 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Böylece, Türkiye-AB Ortaklık İlişkisinin “Son Dönem”ine geçilmiştir (Bkz. III. Gümrük Birliği). 

Gümrük Birliği, Türkiye’nin Avrupa Birliği ile bütünleşme hedefine yönelik ortaklık ilişkisinin en önemli aşamalarından biridir ve Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerine ayrı bir boyut kazandırmıştır. 

Türkiye Artık Aday Bir Ülke… 

Türkiye-AB ilişkilerinin dönüm noktası, 10-11 Aralık 1999 tarihlerinde Helsinki’de yapılan AB Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi’dir. Helsinki Zirvesi’nde Türkiye’nin adaylığı resmen onaylanmış ve diğer aday ülkelerle eşit konumda olacağı açık ve kesin bir dille ifade edilmiştir. 

Helsinki Zirvesi’nde, diğer aday ülkeler için olduğu gibi Türkiye için de Katılım Ortaklığı Belgesi hazırlanmasına karar verilmiştir. 

Türkiye için hazırlanan ilk Katılım Ortaklığı Belgesi 8 Mart 2001 tarihinde AB Konseyi tarafından onaylanmıştır. 

Katılım Ortaklığı Belgesi’nde yer alan önceliklerin hayata geçirilmesine yönelik program ve takvimimizi içeren Ulusal Program, 19 Mart 2001 tarihinde Hükümetimiz tarafından onaylanarak Avrupa Komisyonu’na 26 Mart 2001 tarihinde tevdi edilmiştir. 

Katılım Ortaklığı Belgesi Avrupa Birliği tarafından, 2003, 2005, 2006 ve 2008 yıllarında tekrar gözden geçirilmiştir. Ulusal Program ise, 2003, 2005 ve 2008 yıllarında güncelleştirilmiştir. 

Avrupa Birliği’ne üyelik yolunda kararlılığını her fırsatta ortaya koyan siyasi irade, reform çabalarına da ivme kazandırmıştır. Böylece, müzakerelerin açılması için ön şart olan siyasi kriterlerin karşılanmasına yönelik uyum yasası paketleri yoğun bir şekilde Meclisten geçirilmiştir. 

Temel hak ve özgürlüklerin kapsamını genişleten, demokrasi, hukukun üstünlüğü, düşünce, ifade özgürlüğü ve insan hakları gibi alanlarda mevcut düzenlemeleri güçlendiren ve güvence altına alan reformlara devam edilmiştir.

 Bu çerçevede 2002-2004 yılları arasında 8 Uyum Paketi, 2001 ve 2004 yıllarında da 2 Anayasa Paketi Meclisten geçirilmiştir. 

17 Aralık 2004 tarihli Brüksel Zirvesi’nde, AB-Türkiye ilişkilerinde bir dönüm noktası daha yaşanmış ve Zirve’de Türkiye’nin siyasi kriterleri yeteri ölçüde karşıladığı belirtilerek 3 Ekim 2005’te müzakerelere başlanması kararı alınmıştır. 

Müzakereler Başlıyor… 

3 Ekim 2005 tarihinde Lüksemburg’da yapılan Hükümetlerarası Konferans ile Türkiye resmen AB’ye katılım müzakerelerine başlamıştır. Yine aynı gün bir basın toplantısı düzenlenerek Türkiye için Müzakere Çerçeve Belgesi yayımlan mıştır. Böylece, Türkiye ile AB arasındaki inişli çıkışlı ilişki, çok önemli bir dönüm noktasını aşarak yepyeni bir sürece girmiştir. 

Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne Katılım Müzakereleri ile ilgili detaylı bilgi 7 No’lu “Katılım Sürecinde Müzakere Fasılları” kitapçığında verilmektedir. 

II. TÜRKİYE – AB ORTAKLIK KURUMLARI 

Ortaklık Konseyi, 

Türkiye ile o zamanki ismiyle Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) arasında gümrük birliği temeline dayanan bir ortaklık ilişkisinin kurulması amacıyla Ankara Anlaşması imzalanmıştır. Ankara Anlaşması’yla belirlenen amaçlara 
ulaşılmasını sağlamak ve bu ortaklık ilişkisinin uygulanmasına ve geliştirilmesine yönelik her türlü düzenlemeyi yapmak üzere temel karar organı olarak bir Ortaklık Konseyi oluşturulmuştur. 

Ortaklık Konseyi bu görevine ek olarak Anlaşma’nın amaçlarının gerçekleştiril mesi için yararlı tavsiyelerde bulunabilir, ortaklık rejiminde elde edilen sonuçları dönemsel olarak inceleyebilir. Ayrıca ortaklık rejiminin gerçekleşmesi yolunda, Anlaşma amaçlarından birine ulaşmak için, Anlaşma taraflarının bir ortak davranışı gerekli görüldüğü takdirde, bunun için gerekli yetki Anlaşma’da öngörülmese bile Ortaklık Konseyi uygun kararları alabilir. 

Ortaklık Konseyi, ilişkilerdeki uyuşmazlıkların çözümü bakımından da Ankara Anlaşması’nda yetkili kılınmıştır. 

Anlaşma’nın taraflarınca önüne getirilen ve Anlaşma’nın uygulanması ve yorumu ile ilgili olarak Türkiye’yi, AB’yi veya AB üyesi bir devleti ilgilendiren her uyuşmazlık hakkında Ortaklık Konseyi kendisi karar verebilir veya uyuşmazlığı 
AB Adalet Divanı (ABAD) veya başka bir yargı merciine götürmeyi kararlaş tırabilir. Ortaklık Konseyi, görevlerinde kendisine yardımcı olabilecek ve özellikle Anlaşma’nın iyi yürütülmesi için gerekli işbirliğini sağlayacak komiteleri 
kurabilir. Konsey, Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu’na her yıl faaliyet raporu sunar. Sayılan görevlerinden de anlaşılacağı üzere, Türkiye-AB ortaklığının en önemli organı olan Ortaklık Konseyi’nin etkin biçimde 
işlemesi, ortaklık ilişkilerinin geliştirilmesinde son derece önemlidir. 

Ortaklık Konseyi, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ni temsil eden üyeler, AB üyesi devletlerin hükümetlerini temsil eden üyeler ve Konsey ve Avrupa Komisyonu ’ndan katılan üyelerden oluşmaktadır. Bu çerçevede Ortaklık  Konseyi’nde, AB tarafından Konsey Dönem Başkanı üye devletin Dışişleri Bakanı ile Komisyonun Genişlemeden Sorumlu Üyesi ve Türkiye’den de Dışişleri Bakanı ile Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci bir araya gelmektedir. Ortaklık Konseyi kendi İç Tüzüğü uyarınca, en az altı ayda bir Bakanlar düzeyinde toplanmakta ve dönem 
başkanlığı altı aylık sürelerle, bir AB temsilcisi ve bir Türk temsilci tarafından sırayla yapılmaktadır. 

Ortaklık Konseyi’nde Türkiye’nin bir oyu ve AB tarafının bir oyu vardır. Kararlar oybirliği ile alınır. Ortaklık Konseyi’nde, her iki tarafın olumlu oyu olmadan hiçbir kararın alınmasına imkan yoktur. 

Ortaklık Komitesi, 

Ortaklık Konseyi tarafından, görevlerini düzenli ve sürekli biçimde yerine getirmesini sağlamak hususunda kendisine yardımcı olmak üzere bir Ortaklık Komitesi kurulmuştur. Uzun aralıklarla toplanan Ortaklık Konseyi’nin toplanmadığı dönemlerde ilişkilerin devamlılığı Ortaklık Komitesi bünyesindeki temaslarla yürütülmektedir. 

Ortaklık Komitesi’nin görevi, görevlerini yerine getirirken Ortaklık Konseyi’ne yardımcı olmak, ilgili konuları karara sunmak üzere hazır hale getirerek Ortaklık Konseyi’nin gündemini hazırlamak, Ortaklık Konseyi’nin vereceği talimatlara uygun olarak, ortaklık ilişkisiyle ilgili teknik sorunlar üzerinde incelemeler yapmak ve genel olarak, Anlaşma’nın iyi işleyişi için gerekli olan işbirliğinin devamlılığını sağlamaktır. Ortaklık Komitesi’nin karar alma yetkisi bulunmamaktadır. 

Konsey, Avrupa Komisyonu ve üye devlet temsilcileri ile Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti temsilcilerinden oluşan Ortaklık Komitesi, bürokratlar düzeyinde toplanmaktadır. Ortaklık Komitesi’nin Başkanlığı ve sekretaryasına ilişkin 
usul, Ortaklık Konseyi’ninki ile aynıdır. 

Alt Komiteler, 

10-11 Aralık 1999 tarihlerinde gerçekleşen Helsinki Zirvesi’nde Komisyon’dan, Türkiye için bir Katılım Ortaklığı oluşturması ve uygun izleme mekanizmalarını kurması istenmiştir. Ayrıca, Komisyon, “Topluluk müktesebatının 
analitik incelemesi” için hazırlığa davet edilmiştir. 

Türkiye-AT Ortaklık Konseyi’nde alınan 11 Nisan 2000 tarihli 3/2000 sayılı karar uyarınca, AB müktesebatının analitik incelemesini gerçekleştirmek üzere 8 alt komite kurulmuştur. 

1. Tarım ve Balıkçılık 
2. İç Pazar ve Rekabet 
3. Ticaret, Sanayi ve AKÇT Ürünleri 
4. Ekonomik ve Parasal Konular, Sermaye Hareketleri ve İstatistik 
5. Teknolojik Yenilik, Eğitim ve Araştırma Programları 
6. Ulaştırma, Çevre, Enerji ve Trans-Avrupa Şebekeleri 
7. Bölgesel Kalkınma, İstihdam ve Sosyal Politika 
8. Gümrükler, Vergilendirme, Uyuşturucu ve Kara Para 

Aklanmasının Önlenmesi Ortaklık Komitesi’nin yetkisi altında çalışan ve her toplantıdan sonra Ortaklık Komitesi’ne rapor sunan alt komitelerin karar alma gücü yoktur. Alt komiteler, belirlenen alanlarda, Ortaklık Anlaşması’nın uygulanmasını ve Katılım Ortaklığı Belgesi’nin önceliklerini tartışır. 

Özellikle, yasal uyum, uygulama ve yürütme (enforcement) ile ilgili ilerlemeyi değerlendirir. Alt komiteler, belirlenen sektörlerdeki ortaya çıkabilecek her sorunu gözden geçirir ve atılabilecek olası adımlara ilişkin önerilerde bulunur. 

Bu alt komiteler, Türkiye’nin müzakere sürecinde de önemli bir işlevi yerine getirmiştir. Ön tarama sürecini yönlendiren 8 alt komitenin toplantıları, Katılım Ortaklığı Belgesi ve Ulusal Program öncelikleri çerçevesinde, Türk mevzuatının AB müktesebatı ile uyumlaştırılması çalışmalarının, kaydedilen gelişmelerin ve önümüzdeki dönemde gerçekleştirilmesi planlanan faaliyetlerin Türk tarafınca kapsamlı olarak anlatılmasına da imkan verir. 

8 alt komitenin koordinasyonu Avrupa Birliği Bakanlığı tarafından sağlanmakta dır. Genelde yılda 1-2 defa yapılan toplantılara, Türkiye’den ilgili kamu kurum ve kuruluşlardaki sektör uzmanları, AB tarafından ise Komisyon’un ilgili sektör uzmanları katılır. 

Alt Komiteler bağlamında sürdürülen çalışmalar esasen kamuoyunda fazla yankı bulmamakla birlikte, AB müktesebatına uyum sürecimizde önemli bir işlev görmektedir. Alt Komite çalışmaları aynı zamanda kurumlarımızın ilk elden AB müktesebatı hakkında doğru bilgi sahibi olmalarını, Avrupa Komisyonu’ndaki muhataplarını tanıma imkanını ve konuların takibi açısından doğrudan iletişim kanallarının tesisini sağlar. 

Karma Parlamento Komisyonu., 

Karma Parlamento Komisyonu (KPK), Ortaklık Konseyi tarafından, Avrupa Parlamentosu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi arasında Ankara Anlaşması çerçevesinde geliştirilen işbirliği ve temasları kolaylaştırmak ve AB-Türkiye 
ilişkilerini siyasi yönden incelemek amacıyla kurulmuştur. KPK, TBMM’nin ve Avrupa Parlamentosu’nun eşit sayıda temsilcisinden oluşur. 

KPK; Ortaklık Anlaşması’nın uygulanması çerçevesinde danışma ve demokratik denetim görevini yerine getirir. 

Ortaklık Konseyi’nin kendisine sunduğu yıllık faaliyet raporunu inceler. Ayrıca TBMM ve Avrupa Parlamentosu tarafından verilen yetki dahilinde her meseleyi inceleyebilir. TBMM’ye ve Avrupa Parlamentosu’na tavsiye kararları sunabilir. 

Türkiye-AB Karma İstişare Komitesi., 

Karma İstişare Komitesi, Türkiye ile AB arasındaki işbirliğinin güçlendirilmesi ve sosyal ve ekonomik diyaloğun kurumsallaşması amacıyla oluşturulmuştur. 
Yılda iki kez toplanan Karma İstişare Komitesi, iki yıllık süreler ile seçilen, AB Ekonomik ve Sosyal Komitesi’nden ve Türkiye’nin çeşitli ekonomik ve toplumsal çıkar gruplarını temsil eden eşit sayıda üyeden oluşur. 

Karma İstişare Komitesi’nin görevi, AB ile Türkiye arasında karşılıklı anlayış ve bilgilendirme seviyesini yükseltmek ve iki tarafın yarar sağlayacağı fırsatları artırmaktır. Bu kapsamda Karma İstişare Komitesi, Ortaklık Konseyi’ne 
sunmak amacıyla görüş hazırlar. Bağlayıcı olmayan bu görüşler Karma İstişare Komitesi’nin Türk ve AB delegasyonu üyelerinin ayrı ayrı oy çokluğu ile alınır. 


Gümrük İşbirliği Komitesi., 

Gümrük İşbirliği Komitesi, Ortaklık Konseyi tarafından Ortaklık Komitesi’ne bağlı olarak kurulan teknik bir komitedir. 

Üye devletlerin gümrük uzmanları, Avrupa Komisyonu birimlerinin gümrük sorunları ile ilgili memurları ile Türk gümrük uzmanlarından oluşan Gümrük İşbirliği Komitesi’nin karar alma yetkisi bulunmaz. Gümrük İşbirliği Komitesi; Ankara Anlaşması’nın gümrüklerle ilgili hükümlerinin doğru ve yeknesak bir şekilde uygulanması amacıyla Anlaşma tarafları arasında idari işbirliğini sağlamak ve Ortaklık Komitesi’nin gümrük alanında kendisine vereceği her türlü diğer görevi yürütmekle yükümlüdür. 

Gümrük İşbirliği Komitesi bütün çalışmaları hakkında Ortaklık Komitesi’ni düzenli olarak bilgilendirir ve toplantı gündemini önceden Ortaklık Konseyi aracılığıyla Ortaklık Komitesi’ne gönderir. 

Gümrük İşbirliği Komitesi, Gümrük Birliği’nin tamamlanması sürecinde gümrüklerle ilgili teknik hususları ele alarak Ortaklık Konseyi’ne önemli ölçüde yardım sağlamış, Gümrük Birliği’nin tamamlanmasından sonra ise görev alanı çerçevesinde karşılaşılan teknik sorunların ele alınıp çözümler aranmasında önemli rol oynamıştır. 

Gümrük Birliği Ortak Komitesi., 

Türkiye ile AB arasında kurulan Gümrük Birliği’nin uygulama koşullarının düzenlendiği 1/95 sayılı Ortaklık Konseyi Kararı uyarınca, Gümrük Birliği’nin işleyişiyle doğrudan ilgili olan alanlarda (ortak ticaret politikası, ortak rekabet 
politikası, gümrük mevzuatı vb.) Türk mevzuatının AB mevzuatıyla sürekli uyumlaştırılması ilkesi kabul edildi ve bu ilkeyi hayata geçirmek için Gümrük Birliği Ortak Komitesi adında yeni bir organ kuruldu. 

Başlıca ilgi alanı teknik konular olan Komite; bilgi ve görüş alışverişini yürütür, Ortaklık Konseyi’ne tavsiye kararları hazırlar, Gümrük Birliği’nin düzgün işlemesini sağlamak amacıyla görüş bildirir, kendi iç tüzüğünü hazırlar ve 
görevlerini yerine getirmede kendisine yardımcı olacak alt komiteler veya çalışma grupları kurabilir. Örneğin 

Gümrük Birliği Ortak Komitesi altında “Teknik Mevzuat Uyum Alt Komitesi” oluşturulmuştur. 

Gümrük Birliği Ortak Komitesi; Anlaşma taraflarının temsilcilerinden meydana gelir. Bürokratik düzeyde toplanır. 

Başkanlık, altı aylık sürelerle, dönüşümlü olarak Türkiye ve AB’yi temsilen Avrupa Komisyonu tarafından yürütülür. 

Görevlerini yerine getirmek için düzenli olarak toplanan Komite bunun dışında, İç Tüzüğüne uygun olarak Başkanın inisiyatifi veya taraflardan birinin talebi üzerine de toplanır. Ancak uygulamada, Gümrük Birliği Ortak Komitesi yılda bir veya iki defa toplanmaktadır. 

III. TÜRKİYE- AB GÜMRÜK BİRLİĞİ 

Türkiye ile AB arasında 1996 yılından itibaren yürürlüğe giren Gümrük Birliği’nin hukuki temelleri Ankara Anlaşması ve Katma Protokol’e dayanmaktadır. Önceki bölümlerde açıklandığı üzere, Türkiye Katma Protokol’de öngörülen takvim çerçevesinde gümrük vergisi indirimlerini 1976 yılına kadar yerine getirmiş, Türkiye ile Topluluk arasındaki ilişkilerin siyasi ve ekonomik sebeplerle kesintiye uğraması sonucu11976 yılından sonraki gümrük vergisi indirimleri ertelenmiştir. 

Türkiye’nin Nisan 1987’de yaptığı tam üyelik başvurusu Türkiye-Topluluk ilişkilerini yeniden başlatmış, Türkiye’nin başvurusu kabul edilmemekle birlikte ilişkilerin güçlendirilmesi için hazırlanan İşbirliği Programı’nda “Gümrük Birliği” öngörülen işbirliği alanlarının başında yer almış ve sonuç olarak Gümrük Birliği’nin tamamlanmasına yönelik çalışmalara hız verilmiştir. 

1 Türkiye’nin Katma Protokol’ün 60.maddesi çerçevesinde yaptığı başvuru ile yaklaşık 10 yıllık bir süreyi kapsayan dönem boyunca ilişkiler kesintiye uğramıştır. 

Gümrük Birliği tamamlanıyor… 

Ortaklık Konseyi’nin 6 Mart 1995 tarihinde yapılan 36. toplantısında alınan “Gümrük Birliği Kararı” Gümrük Birliği’nin son döneminin uygulamaya konulmasına ilişkin koşulları belirlemektedir. Böylece, Katma Protokol’de 
öngörülen 22 yıllık Geçiş Dönemi, 1.1.1996 tarihi itibarıyla son bulmuş ve Türkiye’nin AB’ye katılımı yolunda “Son Dönem”e girilmiştir. 

1/95 sayılı Ortaklık Konseyi Kararı Türkiye’ye Ankara Anlaşması’nda tanımı yapılmış olan klasik gümrük birliğinin ötesinde yükümlülükler getirmiştir. 

Anlaşma’nın 10. Maddesi gereği; Üye Devletlerle Türkiye arasında, ithalatta olduğu gibi ihracattada gümrük vergileri ve eş etkili resim ve harçlar, miktar kısıtlamaları ile milli üretime Anlaşma’nın hedeflerine aykırı bir koruma 
sağlamayı gözeten eşit etkili başka her türlü tedbir yasaklanır ve buna ilave olarak Türkiye üçüncü ülkelerle ilişkilerinde Topluluğun Ortak Gümrük Tarifesi’ni kabul eder ve Toplulukça dış ticaret konusunda uygulanan sair mevzuata da yaklaşmayı taahhüt eder. 

1/95 sayılı Ortaklık Konseyi Kararı’nda ise Gümrük Birliği’nin sadece gümrük vergileri ve eş etkili vergilerin kaldırılması ve Topluluğun üçüncü ülkelere uyguladığı ortak gümrük tarifesine (OGT) uyum sağlanması değil, aynı zamanda bir tarafın diğer taraf üzerinde haksız rekabet avantajı sağlamasına neden olabilecek tüm bozucu mekanizmaların kaldırılması anlamına geldiği anlayışı mevcuttur. Bu anlayış Türkiye açısından, rekabet kuralları, devlet yardımları, ticari tekeller, fikri ve sınai mülkiyet hakları alanındaki ve ortak ticaret politikası alanındaki Topluluk mevzuatına uyum yükümlülüklerini beraberinde getirmiştir. 

Kısaca, sadece malların serbest dolaşımına ilişkin değil, aynı zamanda rekabet kuralları, devlet yardımları, fikri ve sınaî mülkiyet hakları gibi alanlarda da Topluluk mevzuatına uyum yükümlülüğü doğmuştur. 

1/95 sayılı Ortaklık Konseyi Kararı’nda şu kısımlara yer verilmiştir: 
• Malların Serbest Dolaşımı ve Ticaret Politikası 
• Tarım Ürünleri 
• Gümrük Hükümleri 
• Yasaların Yakınlaştırılması 
• Kurumsal Hükümler 
• Genel ve Son Hükümler Türkiye’nin Karar hükümlerine göre yükümlülükleri iki başlık altında toplanabilir: 

Malların Serbest Dolaşımına İlişkin Yükümlülükler Türkiye-AT Gümrük Birliği “serbest dolaşım” statüsünü haiz sanayi ürünleri ile işlenmiş tarım ürünleri ile sınırlıdır. 

Tarım ürünlerine ortaklık konseyi kararları, kömür ve çelik ürünlerine ise ayrı bir anlaşma kapsamında “menşe” esasına dayalı tercihli rejim uygulanmaktadır. 

Serbest dolaşım prensibine göre, Türkiye’de ve Topluluk’ta elde edilen ürünler ile üçüncü ülke çıkışlı olup Türkiye veya Topluluk’ta ithal işlemleri tamamlanmış, gerekli gümrük vergi ve resimleri tahsil edilmiş, bu vergi ve resimleri tam veya kısmi bir iadeden yararlanmamış ürünler gümrük birliği gümrük bölgesi (Topluluk + Türkiye) içerisinde serbest dolaşımda sayılmaktadır. 

Böylece, “serbest dolaşım prensibi”ne dayalı Gümrük Birliği’nin işleyebilmesi için Türkiye’nin yerine getirmesi gereken yükümlülükler şöyle sıralanmıştır: 

• Türkiye 12 ve 22 yıllık listelerde bulunan eşyanın Topluluk’tan ithalatında uyguladığı gümrük vergisi ve eş etkili vergileri 31 Aralık 1995 tarihi itibarıyla kaldıracaktır. 
• Üçüncü ülke kaynaklı eşyaya uygulanmakta olan gümrük vergisi ve eş etkili vergilerde 31 Aralık 1995 tarihinde Topluluğun Ortak Gümrük Tarifesi’ne (OGT) uyum sağlanacaktır. 2 
• İşlenmiş tarım ürünleri ticaretinde, Topluluk’ta uygulanan sistem getirilerek, Karar’ın 1 No’lu ekinde sayılan bu ürünlerin sanayi ve tarım payları tespit edilerek, toplam korumanın sanayi payına tekabül eden kısmının Topluluğa karşı sıfırlanması öngörülmüştür. 
• Her iki taraf, ithalat ve ihracatta uyguladıkları miktar kısıtlamalarını kaldıracaklar dır. Ancak, Türk tekstil ürünlerine uygulanan miktar kısıtlamalarının kaldırılması Türkiye’nin Topluluğun bu konuda uyguladığı 
mevzuata uyum sağlaması koşuluna bağlanmıştır. 
• Karar’ın yürürlüğe girdiği tarihten itibaren 5 yıl içerisinde Türkiye ticarette teknik engellerin kaldırılması konusundaki Topluluk araçlarını benimseyecektir. Mevzuat Uyumuna İlişkin Yükümlülükler 

1 /95 sayılı Kararı’n 8. maddesi gereği; Türkiye, Karar’ın yürürlüğe girdiği tarihinden itibaren beş yıl içinde, ticaretin önündeki teknik engellerin kaldırılması konusundaki Topluluk müktesebatını iç hukuk sistemine dahil edecektir. 

2 Ancak 2/95 sayılı Ortaklık Konseyi Kararı ekinde sayılan hassas ürünler için OGT’ye uyum 2001 yılı başında yapılacak %50 oranındaki indirimle gerçekleşecektir. 

Söz konusu müktesebat listesi daha sonra 2/97 sayılı Ortaklık Konseyi Kararı ile tespit edilmiş ve yaygınca bilinen teknik mevzuat uyumu çalışmaları bu vesileyle başlamıştır. 

1/95 sayılı Karar’ın 54.Maddesi ise, Gümrük Birliği’nin işleyişi ile doğrudan ilgili alanlardaki Türk mevzuatının mümkün olduğunca Topluluk mevzuatı ile uyumlaştırılmasını öngörmektedir. Söz konusu maddenin ikinci paragrafında, 
Gümrük Birliği’nin işleyişi ile doğrudan ilgili alanlar şöyle sıralanmaktadır: 

Topluluk ticaret politikası ve üçüncü ülkelerle yaptığı tercihli ticaret anlaşmaları, 

• Sanayi ürünleri ticaretindeki teknik engellerin kaldırılmasına ilişkin mevzuat, 
• Rekabet politikası, 
• Fikri ve sınai mülkiyet haklarına ilişkin mevzuat, 
• Gümrük mevzuatı. Gümrük Birliği Kararı kapsamında neler yapıldı? 

1 Ocak 1996’da itibaren Taraflar arasındaki gümrük vergilerinin sanayi malları için sıfırlanmasına ve ülkemizin üçüncü ülkelere AB’nin Ortak Gümrük Tarifesini uygulamasına başlanmış ve bu alandaki bazı istisnalar da takip eden süreçte ortadan kaldırılmış, işlenmiş tarım ürünleri için ise sanayi payı sıfırlanmıştır. 

Ayrıca, 1/95 sayılı Ortaklık Konseyi Kararı gereğince dış ticaret rejimimiz büyük ölçüde AB ile uyumlu hale getirilmiştir. 
Bu çerçevede, malların serbest dolaşımı ile ortak ticaret politikasına ilişkin düzenlemelerin yanı sıra teknik mevzuat, fikri ve sınai mülkiyetin korunması, devlet yardımları, ticari nitelikli devlet tekelleri ve rekabet hukuku alanlarındaki AB mevzuatı, ülkemizin ihtiyaçları da dikkate alınarak dış ticaret rejimimize yansıtılmaktadır. 

Başlıklar altında Türkiye’nin üstlendiği yükümlülükler çerçevesinde yapılanları şöyle özetleyebiliriz: 

Topluluk ticaret politikasına ve üçüncü ülkelerle yaptığı tercihli ticaret anlaşmalarına uyum 

1/95 sayılı Gümrük Birliği Kararı’nın 12.maddesi uyarınca Türkiye, 1 Ocak 1996 tarihinden itibaren Topluluğun ithalatta ortak kurallar, belirli üçüncü ülkelerden yapılacak ithalatta ortak kurallar, miktar kısıtlamalarının idaresi, haksız ticari uygulamalara karşı önlemler, ihracatta ortak kurallar, ihracatta kota ve tarife kontenjanı belirlenmesi ve idaresi tekstil ve hazır giyim sektöründe üçüncü ülkelere karşı uygulanan miktar kısıtlamaları, dahilde ve hariçte işleme rejimlerine ilişkin kurallarına uyum sağlamıştır. 

1/95 sayılı Karar’ın 16.maddesi uyarınca Türkiye, Ortak Ticaret Politikasına uyum amaçlı olarak AB’nin çeşitli ülkelerle yaptığı Serbest Ticaret Anlaşmalarına (STA’lar) benzer anlaşmalar yapmaya başlamıştır. Bu çerçevede, 1996 yılından beri AB’nin üçüncü ülkelere uyguladığı tercihli rejimlerinden olan tercihli ticaret anlaşmalarına benzer anlaşmaları üçüncü ülkelerle karşılıklı yarar esasına dayalı olarak müzakere edilmektedir. 

Hâlihazırda, AB üyelikleri nedeniyle STA’ları feshedilen 10 adet Merkezi ve Doğu Avrupa ülkesi hariç, 17 ülke ve EFTA ile STA imzalanmıştır (İsrail, Makedonya, Hırvatistan, Bosna ve Hersek, Filistin, Tunus, Fas, Suriye, Mısır, Arnavutluk, Gürcistan, Karadağ, Sırbistan, Şili, Ürdün, Lübnan ve Morityus). Bunlardan Lübnan ve Morityus ile imzalanan STA’lar taraflarca iç onay sürecinin tamamlanmasının ardından yürürlüğe girecektir. 

Sanayi ürünleri ticaretindeki teknik engellerin kaldırılması 

AB teknik mevzuatına uyumda da önemli aşamalar kaydedilmiş, bugün teknik mevzuatın % 90’ından fazlası uyumlu hale getirilmiştir. Bu alandaki önemli bir gelişme olarak, CE işaretli mevzuat kapsamındaki ürünlerin belgelendirmesini yapan Türk Onaylanmış Kuruluşlarının sayısı 21’e yükselmiştir. 

Rekabet politikası ve fikri mülkiyet hukukuna uyum 

Rekabet politikası ve fikri mülkiyet hukukuna uyum çalışmaları Gümrük Birliği’nin yürürlüğe girmesinden de önce başlatılmıştır. Rekabet politikası alanında, anti-tröst ve birleşmelerin kontrolü konusunda mevzuatın büyük 
bölümüne uyum sağlanmış, Rekabet Kurumu ve Türk Patent Enstitüsü kurulmuştur. 

Rekabet politikasına uyumun gerektirdiği diğer alan olan devlet destekleri konusundaki uyum çalışmaları ise ilgili faslın üyelik müzakerelerine açılması kapsamında hızlanmış, “Devlet Desteklerinin İzlenmesi ve Denetlenmesi 
Hakkında Kanun” kabul edilmiş, ayrıca devlet desteklerinin söz konusu Kanun hükümlerine göre verilmesini teminen bir “Devlet Destekleri İzleme ve Denetleme Otoritesi” oluşturulmuştur. 

Fikri Mülkiyet Hukuku alanında ise, uluslararası normlara uyum sağlamak amacıyla edebiyat ve sanat eserlerinin korunması, icracı sanatçılar, yayın kuruluşlarının korunması gibi uluslararası anlaşmalara taraf olunmuş, aynı 
zamanda, fikri haklar sisteminin yeniden ele alınması ve Avrupa Topluluğu hukuk sistemi ile uyumlu hale getirilmesi amacıyla bir çok hukuki düzenleme kabul edilmiştir. Sınai mülkiyet haklarının AB mevzuatına ve uluslararası 
normlara ve özellikle Dünya Ticaret Örgütü Anlaşması TRIPS Metnine uygun bir şekilde korunması amacıyla da patent, endüstriyel tasarımlar, markalar ve coğrafi işaretlerin korunmasına ilişkin düzenlemeler yürürlüğe girmiştir. 

Topluluk Gümrük Mevzuatına uyum 

Türkiye, Topluluk Gümrük mevzuatına (AB Gümrük Kodu’nu oluşturan 2913/92 (EEC) Konsey Tüzüğü ile uygulama hükümlerini içeren 2454/93 sayılı Komisyon Yönetmeliği) büyük ölçüde uyum sağlamış, böylece Gümrük Birliği’nin işlemesi açısından yeknesak uygulamaları gerektiren; menşe, gümrük kıymeti, malların gümrük birliği bölgesine girişi, gümrük beyannamesi, serbest dolaşıma giriş, ekonomik etkili gümrük rejimleri, malların dolaşımı, gümrük borcu/yükümlülüğü, itiraz hakkı konularında uyum sağlanmıştır. 

Yukarıda hukuki temelleri ve içeriği açıklanan Gümrük Birliği’nin yürürlüğe girdiği 1996 yılından bu yana sürdürülen uyum çalışmaları sonucunda ülkemiz bu alandaki mevzuat uyumunda oldukça ileri bir seviyeye ulaşmıştır. 

Gümrük Birliğinin Etkileri 

Gümrük Birliği’nin yürürlüğe girdiği 1996 yılından bu yana ülkemiz bu alandaki mevzuat uyumunda oldukça ileri bir seviyeye ulaşmıştır. 

Gümrük Birliği Türkiye’nin dış ticaret rejimini yeniden yapılandırmakla kalmamış; AB ile geleneksel olarak sürdürülen ticari ilişkilerin geliştirilmesinde de rol oynamış ve üçüncü ülkelerle ticaret bakımından önemli sonuçlar doğurmuştur. 

Türkiye ile AB arasındaki ticaret hacmi Gümrük Birliği sonrasında büyük ölçüde artmıştır: 1996 yılında 36,2 milyar dolar olan Türkiye-AB ticaret hacmi 2010 yılında 125 Milyar dolara yükselmiştir3. 

Gümrük Birliği’nin dinamik etkileri Türk imalat sektörünün rekabet ve verimlilik düzeyine de olumlu yönde katkıda bulunmuştur. 

Gümrük Birliği sonrasında Türkiye yabancı yatırımcılar için daha tahmin edilebilir, ekonomik ve siyasi bakımdan daha istikrarlı bir ülke haline gelmiştir. 

Gümrük Birliği’nin bu olumlu katkılarının yanı sıra zaman zaman eleştirilen tarafları da mevcuttur. Bu eleştiriler ya da sorunlar genel olarak Türkiye’nin diğer aday ülkelerden farklı olarak Birliğe üye olmadan Gümrük Birliği’ni 
gerçekleştirmesinden kaynaklanmaktadır. 

Türkiye Birlik üyesi sıfatına haiz olmaması dolayısıyla AB karar alma mekanizmasına katılamamakta, buna mukabil benimsenmesinde karar alıcı olmadığı AB mevzuatı ile bağlı hale gelmektedir. 


3 Kaynak: Dış Ticaret Müsteşarlığı 

T.C. 
AVRUPA BİRLİĞİ BAKANLIĞI 
Adres: Mustafa Kemal Mah. 2082.Cad. No: 4 
06800 Bilkent /ANKARA 
Telefon: 0 (312) 218 13 00 • Faks: 0 (312) 218 14 64 
www.ab.gov.tr 

***

TÜRKİYE AB İLİŞKİLERİ ÜZERİNE

TÜRKİYE AB İLİŞKİLERİ ÜZERİNE..,,



26 Mayıs 2009
Röportaj - Bahadır KALEAĞASI
Ads1z (Custom)_thumb[4]_thumb[3] Türkiye-AB ilişkileri üzerine yorumların yer aldığı sitemizde, muhtelif görüşleri yansıtmak amacıyla, Türkiye ve Avrupa Birliği ilişkileri hakkında röportajlar yapıyoruz.


Sitemizin ikinci röportajını, TÜSİAD Avrupa Birliği Temsilcisi, Brüksel Üniversitesi Avrupa Etütleri Enstitüsü’nün bilimsel üyesi TEMA-Brüksel'in kurucu başkanı ve JCI-Europe Yönetim Kurulu üyesi görevlerini başarıyla sürdüren Bahadır KALEAĞASI ile 26 Mayıs 2009'da e-posta yoluyla yaptık.


Davetimizi kabul ettiği ve sorularımızı içtenlikle yanıtladığı için Sayın Bahadır KALEAĞASI'na teşekkür ederiz.

Röportaj

Röportör: İş dünyası, Türkiye-AB ilişkilerine genel olarak nasıl bakmaktadır? Türk işadamlarının olası bir üyelikle ilgili genel beklentileri nelerdir?
Bahadır KALEAĞASI: AB üyeliği Türkiye için bir demokrasi, ulusal egemenlik, ulusal çıkar, küresel rekabet gücü ve toplumsal kalkınma süreci, aracı ve hedefidir. Bunun bilincinde olan iş dünyasının geniş kesimleri AB üyeliğini destekliyor.

Röportör: AB'nin sosyal politikaları nelerdir? Türkiye söz konusu sosyal politikaların neresinde yer almaktadır?

p_05352_o (1) Bahadır KALEAĞASI: AB sosyal politikaları çalışanların hakları, kadın-erkek eşitliği, iş yeri güvenliği ve sağlık koşulları, girişimcilik ve sosyal dengelerin aynı anda desteklenmesi, ekonomik rekabet gücünü gözeten esneklik ve iş güvencesi arasında denge arayan yeni politikalar arayışı gibi etkenler üzerinde gelişmektedir. AB üyeliği sürecinin Türk halkı açısından en önemli kazançlarından biri sosyal politika alanıdır.

Röportör: İmtiyazlı ortaklık hakkında görüşünüz nedir?

Bahadır KALEAĞASI: AB ülkelerinin karşılaştıkları sorunlar sınırlar ötesi. Çözümleri de öyle. Uluslararası ticaret, teknolojik altyapı, salgın hastalıklar ve güvenlik gibi farklı alanlarda Avrupa ülkeleri Birlik içinde daha fazla küresel güç sahibiler. AB üyeliği sayesinde ne İngiltere, Fransa, İspanya gibi büyük ülkeler, ne de Yunanistan, Macaristan, Finlandiya gibi küçük ülkeler egemenlik kaybetti.
Türkiye’nin de içinde bulunduğu uluslararası dengelerde AB en etkili ekonomik ve siyasal güç odağı. Türkiye dışında kalacağı bir AB’nin uydusu konumuna gelebilir. Asıl o zaman ulusal egemenlik erir. Çünkü coğrafyamızdaki ülkeler AB’nin politikaları ve standartlarına uyum alanı içindeler. İran’a sattığımız ürünler, Kore’den çekmeye çalıştığımız yatırımlar, limanlarımız için yaptığımız planlar, temiz enerji teknolojileri, iletişim altyapımız, turizm gibi çok sayıda alanda AB standartları etkili. AB politikalarının manyetik alanı içindeyiz. Üye olarak bu politikaların karar sürecine katılmalıyız.

Aksi takdirde her şeyden önce bir demokratik meşruiyet sorunu oluşur. Hal böyleyken, Türkiye’ye “ayrıcalıklı ortaklık” önermek AB değerleri ve hukuku ile çelişiyor. Gerek Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun, gerekse ana muhalefet olarak CHP Başkanı Baykal’ın son açıklamaları yönde. Ankara’dan Paris ve Berlin’e mesaj açık: Türkiye partiler üstü bir anlayışla bu öneriyi reddediyor.

Buna rağmen, Avrupa’da bazı çevreler Türkiye’nin AB üyeliği sürecinden kendi kendine öngörüyorlar. Umutları “demokratik eksiklikler, toplumsal duygusallık, siyasal özgüvensizlik, hantal devlet mekanizması ve analiz hataları”. Amaçları Türkiye’yi siyasal karar sistemine ortak almadan, özel bir statü ile AB’nin etki alanı içinde tutmak. Bunu da mümkünse “Türkiye dostu” edası ve “Türkiye büyük ülkedir” söylemiyle süslemek. Ya da Türk kamuoyunu kışkırtmak, karamsarlaştırmak. Bu tuzağa dikkat!

Röportör: Kişisel olarak, Türkiye'nin AB'ye girebileceğini düşünüyor musunuz?

Bahadır KALEAĞASI: Türkiye’nin önünde 2014-2015’te üyeliğe uzanabileceği bir AB yol haritası var. İnişli çıkışlı, bol engelli fakat ilerlemesi olası ve hayırlı bir yol. Dünya siyasetindeki son gelişmeler, küresel ekonomik kriz, enerji jeopolitiği ve yeniden şekillenen uluslararası düzen Türkiye için yeni bir AB perspektifi oluşturmakta. Bu yolun temel atılımları şunlar olmalıdır:

1. DEVLET REFORMU

Eğer Türk devlet yapısının geçmişte bir noktada (örneğin 1965 veya 1985’de, fark etmez) esas olarak çağına uygun verimli bir sistem olduğunu kabul edersek, bugün, 2009’da vahim bir durum var demektir. Türk toplumu ve dünya kökten değişti, devlet sistemi pek değişmedi, zaman aşımına uğradı.

Bu nedenle, kamu personel rejimi, yeni teknolojiler, bilginin kurumlar arasında yatay paylaşımı, sivil toplumla işbirliği, vatandaşa hizmetkârlık ve AB mevzuatına uyum odaklı bir devlet reformu hızla sonuçlandırılmalı.

2. İNSAN SERMAYESİ

Türkiye’nin insan kaynakları iyi değerlendirilmeli. Ülke içinde ve dışında finans, AB hukuku, bilgi teknolojileri gibi farklı alanlarda iyi yetişmiş birçok uzman, akademisyen, özel sektör yöneticisi ve uluslararası kurum çalışanı p_07483_o (1) var. Başbakan’dan bürokrasiye, tüm devlet sistemi içinde stratejik çalışma geleneği güçlenmeli. ABD, Fransa, Avusturya gibi ülkelerde olduğu üzere, hükümette bakan olmakla milletvekilliği arasında bir bağ aranmayabilinir. Çok daha geniş bir insan sermayesine dayalı hükümet ve üst düzey bürokrasi oluşabilir. Ayrıca artık “Türk kadınını dışlayan devlet” zafiyetinden kurtulmalı.

Diğer yandan, topluma AB süreci artıları ve eksileriyle iyi anlatılmalı. AB üyeliğinin dünyanın diğer bölgeleriyle olan ilişkilerimize katkısı, toplumsal kalkınma boyutu, partiler üstü ulusal çıkar niteliği bu iletişimin ana hatları. Uygulamada başarı ise, ancak uzman iletişimcilere görev veren bir çağdaş anlayışla olası.

Avrupa’yı iyi anlayan bir Türk toplumu AB üyeliğine giden yolun en önemli itici gücü olur. Özellikle gençlik bu noktada belirleyici etken. Bilgiye ulaşma, sorgulama ve kullanma yeteneğinden, İngilizce bilgisinden, ülkesi ve dünya hakkında temel genel kültürden ve okul dışı sosyal etkinlik olanaklarından yoksun bir gençlik ile hiçbir ülke AB üyesi olmaz; küresel düzende ikinci, üçüncü sınıf bir oyuncu olur.

3. MÜZAKERE STRATEJİSİ

Önce olmak istediğimiz gibi olmalıyız. Özgürlükler, yargı reformu, temiz hava, gıda, güvenli ulaşım, sosyal haklar gibi ‘AB koşulları’ da denen reform dosyaları her şeyden önce bir çağdaş ülke ve refah toplumunun temel özellikleridir. Ulusal çıkar, uluslararası saygınlık ve küresel güç kaynaklarıdır. Örneğin Kıbrıs'ta müzakere tutumumuz daha saygın bir demokrasi olarak güçlenir.

Müzakere stratejimiz belirlenirken, AB’nin bugünü değil yarınına uyum sağlamak hedefi iyi anlaşılmalı.

AB içinde bugün sorun yaratan veya işlevsiz hale gelmiş birçok mevzuat var. Bizzat AB Komisyonu “Daha İyi Düzenlemeler” başlığı altında mevzuatı yalınlaştırıyor. Bu eğilimleri iyi anlayarak, Türkiye’yi küresel ekonomik rekabet gücünü zedelemeyecek bir dönüşüm içinde AB hedefine doğru ilerletmek gerekiyor.

Yalnızca kurumsal boyut yetmez. Türkiye kapsamlı bir toplumsal kalkınma reformları devinimi içinde olmalı: eğitim, iş piyasası, kayıt dışı ekonomi, bilgi toplumu, enerji kaynakları, bölgesel kalkınma, kadın hakları, tarım, …

Ayrıca temel amaç artık AB ile ikili ilişkiler mantığını aşmak olmalı. Küresel düzene ve Avrupa’nın geleceğine yön veren temel eğilimler neler ise, Türkiye Avrupa içinde bu konulara yönelik tartışmalarda rol sahibi olabilir.

Diğer taraftan, siyasal rekabet her demokrasinin enerji kaynağıdır. Ekonomi, AB, güvenlik, eğitim, sağlık, çevre ... Siyasal partiler hangi politikaları, hangi kaynaklar, kadrolar ve takvimle, hangi ölçülebilir hedefler için öneriyorlar?

Bu dönüşümleri başarmakta olan bir Türkiye AB içindeki karşıt lobiler, saplantılı siyasetçiler ve evhamlı kamuoyu gibi engelleri aşar, yoluna devam eder. Aynı zamanda ancak bu yönde ilerleyen bir Türkiye önce kendi AB üyeliği tarihini belirleyecek ve AB’ye kabul ettirecektir. Bundan önceki aday ülkeler de böyle yaptı.

4. ULUSLARARASI İLETİŞİM

Dış iletişim artık her çağdaş ülke için çok önemli bir siyasal ve ekonomik güç aracı. Türkiye için ayrıca AB yolunda kaçınılmaz bir boyut. Fakat Türkiye çoğu zaman iletişim sorununu sorun kabul etme aşamasında tıkanıyor. Halbuki, sanıldığından daha küçük olanaklarla, ulusal çıkar için getirisi yüksek atılımlar olası.



Örneğin Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın son Avrupa başkenti ziyaretleri ve ABD Başkanı’nın Türkiye gezisinde dünyanın önde gelen medya, ekonomi ve siyaset çevreleri aynı ortamlarda buluştular. Tanıtım şirketlerine engin bütçeler verilse elde edilemeyecek bir fırsat. Fakat Türkiye bu çevrelere iyi hazırlanmış dosyalar ve görsel malzemeler ulaştıramadı, iletişim ağlarını yeterince geliştiremedi. Peki kim sorumlusu? Bu kaynakları etkin kullanamamanın hesabını kim verecek Türk halkına, vergi mükelleflerine, seçmenlere? Yanıt yok. Çünkü henüz, 21. yüzyılda, Türkiye Cumhuriyeti’nin uluslararası iletişimden sorumlu etkin bir birimi yok.

5. TÜRKİYE’NİN AB’YE KOŞULLARI

Avrupa ve dünya önümüzdeki dönemde önemli değişimler yaşayacak. Türkiye de daha güçlü bir demokrasi, ekonomi ve toplum olma yolunda ilerleyecek. Bu yükselişi başarırken, bizim de üyelik için AB’den beklentilerimiz iyi vurgulanmalı.

En az dört alanda AB’ye koşullarımız olmalı: küresel ekonomik rekabet gücü, kurumsal etkinlik, siyasal bütünlük ve demokratik saygınlık. Bu sonuncu koşul, aşırı uçlardaki içine kapanmacı siyasal söylemlerin ve Türkiye karşıtlığının merkez sağ ve soldaki bazı siyasal çevrelerce benimsenmediği bir AB gerektirir.

Kendi evrimini başarabilen bir Türkiye ancak böyle bir AB’nin üyesi olmayı kabul edebilir. Ancak böyle bir AB Türkiye’ye karşı çekim gücünü devam ettirebilir. Çünkü, ancak böyle bir AB 21. yüzyılda önemli bir ekonomik ve siyasal aktör konumunu sürdürebilir.

Röportör: Sorularımızı yanıtladığınız için çok teşekkür ederiz.

http://turkiye-ab.blogspot.com/2009/05/roportaj-bahadr-kaleagasi.html


***

23 Kasım 2019 Cumartesi

TERÖRÜN EKONOMİK ETKİLERİ, BÖLÜM 3

TERÖRÜN EKONOMİK ETKİLERİ, BÖLÜM 3 



2.6. Turizm Üzerindeki Etkileri, 

Dış turizm gelirleri, gelişmekte olan birçok ülke ekonomisinin temel döviz kaynağı niteliğindedir. Turizm sektörünün yüksek çarpan etkisi nedeniyle bu sektörde ani bir daralma yaşandığında, ekonominin genelinde daha sert etkiler gözükmektedir (Yeşiltaş, Öztürk vd, 2008:176). Teröristler de turizmin bu önemini zaman içerisinde fark etmeye başlamıştır. 
Yerli ve yabancı basında büyük yankı uyandırması nedeniyle turistler, terör örgütlerinin önemli hedefleri arasındadır. Bu yolla teröristler, medyanın ilgisini ve dolayısıyla propaganda amaçlarını gerçekleştirme şanslarını artırırlar (Sönmez, 1998:425). Terör örgütleri, turistlerin gözünü yıldırarak ülkeye döviz girişini azaltmaya ve bu sayede hükümet üzerine baskı kurmaya çalışmaktadır (Sönmez ve Graefe, 1998:119). 

Turistlere yönelik saldırılar, ülkeye döviz girişini azaltması sonucunu doğursa da, bu saldırıların sadece ekonomik amaçlı olması muhtemel değildir. Turistlere yönelik şiddet olaylarının temelinde sembolik bir önem de söz konusudur. 

Bu tip uygulamaya en belirgin örnek, İspanya’daki ETA terör örgütünün 1985-1987 yılları arasında turistik otelleri hedef seçmesidir. Benzer şekilde, 1990’lar süresince Türkiye’de PKK tarafından yapılan periyodik bombalı ve silahlı saldırılar, turist girişleri üzerinde negatif bir etkiye sahiptir. 
Hall’a göre Türkiye’deki PKK eylemleri, sadece İngiltere’den gelen turistlerin sayısında yaklaşık %20 oranında azalmaya yol açmıştır (Hall’den aktaran Yeşiltaş, Öztürk vd, 2008:182). 


Akademik çalışmalarda, terörün turizm sektörü üzerindeki etkileri rakamsal olarak ortaya konmaktadır. Enders ve Sandler tarafından 1991 yılında İspanya üzerinde yapılan bir çalışmada (1991:49-58), terör eylemleri ve 1970–1988 arasında İspanya’ya gelen yabancı turist sayıları aylık bazda ele alınmıştır. Yapılan tahmine göre, bir terör saldırısının İspanya’ya gelen turist sayısını 140.000 azalttığı ortaya konulmuştur. 
1988 yılında İspanya’yı 5 milyon 392 bin yabancı turist ziyaret etmiş ve bu yılda 18 uluslararası terör eylemi gerçekleşmiştir. 
Yapılan tahmine göre 1988 yılındaki bu terör eylemleri olmamış olsaydı, turist sayısı 1,5 kat artacaktır. 
Yukarıdaki akademik çalışmalarda, terörün turizm sektöründeki etkileri ortaya konulmuştur. Ancak bir ülkedeki terör eylemlerinin turistler üzerindeki caydırıcı etkisi, alternatif turizm ülkelerine fayda sağlayabilir. Öte yandan turistler, terör eylemlerinin yayılma ihtimalini de göz önünde bulundurarak alternatif ülkelere gitmekten de vazgeçebilirler. Ekonomik açıdan pozitif ve negatif sonuçlar doğuran bu iki etkinin aynı anda görülmesi de muhtemeldir. 

Yapılan bir diğer çalışmada (Emsen ve Değer, 2004:79), 1984–2001 yılları arasındaki yıllık veriler kullanarak Türk turizm sektörünün terör eylemlerinden etkilenme düzeyi araştırılmıştır. Çalışmada kullanılan yıllık terörizm verileri, Emniyet Genel Müdürlüğünden temin edilmiş, çalışma sonucunda, Türkiye’de terörün turizm gelirlerine olumsuz etkide bulunduğu tespit edilmiştir. Çalışmada araştırma konusu yapılan turizm gelirleri ile terör olayları arasındaki ilişki, aşağıdaki şekilde görülebilir. 

Grafik 2.Türkiye’de Turizm Gelirleri ile Terör İlişkisi, 


Grafikte Türkiye’de terörün yükselişe geçtiği 1988 yılından itibaren turizm gelirlerindeki büyüme hızının yavaşladığı görülmektedir. Özellikle 1996’dan itibaren, turizm gelirleri ile terör olayları arasında literatürdeki bilgi ile tam bir örtüşme söz konusudur. Bu durumu yükselişe geçen teröre turizm gelirlerinin ani düşüşle tepki verdiği 1998–1999 yılları arasında daha belirgin bir şekilde görmek mümkündür. 

Kısa ve uzun dönem maliyetleri yanında terörün turizm sektöründe dolaylı maliyetleri de bulunmaktadır. Bu kapsamda, yeni veya daha fazla turisti çekebilme için daha fazla tanıtım harcaması yapılması, zarar görmüş turistik tesislerin yeniden inşası, güvenlik harcamalarının arttırılması örnek olarak verilebilir. Avrupa ve Akdeniz’deki birçok havaalanı, artan terör saldırılarına karşılık olarak güvenlik açısından maliyetli iyileştirmeler yapmak zorunda kalmıştır (Drakos ve Kutan, 2001:1). 

11 Eylül saldırılarından sonraki ilk üç ay boyunca ABD’de otel rezervasyonları bireysel varışlar için %20 ile % 50 arasında rezervasyon iptalleri, grupların ve turizm acentelerinin tatil programlarını iptal etmesi, toplantı, kongre, seminer ve ticari fuarların tamamen iptali ve ertelenmesi ile karşı karşıya kalınmıştır. 
Bu sonuç, ABD için turizm gelirlerinin en az 2 milyar USD kayıp anlamına gelmektedir. Bu saldırı sonucunda, birçok otel tekrar müşteri çekmek için oda fiyatlarında %30 – 50 arasında bir indirim ve çeşitli promosyonlar yapmak zorunda kalmıştır (Goodrich, 2002:576). 

2.7. Menkul Kıymet Piyasaları Üzerindeki Etkileri, 

Terör saldırılarından hemen sonra, basında özellikle borsalardaki düşüş sıklıkla vurgulanan bir husustur. Hisse senedi fiyatları, bir şirketin gelecekte beklemiş olduğu gelirleri de yansıtır. 

Terör saldırıları dolayısıyla; 

1. Artan güvenlik önlemlerinin maliyeti, üretim maliyetini arttırmakta, ayrıca havacılık sektöründe örnekleri görüldüğü gibi talebin azalması dolayısıyla beklenen gelirleri azaltmaktadır. 

2. Artan belirsizlik, risk primini de yükseltmektedir (Frey, Luechinger vd, 2007:13). Yatırımcıların terör dolayısıyla firma maliyetleri hakkındaki farklı değerlendirmelerini çözmek kolay değildir. Gerçek dışı piyasa fiyatlarına bakıldığında, bu fiyatların “beklenen” terör saldırılarını da hali hazırda yansıttığı göz önünde bulundurmalıdır. Ancak terör saldırısı ihtimali, sadece tekil olaylar üzerine odaklanmıştır, saldırıların devam edeceği varsayımına genellikle gidilmez. 

11 Eylül saldırılarından sonra risk algılamasındaki değişiklikler, havayollarına ve otellere olan talebi ciddi ölçüde azaltmıştır. Öte yandan, terör saldırılarında uçakların da kullanıldığını gören sigorta şirketleri, havayolları şirketlerinin sigorta primlerini yükseltmiştir. 

Bu durum, havayolları şirketlerinin borsadaki hisselerini düşürmüştür. Havayolları şirketlerinin hisseleri 11 Eylül saldırılarından sonra daha yüksek sistematik riskler göstermiştir. Bu durum, fon yöneticilerinin portföylerinde bu hisselerin oranlarını azaltmasına neden olmuş, bu ise havayollarının değerleri üzerinde ikinci bir baskı yaratmıştır (Bruck ve Wickstrom, 2004:4). 
Bilginin hızlı akışı dolayısıyla sermaye piyasalarında belirsizlik, kararları hızlı bir şekilde etkileyebilir ve bir paniğe neden olabilir. Yatırımcılar bilgiye hızlı eriştiklerinden, firmaların potansiyel politik, toplumsal ve ekonomik değişikliklerle başa çıkma kabiliyetlerini değerlendirirken, mevcut ve gelecek performanslarını göz ardı eder. Piyasa endeksleri ve döviz kurları, bütün bireylerin sermayeleri ve döviz portföylerinin birer göstergesi olduğundan, bir piyasanın pozitif veya negatif yöndeki hareketi, o piyasadaki toplam portföyün de niteliğini gösterir. Terör eylemlerinin negatif bir etki doğurması muhtemel olduğundan, sermaye piyasalarındaki etkinin derecesini piyasadaki likidite oranı belirler. Likiditenin yüksek olması, dalgalanmalara karşı müşteri güveninin oluşmasını sağlayarak istikrarın yeniden sağlanmasına olanak verir. 

Chen ve Siems (2004:349-366), 11 Eylül saldırılarının ABD ve dünya borsalarına etkisi araştırmış ve bu etkileri diğer politik, ekonomik şoklarla doğal afetlerin sonuçlarıyla kıyaslamıştır. 11 Eylül saldırılarının ABD ve dünya finansal piyasaları üzerinde çok ciddi etkileri olmuştur, ancak tarihsel bir perspektiften bakıldığında bu etki benzersiz değildir. ABD borsalarının 11 Eylül saldırılarına olan tepkisi, daha önceki şoklara göre daha az şiddetlidir. Çalışmada, ABD sermaye piyasalarının 1915–2001 yılları arasında terörist/askeri saldırılara verdiği tepki incelenmiş ve ABD sermaye piyasalarının bu olaylar karşısında geçtiğimiz yüzyıla nazaran çok daha hızlı iyileştiği sonucuna ulaşılmıştır. 

Almanya’nın Fransa’yı işgal ettiği 1940 yılında ABD piyasaları 11 aylık zaman zarfında %21 oranında rekor düzeyde düşüş göstermiş ve düşüş öncesindeki değere ulaşması 795 gün almıştır. 11 Eylül saldırılarından sonra ise düşüş oranı %8 düzeyinde kalmış ve eski düzeyine ulaşması sadece 40 gün almıştır. 

Diğer finansal piyasalar ise bu derecede esnek değildir. Örneğin, 11 Eylül saldırılarını takip eden 11 günlük zaman zarfında Norveç borsası %25 düşüş göstermiş ve eski düzeyine kavuşması 107 gün almıştır. 

ABD ekonomisinde görülen bu hızlı düzelme, FED’in bankacılık ve finans sektörü aracılığıyla likidite sağlama konusunda atmış olduğu adımlara da bağlanabilir. Araştırmacılar, bu bulgulardan hareketle şu sonuca varmaktadır: Finansal piyasalar son yıllarda daha esnek hale gelmiştir ve düzenleyici birimler, finansal sisteme yeterli likidite sunarak bu şoklara akıllıca müdahalede bulunmuştur. 

Bu örnekten de anlaşıldığı gibi, terör/askeri saldırı sonrasında ortaya çıkan yatırımcı kararlarının, bir dereceye kadar yönetilebilmesi mümkündür. 

2.8. Milli Gelir ve Büyüme Üzerindeki Etkileri, 

Terör dolayısıyla işlem maliyetlerinde ortaya çıkan artışlar, kaynakları verimli alanlardan çekecektir. Bu nedenle emek verimliliğindeki büyüme oranının düşmesi beklenebilir. Eğer ar-ge harcamaları bundan ters yönde etkilenirse, teknolojik gelişim yavaşlayacağı için sermaye verimliliğindeki büyüme de düşecektir. 

Terörün orta vadede göstereceği bir diğer etki ise tüketici güveninin kaybolmasıdır. Bunun bir örneği 11 Eylül saldırılarından sonra havayolları, turizm ve eğlence sektöründe kendisini göstermiştir. Tüketici güvenindeki kalıcı bir düşüş, diğer sektörlerdeki tüketimi de etkileyecektir. Ancak bu etkinin orta vadedeki boyutunu hesaplamak güçtür. 11 Eylül saldırılarından sonra tüketici güveni endeksi Ekim 2001’de %15 oranında düşüş göstermiş, ancak 2002 yılının sonlarına doğru giderek yükselmiştir (Penm, Buetre vd, 2004:4). 

Terörün düşük ve orta gelirli ülkelerde ortaya çıkaracağı mali etkiler üzerine yapılan bir araştırma (Gupta, Clements vd, 2004:421) sonucuna göre, terörün büyüme üzerinde doğrudan ve dolaylı olarak büyük etkisi olduğu ortaya konulmuştur. 

Bir diğer araştırma (Bloomberg, Hess vd, 2002:2) sonucuna göre, yüksek gelirli ve demokratik ülkelerde terör, durgunluk dönemlerinde daha fazla gözlemekte dir . Yapılan araştırmada terörle GSMH büyüme oranı arasında ters yönlü bir ilişki olduğu ortaya konulmuştur. 

Terörün devam etmesi, ekonomik maliyetlerin de kalıcı olmaya başlaması anlamına gelir. Terörün ekonomik maliyetleri, güvenlik maliyetleri dolayısıyla bir “güvenlik vergisi” veya “terör vergisi”ne benzetilebilir. Araştırmacılar (Gupta, Clements vd, 2004:421), düşük ve orta gelirli ülkelerde, terörün maliyetlerinin bütçe üzerinde ciddi bir yük haline gelebileceğini belirtmektedir. Güvenlik dolayısıyla katlanılmak zorunda kalınan bu maliyetler, büyümeyi doğrudan ve dolaylı olarak etkilemektedir. 

Ayrıca yabancı yatırımlardaki düşüş, beraberinde ülkeye know-how transferini de düşürmekte, bu ise yine ekonomik büyüme üzerinde negatif bir etki doğurmaktadır (Frey, Luechinger vd, 2007:11). 

11 Eylül saldırılarından sonra zayıf olan uluslararası ekonomi daha da zayıflamıştır. Terör saldırısından sonraki şok, yabancı sermaye piyasalarında, turizmde, seyahatte, tüketici davranışlarında ve ABD’den çıkan sermaye üzerinde hemen hissedilmiştir. Dünyada merkez bankaları, ulusal finans sistemlerine likidite sürmüştür (Nanto, 2001:3). Ekonomik faaliyetlerdeki durgunlaşma genelleşmiş ve dünya ekonomilerinin birçoğu birbirine paralel olarak resesyona girmiştir. 

Aşağıdaki şemada (Nanto, 2001:4) 1997-2005 yılları arasında reel ekonomik büyüme oranları verilmiştir. Dünya ekonomik büyüme oranı 2002’de %1,9 iken 2003’te %2,7 olarak gerçekleşmiştir. Dünya ekonomik büyüme oranı, Asya krizinin yaşandığı 1998 yılında ise %2,3 olarak gerçekleşmiştir. 2004 yılında bu oran en yüksek seviyesine çıkmış ve %4 olarak gerçekleşmiştir. 2004 yılının ortalarında, temelde Orta Doğu’daki istikrarsızlık ve belirsizlik dolayısıyla ortaya çıkan 6-10 USD’lik “güvenlik primi” dahil olmak üzere varil başına 40 USD’yi aşan petrol fiyatları ile dünya ekonomisi bir kez daha zor duruma girmiştir. 


Grafik 3. 1997-2005 Yılları Arası Reel Büyüme Oranları Yüzde 

Burada sorulması gereken soru, düşen bu büyüme oranlarında 11 Eylül saldırılarının rolüdür. 11 Eylül’den önce, ekonomik tahminler yapan bir firmaya göre, 185 ülkeyi kapsayan dünya reel ekonomik büyüme oranı, 2001 yılında %2,8 ve 2002 yılında %3,1 olarak gerçekleşecektir. 

Ancak 11 Eylül saldırılarından sonra bu oranlar 2001 ve 2002 yılları için sırasıyla %1,4 ve %1,9 olarak gerçekleşmiştir. Diğer bir ifadeyle, 11 Eylül’den sonra bu oranlar, beklenenden yaklaşık %1 oranında daha düşük olarak gerçekleşmiştir. 
Bu %1’lik farkın tamamı elbette tek başına 11 Eylül saldırılarına bağlanamaz. Ancak %1’lik bir düşüş, 2002 yılı için dünya üretimi ve gelirinin 300 milyar USD daha düşüğü anlamına gelmektedir (Nanto, 2001:4). 

Terör saldırıları, diğer ülkelerdeki ekonomik büyümeyi de etkilemiştir. 2002 Bali bombalama olaylarının Endonezya’nın büyüme oranını %1 oranında düşürdüğü ortaya konulmuştur (Nanto, 2001:4). 

2.9. Bütçe Üzerindeki Etkileri, 

Ülkenin güvenlik güçlerinin, terör sonrasında farklı bir yapılanma içerisine girmesi kaçınılmazdır. Güvenlik güçleri, teröre karşı özel birimler oluşturur ve istihbarat için ciddi kaynaklar ayrılması gerekmektedir. Zira bunun için personel, eğitim, seyahat ve gerekli teknik donanım gerekmektedir. 

Savunma harcamaları açısından ise, terör saldırıları dolayısıyla yapılan ek araç seferleri, silahların fazladan kullanılması, artan uçak, helikopter sortileri vs. ek maliyet anlamına gelmektedir. 

Yapılan bir araştırmaya (Mutlu, 2008:1) göre; 1990-2005 yılları arasında Türkiye’de artan güvenlik harcamalarının konsolide bütçe açığına katkısı araştırılmıştır. 1999 yılında %14.17 olan katkı, terörün o dönemde etkisinin azalmasıyla 2004 yılında %7.79’a kadar gerilemiş, ancak terörün tekrar tırmanmasıyla katkı 2005 yılında %24.55’e yükselmiştir. 

Yine buna bağlı olarak araştırmada güvenlik harcamalarında terör kaynaklı artış tahmini de yapılmıştır; güvenlik harcamaları bu sebeple 39 milyar USD yükselmiştir. Aynı çalışmada PKK terörünün 1984-2005 yılları arasında doğrudan ve dolaylı toplam ekonomik maliyeti 2005 yılı fiyatlarıyla 159 milyar 175 milyon USD olarak belirlenmiştir. Araştırmada terör ve terörle mücadelenin doğrudan maliyeti 63 milyar 670 milyon USD olarak belirlenmiştir. Mutlu’nun araştırmasına göre, terörün ülkemizdeki dolaylı maliyeti, doğrudan maliyetin 1.5 katı seviyesindedir.
Bu kapsamda Mutlu, terörün dolaylı maliyetini yaklaşık 95 milyar 505 milyon USD olarak hesaplamıştır. 

2.10. Tarım ve Hayvancılık Üzerindeki Etkileri, 

Terörden etkilenen sektörlerden bir diğeri de tarım ve hayvancılıktır. TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu, Terör ve Şiddet Olayları Kapsamında Yaşam Hakkı İhlallerinin İncelenmesine Yönelik Kurulan Alt Komisyon’un Ocak 2013 tarihli Taslak Raporuna göre, terör örgütü PKK tarafından uygulanan bir yöntemin de halkın geçim kaynaklarını yok ederek örgüte mahkûm etme olduğu vurgulanmıştır (2013:197). 

Aynı rapora göre (2013:165), terörle mücadele sırasında yaşanan köy boşaltma olayları ile buna bağlı olarak yaşanan göç olgusunun da önemli bir sorun alanı olduğu anlaşılmaktadır. İnsanların bir kısmı terör örgütünün baskısı bir kısmı da terör örgütü ile mücadele eden birimlerin terörle mücadelenin gereği anlayışı ve zorlamaları nedeniyle yaşadıkları köy ve mezraları bırakarak bir kısmı en yakın il ve ilçelere bir kısmı ise akrabalarının bulunduğu ya da daha önce bir şekilde bildikleri batıdaki illere ve metropollere göç etmişlerdir. 

Raporda yer alan Köye Dönüş ve Rehabilitasyon Projesi Verilerine göre, köylerinden göç etmek zorunda kalan hane sayısı 62.448, köylerinden göç etmek zorunda kalan vatandaş sayısı ise 386.360’tır. 

Terörle mücadelede güvenlik nedeniyle oluşturulan tampon bölgeler ve boşaltılan köyler, tarım ve hayvancılığı sürdürülebilir olmaktan çıkarmıştır. Ayrıca terör örgütlerince bölgeye yerleştirilen mayınlar sonucunda çok sayıda hayvanın bölgede telef olduğu, terör örgütlerince hayvanların çalınması, çobanların soyulması, yeri belli olmayan mayınların hayvancılığı olumsuz yönde etkilediği bilinmektedir. 

Terörün tarım ve hayvancılık üzerindeki ekonomik maliyetini rakamsal olarak ortaya koymak zordur. Bölge halkının temel geçim alanı olan tarım ve hayvancılığın terörden olumsuz etkilenmesi sonucunda zarar gören bitkisel ve hayvansal üretimin, söz konusu ürünlerin fiyatlarına da yansıdığı, dolaylı olarak bütün üretici ve tüketicilerin de bundan etkilendiği söylenebilir. 

Öte yandan, işlerini kaybeden şahısların yeni istihdam olanakları araması dolayısıyla yaşanan göçün işsizlik düzeylerini arttırdığı ve birçok sosyal sorunu da beraberinde getirdiği bilinmektedir. 

Sonuç. 

Küreselleşme ile birlikte finansal piyasaların entegrasyonu, terör gibi ekonomik belirsizlik yaratan olayların sonuçlarının da uluslararası çapta ortaya çıkmasına neden olmuştur. Terör eylemlerinin sayısı ile terörde hayatını kaybeden kişi sayısı birlikte değerlendirildiğinde, uluslararası terör eylemlerinin her geçen yıl daha da öldürücü bir şekilde tasarlandığı ortaya çıkmaktadır. 

Terörün diğer etkilerinin yanı sıra ekonomik etkilerini anlamak da önemlidir. Zira başarılı bir terörle mücadele politikasının ön şartı, terörün niteliğini, yapısını ve etkilerini doğru anlamaktan geçer. Gösterdiği ekonomik ve sosyal sonuçlarıyla terörizm, uluslararası malisistemin işleyişini zedelemekte ve ulusal ekonomiye ciddi hasarlar vermektedir. 

Terör, işlem maliyetlerini yükseltmekte, yatırımları azaltmakta ve kamu harcamalarını arttırmaktadır. Terör dolayısıyla artan risk ve belirsizlik ortamı, istihdam olanaklarını da kısıtlamaktadır. Ayrıca yüksek çarpan etkisine sahip turizm sektörünü baltalayan terör, ülkenin önemli gelir kaynaklarının da azalmasına neden olmaktadır. 

Terörden, tarım ve hayvancılıkla uğraşan bölge halkı da doğrudan etkilenmekte, bu ise yeni istihdam olanaklarının aranmasıyla birlikte iç göçe ve beraberinde birçok sosyal soruna neden olmaktadır. 

Terör dolayısıyla gelir kalemlerinde yaşanan düşüşler ile gider kalemlerinde ortaya çıkan artışlar, devlet bütçesi üzerinde de bir yük oluşturmaktadır. Yabancı sermaye yatırımları ve menkul kıymet piyasalarını olumsuz yönde etkileyen terör, ülkenin ekonomik büyümesini de yavaşlatmaktadır. 

Ancak terörün en önemli ve en büyük maliyeti, insan hayatıdır. Ülkemizde PKK terörü dolayısıyla hayatını kaybeden sadece bir gencin ailesinin içinde bulunduk ları durumun manevi ağırlığı, yukarıda kaleme alınan bütün ekonomik etkilerin ağırlığından daha fazla tutacaktır. 

Kaynakça. 

Abadie, A., & Gardeazabal, J. (2005). Terrorism and the World Economy, Harvard University / NBER and the University of the Basque Country. 
Australia Department Of Foreign Affairs And Trade (2004). Combating Terrorism in the Transport Sector, Economic Costs and Benefits. 
AT Kearney (2004). FDI Confidence Index. Aykın, H., & Sözmen, K. (2008). Terörün Finansmanı, MASAK Yayın, (12). 
Barth, J. R., Li, T., McCarthy, D., Phumiwasana,T., Yago,G. (2006). Economic Impacts of Global Terrorism: From Mucih to Bali. 
Blomberg, S. B., Hess, G. D., Weerapana,A. (2002). Terrorism from Within: An Economic Model of Terrorism, European Journal of Political Economy. 
Blomberg, S. B., Hess, G. D., Orphanides, A. (2004). The Macroeconomic Consequences of Terrorism. Journal of Monetary Economics, Vol. 51 (5). 
Bruck, T., & Wickstrom, B. (2004). The Economic Consequences of Terror: A Brief Survey, HiCN Working Paper, School of Social Sciences and Cultural Studies University of Sussex, No (3). 
Caşin, M. H. (2008). Uluslararası Terörizm, Nobel Yayınları. 
Chen, A. H., & Siems,T.F. (2004). The Effects of Terrorism on Global Capital Markets, European Journal of Political Economy. 20 (1) 
Drakos, K., & Kutan A.M. (2001). Regional Effects of Terrorism on Tourism: Evidence from Three Mediterranean Countries, Southern Illinois University Edwardsville, Working Papers, (1),1-1001. 
Drakos, K., & Kutan, A. M. (2003). Regional Effects of Terrorism on Tourism in Three Mediterranean Countries, Journal of Conflict Resolution, 47 (5) 
Emsen, Ö. S., & Değer, M. K., (2004). Turizm Üzerine Terörizmin Etkileri: 1984-2001 Türkiye Deneyimi, Akdeniz İ.İ.B.F. Dergisi, (7). 
Enders, W., & Sandler, T. (2007). Terrorism and Foreign Direct Investment in Spain and Greece, Kyklos International Review for Social Sciences, 49 (3). 
Enders, W., & Sandler, T. (2002). Patterns of Transnational Terrorism, 1970-1999: Alternative Time-Series Estimates. International Studies Quarterly, 46 (2). 
Enders, W., Sandler, T., Parise,G. (2007). An Econometric Analysis of the Impact on Tourism, Kyklos International Review for Social Sciences, 45 (4). 
Enders, W., & Sandler, T. (1991). Causality Between Transnational Terrorism and Tourism: The Case of Spain, Terrorism,14 (1). 
Frey, B., Luechinger, S., Stutzer, A. (2007). Calculating Tragedy: Assessing the Costs of Terrorism, Journal of Economic Surveys, (21). 
Goodrich, J. N. (2002). September 11 2001 Attack On America: A Record Of The Immediate Impacts And Reactions In The USA Travel And Tourism Industry, 
Tourism Management, 23, 573-578. 
Gupta, S., Clements,B., Bhattacharya,R.,Chakravarti,S. (2004). Fiscal Consequences Of Armed Conflict And Terrorism İn Low- And Middle-İncome Countries, European Journal of Political Economy, 20 (2). 
Johnston, R. B. (2005). The Impact of Terrorism on Financial Markets, IMF Working Paper. 
Kamga, W., & Leopold, G., (1998). Political Risk and Foreign Direct Investment, Faculty of Economics and Statistics, University of Konstanz. 
Katzenstein, P.J., & Keohane, R. (2006). Anti-Americanism in World Politics, Ithaca, N.Y.: Cornell University Press. 
Li, Q. (2005). Does Democracy Promote or Reduce Transnational Terrorist Incidents?, The Journal of Conflict Resolution, 49 (2). 
Li, Q., & Schaub,D. (2004). Economic Globalization and Transnational Terrorism, The Journal of Conflict Resolution, 48, (2). 
Mutlu, S. (2008). Ayrılıkçı PKK Terörünün Ekonomik Maliyeti, 21. Yüzyıl Dergisi. 
Nanto, D.K. (2001). CRS Report for Congress, 9/11 Terrorism: Global Economic Costs, Congressional Research Service. Nitsch, V., & Schumacher, D. (2004). Terrorism and International Trade: An Empirical Investigation, European Journal of Political Economy. 
Penm, J., Buetre,B., Tran,Q.T (2004). Economic costs of terrorism, An illustration of the impact of lower productivity growth on world economic activity using GTEM. 
Rand Europe (2004). Businesses Indicate Significant Growth in Fear of Terrorist Attacks, Study Shows. 
Simon, H. (2002).Terrorism Hurts World Trade, Transatlantic International Epolitik, 2002 (3). 
Sönmez, S.F. (1998). Tourism, Terrorism, and Political Instability, Annals of Tourism Research, 25 (2). 
Sönmez, S.F., & Graefe,A.R. (1998). Influence of Terrorism Risk on Foreign Tourism Decision, Annals of Tourism Research, 25 (1). 
TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu, Terör ve Şiddet Olayları Kapsamında Yaşam Hakkı İhlallerinin İncelenmesine Yönelik Kurulan Alt Komisyonu Taslak Raporu (2013), http://www.tbmm.gov.tr/komisyon/insanhaklari/index.htm, Erişim Tarihi: 07/02/2013. 
UN Conference On Trade and Development (2004). World Investment Report. 
U.S. Office of Management and Budget (2003). 2003 Report to Congress on Combating Terrorism. 
USAK Raporu (2010). Terörün Ekonomik Maliyeti: Diyarbakır Olayları Örneği. Ankara: USAK 
Walkenhorst, P., & Dihel,N. (2002). Trade Impacts Of The Terrorist Attacks Of 11 September 2001: A Quantitative Assessment, International Conference on the Economic Consequences of the New Global Terrorism, German Institute for Economic Research (DIW Berlin), Berlin. 
Wagner, D. (2006). The Impact of Terrorism on Foreign Direct Investment, Asian Development Bank. 
Yeşiltaş, M., Öztürk, İ., Türkmen, F. (2008). Terör Faaliyetlerinin Turizm Sektörüne Etkilerinin Çözüm Önerileri Perspektifinde Değerlendirilmesi, Sosyal Bilimler Dergisi, 10 (1). 


***