DOĞRUSUNU BİLELİM (1)
Rifat Serdaroğlu
Perşembe, Ağustos 11, 2011
Köy Enstitüleri üzerine, yaklaşık üç yıl önce bir araştırma yazısı yayınlamıştım. Gerek bazı genç arkadaşlarımdan gelen talepler, gerekse yapımcılığını sinema sanatçısı Erkan Can’ın, yönetmenliğini Ali Adnan Özgür’ün yaptığı, “Toprağın Çocukları” adlı sinema filminin vizyona girecek olması sebebiyle, sizlere kronolojik bazı bilgiler vermek istedim…
Ben, “toplumda ayrı bir sınıf yaratılması” endişemi saklı tutarak, Köy Enstitülerini her zaman destekledim. Bugün dahi, benzeri eğitim kurumlarının olması gerektiğine inanırım. Türk Siyaseti en büyük hatasını, bu okulları kapatıp, köyün bilge insanı olarak, öğretmenin yerine, köy imamını oturtmasıyla yapmıştır.
Yalnız bu sütunlarda bir olayı, fırsat buldukça vurgulamaya çalışırım;
Geçmişi değerlendirirken, o günün şartlarını çok iyi bilmek gerekir. Geçmişi bu günkü pencereden bakarak değerlendirmeye kalkarsak, yanlışa gitmemiz kaçınılmaz olur.
1940 sonrası yıllar, İkinci Dünya Savaşı ve yokluk yılları. Bir tarafta, yetişmiş tüm insanlarını çeşitli cephelerde yitirmiş, birikimi, sermayesi, iş adamı olmayan aç bir millet.. Diğer tarafta, kalkınmayı başlatacak Amerikan yardımı ve Truman Doktrinin dayattığı “Yardım Şartları” ve ülkesini kalkındırma çabası içindeki siyasetçiler…
Rahmetli İsmet İnönü’yü ve Rahmetli Adnan Menderes’i değerlendirirken bu konuları unutmamak gerektiğini hatırlatmak isterim…
Bakalım Köy Enstitüleri nasıl kurulmuş ve nasıl kapatılmış;
*1936 yılında Saffet Arıkan’ın Milli Eğitim Bakanlığı görevi sırasında, Köy Halkına pratik bilgi vermek amacı ile “Köy Eğitmeni Projesine” başlanır. Bu, Köy Enstitülerinin temelidir.
*17 Nisan 1940 ta Köy Enstitüleri Kanunu, TBMM de büyük tartışmalarla kabul edilir.
*1943 yılında yapılan “İkinci Milli Eğitim Şurasında” Köy Enstitüleri aleyhine yaygın bir kulis faaliyeti yapılmış ve Köy Enstitüleri bir “iptidailiğe dönüş” olarak kabul edilmiştir.(Bkz Şura Kayıtları)
*1946 yılında, Köy Enstitülerinin iki mimarı olan Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ve Genel Müdür İsmail Hakkı Tonguç görevlerinden alındılar. Milli Eğitim Bakanlığına, Köy Enstitülerine karşı olarak bilinen Reşat Şemsettin Sirer getirildi.
*1947 yılında çıkarılan 5117 ve 5129 sayılı kanunlar ile öğretmene toprak verilmesi güçleştirilmiş, dağıtılmış kitaplar, aletler, hayvanlar ve malzemenin geri alınmasına karar verilmiştir. Öğretmen yeni Türk Köyünün yapıcısı değil, sadece okumayı yazmayı öğreten tutucu bir memur haline getirilmiştir.
*1947 ve 1948 yıllarında çıkarılan 5012 ve 5210 sayılı kanunlar ile köylü, okul yapma yükümlülüğünden çıkarılmıştır.
*1947- 1948 ders yılında, Köy Enstitülerinin beyin kadrosunu üreten “ Yüksek Köy Enstitüleri ” kapatılmıştır.
*29 Nisan 1947 de çıkarılan yönetmelikle, öğrencilerin okul yönetimlerine etkin olarak katılmaları engellenmiştir.
*09 Mayıs 1947 tarihli genelge ile, “Kız ve Erkek Öğrencilerin Beraber Eğitim görmeleri” yasaklanmıştır.
*20 Mayıs 1947 tarihli genelge ile, Dünya Klasiklerinden yapılmış tüm çeviriler toplanmış ve yakılmıştır.
*1948 Eğitim yılında, öğretim programı değiştirilmiş, iş eğitimi ilkeleri kaldırılarak, enstitüler klasik okullara dönüştürülmüştür.
*Şüphesiz ki tüm bunların yapılmasında ki en büyük rol, büyük toprak sahiplerinin baskıları olmuştur.
Bütün bunlar yapılırken, Köy Enstitüleri gerçek işlevinden uzaklaştırılıp, klasik birer okula dönüştürülürken, iktidarda tek başına CHP vardı.
1954 yılına geldiğimizde iktidarda tek başına DP vardı ve Köy Enstitüleri, Öğretmen okullarına dönüştürülerek kapatıldı…
Türk Eğitim ve Siyasi tarihinde çok önemli roller üstlenebilecek bu okullar keşke kapatılmasaydı.
Köy Enstitülerini geliştirmeyip kapatan Türk Siyaseti, üstüne üstlük her on yılda bir darbelerle pırasa biçilir gibi biçilince, darbe ile Türk Siyasetine el koyanlar, Sağ ve sol görüşlü siyasetçilerle “İmam Hatip Okulu” açma yarışına girince de ülkemiz bu günlere geldi ve hepimize müjdeler olsun, nur topu gibi bir AKP’miz oldu!…
Sadece bu kadar mı? Daha nelerimiz oldu bir bilseniz..
Ülkemizin tepe noktalarına, gençliğini İBDA-C lideri Salih Mirzabeyoğlu’nun eteklerinde geçirenler oturdu. Yine aynı yerlere, El Kaide terör örgütünün ikinci adamının dizinin dibinde uslu çocuklar gibi çökenler, kendilerine “Şeyhülislam” dedirten kaçıkları “Başdanışman” olarak tutanlar, Kürtçü-Bölücü-İslamcı dergilerde iş tutanlar yazı yazanlar, Türkiye’yi sırtından bıçaklayanlar geldi ve bir güzel yerleştiler.
Müslüman’ız dediler, Kerkük ve Irak’taki katliamlara seyirci kaldılar. Suriye de Esad’a “Ramazan’da adam öldürülür mü” ayıp oluyor, dediler, Libya’da Ramazan Ayı boyunca Müslümanların üzerine bomba yağdıran Nato güçlerinin başını beklediler….
İçinde bulunduğumuz durumun diğer bir acı tarafı ise, tüm bunların Türk Milletinin başına gelmesine, kenarından köşesinden sebep olup ta bu gün hayatta bulunanların tamamı köşelerine çekildiler, korkularından ağızlarını açamaz duruma geldiler. İçlerinden bir tanesi olsun mertçe çıkıp; “Başınıza gelen olayların sorumlularından biri de benim. Türk Milleti olarak sizler beni en üst makamlara getirdiniz. Elimden geldiği kadar ben de hizmet ettim. Hatalarımdan ve yanlışlarımdan dolayı özür diliyorum. Bu dertlerden kurtulmanın yolu şudur, ben de üzerime düşeni yapmaya hazırım.”
deme yürekliliğini gösteremedi.
Ne yapabiliriz ki, tercihleri susmak, sinmek ve korkarak ölmekten yana imiş…
Yazımızı, çok güvendiğim gençlere birkaç cümle söyleyerek bitirelim.
Hayatta ya tozu dumana katarak, doğruları söyleyerek, insanlarını severek, hizmet ederek, cesurca yaşarsınız, ya da başkalarının kaldırdığı tozu dumanı yutarak, korkarak yaşarsınız.
Atatürk, Kurtuluş Savaşına karar verdiğinde birinci yolu seçmiş ve dünyanın tüm emperyalist ülkelerini toz-duman altında bırakmıştı. İnanıyorum ki sizler de onun gibi yapacaksınız…
Dünya yeniden şekilleniyor. Bu coğrafyada yaşayabilmek için “Üniter Yapımızı” ve Ulus Devlet Yapımızı” mutlaka korumak zorundayız. Bakmayın siz, numaralı Cumhuriyetçilere, şeriat özlemcilerine.
Müşterek değerlerimizin sayısını arttırarak, herkesi kucaklayarak, bilmediğimiz konuları, doğru kaynaklardan araştırıp öğrenerek Demokrasimize, Lâik, Sosyal, Hukuk Devletimize, Cumhuriyetimize, vatanımızın bölünmezliğine, dilimize, gerçek ve aydınlık dinimize, Bayrağımıza, kimsenin etnik kökenine-inancına bakmadan tüm insanımıza sahip çıkarak sayımızı milyonlara ulaştırmalıyız.
İşimizin zor olduğunu biliyorum, ama inanın ki Atatürk’ün işi bizden çok daha zordu. O başardı, biz de mutlaka başarmalıyız…
Sağlık ve başarı dileklerimle
Rifat Serdaroğlu
https://haberguncel.blogspot.com.tr/2011/08/dogrusunu-bilelim-1-rifat-serdaroglu.html
***