Dış İşleri Bakanına etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Dış İşleri Bakanına etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Haziran 2016 Pazartesi

Dış İşleri Bakanına Açık Mektup veya 2015’e Doğru Yeni Bir Büyük Strateji Önerisi



Dış İşleri Bakanına Açık Mektup veya 2015’e Doğru Yeni Bir Büyük Strateji Önerisi



Yazar: Ümit Özdağ
29 NİSAN 2013 PAZARTESİ


              Prof. Dr.Ümit Özdağ·


        2015 yaklaşırken, Fransa’nın sözde soykırımı reddetmeyi cezalandıran bir yasa çıkarması (sonra geri almasına rağmen) bir merkez tarafından, “ Türkiye doğru bir tezi savunsa da artık kazanması mümkün değildir. Bundan dolayı Ermeniler ile empati üzerine yeni bir yaklaşım benimsenmelidir” şeklinde özetlenecek bir umutsuzluk ve sonuçta teslimiyet ortamı yaratacak bir görüş yayılmasına neden olmuştur. Oysa Türkiye, doğru bir tezi yanlış şekilde savunduğu için ağır darbeler almış olmasına rağmen somut anlamda hiçbir şey kaybetmemiştir.





      Dünyanın dört bir yanına dağılmış Ermeni diasporası ve 2.5 milyonluk Ermenistan 1915’in üzerinden 97 yıl geçmesine rağmen yenilgiyi kabullenmez iken Türkiye’nin yenilmeyi kabullenmesi akla aykırı bir durumdur. Türkiye’nin yapması gereken tarihsel anlamda doğru olan tezini savunmaktan vazgeçip, sonu kaybetmek olan yolların arayışına girmek değil, tarihsel doğruya dayanan tezini çok boyutlu olarak savunabileceği yeni bir savunma stratejisi geliştirmektir.
        Batı dünyası açısından mesele esasen 1915 değil, 1071’dir. Mesele Ermenilerin tehciri değil, Anadolu’nun Avrupa’nın parçası olmaktan çıkarılmasıdır. Mesele Talat Paşa değil, Sultan Alparslan’dır. Çünkü 1071’de Alparslan Avrupa’ya girmiş, Doğu Roma’yı yenmiştir. Ermeni sözde soykırımı iddialarına verilen Batı desteği, bütün tarihsel detaylarından sıyrıldığında Doğu Sorunu ya da Anadolu’nun yeniden Avrupalılaştırılmasıdır.
        Bundan dolayı, Ermeni sözde soykırım iddialarına karşı izlenecek politika ayni zamanda Türk milletinin Anadolu’daki hukukunu savunmak anlamını taşımaktadır. Türkiye’nin gelinen noktaya kadar uğranılan mağlubiyetlerden dersler çıkararak, doğru fikir doğru araçlar ve yöntemler ile savunmak için yeni bir örgütlenme ve yaklaşımı benimsemesi gerekmektedir.
        Daha açık bir ifade ile Türkiye ile Ermeni Diasporası/Ermenistan ve Batı Dünyası arasında yaşanan bir enformasyon savaşıdır. Türkiye şimdiye değin bu enformasyon savaşının gereklerini göre örgütlenmediği için sürekli doğru tezi anlatamamanın sıkıntısı içinde mevzi kaybetmiştir. Ancak doğru bir örgütlenme ile sürdürülecek bir enformasyon savaşı Türkiye’nin bu savaşı kazanmasını sağlamasına katkıda bulunacaktır.  
        Bu yeni yaklaşım, mücadelenin merkezine Fransa’yı koyarken, hızla yeni bir strateji inşa etme ve uygulama sürecini de başlatmalıdır. Bu raporda 2015 ve sonrasında Fransa örneği ile başlayarak, Türkiye’yi bütün dünyada Ermeni meselesinde saldırıya uğrayan ve geriletilen taraf olmaktan çıkaracak, Ermeni diasporasının zafer umudunu kıracak ve Ermenistan’ı makul şartlarda Türkiye ile masaya oturtmayı hedefleyen bir politik hedefe ulaşmak için oluşturulması gereken kurumsal yapı ve izlenmesi gereken strateji önerilmektedir.
        Bu yeni yaklaşım ile mücadele sürdürülürken, Hükümetin Ermenistan ile başlayan diyalog sürecini şartların uygun olması durumunda sürdürmesinde, diaspora ile Dış İşleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun ifade ettiği yakınlaşma çalışmalarını devam ettirmesinde hiçbir sakınca yoktur. Keza Ermenistan’dan Türkiye’ye kaçak olarak çalışmaya gelenlere izin verilerek, bu insanların muhtemel bir yumuşama sürecinde daha etkili değerlendirilmesinin yolları aranmalıdır. Bütün bunlar aşağıda önerilen strateji ile çelişki içinde değildir. Aksine önerilen stratejinin uygulanması Hükümetin elini daha da güçlendirecektir.       


        Yumuşak Gücün Etkili Kullanımı


        Türkiye, gerek büyük sert güç diye nitelendirilen askeri gücüne gerek kültürel, psikolojik, sosyolojik güçlerin toplamının oluşturduğu yumuşak güç diye tanımlanan gücünün etkileyici bir boyutta olmasına rağmen, bu güçlerinin sistemli kullanılamaması neticesinde sahip olması gereken caydırıcılığının çok altında kalmış bir ülkededir.
        Bu durumun nedeni, Türk siyaset ve bürokrasisinin ülkemize yönelik dolaylı askeri saldırı diyebileceğimiz terörizm şeklinde gerçekleşen sert güç kullanımına ve psikolojik/politik saldırılarda kullanılan yumuşak güç kullanımına karşı sistemli, etkili, uzun vadeli karşı saldırı imkanlarını kullanmamasıdır.
         Türkiye’nin Öcalan, sözde Ermeni soykırımı gibi meselelerde tepkiler, dış politikada sonuç almaya ve faillerinin canını acıtmaya yönelik olmaktan çok Türk kamuoyunun gazını almaya yönelmektedir. Muhataplarımız bundan dolayı, Ankara’dan gelen tepkileri çok ciddiye almamakta, “nasıl olsa kendi kamuoyları için yağar gürler ve sonra unuturlar” şeklinde meseleyi algılamaktadırlar.  
         Fransa’da çıkarılan son yasa ile Ermeni soykırımını inkar etmenin hapis ve para cezasına çarptırılması, sadece bir yasaya karşı tepki değil, onun ötesinde Türkiye’nin özellikle yumuşak güç alanında caydırıcılığını tekrar inşa etmesi için bir fırsat olarak kullanılmalı, yaşanan kısa vadeli kriz, uzun vadeli bir fırsatın temelini oluşturmalıdır. Alınacak önlemler, Türk kamuoyunun tepkisini yumuşatmaktan çok, muhatapların canını yakmaya yönelik önlemler olmalıdır. 
        Bir ülkenin yumuşak gücünün tespit edilmesinde on kategori oluşturulmuştur. Bunlar, ülkenin aldığı dış göç, üniversitelerin kalitesi, medya ürünlerinin filmler, diziler, müzik şeklinde ihracı, politik özgürlükler, etkili kişilikler, en çok hayranlık duyulan firmalar, hukuk devleti, turizmde önde gelme, küresel kirliliğe katkı ve oy veren seçmenlerin genel seçmen sayısına oranı. Türkiye, Financial Times gazetesi tarafından yayınlanan bir araştırmada, bu ölçütler çerçevesinde dünyada yumuşak güç sıralamasında 12. sırada ilan edilmiştir.[1]
         Ne yazık ki, Türkiye bu önemli gücü yeterince etkili bir şekilde kullanmamaktadır. Eğer bir çalışma sistemli, uzun vadeli ve ısrarlı gerçekleştirilir ise muhakkak sonuç vermektedir. Küçük ve etkisiz görünen önlemler dahi bir araya geldiği ve bir sistemin parçası olduğu zaman ortaya bir sinerji çıkarmaktadır.    

   
       Mücadelenin Zaman Çerçevesi ve Stratejik Hedefleri


       2015 sözde soykırım iddialarının 100. Yılıdır ancak bir sonuç değildir. Türkiye, üzerindeki 2015 tarihinden kaynaklanan zaman baskını kaldırmalıdır. Öte yandan geleceğe yönelik çalışmalara, 2012’den başlayarak, 2015, 2017, 2023 olmak üzere üç aşamalı bir zaman dilimlemesi konulmalıdır. 2015’e kadar yapılacak olanlar,  Ermeni politik/psikolojik saldırılarının tahribatını mümkün olduğunca azaltmayı hedeflemelidir. 2017, bazı temel hedeflere, Ermeni iddialarının dünyada yayılmasını durdurma hedefine ulaşma yılı olmalıdır. 2023, Fransa, Litvanya ve Almanya’da sözde soykırım yasalarının geri aldırılması olmalıdır. Fransa’nın seçilmiş olmasının nedeni, öncü rol oynamasıdır. Almanya’nın seçilmesinin nedeni bu ülkedeki büyük Türk lobi gücüdür. Litvanya’nın seçilmesinin nedeni, bu ülkenin sözde soykırımı kabul etmesine rağmen, sistemdeki zayıf halka olmasıdır.


       Mücadelenin Kurumsal Çerçevesi


       Yeni bir strateji çerçevesinde yürütülmesi gereken bu mücadelede stratejik yönetimi ve eşgüdümü sağlaması gereken kurumBaşbakanlık Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü (KDK) gerçekleştirmelidir. Koordinatörlüğün bugün ki internette ilan edilen personel yapısı ile bu kapsamlı çalışmayı gerçekleştirmesi mümkün değildir. Bundan dolayı, MİT, Dış İşleri Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığı ve üniversitelerden bu konuda destek almalıdır.
        Özellikle ön planda bulunması gereken kurum yeniden yapılandırılması ve güçlendirilmesi gereken Ermeni Araştırmaları Enstitüsü’dür. 10 yılı aşan bir kurumsal tarihe sahip olan, yağmış olduğu Türkçe ve İngilizce yayınlar ile ilgili kamuoyunda ciddi bir şekilde tanınan bir STO olarak Ermeni Araştırmaları Enstitüsü (EAE) bu çalışmayı kamuoyu önünde en doğru şekilde koordine edecek kuruluştur.


          Genel Önlemler

          1)İngiltere, ABD, Fransa, İspanya, Rusya, Latin Amerika, Litvanya ve Almanya’dan üçer tarihçi akademisyenin, Çin ve Japonya’dan birer akademisyenin Türkiye’de EAE’de çalışmaları ve aynı dönemde Türk arşivlerinde çalışması için Türkiye 5 sene sürecek cazip burs vermelidir. Türk bilim adamları ile çalışacak, Türkçe ve Osmanlıca öğrenecek bu bilim adamlar sonunda gerçeği görecek ve Türk tezleri dünyada daha geniş bir alanda daha etkili bir şekilde savunulacaktır.
             Bu akademisyenler beş sene sonra ülkelerine döndükleri zaman kendilerine ülkelerinde          “Türkiye Araştırmaları Enstitüsü” kurmalarına yardımcı olunmalıdır. Böylece sistemli, uzun vadeli ve kurumsal bir mücadele zemini oluşturulmuş olacaktır. Anılan ülkelerde bu bilim adamları ve Türkiye Enstitüleri aracılığı ile Türk tezinin savunulması kurumsallaştırılacaktır.  
            2)Kaynağını KDK’nın sağlayacağı, bilimsel örgütlenmesini EAE’nün gerçekleştireceği bir şekilde İngiltere, Fransa, Rusya, İspanya, Latin Amerika ve Almanya’da kurulacak yayınevleri aracılığı ile veya bu ülkelerdeki bazı yayınevleri ile anlaşarak, Türkiye, Türk tarihi ve sözde soykırım ile ilgili kitaplar yayınlanmalı ve kitapçılara, kütüphanelere girmesi sağlanmalıdır. Litvanya için özel bir çalışma yapılmalıdır. Muhtemelen Ermeni lobisi bu kitaplara karşı dağıtımını engellemek, kitapları satın almak veya kütüphanelerde yok etmek için çalışacaktır. Bütün bunlar, Ermenileri savunma pozisyonuna iteceği, fikir özgürlüğü aleyhine eylemler olacağı için Ermenileri sıkıntıya düşürecektir. Bu ülkelerde yaşayan Türkler aracılığı ile kurulacak bu yayınevleri, Türkiye’nin başka konulardaki tezlerini de işlenmek istediğinde gündeme getirecek önemli bir araç olacaktır.
          3)EAE tarafından İngilizce, Fransızca, Almanca, Rusça, Litvanca ve İspanyolca, Çince ve Japonca başta olmak üzere, Ermeni meselesi konusunda bilgi ve belgeleri de içeren ve etkili bir yayın yapacak bir internet sitesi çalışması gerçekleştirilmelidir. Bu site bilim adamları için kaynak görevi yapmalıdır.
          4)YÖK tarafından bir grup devletler hukukçusu Türk akademisyenin soykırım konusunda uzmanlaşması için yurtdışında doktora sonrası eğitim yapmaları sağlanmalıdır.
          5)EAE’nin öncülüğünde Türk dostu, sözde soykırıma inanmayan Batılı aydınlar ile bu konuda toplantılar yapılmalı, görüş alışverişinde bulunulmalı ve bu aydınların aktif bir şekilde Türk görüşünün yanında tavır almaları sağlanmalıdır.
          6)EAE’nin yapacağı çalışmalar ile Türkiye Ermenileri arasından yapılacak görüşmeler neticesinde belirlenecek ve gerçeği gören iki-üç yurttaşımızın Türk tarihçiler ile birlikte yapılacak çalışmalar sonrasında Türk tezini bütün dünyada her platformda anlatmaları için bir çalışma başlatılmalıdır.    
          7)Yabancı akademisyen ve gazetecilerin değişik vesilelerle Türklere yönelik katliamların yapıldığı yerlere ziyarete getirilmelidir. 1982’de TRT için gazeteci Nazmi Kal’ın 22 ilde hazırladığı Ermeni çetelerinin gerçekleştirdiği katliamların şahitleri olan yurttaşlarımız ile ilgili belgesel yabancı dillere tercüme edilerek, tekrar gündeme getirilmelidir.
         8)EAE-TRT işbirliği ile Özellikle Arap Dünyasına yönelik TRT-Arap’ın yaptığı yayınlarda Ermeni meselesi konusunda Arap kamuoyları aydınlatılmalıdır. Keza ayni işbirliği Türkiye’nin Sesi Radyosu’nun programları içinde yapılmalıdır.
         9)Dış mücadele sürdürülürken iç mücadele devam etmelidir. Türkiye’de Anadolu üniversitelerinde Ermeni meselesi konusunda detaylara girecek şekilde uzmanlaşmış 150 civarında akademisyen bulunmaktadır. Ne yazık ki, bu akademisyenlerin çok büyük bir bölümü uluslar arası planda tartışmalara girecek derecede yabancı dil bilmemektedirler. YÖK ve EAE tarafından yapılacak bir çalışmadan sonra bu öğretim üyelerinin önemli bir bölümü etkili bir İngilizce öğrenimi için yurtdışına yollanmalıdır. Ancak bir bölümünün de Fransa’ya, Almanya’ya, Rusya’ya ve İspanya’ya yollanarak, 2 senelik bir süre içinde yoğun dil kursları ile Türk tezini savunabilecek konuma getirilmeleri sağlanmalıdır. Türkiye böylelikle iki sene içinde çok büyük bir insani potansiyeli fikri mücadele için sahaya sürebilecek hale gelecektir.
       11)Ankara’daki üniversitelerin birisinde tarih bölümünde akıcı İngilizce konuşan ve değişik ülkelerden gelecek tarihçiler ile birlikte Türk tarihi ve Ermeni meselesi konusunda ortak çalışmalar yapabilecek öğretim üyelerinden oluşacak yüksek bir saygınlığı olan bir tarih bölümü oluşturulmalıdır.
       12)Türkiye’de üniversitelerde Japon dili ve Çin dili konusunda uzman ikişer akademisyen YÖK tarafından EAE’de gelecek beş sene için görevlendirilmelidir. Bu akademisyenler hem bu süre içinde Ermeni meselesini öğrenmeli, temel belgeleri ve akademik kaynakları anılan dillere tercüme etmeli hem de Çin ve Japonya’da yapılacak davetler ile konferanslar vermelidir.

        Özel Önlemler..,

       1)Fransa, Almanya ve diğer AB ülkelerinde (ABD’de alınması gereken önlemler bu çalışmanın konusu dışındadır.) Türk kökenli seçmenlerin etkili bir baskı grubu haline gelmesi doğal sürece bırakılmamalı, aksine özellikle AKP, CHP ve MHP tarafından yakın STO’lar aracılığı ile teşvik edilmelidir. Bu konuda üç parti çalışmalarını eşgüdümlü bir şekilde sürdürmelidir.
         2) Fransa, Almanya ve diğer AB ülkelerinde Türk kökenli iş adamları dünyasının Ermeni meselesinde bir baskı grubuna dönüşmesi için anılan gruplara sürekli yol gösterilmelidir.
        3)Türkiye, YÖK aracılığı ile 10 doktora öğrencisini Cezayir ve Fransa’ya yollamalıdır. Hem Fransızca hem Arapçaya hakim akademisyenler olmadan Türkiye’nin Fransa’nın Cezayir soykırımından bahsetmesinin büyük bir anlamı yoktur.  Bazı çevreler Türkiye’nin Cezayir’i gündeme getirmesine “tencere dipin kara senin ki benden kara” yaklaşımı olarak değerlendirmekte ve benimsememektedirler. Bu tipik reel politikten habersiz ütopyacı aydın yaklaşımıdır. Ankara’nın etkili bir şekilde Cezayir Soykırmını gündeme getirecek önlemler alması, Fransa’yı her seferinde rahatlıkla Türkiye’nin ayağına basma konusunda iki kez düşünmeye itecektir.
     4)Fransa’nın siyah Afrika ve Güneydoğu Asya politikası konusunda dört öğrenci doktora yapmak amacı ile Fransa ve Vietnam’a yollanmalıdır.
     5)Cezayir’de ve Fransa’da Fransa’nın Cezayir’de yaptığı soykırım konusunda çalışan akademisyen ve araştırmacılar tespit edilmeli, kitapları Türkçeye tercüme edilmeli, kendilerinin Türkiye’de üniversitelerde konferanslar, televizyonlarda programlar yapmaları sağlanmalıdır.
    6)Cezayir’deki soykırım konusundaki Fransızca ve Arapça kitaplar İngilizceye tercüme edilmelidir.
   7)Cezayir’de Fransız soykırımını dünyaya anlatacak ve bu soykırımı bütün dünyada parlamentolarda yasalaştıracak bir toplumsal örgütlenmenin gerçekleşmesi için Cezayirli aydınlar teşvik edilmeli ve desteklenmelidir.
    8)Hocalı Katliamının soykırım olarak tanınması için Azerbaycan ile ortak çalışma başlatılmalıdır.
      9)Fransa ile ilişkiler maslahatgüzarlık seviyesine indirilmelidir. Tekrar büyükelçilik seviyesine çıkarılması için yasanın çekilmesi şartı ortaya konulmalıdır. Yasa kaldığı sürece ilişkilerin seviyesi yükseltilmemelidir.
     10) Fransa’nın Minsk Grubundan çıkarılması için çalışmalar başlatılmalıdır.
     11) NATO, Fransa ile bir mücadele alanı haline getirilmelidir. Saldırı sürecini başlatan Fransa olduğu için Türkiye’nin yapacağı tacizler meşru müdafaa olacaktır.
    12)Türkiye’de yeni Fransız okullarının açılması durdurulmalıdır. Var olanlar üzerindeki denetim artırılmalıdır.
    13)Fransız filmlerinin Türk televizyonlarında gösterimi örtülü olarak yasaklanmalıdır. Öte yandan Türk televizyonlarında Fransa’nın Afrika ve Hindiçin’de gerçekleştirdiği soykırım, katliam ve emperyalist politikalar düşük tonlu ancak sürekli ve etkili bir biçimde, Paris’i rahatsız edecek ölçülerde yayınlanmalıdır. 
    14)Fransa’da fikir özgürlüğünün yasaklanması uluslar arası mahkemelere taşınmalıdır.
    15)Fransa’da fikir özgürlüğünün yasaklanması hususu sürekli Fransız kamuoyunun gündeminde tutulmaya çalışılmalıdır. Bu amaçla, Fransa’da çıkan yasa Türk milletvekilleri ve Fransa’ya giden her Türk yetkili yasayı çiğnemelidir.
    16)Fransa’daki Türk kuruluşları, sözde soykırımı reddeden pankartlar ile kitle yürüyüşleri yaparak yasayı etkisiz kılmalıdırlar. Mesele mahkemelere taşınarak fikir özgürlüğü çerçevesinde Fransa kendi kamuoyunda mahkum edilmelidir.
   17)Fransız arabası üreten şirket, Türk otomobilinin üretim sürecinde Fransız ortak ile yollarını ayırarak, Türk otomobili üretme sürecinin parçası olmayı değerlendirmelidir. Böyle bir adım hiç atılmasa dahi gündemde olması Fransa’yı huzursuz edecektir.
  18)Fransa ile ortak askeri çalışmalar tamamen askıya alınmalıdır.
  20)Fransız askeri mallarının alımı durdurulmalıdır.
  21)Fransız mallarına karşı açık değil, bilgilendirmeye dayalı bir gönüllü boykot süreci teşvik edilmelidir.
   22) Fransız dış politikasında uykuya yatmış sorunlar canlandırılabilir. Örneğin İtalya'nın kuzeybatısı (coğrafi adı: batı Piemonte)  bugün Fransız sınırlarında yer alır. Fransızların Nice dediği şehir (italyanlar Nizza der) İtalya birliğini kuran Giuseppe Garibaldi'nin doğum yeridir. Fransızlara yönelik, “İtalya'nın işgal altında tuttuğunuz batı Piemonte bölgesini İtalya’ya vereceksiniz burası sizin coğrafi olarak toprağınız değil. Bu bölgedeki tüm İtalyanca şehir ve kasaba isimlerini değiştirmişsiniz” argümanı gündeme getirilmelidir.

    23)Ankara’da bağımsız veya bir üniversite bünyesinde bir “Korsika Araştırmaları Merkezi” kurulmalıdır. Merkez, Korsika milliyetçilerinin yayınlarını Türkçeye tercüme etmelidir. Korsika meselesi ile ilgili televizyonlarda gündeme getirilmelidir.

   24)Litvanya küçük bir ülkedir. Bu ülke kamuoyunun hızla yeniden formatlanması yapılacak etkili bir çalışma ile mümkündür. Bu amaçla yapılması gerekenler sıralanmıştır.

        a)Litvanya basınının temsilcileri önümüzdeki yıllarda KDK’nın finansal desteği ve Basın-Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü’nün organizasyonu ile Türkiye’ye davet edilmelidir. İş ve keyfi birleştirecek bu seyahatler ile Litvanya basınında Türkiye dostu bir grubun oluşturulması hedeflenmelidir. Anılan basın mensuplarına Türkiye ziyareti sırasında Cumhurbaşkanı, Başbakan, Dış İşleri bakanı seviyelerinde verilecek mülakatlar ile gönülleri alınmalıdır. Litvanya basınında Türk dostu köşe yazarları oluşturulmalıdır. Türkiye’yi tanıtıcı programlar yapılmalıdır.

        b)Önde gelen Litvanyalı yazarların kitapları Türkçeye tercüme edilmeli, iyi telif ücretleri ödenmeli ve Türkiye’de verilecek davetler ile şereflendirilmelidirler. Türkiye’de seyahat etmeleri sağlanmalıdır.

        c)Litvanyalı siyaset bilimi, uluslar arası ilişkiler ve tarihçiler arasından seçilecek beş-on akademisyen YÖK koordinasyonu ile Türkiye’de ermeni meselesini bilen akademisyenlerin yanında Türkiye konusunda 2 sene çalışmaları için burs sağlanmalıdır.  Sonuçta ortaya muhakkak olumlu bir grup çıkacaktır.

       d)Türk İş Dünyası temsilcileri Litvanya’ya KDK aracılığı ile desteklenecek ziyaretler yapmalıdırlar. Bu ziyaretlerde iki ülke arasındaki ekonomik ilişkilerin gelişme potansiyelinin yüksek olduğu ancak Litvanya’nın sözde Ermeni soykırımını kabul etmiş olmasının önemli bir engel olduğu ifade edilmelidir.

       e)Litvanya’da etkili politikacılar ve bürokratların Türkiye’de Türk özel sektörü tarafından finanse edilen lüks seyahatler yapmaları sağlanmalıdır. Bu seyahatler sırasında sözde Ermeni soykırımı gerçeği anlatılmalı, belgeler ortaya konulmalı ve Litvanya’nın yasayı iptal etmesinin iki ülke arasındaki ilişkileri büyük bir tırmanma süreci içine sokacağı ortaya konulmalıdır.

     f)Litvanya’da KDK destekli olarak Türk işadamlarının gizli veya açık ortak olacağı radyo ve televizyon satın alınmalıdır. Bu radyo ve televizyon aracılığı ile Türkiye’nin bu ülkedeki diğer çıkarları yanında sözde soykırım yasasını ortadan kaldırmaya yönelik yayın çok usta şekilde yapılmalıdır.

     g) Dünyaca ünlü tarihçilerin Ermeni sözde soykırımı iddiasını mahkum eden makalelerini derleyen kitaplar, Litvanyalı yazarlara yazdırılan kitapların yayınlanması sağlanmalıdır.

   25)Almanya dünyada Türkiye’den sonra en çok Türk vatandaşının ve Türk kökenli Alman vatandaşının bulunduğu ülkedir. Almanya’da bulunan Türk sayısı, Ermenistan’da bulunan Ermeni sayısından fazladır. Bu insanlarımızın küçümsenmeyecek bir bölümü eğitimli, yüksek gelirli ve Almanya’da seçimlerde oy kullanan kimselerdir.


      Almanya’nın sözde soykırım yasasını iptal etmesi için Özel Önlemler madde 1 ve madde 2’de önerdiğimiz hususlar ısrarla uygulanmalıdır. Ayrıca Almanya’da üniversitelerdeki Türk akademisyenler ve sayıları binleri aşan Türk öğrencilerin bu konuda entelektüel bir baskı mekanizması oluşturmasını sağlayacak bir örgütlenmeye gidilmelidir.   
   
      Sonuç

      Türkiye enformasyon savaşı alanında yeni bir örgütlenme ile çok kısa sürede çok büyük bir mesafe kaydedebilir. Dünya haritasında “sözde soykırımı kabul eden ülkeler” diye farklı bir renk ile boyanan haritalar moral bozukluğuna neden olmamalıdır. Kanada ve Rusya gibi nüfusu az yüzölçümü geniş ülkeler olumsuz bir tablo ortaya çıkmasına neden olsa da durum hiçte o kadar vahim değildir.

      Ermeni iddiaları ile mücadele meselesi 1970’lerden buyana ihmal edilmiştir. Ancak ulaşılan noktada konu Türkiye için sadece bir kötü imaj ve halkla ilişkiler meselesi olmaktan çıkmış ve stratejik bir tehdide dönüşmüştür. Türkiye’nin sözde Ermeni soykırımı iddiaları ile başa çıkacak bir örgütlenmeye gitmesi, ülkemizin yumuşak gücünü gerekli olan bütün alanlarda kullanmasını öğrenmesini de beraberinde getirecektir. Böylece önümüzdeki süreçte ülkemiz, PKK ve türevi sorunlardan diğer Türkiye’ye düşmanlık potansiyeli taşıyan sorunların üstesinde kolaylıkla gelebileceği gibi, Türkiye’nin yumuşak gücü, ülkemizi tehdit etmeyi düşünenleri iki kez düşünmeye sevk edecektir.   
     

· 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Başkanı ve Gazi Üniversitesi öğretim üyesi, Talat Paşa’dan Alican Kapısı’nın Açılmasına Ermeni Psikolojik Savaşı, Kripto Yayınları, Ankara 2009