DÖVE DÖVE DEMOKRASİ,
.
Zamanenin siyasal, sosyolojik, sanatsal, felsefi, ulusal, evrensel, ideolojik modası «demokrasi...»
Bir şeyin «moda» laşması, o şeyin enflasyonu demek. Biraz da değersizleşmesi, ayağa düşmesi demek...
Klasik liberal iktisat teorisi de, neo liberal iktisat da, hayatın kendisi de aynı şeyi söyler: Hangisi olursa olsun, para dahil bütün mallar, ne kadar çoğalırsa, ne kadar ihtiyaçtan, ne kadar tüketilebilecek, değerlendirilebilecek olandan fazla ise o malın enflasyonu var demektir ve paraysa değeri, yani satın alma gücü, başka bir mal ise fiyatı düşer.
Bir şeyin «moda» laşması, o şeyin enflasyonu demek. Biraz da değersizleşmesi, ayağa düşmesi demek...
Klasik liberal iktisat teorisi de, neo liberal iktisat da, hayatın kendisi de aynı şeyi söyler: Hangisi olursa olsun, para dahil bütün mallar, ne kadar çoğalırsa, ne kadar ihtiyaçtan, ne kadar tüketilebilecek, değerlendirilebilecek olandan fazla ise o malın enflasyonu var demektir ve paraysa değeri, yani satın alma gücü, başka bir mal ise fiyatı düşer.
Değersizleşir. Hatta her şey normal olsa bile, kar hırsı yüzünden, daha da çok kazanma körleşmesi yüzünden mallar saklanır, yakılır, denize dökülür. Az olsun, hiç değilse az görünsün ki, kıymetli olsun.
Aslında bu durum, bütün toplumlar için, yüksek yerlerde durmasında, ayağa, dile düşmemesinde, her dakika ortalarda dolaştırılmamasında, kırmızı çizgi hatta kutsal sayılmasında çok büyük yarar olan, olması gereken hemen tüm kurumlar, hatta üst yapı kurumları için de geçerli. Ordu, üniversite-bilim, yargı, yasama... Devlet... Din, namus, bayrak, dürüstlük, yurtseverlik, hukuk, ahlak, milli irade, insan hakları, demokrasi...
Bu kurum ve kavramlar ne kadar çok kullanılıyorsa o kadar «dile düşmüş», değer kaybetmiştir. Sürekli namustan söz ediliyorsa biraz namus sorunu vardır. Sürekli ahlaktan, bayraktan, dinden, imandan, yahut demokrasiden söz ediliyorsa ahlakta, dinde, bayrakta, demokraside bir sorun var demektir. Ahlak, namus, din, bayrak, demokrasi değer kaybediyor, ayağa, en azından «dile düşüyor» demektir. Daha açığı, bu kavramları bu kadar sık kullananların bu kavramlara saygılarında bir defo var, ahlaklarından, dinlerinden, namuslarından, demokratlıklarından endişeleri var demektir. Namuslu adam neden sürekli «ben çok namusluyum» deme gereği duysun?!... Gerçekten namuslu adam, vıdı vıdı namusluyum diyip durmaz; namuslu «OLUR», namuslu DAVRANIR o kadar
İşin acı tarafı, bütün bu değerleri ayağa düşürenlerin bunu yaparken, sanki onları kutsallaştırıyormuş gibi görünmeleri... Bunda o kadar ileri gidiyorlar ki, bu kurum ve kavramları kültleştiriyorlar, bir yarı din, hatta tam din olarak dayatıyorlar. Hakikaten öyle olsa endişeye mahal olmaz. Ama öyle değil. Geniş kitlelere yahut kendilerinden farklı düşünenlere, düşünebilecek olanlara karşı kültleştirdikleri, dinleştirdikleri kurum ve değerleri, asıl kendileri çiğneyip eziyorlar. Ahlakı, namusu, kendi ahlaksızlıklarını, namussuzluklarını peçelemek için çok kullanıyorlar. Çünkü kendileri çok ahlaksız, çok namussuz... Dini çok dile getiriyorlar, sürekli «din» diyip duruyorlar, belki pratiğe de çok yansıtıyorlar; ama Müslümanlıkları çok tartışmalı... «Aptesli Müslümanlar» dedirtecek kadar...
Bayrağı, orduyu, kendi vatan satıcılıklarını, bayrak, ordu düşmanlıklarını gizlemek için de milliyetçiliği dillerinden düşürmüyorlar.
Bunun en çarpıcı örneği, günümüzde «demokrasi» ... Bakın dünyaya... Demokrasi adına, güya demokrasi uğruna neler oluyor... Ne kanlar dökülüyor, ne acılar çekiliyor. Ama tam tersine vahşet, baskı, terör, tek seslilik, acımasızlık, haksızlık, kötülük, kan, korku, dehşet artıyor sürekli...
Geçmişin düşmanı komünizmdi. Hedef sosyalist-komünist, hatta az da olsa sola kayması muhtemel bütün ülkelerdi; slogan da «hür dünya, serbest piyasa» idi. Topla tüfekle değil, ama her türlü hileyle, kışkırtmayla, psikolojik harple Sovyetler Birliği ve sosyalist blok dağıtıldı. Doğal kaynakları dışında hemen hiçbir şey üret(e)meyen, hemen hepsinin başında diktatörlerin bulunduğu, demokrasi ile alakası bulunmayan kaç tane devletçik çıktı ortaya...
Yugoslavya parçalandı, parçaları da parçalandı; halkı çok kanlı bir şekilde birbirine kırdırıldı. Çekoslovakya ikiye bölündü. Romanya'nın devlet başkanı kendi halkına kurşuna dizdirildi. Gürcistan bölündü. Ukrayna, Beyaz Rusya'nın, Estonya'nın başı dertten kurtulmuyor. Doğu Almanya yok.
Gürcistan'ın, Ermenistan'ın, Osetya'nın, Çeçenistan'ın, Tataristan'ın, Azerbaycan'ın, Kazakistan'ın, Kırgızistan'ın, Özbekistan'ın, Tacikistan'ın, Moğolistan'ın, Macaristan'ın, Bulgaristan'ın, Polonya'nın, Slovakya'nın, Çekya'nın, Hırvatistan'ın, Sırbistan'ın, Bosna'nın, Makedonya'nın, Kosova'nın, Karadağ'ın, Moldovya'nın, Estonya'nın, Ukrayna'nın, Beyaz Rusya'nın bir kısmı Avrupa Birliği'ne, NATO'ya alındı; hiçbiri mutlu, müreffeh, adam gibi demokrat değil!!!...
Ama emperyalizme kafa tutmuyorlar ya... Artık demokrat olmuşlardır, dünyaya hükümran olduklarını sananlarca... Kan ve can vererek, acılar çekerek, toplu kıyımlara uğrayıp, toplu mezarlara gömülerek, kadınları tecavüze uğrayarak, Sırp-Hırvat-Boşnak karı koca, baba oğul dahi birbirini ihbar eder hale gelerek, yani düpedüz dövüle dövüle, zorla sözüm ona «hür dünya» ya katılmış, demokrat olmuşlardır ama hiçbiri mutlu, müreffeh, adam gibi demokrat değil. Katolik, beyaz, Hıristiyan Batı emperyalizmi, demokrasi adı altında sömürmek ve köleler yaratmak için döverken, birbirine kırdırır, bombalarla bölerken Ortodoks Hıristiyanlara bile en küçük bir imtiyaz tanımadı.
Pakistan'ın, Afganistan'ın hali malum... Katolik, beyaz, Hıristiyan Batı bu iki ülkede tam anlamıyla yere çakılmış ama bu iki ülke de içler acısı, kan revan... İlkel, çaresiz iki bataklık... Emperyalizm bütün küstahlığına rağmen oralara demokrasi götürdük, götürüyoruz diyemedi, diyemiyor.
Bengaldeş... Var mı yok mu belli değil. Amerika ve Avrupa, Bengaldeş'e demokrasi götürmeye bile tenezzül etmiyor, artık öldüre öldüre dövmüyor da.
Endonezya, Malezya, şeriat diktatoryası altında olsalar da, vaktiyle yüz binlerce can vererek yeterince dövüldükleri için, emperyalizm artık demokrasi götürmeye ihtiyaç duymuyor. Filipinler, Amerika'ya hep itaat ettiği için hep Markos demokrasisi idi; Amerika'dan beyzbol (demokrasi diye okunur) sopası da yemedi.
Vietnam... İç durumu nedir bilmiyoruz ama, vaktiyle Amerika'ya çektiği hayranlık uyandıran, Amerika'nın bile unutamadığı falaka sayesinde Libya, Suriye vb. muamelesi görmüyor. Umarız görmeyecek de...
Çin, emperyalizmin demokrasi değilse bile sömürü dayağını yeterince yemişti. Şimdi emperyalizmin hem çaresiz umudu, hem korkulu rüyası, hem de en büyük düşmanlarından biri...
Japonya, dünyanın üçüncü büyük ekonomisi sayılsa da, üzerinde hala Amerikan beyzbol sopasının gölgesi var.
Rusya malum... 1989/91 arasında olan oldu zaten. Yine de artık Amerika'nın istediği gibi demokrat değil. Ama Libya, Suriye misali demokrasi köteği çekmeye Amerika'nın cesareti de gücü de yok. Olsa olsa yine sinsi sinsi, kalleş kalleş, alttan alta bir şeyler yapar.
Katolik Hıristiyan Güney Amerika, kan, can, çok büyük acılar, sömürü bedeliyle 20'inci yüzyıl sonuna kadar aynı dayağı yemişti. Bir kısmı hala yiyor. Ama onlar, sosyalist değilse bile, baya ciddi sol, daha da önemlisi antiemperyalist politikalarla sıralarını savmış; Amerika, bilmediğimiz kötücül entrikaları yoksa, onlara karşı pes etmiş görünüyor.
Zavallı Afrika... Emperyalizmin iki yüz yıldır, demokrasinin lafını bile etmeden alabildiğine sömürerek, köleleştirerek dövdüğü bir kıta. Hala dayak yiyor. Ama yine demokrasiden söz eden yok. Yani demokratlaştırılmak üzere değil, bitmek tükenmek bilmez sömürü hırsı uğruna dayak yiyor. Emperyalizm Rodezya'da, Somali'de, Sudan'da yüz binlerce insanın öldüğü son derece vahşi, kanlı iç savaşlar çıkarırken bu hırsını «demokrasi götürmek» diye gizlemeye bile gerek duymadı.
Kenya'nın Atatürk'ü diyebileceğimiz Kenyatta'nın sözleriyle, emperyalizm 20'inci yüz yılın başında medeniyet getirdik diye ellerinde İncil'le gelip, Afrikalılara gözlerini kapattırarak Hıristiyan duaları öğretmiş, Afrikalılar gözlerini açtığında, topraklarının emperyalistlerin kaptığını, kendi ellerinde ise sadece İncil'in kaldığını görmüşlerdi.
Sömürgecilik vahşetinin en vahşi biçimde yaşandığı iki yüzyıl içinde köle olarak satılmak üzere Amerika'ya götürülürken ölen-öldürülen Afrikalıların sayısı, Sovyet kaynaklarına göre 200, Batı kaynaklarına göre bile 50 milyon. Elde kalan İncil'in somut anlam ve sonucu bu!!... Tek fark, o zaman demokrasi götürmek yerine medeniyet götürmek denilmesinden ibaret.
Afrika'nın kuzeyi biraz farklı idi... Fas, Tunus, Libya, Cezayir, Mısır, emperyalizme yine damardan bağlı idiler. Ama 2000 öncesinde Cezayir'de yaşanan fanatik İslam vahşeti dışında kendi yağlarıyla kavrulup gidiyorlardı. Bir de Libya, Batı Berlin'de bombalanan bir diskotekte bir Amerikan vatandaşının ölmesi üzerine Amerikan uçaklarınca bombalanmış, Kaddafi'nin evlatlık kızı ölmüştü.
Bunların dışında Batı emperyalizmi, bağımsızlıklarını kazanmalarından bu yana demokratik biçimdi yönetilmeyen bu ülkelerin hiçbirine döve döve demokrasi götürmeye kalkmamıştı 2010'a kadar.
Döve döve demokratlaştırma Afganistan'da zaten devam ediyordu. Büyük şeytan «Komünist SSCB» nin işgaline uğrayan ülke, Amerika'nın «şefkatli» (!) kucağında yetiştirilmiş bilumum İslamcı terör örgütleri aracılığıyla «komünist» işgalden kurtarıldı. Ama bu defa aynı terör örgütlerinin eline düştü. Amerika Afganistan'ı şimdi de Taliban'dan kurtarmak için uğraşıyor, demokrasi fısıltısı ile... Ama Afgan halkı yine dayak yemeye devam ediyor.
Amerika kırk yıllık adamı, kışkırtmalarıyla İran'a saldırmasını sağladığı ve kırk yıldır demokrasiyle filan alakası olmadığını pek ala bildiği Saddam Hüseyin Irak'ını da birden demokratlaştırmayı akıl etti. Kitle imha silahı var diye başlattığı işgali, bu silahları bulamayınca Irak'ı demokratikleştirmeye dönüştürdü. Kadim adamı Saddam Hüseyin'i demokrat değil diye, Çavuşesku gibi yine kendi halkına astırdı; bir buçuk milyon Irak'lıyı öldürdü, birbirlerine öldürttü, ülkeyi böldü, halkı böldü... Ama Irak hala mutlu, müreffeh ve en önemlisi demokrat değil.
Kuzey'de bir Kürt devletçiği yarattı. Kendiliğinden, Tanrının lutfuyla seçimsiz meçimsiz başa geçmiş kaba saba bir aşiret reisi tarafından yönetiliyor. Ama Amerika, Irak'ın Kuzeyi'ne demokrasi götürmekten söz etmiyor.
Dört başı mamur aşiret ağası şeyhler ve saire tarafından yönetilen Suudi Arabistan'a, Katar'a, Bahreyn'e, Umman'a, Kuveyt'e demokrasi götürmekten de söz etmiyor Amerika.
Amerika İran'ı demokratlaştırmaktan da söz etmiyor. Oysa orası da bir Şii şeriat diktatörlüğü... Seçim meçim işin masal tarafı. Ama Amerika İran'dan sadece uslu durup kendisine kafa tutmamasını ve bir de İsrail'i korkutmamasını istiyor. Irak'la İran'ı, demokratikleştirmek için değil, yine ABD olarak kendisi değil ama birbirine dövdürtmüştü.
Ama Tunus'u, Libya'yı, Mısır'ı şu veya bu ölçüde döve döve sözde demokratlaştırdı. Üç ülkede de iktidara demokrasi ile hiç alakaları olamayacak şeriatçı faşist İslamcılar geldi. Böylece üçü de demokrat(!) olmuş oldular.
Amerika'nın kafası şimdilerde Suriye'ye takılı. İlle orayı da demokratlaştıracak.
Nasıl?
İktidarı kendisine sadık olacağını sandığı Müslüman Kardeşlere, Selefilere, El Kaidecilere devretmek üzere... Durmadan kan akıyor Şam'da, Halep'te. Amerika yine perde gerisinde; Türkiye'ye karargahlık yaptırıyor. Silahlar ve katiller Türkiye'den girip çıkıyor Suriye'ye. Hesabı Suudi Arabistan'la Katar ödüyor. Yani yine Suriyeliyi Suriyeliye, Müslüman'ı Müslüman'a kırdırtıyor. Kendisinin artık mecali, takati, parası kalmadı. Rusya'dan korkuyor. Havadan bombalamaya bile yanaşamıyor...
Ve Türkiye...
Aslında bütün bu ülkelerin arasında «demokratlaştırılmak» (!) için en uzun süredir en çok dayak yiyen, birbirine dövdürtülen ülke Türkiye. En az elli yıldır... Darbeler, sağ-sol çatıştırmaları, Alevi kıyımları, Sivas, Çorum, Kahramanmaraş kıyımları, Ermeni saldırıları, Kıbrıs ve nihayet PKK terörü... En az 40 bin kayıp... Irak dışında dayak yiyenlerin hiçbirinin bu kadar kaybı yok.
Kaç öldük, kaç öldürüldük? Kaç öldürdük birbirimizi? Ne kadar kaynak harcadık? Kalkınmamız ne kadar geri kaldı? Yahut kısaca ne kadar dayak yedik?
Eskiden, ülkenin gençleri birbirini kırar, emek zahmet yetişmiş, yetiştirilmiş aydınları keklik gibi birer birer düşürülürken, darbe dönemlerinde binlerce kişi hapislerde, işkencelerde çürür, idam edilir, sokak ortasında sırtından vurulur, kahvelerde taranırken ve darbeci askerlere, faşist katillere kimse «demokrasi»demezken, şimdi darbe yapmamış askerler, yazarlar, gazeteciler, profesörler, polisler, daktilo memureleri dahil hepimiz bu kez «demokrasi» sopasıyla dayak yiyoruz. Birileri bizi zorla, hapis mapus, ölüm zulum, kan revan demokrat ediveriyor.
Hukuk tarümar...
«Olsun, demokrasi var ya...» diyor içeriden dışarıdan sayısız sırtlan.
Eğitim, sağlık darmadağınık...
«Olsun, demokrasi var ya...» diyor sırtlanlar.
Tek kişi, kendi istediklerini kanun haline getirip, koca bir toplumu zorla dönüştürüyor.
«Hayır. Yanılıyorsun. Yapılanların hepsi demokrasi...» diyor sırtlanlar.
PKK terörü diyorsunuz... O bile hak, özgürlük, demokrasi mücadelesi imiş!..
Yani dayak yiye yiye, öldüre öldüre, yoksullaştıra yoksullaştıra demokrat ediveriyorlar bizi. Hayrına... Pek severler ya Türkleri... Kürtleri...
Demokrasi memokrasi lafı güzaf. Irak, Libya, Mısır, Tunus, demokrat mı şimdi? Mübarek'in yerine Müslüman kardeşleri getirdiniz. Adamlar parlamentoya, kadın öldükten sonra ilk altı saat içinde eşi ölüyle cinsel ilişki kurabilmeli diye kanun teklifi verdiler. Saddam'ı astınız. Yerine gelen Şiiler ülkeyi bir anda türbana bürüyüp İran'a çevirdiler. Tunus'ta Müslüman-cılar iktidar oldu. Libya'nın ne halt olduğu bile belli değil. Amerikalı diplomatlar göstere göstere, ayin yaparak öldürüldü. Esad'ın yerine ondan daha demokrat diye Selefileri getirmek istiyorsunuz.
Zeynel Abidin, Kaddafi, Mübarek, Saddam, Esad hiç değilse laikti. Hiç kan dökülmüyordu bu ülkelerde; hele din uğruna hiç dökülmüyordu. Videoya kaydede kaydede kafa kesilmiyordu. Şii, Sünni birbirini boğazlamıyordu. Afganistan'da Babrak Karmal'ın yerine getirdiğiniz Karzai'yi kendiniz bile adam yerine koymuyorsunuz. Çünkü ülke hala Taliban'ın kontrolünde... Karzai, hatta NATO güçleri Kabil'in dışına kafasını uzatamıyor.
Maksat demokrasi filan değil; kendi içinde ne kadar karanlık ve kara olursa olsun, dışarıda Amerika ve Batı emperyalizmine kaynak yapmış krallar, şeyhler, başkanlar ve saire...
Ama yine anlaşılamıyor.
Birincisi... Maksat gerçekten demokrasi ise 30 yıldır Kaddafi'ye, Abidin'e, Mübarek'e niye tık çıkmamıştı? Şimdi Suudi Arabistan'a niye ses çıkmıyor? Geç mi uyandınız, şimdi mi aklınıza geldi?
Niye öldürerek, bombalayarak, bir an evvel demokrasi(!)? Öldürerek, öldürterek alel acele demokrasi olur mu? Demokrasi döve döve, öldüre öldüre mi getirilir? Maksat gerçekten demokrasi ise, 30, 40, 50 yıldır sesinizi çıkarmadığınız adamları, halkları 30, 40, 50 yıldır adam gibi konuşa konuşa, eğite eğite, ikna ede ede, göstere göstere, demokrat yapamaz mıydınız? Madem bu kadar zamanınız vardı, öldürmeden, yakıp, yıkmadan, insanları, ülkeleri, ulusları, dinleri, mezhepleri, konu komşuyu birbirine düşman etmeden medeni bir şekilde (madem siz medenisiniz biz yabaniyiz!..) eğiterek, ikna ederek demokrasi olmuyor mu?
30, 40, 50 yıl bu Kaddafi, Abidin, Mübarek, Esad yine diktatördü. Hiç kılınız kıpırdamadı; sadece size sadakatlerine baktınız. Şimdi ne oldu, hangi treni kaçırıyorsunuz?
İkincisi... Eğer tarihte bir kez dürüst olup «yahu sen bakma bizim medeniyet, demokrasi geveleyip durduğumuza. Biz sömürmek istiyoruz. Yatırım mekanı olarak, pazar olarak sömürmek istiyoruz; o ülkelerin kaynaklarını, petrolünü, altınını, başka madenlerini, suyunu, kedisini köpeğini, çiçeğini böceğini, tarihini ve saire sömürmek istiyoruz. Ama bunun için de ne yönetenlerin ne de halkların «yeter artık» dememesi lazım. İşte bunun için...» diyecekseniz...
Kaddafi'yi kendi halkına öldürtmeden önce Libya'yı, Saddam'ı kendi halkına astırtmadan önce Irak'ı sömürmüyor muydunuz? Kaddafi, Zeynel Abidin, Mübarek, Saddam size ne zaman «hayır!..» dedi? Libyalılar, Tunuslular, Mısırlılar, Iraklılar ne zaman «emperyalist taleplere hayır demedi» diye, ulusal çıkarları korumadı diye Kaddafi, Zeynel Abidin, Mübarek, Saddam'a karşı ayaklandı?
Adam gibi iş yapıp, ben senin petrolünü daha ucuza almak, kendi mallarımı sana daha çok ve daha pahalıya satmak istiyorum dedin de buna bile hayır mı dediler? Sen petrolü bedava alıp, kendi malların karşılığında bütün ülkeyi sırtlayıp götürmek mi istiyordun?
Bu olamayacağına göre... İlle de öldürme, linç etme, parçalama vahşiliği niye?
Sömürmek içinse sömürü zaten vardı.
Demokrasi diye değil; çok açık.
Türkiye'de 60 yıldır sol yok ediliyor, emek, emekçi, çalışan eziliyor. Bunların ses çıkarmaması için ne gerekiyorsa, doğa belgesellerinde aslanın karacayı yakalayıp parçalaması gibi vahşice yapıldı. Ortada solun, sendikanın neredeyse esamisi kalmadı; var olanları «negligible» .
Eeee?
Namık Kemal'in dizeleri bile ne kadar saf, nahif kalıyor:
Ne efsunkâr imişsin âh ey dîdâr-ı hürriyet
Esîr-i aşkın olduk gerçi kurtulduk esâretten
(Ne kadar büyüleyici imişsin ey güzel yüzlü demokrasi-özgürlük / Kölelikten kurtulduk gerçi, ama bu kez de senin aşkının esiri olduk...)