Atilla ÇİLİNGİR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Atilla ÇİLİNGİR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Haziran 2017 Salı

KIBRIS ADASININ TÜRKİYE İÇİN ÖNEMİ - 3 -



 KIBRIS ADASININ TÜRKİYE İÇİN ÖNEMİ - 3 - 


14 AĞUSTOS 1974 İKİNCİ KIBRIS BARIŞ HAREKÂTI VE SONUÇLARI 

Atilla ÇİLİNGİR 
www.atillacilingir.com 
21 Temmuz 2016, 08:01


BU YAZI DİZİSİ; 20 TEMMUZ 1974 KIBRIS BARIŞ HAREKÂTININ 42’NCİ YIL DÖNÜMÜ NEDENİYLE KALEME ALINMIŞ OLUP, ŞEHİTLERİMİZİN AZİZ HATIRALARINA İTHAF EDİLMİŞTİR… 

PAROLASI:  ‘’AYŞE TATİLE ÇIKABİLİR..

’’ İkinci Cenevre Konferansı’nda Yunan ve Rum tarafı zaman kazanmak, dünya kamuoyunu Türkiye aleyhine çevirmek için uzlaşmaz bir tutum sergilemeye başladılar. Birinci Cenevre Konferansı’nda alınan kararları dahi dikkate almadılar. İkinci Cenevre Konferansı’nın başarısızlığa uğraması üzerine, Türk Silahlı Kuvvetleri İkinci Barış Harekâtına başladı.   14 Ağustos günü Saat 06.30’dan itibaren 28 ve 39 ncü Tümenler, Magosa ve Boğaz Deniz üssünü ele geçirmek üzere doğuya doğru taarruza başladılar.   Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayı ile Lefkoşa Sancağı ve Komando Tugayı kolordu bölgesinin batı kesimini savunmakla görevlendirilmişlerdi.   39 Tümen bölgesindeki İngiliz Tepe ve Kara Tepe, Rum savunmasının bel kemiği durumunda idiler. 39 Tümen’in birlikleri saat 11.30’da İngiliz Tepe ve Kara Tepe’yi ele geçirdiler.  28 Tümen’in 230’uncu Motorize Alay, 2’nci Taburu; saat 12.00’ye doğru Mia Milya isimli Rum Köyü ve Sanayi Bölgesini (adını sonradan Haspolat Köyü olarak ben koydum…) işgal etti. Saat 15.00 civarında 39.Tümen Değirmenlik’i, 28. Tümen de Timbu hava alanını ele geçirdi.   Türk askeri karşısında çareyi kaçmakta bulan Rumlar, mağlubiyetin acısını çıkarmak için; 14 Ağustos’ta Taşkent, Terazi, Atlılar, Muratağa ve Sandallar köylerinde; savunmasız, çoğu çocuk, kadın ve yaşlı olmak üzere yüzlerce Türk’ü topluca ve vahşice öldürmüştür.   Adanın diğer kesimindeki Türklere de insanlık dışı, vahşice saldırılar yapılmıştır. Birliklerimiz 14 Ağustos akşama doğru Paşaköy ve Serdarlı’ya girerek soydaşlarımızla kucaklaştılar…   15 ve 16 Ağustos’ta doğu ve batı istikametlerinde ileri harekâtına devam eden birliklerimiz Magosa, Lefkoşa ve Lefke hattının kuzeyindeki bölgeyi tamamen kontrol altına almışlardır… Sonuç olarak: Kıbrıs Barış Harekâtı ile Kıbrıslı Türklerin can güvenlikleri sağlanmış, Rumların Enosis hayali Akdeniz’in karanlık sularına gömülmüştür. Bu savaşta; 415’i Kara, 65’i Deniz, 5’i Hava ve 13’ü Jandarma olmak üzere 498 Türk askeri şehit olmuş, 1200’de yaralanmıştır.  70 Kıbrıslı Mücahit ve 270 Kıbrıs Türk’ü şehit olmuş, 1000 Kıbrıslı Türk de yaralanmıştır. 

  BM. Barış Gücü askerleri de kayıp vermiş: 3 Avusturyalı asker ölmüş, 24 Avusturyalı, 17 Finlandiyalı, 4 İngiliz ve 3 Kanadalı asker de yaralanmıştır. 

Türkiye bu harekât ile kendi güvenliğini ve Kıbrıslı Türklerin güvenliğini tehlikeye atacak girişimlere hiçbir zaman seyirci kalmayacağını dünyaya fiilen kanıtlamış oluyordu. 13 Şubat 1975 de Kıbrıs Türk Federe Devlet’i, 15 Kasım 1983 de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) ilan edildi… Kıbrıs’ta Türk ve Rumlar arasında yapılan tüm görüşmelerde, Rumların uzlaşmaz tutumları nedeniyle günümüze kadar bir sonuç alınamamıştır. Kıbrıs’la ilgili yürütülen görüşmeleri bu uğurda canlarını ortaya koyan gaziler olarak dikkatle izliyoruz. Toprağa düşen şehitlerimizin ve akıtılan kanların dikkate alınacağını umuyor; uğrunda şehit verdiğimiz, kan döktüğümüz toprakları da kutsal bir emanet olarak kabul ediyoruz. Savaşta kazanılan toprağın iadesi kabullenemez. Türk silahlı Kuvvetleri’nin Kıbrıs’a yaptığı müdahale; sorunun sebebi değil, Rum-Yunan ikilisinin bugüne kadar adada uyguladıkları yanlış ve tahrikkar politikaların bir sonucudur. Yunanistan’ın Kıbrıs’ı topraklarına katmayı istemesinin asıl amacı, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki hareket serbestîsini kısıtlamak ve Anadolu Yarımadası’nın güneyindeki milli güvenlik kuşağını daraltıp, Türkiye’nin etrafında bir stratejik kuşatma çemberi oluşturarak, onu Anadolu’ya hapsetmektir. Türkiye’nin, Yunanistan’ın ahdi hukukuna dayalı haklarını ve milli menfaatlerini koruyamayacak kadar zayıf bir duruma düşürülmesi, O’nun Ortadoğu’da, Balkanlar’da ve Orta Asya ile Kafkaslarda itibarını büyük ölçüde zedeleyecek; bölgesinde bir denge unsuru olma ve caydırma niteliğini ortadan kaldıracaktır. Kıbrıs’ta “Kendi kaderini tayin etme” (Self-determinasyon) hakkı söz konusu olduğunda, Ada’da yaşayan Türk halkı, BM Anayasa’sının 73’ncü maddesi esasları çerçevesinde en az Rumlar kadar kendi kaderini tayin etmede söz ve hak sahibidir. Asırlardır Kıbrıs’ta yaşayan Türklerin Ada üzerinde hükümranlık hakları vardır. Bu haklarını Rumlara devretmeleri söz konusu olamaz.  Batı, dün olduğu gibi bugünde Yunan-Rum yanlısı tutumunu devam ettirmekte, Yunanistan ve Kıbrıs sorunlarının çözümünde Türk tarafından sürekli ödün istemektedir. Aşağıdaki örnekler, geçmişte Batı’nın, Yunan-Rum yanlısı tutumunu açıkça ortaya koymaktadır. 

“Sabır ver Allahım, güç ver bizlere” ’Adaya indiğimizden beri geçen saatler her birimizi sanki on yaş birden ihtiyarlatmış, eski bir savaşçı gibi olmuştuk. Tüm heye­canlar, olumsuz düşünceler geride kalmıştı. Artık düşündüğümüz yegâne şey; görevimizi başarıyla yerine getirerek, Kıbrıs Türk Hal­kını Rum’un zulmünden, topluca katletmelerinden kurtarmak ve askerlerimizin bir tanesinin dahi burnu kanamadan yurda geri dö­nebilmekti tek isteğimiz.  Ama daha yapacak çok işimiz vardı…  Bir taraftan temmuz sıcağı; diğer yandan alev, alev yanan saman balyaları, yaşarken cehennem ateşini görmek böyle bir şey olmalıydı diye düşündüm bir an!  Düşmanın bütün kini; topçu, havan ve uçaksavar mermileri halinde üstümüze çökmüştü.  “Sabır ver Allahım, güç ver bizlere,”diye mırıldanırken;  100 m kadar ilerimize yine bir grup havan mermisi düştü. Ölümün görüntüsü ve sesi yanı başımızdaydı sanki! Derhal içinde bulunduğumuz tarlanın zeminine tam siper yaptık…  (Bu bölümde anlatacağım aşağıdaki kahramanlık öyküsü: Milletimizin gözbebeği Mehmetçiğin vatanına, bayrağına, görevine olan sadakatinin ve iman gücünün savaş meydanına yansımasıdır…) Bu gerçeğe tanıklık yapan aynı zaman dilimi ve mekânında olan ben; böylesine yiğit ve temiz yürekli bir askere komutanlık yaptığım için bahtiyarım.  Aşağıda bizzat tanıklık ettiğim bu gerçek savaş öyküsü, Kıbrıs Harekâtından sonra ülkemizde mevut Liselerimizde 2012 yılına ka­dar okutulan Milli Güvenlik ders kitaplarında, bir savaş anısı olarak yer almış, gençlerimizin bilgisine sunulmuştur. 

 Ancak 2012 yılında AKP iktidarının Milli Eğitim Bakanlığı uygulamaları çerçevesinde, Milli Güvenlik Dersinin Liselerimizden kaldırılmasıyla birlikte! Ne yazık ki, yakın siyasi tarihimizde yaşanan Kıbrıs Savaşlarında bu ve buna benzer nice kahramanlık destanı, bilgi hazinemizin dışına itilmiştir…  Ama zafer meydanlarına kazınan bu gerçekler, tarihimize al­tın harflerle yazılmış olup, hiçbir güç bu gerçekleri değiştiremeye­cektir… Harekât bölgesine, Piyade Kıdemli Yüzbaşı Süha Bayka­ra ile birlikte aynı helikopterle gelmiştik. Bulunduğumuz tar­laya düşmanın havan ve topçu mermileri düşmeye başladığın­da, yine aynı helikopterden inen, Siirt’in Şırnak ilçesinden (o tarihte Şırnak henüz il olmamıştı.) Er Salih Kabul, mermilerin savurduğu toz yığınları arasından toprağa gömülmüş gibiydi…  Yüzbaşım, ben ve tabur doktorumuz Üsteğmen Taner Göde, o istikamete doğru fırladık.  Mehmetçiğin kızgın güneşten kavrulan sakallı yüzü, ye­şilimsi bir renk almış, tebessüm eder gibiydi.  Gözlerinin canlı­lığı kaybolmamıştı. Sağ bacağı hemen dizinin altından kopmuş, bir karış kemik parçası, kopuk dizinin ucunda duruyordu.  Sağ eliyle potininin içinde kanlı et yığını gibi duran kopuk bacağını sımsıkı tutuyordu. Kopuk bacaktan fışkıran kutsal temiz kanı, toprakta köpürüp fokurduyordu.  Doktor ilk müdahaleyi yaptığı sırada ben ve Yüzbaşım, telaşla emirler veriyor, bir araç bulunmasını istiyorduk…  Bu sırada Salih bir ara kendine geldi, başını kaldırdı ve yaşaran gözlerimize bakarak:  “Niçin telaş ediyon gomutanım? Gözlerinizdeki yaşlar niye ki? Anamız bizi bugünler için doğurmadı mı? Hele bir cigara verin,” diye mırıldandı, tekrar bayıldı.  Hiçbir şey söyleyemedim, dudaklarımı öylesine ısırmışım ki, az sonra yanımdaki er:”Komutanım, ağzınızdan kan geliyor, bir şey mi oldu?”dedi. “Hayır” diyebildim. Çünkü o kan, ağzım­dan değil, paramparça olan yüreğimden geliyordu…  Kahraman Salih’i, mücahitlerimizin civardan temin et­tikleri Land-Rover marka bir ambulansa, bulunduğumuz böl­geye bir kâbus gibi çöken Rum topçu ve havan ateşine rağmen süratle yükledik. Artık onun yaşayabilmesi, zamanın ve kaderin insafına kalmıştı! Araç, boğaz bölgesinde kurulan sahra hasta­nesine giderken, üzerindeki Kızılay bayrağına rağmen, Rumlar tarafından aracın vurulması için açılan uçaksavar ve makineli tüfek ateşini büyük bir üzüntü ile izledik…  İşte savaş meydanlarının yiğit askeri, Mehmetçik böyle bir in­sanlık abidesiydi. Böylesine bir askeri tanımak için onun gerçekleş­tirdiği böylesi kahramanlıkları okumak değil; demek ki, kaderde bir­likte paylaşmak da varmış diye düşündüm bir an. Yüce Atatürk’ün şu veciz ifadesi onu ne kadar iyi tanımlıyordu:  “Dünyanın hiçbir ordusunda, yüreği seninkinden daha temiz ve daha mükemmel bir askere rast gelinmemiştir.”   Gerçekten de savaş meydanında cesaretiyle temayüz eden, vatanına, bayrağına, milletine ve komutanına içtenlikle bağlı. İman gücünü, çelik gibi iradesiyle bütünleştirebilen insanoğlu; ancak Türk Milletinin sinesinden çıkabilirdi. İşte tüm bu özellikler de, “Mehmetçik” kavramında birleşmişti. Savaş meydanları bu tarihi gerçeği hep böyle yazmıştı, Kıbrıs savaşlarında da böyle yazmaya devam edecekti.    Yukarıda anlatmış olduğum ve bizzat tanıklığını yaptığım bu kahramanlık öyküsü; bu gerçeklerin tarih sayfalarına yansıdıkların­dan sadece bir tanesiydi. Artık savaşın sıcak yüzü, bizim taburumuz personelini de yakmaya başlamıştı…’’

Önce Vatan Gazetesi

http://www.oncevatan.com.tr/14-agustos-1974-ikinci-kibris-baris-harekti-ve-sonuclari-makale,36295.html


***

KIBRIS ADASININ TÜRKİYE İÇİN ÖNEMİ - 2 -



 KIBRIS ADASININ TÜRKİYE İÇİN ÖNEMİ - 2 - 


“KIBRIS’TA” 42 YIL ÖNCE O GÜN!  

http://www.oncevatan.com.tr/kibrista-42-yil-once-o-gun-makale,36286.html

Önce Vatan Gazetesi
Atilla ÇİLİNGİR ,-
www.atillacilingir.com 
20 Temmuz 2016, 00:01
Önce Vatan Gazetesi

20 Temmuz 1974  (BİRİNCİ HAREKAT) “... 


Bundan sonrası yalnızca kadere bağlıydı! Ölüm ne kadar yakınsa, yaşamak da o kadar uzaktı...” Kıbrıs Rum Kuvvetleri;  Rum Milli Muhafız(RMM) ordusu, Rum Polis teşkilatı ve Yunan Alayından ibarettir. Ayrıca, seferde teşkil edilen Home Guard (HG) taburları ile RMM ordusu takviye edilmektedir. Rum ordusu Yunanlı subaylar tarafından eğitilmekte ve yönetilmektedir. Seferde Rum ordusunun mevcudu 40.000’ne çıkabilmektedir. Bu birliklerin yanı sıra, Makarios’a bağlı 4000 kişilik “Epikourik” (Taktik Yardım İhtiyat) kuvveti vardı… Türk Silahlı Kuvvetleri; Kıbrıs Barış Harekâtı’na 6 nci Kolordu Komutanlığı emrinde; 28 nci Motorlu Piyade Tümeni, 39 ncu Piyade Tümeni, Hava İndirme ve Komando Tugayları, Gösteri Tatbikat Alayı, Amfibi Deniz Piyade Alayı, Jandarma Komando Taburları, Deniz ve Hava Kuvvetleri birlikleri, Bayraktarlık emrindeki Mücahit Birlikleri, 650 kişilik Kıbrıs Türk Alayı ile idari ve lojistik destek birlikleri katılmıştır.  Harekât üç safha olarak planlanmıştı: . Birinci safhada hava ve kıyı başının tesisi ve elde bulundurulması,  . İkinci safhada çıkan ve indirilen birliklerin birleşmesi,  . Üçüncü safhada da harekât alanının genişletilmesi 

20 TEMMUZ 1974 BİRİNCİ KIBRIS BARIŞ HAREKÂTI 

20/21 Temmuz gecesi Türk ve Rum kuvvetleri arasında çok çetin çatışmalar ya şanmıştır. Rumların Ortaköy, Gönyeli ve Boğaz Bölgelerini ele geçirerek; Girne- Lefkoşa irtibatını kesmek ve bu suretle; çıkarma yapan birliklerimizle, inen birliklerimizin birleşmesini önlemek amacıyla gece boyunca St.Hilarion, Bozdağ, Dikmen Tepe, Ortaköy ve Gönyeli ile Göçeri bölgelerinde yaptığı saldırılar; kahraman Mehmetçikler tarafından her defasında püskürtülmüştür.  20 Temmuz 1974 tarihinde, Kıbrıs’a çıkan ve inen Türk birlikleri ele geçirdikleri yerleri, her ne pahasına olursa olsun elde tutmayı başarmışlardır.  Harekâtın ilk günlerinde, birliklerimiz hava desteğinin haricinde topçu ve tank desteğinden mahrum idi…  Buna rağmen Türk askeri Çanakkale’de, Kurtuluş Savaşı’nda, Kore’de destan yaratan atalarını aratmadılar. İlk gece özellikle Beşparmak Dağlarında, Rumların gece saldırılarına karşı tüm birliklerimizin ölüm-kalım mücadelesi takdire şayandır… Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahalesi sonrasında;   Yunanistan’da cunta, Kıbrıs’ta da Sampson istifa ettiler. BM Güvenlik Konseyi’nin 20 Temmuz 1974 günü aldığı 353 sayılı karara uyarak, üç garantör devlet olan Türkiye, Yunanistan ve İngiltere; Kıbrıs’ta barışı ve anayasal düzeni yeniden kurmak amacıyla 25 Temmuz’da Cenevre’de görüşmelere başladılar. 30 Temmuz’a kadar devam eden bu görüşmelerde; tarafların 8 Ağustos’ta, Cenevre’de tekrar toplanmaları kararı alındı. Bu görüşmeler sonucu yayınlanan “Cenevre Deklarasyon”u ile taraflar; Kıbrıs’ta ayrı iki otonom yönetiminin mevcut olduğunu kabul etmişler, Otonom Türk ve Rum toplumlarının federal bir devlet çatısı altında bir ortak yönetim kurmalarını beyan etmişlerdir. 

İKİNCİ KIBRIS BARIŞ  HAREKÂTINI HAZIRLAYAN NEDENLER . 

İlan edilen ateş-kes’ten sonra, mevcudu 40.000’ni bulan Türk birlikleri oldukça dar bir alana sıkışmış durumdaydılar,  . Birliklerin uzun süre bu dar bölgede bekletilmeleri emniyetleri açısından uygun değildi,  . Ateş-kes ile birlikte Türk birliklerinin ilerleyişlerini durdurmaları üzerine adanın her yanındaki binlerce Türk, Rumlar tarafından kuşatılmış, Rumlar Türk köylerindeki savunmasız çoğu çocuk, kadın ve yaşlı olmak üzere yüzlerce Türk’ü topluca ve vahşice öldürmüştü! ( 14 Ağustos 1974’te yaşanan Atlılar, Muratağa, Sandallar Köyleri katliamları, toplu mezarlar… )  
….  Diri, diri toprağa gömülen 16 günlük Selen Bebek...   
( Bk. Tarihten Gelen Çığlık, Kıbrıs’ta Soykırım 1955-1974-Atilla Çilingir) 


‘’Yarım saat sonra Kıbrıs gözüktü!  İnme bölgesi yoğun bir ateş altındaydı. Her yönden ama özellikle Beşparmak Dağları istikametinden gelen havan ve dağ top­çusu atışları, iniş yaptığımız bölgeyi hallaç pamuğu gibi atıyordu. Rumların hâkim arazide olmaları, onlara her yönden atış üs­tünlüğü sağlamıştı. Bir de, araziden toplanan ekinlerin ardından ya­pılan saman balyaları bu atışlardan etkilenerek tutuşmuş, bölgenin rüzgârlı havasının da etkisiyle sanki bir alev topu gibi sağdan, sola savruluyorlardı.  Gerçekten de cehennemin tam ortasındaydık!  Ben ve arkadaşlarımı taşıyan helikopter, yere 1,5 – 2 metre kalıncaya kadar alçaldı, kapılarını açtık ve fırlattık kendimizi toprak ananın koynuna; işte inmiştik ata yadigârı Kıbrıs topraklarına…  Bundan sonrası yalnızca kadere bağlıydı; ölüm ne kadar yakınsa, yaşamakta o kadar uzaktı…  Isı, güneşte 50 derecenin üzerindeydi. Bir taraftan da yanan tarlaların sıcaklığı… Eğer bir gün cehennem nasıl diye soracak olur­larsa bana, işte yaşadığımız bu saatler, cehennemin ta kendisiydi, diye yanıtlardım…  Taburumuzu Kıbrıs’a getiren helikopterlerin her biri askerle­rimizin her grubunu ayrı bir yere indirmiş, emir komuta beraberli­ğinin sağlanması bir hayli güçleşmişti!  Saat tam 10.00’du. Bizi indiren helikopterdeki erbaş ve erle­rim ve Üsteğmen Kamil’le birlikte kuzeye doğru ilerlemeye başla­dık. Bir an önce Tabur Komutanımızı bulmalı ve taburu oluşturan bölük komutanlarıyla bir araya gelerek, bizden bir gün önce adaya inen Bolu Komando Tugay Komutanı General Sabri Demirbağ’a (rahmet ve minnet duygularıyla anıyorum. O ve onun gibi askerinin gönlünde taht kuran komutanlar, asla unutulmayacaktır.) adaya in­tikal ettiğimiz haberini vermeliydik…  Artık sağımıza solumuza düşen mermilere alışmış; inme böl­gesinde alev, alev yanan saman balyalarının sıcaklığını dahi hisset­mez olmuştuk. Ne garip! İnsan, ölüme en yakın olduğu bu yaşam kesitinde, bazen cehennemin dahi farkında olamıyordu meğerse! Aslında biz cehennemin tam ortasındaydık. İşte tam bu esnada, bu­lunduğumuz tarladaki saman balyaları üzerine düşen bir grup havan mermisi sonucunda, tarlanın kuru otları ve saman balyaları cayır, ca­yır yanmaya başladı. Aksilik bu ya, rüzgâr da bizim bulunduğumuz yöne doğru esiyor; Kırnı ovasının kuru otlarını ve saman balyalarını bir alev topuna çeviren yangın, süratle bulunduğumuz yere doğru ilerliyordu…  Az önce yanımıza gelen Teğmen Erkan Sucu bağırarak: “İle­rideki çukurun içinde helikopterden indirdiğimiz 57 mm’lik geri tepmesiz top mermisi sandıkları var!”  Hepimiz donup kalmıştık!  Bulunduğumuz yere süratle yaklaşan alevler, bu çukura ula­şırsa; sandıklardaki top mermileri infilak ettiğinde, olacakları düşün­mek dahi istemedim! Bir şeyler yapmalıydık! Ama ne?  İşte tam o anda, nereden geldiğini dahi anlayamadığımız arkasında hendek açma bıçağı olan bir traktör, yanan tarlanın et­rafında dönmeye ve yangının bize ulaşmasını engellemek amacıyla hendek açmaya başladı.  Şaşırmış ama bir o kadar da sevinmiştik.  Traktörü kullanan, Kıbrıs Türk Mücahidi kıyafeti giymiş kü­çücük bir çocuktu. Etrafı alev topu ile çevrili, Rum havanlarının üzerimize devamlı mermi yağdırdığı o bölgeye nasıl gelmiş, bizi bekleyen tehlikeyi nasıl sezmişti?  O birkaç dakikalık kritik zamana, yüzlerce soru sığmıştı ama bir o kadar da rahatlamıştık. Çünkü o küçücük ama yüreği kosko­caman mücahit çocuk; yangının önünü keserek geri tepmesiz top mermilerimizin infilak etmesini engellediği gibi, bu patlamada bi­zim de verebileceğimiz ağır bir zayiatı da önlemişti…  Böylece Kıbrıs’ta yalnız olmadığımızı anlamıştık. Kıbrıs Türk Halkı yıllardan beri bu anı beklemişti. Şimdi ise çoluk, çocuk; ka­dın, yaşlı demeden Mehmetçiğin yardımına koşuyor; canıyla, malıy­la ama bir tas ayran, bir yudum su, tadını ilk kez tattığımız hellim peyniri, yani elinde ne varsa onunla; askerlerimizin yanında olmak için canları pahasına çaba gösteriyorlardı…  Tıpkı bu küçük mücahit gibi…  Traktörü kullanan bu yiğit çocuk, yangının önünü kesmişti ama tam o esnada bulunduğu yere Rum mevzilerinden atılan bir grup havan mermisinin traktöre isabet etmesi sonucunda oracık­ta şehit olmuştu. Hepimiz üzüntüden sanki şok geçirmiştik.  Savaş meydanında ilk kez böylesi acı bir durumla karşılaşıyor; bu cehenne­mi ortamda ülkemize, sevdiklerimize sağ salim dönebilmemiz için dualar mırıldanıyordum.  Her geçen saat, Rumların inme bölgesine atmış oldukları ha­van mermisini o nispette arttırıyor, adeta mermi yağmuruna tutulu­yorduk. Bir an önce bu ateş baskısından kurtulmalı bir an önce ta­burumuzla bir araya gelmeliydik. Aradan çok kısa bir süre geçmişti ki, Beşparmak Dağlarının tam ortasından çelik kanatlı, aslan yürekli pilotlarımızın ay yıldızlı uçaklarımızla, inme bölgesini ateş yağmu­runa tutan Rum havanları ve topçusunun üzerine dalışa geçmeleri, bir kartal misali çelik pençeleri ile onları lime, lime etmeleriyle biraz olsun rahat bir nefes almıştık.   “Bir tek düşüncemiz vardı! Toparlanmak ve bir an önce Kıbrıs Türk Halkını, Rum’un mezaliminden kurtarmak…” 

http://www.oncevatan.com.tr/kibrista-42-yil-once-o-gun-makale,36286.html


***********


KIBRIS ADASININ TÜRKİYE İÇİN ÖNEMİ - 1 -



KIBRIS ADASININ TÜRKİYE İÇİN ÖNEMİ - 1 - 

Atilla ÇİLİNGİR 
www.atillacilingir.com 
19 Temmuz 2016, 10:30

     Ada’nın Jeopolitik ve Jeostratejik yönden değerlendirilmesi;  Kıbrıs adası; Türkiye’ye yakınlığı, 65 km olup: İskenderun ve Mersin körfezlerinin, Akdeniz’in doğusundaki deniz ulaşımı,  İsrail ve Suriye’nin liman ve sahil güvenliğini kontrol ettiği, Türk boğazları ve Süveyş Kanalının emniyeti, Ortadoğu petrolleri ve petrol nakliyatının kontrolü, Doğu Akdeniz’de bir uçak gemisi, füzeler için rampa görevi yapabileceği, Ada çevresinde bulunan zengin doğalgaz ve petrol yatakları; Nedenleriyle jeopolitik,stratejik ve ekonomik yönden Türkiye için hayati öneme haiz bir bölge olup; Türkiye’nin güvenliği açısından yüksek bir değer ifade eder… Kıbrıs, jeopolitik önemi nedeniyle; tarih boyunca çeşitli kavimlerin istilasına uğramıştır. Mısırlıların, Hititlerin, Finikelilerin, Asurluların, Perslerin, Romalıların, Bizanslıların, Arapların, Haçlıların (Aslan Yürekli Richard’ın) , Venediklilerin ve nihayetinde de 307 yıl boyunca Osmanlının hâkimiyetinde kalmıştır. 1877-1878 Osmanlı Rus Harbinde İngiltere’nin Osmanlıyı desteklemesi karşılığında geçici olarak Britanya İmparatorluğuna bırakılmış; Ancak 1’nci dünya savaşının başında, İngiltere; Kıbrıs’ı bir oldubittiye getirerek, ilhak ettiğini açıklamıştır… 

İNGİLTERE’NİN ADAYI İLHAKIYLA BİRLİKTE BAŞLAYAN SÜREÇ VE ENOSİSE GİDEN YOLDA YAŞANANLAR: 

* 1955 yılında Kıbrıs Ortodoks Kilisesinin adayı Yunanistan’a bağlamayı amaçlayan (Enosis) çabaları..! 

* 1 Nisan 1955 Tarihinde E.O.K.A kanlı terör örgütünün kuruluşu ve faaliyetleri çerçevesinde İngilizlere ve Türklere karşı silahlı şiddet eylemlerine başlaması… (Acritas Planı) 

* Bu örgüte karşılık 1 Ağustos 1958 tarihinde Türk tarafında TMT’NİN ( Türk Mukavemet Teşkilatı) kurularak, EOKA ile mücadeleye başlaması… 

* 1959-1960 Londra ve Zürih Antlaşmalarıyla 1 Ağustos 1960 tarihinde Bağımsız Kıbrıs Cumhuriyetinin kuruluşu… (Kurulan bu cumhuriyetin yönetimi:  %70’i Rum, %30’u Türklerden oluşacak. Bakanlar kurulunda 7’si Rum, 3’ü Türk bakan olacak, Cumhurbaşkanlığı görevini Başpiskopos Makarios (asıl adı Mihail Hristodulu), yardımcılığını ise Dr. Fazıl Küçük yürütecekti…) 

* 1960’da kurulan Kıbrıs Cumhuriyetinde Garantör ülke olma sıfatını kullanan Türkiye adaya 650, aynı sıfatı kullanan Yunanistan ise 950 kişilik askeri gücünü adaya çıktı. 1878 yılından 82 yıl sonra ilk kez Türk askeri ata yadigârı Kıbrıs adasına ayak basıyordu… 

* Bu arada Yunanistan da boş durmuyor; 1960’dan 1963 yılına kadar geçen süreçte adaya illegal yollardan asker ve silah yığınağı yapıyordu! Amaç: Enosisi gerçekleştirerek, ‘’Akritas Planını’’ yürürlüğe koymak...! 

* 24 Aralık 1963 tarihinde tarihe Kanlı Noel olarak geçen saldırıyla da bu amaca ulaşmak istedi! Türkleri kadın, çocuk, yaşlı demeden katletmeye başladılar. 
Sadece o gece 103 Türk köyü yakılıp, yıkılmış, yüzlerce Kıbrıs Türk’ü hunharca katledilmiş; tarih sayfalarına o gecenin simgesi ve bir insanlık ayıbı olarak; KTKA’da görevli Dr. Bnb. Nihat İlhan’ın eşi ve çocuklarının bir banyo küvetinde katledildiğini gösteren fotoğraflar kazınmıştır. 

* Kıbrıs adasında Türkleri katletmek/topyekûn imha etmek adına girişilen bu jenosit hareketine adada ki barış gücü de dâhil olmak üzere Batılı Devletler her zaman olduğu gibi sessiz ve seyirci kalmışlardır. 

* Rum Yunan ikilisi; bu saldırılarıyla; Türklerin eşit siyasi haklara ve ortaklığına dayalı olarak kurulan ‘’Kıbrıs Cumhuriyetini’’ yıkmışlar, bu cumhuriyetin temelini teşkil eden Zürih ve Londra antlaşmalarını tek taraflı olarak fesih etmişlerdir. 

* 1967 yılına kadar geçen süreçte Kıbrıs Türk halkına karşı her türlü tedhiş, siyasi ve ekonomik ambargo uygulayan Rumlar bununla da yetinmeyerek, 

* 1967 yılında Yunanlıların Anadolu’yu işgalinde görev alan eli kanlı E.O.K.A’cı e. General Grivas ve Yunanlı subayların idaresinde; Geçitkale ve Boğaziçine saldırdılar… 

* Dönemin Türkiye Hükümetinin haklı tepkisi ve müdahale edeceğinden çekinen Yunanistan, askerlerini ve o katil ruhlu Grivas’ı adadan çekmek zorunda kaldı… * Tam bu süreçte 1967 yılında Yunanistan’da ihtilal olmuş, bir cunta hükümeti kurulmuştur! 

* Makarios’un Cumhurbaşkanı seçildiği dönemeden bu tarihe kadar, izlediği siyaseti, Sovyetler Birliği ile siyasi ve ekonomik işbirliğini, ‘’Dünya Bağlantısızlar Hareketinin’’ önderi haline gelmesini hazmedemeyen ve adanın bir an önce Yunanistan’a bağlanarak, Enosisi gerçekleştirmek isteyen Yunan Cuntası; bu süreçten Makarios’u sorumlu tutmuş, Makarios ile Yunan Cuntasının arası giderek açılmaya başlamıştı…  

Aslında bu süreç Makarios’un istediği gibi olabilseydi! Adada yaşayan Türkler; Rum tarafının uyguladığı insanlık dışı ambargolarla uzun vadede ekonomik yönden çökecek ve Kıbrıs adasını terk edeceklerdi… Ancak Yunan Cuntasının bu süreci beklemeye tahammülü yoktu! Ve en nihayetinde 15 Temmuz 1974’te Yunan Cuntası tarafından desteklenen, Yunanlı subayların yönetimindeki RMMO(Rum Milli Muhafız Ordusu) ile E.O.K.A Kıbrıs’ta Makarios’a karşı bir askeri darbe gerçekleştirdi. Sözde Cumhurbaşkanı Makarios önce Baf’a oradan da Agratur İngiliz üslerine sığınarak, Londra’ya kaçtı. Bunun üzerine, eli kanlı EOKA terör örgütü mensuplarının önde gelenlerinden ‘’Türk Kasabı’’ lakaplı Nikos Sampson, geçici cumhurbaşkanlığı görevine getirildi. Ve adada Kıbrıs Helen Cumhuriyetinin kurulduğu ilan edildi… 

* Adadaki gelişmeleri yakinen takip eden Türkiye; 1959-1960 Zürih ve Londra Atlaşmalarından kaynaklanan garantör ülke olma sıfatını kullanarak; İngiltere ile birlikte adaya müdahale edilmesini istemiş, fakat İngiltere Türkiye’nin bu isteğini geri çevirmiştir. Bunun üzerine Türkiye, bu oldubittiye son vermek amacıyla tek başına Kıbrıs’a müdahale etmeye karar vermiştir. 

BU TARİHİ SÜRECE BAKILDIĞINDA, KIBRIS ADASI HİÇBİR ZAMAN YUNAN ADASI OLMAMIŞTIR… 

Yunanistan Megalo İdea (büyük ülkü-Yunanlı şair Rigos tarafından ortaya atılmştır) fikri çerçevesinde, ‘’Büyük Yunanistan’ı’’ kurma hayali içinde Kıbrıs Adasını topraklarına katma gayreti içinde olmuştur. 

Yunanistan’ın MEGALO İDEA fikri ile başlangıçtan beri gerçekleştirmek istediği faaliyetler şunlardır: 

* Yunanistan’ın bağımsızlığının sağlanması, 

* Batı Trakya ve Selanik’in Yunanistan’a ilhakı, 

* Ege adalarını Yunanistan’a ilhakı, 

* Oniki adaların Yunanistan’a ilhakı, 

* Girit adasının Yunanistan’a ilhakı, 

* Batı Anadolu’nun Yunanistan’a ilhakı, 

* Rum Pontus Devletinin kurulması, 

* Kıbrıs Adasının Yunanistan’a ilhakı, 

* İmroz ve Bozcaada’nın Yunanistan’a ilhakı, 

* İstanbul’un Türklerden geri alınarak, Bizans İmparatorluğunun yeniden kurulması…   

‘’Zafer Süngünün Ucunda’ ise; bu gerçeği tarih sayfaları­mıza kazıyan da bizlerdik...” 

19 Temmuz’un güneşi batıyordu, hava kararmaya başla­mıştı artık…  Binlerce askerin bulunduğu bu bölgeye inanılmaz bir sessiz­lik çökmüştü! Sanki büyük bir patlamaya gebe gibiydi gündüzün sonu!  Araçlarla birlikte yanımızda getirmiş olduğumuz kıta yükü­nün çiğ olarak yenebilecek kısmından Mehmetçiklerimize dağıttık, bu yiyecekler, belki de savaş öncesinde kendi ülkemizde yiyebilece­ğimiz son yemekti. Ancak su ve susuzluk büyük bir problemdi…  Taburumuz artık tamamen istirahata geçmişti. Çevre nöbet­çilerinin dışında herkes, hepimiz yarın sabah neler yaşayacağımızın derinliklerine dalmıştık, kimimiz en sevdiklerinin hayaliyle, kimimiz ise; vicdanımızla baş başa… Bir an kendimle, kendi iç sesimle baş başa kaldım!  Bedenimi sarmalayan, üniformam, başımı koruyan çelik baş­lığım, savaşta kullanacağım silah ve teçhizatım, beni hayata bağla­yacağına inandığım bir matara suyum, ayağımda botlarım (ki, bu botlarımı, savaş meydanına indikten tam 22 gün sonra ayaklarımın altındaki deriyle birlikte çıkaracaktım! Çünkü savaşın gerçekleri in­sanoğlunun tüm bedenini ele geçirdiği gibi o bedeni taşıyan ayakla­rını da ele geçiriyordu…)  Ve beynimde dolaşan yüzlerce soru!  O anda tüm bedenimi sarmalayan, ruhumun derinliklerine kadar işleyen duygu karmaşam, beynimi üç şeye kilitlemişti!  Savaş, yaşamak ve ölmek…  Şakaklarımdan süzülen ter damlacıkları, bu duygu karmaşa­sından uzaklaşmama; dudaklarımda eriyen bu ter damlacıklarının tuzlu tadı ve mataramdan içtiğim bir yudum su, kendime gelme­me neden olmuştu. Kana, kana içtim mataramdaki ılık sudan. Sanki yurdumun bu güzel suyunu bir daha içemeyecekmişim gibi kana, kana… Oh ne güzeldi hayat! Henüz 26 yaşındaydım, genç bir üsteğ­men. Benim gibi on binlerce genç cesur yürek. Hepsi göreve hazır; gözler hep aynı yöne bakıyor, aynı hedefe kilitli: Kıbrıs…  Zaman sanki kum saati şekline bürünmüş; kalan ömrümüzün hesabını yapar gibiydi! Tabur komutanım Bnb. Turgut Aksoy’dan, Yüzbaşı Süha Baykara, Üsteğmen Kamil Aslan ve ben; taburumuzun bulunduğu yerden, sahile doğru yürümeye başladık. Ovacık’ın bu küçük sahil şeridinde, vatan topraklarında oturup, bir şeyler yiyip, en azından bir çay içebileceğimiz bir yer vardır diye düşünmüştük!  Ama savaşın gölgesi bu sahillere de düşmüş ve her yer bo­şaltılmıştı! Savaşın o soğuk yüzünü bir an unutmuşken; bu tablo, o acı gerçeği tüm çıplaklığı ile bize hatırlatıvermişti! Terk edilmiş lokantalar, kimsesiz çay bahçeleri, neşeli kahkahaların olmadığı ıpıs­sız bir sahil…  Güneş kıpkızıl bir tepsi şeklini almış; yavaş, yavaş Akdeniz’in o koyu lacivert sularına doğru gömülürken, adeta etrafa kıvılcımlar sıçratıyordu… Yarın şafak doğarken, cehennemi bir yaşamın içinde olacağımızın bilinciyle bir niyet tuttum, dua ettim…  “Allah’ım, bu cehennemi yaşamı bizim için kolaylaştır. 

Kolaylaştır ki, sevdiklerimize, sevenlerimize kavuşabilelim…”  Denizin enginliklerini bir çizgi gibi ayıran ufuk hattı, en sonunda o güzelim güneşi yutuvermişti! 

Bir an, bu hattın hemen ardında, ağzından alevler fışkıran bir canavarın bizi beklediği gibi bir his kapladı içimi! Savaş denen canavar; işte orada, ufuk hattının he­men gerisinde kalan Kıbrıs adasında bizleri bekliyordu. Hayır, hayır en ufak bir korkumuz yoktu, tam tersine çok gururluyduk, çünkü yakın tarihimizde 
ülkemizin milli menfaatlerini savunma görevi bize kısmet olacaktı. Bizlerin asıl korkusu, adaya inerken görevimizi yerine getiremeden bir kör kurşunla yenilmekti o canavara!  “Hepimizi koru Allahım. Bizlere emanet edilen Mehmetçiklerimize güç ver. Onları, bizleri tüm sevdiklerimize bağışla…” Bu söylemler; kalplerimizdeki duyguları, beyinlerimizin kilitlendiği düşünceleri en iyi anlatan sözlerdi…  Ovacıkta açık olan bir tek yer vardı; o da, tek gözlü postanesi! 

Vatanperver, kahraman, gözü pek bir P.T.T görevlisi, orada göre­vinin başındaydı. 

Aslında o bölgede savaşın tüm kurallarına göre uygulamalar başlamış, bölge halkı buralardan uzaklaştırılmıştı ama o posta görevlisi orada görevinin 
başındaydı. Posta odasının içi son bir kez daha sevdiklerine mektup göndermek, telgraf çekmek isteyenlerce doluydu…  Turgut Binbaşım ve ben; bu tek gözlü, 
tek masalı, tek başına hizmet veren posta memuruna yaklaşarak, bir telgraf çekmek istedi­ğimizi söyledik. Bu telgrafla da olsa, sevdiklerimize son bir kez 
fısıl­dayacağımız cümleler vardı, son kez sesimizi duyurmak istiyorduk: “Yarın sabah Kıbrıs’a hareket ediyoruz. Allaha emanet olun, bizim için dua edin… 
(Atilla)  Yukarıdaki cümlelerim vatan topraklarıma ve sevdiklerime son veda idi…  20 Temmuz’a saatler kala Kıbrıs adası…  Zaman gittikçe kısalıyor, 
Kıbrıs Türkünün adada ki, yaşam hakkı da; an be an yok oluyordu…   Zaman mı kötüydü, yoksa insan mı?  Ama gerçek olan bir şey var ise!  O da, gerçekten Kıbrıs Türklerinin adada ki durumu gittikçe kötüleşiyordu… 

Kıbrıs Türk Mücahidine ait Bayrak Radyosu yaptığı yayınlarda Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı yardımcısı, Kıbrıs Türk’ünün lideri Rauf Denktaş’ın:  
“Türkler evlerinden dışarı çıkmasınlar, “mesajını yayınlıyordu…’’

http://www.oncevatan.com.tr/kibris-adasinin-turkiye-icin-onemi-1-makale,36279.html



****