13 Haziran 2017 Salı

KIBRIS ADASININ TÜRKİYE İÇİN ÖNEMİ - 1 -



KIBRIS ADASININ TÜRKİYE İÇİN ÖNEMİ - 1 - 

Atilla ÇİLİNGİR 
www.atillacilingir.com 
19 Temmuz 2016, 10:30

     Ada’nın Jeopolitik ve Jeostratejik yönden değerlendirilmesi;  Kıbrıs adası; Türkiye’ye yakınlığı, 65 km olup: İskenderun ve Mersin körfezlerinin, Akdeniz’in doğusundaki deniz ulaşımı,  İsrail ve Suriye’nin liman ve sahil güvenliğini kontrol ettiği, Türk boğazları ve Süveyş Kanalının emniyeti, Ortadoğu petrolleri ve petrol nakliyatının kontrolü, Doğu Akdeniz’de bir uçak gemisi, füzeler için rampa görevi yapabileceği, Ada çevresinde bulunan zengin doğalgaz ve petrol yatakları; Nedenleriyle jeopolitik,stratejik ve ekonomik yönden Türkiye için hayati öneme haiz bir bölge olup; Türkiye’nin güvenliği açısından yüksek bir değer ifade eder… Kıbrıs, jeopolitik önemi nedeniyle; tarih boyunca çeşitli kavimlerin istilasına uğramıştır. Mısırlıların, Hititlerin, Finikelilerin, Asurluların, Perslerin, Romalıların, Bizanslıların, Arapların, Haçlıların (Aslan Yürekli Richard’ın) , Venediklilerin ve nihayetinde de 307 yıl boyunca Osmanlının hâkimiyetinde kalmıştır. 1877-1878 Osmanlı Rus Harbinde İngiltere’nin Osmanlıyı desteklemesi karşılığında geçici olarak Britanya İmparatorluğuna bırakılmış; Ancak 1’nci dünya savaşının başında, İngiltere; Kıbrıs’ı bir oldubittiye getirerek, ilhak ettiğini açıklamıştır… 

İNGİLTERE’NİN ADAYI İLHAKIYLA BİRLİKTE BAŞLAYAN SÜREÇ VE ENOSİSE GİDEN YOLDA YAŞANANLAR: 

* 1955 yılında Kıbrıs Ortodoks Kilisesinin adayı Yunanistan’a bağlamayı amaçlayan (Enosis) çabaları..! 

* 1 Nisan 1955 Tarihinde E.O.K.A kanlı terör örgütünün kuruluşu ve faaliyetleri çerçevesinde İngilizlere ve Türklere karşı silahlı şiddet eylemlerine başlaması… (Acritas Planı) 

* Bu örgüte karşılık 1 Ağustos 1958 tarihinde Türk tarafında TMT’NİN ( Türk Mukavemet Teşkilatı) kurularak, EOKA ile mücadeleye başlaması… 

* 1959-1960 Londra ve Zürih Antlaşmalarıyla 1 Ağustos 1960 tarihinde Bağımsız Kıbrıs Cumhuriyetinin kuruluşu… (Kurulan bu cumhuriyetin yönetimi:  %70’i Rum, %30’u Türklerden oluşacak. Bakanlar kurulunda 7’si Rum, 3’ü Türk bakan olacak, Cumhurbaşkanlığı görevini Başpiskopos Makarios (asıl adı Mihail Hristodulu), yardımcılığını ise Dr. Fazıl Küçük yürütecekti…) 

* 1960’da kurulan Kıbrıs Cumhuriyetinde Garantör ülke olma sıfatını kullanan Türkiye adaya 650, aynı sıfatı kullanan Yunanistan ise 950 kişilik askeri gücünü adaya çıktı. 1878 yılından 82 yıl sonra ilk kez Türk askeri ata yadigârı Kıbrıs adasına ayak basıyordu… 

* Bu arada Yunanistan da boş durmuyor; 1960’dan 1963 yılına kadar geçen süreçte adaya illegal yollardan asker ve silah yığınağı yapıyordu! Amaç: Enosisi gerçekleştirerek, ‘’Akritas Planını’’ yürürlüğe koymak...! 

* 24 Aralık 1963 tarihinde tarihe Kanlı Noel olarak geçen saldırıyla da bu amaca ulaşmak istedi! Türkleri kadın, çocuk, yaşlı demeden katletmeye başladılar. 
Sadece o gece 103 Türk köyü yakılıp, yıkılmış, yüzlerce Kıbrıs Türk’ü hunharca katledilmiş; tarih sayfalarına o gecenin simgesi ve bir insanlık ayıbı olarak; KTKA’da görevli Dr. Bnb. Nihat İlhan’ın eşi ve çocuklarının bir banyo küvetinde katledildiğini gösteren fotoğraflar kazınmıştır. 

* Kıbrıs adasında Türkleri katletmek/topyekûn imha etmek adına girişilen bu jenosit hareketine adada ki barış gücü de dâhil olmak üzere Batılı Devletler her zaman olduğu gibi sessiz ve seyirci kalmışlardır. 

* Rum Yunan ikilisi; bu saldırılarıyla; Türklerin eşit siyasi haklara ve ortaklığına dayalı olarak kurulan ‘’Kıbrıs Cumhuriyetini’’ yıkmışlar, bu cumhuriyetin temelini teşkil eden Zürih ve Londra antlaşmalarını tek taraflı olarak fesih etmişlerdir. 

* 1967 yılına kadar geçen süreçte Kıbrıs Türk halkına karşı her türlü tedhiş, siyasi ve ekonomik ambargo uygulayan Rumlar bununla da yetinmeyerek, 

* 1967 yılında Yunanlıların Anadolu’yu işgalinde görev alan eli kanlı E.O.K.A’cı e. General Grivas ve Yunanlı subayların idaresinde; Geçitkale ve Boğaziçine saldırdılar… 

* Dönemin Türkiye Hükümetinin haklı tepkisi ve müdahale edeceğinden çekinen Yunanistan, askerlerini ve o katil ruhlu Grivas’ı adadan çekmek zorunda kaldı… * Tam bu süreçte 1967 yılında Yunanistan’da ihtilal olmuş, bir cunta hükümeti kurulmuştur! 

* Makarios’un Cumhurbaşkanı seçildiği dönemeden bu tarihe kadar, izlediği siyaseti, Sovyetler Birliği ile siyasi ve ekonomik işbirliğini, ‘’Dünya Bağlantısızlar Hareketinin’’ önderi haline gelmesini hazmedemeyen ve adanın bir an önce Yunanistan’a bağlanarak, Enosisi gerçekleştirmek isteyen Yunan Cuntası; bu süreçten Makarios’u sorumlu tutmuş, Makarios ile Yunan Cuntasının arası giderek açılmaya başlamıştı…  

Aslında bu süreç Makarios’un istediği gibi olabilseydi! Adada yaşayan Türkler; Rum tarafının uyguladığı insanlık dışı ambargolarla uzun vadede ekonomik yönden çökecek ve Kıbrıs adasını terk edeceklerdi… Ancak Yunan Cuntasının bu süreci beklemeye tahammülü yoktu! Ve en nihayetinde 15 Temmuz 1974’te Yunan Cuntası tarafından desteklenen, Yunanlı subayların yönetimindeki RMMO(Rum Milli Muhafız Ordusu) ile E.O.K.A Kıbrıs’ta Makarios’a karşı bir askeri darbe gerçekleştirdi. Sözde Cumhurbaşkanı Makarios önce Baf’a oradan da Agratur İngiliz üslerine sığınarak, Londra’ya kaçtı. Bunun üzerine, eli kanlı EOKA terör örgütü mensuplarının önde gelenlerinden ‘’Türk Kasabı’’ lakaplı Nikos Sampson, geçici cumhurbaşkanlığı görevine getirildi. Ve adada Kıbrıs Helen Cumhuriyetinin kurulduğu ilan edildi… 

* Adadaki gelişmeleri yakinen takip eden Türkiye; 1959-1960 Zürih ve Londra Atlaşmalarından kaynaklanan garantör ülke olma sıfatını kullanarak; İngiltere ile birlikte adaya müdahale edilmesini istemiş, fakat İngiltere Türkiye’nin bu isteğini geri çevirmiştir. Bunun üzerine Türkiye, bu oldubittiye son vermek amacıyla tek başına Kıbrıs’a müdahale etmeye karar vermiştir. 

BU TARİHİ SÜRECE BAKILDIĞINDA, KIBRIS ADASI HİÇBİR ZAMAN YUNAN ADASI OLMAMIŞTIR… 

Yunanistan Megalo İdea (büyük ülkü-Yunanlı şair Rigos tarafından ortaya atılmştır) fikri çerçevesinde, ‘’Büyük Yunanistan’ı’’ kurma hayali içinde Kıbrıs Adasını topraklarına katma gayreti içinde olmuştur. 

Yunanistan’ın MEGALO İDEA fikri ile başlangıçtan beri gerçekleştirmek istediği faaliyetler şunlardır: 

* Yunanistan’ın bağımsızlığının sağlanması, 

* Batı Trakya ve Selanik’in Yunanistan’a ilhakı, 

* Ege adalarını Yunanistan’a ilhakı, 

* Oniki adaların Yunanistan’a ilhakı, 

* Girit adasının Yunanistan’a ilhakı, 

* Batı Anadolu’nun Yunanistan’a ilhakı, 

* Rum Pontus Devletinin kurulması, 

* Kıbrıs Adasının Yunanistan’a ilhakı, 

* İmroz ve Bozcaada’nın Yunanistan’a ilhakı, 

* İstanbul’un Türklerden geri alınarak, Bizans İmparatorluğunun yeniden kurulması…   

‘’Zafer Süngünün Ucunda’ ise; bu gerçeği tarih sayfaları­mıza kazıyan da bizlerdik...” 

19 Temmuz’un güneşi batıyordu, hava kararmaya başla­mıştı artık…  Binlerce askerin bulunduğu bu bölgeye inanılmaz bir sessiz­lik çökmüştü! Sanki büyük bir patlamaya gebe gibiydi gündüzün sonu!  Araçlarla birlikte yanımızda getirmiş olduğumuz kıta yükü­nün çiğ olarak yenebilecek kısmından Mehmetçiklerimize dağıttık, bu yiyecekler, belki de savaş öncesinde kendi ülkemizde yiyebilece­ğimiz son yemekti. Ancak su ve susuzluk büyük bir problemdi…  Taburumuz artık tamamen istirahata geçmişti. Çevre nöbet­çilerinin dışında herkes, hepimiz yarın sabah neler yaşayacağımızın derinliklerine dalmıştık, kimimiz en sevdiklerinin hayaliyle, kimimiz ise; vicdanımızla baş başa… Bir an kendimle, kendi iç sesimle baş başa kaldım!  Bedenimi sarmalayan, üniformam, başımı koruyan çelik baş­lığım, savaşta kullanacağım silah ve teçhizatım, beni hayata bağla­yacağına inandığım bir matara suyum, ayağımda botlarım (ki, bu botlarımı, savaş meydanına indikten tam 22 gün sonra ayaklarımın altındaki deriyle birlikte çıkaracaktım! Çünkü savaşın gerçekleri in­sanoğlunun tüm bedenini ele geçirdiği gibi o bedeni taşıyan ayakla­rını da ele geçiriyordu…)  Ve beynimde dolaşan yüzlerce soru!  O anda tüm bedenimi sarmalayan, ruhumun derinliklerine kadar işleyen duygu karmaşam, beynimi üç şeye kilitlemişti!  Savaş, yaşamak ve ölmek…  Şakaklarımdan süzülen ter damlacıkları, bu duygu karmaşa­sından uzaklaşmama; dudaklarımda eriyen bu ter damlacıklarının tuzlu tadı ve mataramdan içtiğim bir yudum su, kendime gelme­me neden olmuştu. Kana, kana içtim mataramdaki ılık sudan. Sanki yurdumun bu güzel suyunu bir daha içemeyecekmişim gibi kana, kana… Oh ne güzeldi hayat! Henüz 26 yaşındaydım, genç bir üsteğ­men. Benim gibi on binlerce genç cesur yürek. Hepsi göreve hazır; gözler hep aynı yöne bakıyor, aynı hedefe kilitli: Kıbrıs…  Zaman sanki kum saati şekline bürünmüş; kalan ömrümüzün hesabını yapar gibiydi! Tabur komutanım Bnb. Turgut Aksoy’dan, Yüzbaşı Süha Baykara, Üsteğmen Kamil Aslan ve ben; taburumuzun bulunduğu yerden, sahile doğru yürümeye başladık. Ovacık’ın bu küçük sahil şeridinde, vatan topraklarında oturup, bir şeyler yiyip, en azından bir çay içebileceğimiz bir yer vardır diye düşünmüştük!  Ama savaşın gölgesi bu sahillere de düşmüş ve her yer bo­şaltılmıştı! Savaşın o soğuk yüzünü bir an unutmuşken; bu tablo, o acı gerçeği tüm çıplaklığı ile bize hatırlatıvermişti! Terk edilmiş lokantalar, kimsesiz çay bahçeleri, neşeli kahkahaların olmadığı ıpıs­sız bir sahil…  Güneş kıpkızıl bir tepsi şeklini almış; yavaş, yavaş Akdeniz’in o koyu lacivert sularına doğru gömülürken, adeta etrafa kıvılcımlar sıçratıyordu… Yarın şafak doğarken, cehennemi bir yaşamın içinde olacağımızın bilinciyle bir niyet tuttum, dua ettim…  “Allah’ım, bu cehennemi yaşamı bizim için kolaylaştır. 

Kolaylaştır ki, sevdiklerimize, sevenlerimize kavuşabilelim…”  Denizin enginliklerini bir çizgi gibi ayıran ufuk hattı, en sonunda o güzelim güneşi yutuvermişti! 

Bir an, bu hattın hemen ardında, ağzından alevler fışkıran bir canavarın bizi beklediği gibi bir his kapladı içimi! Savaş denen canavar; işte orada, ufuk hattının he­men gerisinde kalan Kıbrıs adasında bizleri bekliyordu. Hayır, hayır en ufak bir korkumuz yoktu, tam tersine çok gururluyduk, çünkü yakın tarihimizde 
ülkemizin milli menfaatlerini savunma görevi bize kısmet olacaktı. Bizlerin asıl korkusu, adaya inerken görevimizi yerine getiremeden bir kör kurşunla yenilmekti o canavara!  “Hepimizi koru Allahım. Bizlere emanet edilen Mehmetçiklerimize güç ver. Onları, bizleri tüm sevdiklerimize bağışla…” Bu söylemler; kalplerimizdeki duyguları, beyinlerimizin kilitlendiği düşünceleri en iyi anlatan sözlerdi…  Ovacıkta açık olan bir tek yer vardı; o da, tek gözlü postanesi! 

Vatanperver, kahraman, gözü pek bir P.T.T görevlisi, orada göre­vinin başındaydı. 

Aslında o bölgede savaşın tüm kurallarına göre uygulamalar başlamış, bölge halkı buralardan uzaklaştırılmıştı ama o posta görevlisi orada görevinin 
başındaydı. Posta odasının içi son bir kez daha sevdiklerine mektup göndermek, telgraf çekmek isteyenlerce doluydu…  Turgut Binbaşım ve ben; bu tek gözlü, 
tek masalı, tek başına hizmet veren posta memuruna yaklaşarak, bir telgraf çekmek istedi­ğimizi söyledik. Bu telgrafla da olsa, sevdiklerimize son bir kez 
fısıl­dayacağımız cümleler vardı, son kez sesimizi duyurmak istiyorduk: “Yarın sabah Kıbrıs’a hareket ediyoruz. Allaha emanet olun, bizim için dua edin… 
(Atilla)  Yukarıdaki cümlelerim vatan topraklarıma ve sevdiklerime son veda idi…  20 Temmuz’a saatler kala Kıbrıs adası…  Zaman gittikçe kısalıyor, 
Kıbrıs Türkünün adada ki, yaşam hakkı da; an be an yok oluyordu…   Zaman mı kötüydü, yoksa insan mı?  Ama gerçek olan bir şey var ise!  O da, gerçekten Kıbrıs Türklerinin adada ki durumu gittikçe kötüleşiyordu… 

Kıbrıs Türk Mücahidine ait Bayrak Radyosu yaptığı yayınlarda Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı yardımcısı, Kıbrıs Türk’ünün lideri Rauf Denktaş’ın:  
“Türkler evlerinden dışarı çıkmasınlar, “mesajını yayınlıyordu…’’

http://www.oncevatan.com.tr/kibris-adasinin-turkiye-icin-onemi-1-makale,36279.html



****

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder