Ne Manşetle Ne de Delegeyle…
Kemal Kılıçdaroğlu rüzgârı, AKP ile yandaş medyayı çok ürküttü.
Ürküntü, Türkiye’nin altmış yıllık yarım yamalak demokrasisinin ezeli hastalıklarının da nüksetmesine neden oldu. Kılıçdaroğlu rüzgârının nedenini basına bağlıyorlar.
Ürküntü, Türkiye’nin altmış yıllık yarım yamalak demokrasisinin ezeli hastalıklarının da nüksetmesine neden oldu. Kılıçdaroğlu rüzgârının nedenini basına bağlıyorlar.
Onlara göre,
- Kılıçdaroğlu, basının şişirdiği bir balondur ve rüzgârı manşetlerle üfürüldüğünden, manşetle geldiği gibi manşetle gidecektir.
Bunların gözlem ve tespitten çok, keferelerin “wishfull thinking” dedikleri, temennilerini gerçek gibi algılama yanılgısı olduğunu düşünüyorum.
Kemal Bey ise kendisini medyanın pompaladığını, basının şişirdiğini, manşetlerin getirdiğini ileri sürenlerle ilgili olarak Fikret Bila’nın sorusuna şu yanıtı veriyor:
- Ben manşetle gelmedim; delegenin oyuyla geldim.
İlk bakışta doğru görünen bu yanıta tam olarak katılmayacağımı belirtmek isterim. Biliyorum, bu çıkışıma kızacaklar çıkacak ve bana belki de şunu söyleyeceklerdir:
- Ukalalık etme, adamın neyle geldiğini sen kendisinden iyi mi bileceksin?
Bu tür suçlamaları göze alarak belirtmeliyim ki, Kemal Kılıçdaroğlu salt delegenin tercihi olmayıp onun da ötesinde halkın seçtiği bir adaydır.
***
Yıllar yılı, CHP kurultayları sırasında ısrarla vurgulamaya çalıştığım gerçek şuydu:
- CHP’yi kimin yöneteceğine delegeler karar verir. Ama partinin iktidar olup olmayacağının kararı ise seçmenindir. Bu yüzdendir ki, delegenin tercihi ile seçmenin tercihi bağdaşmadığı sürece parti hep muhalefette hatta baraj altında kalır. Nitekim de öyle olmuş, parti kâh baraj altında, kâh baraj civarında olmak üzere, son yıllarda hep muhalefette kalmıştır.
Doğrusunu isterseniz, daha önce de bu sütunda belirttiğim gibi, Kılıçdaroğlu’nun seçimine, 22 Mayıs’tan iki gün önce, bulunduğum İstanbul Adalar’da tanık oldum.
Adalar yerine başka bir yerde bulunsaydım, o seçimi orada görecektim.
Öylesine bir halk hareketinin, öylesine önünde durulmaz bir rüzgârın etkisiyle geldi ki Kılıçdaroğlu, delegeye bu hareketin onayını vermenin dışında yapacak bir şey kalmamıştı.
Hatta bir anlamda diyebiliriz ki, delegeler son kongrede oylarını kullanırken özgür iradelerinden çok, halkın manevi baskısıyla hareket etmişlerdir.
Böyle bir manevi kamuoyunun baskısının demokrasiyle çelişmek bir yana, tam tersine fevkalade bağdaştığını söylemeye de bilmem ki, gerek var mı?
Hem yandaş medyaya, hem de Kemal Bey’e karşı, yukarıdaki düşüncemde direnerek bir kez daha söyleyeyim: Kılıçdaroğlu’nu ne medya ne de CHP delegeleri getirdi. O bir halk hareketinin sonucudur.
Buradan yola çıkarak, bu hareketin kendiliğinden uzun ömürlü veya başarılı olacağını iddia edecek değilim.
Onun başarısı, bu iyi başlangıcı daha birçok etkenin takip edip tamamlamasına bağlıdır.
Bunların gerçekleşmesini engelleyecek dış faktörler de vardır, iç faktörler de; ama bence en önemlileri iç nedenler olabilir.
Bir halk hareketinin ardındaki amilleri görmeden, onu yalnızca basının ya da medyanın ürünü olarak yorumlayarak, aynanın sonucu yansıtan bir vesile olduğunu görmeyerek, onu sonucu yaratan sebep olarak kabul edip kendi sorumluluğunu ona yıkmaya uğraşan dikta heveslisi ham ervahların yanlışına düşmemek gerek. Medya ya da basın, arada sırada, yükselen kişiye, “hayır sen oraya kendi ileri sürdüğün nedenlerden değil, benim söylediğim sebeplerden geldin” diyecek kadar ukala da olsa, gerçekte var olanı yansıtmaktan öteye bir etkiye sahip değildir. Şekilleri çarpıtan içbükey ve dışbükey aynalar ise inandırıcı değil, komik olurlar ancak.