Abdullah Çatlı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Abdullah Çatlı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Ağustos 2019 Salı

UYUŞTURUCUDAN SUSURLUK'A BÖLÜM 52

UYUŞTURUCUDAN  SUSURLUK'A  BÖLÜM 52



Eyüp Aşık,
18/9/2002 - 01:21 
Atin,




Yandaki resimlere bakıp bazılarının bir filim oyuncusuna ait olduğunu sanabilirsiniz...
Sizi yanıltmamak için hemen belirtelim. Fotoğrafların hepsi meşhur siyasilerimizden Eyüp Aşık’a ait.
Elinde silah, havaya ateş eden de o.
Biliyorsunuz, Eyüp Aşık’ın Bakan olduğu dönemde, yeraltı dünyasının ünlülerinden Alaattin Çakıcı ile yakın birlikteliği bir ses bandı ile deşifre olunca ortalık karışmış ve cumhuriyet tarihimizde yolsuzluk nedeniyle düşen başlıca hükümeti olan Ana Vatan Partisi ilk büyük yarayı almıştı.
Kamuoyunun “çetelerle savaşan kahraman” olarak bildiği Eyüp Aşık, skandal ortaya çıkınca Bakanlıktan istifa etmiş, İstanbul DGM’deki yargılamadan da mahkumiyet almadan kurtulmayı başarmıştı.
Aşık, kendi yüzünden utandı mı ne olduysa bir arkadaşı ile Amerika’ya gidip aylarca orada kaldı ve estetik ameliyat geçirerek şeklini değiştirdi. Masaj ve sair metotlarla zayıfladı. Sarıya çalan saçları, gözlerindeki lensleri ile artist gibi bir görünüm kazandı. Piyano dersleri almaya başladı. Onun bale ve şan dersleri aldığı da söylendi ama biz bunlara pek inanmıyoruz...
Aşık şeklini değiştirdi ama, o yine hal ve hareketleri, konuşmalarıyla “ Karadeniz hikayelerindekiDedektif Eyüp’tü. 
Şekli değişimden sonra sağ kolu olduğu Mesut Yılmaz’ın yerine ANAP Başkanlığına oynadı. Pek ciddiye alınmayınca ANAP’la yollarını ayırdı ve bir zamanlar televizyonlarda küfür ettirdiği DYP Başkanı Tansu Çiller’in yanında yer aldı.
“Yeşil yaşıyor, ‘öldü’ demek devlete kolaylık sağladı” gibi kehanete dayalı söyleşileri dışında bir müddettir sesi soluğu çıkmıyor. Herhalde yeniden milletvekili seçilirse bu renkli, yüksek mafyatik ahlaki değerleri olan Karadenizli siyasimizin fıkralarını yeniden duymaya başlayacağız.
Şimdi Aşık’ın TBMM Susurluk komisyonundaki ifadesine yer verelim. 


Tarih : 29.01.1997 
BAŞKAN: Mehmet ELKATMIŞ
BAŞKANVEKİLİ: Mahmut YILBAŞ (Van)
SÖZCÜ: Mehmet Bedri İNCETAHTACI (Gaziantep)
KÂTİP: Metin ÖNEY (İzmir)


BAŞKAN - Eyüp Bey hoş geldiniz. Efendim sizi şunu için çağırdık; komisyonumuzun niye kurulduğunu söylemeye gerek yok, siz Parlamentodasınız biliyorsunuz. Gerek basında ve gerekse televizyonlarda sizin birtakım beyanlarınız oldu. Yani, bazı olayları bildiğinizi, mesela Ömer Lütfü Topal olaylarıyla ilgili bazı bilgileriniz bulunduğu, işte Ahmet Demir'le ilgili bazı beyanlarınız oldu. Bu konularda çağırdık sizi. Lütfen, bu konulardaki bilgilerinizi bize anlatın. Yalnız ondan evvel zabıtlara geçmesi yönünden şöyle kısaca kimliğinizi şey yaparsanız...
EYÜP AŞIK (Trabzon) - Eyüp Aşık, Trabzon Milletvekili. Herhalde sizin için yeterli olur. Şimdi, Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; benim şu andaki şeyinizden anladım, zaten çağrıdan da öyle anlamıştım, benim için herhalde bir sorgulamadan ziyade...
BAŞKAN - Bilgi almak için...
EYÜP AŞIK (Trabzon) - Size yardımcı olmak için o zaman izin verirseniz ben genel olarak yani ben de bu işin içerisinde Susurluk'tan evveliyatı da var. Söylemez'lerle ilgili daha evveliyatı şeylerimiz de var. Susurluk'tan sonra da çok faal olarak aynı sizin gibi biz sanki bu işin komisyon üyesiymiş gibi veyahut da bazıları bizi iterek bize bilgi gönderdiler falan, çok sayıda şey gönderdi bize bu işte dediğiniz gibi bazen televizyonda gazetede bunları açıkladık.
BASKAN - Elinizde böyle belge falan varsa, onları da lütfen bize verin.
EYÜP AŞIK (Trabzon) - Bazı şeyler anlatmaya çalışacağım. İzin verirseniz ben kendi kanaatlerimi de size anlatayım, yardımcı olmaya çalışayım. Ne kadarını siz kullanırsınız bilemiyorum; ama, samimi olarak bu işin açıklığa kavuşması için gayret eden birisi olarak bunun da meşru zemininin burası olduğunu ve mahkemelerin olduğunu düşünüyorum yani Devlet Güvenlik Mahkemesinin ve savcı... Yani, onun için size gayret edeceğim anlatmaya.
BAŞKAN - Özetle yani...
EYÜP AŞIK (Trabzon) - Ben aynı bu salonda geçen sene 1994-1995 senesinde Faili Meçhul Cinayetleri Komisyonunda da çalışmıştım bu salonda, aynı arkadaşlar var ve öncelikli incelememiz Uğur Mumcu cinayeti ve ona bağlı olarak diğer faili meçhul cinayetler, güneydoğudakileri özellikle incelemiştik ve o zaman hissettim; ama, tam göremediğim bazı zorlukları daha sonra işte Susurluk'tan sonra daha net görmeye başladım. Şu anda bazı konularda sizin de aynı şeylerle karşılaşacağınızı zannediyorum ve zannederim biz faili meçhul cinayetler komisyonu raporunda da belirlemiştik ben arkadaşlara onu okumalarını tavsiye ediyorum.
BAŞKAN - Okuduk, aldık yani o raporu.
EYÜP AŞIK (Trabzon) - Raporda da görmüşsünüzdür, bir ara ATV’deki bir programda Siyaset Meydanı programında hem başkan Doğru Yol Partiliydi arkadaşımız Sadık Avundukluoğlu hem başkan hem ben yani Uğur Mumcu cinayetini biz çözdük; ama, ne zaman elimizi uzattıysak elimizi geri ittiler ve kanaatimiz devletin bazı makamları bu işi biliyor diye açıklama yapmıştık televizyondan Türk milletine 1 sene 1,5 sene evvel bunu açıklamıştık, açıklamak zorunda kalmıştık. Yani biz bu işlerle uğraştık, uğraştık cinayeti bir iki sefer çözecek olduk; ama, işte ya Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcısı bu işle uğraşmayın dedi, ya bilmem emniyetteki adam bizim soruşturmaya çağırdığımız adamı kalktı götürdü polis Reha Muhtar'ın programına götürdü veya Reha Muhtar getirdi bizi sabote etti bilmem ne. Yani neticede anladık ki devlet bu işin önünün devletin bazı adamları bu işin önünü kesiyor dedik ve çıktık bunu açıkladık. Raporda da zaten açıkça beyan ettik, bu bakımdan sizin de aynı zorluklarla karşılaştığınızı veya bundan sonra karşılaşacağınızı tahmin ediyorum; ama, ne yapalım elimizdeki imkânlarla ne yapabileceksek onu yapacağız.
BAŞKAN - Aşacağız inşallah...
EYÜP AŞIK (Trabzon) - Bu girişten sonra ben yine bir açıklama mahiyetinde bir şey daha söyleyeceğim. O da fevkalade önemli. Bu iş nereye varır veyahut da sonuçta ne çıkar diye de ben hep kendim araştırmışım yani ne yapabiliriz, komisyon ne yapar, Meclis ne yapar. Öğrendiğim kadarıyla bu cinayetlerin hemen hemen faillerinin belirlenmesi çok kolay olmayacak belli yani deliller yok ediliyor, bilmem ne oluyor falan kolay olmayacak. Siz bulduğunuz bulgularla da herhalde doğrudan doğruya Topal cinayetini falanca işledi veyahut da şu cinayeti falanca işledi diye çok net bir yere varamayacaksınız, mahkemeler de varamayacak; ama, bir şey netleşti şu ana kadar: Türkiye'de bu işlerle ilgili çete oluşumu vardır ve çete oluşumuyla ilgili belgeler de, ki, ben bunu, mesela DGM savcılarıyla da konuştum, onlara da sordum, onlar da aşağı yukarı onlara da yeni gelen belgelerde yeterli. Sizin de bildiğiniz işte parmak izinden, bilmem imzalı belgeye kadar birçok konuda ortaya çıkar belgeler çete oluşumunu aşağı yukarı netleştirmiştir. Şu anda İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesinde de bu konuda da soruşturma başlamış ve bildiğiniz gibi bazı tutuklamalar olmuş, bazı ifadeler alınmış, Sayın Mesut Yılmaz'dan, bizden, işte Kemal Yazıcı'dan veya başkalarından ve birtakım insanlar da tutuklanmıştır. Şu ana kadar Susurluk'tan sonra gelen olaylarda belki de cezayla yani hukuki bir şeyle neticelenecek sadece bu çete oluşumudur. Yani Türk Ceza Kanununun 313, 314 üncü maddelerine göre verilecek cezalardır. Eğer mesela bugün yarın Parlamentodaki şeyden o kanun geçer de Devlet Güvenlik Mahkemesinden bu yetki alınırsa ben size bütün samimiyetimle şimdiden söyleyeyim, bütün bu çalışmalardan hiçbir şey çıkmayacaktır. Çünkü 313, 314'e göre şu anda çalışma yapan sadece İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi var ve yolun yarısına gelmiştir. Yakında Meclisten de birtakım dokunulmazlık kaldırılmalarıyla ilgili talepte bulunacaktır veyahut da yazılarını şimdi .yazmışlar belki daha Adalet Bakanlığındadır yazılar ve netice alma noktasındalar. Şimdi bu olmasa mahkemelere güvenmiyor musunuz; bugünkü mahkemeler bugünkü yetkileriyle, bugünkü sorgulama imkânlarıyla ve bu dağınık bilgilerle yani birisi Ankara'da, birisi Susurluk'ta, birisi Sarıyer savcılığında, birisi bilmem nerede ve hiçbirinin de bunları hemen hemen toplama yetkisi de yok, çok işgüzarlık yapacak, bilmem ne yapacak. verin bana diyecek, verip vermeyeceği belli değil, bu belgeleri bir araya toplayıp da ya burada bir çete varmış buna bir ceza verelim demesi mümkün değil. Cinayetler zaten ispatlanamıyor, dolayısıyla bunun altında siz de biz de ezileceğiz. Yani Parlamento olarak veyahut da siz komisyon olarak bir sene sonra halkımıza ne yaptınız, bir sene araştırdık; ama, hiçbir şey olmadı demek zorunda kalacağız geçen seneki Faili Meçhul Cinayetler Komisyonunda olduğu gibi. Bu tabiî sizin konunuz değil, sizin yetkinizde bir şey değil; ama. bu konunun da altını çizmek istiyorum. Yani Parlamentodan eğer DGM'nin bu yetkisi kaldırılırsa, işte demokratikleşme adına, bilmem ne adına falan; ama, bugünlerde bu yetki kaldırılırsa yapılabilecek başka bir şey yoktur. Yani başka da hiçbir şey çıkmayacak yani ben size söyleyeyim; ama, bu kaldırılmazsa Devlet Güvenlik Mahkemesi en azından çeteleri çözecek durumdadır şu anda, elinde yeterli belge vardır, sizinkilerle beraber de muhakkak o takviye edilecektir, çözecektir. Çete şeyi çözülmezse diğer cinayetleri çözmek hemen hemen mümkün olmuyor, çözseydi savcılar çözerdi, her bir cinayet için. Mesela Topal cinayeti için Sarıyer Savcılığı uğraşıyor, belki yeteri kadar belge elinde yok ki birini tutuklayamıyor veya birini hapse atamıyor veya diğer ölümler, işte birtakım şeyler, işte Tarık Ümit bilmem kim bütün bunlar için belli savcılıklar uğraşıyor; ama, cinayetin belgesini bulamıyor. Geriye kalan, orada dolaşan bütün belgeler, bilgiler çeteyle ilgili olanlar çete kurmakla ilgili olanlar... Şimdi çete kurmakla ilgili görevli bir mahkemenin yetkisini alırsak bilin ki, sonuç doğurmayacak. Sizin araştırmanız tabiî ki bir yere varacak neticede bir şey olacak; ama, sonuç doğurmayacak. Çünkü ancak bir tespitten ibaret kalacak. Bunun dışında bu açıklamayı yaptıktan sonra ben size izin verirseniz şu ana kadar pek kamuoyunda duyulan; ama, çok yer etmeyen ve de zannederim sizin de henüz takip edecek konu olmayan birkaç tane daha başka olaydan bahsedeyim. Çünkü, ben sizin çalışmalarınızı da takip ediyorum ve memnuniyetle görüyorum ki, hemen hemen bilinen bütün belgeler aşağı yukarı size geliyor, siz onları sorguluyorsunuz. Aynı şeylerin ben tekrarını yapmak istemiyorum, arada soru sorarsanız onlara cevap vermeye çalışacağım; ama, muhtemelen zamanınızı israf etmeden kendimce sizde olmayanları vermeye çalışacağım.
BAŞKAN - Evet, lütfen.
EYÜP AŞIK (Trabzon) - Topal cinayetiyle ilgili olarak Kemal Yazıcı'yla ben görüştüm, ilk görüşen benim. Daha sonra Kemal Yazıcı işte Cumhurbaşkanına, Mesut Beye veya başkalarına da bilgi vermiştir, ilk görüşen benim. İlk görüşmemizde bana Topal cinayetinin faillerinin kendisi tarafından bilindiğini, bunun Susurluk'la bağlantılı olduğunu, soruşturmada itirafların yapıldığını, yani özel timciler tarafından itirafların yapıldığını, iyi bir araştırmayla çözülebileceğini hatta elinde tam yerini göstermedi bana; ama, kaset gibi, itiraf tutanağı gibi, telefon bağlantıları gibi, parmak izi gibi neyse yani birtakım bulgular kendilerinde, kendinde veya ulaşabileceği yerlerde olduğunu söyledi. Bizim ilk elimizde önemli bilgiler var, bağlantılar var şeyindeki açıklamamızın sebeplerinden birisi buydu. Bu görüşmemizde Kemal Yazıcı'yla bu görüşmemizde ben bazı sorular sormuştum; oralardan yani bu Mehmet Ağar'la veya işte şeyle Hükümetteki bazı kişilerle veya işte emniyetteki bazı kişilerle yani bağlantılı olabileceğini zaten önemi de oradan geliyordur, olabileceğini söyledi, onun üzerine biz bu cinayetin üzerine gittik. Tabiî, ne Topal'ı tanırım, ne kim olduğundan bunların çok fazla haberim var; ama, bağlantısı olduğu için üzerine gittik. O konuyu bir öyle... Zaten Sayın Cumhurbaşkanına tabiî Mesut Beyle beraber ben devamlı kontak halinde hep beraber...
BAŞKAN - Biz onları biliyoruz yani, onları da dinledik biz...
EYÜP AŞIK (Trabzon) - Yok, onları zaten hiç şey yapmayacağım. Sadece Sayın Cumhurbaşkanına, Sayın Başbakana bunları anlatmasını temin etmekte de biz zorlandık. Yani, Mesut Bey gitti Cumhurbaşkanına çağır dedi, bilmem ne dedi, yani bu belgelerin ortaya çıkması için. İkinci bir olaydan size bahsedeceğim; zannederim şu ana kadar elinize gelmedi, 1994 yılının Aralık ayında, 12.nci ayında Gebze İstasyon Mahallesinde Osman Gürbüz isminde daha evvel çeşitli suçlar...
MAHMUT YILBA,Ş (Van) - Gebze İstasyon?..
EYÜP AŞIK (Trabzon) - Gebze... Kocaeli Gebze İstasyon Mahallesinde Osman Gürbüz isminde daha evvel çeşitli suçlardan aranan zannederim bazı olaylara karışmış ve aranan aşırı sol örgüt THKP-C'ye mensup bir militan polisle silahlı çatışmaya giriyor ve yakalanıyor. Evinde 3,5 milyarlık çek, senet. üzerinde Ahmet Tecer isminde İstanbul polisine ait bir İstanbul'da polislik yapan bir Ahmet Tecer İstanbul'da bir polistir; ama, bunun üzerinden Ahmet Tecer isminde bir kimlik, iki tane silah, cep telefonu ve bir 5.25 BMV araba yakalanıyor.
BAŞKAN - Yalnız, bu bizdeki kayıtlarda bu dosya bizde var yakalanmıyor. Evinden aranıyor, dedikleriniz çıkıyor.
EYÜP AŞIK (Trabzon) - Veya bunlar alınıyor.
BAŞKAN - Neyse, siz buyurun sözlerinize devam edin.
EYÜP AŞIK (Trabzon) - Veya bunlar alınıyor; ama, bunun üzerine gitmemesi için bu bizim adamımızdır diye Genel Müdürlükten Kocaeli'ne talimat veriliyor, bırakın adamı diye. Yakalanmışsa bırakın, yakalanmadıysa da peşine gitmeyin, itirafçıdır deniyor, başçavuş Ahmet'in adamıdır deniyor, Başçavuş Ahmet diye bu herhalde zannederim o başçavuş Ahmet de takma isimdir yahut da başçavuş Ahmet diye birisi var şimdi güneydoğuda yani bu... JİTEM'den olan... Başçavuş Ahmet'in elemanıdır deniyor...
BAŞKAN - Başçavuş Ahmet'in kimliği hakkında sizde bilgi yok değil mi?
EYÜP AŞIK (Trabzon) - Ben şey zannediyorum başçavuş Ahmet JİTEM'in elemanı olabilir. Yani resmî kişi başçavuş Ahmet, takma isim falan değil. Başçavuş Ahmet'in elemanıdır diyor, demek ki onun grubunda çalışan bir adamdır deniyor. Bu BMW Genel Kurmaya aittir deniyor, bunlar resmî kişiler arasında geçen şeyler olduğu için önemli, Genel Kurmaya aittir deniyor ve bu malzemeyi de almak üzere BMW'yi de bu malzemeyi de almak üzere Korkut Eken Kocaeli'ne gönderiliyor. Bu araba 2 sene, 1 ,5 sene falan Ankara'da kullanılıyor, Ankara'da veya başka yerlerde kullanılıyor. Sayın Ağar'ın bakanlıktan ayrılmasından sonra tekrar Kocaeli'ne gönderiliyor. Bende bu kadar bilgiler var. Arabanın motor şase numarası hiç yok deniyor. Yani silinmiş değil, hiç yok deniyor. BMV fabrikasından soruluyor, böyle bir şey olamaz deniliyor. Hiç motor şase numarası olmayan arabayı biz piyasaya sürmeyiz deniliyor; ama, bunun şeyinde de teknik kaydında da motor şase numarası yani sonradan silinme değil, tabiî olarak yani imalatında hiç yok deniyor ve bu ayrıntıları söylememin sebebi bunlar sizi başka yerlere götürebilir diye şey yapıyorum. Daha sonra bu araba iade ediliyor. Şimdi burada dikkatinizi çekmek istediğim bir şey, bu işlerde adice ülkücü veya aşırı sağcı eleman değil aşırı solcu eleman da kullanılıyor. 

Bu işin sağı solu değil zaten PKK itirafçıları da kullanılıyor bazı yerlerde; ama, burada bir örnek daha var. Yani bir başka yerlerde de güneydoğuda da bazı işlerde PKK itirafçıları kullanılıyor ve ben bu işin araştırılmasından da bazı yerlere gidilebileceğini yani bu araba 2 sene kimde durdu, ne yaptı ve daha sonra o araba daha evveliyatı neydi, kimindi o araba, nasıl olur da motor şase numarasız araba piyasaya sürülür veyahut da sipariş miydi? Gerçekten söylendiği gibi Genel Kurmayın mıydı, Genel Kurmayındı ise de Korkut Eken onu almaya gitti de getirdi, niye Genel Kurmaya vermedi bilgilerinize arz etmek istiyorum. Şimdi, sizi çok yorar mı bilmiyorum; yeni bir çeteden ben size bahsetsem, yani bu kadar işin arasında bir de ona mı girelim diye...

BAŞKAN - Buyurun, lütfen...
EYÜP AŞIK (Trabzon) - Peki. Bu Sultanbeyli'de daha çok şeyle uğraşan arazi mafyası dediğimiz...
MAHMUT YILBAŞ (Van) - İstanbul değil mi efendim.
EYÜP AŞIK (Trabzon) - İstanbul Sultanbeyli'de... Ama, yani vereceğim isimleri çağırdığınız zaman alacağınız bilgilerle içinde bir komiser, bir emniyet müdürü, 2 veya 3 polisin olduğu, Ziya Baycan, Şaziye Barın sahibi Ziya Baycan, İbrahim Genç ve halen cezaevinde bulunan Abdullah Sülük, bunların aslında şu kadar ki mahkeme kayıtlarında, bende dosya var, birbirleriyle bağlantısı pek gözükmüyor. Hep münferit olaylar gibi; ama, 17 tane cinayet var burada, bu dosyada, 17 adam öldürülmüş 2 sene içinde.
BAŞKAN - Adliyeye intikal etmiş mi?..
EYÜP AŞIK (Trabzon) - Adliyeye intikal etmiş; ama, 0 17 adamı öldüren, mesela diyelim ki, o Kadıköy'deki şey, Kadıköy'de hatırlarsanız, mahkeme çıkışında bir çatışma olmuştu, televizyonlar falan vermişti, bu Abdullah Sülük de Eskişehir Cezaevinde Adalet Bakanı Sayın Şevket Kazan'a ben buradan gitmem diye onunla pazarlık edip, gazetelere düşen kişi. Şimdi bunlar 17 cinayette mesela falancayı öldürmüşler, işte bu münferit bir olaydır, kızdık, kavga ettik öldürdük, falancayı şey yaptık; fakat, bütün bu dosya incelendiği zaman görülecek ki, aynı Söylemez çetesi gibi bu belki siyasî olmayan; ama, İstanbul'u kasıp kavuran, 17 kişiyi de öldüren -ki, bunların hepsi çoğu işadamıdır- şeyi Sultanbeyli'deki arazi şeyini alt üst eden, tapuyu mapuyu yok sayan, işte demirleri hep yapabilen bir şebeke. Şimdi ben bununla ilgili mağdurlardan iki isim vereyim size; birinin 200 milyarını götürmüşler, o anlattı bana çetenin elemanlarını, birinin de kardeşini öldürmüşler, o dosya burada zaten, 0 17 cinayetle ilgili şey var. İzin verirseniz ben size 2 tane isim vereyim; çağırır onları dinlerseniz tam detaylı bilgiyi ve dosyaları mahkeme kararlarını size verir. 2 tane de emniyetten bu işlerden bilen isim vereyim, onlar da bunlarla ilgili soruşturma yapmış, takibat yapmış ben onlarla konuştum, bana doğru dediler. Yani bir çetedir, bunun emniyetle bağlantısı vardır; ama, şu ana kadar mahkemeye intikal eden olaylarda münferit olay gösterilmiştir diye bu 4 kişiden sağlam bilgi alırsınız, sizi yoracak belki; ama, yani uygun görürseniz ben bu çetenin şeyini vereyim size. Yani yeni bir çetedir bu. Mağdurlardan birisi bu çete tarafından kardeşi öldürülen, yani bu adam Adil Sürme. Bu adam, BMW'nin Türkiye'de Borusan'dan sonra en büyük satıcısıydı. Adil Sürme, Sürme Otomotivin sahibi, Türkiye'deki en büyük BMW satıcısıydı, kardeşini öldürdüler adam şu anda dükkanını kapattı, işyerini kapattı, bir kardeşi Trabzon'da. Trabzon'da beni buldu geldi anlattı bana. Adam İstanbul'u terk etmek zorunda kaldı bu çete yüzünden. Bir kardeşini öldürdüler, öbürü de... Çünkü, Türkiye'nin en büyük işadamlarından birisi işini kapattı. Bu zaten dosyadaki elimde bir çoğu işadamı böyle... Yani tehditle para alıyorlar veyahut da tapusunu alıyorlar, bilmem ne yapıyorlar, kardeşini öldürüyorlar, adam işini terk ediyor, ortaklığını bırakıyor falan.
BAŞKAN - Adresini de verebilir misiniz.
EYÜP ASIK (Trabzon) - Telefonunu vereyim, 663 11 50 İstanbul, iş telefonu, 669 26 43 bu da ev telefonu. Bu adam aklı başında bir iş adamıdır dediğim gibi yani, birkaç tane işi olan, şirketi olan bir adam. Kardeşi öldürüldüğü için bu işleri şu anda kapatmak mecburiyetinde kaldı geçen sene. Ha öldüren bellidir, öldüren şu anda ceza evindedir; ama, öldürenin yerine önce başka birisini koydular ceza evine, adam takip etti avukatla mavukatla, adamı buldu. Öldüren şu anda ceza evindedir, yani öyle bir hayalî bir iş falan değil; ama, adamın ispatlayamadığı şey, bu 17 olay birbirleriyle bağlantılıdır ve bunun içinde polis vardır, emniyet müdürü vardır; adam sanki münferit olay gibi ceza evinde yatıyor. Yine aynı şekilde Mehmet Koçaslan, İstanbul'dan. Bunun da telefonu 0 532 314 75 31 ben bu adamı...
BAŞKAN - Tekrar eder misiniz.
EYÜP AŞIK (Trabzon) - 0 532 314 75 31... Ben bu adamın yüzünü de görmedim; ama, bu adam işte Romanya'dan canlı hayvan ithal eden birisi. Bunun da 200 milyarını alan adamlar, parayı bu çeteye vermiş. Bu adam çeteden parasını kurtaramıyor. O da çetenin bütün elemanlarını bana anlattı, diğer dosyayla bunlar da birbirini tutuyor. Baktım ki hakikaten yani diğer belki Söylemez veya bilmem Susurluk'taki olay gibi siyasî boyutu yoksa da fevkalade büyük bir çete. Ayrıca bu çeteyle bağlantılı olan İbrahim Genç. Yine mahkeme kayıtlarında var, Sedat Demir'i, yani o Söylemez çetesi dediğimiz çetenin bağlantısı olan emniyet müdürü Sedat Demir'i bilmiyorum miktarını: ama, belli bir miktar para verdiklerini bu şeylerde söylüyor.
D. FİKRİ SAĞLAR (İçel) - İbrahim Genç kim?
BAŞKAN - O da mağdurlardan mı?
EYÜP AŞIK (Trabzon) - Yok, İbrahim Genç...
BAŞKAN - Suçlu mu?..
EYÜP AŞIK (Trabzon) - Bu meşhurdur yani, Ziya Baycan çetesinin, işte bu Ziya Baycan dediğimiz şeyin bir elemanı. İbrahim Genç zannederim şey yapıyor, bu yani şöyle söyleyeyim; izin verirseniz tabii ben olayı defalarca dinlediğim için sizi de sanki öyle varsayıyorum, şimdi İbrahim Genç zannediyorum şeyi var...
BAŞKAN - Barı...
EYÜP AŞIK (Trabzon) - Yok, Ziya'nın barı var da, bu İbrahim'in döviz bürosu var. Bu çetelerin paralarını aklama, maklama, polisin bu işlerle uğraşıyor; ama, şu anda İbrahim Genç suçlu gibi gözükmüyor. Yalnız bu şeylerde bunlarla bağlantılı mahkeme tutanaklarında var, onlarla bağlantı kurulmuş. İbrahim Genç de bir yerde poliste ifadesinde Sedat Demir'e para verdiğini, Sedat Demir'den para aldığını, o çetenin parasını getirip bunlara yatırdıklarını, bunlar buna işte faiz verdiklerini, nemalandırdığını, kendilerinin de bazen onlara bilmem rüşvet verdiğini falan bu tip şeyleri de itiraf etmiş. Bu bakımdan yani bunun üzerine gittiğiniz zaman bağlantısını kolayca çözebileceğiniz bir şey zannediyorum. Yeni bir çete, yani şu ana kadarki şeylerden, pek bağlantı...
BAŞKAN - Bu dosya numaralarını da verebilir misiniz bize. Sizde dosya numarası var mı?
EYÜP AŞIK (Trabzon) - Efendim dosyada şimdi... Dosyanın bana fotokopisini verdiler de...
BAŞKAN - Dosya numarasını şey yapıp biz isteyelim oradan.
EYÜP AŞIK (Trabzon) - Ben şöyle rica edeyim; bu dediğim 2 adamın, mağdurlardan ikisini çağırdığınız zaman onlar size dosyalarını da getirirler. Yani, bilmiyorum şimdi, dosya numarasından anlamam, hukukçu değilim.
BAŞKAN - Metin Bey baksın da...
EYÜP AŞIK (Trabzon) - 17 tane cinayettir yani bunlar; ama, bunlar araştırmışlar, uğraşmışlar, bağlantılarını çözmüşler. Şimdi bu işle ilgili çağırıp da bilgi alabileceğiniz bir isim daha vereceğim; Başkomiser Şentürk Demiral. Zaten başkomiser Şentürk Demiral aynı zamanda şeyin Topal cinayetinin sorgulamasını yapan adam. Yani bizzat başında duran adam. Kemal Yazıcı falan değil yani. Kemal Yazıcı tabiî o elemanı olduğu için ondan bilgi almış; ama, sorgulamayı yapan budur. Bu çeteyle ilgili son söylediğim çeteyle ilgili en çok bilgi bu başkomiser Şentürk Demiral'da var. Bir de İstihbarat Daire Başkan Yardımcısı Hanifi'nin de bilgisi var, onun da bilgisi var, yani bu çeteyle ilgili bu çeteyle ilgili detaylı bilgiyi, bu ikisinden alabilirsiniz.
BAŞKAN - Bu işten bilgisi var diyorsunuz. Yani, Adil Sürmen'in kardeşinin öldürülmesi...
EYÜP AŞIK (Devamla) - Öldürülmesi ve ona bağlı diğer cinayetler; ama, diyeceksiniz ki, bilgisi var... Şimdi, Şentürk ile ben konuşuyorum; Şentürk diyor ki, ben dosyayı yaptım, Devlet Güvenliğe verdim. Ben, Devlet Güvenliğe verdiğim zaman, İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesine verdiğim zaman diyor; ben, burada, Emniyetle bağlantılarının ihtimalinin üzerinde durdum; ama, ben 7 günde bunları çözemezdim diyor. Bana 7 gün müddet verilmiş, 7 gün gözaltı... diyor ki, 0 7 günde ben, belli bağlantıları çözdüm, buraya yazdım; ama, dedim ki, telefon kayıtlarını telecomdan alın, bilmem neyi şuradan yazın diye yazdım, verdim diyor. Devlet Güvenlik, bunun çete olduğuna karar veremedi diyor. Ben, Devlet Güvenliğe sordum, oradaki savcılara; niye bunu şey yaptınız; ben, söyledikten sonra incelediler "haklısın" dediler. Bu çete varmış; ama, biz, onun çete olduğunu reddettik; yani, çete iddiasını. Niçin; adam diyor, bana bir sürü araştırma şeyi vermiş Devlet Güvenlik Mahkemesinden, araştırmam gereken bir sürü şey göstermiş; ben, Emniyet değilim diyor. Ben, yanımdaki adama git Telecomdan şunu al gel diyemem, ben yazı yazarım, 1 ay sonra cevap gelir. Yani, bizim araştırma imkânımız yok, polis bize bağlı değil diyor. Polis bize verdikten sonra bırakıyor bu işi diyor. Halbuki, polis dosyayı 7 günde bize verdiği halde, yine devam etse bulacak diyor. Ama, nasıl olsa mahkemeye verdim diye bir daha bakmıyor; yani, böyle bir zaaf ortaya çıktığını gördüm ben. Belki, tavsiye edersiniz Meclise, bu konuda bir düzenlemeye gider, bilmiyorum. Yani, en iyi, en fazla şansı olan Devlet Güvenlik Mahkemesiyle polis arasında dahi, Emniyet arasında dahi, tam birbirini suçlayan şeyler gördüm bu olayla ilgili. Sebebi bakıyorum, sebebi kabahati bizde; Meclis, Parlamento olarak bizde; çünkü, o düzenlemeyi yapmamışız veya Hükümet yönetmelikle veya biz kanunla yapmamışız. İstedikleri şey şu: Devlet Güvenlik veya mahkeme diyor ki, polis, Emniyet, bana dosyayı verdiği andan itibaren, kendi görevinin bittiğini varsayıyor ve bu işi bir daha takip etmiyor. Halbuki, Emniyetin zamanı sınırlı. Emniyet, bir adamı yakaladığı zaman, işte, 7 günde veya 15 günde tamamlayıp, mahkemeye teslim etmek mecburiyetinde. Emniyet , ben 15 gün içinde, ancak bunları bulabildim diyor; Mahkemeye verdim, ondan sonrasını mahkeme çözsün. Mahkeme de diyor ki, benim elimde yeterince eleman yok, imkân yok. Ben, diyor, yazışmalarla bu işi çözemiyorum, o zaman, elimde Emniyetin bana o kısıtlı zamanda verdiği bilgilerle yetiniyor. O bilgiler de, eğer, mesela çete işini çözmüyorsa, ben de diyorum ki, yoktur, çıkıyor. Yani, böyle bir zaafı ben burada tespit ettim.
BAŞKAN - Siz olayları anlatın. Çeşitli kanallardan, onları biz de tespit ettik, birtakım tespitlerimiz var.
EYÜP AŞIK (Devamla) - Ben size arz ediyorum. Ben diyorum ki, ben bu Komisyonda olsam, böyle bulguları da gün yüzüne çıkarırım bu vesileyle; çünkü, fevkalade şey...
MAHMUT YILBAŞ (Van) - Eyüp Bey, çok önemli bir şey söylüyor yani. Yapısal sıkıntılar...
EYÜP AŞIK (Devamla) - Efendim, ben diyorum ki, bu dosyayla ilgili...
MAHMUT YILBAŞ (Van) - Yapısal sıkıntılar, hukukta, yargıda...
EYÜP AŞIK (Devamla) - Üstüme görev değil, bir vatandaş gelmiş; ama, öldürülen bir adam. Biraz önemsedim, gittim üzerine. Mesela, o komiseri buldum; niye dedim, bunu biliyor musun, bu bir çete midir; evet. Bunun polisle bağlantısı var mı, var; niye bunu çözmedin? Diyor ki, bana verilen süre içerisinde çözebildiğim kadar çözdüm, mahkemeye verdim, mahkemede kabahat dedi. Mahkemeye gidiyorum, diyorum ki, çete olduğuna şimdi kanaat getirdin mi, gördün mü; gördüm. Niçin yapmadın; bunlar da diyor ki, polis bize verdikten sonra, sanki kendi görevi bitmiş gibi, daha devam etmiyor; halbuki devam etseydi bulurdu diyor. Benim de imkânım yok diyor. Ben, gördüm ki, bir zafiyet var bunda. Bütün olaylara da... Sizin soruşturmanız veya araştırmalarınız; yani, bir dedektiflik gibi mi, mutlaka bir suçluyu bulma yönüne doğru gider misiniz bilmiyorum; ama, giderseniz, o şekilde de bir iki tane ipucu vermeye çalışacağım. Bunlardan bir tanesi, ben zannediyorum, geçen sene mart ayından itibaren, bu çeteler arasında bir anlaşmazlık çıktı ve özellikle, Çatlı ile mesela adı geçen Mehmet Ağar, İbrahim Şahin, Korkut Eken neyse, bu gruplar arasında, geçen sene marttan itibaren bir çekişme başladı. Ağustostan sonra, birbirini yok etme şeklinde planlar yapmaya doğru gitti. Yani, diyelim ki, bir grup Çatlı'yı öldürmeye, Çatlı da bir grubu öldürmeye. Bunların arasında belki Ağar da, Korkut Eken de var yani, İbrahim Şahin falan... Birkaç bilgi var bu konuda bende; ama, bir tanesi, halen Kocaeli'nde tutuklu bulunan Hadi Özcan'ın Emniyette verdiği ifade; savcılıkta bunu reddediyor gerçi; ama, buna ait başka bilgiler de var yalnız, onu söyleyeyim. Savcılıkta bunu reddediyor; ama, Emniyette verdiği ifade de, kendisinin, kendisinden Kürşat, Yeşil ve Abdullah Çatlı'yı öldürmeleri istenmiş, yok etmeleri istenmiş ve bunun için de, kendisine bir Kalaşnikof tüfek teslim edilmiş, bir bombayla bir kalaşnikof tüfek... 
BAŞKAN - Kim istemiş, kimden istemiş; onu net...
EYÜP AŞIK (Devamla) - Şimdi, tam... Kendisi o ifadesinde vermiş onu. Yani, tam şey yapamıyorum. Çünkü, bendeki bilgiler, tüfeği teslim eden başkası, isteyen başkası: daha sonra bunu şey yapmış... Bu, geçen sene mart ayında olmuş, 1996 Mart ayında olmuş ve bunu kabul etmemiş yahut da orada kabul etmiş de, sonra bunlara haber vermiş. Şimdi, ben, bunu Kadir Çelik'in programında açıkladım. Ondan sonra bana bir bilgi geldi. Bilgi, Kürşat'tan geldi -Kürşat dediğim Kürşat Yılmaz- Kürşat'ın avukatı ve kardeşi beni aradı. Bunları da suçladı; yani, diğer Çatlı'yı ve Yeşil'i falan suçladı. Onlarla beraber olsaydım, ben de dışarıda olurdum dedi. Beni, onlarla beraber göstermeyin dedi. Bir de, Yeşil, Kürşat ve Çatlı'nın üçünü değil, Çatlı ile Kürşat'ı öldürmek istediklerini, Yeşil'in de öldürenlerin, öldürmek olduğunu falan anlattı. Ben, daha sonra doğruladım, üçünü birden öldürmek istemişti; bu ifadeler, Kürşat'ın mahkeme dosyasında da vardır. Yani, eğer, Hadi Özcan'ın polise verdiği ifade tutanaklarında ulaşmazsanız bu bilgilere, bu ifade, ayrıca Kürşat Yılmaz'ın mahkeme dosyasında da var.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Kim öldürtmek istemiş bunları?..
EYÜP AŞIK (Devamla} - Şimdi, sizin ulaşmak istediğiniz çetenin muhtelif bağlantıları var ya, Yeşil'di, İbrahim Şahin'di, Mehmet Ağar'dı veya bağlantılar kurmaya çalıştığımız veya Çatlı'ydı veya şeydi, bunlar arasıda çıkan, toplamının arasında çıkan bir iç çatışma. Zaten, bu kadar bu belgeleri ortaya döken de, bir kendi aralarındaki çatışma, bir de, zannederim, istihbarat örgütlerimiz, sizin artık bildiğiniz bir konudur herhalde. Millî İstihbarat, JİTEM ve Emniyetin arasındaki yarıştır. Burada, bir iki tanesine şahit oldum. Yani...
BAŞKAN - Ne gibi bir şeye şahit oldunuz?
EYÜP ASIK (Devamla) - Bu, Mehmet Ağar ile ilgili, Mehmet Ağar'ın Mehmet Özbay'a verdiği kimlik, imzalı kimlik, Susurluk’tan iki gün sonra bilgi olarak bana geldi. Hatta, ben, burada çizmişim şeklini, bana anlatmış çizmişim. Susurluk'ta, arabadan böyle bir kimlik çıktı, haberiniz olsun diye. Mehmet Ağar'ın Mehmet Özbay'a verdiği bir kimlik diye. Daha sonra onun fotokopisi bize geldi; ama, bunu biz, işin doğrusunu ararsanız, ben, kimlikten başka her şeye benzettim; yani, böyle çok saçma bir şey buldum. Yani, yazıyla yazılmış, "yanda kimliği yazılı kişi bizim adamımızdır, görüldüğü yerde korunsun" falan, yani, devlette böyle bir belge düşünemedim. Sayın Genel Başkan Mesut Yılmaz ile de bir tartıştık onu, o da aynı, dedi ki "böyle bir şey olmaz; bu olsa olsa, bizi kamuoyunda gülünç duruma düşürmek için yanlış verilmiş bir bilgidir." Yoksa, hiçbir Emniyet Genel Müdürü böyle bir belge vermez dedik. Hamili kart benim adamımdır, istediğini vurabilir gibi falan, çok saçma geldi bize. Ama, aynı zamanda, bu kimliği bize verdiler peşinden de basını bilgilendirdiler; yani, basından kıramayacağımız kişiler, diyelim ki, Uğur Dündar gibi, Kadir Çelik gibi bazı, Yalçın Doğan gibi bazı isimler, ya sizde bir bilgi belge varmış, niye vermiyorsunuz demeye başladılar. Demek ki, bize veren, onlara haber vermiş, bunlarda böyle belge var. Biz güvenemediğimiz için belgeye, bunu vermedim. Bir yandan da, Jandarmadan araştırmasını yaptık; yani, oraya gittiğini, bize bu bilgiyi veren, dediler ki, bunun aslı Jandarmadadır. Jandarmadan bunun araştırmasını yapmaya kalktık, ki, acaba bu şey mi; oradan da bize bilgi geldi. Evet laboratuardan doğrusu budur ve laboratuardan da çıkmış; ama, laboratuardan imza onaylanmış olmasına rağmen açıklanmıyor, 10 gün geçiyor açıklanmıyor. Bizi sıkıştırıyorlar falan. Derken, biz bu fotokopiyi saklarken, bir gün Sabah Gazetesinde çıktı. Yalnız, benim gördüğüm, Sabah Gazetesinde çıkan o belge, aynı belge, Sabah Gazetesinde yayımlandı bizim dışımızda. Sabah Gazetesinde yayımlanan belge, benim gördüğüm, aslından alınmıştı: çünkü, bizdeki silik bir fotokopiydi, yani, çok net olmayan bir fotokopiydi, Sabah Gazetesindeki çok net bir fotokopiydi. O bulgudan ben şuna vardım; dedim ki, demek ki kendi içinde de bu birimler, birbirlerini ele veriyor veya şey yapıyor. Bizim önemsemediğimiz belge, daha sonra çok önemli çıktı. Böyle biri iki tane daha şeye rastladım. Yani, mesela, bizim zayıf kaldığımız yerde, bir yerlerden bize de bilgi gelmeye başladı. Öyle anladım ki, kendi aralarında bir çekişme var. Bu ve bu iç çatışma, birçok bilgiyi ortaya çıkardı. Yine, Topal cinayetinde, tetiği çeken değil; ama, bulunmuş olduğunu söyledikleri Sami var, Arnavut Sami mi...
BAŞKAN - Sami Hoştan.
EYÜP AŞIK (Devamla) - Sami'nin, aynı zamanda, Çatlı ile zaten başka şeyleri de çıktı galiba, fotoğrafı, bilmem nesi; ama, Sami, aynı zamanda, Çatlı'nın cenazesini almaya Susurluk'a ilk giden adam, ilk başvuran. Cenaze ona verilmedi; ama, cenazeyi almak için ilk o başvurdu. Burada, bir hayli bağlantı var; yani, çok özür dileyerek, onu şu anda size söyleyemeyeceğim. Yani, o cenazeyi, onun başvuracağını önceden haber veren de birisi var. Yani, birisi gelecek, bu bizim adamımızdır, cenazeyi alacak diye bir de bir haber verilmiş oraya. Ama, Çatlı'nın cenazesini ilk almaya giden Sami Hoştan. Sami Hoştan, aynı zamanda Topal'ın ortağı, aynı zamanda da Topal'ı öldüren kişi olarak gözüküyor ve bütün bu işlerin parasal şeyinde var; yani, parasal akışında Sami var. İmkânınız, yetkiniz el veriyor mu bilmiyorum, Sami'nin telefonlarını telefon bağlantılarını, Telecomdan alırsanız, çok önemli şeye ulaşacaksınız; çünkü, Sami, Topal cinayetinden sonra da, herhalde Susurluk'tan sonra da, yüz yüze görüştüğü çok önemli kişiler var. Ama, aynı zamanda, bunlarla devamlı telefonda görüşüyor. Sami'nin telefon bağlantılarını Telecomdan alırsanız, bunların içerisinde, devletin önemli kişilerine ulaşacağını göreceksiniz; ama, çöz, getir derseniz, ben bu işe girdim, ya benim telefonum dinlendi ya haber alındı ya konuştuğum adamlar haber verdi, tam bu işi çözmek üzereyken, çok sıkı bir markaja alındı telefon. Hiç, oradan, artık şey verilmedi. Tam veriliyordu, birtakım bağlantıları çözmüştüm, bilgisayardan almak üzereyken maalesef ben durdum. Eğer, alabilirseniz, ben tekrar söylüyorum: Sami Hoştan'ın telefon bağlantılarını alabilirseniz, devlette önemli kişilerle görüştüğünü bulacaksınız. Bu görüşmeyi nereden biliyorsun; bana adam haber veriyor, şu anda görüşüyorlar, yüz yüze görüşüyorlar, devamlı telefon ediliyor; ben yakalayamadım. Yani, şu anda geçmiş bir zaman olduğuna göre, yakalama şansınız bir tek telefondaki bilgisayardan, Sami Hoştan'a ait telefonlar, kimlerle görüşmüş. O telefonlar kimlerindir veyahut da o telefonlar kime aittir veyahut da o telefonlarda başka kimlerle görüşmüş; böylece, şeye ulaşırsınız. Burası bence çok önemli; yani, siyasî boyutunu çözmekte, Sami Hoştan işi çok önemli. Nispeten, daha evvel size gelmemiş konuları getirmeye çalıştım yani, muhtemelen gelmediğini zannettiğim tabiî, belki gelmiştir çoğu da.
BAŞKAN - Çoğu var zaten de, bazıları da gerçekten yok.
EYÜP AŞIK (Devamla) - Şimdi, sizin sorularınızı cevaplandırayım.
BAŞKAN - Esas bizim sormak istediğimiz, Ömer Lütfü Topal cinayetinde suçlanan polislerin ifadelerinin alındığı, bunun kameraya da veya kasete de alındığı söyleniyor.
EYÜP ASIK (Devamla) - Ses kaseti zannediyorum.
BAŞKAN - Siz de bu kaset de "evet vardır" diye bir programda ve demeçlerinizde çıktı...
EYÜP AŞIK (Devamla) - Efendim, benim orada iki...
BAŞKAN - Kaset var mı, varsa kimden duydunuz veya gördünüz?
EYÜP AŞIK (Devamla) - Samimî söylüyorum...Ben, şöyle söyleyeyim: Benim orada iki şeyim var: Birinci olarak, Kemal Yazıcıoğlu, bana, bunun olduğunu, sorgulamayı beş kişinin yaptığını, artık kendi de dahil mi bilmiyorum; ama, beş kişinin yaptığını, ifade tutanaklarının olduğunu veya kasetin de olduğunu, ses kasetinin de olduğunu sohbet şeklinde söylemişti. Ben de, Kemal Yazıcıoğlu'nun bu şeyine dayanarak, bunu vardır diye açıklamıştım. Yalnız, daha sonra, ben, bu Şentürk Demiral ile görüştüm. Şentürk Demiral bana, Kemal Yazıcıoğlu bu bilgileri benden alıyor; yani, bizden alıyor, soruşturmayı kendisi yapmadı, soruşturmayı biz yaptık; ifade tutanağı da, kaset de yok dedi. Özel timcilerin televizyonda söyledikleri de yalandır dedi; yani,. ne öyle üçüncü şahıs var dedi; yani, iki tane başka adam, bilmem ne falan, ne onlar var dedi, sorgulamayı biz yaptık dedi. Daha doğrusu, bu bir sorgulama değildi dedi. Biz adamları çağırdık, sohbet ettik onlarla dedi, onlardan bilgi almaya çalıştık. Böyle bildiğiniz, Emniyetteki bildiğiniz suçlulara yapılan sorgulama değildi dedi ve öyle bir kaset de yok dedi. Şimdi, geriye kalıyor acaba, Kemal Yazıcıoğlu'nun kaseti o muydu veyahut da, o ayrıca yaptı mı yapmadı mı onu bilemiyorum ben. 
BAŞKAN - Bir de "Yeşil" kod adlı Ahmet Demir'e, Ömer Lütfü Topal'ın ölmeden evvel bazı havaleler gönderdiğini söylemişsiniz.
EYÜP AŞIK (Devamla) - Bir iki detay daha var; bunlar çok detay diye şey yapmadım. Şimdi, bu Yeşil'den birkaç tane -bilmiyorum, sizlere nasıl bir bilgi geliyor- Yeşil'ler, en az iki veya üç tane.
BASKAN - İki tane diye biliyoruz.
EYÜP AŞIK (Devamla) - Yeşilin bir tanesiyle falan müşerref olduk biz biraz. 1991 yılında, ben, İnsan Hakları Komisyonu Başkanıyken -eğer zamanınızı şey yapmıyorsam, biraz detaydır; ama, açıklayayım- bana Tunceli'den çok sayıda telgraf, telefon, mektup, işte burada sakallı diye birisi anamızı ağlatıyor, sakallı bir köye girdi mi bir köy boşalıyor, bilmem ne falan, böyle bir şeyler... Ben, o zamanki valiyi telefonla aradım. O da bana tam yok demedi, var da demedi; ama, ondan hissettim ki var bir şey. Onun üzerine Komisyondan bir heyet yaptık, Tunceli'ye gönderdik. Akın Gönen, Atilla İmamoğlu ve Veli Yıldırım. Bunlar, Tunceli'ye gittiler, bana şikâyette bulunan kişileri buldular, çağırdılar, onları dinlediler. Hakikaten söyledikleri gibi, karların üzerinde, işte, bilinen şeyler yani. Başka yerde de yapmış, başka yerlerde de yapılmış aynı şeyler; karların üzerine yatırıyor, işkence yapıyor, dövüyor, sövüyor, neyse... Yani, hakikaten sakallıdan korkuluyor, sakallı geliyor diye köyleri boşaltıyorlarmış. Şimdi bunun sonunda, Emniyetle ve valiyle görüştü arkadaşlarımız. Bir de, Jandarma Komutanıyla görüştü, Tevfik... şimdi, tam hatırlayamıyorum, yukarıda, Komisyonda belgeleri var. Onlar da dediler ki, evet, sakallı diye birisi var, bu adam JİTEM'e bağlı habercidir dediler; yani, görevi haberci, JİTEM'e bağlı çalışıyor, görevinden istifade ediyoruz. Görevi derken, yani, aslî görevinin ne olduğu belli değil de yani, habercilik, haberci olarak kullanıyoruz. Hizmetlerinden istifade ediyoruz; ama, bu şeyden sonra, artık, bunu burada, işine son veriyoruz. Daha sonra bana resmî de bir yazı geldi Komisyon Başkanlığına Olağanüstü Hal Bürosundan. İşte, o Jandarma Komutanı da yine aynı şeyi söyledi, Bölge Jandarma Komutanı. Diyor ki, 26 Nisan tarihi itibariyle, bu sakallının görevine son verilmiştir veyahut da Tunceli'deki görevlerinden, Tunceli'deki hizmetlerinden artık istifade edilmeyecektir, şikâyetler üzerine biz de bunu dikkate aldık falan gibi... Yani, bizim o andaki müdahalemiz üzerine oradan alındı. O sakallı, adı Ahmet Demir, öbür adı Mahmut Yıldırım, neyse işte birkaç çeşit şeyleri var. Daha sonra, "Yeşil" kod adıyla, Kocaeli bölgesinde görev yaptı. Orada da birtakım şeyleri de var yani..
BAŞKAN - Aynı adam mı?..
EYÜP AŞIK (Devamla) - Aynı adam.
BAŞKAN - Para meselesi...
EYÜP AŞIK (Devamla) - Parayı çekenin o olduğunu zannetmiyorum. Parayı çekenin gene bir "Yeşil" olduğunu, paranın miktarının 10 Milyon dolar olduğunu...
BAŞKAN - Parayı kim vermiş?..
EYÜP ASIK (Devamla) - Topal'ın verdiğini... Bu para bir tane değil, bir tane daha var. Bir de, Van'a gidip gelen bir para var. Yani, bilmiyorum size geldi mi şu ana kadar; Van'a gidip gelen bir para var; yani, orada da, ben, zannediyorum, İş Bankasın! zorlarsanız, gene Komisyon olarak bu konuda İş Bankasından sağlıklı bilgi alırsınız; çünkü, İş Bankasının bir dekontu var.
BAŞKAN - Var mı o dekont sizde?..
EYÜP AŞIK (Devamla) - Ben de yok; ama, bulurum size.
BAŞKAN - Çünkü, biz iki tane İş Bankası şubesinden sorduk, cevap geldi, böyle bir para yok diye.
EYÜP AŞIK (Devamla) - Ben onu size arz edeceğim şimdi. Sayın Başkan, şöyle söyleyeyim: O dekontu ben size... Şimdi, İş Bankasının bir dekontu var. Mesela, Van'dan para yatmış, para Ankara'ya gelmiş, bir süre Ankara'da durmuş, ondan sonra para iade edilmiş. Aktüel'de de zannederim yayımlandı, dekontun biri veya ikisi yayımlandı. Simdi, buna rağmen, bu dekonta rağmen, adam bu dekontu uydurmamış... İş Bankası diyor ki, yanlışlık olmuş diyor. Yani, bu nasıl yanlışlık olmuş ki, yani, dekontu vermişsin, para gelmiş, geri gitmiş; ama, yanlışlık olmuş, kime ait olduğunu şimdi bilmiyor.
BAŞKAN - Şimdi, bize, yanlışlıkla da oldu demiyor. Bize diyor ki, ticarî bir sırdır veremeyiz; ama, diyor, böyle bir para da bu kişiler adına gelmemiştir, böyle bir şey söz konusu değildir, olmadığı için böyle bir cevap veriyoruz diyor, olmadığı için, olsa vermeyiz diyor. İki şubesinden biz sorduk.
EYÜP AŞIK (Devamla) - Olmadığı için cevap veriyoruz... Şimdi, şöyle söyleyeyim, bunun ben de dekontu yok; ama, dekontu olana da aynı cevabı veriyorlar, onu söyleyim. Yani, dekontu olan bir şeye de... Yani, bu Aktüel'de yayımlanan dekontta, para gitmiş, gelmiş, beklemiş, bilmem ne falan; ama, İş Bankasının bundan haberi yok, böyle de cevap veriyorlar. Yani, dekontu olsa da vermiyorlar, vermek mecburiyetinde de değiller.
BAŞKAN - Varsa, biz dekontlu soralım diye...
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - 10 milyon, ne dediniz?..
EYÜP AŞIK (Devamla) - 10 milyon dolar....
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - 10 milyon dolar çok büyük para ya...
EYÜP AŞIK (Devamla) - Efendim, 10 milyon dolar Topal'dan alınan para. Bunu, Topal'ın yakınlarına söylediğinden biliyorum; yani, çok yakın kişilere demiş ki, biz, kelleyi kurtardık, parayı verdik, havaleyi yaptık; dolayısıyla, beni artık koruyacaklar, beni öldürmeyecekler, tam tersine, beni koruyacaklar diye yakınlarına söylemiş; ama, gene de kurtaramamışlar.
BAŞKAN - Bu konuda başka bize vereceğiniz bilgi, belge veya...
EYÜP AŞIK (Devamla) - Benim de kafam karıştı.
BAŞKAN - Sorusu olan arkadaşım; buyurun.
METİN ÖNEY (İzmir) - Şimdi, Sayın Aşık, siz bu konularda, 550 milletvekili arasında en çok basına açıklama yayan milletvekilisiniz. Fevkalade bir ilgi duydunuz bu meselelere ve hemen her gün, çok çeşitli konularda açıklamanız oluyor. O açıklamalarınız da, çeşitli kesimlerde ciddî bir biçimde tartışılıyor. Tabiî, siz de tartışılıyorsunuz, açıklamalarınızda. Şimdi, ben bu Komisyonda görev yaptığım zaman dilimi içinde ve ondan önce de, henüz kafamda bir şema oluşturamadım; çünkü, mesele çok ciddî. Şimdi, ben, uzun uzun düşündüm ve size bir soru soracağım. Bu kadar işin içinde olduğunuza göre, çok çeşitli açıklamalar yaptığınıza göre, şu ihtimallerden, ihtimal olarak söylüyorum, şimdi, kafamda oluşturmaya çalıştığım ihtimaller, bunlardan hangisi, bunlar değilse, sizce, münferit değil, müşterek nasıl bir tablo var Türkiye'de. 

1- Son dönemlerde, devlet otoritesinde ciddî bir zaaf baş göstermiştir. Yani, son üç beş senedir, devlet, siyasî istikrarsızlık sebebiyle, siyasî yelpazenin bölünmesi sebebiyle, şu sebeple bu sebeple, çok ciddî bir otorite zaafı içindedir. Bu zaaftan yararlanan bazı kişiler bir araya gelmek suretiyle, organize suçlar işlemeye başlamışlardır Türkiye'nin çeşitli yerlerinde. Bu çetelere zaman zaman, devletin memurları da, her kesimden memurları da katılmaya başlamıştır. Bunlara ilaveten, siyasiler de katılmaya başlamıştır. Bu, birinci ihtimal. 

2- Devlet bazı kişilerle, örtülü operasyonlar yapmaktadır, yapmıştır, kendisine karşı, örgütlere karşı. Bir müddet sonra, bu operasyonlara katılanlar, sonra işi değiştirmişler, aralarında bir rant bölüşümüne dönüştürmüşlerdir. Bunlara siyasiler de dahil olmuştur. Şimdi, benim kafamdaki şemalar bu tarzda belirlenebiliyor; ama, hangisi diye, o noktada olmadığımı ifade etmek istiyorum. Sizce, ben biliyorum ki bu konulara iyice vâkıfsınız, hatta, çok daha fazla ayrıntılarınız var. Bunlardan hangisi veya sizce nasıl bir şema var? İsimlendirme demiyorum, isimlendirmenizi istemiyorum; çünkü, beni önyargıya sevk edebi!ir. Şemayı söylerseniz, biz onun yerine taşları oturtacağız; yani, ben kendi adıma oturtacağım.
EYÜP AŞIK (Devamla) - Arz edeceğim efendim. Benim, bu işlerle ilgili şeyime evvela söyleyeyim: 1991 yılında, İnsan Hakları Komisyon Başkanı idim. İnsan Hakları Komisyonu o zaman yeni kurulmuştu ve Türkiye'de bir heyecan uyandırmıştı; yani, bu işleri çözer diye ve birçok kişi de ona yardım etmeye kalkmıştı. O zaman, ben, hayatımın en popüler zamanı -on dört senedir milletvekiliyim, Bakanlık da yaptım, Genel Başkan Yardımcılığı da yaptım- İnsan Hakları Komisyonu Başkanlığıydı. Avrupa'ya da gittiğim zaman büyük şey görüyordum, Türkiye'de de ve aynen sizin Komisyonu da öyle görüyorum. Geçen seneki Faili Meçhul Cinayetler Komisyonundan farklı olarak, yani, bütün medya, bütün kamuoyu, bu Komisyona, aslında Tüzükte fazla yetkisi olmama sına rağmen, her şeyi mecbur ediyor. O zaman, İnsan Hakları Komisyonunun Başkanı, isterse bu işleri çözer diye, birçok şey geldi bana. Ben, o zamandan bazı şeyleri görmeye başladım. Bu devletin içinde bir şeyler oluyor, birileri bize ya burayı karıştırma, burası şey değil, burası vatan millet falan bilmem ne... Biz, başladık şüphelenmeye, ne oluyor, ne gidiyor. Daha sonraki dönemde...
BAŞKAN - Devletin yaptığına bazı...
EYÜP AŞIK {Devamla) - Onu anlatacağım. Daha sonra, Faili Meçhul Cinayetler Komisyonunda çalıştım; orada, daha net bizi bir yere aldılar falan dedi. Bu, biraz sonra o teslim olan adamın ifadelerine biraz benzettim onun kilerini, yani Suriye'den arayan... Yani, belki de Suriye'den arıyordu, belki Mustafa idi, belki değildi. Bana verdiği bilgilerle, şu anda kamuoyunda ve poliste olan bilgilerde bir iki farklılık var; onları şey yapamadım. Mesela, biz dört kişiydik diyor; halbuki, polisten ısrarla üç kişi söyleniyor, o da bana ısrarla dört kişiydik dedi, birkaç sefer de söyledi. Hatta, dedim ki, yavrum bak, üç kişiydiler, siz dört kişi diyorsunuz falan; ama, diğer verdiği bilgilerin çoğu tutuyor. Niçin yaptınız dedim " Ben solcuyum" dedi. Niçin yaptınız peki dedim " Biz, niçin yaptığımızı, Sabancı'yı niçin öldürdüğümüzü bilmiyorum " dedi. Ama, öldürmek istediğimiz Sakıp Sabancı idi dedi, Bunu defalarca söyledi. Güneydoğu raporundan ötürü veya güneydoğu işine el attığından ötürü olabilir dedi. Kendi aramızda tartışırken... Herhalde onun içindir dedi. Bize emir verildi öldür diye, niçin olduğunu bilemeyiz dedi.
BASKAN - Tetikçi bilemez niye öldürdüğünü.
EYÜP AŞIK (Devamla) - Evet, tetikçiydik diyor, açık söylüyor zaten. Niçin öldürdüğümüzü bilmiyorum, ama kendi aramızda biraz tartıştığımız zaman, herhalde bu güneydoğu işine bulaştı, buna bir ders verdiler veya bilmem ne falan... Yani, parasal değildi. Şeyden aldığını falan söylüyor, Bayrampaşa Ceza evinde birisiyle görüştüğünü... Onların hepsi tuttu; o bakımdan, adam, doğru bir adam. Ben, önceleri kafa buluyor bizimle zannediyordum, ama, sonra, baktım doğru ve bana, çok pişmanım, bizi kullandılar dedi. Bize, devlet arkanızda, çok para vereceğiz, sizi koruyacağız dediler; ama, cinayetten sonra, üç gün geçmedi aradan bizi öldürmeye kalktılar dedi. Bizim peşimize adam taktılar dedi -esas pişmanlık buradan- biz kaçmak zorunda kaldık dedi, yurtdışına kaçmak zorunda kaldık. Ben İzlanda’dayım, bir arkadaşımız Azerbaycan'da, bir arkadaşımız Suriye'de, birisi de kayıp, öldürülmüş de olabilir dedi. Dört kişiydik dedi. Ama, bu birkaç sefer telefon ediyor, konuşuyor falan... Bize, verilen silahları ertesi günü geri aldılar dedi; cinayetten sonra geri aldılar dedi. Bana, verilen silah üstü açık Barettaydı dedi, diğerlerini söylemedi; bana verilen silah Susurluk'taki arabada çıktı dedi. Altını çizerek diyor ki, Eyüp Abi, dikkat et, bunlar, bizimle ülkücüleri aynı anda kullanıyorlar. Bana verilen silah, benden sonra Susurluk'ta çıktı, ben şimdi anlıyorum ki, bu adamlar hem bize hem onlara silah veriyorlar, hem bizi kullanıyorlar hem onları kullanıyorlar hem de Susurluk'ta çıktı dedi, bu silahları araştırın dedi. Üstü açık Baretta onların içinde olması lazım dedi, o benim dedi, Sabancı cinayeti için bana verilen silah... Ben, emniyetle konuştum bunları, anlattım, böyle böyle diyor, araştırdık falan, emniyetten arkadaşlar, Susurluk'taki... Önce Susurluk'u değil de, doğru, Susurluk'ta Baretta var ama, Sabancı cinayetindeki silahlar 7.65'ti. Şimdi, tetiği çeken 7.65'ti, hepsi mi 7.65'ti bilmiyorum. Dediler ki, Sabancı'daki silah 7.65'ti, Susurluk'takiler ise, Barettalar 22 kalibrelik mi ne, kalibresi tutmuyor dediler. Adam ben silahı kullanmadım diyor; Sabancı cinayetinde bana verilen silahı ben kullanmadım diyor, yani kullanılmış silah değildir dedi. Bir de böyle inceleyin bakın dedim, aradan biliyorsunuz, malum açıklama, Susurluk'taki silahlardan birisinin yok namlusu değişmiş, yok parmak izleri silinmiş; beni biraz daha şüphelendirdi tabiî. Diyelim saçmadır; sonra, adam Suriye'de falan yakalanınca, Sakıp Sabancı ile de görüştüm, sen tehdit ediliyor musun veya hakikaten o güneydoğu raporundan ötürü sana böyle bir şey yapılmış olabilir mi; o bana yok dedi. Kesinlikle bana tehdit falan gelmiyor dedi. Bir parantez içinde, bunların bağlantılı olabileceğini hesap edelim. Demek istediğim, böyle şeyler geliyor. Şimdi, kendi kanaatime gelince, ben, zannediyorum, bu iş 50'li yıllara kadar gider. Yani, 50'li yıllarda, Amerika'nın Rusya'ya karşı komünizmin herhangi bir devleti ele geçirmemesi için önerdiği ve Avrupa'da hemen hemen bütün devletlerin kabul ettiği bir özel örgütlenme olmuş; zannediyorum yani, araştırmamdan bu çıkıyor; bu İtalya'da olmuş, İspanya'da olmuş, Fransa'da olmuş, Türkiye'de olmuş. Amacı, o devlette komünizmin idareyi ele geçirmemesi için böyle bir şey, devlet içinde bir örgütlenme. 
BAŞKAN - İşte, özel harp dairesi falan dedikleri, Gladio dedikleri olay diyorsun.
EYÜP AŞIK (Devamla) - Evet. Şimdi, çok kaba hatlarıyla söyleyeyim, bu iş 80'de millîleşmiş, 93'te de özelleşmiş. 93'ten sonra, bu iş, devlet adına değil, aynı zamanda, tabiî ki devlet adına, ama aynı zamanda, çok karışık işlerde kullanılmış. Mesela güneydoğuda özel timde adam çalışıyor, beş sene orada çalışıyor, dağda savaşıyor, bilmem ne yapıyor; onu oradan alıp veriyorsunuz İstanbul'a, bunalım geçiriyor; para işlerini öğreniyor veya adamı gönderiyorsunuz eroin işini takibe, adamla temas kuruyor, bakıyor ki trilyon dönüyor, kafası dönüyor, giriyor. Yani, nasıl olmuşsa, bu işlere girenler, aynı zamanda, kendine, aynı zamanda, para kazancına falan yönelmiş. Daha sonra da bir örgütlenme ihtiyacı doğmuş. Yani, devletteki örgütlenmenin dışında, PKK ile mücadele, ASALA ile mücadele veyahut da komünizme karşı Türkiye'yi koruma veya özel harp neyse yani onların dışında, aynı zamanda, bu işlere girince, bir özel örgütlenme gereği duyulmuş, şimdi, bu devlet örgütlenmesiyle özel örgütlenme birbirine karışmış. Ben, devlette, birçok kişinin bunu hâlâ samimiyetle, vatan aşkıyla yaptığına inanıyorum. Ama, birçok kişinin de -ki, bunların sayıları 50'dir, 100'dür- devlete bunu yaparken, kendine de bunu yaptığını ve kendinin ayrıca örgüt kurduğuna, hatta, bu örgütler arası çatışmaların çıktığına... Demin bahsettiğim şeyinde biraz öyle olduğunu zannediyorum. Tarık Ümit'in öldürülmesini araştırıyorum, diyorlar ki. Yahu Tarık Ümit, Dursun Karataş'la başka ilişkilere girmişti. Tarık Ümit, evet, bizim adamımızdı ama, aynı zamanda eroin işinden de avanta almaya başlamıştı deniyor mesela, onu yok ettik falan. Bir görünen sebebi bu. Bir de iç çatışma çıkıyor aralarında; işte, Cem Ersever'in öldürülmesi bilmem nesi falan... Burada, kendi kafamdaki şey, bu iş eskiye dayalı, bu iş hemen hemen bütün devletlerde vardır, Türkiye'de de vardı, kimse bunu inkâr etmesin yoktur falan diye, izleri belli; ama, bu, 80'den sonra, bu Amerika mamerika işinden geçmiş, Türkiye'nin kendi şeyine... Artık komünizmle mücadele için değil de, PKK ile bilmem neyle falan yani, kendi içinde birtakım adamları yok etme, bilmem ne işlerine de girmiş, öyle anlaşılıyor. İşte, PKK'ya yardım eder mafya veya eroin için kullanılan adamları yok etmiş falan, bu tip şeylere girmiş. Muhtemelen, Uğur Mumcu cinayetleri gibi bazı cinayetlerin de bunlar tarafından, devletin emriyle değil, ama, bu adamların bilgisi dahilinde yapılmış olabileceği bağlantıları da olabilir. Ama, bilhassa 93'ten sonra bu iş sulanmış... Mesela, ben, Çatlı'nın, Mehmet Ağar veya İbrahim Şahin veya devletin bağlantılı millî işler yaparken, zaman içinde onlara kafa tuttuğunu, onlara karşı örgütlendiğini "siz de kim oluyorsunuz, bu işin esas lideri benim" şeyine girdiğini ve çatışmanın oradan çıktığını zannediyorum veyahut da Çatlı'ya bağlı (x) adamın veyahut da biraz evvel size anlattığım İstanbul'daki çete; ne devletle işi var ne siyasetle işi var; ama, bir menfaat şebekesi. Maalesef, ben, çok kıymetli emniyetçilerden aldığım bilgi, devlete dayanmayan, devlette bir görevliden destek almayan çetenin, mafyanın bir gün ayakta durması mümkün değil; eğer, devletle olan bağlantısını keserseniz, iki çapulcu, bilmem hapishanede bir adam bıçaklamış diye kalkıp da mafya vurabilir mi, babayım, haraç alırım diyebilir mi? Bunlardan ne kadar var derseniz İstanbul'da herhalde yüzlerce, binlerce var; ama, bunlar devleti tehdit eden büyük örgütler değil de; kumarhaneden para alan, gazinodan para alan... Devlette birisine haraç vermeyen pavyoncu yoktur, devlette birisine haraç vermeyen kumarhane sahibi yoktur veyahut da devlette birisine ortak olmayan çek-senet mafyası yoktur. Bunlar, muhakkak devlette... Ama, devlet dediğimiz Türk Cumhuriyeti Devletini kastetmiyorum, devlette birisi diyorum. Yani, emniyet amiri, komiser bilmem ne, birisiyle bir şeye girmiş. Onun sayesinde bu işleri yürütüyor. Nereden derseniz, öldürülen adamın kardeşine soruyorum, haraç verene soruyorum, gazinocuya soruyorum, pavyoncuya soruyorum, hepsi aynı şeyi söylüyor "vermek zorundayız" diyorlar. Niye? "Adam emniyet müdürüyle geliyor" diyor. Onu hem koruyor hem şey yapıyor. Bir kumarhane sahibini tehdit etmişler, para almak istemişler, adam çok cesaretle herifleri kovunca, demişler ki, bunun altında bir bit yeniği var, bu adam bunu yapamaz... Biraz araştırmışlar, bakmışlar ki, bir emniyet müdüründen destek aldığı için bunu yapıyor. Bunu, sizin sorunuza cevap olarak söylüyorum, bunun şekli benim kafamda böyle.
METİN ÖNEY (İzmir) - Peki, bu söylediklerinizden şöyle bir sonuç mu çıkaralım: Bu işin tepesinde siyasîler var, yani güç olarak söylüyorum. Sonra, altında bürokrasiden birtakım adamlar var. Sonra, onun altında da tabiatıyla çok çeşitli fiiller işlemiş ve sair insanlar var.
EYÜP AŞIK (Devamla) - Siyasiler bu işin içinde nasıl olur ben söyleyeyim. Siyasetin gereği bu işin içinde, henüz, adam olduğunu zannetmiyorum; ama, bu Susurluk kazası olmasaydı veyahut da şimdi üzerine gidilmeseydi, belki birkaç sene sonra siyasetin akıbetini de bu çeteler tayin edecekti, mafya tayin edecekti. Ama, şu anda siyasetin gereği, bu işin içinde bir siyasetçi olduğunu kabul etmiyorum. Siyasetçi yok mu; var. Siyasetçi eroin işi yapıyorsa, siyasetin gereği midir, siyasetçi kumar oynuyorsa siyasetin gereği midir; onunla olan, o şahısla olan kişisel ilişkisi dolayısıyla siyasetçi bu işin içine girmiştir.
METİN ÖNEY (İzmir) - Ben zaten şunu söylemek istiyorum. Demin diyorsunuz ya, mutlaka birine dayanmalı, komiser falan... Daha büyükse, daha büyüğe dayanmalı mı?
EYÜP AŞIK (Devamla) - Her birimizin başından geçebilir. Adam size gelir der ki, falan adam karakola düştü, telefon et kurtar, telefon eder kurtarırsınız. Adam, yarın öbür gün böyle birisi çıkar. Şimdi, sizin oradaki yardımınız çok insanî boyutta olur; ama, buraya gider veyahut da doğrudan doğruya dostunuz olur, arkadaşınız olur, mafya da olsa, bu benim adamım kurtarayım dersiniz. Yani, siyasetçiler böyle bulaşıyor. Bir iki kişinin durumu şey tabiî... Burada suçlanan, çok üzüntülü bir gününde biz adından bahsediyoruz ama, suçlanan Mehmet Ağar, suçlanan Sedat Bucak. Ben, Mehmet Ağar'la Sedat Bucak'ın aynı kategoride olacağını zannetmiyorum. Mehmet Ağar, görevi gereği, demin bahsettiğim devlet adına, işte koruma moruma... Doğrusunu ararsanız gayri hukukidir, hukuk düzeninde böyle bir şey yoktur; ama, bu adam bir şeyle herhalde girmiştir, bu adamlarla işbirliği yapmıştır, Mehmet Ağar da bu işi hazır bulmuştur. Daha doğrusu, Mehmet Ağar kurmadı o düzeni, Mehmet Ağar bu işi hazır bulmuştur. Şimdi, elimizdeki bütün bulgular Çatlı'nın Mehmet Ağar'dan çok evvel bu işin içinde olduğu. Yani, Mehmet Ağar gelip de Çatlı'yı gel seni biz kullanalım, bize yardım et dememiştir. Mehmet Ağar, Çatlı'yı hazır bulmuştur; ama, görevi gereği, onunla ilişki kurmuştur. Ondan sonra, nerelerine yardım etmiştir; Yaşar Öz'le bilmem kimdeki kimliği falan dolayısıyla ilişkileri çıkıyor. Onlar hukuk nizamında yoktur, onların mutlaka hesabı sorulması, verilmesi lazım ayrı mesele ama, benim kanaatim, bulunduğu makam, Emniyet Genel Müdürlüğünde sen de olsaydın, yahu böyle bir düzen kurulmuş, PKK ile mücadelede Abdullah Çatlı, Yaşar Öz, mafya bilmem ne gelin bakalım, şu anda ne yapıyoruz, bugüne kadar ne yaptınız, adam oradan devam etmiştir. Sedat Bucak, bana sorarsanız, farklıdır. Sedat Bucak bana göre birçok olayın içindedir. Sedat Bucak tarlalarını koruyan şeydir, yani o işi ben kendime yediremiyorum. Sedat Bucak'a Türk Devleti minnettardır, muhtaçtır... Ben o lafları ne devletime ne kendime yediremiyorum. Türk Devleti Sedat Bucak'a muhtaç değildir. Sedat Bucak'ın Urfa'da koruduğu 100 bin dönüm tarladır, kendi tarlasıdır, devlet bir de onun üstüne üstlük bilmem ne kadar kadro vermiştir; bu iş yanlıştır ve orası bir nevi girilemeyen bölge oluşmuş, Sedat Bucak'ın tarlaları, sarayı bilmem nesi falan... Bu iş yanlıştır. Sedat Bucak'ın ben birkaç tane daha şeyinde rastladım, televizyonda belki duymuşsunuz, mahkeme kararı da var, bilmen kimin, adamı öldürmeye kalkmışlar. Para almaya kalkmışlar, bürosunda tehdit etmişler... Yani, Sedat Bucak'ın birtakım şeyleri var; ama, ben bunu Sedat Bucak'ın ne parti kimliğini ne siyasî kimliğini saymıyorum yani. Adam girmiş yani, girmişse, her partiden birisi girer yani. O adam girmiş diye... Politikacıdır diye de girmemiş. İşte, ilişkileri dolayısıyla girmiştir. Bana gelen bir bilgiyi daha söyleyeyim, muhakkak bilirsiniz de, bu eroin işi halen devam ediyor. Hakkâri, Batman, Van üçgeninde dönen para, Türkiye genelindeki, millî ekonomideki paradan fazladır ve halen devam ediyor. Halen, bununla ilgili, bunu nereden aldınız diyorsanız, bunu özel timde istihbaratta çalışan bir memurdan aldım. Yani, dedi ki, bu olaylara rağmen şu anda devam ediyor ve bu eroin işi çok büyük boyutlarda; yani, artık onu inkâr etmiyorlar, Sayın Valim bilir, yani Van, Hakkâri, Batman'da kiminle konuşursanız, artık biliniyor kimin yaptığı, Kilis'te kimlerin yaptığı biliniyor, Antep'te kimin yaptığı biliniyor, Van'da kimin yaptığı biliniyor ve bunlar artık halk tarafından biliniyor ve çok astronomik rakamlar dönüyor, dönen rakamın boyutunu söyleyeyim size, Türkiye'nin millî ekonomisinde dönen para kadar dönüyor. Bu, polisi de şaşırtır, askeri de şaşırtır, bu maliyeyi de şaşırtır, şaşırttığı adamlar vardır; tabiî, şaşırtamadıkları muhakkak çok; ama, şaşırtabildiği adamlar vardır. Affınıza sığınarak bir şey daha söyleyeyim, bu Avrupa'dan gelen şeylere, öyle, işte küstahlar, bilmem neler, Türk düşmanları falan deyip geçeceğimiz tenkitler değil, bu dönen dolapta, bu dönen eroin mafyası işinde, bir yerde yüzbaşının adı karışıyor, Hakkâri Yüksekova çetesi, binbaşı falan neyse, duyuyorsunuz, bir yerde polisin adı karışıyor, bir yerde birisi korunuyor, birisi bilmem ne oluyor, birisine yeşil pasaport veriliyor, birisine özel kimlik veriliyor, birisi tutuklandığı halde serbest bırakılıyor; bütün bunlar, o Avrupa'daki istihbaratlarda var; adam bunlara dayanarak çıkıyor diyor ki, Türk devleti bu işe bulaşmıştır. Şimdi, vay küstahlar, vay Türk düşmanları, vay haçlı orduları demek yerine bu işi çözmemiz lazım. Hiç öyle kabadayılıkla çözülecek bir şey değildir. Bu damgayı yiyoruz, bu damgayı söküp atmanın bir tek yolu bu suçları ortaya çıkarmak ve bu işi durdurmaktır. Bu son birkaç sene içerisinde senin dediğin bu palazlanma olmuş. Kilis'te seçim dolayısıyla gittim birkaç gün kaldım. Baktım orada herkes biliyor ne yapıldığını, kimin ne yaptığı; adam, Almanya'dan gemiyle gelmiş bir yerde yakalanmıştı ya, o zamanki fiyatla 10 trilyonluk şey yakalanmış, adam Antalya'da yatıyor, ceza evinde, bayramda gelmiş Kilis'e. Gösterdiler bana bayram günü burada, bu adam 10 trilyonluk şeyle yakalanmış adam, bak bayramı burada geçiyor dediler. Herkesin bildiği gösterdiği şey, adam, zaten, evinden, arabasından her şeyinden belli. Söylemek istediğim, Batman milletvekillerinden kimi çağırırsanız, Van milletvekillerinden kimi çağırırsanız, Hakkâri'den kimi çağırırsanız, oralarda bu işin çok büyük boyutta yapıldığını, Avrupa'ya gittiğini, bilmem nesini ve birtakım ilişkilerin de var olduğunu Avrupalı biliyor, yakaladığı adama sorduğu zaman o onun cevabını veriyor, burada konuşmayanlar orada rahat konuşuyor, nasıl olsa Türkiye'den uzağım falan, bunları söylüyor. Neticede, bu işin muhakkak bu boyutunun çözülmesi lazım.
BAŞKAN - Sağ olasınız.
EYÜP AŞIK (Devamla) - Allah kolaylık versin. İşiniz tabiî kolay değil, biliyorum; ama, bana göre, 14 üncü yılımdır Parlamentoda, gördüğüm en önemli görevi yapıyorsunuz.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Sayın Aşık çok teşekkür ederiz bu verdiğiniz bilgilerden dolayı. Kaset meselesinde önce size var denilip, sonradan yok denilmesinin nedeni nedir. Yani, siz güvendiğiniz birçok bilgileri aldığınız kişiden bunu sohbet de olsa böyle bir ses kaseti aldık, biz bunları soruşturduk, hatta, cinayet, Susurluk olaylarını bile aydınlatacağız diyecek kadar emin konuşan bir kişinin, daha sonra böyle bir şeyin olmadığının ortaya çıkmasının nedeni nedir sizce.
EYÜP AŞIK (Devamla) - Evvela, bizim elimizde belge var, bilmem ne var diye iddialı konuşmamızın sebebi Kemal Yazıcıoğlu'ndan aldığımız bilgi değil; çünkü, Yaşar Öz dosyası da vardı bizde. Bana göre bütün bu işin en önemli dosyası Yaşar Öz dosyasıdır. Çünkü, Yaşar Öz dosyasında hem sahte belge var hem sahte belgenin devlet tarafından kabul edilmesi var. Yani, o sahte belgeyle adam yakalanıyor ve genel müdür diyor ki, onu serbest bırakın, daha önemli bir dosyadır; o da vardı bizde. Başka şeyler de vardı. Onun için, söylemek istediğimi, sadece buna bağlı olarak söylemiş değilim. 
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Hayır ama kaset...
EYÜP AŞIK (Devamla) - Ben, Kemal Yazıcıoğlu'ndan o şeyi dinlediğim zaman, doğrusunu ararsanız, bu işin çok önemli olduğunu da, bu derece önemli olduğunu anlamış değildim. Yani, ben kaset varsa göreyim, bakalım falan da dememişim, siz de takdir edersiniz ki, olaylar geliştikçe yerine göre önem kazanıyor. Bir misal vereyim: Yaşar Öz dosyasını biz Hürriyet Gazetesine verdik, size verdikten sonra. Size verdiğimizin ertesi günü, Sayın Genel Başkan biz dosyanın bir suretini Hürriyet Gazetesine verdik; kullanmadılar. Yani, hafif bir şey yazdılar, önemsemediler. Daha sonra, Kadir Çelik'in programında iki kere Yaşar Öz'ün o dosyayı açıkladı, beni çıkarttı, Mesut Beyi çıkarttı, hatta teslim alan komiseri de çıkarttı, kamuoyu ilgi duymadı. Ne zaman Necdet Menzir, Yaşar Öz'le ilgili iki cümle söylediyse, Yaşar Öz dosyası Hürriyette manşet oldu; kendilerinin eline geçtikten tam bir ay sonra. Tabiî ki, o zaman önemli olduğunu anlamadı, daha sonra... Kemal Yazıcıoğlu'nun bahsettiğiniz Topal cinayetiyle ilgili Şey kamuoyunda bir ara Cumhurbaşkanıyla olan zirve dolayısıyla, yani bilgi, belge verdi, gitti oraya dayandı, o zaman çok önem kazandı, yani, o zamana kadar önemli değildi. Kemal Yazıcıoğlu bize kasetin bir delil olmayacağını, yani bunun önemli bir şey olmadığını da söyledi. Buna rağmen diyeceksiniz ki, size söylediği kadarını da niye daha sonra vermedi; benim bildiğim kadarıyla, aslında cinayeti çözmeye yeterli delil olmadığı halde, bir cinayeti çözmek için delil kabul edilmediği halde, sırf ben dedim, dediğimin ispatı diyerek böyle bir şeyi ortaya sürse, Kemal Yazıcıoğlu bununla ancak kendini hapse tıkardı. Yani, üç sene falan ceza alırdı zannediyorum. Soruşturma yapmış ve delilleri yok etmiş, failleri kaçırmış bir emniyet müdürü olarak hem meslekten ihraç hem de üç sene ceza alırdı. Karşılığında da, ben biliyorum ki, Kemal Yazıcıoğlu onun belge olduğunu kabul etse verirdi de onu; karşılığında da mahkûmun veya suçlanan kişinin "canım o kaset bana ait değildir, zaten hukuken delil değildir" deyip çöpe atacağı bir şey. Yani, herhalde adam kendine göre bir hesap yaptı, böyle yaptı. Ama, ilk konuşmamızda nedir, ne değildir, yani, bana, biz, böyle böyle aldık falan... 
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Yani, alan bir kişi, olaylar olduktan sonra, kasetin delil olmayacağını, kendisinin suçlayacağını filan, sonraları öğrenen birisi değildir, bunlar sürekli yapıyorsa, alıp onu bir yere koymuştur; emniyetçilerin her zaman vardır. Ben şunu sormak istiyorum, siz bir yerde bir gazetede veya bir televizyonda ben dinledim dediniz. Sayın Yılmaz, dinleyen arkadaşlarımızın ifadelerinden yola çıktım dedi. Samimi olarak Kemal Yazıcıoğlu'nda böyle bir kaset var mı yok mu?
EYÜP AŞIK (Devamla) - Var. Ya Kemal Yazıcıoğlu'nda ya ona bağlı birimlerdeki bir adamda ya da dolapta; nerededir bilmiyorum ama, beş para etmez bir kasettir.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Dinlediniz mi siz?
EYÜP AŞIK (Devamla) - Buraya kadar şey yapalım izin verirseniz. Bu bilgiyi zaten Kemal Yazıcıoğlu'ndan sonra da bazı makamlara da verdik.

BAŞKAN - Faydalı bilgiler aldık Eyüp Beyden, teşekkür ederiz.

http://www.atin.org/detail.asp?cmd=articledetail&articleid=426


53. CÜ BÖLÜM KISIM 1 İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

UYUŞTURUCUDAN SUSURLUK'A BÖLÜM 47

UYUŞTURUCUDAN  SUSURLUK'A  BÖLÜM 47 


Ahmet Baydar,
30/3/2002 - 11:43 
Atin,



Uyuşturucudan Susurluk'a dizimizin 43.ncü bölümünde Abdullah Çatlı'nın ortağı Ahmet Baydar'ın TBMM Susurluk Komisyonu'ndaki ifadesine yer veriyoruz.

AHMET BAYDAR
22 Ocak 1997

BAŞKAN - Sizi niye çağırdığımız, sizce de malumdur. Türkiye Büyük Millet Meclisi bir komisyon kurdu. Yani, bizleri görevlendirdi ve bizim görevimiz şu: Yasadışı örgütlerin devletle olan bağlantılarıyla Susurluk'ta meydana gelen kaza olayının arkasındaki ilişkilerin aydınlığa kavuşturulması amacıyla kuruldu bu Komisyon. Sizin de, bu olayların içerisinde olan, özellikle, Susurluk'taki olayların içerisinde olan bütün olaylarda baş rolde gözüken Abdullah Çatlı, yani, namı diğer Mehmet Ozbay'la ortak olduğunuz söyleniyor. Baysa Ticaret Taahhüt Anonim Şirketine ortak olduğunuz söyleniyor. Bu konularda ne biliyorsunuz? Yalnız, öncelikle kendinizi tanıtın, biyografinizi alalım. Önce sizi tanıyalım. Ahmet Baydar kim?
AHMET BAYDAR - Ahmet Baydar. 42 yaşındayım. Dedem, ilk milletvekillerinden, Yozgat milletvekili Ahmet Baydar'ın torunuyum. Ondan evvel de, Yozgat belediye başkanıdır. Daha sonra, babam Halil Baydar, hep iş hayatında olmuş bir tüccardır. Daha sonra, ben, tahsilimi, ticaret nedeniyle liseden sonra devam ettiremedim ve iş hayatına atıldım: Aslında, iş hayatına atılmam, ilkokul ikinci sınıflarda babamın yanında kısmen başladı. Ceviz tomruğu ihracatı yapardı, beni de yanında götürürdü. Yani, iş hayatının, ticaretin dışında pek fazla şeyimiz olmadı, buna siyaset de dahildir. Hiçbir partiye üye olmadım, hiçbir partiyle bir bağlantım olmadı. İş hayatında da, birçok partiden hemen hemen hepsinden tanıdıklarım oldu. Uzun yıllar, Perşembe Pazarında demir-çelik ithalatı yaptım. Daha sonra, uzun yıllar derken; 1980 yılında iş adamı olarak iş hayatına atıldım. 1980 yılından sonra, demir-çelik ticareti yaptım 1985 yılına kadar. 1985 yıllarıyla beraber ve 1986, demir-çeliğin Türkiye'de üretimde sıkıntıya girmesinden sonra, Avrupa'dan demir-çeliğin ithalatına ve de daha ucuz neresiyse, dünya pazarlarından ithalatına başladık ve yoğun şekillerde bu ithalatı yaptık. Yani, yoğun derken, yüksek tonajlı, yüksek miktarlarda. Tabiî, Türkiye, kaygan zemin olduğu için, sık sık döviz dalgalanmalarından bir hayli etkilendik; kazandığımız oldu, kaybettiğimiz oldu. Pamuk balya çemberi ürettik, sanayiciliğimiz oldu. Bu üretimimiz aşağı yukarı, sekiz sene, on sene kadar sürdü. Çukurova ve Ege Bölgelerine yüksek miktarlarda pamuk balya çemberi satışımız oldu.
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Abdullah Çatlı'ya, Mehmet Özbay'a gelin. Tamam, ticaret hayatınızı anladık. 
AHMET BAYDAR - Biyografi deyince... 
BAŞKAN - Olayı anlatın efendim.
AHMET BAYDAR - Ben, Abdullah Çatlı olarak tanımadım; tabiî ki, Mehmet Özbay olarak...
BAŞKAN - Baştan, ne zaman tanıştığınızdan başlayın da, sırayla, tarihi sıra içerisinde...
AHMET BAYDAR - Tabiî efendim. Tarihler çok net akıllarda kalmıyor da...
BAŞKAN - Aşağı yukarı, tanıdığınızdan günden başlayın. Öldüğü güne kadar.
AHMET BAYDAR - Aşağı yukarı iki, iki buçuk yıl evvel tahminen. Malum, bazen, akşam olduğu zaman, işten çıktıktan sonra, bir yere gidip, içki içiliyor, bir barda oturuluyor. Bazen devamlı gittiğimiz yerler olabiliyor. Bir gün, tesadüfen, bu arkadaşla, orada o da benim tam yanıma denk gelmiş vaziyette; hatta, öyle bir esprisi oldu. Bir başka birisi daha, bizim ikimizle ilgili olmayan bir başka kişi de vardı. Bir fıkra konusu oldu, Hindistan'da bir yılan... Yani, böyle bir samimiyet gelişti. Aşağı yukarı, sık sık benim gittiğim yer. Mehmet Beyin de çok sık olmamakla birlikte geldiği yer. Ondan sonra kartlaştık. Benim ofisime geldi ve bu ilişki, samimiyet...
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Memleket neresi? Bu ilişkilerin geliştiği yer neresi?
AHMET BAYDAR - İstanbul efendim.
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Sık gittiğiniz yer neresidir?
AHMET BAYDAR - Sık sık gittiğim yer, mesela Sardunya diye bir yer vardır; orası. Zeytin Sardunya denilir ki, hatırladığım kadarıyla orada bir tanışma oldu
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Bar mıdır burası?
AHMET BAYDAR - Yani, restoran-bar. Daha sonra, ilişkimiz, dediğim gibi, hakikaten dostluk bazında; kendisi sessiz, çok dost görünen, çok iyi yaklaşan, sımsıcak yaklaşan bir insandı. O aralar, tekstil ihracatı yaptığını söyledi. Bu arada şunu belirteyim. Benim, Arzu Hanımla bir beraberliğim var. Arzu Hanımın kardeşi İzmir'den geliyordu sık sık. İzmir'den İstanbul'a sık sık bize geliyordu. Bir keresinde, Arzu Hanım, ben, Gonca Hanım beraberken, Mehmet Beyle, tabiî ki, ara sıra birlikte olduğumuz için, bu vesileyle, bu şekilde tanışıyorlar. Tanıştıktan bir müddet sonra da, yani, bir arkadaşlıkları olmaya başlıyor. Bizim münasebetimiz daha çok, dördümüzün beraber yemeğe gitmesidir, gezmesidir; ağırlıklı münasebetimiz. Baysa Şirketini, 1992 yılında kurdum ben. 1995 yılında ortaklıktan ayrılma kararı aldık. Ayrıldığımız da tabiî ki yönetim kurulunun en az üç kişi olması gerekiyordu.
BAŞKAN - Kiminle kurmuştunuz?
AHMET BAYDAR - Ant Güven Sazak, Ant Güven Sazak'ın hanımı Silvia Sazak, ben, Mine Baydar ve beşinci ortak da, zannediyorum oğlum Alper Baydar. Onlar ayrılınca, diğer, hanım ve çocukların imzasında zorluk olmasın diye, benim ticarete ilk başladığımdan beri yanımda çalışan, 16 yıldır yanımda çalışan Fehmi Tarım'a yönetim kurulu üyeliği verdik. O arada, Mehmet Bey de orada oturuyordu. Yani, üçüncü kimi yapalım diye düşünürken "ben olabilirim" dedi. Bu vesileyle de Baysan'ın yönetim kurulu üyeliği... Baysan'ın yüzde 100 hamiline hisse senetleri bana aittir. Şu an elimdedir, yüzde 100 hamilinedir.
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Ne iş yapıyor bu?
AHMET BAYDAR - Baysan'ın alanı çok geniş. Yani, inşaat, petrol, dış ticaret. İthalat ihracat...
BAŞKAN - Gayesi geniş olur da, yaptığı işler?..
AHMET BAYDAR - Kuruluş şeyi çok geniş; ama, yaptığı işler... Daha doğrusu, bizim Baysa Şirketini kurmamızın bir amacı da, onu da isterseniz...
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Onlar lazım değil bize. Ne iş yapıyor?
AHMET BAYDAR – Baysa’nın tek yaptığı iş; belki ufak tefek işler yapılmıştır; ama, yine de şu an BOTAŞ'taki, sılaç dediğimiz, petrol çamurunun sanayiye verilmesi ve oranın temizlenmesi işi. Onun da bedeli, tamamen, aşağı yukarı, 22 bin ton diye hesaplanmıştı; 220, bin dolardı, yani, o zamanın parasıyla 10 milyar, alındığı zamanın parasıyla. fakat, 22 bin ton çıkmadı, 10 bin ton civarında bir çamur çıktı ve o çıkan çamur da son derece kalitesiz, kötü. İsterseniz, Baysan'ın neden kurulduğunu da...
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Onlar bizim işimiz değil. Bizim sizi çağırmamızın asıl sebebi, Mehmet Özbay'la olan ilişkiniz.
AHMET BAYDAR - Ama, anlatmak istiyorum aslında.
BAŞKAN - Anlatın efendim.
AHMET BAYDAR - Anlatayım efendim. Daha evvelki şirketlerimiz olarak...
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Affedersiniz... Ben karışmış olmayayım. Bize Mehmet Özbay'la olan ilişkisi lazım
BAŞKAN - Oradan gelecek... Anlatsın...
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Anlatmak istediğine göre anlatsın efendim.
BAŞKAN - Niye beraber kurdunuz?
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Beraber kurduk demiyor, sonradan diyor.
AHMET BAYDAR - Beraber kurmadık, sonradan yönetim kurulu üyesi oldu. Biz, daha evvel, yüksek çapta ithalatlar yapıyorduk. Demir-çelik, Amerika'dan prinç, İtalya'dan prinç ithal ediyorduk. Baysa olarak değil, Kursaç, Mersa ve benim diğer bir iki şirketim daha var; Kureks. Hindistan'dan susam, demir-çelik, Romanya'dan canlı hayvan çimento grevi olduğu zaman Romanya'dan yine çimento, Bulgaristan'dan demir-çelik. Yugoslavya'dan -harp çıkmadan evvel- yine demir-çelik ithal ediyorduk. Bu işleri yapan bir firmaydık Biz, 1990 yılında, dolar krizine yakalandık. Doların 2,500 liradan, bir anda, kısa bir zamanda 5,000 liraya yükselmesiyle büyük bir darbe aldık. Çimento ithal ettiğimiz sırada, bir anda, bizim gemilerimiz daha Köstence limanındayken, burada grev bitti, hemen fon koydular, orada bir sıkıntı oldu. Arkasından şeker ithal ettik, yine bir pancar krizi vardı, gemimiz yoldayken, 10 bin ton şeker, 400 dolar gibi bir fona yakalandı. Malı, daha başka bir ülkeye sattık. Bu sıkıntıların üst üste birikmesi sonucu, tabiî ki, 5 Nisan kararlarında da son döviz darbesini aldıktan sonra, bankalar üzerimize gelmeye başladı. Bankalar üzerimize gelince, tabiî ki, biz, rahat çalışabileceğimiz, sıfır bir şirket kurmak amacıyla, 1992 yılında Baysa'yı kurduk. 1992 yılından sonra da, öyle, ciddî bir şekilde de çalıştıramadık Baysa’yı, fırsat olmadı. Sonra, Mersa Şirketimizle tomruk ithal ettik. Tomrukda da, herhalde ticarî şansımız, orada da, birçok insanın tomruk getirmesi sonucu, orada da birtakım sıkıntılar oldu. Yani, netice olarak, daha rahat çalışabileceğimiz ve yüzde 100'nün hamiline olmasının sebebi de oydu. Yani, bankalar üzerimize gelmesin diye. Hatta, bazı bankalar bizim iyi niyetimizi biliyorlar ve bize, borçlu olduğumuz halde, tekrar, birtakım kredi yardımlarında bulundular 1990'lı yıllarda, 1990 ve 1991'de. Onlar "biz size yine yardımcı olalım da şu borçlarınızı ödeyin" dediler.
BAŞKAN - Kurdunuz yani.
AHMET BAYDAR - Evet. 1992 yılında kurduk.
BAŞKAN - Dediniz ki, bize orada ortak lazımdı, yanımızda çalışan adamı yaptık dediniz, bir tanesi de orada bulunan Mehmet Özbay'dı. Yani, bir şirkete ortak alıyorsunuz.
AHMET BAYDAR - Yönetim kurulu üyesi efendim. Ortak değil.
BÂŞKAN - Yani, böyle, bir merhaba ettiğiniz insana... Nasıl oluyor bu?
AHMET BAYDAR - Merhaba ettiğimizden olmadı Sayın Başkanım. Zaten, 1995 yılında yönetim kurulu üyesi oluyor Mehmet Bey. Biz, 1995 yılından en az bir sene evvel tanışmışızdır. Yani, o gün, biz merhaba etmedik. Yani, Baysa zaten çok küçük bir şirket. Defterlerimizi istediler, bunların hepsinin ispatı mümkün efendim. Çok küçük bir şirket, sermayesi de küçük, kendisi de küçük; kuruluş amacı da budur. Yani, ben, ortaklarımdan ayrıldığım zaman... 
BAŞKAN - Turgay Maraşlı diye biri var mıydı?
AHMET BAYDAR - Anlatayım. Biz şey olduktan sonra, bu BOTAŞ'ın sılaçı konusu ortaya çıktı. Bize dediler ki, böyle bir sılaç var. Petrolle uğraşan tanıdığım iki eksperi, bu sılaçın olduğu yere gönderdim, numuneler aldırttım. İçine birtakım kimyasal maddeler katıldıktan sonra, sanaayi yakıtı olarak hem çevreye de zarar vermeyecek şekilde; çünkü, içindeki çevreye zarar verici maddeler çok. Birtakım maddeler, laboratuarlar neticesi, testleri sonucu katıldıktan sonra. Sanayi yakıtı olabilir şeyinden sonra, biz, bu sılaça talip olduk. Hatta, bizden evvel teklif veren firmalar da, bunun tonuna 1000 dolar gibi paralar vermişler. Bunun temizlenip atılması için, bu kurumun, üzerine para vermesi gereken bir konu bu aslında ayrıca.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Mehmet Bey, yönetim kurulu üyesi olduktan sonra bu işe giriyorsunuz.
AHMET BAYDAR - Hayır efendim. Onun da şeyleri var.
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Hayır. O değil. Turgay Maraşlı'yla olan ilişkisini anlatacak. Oraya gelecek.
AHMET BAYDAR - Onu da hemen geçeyim. Biz, ihaleyi aldığımız tarihte Biz ihaleyi aldığımız tarihte, Baysa olarak ihaleyi aldığımız tarihte böyle şeyleri var, isterseniz arz edebilirim sizlere, Mehmet Bey yönetim kurulu üyesi değildi zaten; daha sonra, bu münasebetle, demin anlattığım münasebetle yönetim kurulu üyesi oldu. Turgay Beyi de, biz İstanbul'da oturuyorduk, İskenderun'a sık sık gitmemiz gelmemiz zor olur diye Mehmet Bey tavsiye etti; dedi ki, bizim orada aklı başında bir çocuk var dedi; git gel, kamyon nakliye aracı bulur falan. Bu işleri bu çocuğu oraya biz hatta şirkete biz bunu sigortalı bile almadık. İşte, ileride bir şeyler, neticede kâr ettiğimiz zaman bir şeyler. veririz diye düşündük. Ondan sonra, bu çocuğun orada, çok agresif davranışları olduğu şeyleri gelmeye başladı, hem BOTAŞ'daki, o bölgedeki yetkililer tarafından hem de çevredeki işadamları, bazı insanlar tarafından küfürlü konuşur, falan böyle bir kabadayı falan gibi konuşuyor dediler. Biz, bu şikayetler üzerine. Şu anda tarihini hatırlayamayacağım; ama, devlet güvenlik... Zannediyorum, Ona mı verdim... Yani, bu şikayetlerden sonra, biz, BOTAŞ'a bir yazı yazdık; dedik ki, Turgay Maraşlı, bundan sonra bizim yetkilimiz değildir; bütün hakları elinden alınmıştır, bizle hiçbir alakası kalmamıştır diye. Yani, tam hatırlayamayacağım, onu da arz edeyim...
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Yani, size tavsiye eden Mehmet Özbay dı öyle mi?
AHMET BAYDAR - Evet efendim, Mehmet Özbay dı tavsiye eden.
BAŞKAN - Maaşlı adamınızdı yani...
AHMET BAYDAR - Yani, maaş şöyle efendim; yani, bu adam, Baysa'da sigortalı bile değil. Orada kamyonla mal satılıyor...
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Götürü usul...
AHMET BAYDAR - Götürü, oradan harcıyor bu çocuk; orada, bir yazlık. bir daire; bir ev kiralasak olur mu dedi. Önce, BOTAŞ'ın misafirhanesinde yatıyordu, zor oluyor dedi, eşim var dedi; bu iş uzun sürecek herhalde öyle gözüküyor dedi. Biz de kirala dedik.
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Ne kadar sürdü bu ilişki? Bunlar teferruat...
AHMET BAYDAR - Kiminle efendim?
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Turgay Maraşlı ile ilişkiniz ne kadar sürdü?
AHMET BAYDAR - Turgay Maraşlı ile tahmini 4-5-6 ay civarında sürmüştür; ama, bu agresif davranışları yüzünden, ki o bölgede kime sorarsanız, o çocuk bayağı şey bir isim yapmış...
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Anladım, onları bırakın. Siz, Mehmet Özbay'a, demediniz mi, Turgay Maraşlı'yı...
HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük) -Tuncay Maraşlı var birde.
AHMET BAYDAR - Onu hiç tanımıyorum.
HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük) - Kardeşi...
AHMET BAYDAR - Hiç tanımıyorum; ben, Turgay Maraşlı'nın tanıdığını hiçbir ailesi yok. Bir yabancı eşi var; bir gittiğimde, onu gördüm; hatta, Macaristanlı dedi, sonradan birisinin Ukraynalı olduğunu... Yani, bir o kızcağızı gördüm. Orada bir yazlık sitede, yıllık 50 milyon mu, 60 milyon mu para vermiş; illa ağabey gel dedi, gittim bir beş dakika oturdum; köpek vardı evde, ondan da hoşlanmıyorum... 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Mehmet Özbay'a sormadınız mı siz nereden tanıyorsunuz, size tavsiye eden kim?
AHMET BAYDAR - Sormadım; şimdi, efendim benim tanıdığım yüzüyle Mehmet Özbay...
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Varsa o konudaki bilgiyi...
AHMET BAYDAR - Tabiî ki efendim. Benim tanıdığım yüzüyle Mehmet Özbay, son derece sıcak, yani az konuşan ve güvenilir bir şeyi vardı, güven veren bir yapısı vardı. Bu çocuk iyi bir çocuktur, tanırız dedi; istersen... Biz de arıyoruz İskenderun'a kimi gönderelim. Ayrıca, onu da söyleyeyim, bizim oraya gönderdiğimiz Güven Tezerdi diye bir adam var; bu petrol işinde falan ona güvenmediğimiz için de o çocuğu başına koyduk. Asıl uzman, şu an orada yine o Güven Tezerdi'dir, petrol işinden anlar; fakat, biraz İstanbul'da daha evvelki petrol işindeki ticaretinde böyle birtakım duyumlar aldığımız için, adama güvenemediğimiz için bu çocuğu onun başına bekçi olarak takdım ben aslında; ama, bu hareketleri yapınca, hemen BOTAŞ'a yazıyı yazdım ve bu adamla bizim hiçbir alakamız kalmamıştır. Zaten, onlar da sıkıntı duydular, bu adam böyle bir şey bir adam dediler, yani itici bir adam dediler.
DURMUS FİKRİ SAGLAR (İçel) - Ne kadar çalıştı?
AHMET BAYDAR - Onu, tam size şu an hatırlamıyorum; ama, 4-5-6 ay olabilir, 7 ay olabilir.
YAŞAR TOPÇU (Sinop)- 4,5 ay dedi demin...
BAŞKAN - Tamam çalıştı, görevine son verdiğiniz...
AHMET BAYDAR - Ve bir daha da bu adamı hiç görmedim ben, görevine son verdikten sonra ve de çok kızgın olduğum... Kızgın olmamın sebebi de oradaki 55 yaşındaki Güven Tezerdi'ye çok küfürlü konuşmaları, onu ezici şeyleri; yaşlı başlı bir adam; yani o yüzden kızdığım için de telefonuna bile çıkmadım hatta, aradı bir iki sefer.
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Başka bir bilginiz var mı?
AHMET BAYDAR - Yani, başka bir...
BAŞKAN - Ortaklığınız vâr mı yok mu Çatlı ile?
AHMET BAYDAR - Şimdi efendim, ortaklığımız yok. Onu da arz edeyim...
BAŞKAN - Bir telefon meselesi var...
AHMET BAYDAR - Onu da arz edeyim. Şimdi, ben diğer ortaklarımdan ayrılınca, bir parça bir maddî olarak da sayılabilir; ama, manevi olarak da bir şeye insan sıkıntı belki duyabiliyor, bir ortamda, alışkanlıktır belki yıllardan beri. Ya dedi, işte elimizde de birtakım, yani benim bilgimden dolayı, ben yıllarca işhayatının içinde olduğum için, bilgi birikimi; ya işte dedi, bir 400 bin mark param olacak -bu söylediğim 1994 yıllarının başıdır- onu, olmazsa buraya koyayım; yani, ben de burada bulunayım, Baysa'nın gerçek ortağı gibi, yani yönetim kurulu üyesi değil, gerçek ortağı... Onu kendisi istedi; ama, 400 bin mark değil, 400 mark bile olmadı... Böyle o yönetim kurulu... Ve şunu da ibraz edebilirim isterseniz; Mehmet Özbay'ın hiçbir imzasını, Baysa'nın hiçbir evrakında göremezsirıiz. Yani, eğer bir gerçek...
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Yönetim kurulu üyesi olarak da mı?
AHMET BAYDAR - Yani, yönetim kurulu üyesi olarak belki genel kurulda onu görebilirsiniz; ama, ne bir çekte, ne bir faturada ne bir anlaşmada, ne bir...
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Murahhas üye değildi yani?
AHMET BAYDAR - Değil efendim, hayır.
BAŞKAN - Peki, şimdi, Mehmet Özbay sık sık geliyor gidiyor, görüşüyorsunuz...
AHMET BAYDAR - Çok sık gelmezdi.
BAŞKAN - Yönetim kurulu üyesi... Kimlerle geliyordu veya sizin oraya geldiğinde muhakkak birisini arıyordur veya onu arıyorlardır; böyle muttali olduğunuz herhangi bir şey oldu mu; mesela, kim aradı, siyasilerden arayan yahut aradığı oldu mu?
AHMET BAYDAR - Şimdi efendim, zaten odası ayrıydı. Bir de, yapı olarak, inanır mısınız, onun öyle iki metreden telefonla konuştuğunu, benim kulaklarımda çok iyi değil; ama, iki metreden o kadar yavaş ... Benim o konuda şahit olduğum siyasiler ya da... Ve tek gelirdi.
BAŞKAN - Polisler falan aramadı mı yani?
AHMET BAYDAR - Yani, onu belki cep telefonundan aramış olabilir...
BAŞKAN - Konuşurken belli olur.
AHMET BAYDAR - Şimdi efendim, benim anladığım kadarıyla, olaylar olduktan sonra, ben anladım ki, bu arkadaşımız bizi tamamen bu türlü ilişkileri nedir... Ben, hâlâ çok şeye de inanamıyorum, şok vaziyetindeyim, onu da söyleyeyim; çünkü, tamamen bizim dünyamız apayrı; zaten mümkün değildir ki, şey olması. Benim çok başka bir yaradılışım... Yani, tamamen ayrı tutmuş olduğu gözüküyor ve benim yanımda da bir tek kimseyle bu şekilde; yani, tamam gelirdi telefon; ha olur, tamam ben seni ararım Hâsan Hüseyin gibi. Bir de benim bir yapım var, bu iş hayatının içinde bazen yani Musevilerle iş yaptığınız oluyor, bunlar çok akıllı insanlar; ben onlardan bir ders aldım; bir tanesi ben hiçbir şeyini sormam, yani bana da sorulsun istemem dedi; ha, ben anlatmak istiyorsam, sen de benim arkadâşım, dostumsan anlat. Bu yapıyı da ben biraz ezberlediğim için, yani insanlar bana da bir şey sorduğunda, bir arkadaşım otuz senelik arkadaşım, beş senelik arkadaşım sorduğu zaman rahatsız oluyorum; ya işte kaç para alıyorsun , çimento ithal ediyorsun, adam benim maliyetimi hesap ediyor.
BAŞKAN - O yönde mi... Şimdi, o yönde bir tıkandınız; diyelim ki bir şirketiniz var, birçok işiniz var, iş adamısınız; bir yerde Türkiye'de olan şeyler bunlar. Şimdi, Mehmet Özbay'ı da siz çok kabiliyetli, girişken, çevresİ geniş olan birisi olarak tanıyorsunuz; şimdi, tamam ben o işi hallederim... mesela BOTAŞ'ta bir tıkanma geldi, bir yerde düğümlenme oldu; ya hallederim... Böyle bir şey oldu mu?
AHMET BAYDAR - Şimdi, Mehmet Özbay'ın, ben, hiç kabiliyetli gibi bir tarafını ya göstermedi ya ben anlayamadım; inanın bakın buna, yani ben hiç anlayamadım, yani ne ticari olarak... Bir kere ticarete fazla bir şey olmazdı yani, pek fazla bir bilgisi yoktu. İnanın ki, hiç böyle bir tıkanma... Tıkanma, para konusunda tıkanmalar oldu; hatta, para konusunda tıkanmalar, yani oluyordu ve ben, borç istiyordum ondan ve diyordum vani ne olur.. Mesela, şu ölümünden iki, üç ay evvel takribi, ya dedim ki 600-700 milyonlu bir ödeme var, o hafta ödememiz gereken yerler var; ne olur. Aman bir yerlerden bulabilir misin? Vallahi dedi, yemin etti yok, bulamam diye Hiç olmazsa dedim bir 150-200 milyon gibi. Ben sana haber veririm dedi: üc beş gün aramadı, ben de aramadım, yani buldun mu diye, o gün geçiştrildi sıkıntı. Onu da bu şekilde, hakikaten de bu şekilde olmuştur. Şimdi insan şaşırıyor...
BAŞKAN - Ama, sizin telefon onda duruyor; nasıl oluyor o telefon?
AHMET BAYDAR - Benim telefonum değil efendim; şimdi onu da arz edeyim; şimdi, o, biz, İskenderun'da tankların, BOTAŞ'ın içinde tankların ve havuzların olduğu yerler ayrı yerler, aralarında bayağı mesafe var. Bir de oradan çıktıktan sonra kamyon kantara gidiyor, Toros Gübre'nin kantarına gidiyor, orada tartılıyor. Tartıldıktan sonra, orada aşağı yukarı bu Güven Tezerdi dediğimiz adamı ve bu Turgay'a, o zaman Güven'in başına diktiğimiz o çocuğa birkaç tane formanlere telefon alın dedik, yani diyelim ki, Güven Tezerdi mal verdiği bir yere gittiği zaman oradan arıyor; üç dört; tane telefon vardı. O telefonlardan bir tanesini, bizim fazlalık diye istemişler şirkete, yani orada boşu boşuna fazla duracağına; o arada, herhalde onu Mehmet Bey aldı. Aldığını da ben görmedim, o telefonun bizim şirkete geldiğini de görmedim; ama, tabiî ki şirketten birisi fazlaysa o telefonu gönderin dedi ya da gelen biriyle geldi o telefon şirkete. Benim adıma kayıtlı değildir o telefon; ayrıca, şirkete de kayıtlı değildir; orada Ali diye bir çocukcağızın üstüne kayıtlıymış telefon. O çocuğu da bir kere gördüm ben oraya gittiğimde.
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Niye şirketin telefonu onun üzerine kayıtlı?
AHMET BAYDAR - Şirketin telefonu değil; onun üzerine...
YAŞAR TOPÇU. (Sinop) - Şimdi, bak, sevgili kardeşim, ben size şey etmek için söylemiyorum; parasını kim ödedi telefonun?
AHMET BAYDAR - Parasını ödeyen, orada olan Turgay Maraşlı'dır ya da Güven Tezerdi'dir.
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - O zaman size niye geldi?
AHMET BAYDAR - Şimdi efendim...
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Şimdi, bakın, bir ilişkiyi tarif ederken... Şimdi, biz sizi burada... Bir telaş var; ben sizi rahatlatmak için söylüyorum.
AHMET BAYDAR - Hayır, bir telaş yok aslında.
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Var var; ben söyleyeyim izin verirsen. Biz, sizi burada. suçlayacak değiliz, size burada bir suç çıkaracak falan da değiliz. Mehmet Özbay ile Abdullah Çatlı'yla olan ilişkinizden dolayı size bir şey yapacak falan da değiliz. Biz, burada bilgi topluyoruz. Onun için, ikide bir kendinizi savunmanız gerekmez, valla billa biz onunla şöyleydik böyleydik demeniz gerekmez. Şimdi, telefon size gelmiş, soruyor Başkan, diyor ki, bu telefon sizin oradan geliyor. Bizim değildi, oradaki Ali'nindi diyorsunuz. Anlattığınıza göre, Ali'nin de değil. 
AHMET BAYDAR - Hayır bizim; ama....
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Sizinse, şirketin adına kayıtlı değildir sözünüz bir endişeyi ifade ediyor. Sizinse, parası bunu şirketten çıkmışsa veya şirket adına alınmışsa telefon, kayıtlı olsun olmasın, o sizin mülkünüzdür; ben hukukçuyıım, arkadaşımız da hukukçu. Her ne kadar bu menkul maldır, kimin elindeyse sahibi odursa da, mülkiyet karinesi itibariyle şirketindir. Yani, parasını sizin ödememiş olmanız ya da şirketin adına kayıtlı olmamış olması şirketten çıkarmaz onu mülkiyet hukuku açısından. Bu tür telaşlara girneden cevap ver, bizi yanıltma; onu söylüyorum. 
BAŞKAN - Şunu da söyleyeyim, Ali, zaten ifadesinde...
AHMET BAYDAR - Ahmet Baydar istedi demiş.
BAŞKAN - Yok, parası şirketin...
AHMET BAYDAR - Şirketin parası efendim.
YAŞAR TOPÇU (Sinop)- Kayıtlı olmaması bir şey ifade etrnez. Yani. O size... Biz, burada suçlayacak falan değiliz. Şirketin adına kayıtlı olsa ne olacak; telefon şirketin adına kayıtlı da burada bunu kullanıyorlar, gelin sizi cezaevine atalım diyecek falan değiliz. Bize doğrusunu söyleyin.
AHMET BAYDAR - Efendim, ben...
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Doğrusunu söyleyin o kadar.
AHMET BAYDAR - Her şeyin doğrusunu söylüyorum. Şimdi, oradaki durumu arz edeyim size; benim Turgay Maraşlı'yı o işten kovmamın bir sebebi de, orada hırsızlık yapmasıdır. Şimdi, burada, diyelim ki 5 liraya sattığı malı. 3 lira göstermiş bu adam ve bunlar büyük para harcamaları yapmış, kendi evine, kendi ailesine, duyumlarım bunlar, ve orada her akşam içki sofraları, yemekler. falan kuruluyor. Yani, bu adamın... Böyle, biz biraz da sık sık gidip gelemediğimiz için, bu adama, işte o telefonu aldığını bile...
MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) - Yani, sizin kontrolünüzün dışında mı?
AHMET BAYDAR - Biraz dışında, tabiî ki, biraz dışında. Yani, yalnız su telefon olayı değil, birçok olay; bu adam, altına Toyota araba almış, onu bile ben sonradan öğrendim Turgay Maraşlı. Bunu söyleyeyim yani...
BAŞKAN - BOTAŞ'taki...
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Büyük rakamlar...
AHMET BAYDAR - Büyük rakamlar ve bizi bu adam, orada, bizim şirketimizi 5-6 milyar gibi kendi üstüne para geçirdiği orada söyleniyor.
BAŞKAN - BOTAŞ'tan aldığınız iş... 
AHMET BAYDAR - Ve, biz, bu işte de inanın zarar ettik; 15 milyar da benim hala borcum var; şu anda, tabiî bu olayların şu şekilde Arena'da falan yayınlanmasından sonra BOTAŞ yetkilileri, kısa günler verdi, bizim işimizi bitirttirmedi doğru dürüst orada, alelacele mallar sattık ve şu anda, benim hesaplarımda bu iş için aldığım ve orada bir sürü yatırımlar yaptık 25 bin ton, 22 bin ton diye halbuki mal da 10 bin ton çıktı ve şu anda, benim, aşağı yukarı 20 milyara yakın borcum var, orada da 7 milyarlık malım var. 
BAŞKAN - Kaç liralık bir işti bu BOTAŞ'tan sizin aldığınız iş, toplam şeyi?
AHMET BAYDAR - Efendim, toplam ihale 22 bin ton.
BAŞKAN - Parasal değerini soruyorum.
AHMET BAYDAR - Parasal değeri, 22 bin tonun, başkalarının kilosuna bin lira verdiği bir şeye, biz, 10 dolar verdik ve toplam ederi 220 bin dolar; ama, aldığımız tarihte 10 milyar. Fakat, şu ana kadar oradan çıkan mal 10 bin ton. 10 bin 300 kilo ya da 800 kilo tam küsüratı aklımda değil. Yani, 22 bin ton; ama, oradan çıkan mal 10 bin ton, gerisi...
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - 10 bin ton olunca 110 bin dolar...
AHMET BAYDAR - 100 bin, 110 bin dolar KDV'siyle beraber öyle oluyor.
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - O zaman hesabınızda büyük yanlışlık var. Ya, siz, Başkanın sorduğuna daha gerçekçi bir cevap verin o zaman. Yani, ben, bu konuya girilmesine pek taraftar olmadım da, şundan; 110 bin dolar, bugünkü kur itibariyle aşağı yukarı 11 milyar lira eder, pardon 13 milyar lira eder. diyorsunuz ki, 7 milyar Turgay Maraşlı içeri attı, kaldı 6...
AHMET BAYDAR - 5-6 milyar evet...
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - 5-6 milyar; bu nasıl oluyor; sizin dediğiniz rakamların üzerinde ve telefon işini de düzgün izah etmediniz.
AHMET BAYDAR - Efendim, telefon işini...
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Şantiyede alınıyor, şantiyeden buraya getiriliyor; yani, Mehmet Özbay, sizin oradaki telefona muhtaç bir insan değil. Niye oradaki telefonu alsın? O telefonun başka bir izahı olmalı.
AHMET BAYDAR - İnanın ki, yani o telefonu oradan isteyen ben değilim. Tabiî ki benim elemanlarımdan birisi istemiştir orada fazlalık diye. Orada, o adamcağıza alınmış Ali denen o çocuğa; çünkü, gidiyor geliyor bankalara ödemeler, diyelim ki, evrak götürüyor, irsaliye getiriyor...
BAŞKAN - Onu anladık; şöyle soralım: Şimdi, siz, bir ifadenizde diyorsunuz ki, "reis bey" diye hitap ederlerdi.
AHMET BAYDAR - Evet, bazen öyle...
BAŞKAN - Ondan evvel şunu sorayım; Bu Mehmet Hadi Özcan'ı tanıyor musunuz?
AHMET BAYDAR - Tanıyorum.
BAŞKAN - Nasıl tanıyorsunuz? İlişkiniz ne?
AHMET BAYDAR - Şöyle; şimdi, bu BOTAŞ şeyinde, orada slaç, olduğunu söyleyen adam da odur bize. Dedi ki, böyle böyle. Onu da su şekilde; o ara -gazoil adetif denen bir malzeme var- gazoil adetif bize teklif ettiler, yani bana...
BAŞKAN - Kim teklif etti?
AHMET BAYDAR - Bulgaristan'da iş yaptığım ve Romanya'da iş yaptığım işadamları teklif etti. Biz de, gazoil adetif var, bunu ithal eder misiniz? Biz de piyasa araştırması yaptık, gazoil adetif ithal eden işadamları piyasada var; hesaplarını yaptım ben, ondan sonra, bu arada yine Mehmet Bey ofiste, böyle böyle İzmit'e, genelde tanklar orada olduğu için oraya geliyordu malzeme. Dedi ki, işte orada depo, benim tanıdığım bir çocuk var orada dedi, Hadi Özcan diye dedi; olmazsa ona... Mehmet Bey’le beraber gittik; hatta bir ramazan günüydü..
BAŞKAN - Kaç yılında? Üç yıl önce mi?
AHMET BAYDAR - Tahminen. Ondan sonra, bir ramazan günüydü, orada bizi iftara davet etti. Biz, 15-20 dakikalık bir yemek yedik. Ondan sonra, ben, sizin burada o reis dedi; reis, ben burada şeyleri ayarlarım dedi; depoydu, işte benim tanıdığım insanlar, nakliyesiydi falan dedi, sorun değil; nakliyeci tanıdığımız, Alemdar Kimya dedi, bilmem ne kimya dedi tanıdığımız onların tanklarında kiralanır, depolarsınız falan gibi laflar etti. Ondan sonra da, bu arada, dedi ki ya BOTAŞ'ta slaç denen bir malzeme var dedi. Hatta söylediği rakamda daha fazla rakamlar, 50 bin ton falan civarında slaç var: bu petrolün çamuru dedi, bundan anlar mısınız siz dedi. Mehmet Bey, ben hiç anlamam dedi; ben de dedim anlamam. Ondan sonra, derken, işte benim Güven Tezerdi dediğim petrol işini çok iyi bilen ve onun da bir başka bir arkadaşımızla Petrol Ofisi’nden ayrılmış. Onlara dedim ki, şuraya gidin de bir bakın, yani bu slaç nedir; bir numune alalım. Bunlar gittiler, numuneyi aldılar geldiler; laboratuvar testleri yapıldı; sonunda bunun sanayi yakıtı olarak birtakım kimyevi maddeler ilavesiyle... Yani demin sayın milletvekilim sizin o sorunuza da burada cevap vereceğim. Yani, biz bunu aldık tabiî, birtakım kimyevi maddeler kattıktan sonra ve birtakım masraflar edildikten sonra, aldığımız fiyata satmıyoruz tabiî ki, daha yüksek bir fiyata satıyoruz bu malzemeyi.
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Ben orasına itiraz etmedim. 10-12 milyarlık, bugünkü parayla söylüyorum, bir işte, başına koyduğunuz adam 7 milyar batırmışsa...
AHMET BAYDAR - 7 milyar değildir de, işte 5 milyardır, 6 milyardır.
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - 5 milyar da büyük para; 11 milyarlık işte, 5 milyar... 
AHMET BAYDAR - Ama, 11 milyar, 12-13 milyar...
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Bugünkü para o da, o da bugünkü para...
AHMET BAYDAR - Alış değeri o tabiî ki, satış değeri değil.
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Bazı arkadaşımız ifade verirken, yani anlatırken, bazı yerleri öyle bir şekilde söylüyor ki, ben rahatsız oluyorum o tür ifadelerden. Ya bunun doğrusunu söyle ya hiç söyleme; de ki anlatmıyorum ya da doğrusunu söyle.
AHMET BAYDAR - Efendim, biz, o işi aldığımız halde...
BAŞKAN - İkna olmuyorum yani, siz anlatıyorsunuz; ama, ben ikna olmuyorum.
AHMET BAYDAR - Olmadığınız kısmı...
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Şimdi, bakın bir şey söylediniz; dediniz ki Abdullah Çatlı'yı, Mehmet Özbay'ı, biz üçüncü imza olarak aldık. Bizim hiçbir evrakımızda da şeyi yoktur, imzası yoktur; varsa varsa, belki yönetimin o toplantısında vardır.
AHMET BAYDAR - Evet, varsa varsa, genel kurulda vardır.
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Ama, Başkan telefonu sorduğu zaman dediniz ki odası vardı, odasında konuşurdu. Yani, hiç bir ...
AHMET BAYDAR - Ee, gelip gidiyordu...
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Şirkette ne odası var?
BAŞKAN - Yani, ayrı bir odası demek ne demek?
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Ayrı bir makamı, yeri var demek.
BAŞKAN - Burada bir şey var, benim burada odam var...
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Bunu, bize dosdoğru anlat anlatacaksan; anlatmayacaksan, de ki anlatmıyorum.
AHMET BAYDAR - Hayır efendim, yani, şimdi geldiği zaman, bizim şirkette, yani 400 metrekarelik bir ofisimiz var; 400 metrekare ofisin içinde 7-8 tane oda var. Geldiği zaman, eğer beraber oturuyorsak...
BAŞKAN - Ona da tahsis edilmiş, yönetim kurulu üyesi olarak bir oda var mı?
AHMET BAYDAR - Oturduğu bir oda, alışkın olduğu, bazen beraber, bazen de gidip görüştüğü, yani gidip geçtiği, orada oturduğu özel bir odası var yani...
BAŞKAN - Telefonu falan var orada tabiî... .
AHMET BAYDAR - Var, her odada telefon var zaten. 
BAŞKAN - Şimdi, bu Mehmet Hadi Özcan ile tanıştırdı, sizi. Ondan sonra, sizin Mehmet Hadi Özcan'la ilişkiniz devam etti mi?
AHMET BAYDAR - Hayır etmedi.
BAŞKAN - İş ilişkiniz oldu mu?
AHMET BAYDAR - Hayır hayır, hiç bir ilişkimiz olmadı.
BAŞKAN - Ondan sonra, size bu kadar iyilik etmiş adam, en azından akıl vermiş...
AHMET BAYDAR - Şimdi, onu söyleyeceğim...
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Birlikte eylemde bulundunuz mu yoksa?
AHMET BAYDAR - Hayır, şimdi onu söyleyeceğim; birkaç kere daha başka işte, bilmem ne, maddesi var; biz anlamayız Hadi Bey o işlerden dedik. Bu slaç işe yarar... Orada dedi ki, bana İzmit'te bir daire alsanız yeter. Yani, o zaman ki şeyi...
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - İşi aldı mı size?
AHMET BAYDAR - Efendim, hayır.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - İşi söylemenin karşılığında mı İzmit'te...
AHMET BAYDAR- Söylemenin karşılığında. Ben anlamıyorum bu işten...
BAŞKAN - Komisyon olarak...
AHMET BAYDAR - Komisyon olarak... Ondan sonra, bu adamcağız, ben bu işin yüzde 50 ortağıyım diye birtakım sağda solda laflar konuşmuş. Bu kadar yani...
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Aldınız mı daire?
AHMET BAYDAR - Hayır alamadık; çünkü, zarar ediyoruz. Yani, şimdi, Yaşar Bey dedi ki, nasıl o kadar...
YASAR TOPÇU (Sinop) - Yani, üste isteyecekti daire, seni oraya gönderdiği için...
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Sayın Başkanım, bir şey söyleyebilir miyim; şimdi, ben biraz evvel bir şey sordum beyefendiye; dedim ki, siz. İskenderun BOTAŞ'taki işi Mehmet Bey’le tanıştıktan sonra mı aldınız dedim hayır dediniz.
AHMET BAYDAR - Önce aldım.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Ama, şimdi, bakın, Hadi Özcan'ı, Mehmet Özbay bana tanıştırdı dediniz; öyle değil mi? Hadi Özcan, bu slaç işini bize söyledi dediniz, biz de gittik slaça baktık dediniz...
BAŞKAN - Evet, burada bir çelişki var. 
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - E, bu arada Mehmet Bey’le birliktesiniz bunları yaparken. Mehmet Bey’den önce...
AHMET BAYDAR- Efendim, sizin ...
DURMUŞ FiKRİ SAĞLAR (İçel) - Yanlış anlamadım sanıyorum.
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Doğru doğru, senin söylediğin doğru...
AHMET BAYDAR - Sizin sorduğunuz soru, zannediyorum ya da ben öyle anladım; sorduğunuz soru, Baysa'nın yönetim kuruluna girdikten sonra mı aldınız, girmeden önce miydi diye hatırlıyorum.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (içel) - Evet, yönetim kurulunda daha sonra mı oldu, bu işlerden sonra mı yönetim kurulu üyesi oldu?
AHMET BAYDAR - Yani, tabiî ki...
BAŞKAN - Yani, işi aldıktan sonra yönetim kuruluna aldınız.
AHMET BAYDAR - Biz işi aldıktan, bilmem, belki 3-4 ay sonra yani olmuştur.
DURMUŞ FİKRI SAĞLAR (İçel) - Benim oradaki kastım o zaman o şeyi, öyle söyleyeyim, sizin bu işi almada Mehmet Özbay'ın dahli, katkısı var mıydı: benim sormak istediğim.
AHMET BAYDAR - Hayır, bir dahli, katkısı yoktu.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (içel) - Ama, anlattıklarınızda var. Hadi Özcan'la tanıştırıyor.
AHMET BAYDAR - Yani, bu tür bir katkı var.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Hadi Özcan size onu söylüyor...
AHMET BAYDAR - İşte o kadar bir katı var.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Sonra ihaleyi nasıl aldınız?
AHMET BAYDAR - İhaleye girdik, teklif verdik.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (içel) - Kaç tane firma girdi?
AHMET BAYDAR - Daha önce, biz, üç firmaydık. Daha evvel iki firma dediğim gibi bin lira gibi komik bir rakamlar teklif vermişler, tam rakamlar hatırımda değil; biz, daha sonra, teklif alma usulüyle, yani bizden de teklif aldılar, diğer...
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (içel) - Onlar bin lira vermişler, siz 10 dolar vermişsiniz.
AHMET BAYDAR - Hayır, daha önce, onlar çok düşük teklif vermişler. Ondan sonra, bize, oradaki yetkililer dediler ki, işte onların teklifleri 1 dolar bile değil. O zaman bin lira ne kadarsa, yani biz de dedik tamam; hesaplarımızı yaptık, 10 dolara alırsak, birtakım masraflar... 
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Yani, yetkililer size bilgi verdi; ona göre siz fiyat verdiniz?
AHMET BAYDAR - Bilgi değil de, yani düşük veremeyiz.
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - O soruya ne cevap geldi?
AHMET BAYDAR - Bilgi değil de, onların fiyatları çok düşük gibi bir şey oldu. Bizden de teklif aldılar.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (içel) - Ama, yani, bin lira verdiler demişler, siz de 10 dolar vermişsiniz; sizde kalmış.
AHMET BAYDAR - Efendim, orayı da tam olarak şey yapayım isterseniz; yani, daha evvel, bu çamurdur, bu işe yarar bir madde değil; yani, bu...
BAŞKAN - Şimdi, diyor ki, parayı bak bu kadar milyon dolar...
YAŞAR TOPÇU (Sinop) Onlar teferruat, bizim için önemli değil; arkadaşımızın sorduğu soru; diyor ki, hepimiz aynı kanaatteyiz, siz dediniz ki, biz, bu işleri aldıktan sonra Mehmet Özbay'ı tanıdık. Şimdi...
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Yönetim kuruluna aldık diyorlar.
AHMET BAYDAR - Şimdi, efendim, ya ben yanlış anlattım...
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Tanıdık değil, tanıdığı daha evvelden de yönetim kuruluna 3-4 ay sonra aldık diyor.
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Onu izah et bize; yoksa, orada biz o işi yapacak değiliz, o işin uzmanı da yok aramızda...
AHMET BAYDAR - Hayır efendim, zaten onu söylemiyorum...
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Yani, komisyonumuzun aradığı şey...
AHMET BAYDAR - Zaten Fikri Bey’in sorusu zannediyorum ki, yani ya da ben öyle anladım, bu işi almadan evvel mi yönetim kurulu üyesiydi.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Mehmet Özbay'ın bu şi almada katkısı var mı?
AHMET BAYDAR - Katkısı bu şekilde var, bu söylediğim şekilde.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Ama, arkasından bir şey daha söylediniz, bana onu açıklayabilir misiniz; yani, şimdi, yetkililer, dediler ki, iki firma daha var, bunlar 1 dolar civarında veriyorlar, çok düşük bir fiyat dediler ve bir yerde, size ihalede ışık, yol gösterme, bilgi verme gibi ne derseniz, benim dilim varmıyor -sayın valim onları bilir- şey vermişler; siz de 10 dolar vermişsiniz. 
AHMET BAYDAR - Hayır efendim. 
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Sizi, o yetkiliyle kim tanıştırdı?
AHMET BAYDAR - Şimdi, o yetkilileri kimse tanıştırmadı. Böyle bir slaç olduğu duyumunu aldıktan sonra, o söylediğim bu işten anlayan arkadaşları gönderdim, oradan numune aldılar, araştırdıktan sonra ben gittim. Dedim, sizin böyle bir malınız varmış ve tanklarında temizlenmesi gereken bir şey. Evet var dediler.
DURMUŞ FİKRI SAĞLAR (İçel) - Korkut Eken'i tanır mısınız?
AHMET BAYDAR - Tanımıyorum, hayır.
BAŞKAN - İbrahim Şahin'i?
AHMET BAYDAR - Tanımıyorum.
BAŞKAN - Gelip gitmiyor muydu, yani Mehmet Özbay ile falan?
AHMET BAYDAR - Hayır, hiç görmedim...
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Hiç mi Korkut Eken ismini duymadınız: nasıl tanımıyorsunuz?
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - BOTAŞ'ta çalışıyordu.
AHMET BAYDAR - Korkut Eken'i, bu televizyonlardan sonra...
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - BOTAŞ'ta çalışıyor muydu siz çalıştığınız sırada?
AHMET BAYDAR - Yani, onu bilmiyorum ben, BOTAŞ'ta çalıştığını.
BAŞKAN - BOTAŞ'ta size yardımcı olan birisi var mıydı?
AHMET BAYDAR - BOTAŞ'ta hiç kimse yoktu.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Acaba; Mehmet Bey, Korkut Eken'le mi tanıştırdı?
AHMET BAYDAR - Efendim?
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Acaba, Mehmet Bey, Korkut Eken vasıtasıyla mı size bu işte yardımcı oldu?
AHMET BAYDAR - Efendim, ilk sorduğunuza isterseniz cevap vereyim, o vasıtayla olmadı, ben Korkut Bey’in ismini hiç duymadım; bu olaylar neticesinde duymaya -televizyondan ve gazeteden- başladım. Korkut Beyin BOTAŞ'ta çalıştığını da bilmiyorum.
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Hadi Özcan?.. O söyledi dediğinize göre..
AHMET BAYDAR - Evet; o söyledi. Yani...
YAŞAR TOPCU (Sinop) - Hadi Özcan, Korkut Eken'i tanır; onun için, söyledim.
AHMET BAYDAR - Onu bilmiyorum ben. Ondan sonra, dedik, sizde, böyle bir malzeme varmış. İşte ve dediler ki evet böyle bir malzeme var. Biz buna talibiz dedik, biz bunların 1 dolar ya da bilmem bin lira verdiğini, biz 10 dolar verdikten sonra öğrendik. Neden 10 verelim o zaman yani?
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Ama, başta söylediniz; bize böyle söylediler dediniz.
AHMET BAYDAR - Daha sonra söylediler bize onu. Onlar, bin lira gibi küçük rakamlar verildi...
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Siz, Hadi Özcan'dan başka kimi tanıyorsunuz bu işlerle ilgili; ismini basından medyadan duyduklarınızdan, ben şu, adamı da tanıyordum diyebileceğiniz bir kimse var mı?
AHMET BAYDAR - Hatırladığım yok şu anda.
HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük) - Avşar Kaderoğlu?..
AHMET BAYDAR - Hiç, ilk dün mü evvelsi gün mü gazetede okudum.
BAŞKAN - Siz, Şaziye Bar'a sık sık gider miydiniz, biliyor musunuz?
AHMET BAYDAR - Şaziye değil efendim, Sardunya, Zeytin Sardunya...
BAŞKAN - Oraya gidiyorsunuz da, başka...
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Şaziye ayrı bir şey soruyor Başkan.
HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük) - Duydunuz mu öyle bir yer?
AHMET BAYDAR - Şaziye Bar'ı, İstanbul'da herkes bilir; ben de bir iki kere Şaziye Bar'a arkadaşlarımla gitmiştim. Bir kere gittim şimdiye kadar. O da gece 12'de gittim, saat 2'de çıktım.
BAŞKAN - Yani, sen, 3,5 yıldır Mehmet Özbay'la tanışıyorsun...
AHMET BAYDAR - 2,5 yıl...
HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük) - Abdullah Çatlı ile 3,5 yıl...
BAŞKAN - Yok 3,5 yıl; çünkü, bak, eşin Arzu dedi ki, burada bir celişki var; 3,5 yıl evvel tanıştık dedi. Sende diyorsun ki, 2,5 yıl...
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (içel) - Ama, arkasından Hadi Bey ile 3 yıl önce birlikte olduk dedin. Bu belki zamanlar bir sene gidip geliyor...
AHMET BAYDAR - Zamanları tam hatırlayamıyor ki insan efendim; yani, o 3,5 yıl olmadığını biliyorum ben yani. Maksimum 3 yıldır, 2,5'dur; tam şu gün, insan bilemiyor ki yani..
BAŞKAN - Neyse 3,5 veya 2 yıl; ama, epeyce bir uzun zaman, bu kadar içli dışlı olmuşsunuz, yönetim kuruluna almışsınız, ta oraya gitmişsiniz, size birisi onun arkadaşı akıl vermiş, büyük bir iş almışsınız...
AHMET BAYDAR - Çok büyük bir iş değil efendim; iş ortada yani...
BAŞKAN - Sonra, akraban değil bu senin, aynı memleketlin değil, talebelikten falan da arkadaşın değil, asker arkadaşın değil... 
AHMET BAYDAR - Hayır hayır...
BAŞKAN - Ya bu adam kimdir, bu kadar bizimle şey yapıyor diye hiç merak etmedin mi? Geliyor senin yanında da diyorlar ki "reis" diyorlar.
AHMET BAYDAR - Ben orada duydum, Hadi Özcan, ona, orada "reis" dedi.
BAŞKAN - Yani, merak etmedin mi bu reis nereden çıktı? Reisliği nereden geliyor.
AHMET BAYDAR - Reisliğin ne demek olduğunu; benim bildiğim belediye reisidir onlara denir; bir de balıkçı, Karadeniz'de gemi kaptanı. Ben, yani, hayatımda hiçbir siyasî partiye karakola gitmişliğim yoktur. Bunlar araştırılsın, bu işleri ben bilmem zaten. Bilmediğim için de, belki, bizi bu kadar hariç, ayrı...
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Siyasî, partiye mensup olmak suç mu kardeşim?
AHMET BAYDAR - Şimdi, değil, hayır; ama, siyaseti bilmem, açısından...
YASAR TOPÇU (Sinop) - Bilsen ne olacak canım, onları geç.
AHMET BAYDAR - Suç tabiî ki değil.
BAŞKAN - Seni de suçlamıyoruz yani.
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Suçluyor değiliz. Bunlar hiç kimse için... Karakola gitmek de ayrıca ayıp, günah değil. 
AHMET BAYDAR - Değil, efendim; ama, yani olmadı, böyle bir şey olmadı.
BAŞKAN - İşte, bu Çatlı'yı, Abdullah Çatlı'yı çok iyi de tanıdın, onun her şeyine vâkıf da oldun, bu da suç değil. Yani, bizim senden öğrenmek istediğimiz, biliyorsunuz Abdullah Çatlı hakkında birtakım şeyler var, söyleniyor, sen de duyuyorsun. Yazılıyor, çiziliyor.
AHMET BAYDAR - Tabiî ki çok şey duyuldu.
BAŞKAN - Bu kadar da birlikte olmuşsunuz. Ya bu adam, hiç değilse, başından bilmezsen, insan sezer, sonra bu olayları çıktı, o öldü, gazeteler her gün ondan bahsediyor, hergün bir şeyden bahsediyor televizyonlar falan. Hakikaten, ben de şöyle bir şeyine şahit olmuştum. Filan zamanda telefon ederken, işte bu geçen isimlerden, tamam bu adamlarla konuşmuştu gibi bir şey hatırlamıyor musun? Sen de bir iz bırakmadı mı yani?
MAHMUT YILBAŞ (Van) - Bir soru sormayacağım, yalnız bir açıklama yapacağım. Hemen hemen Türkiye'de üç dört aydır hop oturuyor hop kalkıyor. Siz de onun iş ortağısınız. Yani, burada, böyle bir olayda sorulabilecek sualleri şey karşılayın.
AHMET BAYDAR - Efendim, ben çok doğal karşılıyorum tabiî.
MAHMUT YILBAŞ (Van) - Yani, doğal karşılamak, rahat olmak, iş ortağısınız...
AHMET BAYDAR - Son derece doğal karşılıyorum.
MAHMUT YILBAŞ (Van) - Burada, Türkiye'de veyahut da dünyanın herhangi bir yerinde bu tür olaylarda, sorulabilecek, soru sorulabilecek, iki veya bir insandan bir tanesiniz, iş ortağısınız.
BAŞKAN - Şimdiye kadar da anlattıkların inandırıcı değil, onu söyleyeyim bak. Yani, ben inanmadım şahsen. Arkadaşlarım inandı mı bilmiyorum.
MAHMUT YILBAŞ (Van) - Yani, iş ortağısın, bunları doğal karşılamak lazım onun için. 
BAŞKAN - İnandırıcı değil, çünkü en yakın arkadaşısın, ortaksın veya yönetim kurulu üyesisin; ama, geliyorsun burada...
AHMET BAYDAR - Birer birer cevap verebilir miyim efendim; çünkü unutuyorum birer birer. Şimdi, iş ortağısın dendi de, tabiî Arena Programında iş ortağı yazdı başka gazetelerde iş ortağı. Ben, burada, iş ortağımın, yani, boyutlarını burada anlattım. Başka nasıl bir ortaklığım olur; yani, bu, varsa...
BAŞKAN - Diyelim ki, ortak olmadığını farz edelim. 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Bak şimdi, makul iki insan olarak konuşalım her şeyi bir tarafa bırakalım. Bir insana barda rastlıyorsunuz, fıkra anlatılıyor, arkadaş oluyorsunuz, bir daha ertesi akşam rastlıyorsunuz, öbür akşam rastlıyorsunuz derken, aranızda bir münasebet oluyor. Telefon, görüşme, yemek, falan derken arkadaş oluyorsunuz.
AHMET BAYDAR - Yani, bir noktada böyle oluyor.
BAŞKAN - Bacanak oluyorsunuz üstelik.
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Şimdi, böyle bir insana, siz, ortaklıktan daha ileri bir şey veriyorsunuz, yetki veriyorsunuz, ortaklığı inkar ediyorsunuz ama, ortağım değildi diyorsunuz, yahut belki doğrudur ortağınız değildir ben inandım. Ortaklıktan daha ileri bir şey veriyorsunuz. Yönetim kurulu üyeliği ortaklıktan ileri, yani, bir insan bir şirketin yüzde 5 hissesi olur, hiçbir hakkı olmaz. Yönetim Kurulu üyesi olunca artık ona yeterince güveniyorsunuz, ona istediğiniz kararı aldırabilecek, istediğiniz işi yaptırabilecek durumdasınız. Bir de tarif ettiğiniz gibi şirkette odası modası da var. Yani, artık, rasgele, barda rastladığınız Mehmet Özbay değil. Şimdi, bize buna göre konuşun ya da deyin ki, hayır ben konuşmayacağım ya da anlatıyorsanız dosdoğru anlatın bize bunu, rica ediyoruz. Arkadaşımız, vali bey güzel söyledi. Yani, siz şirketinizi teslim etmişsiniz. Daha bundan başka size ne soralım yani.
AHMET BAYDAR - Ben şirketimi teslim etmedim ki efendim.
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Efendim, yani, işte odur o. Birlikte ortak olmuşsanız şirketin yönetimine kardeşim. Yani, bir adamı yönetim kurulu üyesi tayin ettiğiniz zaman bu şirketin yönetimine ortak olmak değil mi? Hiç bir tek kuruş dahi konmadan yapılıyor bu. Bir de diyorsunuz ki, tek kuruşu da yok. Bana göre çok daha güvenilir bir adam yani. Tek kuruşu olmadan bu hak veriliyor.
AHMET BAYDAR - Yok, güvenilir bir adamdı, ben ona güveniyordum. Yani, hakikaten çok güvendiğim bir adamdı.
BAŞKAN - İşte güven nereden geliyor yani?
AHMET BAYDAR - Onu hissettirdi bana, o güveni hissettirdi.
BAŞKAN - Hisle olmaz ki...
AHMET BAYDAR - Yani; ne bileyim, mesela, bir gün, yani, diyelim ki bir yerde borç almıştır benden 200-300 dolar ya da TL. ne bileyim iki gün sonra onu hemen getirip vermiştir gibi. Yani, o güveni hissettim. O, belki kişiliğinden, karakterinden gelen bir şeydi belkide yani. Ondan sonra, büyük bir iş dediğiniz, yani, Baysa'nın şeyleri ortada, büyük bir iş değil. 
MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) - Bir şey sormak istiyorum.
AHMET BAYDAR - Buyurun efendim.
MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) - Bitirdiniz mi?
AHMET BAYDAR - Yani, bunlar. Atladığım oluyor, aslında cevap vermek istiyorum.
BAŞKAN - Yani, biz sormadan siz anlatın da aydınlanalım.
AHMET BAYDAR - Ben anlatıyorum efendim, bildiğim herşeyi anlatıyorum.
BAŞKAN - Biz de bilelim.
AHMET BAYDAR - Şimdi, tabiî, bazı şeyler insanlara garip geliyor. Devlet Güvenlik Mahkemesinde ifade verdiğimde de inanıyor musunuz siz buna dedi savcı. Yani, dedim, bu olamaz mı? Siz, tanışabilirsiniz bir yerde. Bir de ben karakter olarak sıcak kanlı, insanlarla çok çabuk diyalog kuran bir insanım ayrıca. İnsanlar birbirini sevebilir, olabilir. Yani, Baysa büyük bir şirket değil ki, sermayesi belli, her şeyi belli, cirosu belli. Yani, malı mülkü olan bir şirkete yönetim kurulu, imza şeyi yok adamın.
BAŞKAN - Bu kadar bir zaman arkadaşlığınız var. Bu arkadaşlık da, artık ortaklığı hadi yok farz edelim; ama, çok ilerlemiş derecede bir arkadaşlık var. Bir insan, arkadaşının bütün sırrına vâkıf olur. Ben şahsen, benim arkadaşlarımın bütün sırlarını ben bilirim. Benim arkadaşım da benim sırrımı bilir. Hiç değilse, bilmesi lazım gelen bazı sırlarımı bilir. Arkadaşlık bu demek, ortaklığı bırak bir kenara.
AHMET BAYDAR - Zaten, ortaklıktan ziyade arkadaşlık vardı.
BAŞKAN - Tamam, ortak değilsiniz.
AHMET BAYDAR - Evet, arkadaşlık vardı, onu anlatayım ben size yani, bizim, sizin düşündüğünüz gibi çok sık görüştüğümüz bir arkadaşlığımız yoktu. Biz, genelde, Arzu hanım, Gonca hanım, Mehmet bey ben dördümüz birlikte gider, yemek yerdik gezerdik. Yani, olayın ana şeyi aslında biraz da bizi bağlayıcı nokta budur yani. Bu, yani, ne ben işimi bir başkasının, hanımların anlatmak gibi bir prensibim vardır, ne de o böyle bir şeyi anlatmak gibi bir şeyi oldu. Yani, ben onun dert ortağı, sırdaşı falan değildim. Yani, bizim birbirimize böyle şeyimiz de çok fazla değildi. Mesela, benim cep telefonumu ben savcı beye de verdim. Cep telefonumu, araç telefonumu, şirket telefonumu, ev telefonumu hiçbirini değiştirmedim. Bu arkadaşın bir sürü telefonları çıktı. O telefonlardan, buyurun, isterseniz araştırın, bu insan beni kaç defa aramış. Ya da ben, benim kendi kullandığım bu cep telefonu -ki hepsi var, bütün aranan numaralar oluyor cep telefonlarında- ben bu arkadaşı o telefonlardan kaç defa aramışım. Bu size bir şey ifade edebilir. Hiç değiştirmedim ben, üç senedir aynı cep telefonunu kullanıyorum.
MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) - Sayın Baydar, ben biraz evvel yoktum, belki söylemiş olabilirsiniz. Sayın Baydar, aylık olarak belli miktar para çekiyor muydu?
AHMET BAYDAR - Hayır hiç bir lira çekmedi.
MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) - Peki, sormuyor muydunuz, siz nasıl geçiminizi temin ediyorsunuz diye?
AHMET BAYDAR - Yani, sormuyordum. Ben, dediğim gibi, pek fazla insanlara soru sormak şeyim yok. Kendi harcamalarını kendisi yapıyordu. Yani, aylık olarak değil de, belki bir bazen ufak tefek 50 milyon 100 milyon gibi belki çektiği, aldığı paralar belki olmuştur. Üzerinde para yoktur, almıştır. Onu da ben hatırlayamıyorum. Böyle aylık olarak falan...
MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) - Peki, Mehmet Özbay'ın hayat tarzı, mesela, yemeğe gidiyorsunuz akşam para ödüyor mu sizinle beraberle?
AHMET BAYDAR - Öderdi tabiî, o da öderdi, ben de öderdim.
MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) - Peki, şunu sormak istiyorum. Şirkete geliş gidişleri arasındaki süreler nasıldı? Mesela, belli periyotlarda mı geliyordu, bazen kayboluyordu, mesela yirmi gün gelmiyor muyudu?
AHMET BAYDAR - Üç ay gelmediği oluyordu. Üç ay gelmediği oluyordu. İşte, ben demin Sayın Başkanım dedi ki, madem, bu kadar samimi... İşte biz öyle değildik; ama, diyelim ki...
MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) - Üç ay gelmiyordu, üç ay boyunca siz nerdeydiniz diye sormuyor muydunuz?
AHMET BAYDAR - Yani, üç ay boyunca da diyelim ki üç defa arardı. Ahmetcim nasılsın, işte ben Antalya'dayım gibi, yani, ya söylerdi ya söylemezdi. Yani, ben de onu, işim gücüm...
BAŞKAN - Nerelerden arardı mesela?
AHMET BAYDAR - Ankara'dan arardı, Marmaris'ten aradığı olurdu, Antalya'dan aradığı olurdu?
MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) - Peki, hiçbir işe yaramaz mıydı şirkette?
AHMET BAYDAR - Yani, işe yarasın diye de bir ilişki olmadı ki.
MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) - Hayır, yani, mesela, şu anda şirkette hiçbir kişi yoktur ki, hiçbir işe yaramamış olsun. Hiçbir işe yaramaz mıydı?
AHMET BAYDAR - Yani, hiçbir işe yaramazdı yani. Zaten karışmazdı ki olaya. Yani, olaya, bir dediğim gibi, 400 bin mark...
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Ahmet bey, benim soracağım birinci soruya cevap vermeyebilirsiniz. Burası, arkadaşlarımın da söylediği gibi bir soruşturma komisyonu değil. Bir bilgi alma, yani bilgilendirme, yani, bizi bilgi sahibi ederseniz çok memnun oluruz. Siz iyi bir işadamı mısınız? Kısaca...
AHMET BAYDAR - Ben, çok şey bir soru. Yani, cevap vermektende zevk duyarım. Yani, ben kendime göre, çok büyük dış ticaret ve ticaret bilgisi olan bir iş adamıyım, çok fazla. Yani, bugün, belki de, normalde benim yaşım 42, belki de 40 yıllık iş hayatı olan bir insanla ya da 50 yıllık iş hayatı olan bir insanla bilgi yarışı yapabilecek bir insanım; ama, neticeye bakarsanız, ben şu an maddi sıkıntı içerisindeyim. Çok zararlarım oldu. Yani, burada, iyi işadamı mıyım, değil miyim onu ben bilemiyorum. Kendime göre iyiyim; ama, neticede iyi paralar kazandım, kaybettim onu da söylüyorum.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Yani, iyi bir işadamı, bilgi sahibisiniz; ama, maddî durumum el vermiyor, bir ortak arıyorum diyorsunuz.
AHMET BAYDAR - Hâlâ kirada oturuyorum.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Bu, Ant Güven Sazak, bildiğimiz müteahhit Sazak mı?
AHMET BAYDAR - Evet.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - O sizin ortağınız mıydı?
AHMET BAYDAR - Evet, 1980 yılında, biz TÜSSAB'ı, Süleymen Servet Sazak ve ben, Tayfun İlkebay diye üç arkadaş kurduk. Ondan sonra, Tayfun İlkebay ayrıldı aramızdan, Ant Güven Sazak, o da Güven Sazak beyin oğludur, yani, Süleyman Sazak'ın amcasının oğludur. O üçüncü ortağımız oldu ve biz aşağı yukarı 1980'li yıllardan, işte 1995'lere kadar ortaklığımız devam etti.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Yani, bilginize bir de para kaynağı ortaklarla takviye etmeye çalıştınız?
AHMET BAYDAR - Para kaynağı olmadı pek fazla onlar. Yani, neticede, ben hep ithalatlarımda altı aylık vadeli banka kredileriyle akreditifler açtım. Onlar bir para kaynağı olmadı yani, hiç bir zaman.
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Süleyman Sazak'ı tanır mısınız?
AHMET BAYDAR - Ortağım benim Süleyman Sazak yıllardan beri. Ben, 1980 yıllında Süleyman Sazak'la TÜSSAB'ı kurduk. Ondan sonra...
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Siz, sonra bir gün, bir barda bir arkadaşınızla tanışıyorsunuz ve onunla çok yakın oluyorsunuz. Hatta, ortaklık yapabilecek derecede yakın oluyorsunuz. Sayın valimin dediği çok önemli. Bir insanın yaşantısında, iki önemli insan vardır. Biri eşidir, biri de iş arkadaşıdır. Bu ikisi son derece önemlidir, her şeyinizi emanet ediyorsunuz. Birinde para kazaniyorsunuz, birinde de yaşamınızı paylaşıyorsunuz. Siz, böyle, herhangi bir tanıdığınız insanlarla ortaklık yaptınız mı diye sormak istedim.
AHMET BAYDAR - Şimdi, ben Mehmet beyle tanışır tanışmaz, bir geldi, bir gitti, üç gün sonra yönetim kurulu üyesi olmadı. Yani, bir kere biz tanıştık, aradan, beraber, bazen, o tanıştığımızdan sonra, muhtelif aralıklarla, yine orada görüştüğümüz oldu ya da beraber gezdiğimiz oldu. Sonra, dediğim gibi, hasbel kader Arzu hanımın benle beraber ve kardeşiyle tanışıldı, bu beraberlik oldu. Bunlardan sonra bir yönetim kurulu üyeliği söz konusu oldu. Ve de siz her şeyini emanet ettiğiniz dediğiniz Baysa sıfır bir şirket. Yani, Baysa'nın kuruluş amacını demin onun için size anlatmak istemedim. Yani, her şeyimi, neyimi emanet ettim, Baysa'nın üstünde bir mal varlığı yok. Zaten, ben de yok.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Yani, çok sevdiğiniz bir arkadaş. Anladım, peki, Ahmet bey, her şeyiniz olmayan, sıfır bir şirket, çok sevdiğiniz bir arkadaşınıza, hadi gel sana da burada yönetim kurulu üyeliği mi verelim dediniz? Bir sevdiğiniz arkadaşla birlikteliğinizi böyle bir şirket bağıyla mı sürdürelim dediniz. 
AHMET BAYDAR - Ama, onu anlattım ben zaten. Bir daha anlatayım isterseniz. Yani, demin dedim ki, Ant Güven Sazak başka işleri münasebetiyle benden ayrılmayı talep etti ve onun da eşi yönetim kurulundaydı zaten. Onlar, ayrılınca ben tek kaldım. Fehmi Tarım'ı, dedik ya Fehmi sen gir Genel Kurula, ya bir de üçüncü kişi kim? Üçüncü kişi de, o da orada oturuyordu, ben de olabilirim dedi.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Ahmet bey, niye şirketi kapatmayı düşünmediniz de, yönetim kurullarını doldurarak şirketi devam ettirmeyi düşündünüz?
AHMET BAYDAR - Şirketi, demin söyledim efendim. Yani, temiz bir şirketti. Yani, bankaların üstüne gelmediği, senetleri protesto olmadığı, öbür şirketler böyle değil, demin onu anlattım.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Öbür şirketler böyle değil...
AHMET BAYDAR - Tabiî, tabiî, sıkıntılarımız oldu. Yani; senetlerimiz, protesto oldu. Demin anlattım, döviz krizleri oldu ülkede.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Peki, Mehmet Özbay, sizinle birlikte yaşantısı sürdürdüğü sırada, nüfuzunu kullanarak veya bilgisiyle size iş hayatınızda veya herhangi bir şeyinizde yardımcı oldu mu?
AHMET BAYDAR - Olmadı. Zaten, demin de söylediğim gibi, bizim bu sıkıntılarımızdan dolayı, iş hayatında ticarî hareketlerimiz kısıtlandı tabiî ki. Yani, kısıtlanınca, işte, bazı...
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Bankalarla sıkıntılarınızı çözmede falan?..
AHMET BAYDAR - Hayır, hayır...
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Para koydumu bu şirkete?
AHMET BAYDAR - Hayır koymadı.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Ama, para aldı dediniz.
AHMET BAYDAR - Yani, para, işte... O, onu istedi. O zaman, yani, Ahmet bir 400 bin mark, ama, bu söylediğim benim, işte yönetim kurulu üyeliğinden bir ay evveldir falan. Öyle bir laf etti.
DURMUS FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Para koymadı.
AHMET BAYDAR - Yani, o da beni sevdiği için falan. Yani, bir para, 400 bin mark bir param olacak falan dedi. O tekstil...
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Bu arada para aldı mı?
AHMET BAYDAR - Hayır almadı.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Biraz evvel dediniz, 50-100 milyon...
AHMET BAYDAR - Yani, 50-100 milyon gibi, o para değil ki. 50 milyon almıştır; belki almış... Aldı, belki verdi onu geri.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Fatura da almış sizin şirketinizin adına.,
AHMET BAYDAR - Fatura kartı almış. O, fatura almak için kullanılan. Onu almış. Onu muhasebeden herhade istedi ki.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Fatura almış mı o kartla?
AHMET BAYDAR - O da şöyle oldu. Yani, işte, ben bazen gidiyorum. Bazı otellerde falan kalıyorum. Masrafa alayım mı fatura dedi, yani Baysa adına. Dedim ki, zaten önemli bir şey yok yaptığımız. Yani, alsan da bir şey ifade etmeyecek. O amaçla almış. Ondan sonra, aldıktan sonra da, ya da bana yeni fatura kartı bastırdılar, verdiklerinde. Belki, benim şeyimdir, ona da belki verdiler aynı karttan. Fatura almayı teklif etti bana. Dedim ki, böyle bir prensibim yok benim. Gitti, masraf faturası, otel faturası, hani masraftan düşer şeyiyle. Böyle bir prensip yok, zaten de önemli bir kârlılık durumu olmadığı için de.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - 1980'den beri iş hayatındayım dediniz. Siz, sonra gittiniz Hadi Özcan'la tanıştınız ve Hadi Özcan size bir iş olabileceğini, yani slaç olabileceğini söyledi. Bunun karşılığında dedi ki, bana sadece bir apartman dairesi alsanız yeterlidir. Sizin yaşantınız sırasında, işte 1980'den beri böyle teklifler doğal mıdır, yani karşılaşır mısınız? Size şu işi alacağız; ama, bunun karşılığında bana bir...
AHMET BAYDAR - Tabiî, doğal, komisyon çok doğal bir şeydir iş hayatında ve ayrıca, Hadi Özcan dediğimiz o arkadaş, iş hayatını da pek bildiğini zannetmiyorum. 70 bin tondan bahsetti. Çok böyle bilmem yakıta yakın bir mal gibi, böyle bir şeylerden bahsetti. Yahu dedi, para kazanırsanız, şurada da bana 1 -2 milyara İzmit'te bir daire alırsanız. Kazanırsanız alın dedi. Alırsanız da memnun olurum dedi.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Siz ne cevap verdiniz?
AHMET BAYDAR - Kazanırsak alırız dedim tabiî.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Ama, o gün tanıştınız daha yani.
AHMET BAYDAR - Evet, o gün tanımıştık. Yahu, bu doğaldır. Size birisi bir iş getiriyorsa, yani, ağzınızdan bir söz çıktığı zaman iş hayatında çok önemlidir.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçeI) - Alırsınız.
AHMET BAYDAR - Tabiî ki alırsınız.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Mehmet Özbey'le yahut Özbay'la birlikte oldunuz ve arkasından Baysa, Botaş'tan bir çamur ihalesini aldı ve sürdürdü. Siz dediniz ki, ben Mehmet Özbay'ı kişi olarak sevdim; ama, pek o kadar kişi olarak da kalmamış, aynı zamanda hem oda vermişsiniz, doğaldır, iş hayatınızda hem de onun önerdikleri insanları hep işe almışsınız. Mesela, biraz evvel Turgut Maraşlı.
AHMET BAYDAR - Önerdiği dediğiniz bir kişiyi almışım önerdiği. Başka da diğeri de yok zaten öyle bir şey. Şu anda, bakın, benim ofisim 400 metrekare bir ofis. Bunun içinde 7-8 tane oda var. Kendi odamın haricinde. Şu anda benim bir arkadaşım, Suadiye'den, Suadiye'de doğdum, büyüdüm ben. Suadiye'den 35 yıl evvel babasıyla top oynadığım bir arkadaşım, benim her gün ofisime geliyor. Hindistan'dan tekstil makinelerine özel bir yağ ithal etmek istiyor, hatta, beni, de o işe ortak etmek istiyor ve ben hâlâ, şu an para koyabilir miyim, koyamaz mıyım... O Hintli adam da gelip burada ..... ..... ortak olmak istiyor ve o çocuk her gün geliyor, ofisi kullanıyor ve odası var ve benim arkadâşım, ortak bir şirketimiz yok.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Yarın o çocuk da böyle çıkarsa ne yapacaksın?
AHMET BAYDAR - Çıkmaz, 35 senedir tanıyorum adamı ben, babasını tanıyorum. Transtürk'ün ortaklarından biridir babası yani.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Anladım. Ama 35 yıldır tanıdığınız bir kişi, bu Mehmet Özbay?
AHMET BAYDAR - Mehmet Özbay... Yani, efendim, illâ bir insanı, bazen kanınız ısınır insanlara, yani, ben hâlâ söylüyorum. Bakın şu olanlar çok üzücü şeyler tabiî. Yani, inanın, doğruluğuna da hâlâ inanasım gelmiyor, inanamıyorum. Benim tanıdığım kadarıyla, son derece tertemiz, son derece uysal. Yahu şuraya, hadi bugün buraya gidelim dediğim de hayır dediğini görmedim.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Ahmet bey, evli olduğunu biliyor muydunuz?
AHMET BAYDAR - Biliyordum.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Ama, ondan sonra, bildiğiniz halde, Gonca hanımla da birlikte olduğunu biliyorsunuz.
AHMET BAYDAR - Evet.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Peki teşekkür ederim.
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Şimdi, Ahmet bey, nasıl bir ilişki ki, bir insan yanına ..... hata ettiğini bildiği, bir tavsiye eden bir kişi tarafından alıyorsunuz ve hata yapıyor ve siz kanınız çok ısındığı için mi hiç söylemiyorsunuz ona. Yahu, bu çocuğu tavsiye ettin; ama, hatta yaptı diye.
AHMET BAYDAR - İnanır mısınız, onun hatasını, o bizden para çaldığını Mehmet Bey duydu da bana söyledi. Bu adam para çalıyor, haberin olsun, kovar mısın, atar mısın bilmiyorum dedi ve ben onun üzerine ertesi gün adamı işten çıkardım. 
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Yani, tavsiye ettim; ama, hata yaptım şeklinde.
AHMET BAYDAR - Ve de çok üzüldü. Yani, o kadar üzüldü ki, o kadar üzüntü halinde oldu ki, ben dedim, olabilir. Bu, bizim iş hayatımızda bir sürü başımıza geldi. Senin yüzünden ilk defa tanışmadım böyle bir şeyle. Çok üzüldü. 
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Peki, anlattığınız kadarıyla veya benim, anladığım kadarıyla, daha çok Mehmet Özbay'la eğlence dünyasında beraber oldunuz, akşam saatlerinde, belki hoş sohbet, belki iki hanımın da olması.
AHMET BAYDAR - Biraz öyle oldu. Yani, gezmek, genel ağırlığı, ama şey oydu, asıl ağırlık oydu.
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Peki, hiç silah taşıdığını gördünüz mü yani, silahı vardı Mehmet Özbay'ın?
AHMET BAYDAR - Gördüm, bir iki kere gördüm taşıdığını.
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Peki, niye taşıyorsun, yani, neden?
AHMET BAYDAR - Yani silahı çok kişi taşıyor efendim şimdi. Silah taşıyan o kadar çok insan var ki...
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Yani sorma gereğini... Siz taşıyor musunuz?
AHMET BAYDAR - Hayır, ben hiç taşımadım, hayatımda benim hiç silahım olmadı, ruhsatı da olmadı.
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Sizin olmayınca, yanınızda silahlı birinin olması rahatsız etmedi, yani sormadınız mı?
AHMET BAYDAR - Niye taşıyorsun diye sormadım. Yani, o kadar çok silah taşıyan var ki. İnsanlar kendini belki öyle güvencede hissediyor, belki seviyor, onun için...
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Peki, bir silahı mı var dı?
AHMET BAYDAR - Bir tane silahı...
HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük) - Ne markaydı?
AHMET BAYDAR - Efendim, marka anlamam ki silahtan ben hiç. Markasını falan hiç bilmiyorum, hiç anladığım bir şey değil.
HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük) - Mesela, Baretta...
AHMET BAYDAR - İşte, hiç anladığım bir şey değildir silah efendim. Yani, bana gaz tabancasını göstersinler sahici tabanca zannederim yani.
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Alkol alıyordu, siz de alıyorsunuz?..
AHMET BAYDAR - Alırdı evet. 
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Başka bir alışkanlığı var mıydı, uyuşturucuyla ilgili, kokainle ilgili?
AHMET BAYDAR - Hayır, hiç rastlamadım. Hiç öyle bir alışkanlığını görmedim.
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Üzerinden kokain çıktı, kokain var denildiği zaman siz nasıl düşündünüz?
AHMET BAYDAR - Duydum, şaşırdım yani.
SEMA PİSKİNSÜT (Aydın) - Hiç rastlamadınız?
AHMET BAYDAR - Evet, ben hayatımda hiç uyuşturucu kullanmadım, onun için şaşırdım yani.
SEMA PİSKİNSÜT (Aydın) - Peki, en son ne zaman gördünüz Sayın Çatlı'yı?
AHMET BAYDAR - O kazadan zannediyorum bir ay evvel falan tahmin ediyorum ya da 20 gün, bir ay, 25 gün. O civarlarda bir zaman.
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Peki, demek ki, yani, son bir sene içerisinde de sizin yakın ilişkiniz devam etti. Hiç tedirgin bir halini gördünüz mü?
AHMET BAYDAR - Yok, çok sakin bir adamdı. Ben, hayatımda onun kadar sakin bir adama hiç rastlamadım.
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Yani, bir şeyden çekiniyor gibi, kendisini rahatsız edecekler gibi?..
AHMET BAYDAR - Hiç... Ben, hayatımda, o kadar sakin bir insana hiç rastlamadım.
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Hiç bir tedirginliği yoktu?
AHMET BAYDAR - Hayır, hiç. Bir insan bu kadar; yani, o kadar sakin, işte bu olaylar olduktan sonra konuşuluyor da, yani, şaşırıyorsunuz. Nasıl böyle bir insan bu kadar aranıyorken sakin olabilir, yani hayretler içerisinde kaldım.
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Zaman zaman koruyucu yelek giyer miydi?
AHMET BAYDAR - Hiç görmedim. Yani, deniz kenarında falan, hiç öyle bir şey görmedim; gittiğimiz çok oldu.
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Peki, İstanbul'daki gittiğiniz yerler içerisinde Sami Hoştan'ın yerine gider miydiniz? Tanır mısınız Sami Hoştan'ı?
AHMET BAYDAR - Sami beyi ben tanımıyorum da, bir kere bir yemekte, çıktık, dedik ki, gazinoya uğrasak. O da, gazinoya uğramamızın şeyi, yani, Arzu hanım biraz gidip de oyun oynasak falan, küçük bir oyun oynasak gibi bir teklifi oldu. Ondan sonra o yakınlardaydık, gittik. İsminin de Sami bey olduğunu da ben bilmiyorum. Geldi, bizle beraber Sami beyle, Mehmet beyin samimî bir havalarını hissetmedim ben; ama, tanıdıkları biliniyor yani. Tanıyor gibi bir hava vardı ve zaten 15-20 dakika oturduk. Ben oynamadım, Arzu hanım biraz oynadı ve çıktık oradan da hep beraber.
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Lagata'ya gider misiniz?
AHMET BAYDAR - Lagata'ya hiç gitmedim.
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Gitmediniz. Peki, İzmir'de zaman zaman, çünkü, aileleri İzmir'de olduğuna göre hanımların, beraber mi olurdunuz?
AHMET BAYDAR - Tabiî, bazı zaman benim, Arzu hanımın ailesine gittiğimiz olurdu.
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Gittiğiniz oluyordu, o zaman?..
AHMET BAYDAR - Gittiğimiz oluyor yani, Arzu hanımla beraber, ikimiz.
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - O zaman Mehmet Özbay'la beraber Tuana Cafe'ye gider miydiniz?
AHMET BAYDAR - Hiç, Tuana Cafe nerededir bilmem ben.
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) -Ama, basından...
AHMET BAYDAR - Yani, ben İzmir'de, bir deniz restoranda yemek yemişimdir o kadar. Çok sevdiğim bir yerdir orası. İzmir'de bırakın bir cafeyi mafeyi, tek, yani, bazen Bodrum'dan ya da Marmaris'ten dönüşte bu deniz restorana...
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Sizinle konuştuğu zaman içerisinde yurtdışında hiç kaldığını biliyor muydunuz, öyle bir şeyden bahsetti mi?
AHMET BAYDAR - Fransa'da kaldığından bahsetmişti.
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Ne olarak kaldığını ifade etti?
AHMET BAYDAR - Ne olarak değil, Fransa'da kaldığından...
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Yani, hapishaneye girdiğini....
AHMET BAYDAR - Hiç hapis mapis olaylarını ben hiç duymadım efendim. Yani, söyleseydi de zaten, benim karakterimi o anlamıştı. Yani, ben, bu işlerden hoşlanmayan bir yapım olduğu anlaşılıyor. Kim benimle arkadaşlık ederse bunu anlar yani. Belki şey olurum amacıyla bunu söylemedi. Fransa'da bir kaç yıl kaldığını. Çünkü, Fransızca konuştuğu oluyordu yani. Fransızca konuştuğu oluyordu, çok güzel değil; ama, Fransızca konuştuğu oluyordu.
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Size göre, biraz önce söylediniz, Marmaris'ten, Antalya'dan vesaireden aranabiliyordu dediniz. Çok para harcar mıydı? Nasıldı yani, dıştan sizin gördüğünüz?..
AHMET BAYDAR - Ben, öyle çok acayip böyle bir para harcadığına rastlamadım ve hatta demin de konu oldu. Yani, sıkıştığım dönemlerde ben çok kendisinden, mesela, 1 -2 milyar bulabilir misin?.. En son işte, bu kazadan aşağı yukarı üç ay evvel, takribi, bir 600-700 milyonluk bir, o kadar sıkışığım ki ve bulamıyorum da bunu. Bulabilir misin; şey yapabilir misin dedim. Yahu, inan ki yok dedi. Yani, en azından hiç olmazsa bir 150-200 milyon gibi bir şey dedim. Yani, olursa ben ararım dedi, aramadı, üç gün. Ben de gururuma yedirip de yani, acaba diye aramadım.. 
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Ömer Lütfi Topal'ı tanır mısınız?
MAHMUT YILBAŞ (Van) - Müsaade eder misiniz, sizin sorunuzu ben şey yapacağım. İnanıyor musunuz, üzerinde para olsaydı, yani, bir yerde parası olsaydı size verir miydi?
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Tabiî, çok iyi oldu, rica ederim.
MAHMUT YILBAŞ (Van) - Yani, inancınız o mu, bir yerde parası?..
AHMET BAYDAR - Onu bilemeyeceğim bakın. Yani, yüzde 100 verirdi diyemeyeceğim.
MAHMUT YILBAŞ (Van) - 600 milyon lira para istediniz...
AHMET BAYDAR - Yani, yüzde 50-50... O terazide, yani, hakikaten yok muydu bakın. Şimdi, ben o yorumunu...
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Nasıl bir ortaklık bu yani?..
AHMET BAYDAR - Ortaklık değil ki, efendim işte bunu anlatamıyorum ben. Yani, herkes buna...
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Ortaklık demeyelim, arkadaşlık diyelim.
MAHMUT YILBAŞ (Van) - Yani, Sema hanımın sorduğu sual ve benim sorum fevkalade önemli. Yani, inancım, bakınız diyorsunuz ki, çok uysal, çok temiz...
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Yani, elinde olsa çıkarıp vermesi lazım.
MAHMUT YILBAŞ (Van) - Ama, böyle bir beyandan sonra, size bir sual... Emin değilim diyorsunuz. İkisini bir araya geldiğinde...
AHMET BAYDAR - Ama, ben size tamamen doğruları söylüyorum.
MAHMUT YILBAŞ (Van) - Bir şey dediğimiz yok yani.
AHMET BAYDAR - Yani, neyse onu söylüyorum efendim ben size yani. Şimdi, mesela, en çok benim... Bazı öyle anlar vardır ki, insanları birbirine çok iyi bağlayabilecek öyle anlar vardır ki, sizin hayatınızda oldu mu bilmiyorum, da, şimdi, insanların çok moralinin bozuk, sıkıntılı, kötü olduğu bir dönem vardır. Mesela, benim öyle bir dönemimde, işte tanıştıktan diyelim ki on gün sonra, telefon etti, işte Ahmet'ciğim nasılsın? İyiyim Mehmetçim de canım çok sıkkın, çok sıkkın dedim, ama, bir baktım yarım saat sonra ofisteydi. Yani, beni dinlemeye geldi. Bazı anlarınızda sizi dinleyecek insan, yani, samimî dinleyecek insan bile bulamıyorsunuz. Yani, bazı öyle anlar vardır.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Bu bir anlamda terapi yani. Konuşarak, bazı şeyleri tekrar ortaya, hiç bilmediğiniz şeyleri dökebiliyorsunuz.
AHMET BAYDAR - Yani, tabiî olabilir.
MAHMUT YILBAŞ (Van) - Bu sorumuza verdiğiniz cevabı, tekrarlarsanız memnun olurum.
AHMET BAYDAR - Sonra dediğim gibi... Hangisini efendim?
MAHMUT YILBAŞ (Van) - Yani, parası olsaydı sizin borç talebinizi karşılar mıydı, karşılamız mıydı?
AHMET BAYDAR - Onu bilemeyeceğim dedim. Yani, tam olarak, yüzde 100 karşılardı değil; çünkü, bakın, bir şey daha söyleyeyim. Şimdi, yetişme farklılıklarımız var. Ben, İstanbul'da doğup büyümüş, babam Yozgat'lı; ama, babam 25 yaşında Yozgat'tan gelmiş, Ülker’den evvelki bir bisküvi fabrikasını, İmren Bisküvilerini, Türkiye'nin ilk bisküvi fabrikasıdır, onu alarak işe başlamış. Sonra ceviz tomruğu ihraç etmiş, bilmem ne. Ben, Suadiye'de doğdum, büyüdüm. Mehmet bey tam bir temiz Anadolu çocuğu şeyi veriyor; ama, bizler daha çok Anadolu insanlarının gözünde biraz daha böyle, yani farklı yapılarızdır. Yani, ne bileyim. Ondan sonra, bizim ilk tanışmamızdan sonra mesela, son yıl, böyle pek fazla görüşmedik. Belki o da, tam belki bende o frekansı belki yakalayamadık. Yani, çok uzadı şeyler..
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Ama, iş yaşantınız yaklaşmaya basladı?..
AHMET BAYDAR - İş yaşantısı derken, efendim, sadece bu olay, bu işse, bu çok küçük bir iş. Her şeyi ortada bu işin. İş yaşantısı deyince, bunun haricindeki Allah'ın bir kulu bir işi koysun ortaya da, ben ne diyorsanız yapayım yani.
MAHMUT YILBAŞ (Van) - Bu olumsuz özelliği nedeniyle mi yani, niye öyle bir olumsuz?..
AHMET BAYDAR - Onu hissettim.
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Onu hissettiniz.
AHMET BAYDAR - Yani, onu da dedim size aslında şeyini söyledim Yani, son zamanlarda şey olmaya başladı. Yani, biraz kopukluk olmaya başladı. Belki mantalite farklılıkları, ilk o sıcaklık; yani o ilk sıcaklık başkaydı. 
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Son zamanlarda dediğiniz kaç ay tahminen?
AHMET BAYDAR - Son 1 -1 ,5 yıl.
AHMET BAYDAR - Son 1-1 ,5 yıl.
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Son bir yıl. 
AHMET BAYDAR - İki ayda bir, üç ayda bir görüştüğümüz de oluyordu.
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Ama, o son bir yıl içinde kendisinin tedirginilğini filan hissetmediniz.
AHMET BAYDAR - Hayır. Ben, onun hiçbir tedirginlik hissetmedim ki. Yani, hayatımda tanıdığım en soğukkanlı bir insandı.
MAHMUT YILBAŞ (Van) - Bir bağlantı kurabilir miyim, sorunuzla bağlantılı olarak. İhtiyaç olduğunda, telefonla veya muhabere sağlayacak tarzdaki bir bağlantınız varmıydı?
AHMET BAYDAR - Genelde cep telefonu vardı; fakat, sık sık cep telefonu, yani bazen... Genelde de o beni arardı.
MAHMUT YILBAS (Van) - Ben, şu anlamda soruyorum. Yönetim Kurulu üyemiz diyorsunuz. Acil, yönetim kurulu üyesi olarak almanız gereken veya yapmanız gereken bir iş..
AHMET BAYDAR - Sultan Tekstil diye onun ihracat, tekstil işi yaptığı bir firması vardı. Bizim sekreter orayı arardı, oradaysa görüşürdük, değilse de haber verirdi, sonra Mehmet Bey arardı.
MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) - Evini arar mıydınız?
AHMET BAYDAR - Evini bir iki kere aradım.
HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük) - Sultan Tekstil dediğiniz, Sultan Nakkış'la bir bağlantısı var mı?
AHMET BAYDAR - Bilmiyorum. Sultan Tekstil diye bir firması olduğunu biliyorum, ama, ondan sonra da ayrıldı o firmadan, onu söyledi. İşte ayrıldığı zaman, 400 bin mark belki şey yapabilirim, alacağım var benim dedi. Sonra, onu dedi bir daha da 400 bin mark, böyle bir şeyi olmadı.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - İzin verirseniz, Ahmet Bey bir şey soracağım. Çok kısa, emin konuşuyorsunuz, ona dayanarak. "Şaşırdım olaydan sonra, çok şaşırdım; yani, o kadar sakin bir adamın bunlardan...
AHMET BAYDAR - Şaşırdım, evet.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Ee, bir şeye daha şaşırdınız mı; sizden başka Abdullah Çatlı'nın ya da Mehmet Özbay'ın ticarî arkadaşı, ortağı yok Türkiye'de.
AHMET BAYDAR - Sultan Tekstil’de bir iş yaptığını biliyorum, orada ortağıydı.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Ortağı yok, bir başka ortağı yok, bir tek siz varsınız.
AHMET BAYDAR - Ama, basında geçiyor bir sürü ortağı. Ortağı, ortağı ortağı...
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Yani, düşündünüz mü niye benimle bu işbirliğini yaptı da başkalarıyla yok? .
AHMET BAYDAR - Vallahi, demin dediğim gibi, onu da çok fazla şey yapmadım. Yani, bizimki ciddî bir işbirliği değil zaten.
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Eğlence mi?
AHMET BAYDAR - Yani, ciddî bir işbirliği değil. Bu bana başka bir amaçla mı yaklaşacak. Ben hayatımda, bakın şeker ithalatında 2 milyon dolar zarar ettim ben bir gemi maldan; çünkü, borsada fiyatlar düştü, yurtdışına sattık, o arada -özel bir şey bu, ama tabiî- bazı gümrükçüler o zaman dediler ki "Bunu, iç piyasada satarsın 10 bin ton malı ve kâğıt üstünde çıkış gösterebiliriz" diye bir teklif geldi bana ve insan düşünüyor, bir yerde 2 milyon dolar zarar ediyorum ben, eğer öyle olmazsa 2 milyon dolar da kâr ediyorum, öyle bir durum olursa. Yani, tabiî ki, rakamlar büyük; ama, inanır mısınız, biz o şekeri olduğu gibi gönderdik. Bunu herkes bilir. Çok büyük dev firmalar bilir bunu.
HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük) - Yani, 2 milyon kâr dolar yerine 2 milyon dolar zarar. Yani, bir noktada 4 milyon dolar zarar ettiniz.
AHMET BAYDAR - 4 milyon dolar, evet efendim. Belki komik gelebilir size, tabiî o zaman çok hareketli bir firmaydık biz; çok hareketli ve büyük montonlarla çalışan bir firmaydık.
HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük) - Bayağı dürüstüz diyorsun yani.
AHMET BAYDAR - Evet, efendim, çok dürüstüz. Bunu bu kadar açık söylüyorum ki.
HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük) - Anladım. Ben öyle olmadığınız anlamında söylemiyorum.
AHMET BAYDAR - O kadar açık söylüyorum ki burada, bakın çok uzun yıllar ithalat yaptık biz, ihracat yapmadık, yani çok küçük belki yaptık. Bunu araştırabilirsiniz, soruşturabilirsiniz. Ufacık bir leke bulabilirseniz bizim firmalarımızda ve şahıslarımızda...
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Hiç TIR'larınız filan var mı?
AHMET BAYDAR - Yok efendim, hiç TIR'ımız filan yok.
HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük) - Şimdi, benim anlamadığım bir şey var. Hadi Özcan, BOTAŞ'ta ihaleyle ilgili olarak bazı operasyonlar, ufak tefek çalışmalar yapıyor ve Baysan şirketinin alınmasıyla ilgili diyorsunuz.
AHMET BAYDAR - Kim yapıyor efendim?
HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük) - Abdullah Çatlı'nın, Hadi Özcan'ın BOTAŞ'la ilgili "O işi biz ayarlarız, sen o işi bırak, biz ihaleyi alırız."
AHMET BAYDAR - Kim diyor bunu?
HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük) - Buradaki beyanları var Hadi Özcan'ın BOTAŞ'taki ihaleyle ilgili.
AHMET BAYDAR - Kime demiş "alırız, ederiz" diye?
HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük) - Polise demiş, polise anlatmış.
AHMET BAYDAR - Yani, bize mi alacakmış ihaleyi?
HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük) - Yok. Baysan, Abdullah Çatlı ve siz o BOTAŞ'daki ihaleyle ilgili olarak Baysan Şirketi ve Turgay Maraşlı diyorsunuz. Başkalarının işe girip girmemesi, birincisine girdi, ikincisine girmedi. Benim gelmek istediğim nokta, Baysa bir iş diyorsunuz, ufak bir işte, belki sizin bilginiz yokluğunda bazı hareketlilikler oluyor, yani ihale aşamasında bazı hareketlilikler oluyor, Hadi Özcan'ın anlattıklarına göre.
AHMET BAYDAR - Hadi Özcnan'ın anlattığına göre. 
HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük) - Gümrük görevlilerinin önerisine dürüstçe reddiye gönderiyorsunuz. 
AHMET BAYDAR - Tabiî.
HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük) - Ancak, sizin şirketiniz adına, öbür tarafta da başka türlü, ufak tefek çarpıklıklar...
AHMET BAYDAR - Ee, nereden biliyorsunuz ufak tefek çarpıklık olduğunu? Şimdi, Hadi Özcan diyor ki, böyle oldu. Yani, böyle olmadı ki.
HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük) - Ben size soruyorum, bağlantıyı. Olduğunu olmadığını demiyorum ben. Bağlantıyı nasıl kuruyorsunuz diyorum.
AHMET BAYDAR - Bağlantıyı siz kuruyorsunuz efendim, ben bir bağlantı kuramıyorum. Hiçbir bağlantı yoktur ve ben size şunu söyleyeyim, bakın, burada Baysa Şirketini lekeleyenin kim olduğunu da ben size söyleyeyim; Güney Makine.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İÇeI) - O kim?
AHMET BAYDAR - Bu adam kim; bu adam BOTAŞ'ta daha evvel tank temizliği gibi işlerle ilgili uzun zaman çalışmış ve bu malı aslında bizden daha iyi tanıyan biri ve orada bu malı almaya koymuş bu adam.
HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük) - Adı neydi, Güney Makinenin?
AHMET BAYDAR -Şemsettin Günay mıdır? Şemsettin?.. Soyadını hatırlayamadım, ama, bildirebilirim size onu. Telefon numaraları var. Şimdi, bu adamcağız, buraya bin lira veren iki firmadan biri de o. Biz, böyle bir şeyle çıkınca, bunlar gittiler. Efendime söyleyeyim, "Biz daha fazla verirdik, ederdik" diye birçok yerde; hatta o zaman Enerji Bakanlığı Müsteşarlığı’na kadar da çıkmışlar. Ondan sonra ihale edildi, ihalede 800 dolar fiyat verdiler. "Biz suyu hesap etmedik" dediler; çünkü, malın fiziksel özelliğinde de bir hayli su var, normal tankların içinde de; suyla yürüyebilen, katı bir malzeme. Bu, bunların ağrına gitti, ondan sonra dediler ki "Bize mal verin. Taşeronluk yapalım size. Bizi de bulaştırın, bir türlü para kazanmaya." Fakat, çok enteresan bir adam, çok konuşan bir adam, her yerde yalan söyleyen bir adam. Tamamen bu adamın şeyleridir. Arena Programlarında, televizyonlarda uğraşan bu adam. Yani, başka duyumlar var bakın.
HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük) - Ne gibi duyumlar mesela?
AHMET BAYDAR - Var. Bu mal BOTAŞ tarafından kayıtlarda 25 bin, 22 bin, artı yüzde 30, 30 bin falan gözüküyor; ama, malın 20 bin tonu su, 10 bin tonu mal. Acaba bunun için mi bu kadar asıldı bu adam bu mala? Onu da bilemiyoruz.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Nasıl yani?
HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük) - Yani, su sattı diyorsunuz resmen.
AHMET BAYDAR - Adam bir şey satmış değil. Birçok tanktan, bu adam, pompalarla, hortumlarla falan bu sılaç dediğimiz çökeltiyi yıllarca bir tanka toplamış, büyük bir tanka toplamış, 715 tank dedikleri orada. Buraya toplamış; ama, bu adam 30 bin ton topladım gibi göstermiş belki de
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Bu söylediğiniz kişi mi toplamış?
AHMET BAYDAR - Bu, evet, söylediğimiz kişi yapmış o işi orada, Güney Makine. Yani, bu adam, acaba onun orada başka bir düşüncesi mi vardı ya da 30 bin gösterdi, 10 bin topladığı malı 30 bin ton parası mı aldı da bunu bu kadar. Yani, ne olduğunu... Tabiî araştırılıyor bunlar.
BAŞKAN - Neyse, bunlar. Siz kendi bildiğinizi bizlere söyleyin.
AHMET BAYDAR - Yani, onun şeyleri çok fazla Sayın Başkanım. Bildiğimiz bu.
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Ahmet Bey, kusura bakmayın epey yorduk; ama, Ömer Lütfi Topal'ı tanır mıydınız?
AHMET BAYDAR - Hiç tanımam.
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Hiç yerine gittiniz mi?
AHMET BAYDAR - Hiç gitmedim.
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Peki, Mehmet Özbay'ın arkadaşlarından Haluk Kırcı gelir miydi?
AHMET BAYDAR - Hayır.
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Sizin hiçbir tanışıklığınız var mı?
AHMET BAYDAR - Tanımam, hayır.
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Sizin şirketleriniz daha önce tıbbî malzeme sattı mı?
AHMET BAYDAR - Hayır, hiç.
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Peki, neyle transit geçiş yaptırırdınız; şirketinizde ihracat, ithalat yaptırıyoruz diyorsunuz değil mi; ne kullanırdınız?
AHMET BAYDAR - Neyi efendim?
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Yani, nasıl; TIR'la mı gidiyor, otobüsle mi gidiyor, gemiyle mi gidiyor?
AHMET BAYDAR - Biz, efendim, getirdiğimiz malları, ithal ettiğimiz malları hep gemiyle getirdik. Şeker ithal ettim ben, pirinç ithal ettim. 
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Gönderdiğiniz?..
AHMET BAYDAR - Gönderdiğimiz, bundan yedi yıl, sekiz yıl evvel Romanya'ya -o zamanlarda oradan çimento ithal ediyorduk biz; işte bu çimento grevi zamanında, tarihleri tam hatırlayamıyorum- oraya bir 200 bin dolarlık 250 bin dolarlık deri çanta, deri mont gönderdik ve o da büyük problem oldu. Mal mukabili gönderdik, paramızı üç senede zor aldık. 20 bin dolarımız kaldı, onu da alamadık; yedi, sekiz sene evvel ve tek ihracatımız da o oldu; başka da bir ihracatımız olmadı.
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Son bir soru. Baştaki ifadelerinizden zannediyorum çocuğunuz var. İlk eşinizden ne zaman ayrıldınız?
AHMET BAYDAR - İlk eşimden Kasım ayında ayrıldım; ama, ondan daha evvel biz anlaşarak ayrılmıştık, yani ayrı yaşıyorduk.
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - 1996 Kasım'ı?
AHMET BAYDAR - Evet, 13 Kasım.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçei) - Çocuğunuz 18 yaşından büyük mü?
AHMET BAYDAR - Hayır efendim, 14 yaşında büyük çocuk.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Ee, olabilir mi 14 yaşındaki şirkete ortak?
AHMET BAYDAR - Oluyor. Sonradan galiba o kanun kaldırıldı, bir ara oluyordu.
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - O küçük çocuğunuz mu 14 yaşında; bir tane mi?
AHMET BAYDAR - Hayır, küçük çocuğum 8 yaşında. iki çocuğum var.
BAŞKAN - Sayın Valim, buyurun.
MAHMUT YILBAŞ (Van) - Abdullah Çatlı'nın bu Susurluk olayında vefatından sonra cenazenin alınmasına katıldınız mı siz?
AHMET BAYDAR - Alınmasına katılmadım. Bir gün sonra Gonca Hanım’ın cenazesini ben aldım oradan.
MAHMUT YILBAŞ (Van} - Peki, cenazenin teşhisinde bulundunuz mu?
AHMET BAYDAR - Hangi cenazenin?
MAHMUT YILBAŞ (Van) - Abdullah Çatlı'nın cenazesinin.
AHMET BAYDAR - Hayır, ben gittiğimde Abdullah Çatlı'nın cenazesi oradan, alınmış, gitmiş yani. Gonca Hanımın cenazesini ben aldım. Zaten, o arada Arzu Hanım’ın erkek kardeşi de İstanbul'daydı. Biz yemek yerken haber aldık, televizyon şey yaptı ve hemen eve geldik, göstermek istemedik kanalları, televizyonları ki, şoka girmesin. Arzu Hanım biraz sinirli. Erkek kardeşiyle beraberdik zaten, sonra gittik, aldık, teşhis eden de kardeşleri.
HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük) - Abdullah Çatlı'nın evine hiç gittiniz mi İstanbul'da?
AHMET BAYDAR - Bir kere gittim efendim.
HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük) - Hanımıyla tanıştınız?..
AHMET BAYDAR - Tanıştım. .
HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük) - Peki, hanımının soyadının Meral Çatlı....
AHMET BAYDAR - Soyadını sormadım. O benim hanımıma "yenge" dedi, ben de ona "yenge" dedim.
HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük) - Çocuklarını?..
AHMET BAYDAR - Tanıyorum çocuklarını, o zaman gördüm.
HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük) - Peki, Kürşat Yılmaz, bir çağrışım, yapıyor mu?
AHMET BAYDAR - Hiç bilmiyorum; orada, burada gazetelerde duyuluyor. O kadar; yani, hiç karşılaşmadım.,
HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük) - Alper Tekdemir?
AHMET BAYDAR - Onu da bilmiyorum, tanımıyorum.
HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük) - Bilal Atak?
AHMET BAYDAR - Bilal Atak, herhalde bir kere bizim ofise geldi. Bu sılaştan almak için; o da komik bir rakam verdi. Biz, yok kardeşim buna mal edemiyoruz; çok maliyetimizin altında bir rakamla bana verir misiniz böyle bir 300 ton.
HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük) - Yani, böyle bir iş bağlantınız oldu diyorsunuz. Şahin Tekdemir?
AHMET BAYDAR - Tanımıyorum.
HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük) - Turan Gedikli?
AHMET BAYDAR - Hiç tanımıyorum.
HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük) - Sultan Nakkış?
AHMET BAYDAR - Hiç tanımıyorum.
HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük) - Yani, Bilal Atak dışında bu şahıslardan hiçbir tanesi sizinle bir yerde oturup, sizinle bir araya gelmiş, sohbet etmiş değil.
AHMET BAYDAR - Yalnız, galiba, Alper Tekdemir -orada tam şey olmadım- uzun boylu bir çocuktu. Galiba o şeyle görüştüğümüzde o çocuk da vardı, soyadını bilmiyorum.
HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük) - Polis olan.
AHMET BAYDAR - Polis olduğunu bilmiyorum, sonradan polis olduğunu öğrendim; çünkü, ben bir yere daha ifade verdim. Polis müfettişleri diye, Hadi Özcan'la ilgili bir ifade alındı benden, orada da aynı, Alper diye uzun boylu bir çocuk. Sonra bana resim çıkardılar orada, o resimde gördüğüm o çocuktu, Alper; yani, soyadını hatırlamıyorum.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Yani, o gün Hadi Özcan'la birlikte oldu.
AHMET BAYDAR - Evet. Hadi Özcan'ın yanındaydı galiba o çocuk o zaman.
HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük) - Peki, benim dikkatimi çeken bir hadise var. Şimdi, saydığım bu isimlerin hepsi sizin yazıhanenize geldikleri noktasında birileri tarafından görüşme yaptığınız noktasında söyleniyor ve..
AHMET BAYDAR - Ben görmedim. 
HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük) - Siz "görmedim" diyorsunuz.
AHMET BAYDAR - Görmedim ve tanıyomıyorum.
HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük) - Mesela, bu Şahin Tekdemir, Bilal Atak, Hadi Özcan, bunların hepsi Abdullah Çatlı diye bahsediyorlar, Mehmet Özbay kimliğini hiç kullanmıyorlar; ancak, siz Abdullah Çatlı'nın kimliğini ben kazadan sonra.
AHMET BAYDAR - Evet. 
HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük) - Yani, bu kadar kandırılmış mı olabilirsiniz? Ben onu öğrenmek istiyorum.
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Zaten "reis" de diyorlar.
AHMET BAYDAR - Bu kadar kandırılmış olabilirim efendim herhalde. Bakın, bu arkadaş herkesten. Karısı ona "Mehmet" diye hitap ediyor; bu kandırılmaksa. Bir de şunu da söyleyeyim: Eğer ki, Abdullah Çatlı olduğunu bilseydim ben -ben herhalde kendinden bir iki yaş büyüğüm- Abdullah Çatlı şeyi de bana bir şey ifade etmiyor; yani, ben siyasî olmadım ki, hiç. Yani, bilmem 20 sene evvel Abdullah Çatlı ne yapmış; bunu da bilmiyorum ben. Bilseydim de Abdullah.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Birisi size söylemediği için.
AHMET BAYDAR - Yani, bana deseydi ki, Abdullah Çatlı zamanında bunu yapmış; yani Abdullah Çatlı olduğunu bilseydim ben.
HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük) - Anladım; yani, ben soruma cevap aldım; yoruma gerek yok. Bilmiyorum, bilmiyorum; biliyorum, biliyorum. O kadar kandırılmış olabilirim dediniz.
AHMET BAYDAR - Kandırılmış olabilirim, herhalde kandırıldım. Benim kızım dedi ki, baba senin de ismin değişik, o Abdullah Çatlı'nın gibi. Vallahi 8 yaşında kızım "bir arkadaşımız var, Abdullah Çatlı'yı seviyor muydun dedi" dedi; "ciğerini sökeceğim o Abdullah Çatlı'nın dedi" dedi. Ondan sonra bir iki defa görüştüler, sevdi, benim kızım da cana yakın bir kız. Sonra, kızım Mehmet amcayı sevmiştin dedim. "Ama, o bana yalan söyledi" dedi. Sonra döndü bana dedi ki "Senin ismin de mi?" Yani şok oldum orada. "Senin ismin de mi değişik" dedi. Kızım bunu şey yapabiliyor. İnsan üzülüyor tabiî.
HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük) - Abdullah Çatlı'nın inşaat dış ticaret gibi bir şirketi olduğunu biliyor muydunuz?
AHMET BAYDAR - Hiç duymadım efendim, bilmiyorum efendim.
AHMET BAYDAR - Başka şirketlerde var, evet. And Güven Sazak, Kursaş'ta var şu anda. Yani, aslında biz ayrılma kararını almış çoktan; ama, genel kuru! yapılmamış; yani, kâğıt üstünde gözüküyor, ama, bana devretmeye çalışmışlar, o şirketlerin problemleri var borçları var, onları ödeyememişler; onun için de tam ayrılamamışız. Yoksa ayrılığımız üç yıl evvel falan bitmiş, dört yıl evvel bitmiş; ama, o yüzden devam ediyor.
MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) - And Güven Sazak, Mehmet Özbay'la beraber oldular mı?
AHMET BAYDAR - Ben hatırlamıyorum.
MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) - Yani, aynı şirkete ortak. 
AHMET BAYDAR - Hayır olmadılar, burada var şeyleri, göstereyim gazeteleri isterseniz. Ortak değil, zaten onlar çıktıktan sonra.
MEHMET BEDR1 İNCETAHTACI (Gaziantep) - Hayır, öyle demek istemedim, ortak değil; sizin bulunduğunuz yerde bir araya gelip bir şeyler konuşuldu mu hiç?
AHMET BAYDAR - Yok; hatırlamıyorum. Olmadı, konuşmadılar.
HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük) - Baysa'nın diğer ortakları kimlerdi?
AHMET BAYDAR - İlk kuruluş yılında mı?
HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük) ~ İlk kuruluş olarak, ben sizden bir daha almak istiyorum.
AHMET BAYDAR - Ahmet Baydar, Mine Baydar -1992 yılında - And Güven Sazak, karısı Silvia Sazak ve Alper Baydar. Ona bir bakayım, tam olarak hatırlayamıyorum isimleri.
HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük) - Kimler ayrıldı buradan daha sonra?
AHMET BAYDAR - Bakayım efendim. İsterseniz, ben fotokopilerini getirdim, vereyim mi size; kimlerle başladı, kimler. Size takdim edeyim efendim. Şu ilk kuruluştur: Ahmet Baydar, Silvia Sazak, Mine Baydar; Alper Baydar; tamam bunlar; bu i!k kuruluşun. Ondan sonrakini de vereyim size.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçe4) - Abdullah Us diye birisini tanıyor musunuz?
AHMET BAYDAR - Hiç tanımıyorum.
DURMUŞ FlKRİ SAĞLAR (İçel) - Gonca Hanım'ın bir yakını filan olabilir mi?
AHMET BAYDAR - Hiç bilmiyorum; yani, hiç Abdullah Us diye birisini duymadrm. Ama, gazetede böyle bir şeyler yazmıştı galiba, o konuyla ilgili soruyorsunuz zannediyorum; ama, hiç duymadım Abdullah Us diye. Yani, o ailede Abdullah Us diye birini duymadım ben.
HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük) - Bu Ahmet Baydar'ın ortaklığı devam ediyor?
AHMET BAYDAR - Evet.
HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük) - Mine'nin devam ediyor?..
AHMET BAYDAR - Mine Hanım da devam etmiyor, hayır.
HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük) - Abdullah Çatlı'nın o yönetim kurulu üyeliği?.


http://www.atin.org/detail.asp?cmd=articledetail&articleid=399

48. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***