ABD NİN DÖNÜŞÜ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ABD NİN DÖNÜŞÜ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Ocak 2021 Pazar

ABD'NİN DÖNÜŞÜ VE KOBANİ'NİN GELECEĞİ

ABD'NİN DÖNÜŞÜ VE KOBANİ'NİN GELECEĞİ



Feyzi Çelik

ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ VE KÜRDİSTAN
02.11.2014 

Atlantik’in ötesinde "yeni dünyada" kurulduğunda bir gün onun dünyaya egemen olacağını hiç kimse tahmin edemezdi. 20.Yüzyılı kaplayan dünya savaşları, sadece imparatorlukları yıkmakla kalmadı. İngiltere, Fransa, Almanya gibi emperyal güçleri de tahtından etti. Sömürgelerini bir bir kaybeden İngiltere, kendi toprağını ve ideolojisini bile kaybetmekle karşı karşıyaydı. Kendi ülkesinde ayaklanan maden işçilerinin ücretlerini bile ödeyemezken, İngiltere'den Ortadoğu'yu, Orta Avrupa'yı, Hindistan'ı kontrol etmeyi beklemek hayal olmuştu. Bir yandan sömürgeler bağımsızlığına kavuşurken, diğer yandan Rusya'dan dünyaya yayılan Sovyet/Sosyalist sistem, Kapitalizmin merkezlerinin kapısına dayanmıştı. İşte bu koşullarda ortaya çıkan güç ABD idi. 

İkinci Dünya Savaşından sonra ortaya çıkan bloklar arası soğuk savaşın gereği olarak ortaya çıkan NATO Sisteminin kalbinde yer alan güç ABD idi. Petrolün, normal yaşamın kaçınılmaz maddesi haline gelişi ve bu petrolün ABD'den uzak bölgelerde çıkmış olması nedeniyle taşınması ve pazarlanmasındaki riskler güçlü bir askeri yapıyı gerektiriyordu. Aksi durumda ekonomik hegemonyanın devamı mümkün olamazdı. İşte ABD'nin egemen oluşu bu koşullarda oluştu. Bu egemenlik geçmişteki sömürgecilik ilişkisinden farklıydı. 

Sömürgecilik sisteminde sömürgeciler, sömürdükleri ülkeleri merkezi idarelerilerin bir parçası gibi yönetiyorlardı. Bu ülkelerin şu veya bu şekilde bağımsızlıklarını kazanmış olmaları, klasik sömürgeciliği işlemez duruma getirmişti. Bunun yerine, eski sömürgeler içinde yaşayanlar arasında çelişkileri derinleştirip, kendileriyle çalışacak işbirlikçiler oluşturmak şeklini aldı. Bununla hem işbirliğine hazır birini bulma konusundaki imkanlar hem de o toplumlarda sürekli olarak süren çatışmalı durumun egemene bahşettiği avantajlar, geçmişte kendi sorunlarını çözme konusunda yetenekli olan bu toplumların bu özelliklerini kaybetmekle sonuçlanmış tır. ABD ve benzer güçlerin zaman zaman kurtarıcı pozisyonuyla sahneye çıkışındaki psikolojik faktör bununla bağlantılıdır. Bu aynı zamanda ABD'ye bir hukukilik-meşruiyet kalkanını oluşturuyordu. 
Son 60 yıllık sürece bakıldığında, İkinci Dünya Savaşından sonra ABD'nin Japonya/Kore'de ve Batı Avrupa'da etkinlik kurması bu hukukilik-meşruiyet temelinde oluşmuştur. Buradaki devlet/yönetim yapılarının zayıflığı ABD'nin bu ülkelerdeki topluluklarla doğrudan ilişki kurmuş olması, buralardaki egemenliği tartışılmaz bir konuma getirmiştir. Buraların ABD paralelinde kapitalizmin sorunsuz bölgeleri oluşu hem kapitalizmin gelişmesini hem de onun karşısında yer alan işçi sınıfının siyasal taleplerinden vazgeçmesiyle sonuçlanmıştır. Alman Ekonomisinin yeniden rayına girmesi, Japon mucizesi bu koşullarda oluşmuştur. ABD, bu gibi ülkelerde oluşturduğu meşruiyeti başka ülkelerde de gerçekleştirmek istemiştir. ABD açısından bunu ilk örneklerinden bir Wietnam'dır. Bu anlamda Wietnam, ABD için bir bataklık haline geldiyse de ABD'nin kendi askeri/siyasi yapılanmasının yeniden dizaynı için inanılmaz fırsatlara kavuştu. Her şeyden önce ABD'nin de yenilebilecek bir güç olduğu ortaya çıktı. Bu da ABD'yi yeni önlemler almaya itti. ABD, yeni egemenlik alanlarına yöneldi. Bu alanlar Ortadoğu ve Güney Amerika ülkeleriydi. Son 60 yılda Ortadoğu ve Güney Amerika'da "darbenin olmadığı gün olmayışının" ABD'nin bu yeni egemenlik sistemiyle doğrudan bağlantısı vardır. Günümüzde, ABD, Güney Amerika'da, ikinci dünya savaşında Batı Avrupa ve Japonya/Kore'de oluşturduğu yapıya benzer bir yapılama sağlayarak bu ülkelerdeki darbe yapılmasını gereksiz duruma getirmiştir. Buraları ekonomik anlamda kendi sistemine sorunsuz bir şekilde dahil etmiştir. Her ne kadar bu ülkelerdeki yönetimlerle siyasal anlamda çelişkiler yaşansa da bu ilişkileri sarsacak durumda değildir. Ortadoğu'da aynı durumun olduğunu söylemek mümkün değildir. Liderler, rejimler kanlı bir şekilde devrilmeye devam etmektedir. Buna rağmen istikrar ve güvenlik yoktur. Bu nedenle tıpkı Afganistan'da olduğu gibi ABD, Irak ve Suriye'de bataklık içindedir. Radikal İslam'ın etkisini kıracak bir durumda değildir. Radikal İslam'ın yayılmasını önlemek adına Arap diktatörleri ayakta tutmak için elinden geleni yapmaktadır. Arap Baharı nedeniyle sarsılan siyasi dengenin kendisi aleyhine döndüğünü gördükçe, Mısır'da olduğu gibi askeri darbeleri tezgahlanmaktan da geri durmamaktadır. Bu da ABD'yi daha fazla zorlamakta, onu meşruiyet/hukukilik zemininden uzaklaştırmaktadır. İsrail'in güvenliğinin tehlikeye atılması anlamına gelen bu durum tam ABD'yi zorlayacak duruma gelmişken, IŞİD'in önce Musul'a saldırısı sonrasında Kobani'yi kuşatmış olması, ABD hakkında oluşan olumsuz yargıları bir anda tersine çevirdi. Bunun en önemli nedeni, Türkiye'nin Irak ve Suriye'de oynamak istediği oyunun ortaya çıkışıdır. Sünni İslam'ı esas alan bu oyunda IŞİD'in Türkiye tarafından araçsallaştırmasıdır. Bu araç sallaştırmanın Esad ve Irak merkezi yönetiminden çok Şii Türkmenlere, Ezidi Kürtlere, Asurilere yönelmiş olması IŞİD'in Türkiye'nin stratejisine uymasıdır. Aslında bu tarz yönelim IŞİD'in ilham aldığı El Qaide gibi örgütlerin stratejisine de uygun değildir. Hele hele bu tür örgütlerin toplumsal taban elde etmeden Kobani gibi yerleri kuşatması akılcı da değildir. Çünkü, Kobani eline geçirse bile bunu elinde tutmak o kadar kolay değildir. Sınırlı olan gücünün büyük kısmını buraya yığdığınız zaman tıpkı Sovyetler Birliğinin Afganistan'da yaşadığı sonuçla karşlaşmanız kaçınılmazdır. Kaldı ki, IŞİD'e karşı ciddi bir direniş de söz konusudur. Buna rağmen, IŞİD'in Kobani ısrarının gerisinde Türkiye tarafından araçsallaştırmanın gereklerini yerine getiriyor demekten başka bir anlama gelmez. Kuşkusuz bunda Türkiye'nin Kürtleri "hiç bir zaman ve hiç bir yerde özne olarak görmeme" anlayışından ileri gelmektedir. İşte bu koşullarda ABD ve mütefikleri görülmemiş şekilde Kobani nedeniyle kendilerine büyük bir meşruiyet alanı buldular. Toplumsal anlamda ilk kez desteklenme anlamına gelen bu meşruiyet ABD'nin bitmeye giden ömrüne yeni bir can suyu olmuştur. Bu nedenle ABD'nin bu durumuna bakarak ABD'nin Kürtleri araçsallaştırmadığı düşüncesine kapılmamak gerekiyor. Bu da ilişkilere stratejik ortaklık şeklinde bakılmasını gerekli kılmaktadır. IŞİD'in kuşatmasının giderek devam ediyor olması, Kobani halkının gelen kışa rağmen kendi toprakların uzakta kalmış oluşu da dikkate alındığında bu durumun sürdürülebilirliği zora girmiştir. Bu da oldu bittiye getirilirek "sunulana razı olma" ile sonuçlanabilir. Kobani'ye bu yönüyle de bakmakta fayda vardır. Rojava'nın iki ana parçasından bu kadar izole olan bir bölgenin abluka altına alınarak, Rojava'nın diğer Kantonların rehine haline gelmesine neden olmuş da olabilir. Olayı "kahramanlık, direniş" algısına odaklayarak perde gerisinde "sonsuz rehinelik ve PYD'nin yönetemez" duruma getirmek amaçlanmış olabilir. Kaldı ki, kahramanlıklar bir anda simulasyona dönebilir. Ölümler acı ve intikam hırslarını körüklese bile savaşta ölümlerin donuk bir alışkanlığa döndüğü de bir gerçektir. Savaşta ölümler o kadar yoğunlaşır ki, her ailenin evine yerleşir, diğerlerinin ölümden üzülmesi azalır, kamusal ve özel yas tutma kısaltılır. Çok ölünün olduğu yerde geride kalanlar kendileriyle başbaşa kalırlar. Ölüm en korkunç olan olmaktan çıkar(Reiner Stach, Kafka Karar Yılları 1, s. 590, Sel Yayıncılık 2012). Kobani halkının şu anda Türkiye'de olması, Türkiye'deki şartların zorluklarıyla birlikte ele alındığında Kobanililerin bir an önce kendi topraklarına gidişi kadar normal bir durum olamaz. Ancak onlar Kobani'ye gittikleri zaman Kobani'yi bıraktıkları gibi göremeyecekler. Karşılarında yıkılmış, yağmalanmış, talan edilmiş bir Kobani bulacaklardı. O zaman siyasi karar alıcılarının kendilerini yuvarladıkları uçurumun boyutunu anlayacaklardır. ABD'yi kurtarıcı, Obama'yı kahraman yapmak bu şekilde başlar ve kökleşir. Asıl yaratılmak istenen de buydu. Bu başarılmış gibi görünüyor. Ne yazık ki, başta Türkiye olmak üzere bunu elbirliği ile oluşturduk. Giderek zayılayan, çulunu, pırtısını toplamaya hazırlanan ABD'ye dayalı döşeli evi kendi elimizle vermiş olduk. Biz birbirimizi "antiemperyalizm" tartışmalarıyla oyalanmaya devam edelim. 


***