İsmail Beşikçi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İsmail Beşikçi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Aralık 2020 Çarşamba

İsmail Beşikçi den Bülent Arınç a Cevap - Medeniyet Kürdleri Asimile Etmek midir?

İsmail Beşikçi den Bülent Arınç a Cevap - Medeniyet Kürdleri Asimile Etmek midir? 



Güncel Hayat ve Siyaset, Öteki Tarih, İsmail Beşikçi, Bülent Arınç, Medeniyet, Kürdleri Asimile Etmek midir,


İsmail Beşikçi’den Bülent Arınç’a Cevap: Medeniyet Kürdleri Asimile Etmek midir?
cafrande.org -
14/02/2012

Hem Kürdçe’nin geri kalması, asimilasyonu için baskı zulüm yapacaksın, hem de, 
“Kürdçe çok geridir, medeniyet dili değildir, eğitim dili olamaz…” diyeceksin. 
bu çok pişkince bir tutum, şaşırtıcı bir tutum.
 Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Türkçe’nin medeniyet dili olduğunu söylüyor. 
Kürdçe’nin medeniyet dili olmadığını söylüyor. “Kürdçe ilkel bir dildir”demek 
istiyor. Kürdçe’yi yasaklıyorsun, Kürdleri asimile etmek için her türlü baskıyı 
zoru kullanıyorsun. Medeniyet bunun neresinde? Devletin ideolojik ve zorlayıcı 
baskı araçlarını bu yönde kullanıyorsun. Etkin ve sistematik bir şekilde 
kullanıyorsun, medeniyet bunun neresinde? Kütüphanelere girip Kürdçe kitapları, 
gazeteleri, dergileri ayırıp öbek öbek yakıyorsun, imha ediyorsun Katalogları 
değiştiriyorsun. Medeniyet bunun neresinde?
“Medeniyet Dili” Üzerine Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın, “Kürdçe eğitim olmaz. Çünkü Kürdçe  medeniyet dili değildir. Ancak uygun bir zamanda, seçmeli ders olarak okutulması gündeme gelebilir” açıklamasını duyunca çok şaşırdım. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, bu açıklamayı, 4 Şubat 2012 de, CNN Türk’de, Şirin Payzın’ın, “Neler Oluyor” programında yaptı. Bülent Arınç Kürdlere şunu da söylüyor. “Türkçe medeniyet dilidir. Türkçe öğrenin medeni dünyaya dahil olun. İlkel dil Kürdçe’yle medeni dünyada yer alamazsınız.”

Halbuki Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, 22 Aralık 2011’de, TBMM de, hükümet 
adına bütçe görüşmelerini kapanış konuşmasını yaparken, “Kürdlerin, eğitim, dil, 
bilgi, kültür ve kimlik haklarını vereceğiz” demişti. Bülent Arınç Kürd kimliğinin 30 sene önce çıkmadığının altını çizerek “3 bin yıllık bir gerçektir. 

Bunu inkar ederseniz, 1980’lerin öncesine dönersiniz. Kimliğini tanıdığımız 
insanların tüm haklarını vereceğiz.” demişti. (Gazeteler, 23 Aralık 2011)
Bülent Arınç, 3 Mart 2011 tarihinde de, “Bir sanık savunma hakkımı Kürdçe yapmak istiyorum diyorsa, buna izin verilmeli” demişti.
Son iki açıklamayla birincisinin birbirleriyle çeliştiği açıkça görülmektedir. 
Kürdlere bütün hakları verilecektir diyen Bülent Arınç, son açıklamasıyla, 
Kürdlerin hiçbir hakka sahip olamayacağını söylemiş olmaktadır. Bu, hükümetin, 
AKP’nin yöneticilerinin kafalarının ne kadar karışık olduğunu gösteriyor. Kafası 
bu kadar karışık bir hükümetin Kürdleri, Kürd sorununu doğru dürüst yönetmesi 
mümkün değildir.

Bu arada, Genelkurmay Başkanı, Org. Necdet Özel’in, Milliyet’den Hikmet Bila’ya, 
5 Ocak 2012’de, yaptığı “Kürdçe eğitim olmaz” açıklamasını da kaydetmek gerekir. (Gazeteler, 6 Ocak 2012)

İkinci açıklama pişkince yapılmış bir açıklamadır. Başbakan yardımcısı pişkin 
bir tutum sergilemektedir. Şöyle ki, Kürdler ve Kürdçe 80 yılı aşkın bir 
zamandır çok ağır zulüm altındadır. Kürdleri Türklüğe asimile etmek için, 
Kürdçe’yi yok etmek için, Kürdlerin Kürdçe’yi unutmaları için, Cumhuriyet 
hükümetleri her türlü önlemi almıştır. Cumhuriyet yönetiminin, Cumhuriyetin 
Kürdlere kattığı hiçbir değer yoktur. Cumhuriyet, Kürdlere, baskı, zulüm 
asimilasyondan başka hiçbir şey vermemiştir. Pazara inen yoksul Kürd 
köylülerinden, Kürdçe olarak konuştukları kelime sayısına göre para cezası 
alınması, bu cezanın anında tahsil edilmeye çalışılması Cumhuriyet’in bir 
buluşudur.
Devletin ideolojik baskı araçları, devletin zorlayıcı baskı araçları Kürdlerin 
Türklüğe asimile edilmeleri için, Kürdçe’nin yok edilmesi için etkin bir şekilde 
kullanılmıştır. Kürdlerin ve Kürdçe’nin inkarı, Kürdçe’nin gelişmesini 
engellemek için her türlü önlemin alınması Cumhuriyet’i kuranların en önemli 
düşüncesi ve eylemi olmuştur. İnkara dayalı operasyonlar da sergilenmiştir. 
Örneğin devlet kütüphanelerindeki Kürdçe dergiler, gazeteler, imha edilmiş, 
kataloglar değiştirilmiştir. Sık sık yapılan güvenlik aramaları sırasında, 
evlerdeki Kürdçe kitaplara, gazetelere, dergilere anında el konulmuş, bunlar, 
uygun ortamlarda imha edilmiştir. Kürdleri ve Kürdçeyi, küçümseme, horlama, 
aşağılama, Türk batılılaşmasının, Türk aydınlanmasının çok önemli bir düşüncesi 
ve eylemidir.
Osmanlı yönetimi sırasında, 19. yüzyılın sonlarından itibaren, Kürdçe gazeteler, 
dergiler, kitaplar yayımlandığı biliniyor. Yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde, 
birçok dergi, gazete, kitap yayımlanmıştır. İnkar, imha, Cumhuriyetle başlayan 
bir süreçtir.
Bu kadar baskı ve zulümden sonra, bu kadar, küçümseme, aşağılama ve horlamadan sonra, ”Kürdçe geri kalmış bir dildir, medeniyet dili değildir” demek pişkin bir tutum oluyor. Bu pişkin tutum, sadece, fiili olarak yaşananları yok saymak anlamına gelmiyor, aynı zamanda, o zulme ortak olmak anlamında geliyor.
Hem Kürdçe’nin geri kalması, asimilasyonu için baskı zulüm yapacaksın, hem de, 
“Kürdçe çok geridir, medeniyet dili değildir, eğitim dili olamaz…” diyeceksin. 
bu çok pişkince bir tutum, şaşırtıcı bir tutum.
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Türkçe’nin medeniyet dili olduğunu söylüyor. 
Kürdçe’nin medeniyet dili olmadığını söylüyor. “Kürdçe ilkel bir dildir”demek 
istiyor. Kürdçe’yi yasaklıyorsun, Kürdleri asimile etmek için her türlü baskıyı 
zoru kullanıyorsun. Medeniyet bunun neresinde? Devletin ideolojik ve zorlayıcı 
baskı araçlarını bu yönde kullanıyorsun. Etkin ve sistematik bir şekilde 
kullanıyorsun, medeniyet bunun neresinde? Kütüphanelere girip Kürdçe kitapları, 
gazeteleri, dergileri ayırıp öbek öbek yakıyorsun, imha ediyorsun Katalogları 
değiştiriyorsun. Medeniyet bunun neresinde?
Bugün, Siirt, Bitlis, Hakkari, Bingöl, Diyarbakır, Van, Mardin, Şırnak, Batman, 
Dersim gibi Kürd bölgelerinde toplu mezarlar var. 3 binden fazla Kürt işkenceli 
sorgularda katledilmiş toplu mezarlara gömülmüş… Bu mu medeniyet? 1915’de, 
Ermenilere yapılan soykırım, zamana ve mekana yayılmış bir şekilde bugün de 
Kürdlere karşı sürdürülüyor.
Kürd dili uzmanları, Kürd diliyle birlikte, Batı dillerini, Doğu dillerini de 
bilen uzmanlar, Kürdçe’nin niteliği hakkında, gelişkinliği hakkında birçok 
açıklama yaptılar. İbrahim Seyidani’nin, “Bülent Arınç, Kürdçe ve Dil Problemi” 
başlıklı yazısı bu bakımdan dikkate değer bir yazıdır. Bu yazı, 7-8 Şubat 2012 
tarihinden itibaren, internette, pek çok sitede asılı duruyor. Bu yazı, bazı 
sitelerde, “Bülent Arınç’a Kürd Şaplağı” başlığıyla yer almış.
Devrimci Doğu Kültür Ocakları’nın, İddianameye cevap metninde Kürdçe’yi ve 
Türkçe’yi karşılaştıran, Türk Dil Kurumu’nun Türkçe Sözlüğü’ne dayanarak Türkçe 
sözcüklerin kökenlerini analiz eden bir bölüm vardı. DDKO Davası’nın, 12 Mart 
rejimi’nde (1971), Diyarbakır Siirt İlleri Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri 
Mahkemesi’nde görülen bir dava idi. İbrahim Seyidani’nin yazısı, bana o 
savunmaları hatırlattı.
Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde, ana okullarından üniversiteye kadar, üniversite 
dahil, Kürdçe eğitim yapıldığı biliniyor. Gülen Cemaati’nin bu bölgede açtığı 
okullarda Kürdçeyle eğitim yapıldığı da bilinmektedir. Kürdistan Bölgesel 
Yönetimi’nde resmi dilin, Arapça yanında, Kürdçe olduğunu da söylemek gerekir.
Bu yazılar şüphesiz çok değerli. Ama şöyle düşünmek de önemli. 90 yılı aşkın bir 
zulme ve baskıya rağmen, yasaklamalara, aşağılamalara, horlamalara rağmen, Kürd dili, hala yaşayabiliyorsa, gelişkin bir dildir. Kürd dili bu sistematik yok 
etme sürecine dayanabilmişse, varlığını hala sürdürüyorsa, günden güne 
gelişiyorsa, gelişkin bir dildir. 
Son birkaç yıldır, Kürd dilinin, hem yazılı olarak hem konuşma olarak epeyce yaygınlaştığı, geliştiği dikkatlerden uzak değildir.

Medeniyet Deyince…

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın, “Türkçe medeniyet dilidir” açıklaması bende 
şu düşünceleri ve duyguları da uyandırdı. Medeniyet deyince benim aklıma Ermeni medeniyeti geliyor. 1915 ve sonrasında, soykırımla birlikte yok edilmeye 
çalışılan, yağmalanan Ermeni medeniyeti… Osmanlılarda matbaa 1830’larda kuruldu. 

İlk gazete 1830’larda yayına başladı.

Ermenilerdeyse matbaa çok daha eski yıllarda belki bir asır önce kuruldu. 
Venedik’te, İstanbul’da, İzmir’de, gazete, kitap, dergi yayını başladı. 19. 
yüzyılda, İstanbul, İzmir, Van, Diyarbakır, Trabzon, Harput, Sivas, Çukurova 
gibi alanlarda, düzenli gazeteler, dergiler, kitaplar yayımlanıyordu. 1915’de, 
soykırım sırasında, ve sonrasında, bu koleksiyonlar da imha edildi, yırtıldı, 
çamurlara atıldı, çiğnendi, yok edildi. Bu medeniyeti İttihat ve Terakki 
çeteleri, Türkçe konuşanlar yıktı. Bülent Arınç bu yıkım sürecinden hangi 
muhakemeyle bir medeniyet, Türk medeniyeti üretebiliyor?

Kürdlerin rolünü de unutmamak gerekir. Ama, Kürdler tetikçiydi. Tetikçiydi 
diyerek Kürdlerin rolünü küçültmek doğru değil. Ama operasyonu planlayanların, 
yaşama geçirenlerin yanında tetikçilik elbette, çok küçük kalır. 
Ayrıca, 
Ermenilere zulmedenlere, tetikçilere verilecek ödüller de çok büyüktü, cazipti.
Metin Aktaş’ın, Harput’daki Hayalet romanında okumuştum. 19. yüzyıl sonlarında, 
20. yüzyıl başlarında Harput Ermenileri anlatılıyordu. Yazar, romanın bir 
yerinde şöyle söylüyordu. “Her Ermeni evinde kütüphane vardı. Her Ermeni evinde, keman, piyano, ud, bağlama gibi müzik aleti kullanan bir kişi vardı. Her evde, geçerli Batı dillerinden birini konuşan bir kişi vardı. İşte, medeniyetin, 
uygarlığın önemli bir göstergesi budur. Bu medeniyet, uygarlık nasıl yıkıldı?
Araştırmacı-Yazar Temel Demirer, Hrant Dink anmasında yaptığı bir konuşmada, 
“Hrant Dink’in katili devlettir” demişti. Temel Demirer bu sözünden dolayı 
yargılanıyor. Yargılama devam ediyor.

Bu yargılamanın başlaması için Adalet Bakanı’nın “olur” demesi gerekiyordu. 
Dönemin Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin, (2007-2009) bu izini verdi. Mehmet Ali 
Şahin bu izini verirken, “ben devletime katil dedirtmem” demişti.

Son yıllarda, “faili meçhul” denen cinayetler konusunda çok önemli gelişmeler 
oldu. Ergenekon soruşturmaları sürecinde, “faili meçhul” cinayetlerin failinin 
devlet olduğu, bu cinayetlerin, Ergenekon tarafından ve Ergenekon’un Kürd 
bölgelerindeki kolu JİTEM tarafından gerçekleştirildiği ortaya çıktı. Abdukadir 
Aygan gibi, Ayhan Çarkın gibi itirafçıların açıklamaları da, bu cinayetlere 
büyük bir açıklık getirdi. 19 Ocak 2012 de, Hrant Dink anmalarında, bu durum 
“katil devlet hesap verecek” sloganıyla ifade edildi. İstanbul’da, Taksim’den 
Agos’a kadar yürüyen onbinlerce insan bütün yürüyüş boyunca bu sloganı bağırdı. 
Aynı slogan, Ankara’da, TBMM önünde düzenlenen bir mitingde de kullanıldı. 
Kanımca bu daha anlamlıydı.
Yalnız, burada şu notu da koymak gerekir. Hrant Dink’i katleden Ergenekon 
örgütüydü. 
Gerek İstanbul’da, gerek Ankara’da düzenlenen gösterilerde, Ergenekon’u hatırlatan hiçbir slogan, konuşmalarda Ergenekon’u dilde getiren hiçbir ifade yoktu. AKP devletleşti, denerek bütün sloganlar, konuşmalar AKP’ye 
karşı yapıldı. Bu, Ergenekon’u gizlemek anlamına da geliyor. Bu çelişkili 
tutumun da üzerinde durulması gerekiyor.

Türk yöneticiler, Kürdler karşısında neden fütursuz

Şunca mücadeleye rağmen, Türk yöneticiler Kürdleri önemsemez, umursamaz 
tutumlarını sürdürüyor. Bunun önemli bir nedeni, Kürdlerin, özellikle Kürd 
aydınlarının Kürdçe’ye sahip çıkmamaları, ilgisiz kalmalarıdır. Aydınların, 
yazarların, Kürdlerin ve Kürdçe’nin neden aşağılandığını, neden engellendiğinin 
bilincine varmamalarıdır.

Kürd yazarlarının, aydınlarının birçoğu, şu şekilde anlatımlarda bulunuyor: 7-8 
yaşlarında ilkokula başladığımda hiç Türkçe bilmiyordum. Tek kelime Türkçe 
bilmiyordum. Türkçe’yi bize, okulda döverek, çeşitli cezalar vererek öğrettiler. 
Ailemiz, Kürdler, Kürdçe öğretmenler tarafından her gün aşağılanıyordu. 
Öğretmenler, güvendikleri bir öğrenciyi, Kürdçe konuşanları tesbitle 
görevlendirirdi. Bu arkadaş, teneffüste, evden okula gelirken, okuldan eve 
giderken, yolda, Kürdçe konuşanların adını bir kağıda yazar öğretmene verirdi. 
Öğretmen hemen veya ertesi gün Kürdçe konuşanlara sınıfta, çok ağır cezalar 
verirdi. Ellerimize cetvelle vurur, kulaklarımızı çeker, kafamızı duvara 
vururdu…
Kürd yazarların aydınların çoğu, bir muhabirin sorusu üzerine, benzer anılarını 
ayrıntılarıyla anlatıyorlar. Cezalardan örnekler veriyorlar.
Söyleşinin bir yerinde, muhabir yazara, Kürdçe yazın ve yayın ile ilgili sorular 
soruyor. Örneğin, yazılarını, eserlerini neden Kürdçe yazmadığını soruyor. Kürd 
yazar, aydın, ona şöyle cevap veriyor. “Ben Türkçe’nin Türk dilinin hayranıyım.” 
Böyle cevap veren birçok yazar, aydın var.
Bu kadar dayaktan, aşağılamadan, horlamadan, küçümsemeden, inkardan sonra nasıl böyle bir hayranlık doğabiliyor?

Özel harekat timleri, JİTEM, sabaha karşı köye baskın yapıyor. Kadın-erkek, 
çoluk-çocuk yaşlı-genç herkesi evlerinden çıkarıyor. Köy meydanında topluyor. “3 
saate kadar/üç güne kadar köyü boşaltacaksınız. Aksi halde, evlerinizi 
içindekilerle birlikte yakarız. Çocuklarınıza, kadınlarınıza, kızlarınıza, şunu 
yaparız, bunu yaparız…” diye tehdit ediyor. Emirler, direktifler veriyor. 
Herkesin gözü önünde bazı aile reislerini sopalıyor….
Pek çok Kürd kadınının, çocukların duyduğu ilk Kürdçe sözcükler, cümleler, belki 
de bunlardır. Bu ortamdan nasıl bir hayranlık üretilebiliyor?

Kendi Kendini Yönetme Hakkı

Türk yöneticiler, Türk üniversitesi, Türk basını, Türk aydınlarının yazarlarının 
önemli bir kısmı, Kürdlerin, Kürdçe’nin olmadığını söylüyorlardı.
1980’lerin sonlarında, “ Kürdçe diye bir dil var ama, bu ilkel bir dildir. 

Bu ilkel dille bilim felsefe yapılamaz bu ilkel dille roman yazılamaz. Bu ilkel 
dille Kürdler medeni dünya ile bütünleşemez. Kürdler en iyisi Türkçe öğrenip 
medeni dünyaya doğru açılım yapsınlar…” demeye başladılar.

2000’lerde, Kürd diliyle, bilim felsefe yapılabildiği, romanlar yazılabildiği de 
görüldü. Bunlar zaten vardı ve Kürdler bunları biliyordu. Türk inkarcılar da 
öğrenmiş oldular. Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ndeki gelişmeler dikkate değer.
Ama Türk yöneticiler, bu gelişmelere hala gözlerin kapalı tutuyorlar, “Kürdçe 
medeniyet dili değildir” diyerek, Kürdçe eğitimi engelliyorlar.

O zaman, kendi kendini yönetme, kendi geleceğini belirleme savunulması gereken temel ilkeler olmalıdır. “Kürdçe tahsil görüp de ne olacak. İleride memur olmak için, gireceği Türkçe sınavını kazanamadıktan sonra…” yollu itirazları önlemek için Kürdlerin kendi kendilerin yönetme, kendi geleceğini belirleme öne 
sürülmesi gereken temel ilkeler olmalıdır. Sık sık toplu mezarları gündeme 
getiren bir yönetimi Kürdler her zaman sorgulamak durumundadır. Bu kötü yönetime karşı kendi kendini yönetme isteği elbette doğal bir istektir.

İsmail Beşikçi.

İlgili yazılar:

  Fikret Başkaya: “Çağdaşlaşma, kalkınma… paradigmasının iflas ettiğini  kabullenmeliyiz 
1989 yılında Deniz Baykal başkanlığında hazırlanan SHP’nin Kürt Raporu ve  Çözüm Önerileri 
Paradigmanın İflası | Milli Mücadele Anti Emperyalist Bir Hareket Değildi – Fikret Başkaya 
Sivas Katliamı öncesi ve sonrasına dair iki belge: kışkırtıcı bildiriler ve  valinin itirafları 
Ahmet Nesin: “Sevgiyle kal Deniz Gezmiş, sevgiyle kal Ömer Sandıkçı…” 
Sokrates, Thoreau, Gandhi, Martin Luther King ve ‘sivil itaatsizlik’ eylemleri   – Ayşe Hür 
Anadolu’da Nefret ve Nefret İfadesi Olarak Şiddet’in Tarihine Yolculuk – Zahit  Atam 
Faşizme sempati duyan Knut Hamsun’a Norveç halkının tepkisi 

https://www.cafrande.org/ismail-besikciden-bulent-arinca-cevap-medeniyet-kurdleri-asimile-etmek-midir/

***