ÇAĞRISI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ÇAĞRISI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Aralık 2020 Pazartesi

ÖCALAN’IN ÇAĞRISI VE YENİ DÖNEME DAİR BİR DEĞERLENDİRME.,

ÖCALAN’IN ÇAĞRISI VE YENİ DÖNEME DAİR BİR DEĞERLENDİRME.,


Feyzi Çelik 
İstanbul. 2017
ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ
01.04.2013 
 
Günler önceden yapılacağı söylenen çağrı 21 Mart 2013 günü Diyarbakır’da milyonların katıldığı Newroz’da yapıldı. 
Bu çağrı KCK’den BDP’ye, Türkiye’den Ortadoğu’ya, Avrupa’dan ABD’ye kadar tüm aktörleri ilgilendiren bir çağrıdır. 
Bu çağrı ile yeni bir dönem başlamıştır. Bu dönemin adını da Öcalan koymuştur: “ Demokratik siyaset ”
Abdullah Öcalan 2013 Newroz’unda yaptığı çağrısında “Zağros ve Toros dağ eteklerinden, Fırat ve Dicle nehir vadilerine; Kutsal Mezopotamya ve Anadolu topraklarından tarım, köy ve şehir uygarlıklarına ANAlık eden halkların en eskilerinden olan Kürtler sizlere selam olsun...” diyerek,  Kürtlerin tarihsel gelişimi ve uygarlığa katkısı vurgulamıştır. Coğrafi olarak da Kürdistan’ı tanımlamıştır. Kürdistan’ın bütünlüğü başta Anadolu ile yakın ilişkisini ortaya koymuştur.
Kürt-Türk kardeşliği Dicle ve Fırat’ın Sakarya ve Meriç, Ağrı ve Cudi’nin Kaçkar ve Erciyes benzetmesi üzerinden verilmiştir. Kültürel kardeşlik de Halay ve Delilo’nun Horon ve Zeybek’le yakınlığıyla vurgulanmıştır.
Siyasi baskı ve dış müdahalelerle birlikte yaşayan toplulukların birbirine düşürüldüğü tespiti yapılmıştır.
Arabi, Türki ve Farisi toplulukların ulus devletlerini oluşturmaları doğru bir tespittir. Kürtlerin ulus devletinin dahi olmadığının da vurgulanması gerekmekte dir. Kürdistan’ı dört parçaya ayıran Türk, Arap ve İran’ın bu yönünün vurgulanmayışı tarihsel bir eksikliktir. Ulus devletçik ibaresi bu topluluklar için hafif kalmaktadır. Ulus devletçik denilmesi Güney Kürdistan’dan söz edilmek isteniyorsa Güney Kürdistan’ın bağımsız/ulus devlet olmadığı, Irak’ın bir parçası olup federe bir devlet olduğunun unutulmaması gerekmektedir. Federe bir bölge olsa bile farklı etnik köken ve inançlara saygının esas alındığı bölgesel yönetimin bu özelliğinin unutulmaması gerekir. Ayrıca Güney Kürdistan mücadelesinin köklü geçmişi, diğer parçalara verdiği ilham da göz önünde bulundurulmalıdır. İşgal altında olup da özgürlük ruhunun her zaman canlı tutulduğu, kültürel kazanımların korunduğu en önemli parça olduğunun da unutulmaması gerekmektedir.

Kürdistan’ın bölünüşünün arkasında, emperyalist müdahalelerin olduğu tarihsel bir olgudur. Ancak baskıcı ve inkarcı anlayışların kaynağının bu şekilde gösterilmiş olması hatalı olmuştur. Emperyalistlerin bölgeyi terk etmesinden sonra da Türk, Arap ve İran devletleri arasında anti-Kürt anlaşmalarının (Cento, Sadabat Paktı vs) yapılmış olması bölüşümün emperyalist müdahalelerden öte bir anlam taşıdığı görülmelidir.

Sömürünün yeni biçimleri, küresel gücün etkinliği halkların ve yoksulların aleyhine artarken halklar arasındaki birlik ve bütünlük tersine bozulmuştur. Sömürücü, baskıcı ve inkarcı anlayışlar biçim değiştirmiştir. Başkaca araçlarla kendisini dayatmaya devam etmektedir. Ortadoğu ve Orta Asya halklarının uyanışından çok yerel boğazlaşmaların, etnik, dinsel ve mezhepsel boğazlaşmaların geldiği nokta dikkate alındığında bu halkların uyanışından ve birbirleriyle savaşmayı bitirdiğini söylemek çok büyük bir iyimserliktir. Irak ve Suriye’nin durumu ortadadır. Afganistan ve Pakistan’ın durumu, Mısır’daki çatışmalı durum tehlikenin varlığını göstermektedir. Bu durumda Kürtlerin kendi içlerindeki bütünlüğünün korunması ve yaşamasının önemi ortaya çıkıyor. Kürdistan’ın kan banyosu haline gelmemesi tüm Kürtlerin çabası olmalıdır.

PKK ve onun lideri Abdullah Öcalan’ın direnişi ve isyanı sadece sömürgeci, baskıcı, inkarcı anlayışa karşı olmakla sınırlı değildir. Başta Türk devleti olmak üzere Kürdistan’ı paylaşan diğer devletlerin Kürtleri siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel kodlarını değiştiren, yeni bir form vermek anlayışına karşı bir isyan olarak çıksa da bunun tarihsel köklerinin olduğunun unutulmaması gerekir. Bir yüz yılda yok sayılan Kürt halkının Koçgiri’de başlayan ayaklanması, Şeyh Sait’le kısa bir moladan sonra Ağrı İsyanlarıyla isyan ruhunu devam ettirmiştir. PKK isyanının bu üç isyanın bir devamı olduğu, en büyük ve kapsamlı isyan olduğunun bilinmesi gerekiyor. Kişisel kahramanlar her isyanda olmuştur ve bunlar isyanının simgeleri haline gelmiştir. Gelinen aşamada silahlı isyanın amacına ulaştığını söylemek her şeyden o siyasal hareketine ve liderlerine aittir. Buna herkes saygı göstermek durumundadır. Onun yerine geçip silahlı mücadeleyi bırakıp siyasal mücadeleyi tercih etmesini eleştirmek ahlaki de değildir. Köklü bir partiden söz ediyoruz. Örgütlülüğü ve mücadele gücüyle Kürt hareketine kazandırdığı çok şey vardır. Gelinen aşamada silahlı mücadelenin bırakılmasına karar verilmesi bu mücadeleyi veren hareketin doğal bir tercihidir. Unutulmamalı ki Kürdistan’ın dağları hiç kimsenin tapulu malı değildir. Kürt halkı yeniden silaha sarılma ihtiyacı duyarsa Kürdistan dağları onlara kucağını açacaktır. Bunu en iyi bilmesi gereken de Türk devletidir.

“Silahlı direniş sürecinden, demokratik siyaset sürecine kapı açılıyor” çağrısı önemli ve tarihsel bir çağrıdır. Kürt siyaseti, demokratik siyasetle içe içedir. Önlerinde büyük bir tecrübeleri vardır. Kürt demokratik siyasetini yasaklayan mevcut uygulamalar olduğunun vurgulanması gerekiyor. Hiçbir halk, topluluk veya sınıf durup dururken demokratik siyaset hakkından uzak duramaz. Hepsi de demokratik siyaset olarak tarih sahnesine çıktılar. Kürtler, herkese demokratik siyasetin gücünü TBMM’de grup kurarak, yüzlerce belediyeyi kazanarak gösterdiler. Demokratik alanları onlara dar eden, onları takibata maruz bırakan, tutuklayan hep mevcut sistem oldu. Kürtlerin demokratik kolektif haklarını kullanımını engelleyen uygulamaların mutlaka kaldırılması gerekiyor.
Kürt Sorunu öncelikle siyasal bir sorundur. Siyasal alandaki çözümle birlikte sosyal ve ekonomik sorunların da çözüm yoluna gireceğinin bilinmesi gerekiyor. Bu açıdan bakıldığında Öcalan’ın çağrısında geçen “demokratik haklar, özgürlükler, eşitliği” esas alan çağrısının muhatabının devlet olduğunun bilinmesi gerekiyor ve onlara diyor ki, demokratik hak ve özgürlükler herkesin eşitliğinin kabulü ile mümkün olacağının üzerinde duruluyor. Eşitlik vurgusu bu anlamda önemlidir nihayetinde demokratik temsilin sağlanması bunun yoludur. Bu haklar demokratik temsilin sağlanışı ile mümkün olacaktır.

Öcalan 2013 Newroz’undaki çağrısında verilen mücadelenin boşuna olmadığını, bunun sonucunda Kürtlerin öz-benliğini, aslını ve kimliğini yeniden kazandığı vurgulamalarıyla silahlı mücadele yönteminin kazandırıcı ve devleti zorlayıcı etkisinin üzerinde durmuş, bu uğurda mücadele edip şehit edilenlerin asla unutulmadığı üzerinde özellikle durmuştur.

"Artık silahlar sussun, fikirler ve siyasetler konuşsun" diyerek silahlı mücadelenin amacına ulaştığını belirtmiştir. Öcalan bu çağrısını Newroz meydanında Kürdistan’ın, Türkiye’nin ve Dünya’nın her yerinden gelmiş büyük bir topluluk önünde yapmış, televizyonlardaki canlı yayını izleyenlerin sayısı da dikkate alındığında on milyonlarca kişinin huzurunda bu sözü vermiş, milyonların şahitliğinde bunu yapmıştır. Öcalan’ın çağrısı Kürt hareketi için stratejik bir değişimin eşiğini ifade ediyor. Silahsızlanmakla sonuçlanacak bu sürecin silahlı gücün derhal Türkiye sınırlarının dışına çıkarılmasını içeriyor. Silahlı güçlerin sınır dışına çıkarılması, orada sürekli bulundurulması söz konusu değildir. Müzakerelerin geldiği aşama ile eş zamanlı olarak bu silahlı gücün silahları tamamen bırakacağı ön görülüyor. Bu silahsızlanmanın kayıtsız şartsız olacağı anlamına gelmemektedir. Unutmamalıdır ki, silahlı güçlerin sınır dışına çekilmesi bir anlamda gelişecek süreçte bir garanti rolü oynayacaktır. Yönetimin demokratik seçimlerle belirlendiği, ileriki süreçlerde kimin siyasal iktidara geleceği belli olmadığından dolayı Kürt hak ve statüsünün anayasal güvenceye alınması müzakerelerin en can alıcı bölümünü oluşturacaktır. Bu aynı zamanda sürecin bu aşamasında rol oynayan gerilla ve gerilla komutanlarının konumuyla da doğrudan ilgilidir. Onların konumu da mutlaka ele alınacaktır.

Öcalan, “Bu bir son değil, yeni bir başlangıçtır. Bu mücadeleyi bırakma değil, daha farklı bir mücadeleyi başlatmadır.” Cümlesi ile tasfiyeciliğe dönüşme ihtimaline gerçek bir cevap verilmiştir. Öcalan, tasfiyeden bir başlangıç çıkamayacağını bilecek kadar tecrübeli bir siyasetçidir. Çağrının bu bölümünün muhatabı Kürtlerdir. Demokratik siyasetin kolay olmayacağı konusunda Kürtleri uyarmakta, Kürtlerin bu yeni sürece kendilerini uyarlamaları gerektiği üzerinde durmaktadır. Yeni başlangıçlar yeni anlayış, yeni politika, yeni aktörlerle olabilir. Bu açıdan bakıldığında çağrının yukarıdaki bölümü doğrudan doğruya Kürtleredir.
Öcalan, Kürdistan ve Anadolu gerçekliğini ifade ederek Kürdistan ve Anadolu’nun özgünlüğünü ortaya koymuştur. Din/mezhep/köken tanımı yapmadan “tüm halkların ve Kültürlerin eşit, özgür ve demokratik ülkesinin oluşmasını” hedeflemiştir. Bu aynı zamanda yeni Anayasa’nın temel felsefesini oluşturacaktır. Çerçeveyi de “Türkiye Halkı” olarak koymuştur. Vatanın adı da Türkiye’dir.
Öcalan’ın çağrısı çok kapsamlıdır. Siyasi çerçevesi de Demokratik Modernite Sistemidir. Tüm ezilen halklara, sınıflara, kültürlere, kadınlara, ezilen mezheplere, tarikatlara, işçi sınıfına, kısaca dışlanan herkesi bu sisteme katılmasını istemiştir. Reel sosyalizmin çöküşü, alternatif olmaktan çıktığı bir süreçte Kürt hareketinin getirdiği çerçeve küçümsenecek bir çerçeve değildir. Öcalan’ın çağrısı bu çevrelerin birlikteliğinin sağlanması çağrısı olup, çağrının en önemli ayaklarından biridir. Eski oligarşi/yeni oligarşi kapışmasında ezilenlere üçüncü bir yolun olduğunun gösterilmesidir. Bu nedenle Öcalan’ın çağrısının sadece PKK veya Devlete yönelik bir çağrı olmadığının görülmesi gerekiyor. Bu çağrıdan herkesin kendisine pay çıkarıp katkı vermesi gerekiyor. Bu katkının örgütlülükle oluşabileceğinin de farkındadır.

Bin yıllık “İslam bayrağı” altında yaşamın olduğu tarihi bir gerçek ise de pratikte bunun ortak yaşam ve kardeşlik üzerinden yürümediği bilinmelidir. İslam’ı kendisine göre yorumlayıp millileştiren bir anlayış İslam’ın ortak yaşamı, barışı ve kardeşliği esas alan özüne de zarar verdiğinin de bilinmesi gerekir. Yine Kürdistan ve Anadolu’nun sadece İslam’ın yurdu olmadığı, değişik halk ve inançlardan oluştuğu gerçeğinin de unutulmaması gerekiyor. Öcalan da çağrısını bu çerçevesinde: “gerçek anlamında, bu kardeşlik hukukunda fetih, inkar, red, zorla asimilasyon ve imha yoktur, olmamalıdır.” Diyerek tarihte yapılan yanlışlıklara dikkat çekmiştir. Gerçek İslam kardeşliğinde fetih, inkar, ret, asimilasyon ve imhaya yer olmadığını ortaya koyarak değişik kesimlere yapılan haksızlıkların karşısında olduğunu belirtmiştir. Bu nedenle Öcalan’ın Hıristiyanları, Alevileri ve diğer etnik veya dinsel topluluklarının haklarını gözetmediğini ileri sürmenin bir anlamı da yoktur. 
  Ayrıca Öcalan’ın sadece bu kısa çağrısı üzerinden değerlendirilebilecek birisi değildir. Siyasi, sosyolojik ve felsefi külliyatı ve pratiğiyle birlikte ele alınmalıdır. Çok zor tutukluluk şartlarında el yordamıyla hazırlanan çağrıyı eksiği ve fazlalığıyla bu hususlar dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Ayrıca bu çağrının bir manifesto olmadığı, bir başlangıç olduğu da unutulmamalıdır. Bunun içinin doldurulması ve beklenen amacına ulaşabilmesi için herkesin buna katkı vermesi gerekmektedir.

Öcalan, “baskı, imha ve asimilasyonu, dar bir seçkinci iktidar anlayışı, inkarı” kapitalist modernitenin sonucu olarak görmektedir. Bunun çözümünün de demokratik modernite olduğunu söylemektedir. Ona göre zulüm cenderesinden kurtulmak için ortak hareket etmek gerekiyor. Ortadoğu’nun iki  stratejik gücü olan Türkleri ve Kürtleri birlikte hareket etmeye çağırıyor. Bu aynı zamanda Türkiye’deki savaşı bitirdiğinin ilanıdır. Ancak bu birliktelik eşitliğe dayalı bir birliktelik olmalıdır. Öcalan, “kendi öz kültür ve uygarlıklarına uygun şekilde” ibaresini kullanarak farklılığın korunması gerektiğini, kucaklaşma ve helalleşmeden söz ederek barışın yolu açılsın demiştir.
Çanakkale, Kurtuluş Savaşı, 1920 meclisinin açılışındaki birliktelik, Misak-ı Milli vurguları ortak geçmişin mirası olduğu, bunun üzerinden birlikteliğin tarihsel ve toplumsal temelinin sağlamlığına dikkat çekilmiştir.

“Milli Dayanışma ve Barış Konferansı” Çağrısı Öcalan, Misak-Milli üzerinde özellikle durmuştur. Yıllardır yaşanan ve halen devam eden sorun ve çatışmaların nedeni olarak parçalanmayı görüyor. Bunu aşmak için Suriye ve Irak’ta ağır sorunlar ve çatışmalar içinde yaşamaya mahkum edilen Kürtleri, Türkmenleri, Asurileri ve Arapları birleşik bir "Milli Dayanışma ve Barış Konferansı" temelinde kendi gerçeklerini tartışmaya, bilinçlenmeye ve kararlaşma çağrısı yapmaktadır. Bu aynı zamanda Öcalan’ın Demokratik Konfederal sisteminin bir gereğidir.

Öcalan’ın çağrısında “Bizi bölmek ve çatıştırmak isteyenlere karşı bütünleşeceğiz. Ayrıştırmak isteyenlere karşı birleşeceğiz.” Cümlesi ile Diş işleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun 15 Mart 2013 tarihinde Diyarbakır’da yaptığı  "Burada 2 yol var. Ya Türküyle, Kürt'üyle, Arnavutluyla, Boşnak'ıyla, Arap'ıyla her bir milletiyle yürüyeceğiz ya da bizi lime lime edip küçük parçalara ayırmaya çalışacaklar” konuşma ile benzerliği dikkat çekicidir. Yeni dönemin ruhunun anlaşılması bakımından bu benzerlik üzerinde durmak gerekiyor. 

“Zamanın ruhunu okuyamayanlar, tarihin çöp sepetine giderler. Suyun akışına direnenler, uçuruma sürüklenirler” tespitini de bu kapsamda değerlendirmek gerekiyor. Bu dönemde Obama’nın İsrail ve Filistin ziyareti, İsrail’in Türkiye’den özür dilemesi hususlarını da dikkate alındığında Öcalan’ın çağrısının Ortadoğu’daki değişim ve yeni dengeleri okumakta ustalığını da göz önüne seriyor. Bu aynı zamanda CHP’ye, MHP’ye ve ulusalcı kesimlere de bir uyarıdır. CHP ve onu hakimiyeti altına almış bulunan nasyonal sol anlayışı “anti emperyalizm” adı altında Kürt düşmanlığı yürütmektedir. Sorunu bir Türk sorunu şekline sokup tıpkı 2009 yılında Habur sürecinde olduğu gibi engeller çıkarmaya çalışıyorlar. Gelinen aşamada bunun başarılı olmadığı ortaya çıkıyor. Bu nedenle “suyun akışına direnenler, uçuruma sürüklenir” söylemi burada yaşam buluyor. Oysa Kürtlerin demokratik haklarına kavuşması, Türklerin bir kaybı değildir. Tersine Kürt haklarının tanınması Türk’ü de özgürleştirecektir.

Öcalan, Batı’ya atfen kapitalist moderniteyi sorunların kaynağı olarak göstermekle birlikte Batı’nın çağdaş uygarlık değerlerini kabul ettiklerini, aydınlanmacı, eşit, özgür ve demokratik değerleri benimsediklerini, bunları kendi değerleriyle sentezlemek yanlısı olduğunu belirtmiştir. Öcalan’ın Batı ile ilişkilerle ilgili bu istemi Türkiye’nin Batı ile olan ilişkileriyle paralellik göstermektedir. Bilindiği gibi “Batı’nın tekniğinin alınması, kültürünün alınmaması” tartışmalarına varan tartışmalar iki yüz yılı aşkın süredir tartışılmaktadır. Aslında Öcalan bu tartışmaya girerek küreselleşmeye karşı olmayacaklarını, evrensellik formatı adı altında gereklerini yerine getireceğini söyleyerek bundan sonraki pratiklerinde Batılı değerlere açık olacaklarını söylemeye çalışıyor. Nitekim bu çağrıdan sonra Batılı önemli devletler ve Avrupa Birliği Öcalan’ın çağrısını destekleyecek açıklamalar yapmışlardır. Bu aynı zamanda Batı demokrasisini esas alınması olup, Kürtlere bu çağrıyı yaparken Avrupa değerlerini dikkate aldığını göstermiş oluyor. Ve bunu “büyük demokratik hamle” olarak adlandırıyor.

***