ÇÖZÜMSÜZLÜĞÜN AKTÖRÜ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ÇÖZÜMSÜZLÜĞÜN AKTÖRÜ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Ocak 2021 Pazar

ÇÖZÜMSÜZLÜĞÜN AKTÖRÜ TSK'NIN YENİ YÜZÜ DAVUTOĞLU

ÇÖZÜMSÜZLÜĞÜN AKTÖRÜ TSK'NIN YENİ YÜZÜ DAVUTOĞLU




ÇÖZÜMSÜZLÜĞÜN AKTÖRÜ, TSK NIN YENİ YÜZÜ, Feyzi Çelik,
ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ, KÜRDİSTAN, AHMET  DAVUTOĞLU,


Feyzi Çelik
ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ VE KÜRDİSTAN
07.11.2014 

Kürt Sorununun demokratik çözümü önünde şimdiye kadar bir tek Recep Tayyip Erdoğan engel olarak görünüyordu. Erdoğan, Cumhurbaşkanı olduktan sonra onun yerine başbakanlığa atanan Ahmet Davutoğlu da çözümsüzlüğün önünde engel olan ikinci kişi oldu. Davutoğlu’nun HDP’ye yönelik dışlayıcı ve aşağılayıcı sözler söylemiş olması, Davutoğlu’nun da tıpkı Erdoğan gibi HDP’yi çözümün bir aktörü olarak tanıması bir yana HDP’yi sorunun bir parçası olarak gösterme anlayışı başlı başına bir sorundur. Bu düşüncenin temeli, AKP’nin HDP’yi bir taraf gibi görmek istemeyişinden ileri gelmektedir. CB’si BB’si ile AKP hükümeti, kendisini kutsal devlet şeklinde gösterip, muhalefetin kendisine uyum göstermesini istemektedir.
AKP'nin, bırakalım HDP’nin taleplerini, HDP’li olmayan Kürtlerin dahi sorunlarına  çözüm olabilecek politik dil ve politik aktörlerden yoksun olduğunun bir çok örneği vardır. Bunun en iyi örneği de 2011’den bu yana AKP içindeki Kürt bilinci yüksek politikacıların tasfiye edilmiş olmasıdır.Geçmişte AKP’nin ikinci adamı olarak bilinen Dengir Fırat’ın tasfiye edilmiş olması bunun görünen örneklerinden sadece biridir. AKP, kendi dışındakilerden beklediği gibi kendi içindeki Kürtlerin “söz dinleyen, Erdoğan’ın sözünden dışarı çıkmayanlardan” olmasını istemektedir. Bu şekilde olmasının nedeni, AKP’nin devletleşmesi ve ideolojik dönüşümünü bu yönde kullanmış olmasıdır. 1990’lı yıllardan sonra Kürt sorununun da dayatması nedeniyle devlet içinde iki farklı bakış açısı ortaya çıkmıştı. Bunlardan biri, Kürt sorununun hukuk dışına çıkılmak suretiyle olsa dahi, şiddet uygulayarak çözüleceğini esas alıyordu. Davutoğlu’nu bu açıdan değerlendirecek olursak, çözümden yana biri olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Demirel’in de destek verdiği, Çiller döneminde zirve yapan bu bakış açısı, sadece Kürt Siyasal Hareketine yönelmekle kalmadı. Eşref Bitlis’ten Turgut Özal’a kadar uzandı. 3 Kasım 1996’da meydana gelen Susurluk kazasıyla birlikte bunun aktörleri gün yüzüne çıktı. Susurluk’tan sonra “derin devletle hesaplaşma” gündeme geldiyse de hiçbir zaman bunun asker ve MİT içindeki boyutu gündeme getirilmedi. Mehmet Ağar ve birkaç polisin yargılanmasının ötesine gidilmedi. 28 Şubat 1997 askeri muhtırasıyla eski bakış açısına yeniden dönüldü. Oluşan kamuoyu tepkisinin içi iyice boşaltılarak, askerin parlatılmasına dönüştürüldü.

Susurluk olayı aynı zamanda Tansu Çiller ve arkadaşları çerçevesinde oluşturulan özel savaş çetesinin işlevini kaybetmiş olmasıdır. Tansu Çiller’in siyasal İslam’ın temsilcisi Erbakan’la hükümet kurması, Erbakan’la birlikte ABD ve Batı ile ilişkilerinde sorun yaşamış olması, genel anlamda Çiller/Erbakan hükümetine bir tepki oluşmuş durumdaydı. Sonuçta 28 Şubat 1997’de alınan kararların yerine getirilmemesi nedeniyle, Çiller/Erbakan hükümeti yerini ANAP/DYP’den ayrılan bir grup/DSP hükümetine bıraktı. Erbakan’ın partisi kapatılıp, Erbakan’a siyaset yasağı getirildi. Erbakan/Çiller hükümeti, Çiller’in geçmişteki olumsuz siciline rağmen, Kürt sorunun çözümü konusunda başta Öcalan’la Mektuplaşma olmak üzere bazı gelişmelerin olduğunu da kabul etmek gerekiyor. Erbakan’ın başbakanlığı döneminde atılan adımların sonuçlarından biri de “Özal dönemine” benzer bir çatışmasızlık hazırlıklarının olmasıydı. Hatta 1 Eylül 1998’de Öcalan, tek taraflı ateşkes de ilan etmişti. Bu ateşkes ilanından kısa bir süre sonra içeride ve dışarıda PKK’nin ateşkesine karşı sertlikle cevap verildi. Öcalan’ın Suriye’den çıkması için, Suriye sınırına tank yığınağı yapılarak, Suiye’ye adeta savaş ilan edildi. Bunun sonucunda Öcalan, Suriye’den ayrılmak zorunda kaldı. Burada önemli olan bir husus, Kürt sorunu konusunda AKP de dahil olmak üzere tüm hükümetlerin “Kürt sorunu ile ilgili tüm çalışmaları TSK'ya bırakmış olmasıdır. Çözümü, TSK’ya bırakma anlayışına ters düşen hükümetlerin gidici olmalarıdır.

AKP’nin Oslo Sürecinden İmralı sürecine kadar Kürt sorununun çözümü konusunda adım atmayışının en önemli nedeni de TSK’nın bu konudaki angajman kurallarının devam ediyor olmasıdır. Eğer AKP’nin çözüm konusunda kendisine özgü bir planı olmuş olsaydı bunu engelleyecek hiç bir güç de olmazdı. AKP bu gerçeği bildiği halde, başarısızlığının faturasını 2009’dan sonra DTP’nin kapatılması ve kitlesel KCK tutuklamalarıyla sonuçlandırarak fatura sürekli olarak Kürt Siyasal Hareketine(KSH) çıkartılmıştır. Kobani’ye destek eylemlerinden sonra AKP’nin süreci dondurmaya karar vermesi de eskinin tekrarından başka bir şey değildir. Burada Erdoğan’ın CB olduktan sonra 30 Ağustos 2014’te ki resepsiyonda, Genel Kurmay Başkanı Necdet Özel’in “çözüm süreci konusunda bilgilendirilmedik” demiş olması, içinde TSK’nın bulunmadığı bir planın yürümeyeceğinin en önemli işaretlerinden biridir. Dikkat edilirse tüm bunlar, Davutoğlu’nun başbakan olmasıyla birlikte ortaya çıkmaktadır. Bu açıdan, Davutoğlu’nun Erdoğan’a bağlılığından çok TSK’ya bağlı olduğunu söylesek yanlış değerlendirme yapmış olmayız. Çözümsüzlük adına ne varsa Davutoğlu’nun başbakanlığıyla birlikte oluyorsa artık dengelerin CB Erdoğan’ın istediği şekilde yürümediğini göstermektedir. Üstüne üstlük bunu kurnazca yaparak tıpkı 2009’da olduğu gibi HDP’yi yıpratarak suçu HDP’nin üstüne atmaktadır. Çözüm sürecinden geri adım atanın kendisi olduğu gerçeğine rağmen, medya ve diğer araçlarla HDP’ye yönelik karalama/tehdit/itibarsızlaştırma yoluna gitmektedir. 2009’da oynanan oyun tekrarlanmaktadır. Halbuki, HDP her zamandan daha fazla esnek bir politika izlemektedir. Sorumluluk taşıyan birinin hassasiyetiyle her zamandan daha fazla hareket etmektedir.

Onların, HDP'nin kullandığı dilin çözüm arayışına hizmet etmediği, şiddet içeren bir eğilim taşıdığı konusundaki görüşlerinin hiçbir dayanağı yoktur. Kobani’ye destek eylemlerinde asıl mağdurun HDP olduğu açık olmasına rağmen, ellerindeki propaganda araçlarını devreye sokarak, HDP’ye 2009’da dahi görülmeyecek biçimde fiili öldürme olaylarına teşebbüs edilmektedir. Anakara’da PM üyesine yönelik infaz girişimi bunun zirvesini oluşturmaktadır. Yapılış şekli ve zamanlaması itibarıyla 1998’de İHD Genel Başkanı Akın Birdal’a yapılan saldırıyı andırmaktadır. TİT benzeri yapılanmalar derin hücrelerinden uyanıp harekete geçmişlerdir. Sadece fiziki imha yapmakla kalmamakta, Türkiye toplumunda KSH’ne yönelik psikolojik bir harp uygulanmaktadır. Aslında AKP’nin siyaset yapıcıları oturup düşünseler bunun AKP’nin hayrına da olmadığını göreceklerdir. Davutoğlu'nun her konuşmasındaki İslami/Türk/Osmanı vurgusu, Mescid-i Aksa için gözyaşı dökmesi maskesinin düşmesini önlemeyecektir. O, Çillerleşerek Paşasının Başbakanı olmayı seçti. Böyle yapmakla AKP'nin de sonunu hızlandıracak gibi görünüyor. 

***