17 Ocak 2021 Pazar

AKP'NİN TEHLİKELİ OYUNU "KÜRT SİYASETİNİ TASFİYE PLANI"

AKP'NİN TEHLİKELİ OYUNU "KÜRT SİYASETİNİ TASFİYE PLANI"




Feyzi Çelik
ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ VE KÜRDİSTAN
08.12.2014 

AKP'nin tasfiye anlayışı, PKK ile sınırlı değildir. HDP'yi de tasiye etmeyi düşünmektedir. HDP'nin bütün itirazlarına rağmen 6-8 Ekim Kobani eylemlerinden HDP'yi sorumlu tutuşu, kendi sorumluluğunu ise ustaca gizlemeye devam etmiş olması, AKP'nin büyük tasfiye planını açığa vurmaktadır. Anayasa Mahkemesinin yüzde on barajı ile ilgili olarak henüz verilmiş bir karar yokken, AKP'nin büyük telaşa kapılması, Kürt siyasetinin Türkiye genelinde göstereceği başarıdan dolayı duyduğu korkuyu açığa çıkardı. Bu salt AKP korkusu değildir; geçmişten AKP'ye sirayet eden devletin korkusudur. Bu da devletin Demokrasi ve Özgürlük konusunda duyduğu korkudan ileri gelmektedir. Bunun AKP ve devlet açısından en önemli sonucu geçmişte Türkiye Kürdistan'ında CHP'nin etkisiz hale gelmesine benzer bir durumun Türkiye Kürdistanındaki son Türk kalesi olan AKP'de düşüşün başlamasıyla sonuçlanacağından duyulan korkudur. Türkiye Kürdistanında DBP/HDP dışındaki yeni gelişme ve Kürt temelli siyasal örgütlemelerin kurulmuş olması da AKP'nin alanını daraltmaya başladığı da göz önünde bulundurulmalıdır. 
Türkiye'nin IŞİD'le ilişkisi, IŞİD'in Kürtlerin üzerine salınması, Rojava'nın düşürülmeye çalışılması da büyük tasfiyenin aşamaları durumundadır. Türkiye, IŞİD Silahını, Kürtleri de aşacak şekilde ABD ve AB'ye karşı da kullanarak, Batı'nın Kürt haklarına Türkiye gözlüğünden bakılmasını sağlamak için elinden geleni yapmıştır. Ancak, IŞİD'le ilişkileme süreci ABD'nin Türkiye'ye bakışını değiştirmiştir. ABD, radikal bir şekilde Kürtlerle ilişkiyi Türkiye aracı kılınmadan / Türkiyenin hassiyetlerini(?) dikkate almadan yapmıştır. Batı ile Kürt ilişkilerinin bu düzeyde olması, Kürtlerin örgütlülüğü ve birbirleriyle çatışmamalarının bir sonucudur. 
Bu örgütlülüğün bütünsel bir Kürt ulusu duruma geldiği düşünüldüğünde uluslar arası alanda Kürdistan'ın rolünün de bununla orantılı olarak gelişeceği dikkate alınırsa, bundan en büyük kaygıyı duyacak güç Türkiye'den başkası da olamaz. Ulus temelli örgütlülüğü tamamlamış Kürdistan'ın en dinamik ve yaygın parçası Türkiye Kürdistan'ında örgütlü olan Kürt Siyasal Hareketi (HDP-DBP) olduğu kuşkusuzdur. Bunlar olmadan, Irak, Suriye ve İran'daki Kürt uluslaşmasının yalnız başına bir anlam ifade etmeyeceği de bilindiğinden dolayı, Türkiye hükümetleri bunun önünü kesmek için her şeyi yapabilirler. Özellikle, Öcalan'ın Türkiye'nin elindeki "rehinelik" durumu, KSH'nin en zayıf noktası durumundadır. IŞİD, Kobani ile birlikte Türk/Kürt kardeşliğinin AKP açısından hiçbir anlamının kalmadığına dair onca örnekler varken, çözüm sürecinin bu minval üzerinden yürütülmeye çalışılmasından Kürtlerin kuşku duymaları zorunludur. KCK, bunu fark etmiş, bu konuda söylem geliştirmektedir. Çünkü, KCK tasfiyenin PKK'yle sınırlı olmayacağını, HDP'yi de kapsamına alacağını biliyor. KCK, Kürtler arası birlikteliği engelleyen gücün TC olduğunu iyi biliyor. 
Bülent Arınç'ın, HDP'yle ilgili olarak söylediklerine bakalım; Bakın diyor ki, "HDP’den bahsediyorum. 
Şu 6-7 Ekim olaylarında Türkiye’ye kan kusturan, 40’dan fazla insanımızın hayatına mal olan, ırkçı söylemleriyle, şiddetle, terörle, millete baskıyla oy toplamaya çalışan bir partinin CHP ile seçimlere beraber girebileceğinden bahsediliyor." İşte AKP'nin bakış açısı budur. HDP'ye "Öcalan'ın itibarını" koruma çağrısı yapan biri aradan iki gün geçtikten sonra Dünyadaki tüm Kürtlerin en yaygın legal örgütünü "katil, ırkçı" olarak suçlamasındaki iki yüzlülüğü görmek gerekiyor. Kürtlerin ve Kürt örgütlerinin itibarını düşünmeyen birinin "Öcalan'ın itibarını" düşündüğü konusunda samimiyet olabilir mi? Onun yaptığı, kendi elinden kayanı elinde tutmak çabasından başka bir anlama gelmez. Şimdi de söyledikleriyle de güya "CHP'nin itibarı"nı düşünüyormuş gibi yapıyor. Gün geçmiyor ki, CHP'ye sürekli olarak hakaret eden birinin gerek "Öcalan'ın itibarı" gerekse "CHP'nin itibarı" konusundaki sözler ikiyüzlülüğün itirafıdır. 
Davutoğlu'nun başbakanlığından bu yana bir "Kamu düzeni" lafıdır almış başını gidiyor. Kağızman'da üç gerillanın infazı, Bingöl yargısız infazı, başbakanın emri ile yapılan tutuklamalar, Yüksekova'da 17 Yaşındaki bir gencin polis kurşunu ile öldürülmesi olaylarının şifresi "kamu düzeni" lafında gizlidir. Bu giderek boyutlanacak gibi duruyor. Kürt siyasal hareketinin bunu anlaması gerekiyor, bunun olması da HDP ve KCK'nin eleştiri noktasını iyi yakalaması gerekiyor. KCK'nin asıl eleştirilecek noktadan çok HDP'yi ön plana almaması gerekiyor. Örneğin, başta Demirtaş olmak üzere HDP'nin çözüm sürecine sarılması, Öcalan'ın isteminden ileri geldiği halde, burada eleştirilecek biri varsa onun da Öcalan olması gerekirken, eleştirilerin suçlamaya dönüşecek şekilde Demirtaş'a yöneltilmiş olması doğru değildir. Sanki, HDP, hükümetin kontrol ve etkisine girmiş gibi davranılıyor. Gerçekten olan da Öcalan'ın süreci AKP ile yürüteceği konusundaki ısrardan ileri gelmektedir. Gerek hükümet gerekse Öcalan, bu konuda hiçbir zaman BDP/HDP'ye inisiyatif tanımadı. Geçmişte avukatlar üzerinden yürütülen diyalogun başka bir biçimde HDP üzerinden yürütülmesinden başka bir şey değildir. Kuşkusuz bunda HDP'nin sahip olduğu siyasi gücü kullanışındaki yetmezliklerin de etkisi olduğu da unutulmamalıdır. HDP'nin kendisini "olayların akışına" bırakmasının doğru olmadığını da vurgulamak gerekiyor. Özellikle HDP'nin süreci, Türkiye'deki değişik toplumsal tabanlarla tartışmadan çok, kamusal(devlet eksenli) bakmış olması en büyük yanılgılarından biridir. Hele hele HDP'nin. "Türkiyelileşmeyi" bazı marjinal sol ve kesimlerle sınırlamış olması bunun somut hali olmuştur. 

Hükümet tarafından HDP'ye getirilen suçlama, 6-8 Ekim Kobani'ye destek eylemlerine çağrı yapılmış olmasıdır. Her şeyden önce Kobani'nin düşmesi için her şeyi yapan Türkiye hükümetine karşı oluşan tepki, Kürt siyasal hareketiyle sınırlı değildir. Bu eylemlere AKP'ye yakın duran Kürtler dahi tepki göstermiştir. Çünkü, Davutoğlu ve Erdoğan'ın açıklamalarının Kürt/Türk kardeşliğini yerle bir ettiğini onlar da gördüler. AKP, kendisine karşı oluşan Ulusal Kürt tepkisini kırmak için, din üzerindeki hassasiyetleri kullanarak Kürt siyasetini Hüda-Par'la karşı karşıya getirdi. 8 Aralık 2014 tarihli Sabah Gazetesinde yayınlanan habere göre 6-8 Ekim olaylarında Bingöl'de silahla öldürülen Cengiz Tiryaki adlı Hüda-Par'lının ölümünde Jandarmanın ihmali olduğu ileri sürülmüştür. Haberde her ne kadar saldırıyı gerçekleştirenlerin PKK'li olduğu ileri sürülmüş ise de olayın PKK tarafından gerçekleştirildiğine dair şimdiye kadar bir bulguya da ulaşılmamıştır. Bundan da anlaşılacağı gibi, Jandarma, birilerine kolaylık sağlayıp önce bir Hüda-Par'lının ölümüne neden oluyor, sonra da olayı PKK'ye mal edip PKK-Hizbullah çatışmasını yeniden başlatmak istiyor. Bingöl'de Emniyet Müdürüne yapılan saldırının soruşturulması halinde ortalığı karıştırmak isteyenlerin planları da ortaya çıkacaktır. Ancak hükümetin bu konuda adım atması mümkün değildir. Çünkü, meydana gelen olayların sonuçlarından faydalanmıştır. HSYK Seçimlerinin arifesinde meydana gelen bu karışıklıklar kullanılarak HSYK Seçimi üzerinde de etkili olmuştur. Özellikle Bingöl'de kendisine suikast düzenlenen Emniyet Müdürünün adının Paralelcilerle birlikte anıldığı da göz önünde bulundurulursa, bu olayın Paralel yapılanma içinde olanlara karşı yüksek bir uyarı olduğu hususunun da dikkatten kaçmaması gerekiyor. Bundan dolayı, meydana gelen olaylardan AKP'nin doğrudan doğruya bilgisi ve sorumluluğu bulunmaktadır. 

AKP, geldiği nokta itibarıyla dış politikada büyük bir iflas yaşamıştır. AKP, Bu iflasın, Türkiye'deki siyasal sonuçları ortaya çıkmasın diye, hukuksuzluğa başvurmaya başlamıştır. Bunu da Kürtler üzerinden Osmanlı Milliyetçiliğiyle yapmaktadır. Dış politikada Neo-Osmanlıcılıkta iflas eden AKP'nin iç politikanın gündemine Osmanlıca polemiğini taşımış olması bununla ilgilidir. Osmanlıcılık, küçüle küçüle okullara "Osmanlıca" dersi olarak konulmasıyla yetinilirken, günlerce süren Eğitim Şurasında Kürtçe eğitimden hiç sözedilmemiş olması, AKP'nin gündeminde Kürt konusu bakımından şiddetten başka bir yöneliminin olmadığı ortaya çıkmıştır. Kamu düzeni adı altında Kürtlere topyekün bir saldırının boyutunun daha da artacağı Yüksekova'daki infazla birlikte ortaya çıkmış bulunmaktadır. Sulh ceza hakimleri aracılığıyla da tutuklamlara da artıyor. 2009'da başlayan KCK Operasyonlarını aşan bir durumla karşı karşıyayız. Bunun hedefi de Kürt Siyasal Hareketinin topyekun tasfiyesidir. KSH'nin, AKP'nin bu yönelimini görerek, çözüm süreci aldatmacasından kendisini kurtarması gerekiyor. 

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder