23 Kasım 2019 Cumartesi

TÜRKİYEDE TERÖRLE MÜCADELEDE PKK ÖRNEĞİ., BÖLÜM 29

TÜRKİYEDE TERÖRLE MÜCADELEDE PKK ÖRNEĞİ.,  BÖLÜM 29  





3.3.3. Ankara Strateji Enstitüsü: Kürt Sorununun Çözüm Mantığını Anlamak 

Rapor terör sorunu ile Kürt Sorunu iç içe geçmiş olsa bile, bu ikili arasında bir ayrıma gitmek kaçınılmaz olduğunu belirtmiş ve Kürt Sorunu'nun sosyal, siyasal, ekonomik, temel ve kültürel haklar boyutlarında ele alınması gerekliliği üzerinde durmuştur. 

Çözüm için öne sürülen başlıklar ise şunlardır (Kurubaş, 2012: 20-68): 

. Çözümün ön koşulu olarak etnik milliyetçi paradigmadan kurtulmak. Etnik sorunların en önemli kaynağını, temelde bu ulus-devletin etnik milliyetçi 
politikaları ve ona karşı aynı mantıkla hareket eden etnik grupların başlattıkları milliyetçilikler oluşturmaktadır. Buna göre devletin etnik milliyetçilik ve ulus-devlet modelini revize etmesi, gerçekçi olmayan "kültürel türdeşlik efsanesi"nden ve bunun yansıması olan norm ve uygulamalardan kurtulması, çözümün önkoşulu olarak kendini dayatmaktadır. Böylece Kürt Sorunu bağlamında en önemli sorunlardan biri ulus-devletin tek millet dayatması ve buna tepki olarak ortaya çıkan ve şiddetlenen etnik milliyetçi paradigmadır. 

Bu tepki ayrı kimlik ve statü amaçladıkça sürece kaçınılmaz olarak etnik milliyetçi karaktere (niteliğe ve yöntemlere) sahip olurlar ve doyumsuz bir şekilde yaşamını sürdürür. 

Bu açıdan etnik milliyetçi paradigmadan kurtulmak, bu paradigmayı ortaya çıkaran ve buna sahip olan devletin bundan vazgeçmesi ile mümkündür. Ayrıca çözümün odağında bu etnik milliyetçi hareketlerin talepleri değil, bu hareketlerin etkisi altına girebilecek etnik grubun ihtiyaç ve şikâyetleri olmalıdır. 
. Çözümün hareket noktası: "Kimlik ihtiyacı"nın karşılanması. Çözüm konusunda iki yanlış noktadan hareket edildiğini ileri sürebiliriz: 

Bunlardan ilki, "Kürt Sorunu'nu PKK'ya endekslemek". Bu, devletin güvenlik ihtiyacının karşılanmasını imkânsız kılarak çözüm yolunu tıkıyor. 

İkincisi, "hakları terörle mücadeleye endekslemek". Bu da Kürtlerin kimlik ihtiyacının karşılanmasını imkânsız kılıyor. Sorunun temelinde bir kimliğin algılanan bir tehdide karşı savunulması güdüsü yani "toplumsal güvenlik" yatmaktadır. Günümüzde çok boyutlu ve girift bir hâl almasına karşın özünde Kürt Sorunu, çoğunluktan farklı bir etnokültürel kimliğin korunması, güvence altına alınması, serbestçe, korkusuzca ifade edilebilmesi ve gereklerinin yapılabilmesi sorunudur. Bu sorunun temelinde bir kimliğin algılanan bir tehdide karşı savunulması güdüsü yani "toplumsal güvenlik" yatmaktadır. Toplumsal güvenlik sorunu sadece bir grubun kolektif güvenlik sorunu değil, aynı zamanda ve her şeyden önce bireysel düzeyde hissedilen bir insani sorundur. Dolayısıyla bireylerin kimliklerinin tanınması talebiyle harekete geçmelerine neden olan, doğal bir ihtiyaç olarak görülmesi gereken kimliğin kaybedilmesi korkusu ise, o halde Kürt Sorunu, öncelikli olarak bir "siyasi statü" meselesi değil, kimliğin korunması ihtiyacından kaynaklanan, insan hakları gibi doğuştan sahip olunması gereken kültürel haklarla ilgili son derece "insani" bir sorundur. Bu nedenle çözüm çabalarının odaklanması gereken asli ve acil yön siyasi değil, insani boyutta yatmaktadır. Kürt Sorunu'nda izlenecek stratejinin özünü, öncelikli olarak PKK ve terörün bitirilmesine dayalı arayışlar değil, Kürtlerin kimlik ihtiyacının karşılanması ve güvence altına alınması oluşturmalı. 

Çözüm bekleyen temel sorun budur. 
Bu halledilebilirse, PKK'nın varlık nedeni de, gerekçesi de ortadan kalkar. 

Belki bu sayede Kürt siyaseti de şiddetten arınabilir. Buna rağmen terör devam ederse, artık karşınızda hiçbir makul gerekçesi kalmayan saf bir güvenlik sorunu var demektir. Onun da gereği kendi bağlamında yapılır. 

. Çözümün olmazsa olmazı: Kültürel haklar. İddiamız o ki, halen herhangi bir muhataba ve müzakereye gerek olmaksızın tam, eksiksiz ve 
gecikmeden verilecek kültürel haklarla Kürt kimliğinin korunması ve güvence altına alınması sayesinde Kürt Sorunu'nun büyük oranda çözümü 
mümkündür. İnsan haklarının da bir parçası olan kültürel hakların temel amacı, vatandaşların bir kısmının yaşadığı toplumsal güvenlik sorununu 
ortadan kaldırarak etkin eşitliği ve toplumsal bütünleşmeyi sağlamaktır. Katılımcı ve çoğulcu demokrasi ile sosyokültürel farklılıkların barış içinde 
bir arada yaşadığı bir siyasal sistem ancak bu haklar sayesinde kâmilen mümkün olacaktır. Bu açıdan kültürel hakların dört aşamalı bir işlev 
görmesi beklenmektedir: Toplumsal Güvenliğin Sağlanması, Etkin Eşitliğin Sağlanması, Toplumsal Bütünleşmenin Sağlanması, Katılımcı 
Demokrasi ve Çoğulcu Toplumun İnşası. Sonuç olarak günümüzde artık kültürel farklılaşma, toplumda bir bölünme değil, zenginlik kaynağı ve 
öğesi olarak görülmekte, devletlerin demokratik nitelikleri ve insan haklarına saygı göstermeleri bu farklılıkların korunmasıyla ölçülmektedir. 
O nedenle artık etnik, kültürel, dilsel ve dinsel kimliğe saygı gösterilmesi, bu kimliklerin ifade edilmesi, korunması ve geliştirilmesini sağlayacak 
uygun şartların oluşturulması çoğulcu ve gerçek anlamda demokratik bir toplumun olmazsa olmazıdır. Türkiye'de de devlet bu aşamalara uygun 
biçimde hareket etmiş, azınlıktaki farklı kimliklere geçmişte inkâr, baskı ve asimilasyon politikaları uygulamıştır. Ardından da 1990 başlarında 
gönülsüz de olsa "tanıma" politikasına, 2000 ortalarından itibaren de kısmen "koruma" politikasına yakın durduğu görülmektedir. Ama 
uygulamaya yansıyan haliyle tanınan kültürel hakların kâh "hoş görme", kâh "saygı duyma" bağlamında "kontrollü ve isteksiz bir tanıma" 
politikasının ürünü olarak verildiği gözlenmektedir. Kültürel hakların bu tarz bir yaklaşım çerçevesinde verilmesi ise devletin Kürtlerin kimliklerini 
koruma konusunda samimiyetinin ve inandırıcılığının sorgulanmasına yol açmakta ve istenen etkiyi doğurmamaktadır. Dolayısıyla kültürel hakların 
Kürt Sorunu'nun çözümünde etkili olması isteniyorsa, bu hakların zoraki tanıma politikalarının parçası olmaktan kurtarıp, samimi ve istekli bir devlet desteğini içerecek biçimde, koruma politikası çerçevesinde, tam ve eksiksiz verilmesi gerekiyor. Kültürel haklarla bu sorunun çözülemeyeceği düşüncesi de bu yanlış uygulama yaklaşımından kaynaklanıyor. PKK tipi hareketlerin ve daha genel olarak Kürt milliyetçiliğinin kültürel haklarla yetinmesi zordur. Çünkü milliyetçi hareketlerin nihai amacı sadece "kimliği korumak ve hak elde etmek" değil, aynı zamanda bu kimliği tam güvence altına alarak istediği gibi şekillendirebileceği bir "statü elde etmek"tir. Sonuç olarak Kürt Sorunu'nda gelinen aşamaya ilişkin tespitleri de dikkate alarak şunu söyleyebiliriz: Devlet daha fazla gecikmeden tam ve eksiksiz olarak kültürel hakları vermeli. Zaman daralsa da halen çözüm asgari düzeyini ve olmazsa olmazını bunlar oluşturuyor. Kültürel hakların verilmesinde ne kadar geç kalınırsa, çözümün olmazsa olmazı da o oranda güçlü siyasi statü verilmesi olacaktır. Yani gecikme arttıkça Kürt milliyetçiliği güçlenecek, o güçlendikçe de statü talebinin niteliği değişecektir. 
. Çözüm yolundaki zorluk: Kürt milliyetçiliğinin statü talebi. Kürt Sorunu, kimlik ve kültürel haklar bağlamında çözüldüğünde PKK varlık nedenini büyük oranda kaybederek zayıflasa bile, tamamen ortadan kalkmayacak. 

Çünkü PKK aynı zamanda artık Kürt milliyetçiliğini de temsil ediyor ve onun en güçlü damarlarından birini oluşturuyor. Milliyetçi hareketlerin en önemli ayıraçlarından birisi ise, kendine ait olabildiğince bağımsızlaştırılmış bir yönetsel birim elde etme çabasıdır. Gerçekçi olmak gerekirse, bu talebi görmezden gelerek sorunun önemli bir yönünü halletsek bile tamamını çözmüş olmayız. Çünkü aldığı 2,5 milyon oyla Kürtlerin siyaset sahnesinde doğrudan yer almalarında PKK destekli BDP'nin çok önemli bir yeri var. Dolayısıyla çözüm için statü talebini Kürt milliyetçiliğini teskin edecek düzeyde karşılayan, ama devleti de teröre boyun eğen bir aktör pozisyonuna düşürmeyen bir yaklaşım benimsenmek zorunda. Ama nasıl? Bu soruya cevap aramadan önce Kürt siyasetinin dile getirdiği bu statü talebinin neden kaynaklandığını, neden buna ihtiyaç duyulduğunu anlamaya çalışmalıyız. Buna dair iki açıklama getirilebilir. 

İlki, kimliğin güvence altına alınmasının en kestirme ve en güvenilir yolunun statü elde etmek olduğu söylenebilir. Bugüne kadarki inkâr ve asimilasyon politikalarının ve kültürel haklar konusundaki isteksizliğin Kürt siyasetini bu noktaya getirdiği düşünülebilir. Statü talebinin nereden kaynaklandığına ilişkin ikinci açıklama ise, milliyetçiliğin doğası ve Self Determinasyon hakkı çerçevesinde yapılabilir. Bu açıdan ayrı statü arayışı Kürt milliyetçiliğinin kendi siyasi birimini oluşturarak kendi kendini yönetme isteğinden/çabasından kaynaklanıyor olabilir. Çünkü milliyetçilik, içinde ürediği toplumu bir "ulus ya da halk" olarak nitelediğinden, ne pahasına olursa olsun "Self Determinasyon hakkı"na dayanarak kendine ait bir siyasi birim arayışı içindedir. Bu nedenle Kürtsiyaseti de artık kültürel hak değil, siyasi statü arayışındadır. Fakat böyle 
bir anlayıştan kaynaklanan bir statü talebi optimum çözümün parçasını oluşturmamaktadır. Çünkü daha önce de söylediğimiz gibi, çözüm Kürt 
milliyetçiliğinin tatmininde değil, Kürtlerin tatminindedir. Bu açıdan Self Determinasyon hakkı zaten bir kültürel hak olmadığı gibi, çözüm dilinin 
parçası da değildir. Zaten BM Anlaşmasında geçen Self Determinasyon hakkı bütün ulus ya da halklar açısından mutlak geçerli olmadığı gibi, "birlikte yaşama yolları tüketilmeden" ve bunun sonucunda "birlikte yaşama imkânı kalmadan" dile getirilebilecek bir hak da değildir. Kürt siyaseti acaba nasıl bir statü talep ediyor? Bu konuda Kürt siyasetinin net ve tutarlı bir cevabı yok aslında. 1970'lerden bu yana siyasi-bölgesel özerklikten, federasyona, hatta "bağımsız, birleşik Kürdistan" söyleminde görülen ayrı devlet kurmaya kadar tüm seçenekler zaman zaman dile getirilmiştir. Bu konuda "bağımsız, birleşik Kürdistan" hedefiyle ayrılıkçı bir hareket olarak yola çıkan ve 1990'lardan itibaren bu hedefini terk ederek "Türkiye içinde çözüm aradığını" ilan eden, ama bununla tezat oluşturacak biçimde 2007 "KCK Sözleşmesi"yle farklı bir bağlamda yine "bağımsız, birleşik Kürdistan" hedefine yönelen PKK'nın taleplerine bakıldığında, içeriği çok da iyi tanımlanmamış, uygulanabilirliği hiç düşünülme miş, maksimalist talepler içeren bir söylemler ve kavramlar yığını karşımıza çıkmaktadır: "kurucu ulus olma", "demokratik cumhuriyet", "demokratik konfederalizm", "demokratik ekolojik toplum" ve nihayet "demokratik özerklik". Bu bağlamda "kendi kaderini tayin etme" (Self Determinasyon) değil, ama demokratikleşme ve çağdaş yönetişimin gereği olan yerel yönetimlerin güçlendirilmesi mantığı üzerinden "kendi kendine yönetim" (self-government) anlayışıyla bir statünün ortaya çıkması mümkündür. Bu, çözüm için bir zorunluluk olmasa da, kimliğin korunması ve güvence altına alınmasının en kestirme ve en sağlam yolu olabileceği gibi, kültürel hakların daha kolay hayata 
geçmesine ve bölgesel sorunların daha kolay çözülerek şikâyetlerin giderilmesine yardımcı olabilir. Zaten artık katılımcı demokrasi ve kültürel haklar, katı merkeziyetçi yapıların yumuşatılarak bir biçimde yerel yönetimlerin yeniden yapılandırılması ve güçlendirilmesini gerektiren bir üçüncü ayağa sahiptir. Türkiye'deki Kürtlerin yaşadığı bölgenin hemen bitişiğinde, Irak'ta "Kürdistan Bölge Yönetimi", İran'da "Kürdistan Eyaleti" varken, Suriye'de de yakın gelecekte benzeri bir yapılanma görünürken Türkiye'nin bu statü talebini bir biçimde teskin edecek adımlar atması gerekmektedir. Bu da bizi bir kez daha yerel yönetimlerin güçlendirilmesi meselesine getirmektedir. Yerel yönetimlerin 
güçlendirilmesi, üniter yapı içinde "idari ve mali" açıdan yerel yönetimlerin yetkilerinin arttırılması ya da özerkleştirilmesi biçiminde uygulanabileceği gibi, yine üniter yapı içinde "siyasi" açıdan belli yetkilerle donatılmış "özerk bölgesel yönetimlerin kurulması" şeklinde de uygulanabilir. Türkiye açısından her halükarda katı merkeziyetçi devlet anlayışından vazgeçilerek yerel yönetimlerin güçlendirilmesini öngören köklü bir reform Kürt Sorunu'nun çözümünü kolaylaştıracaktır. Anlamlı bir idari ve mali özerklik çerçevesinde yerel yönetimlerin güçlendirilmesi bu statü arayışını teskin edebilir ve PKK'nın varlık nedenini zayıflatacak bir araç olabilir. Zaten bu, devletin bu yolla katılımcı demokrasiyi derinleştirmesi, Kürt kimliğini güvence alması ve kültürel hakları hayata geçirmesi anlamına da geleceği için aslında PKK'nın tek varlık nedeni 
olarak kalacak statü talebinin gerekçesini de ortadan kaldıracaktır. 

Genel Değerlendirme 

Raporun Türkiye gerçeğine uygun olarak çözümün gerekliliğine, hareket noktasına, olmazsa olmaz koşuluna ve zorluğuna odaklandığı görülmektedir. Rapor çözümün başlangıcı olarak etnik milliyetçi paradigmanın ortadan kalkmasına vurgu yapmış ve tarafların bu milliyetçi algısının ayrıştırıcı ve çatışmacı yanını belirtmiştir. 

Bir bakıma Kürtler arasında etnik milliyetçi tavrın oluşumu öncelikle ulus-devlet sisteminin tekçi yapısında aranmalıdır. Nihayetinde etnik milliyetçilik, etnikliğin 
kapsadığı dil, kültür ve yaşayış gibi temel değerlerin ulus-devlet kıskacınca olduğu toplumlarda gelişmektedir. Bu bakımdan çözümün hareket noktası olan kimlik ihtiyacının karşılanması ve çözümün olmazsa olmazı olan kültürel hakların verilmesi ancak ulus-devletin ve etnik milliyetçiliğin yapısından kaynaklanan dayatmaların tasfiyesi ile mümkündür. 

Raporun, çözüme uygun olmayan paradigmaların ortadan kalkması sonrası başlangıç sayılan kimlik ihtiyacın karşılanması ise ulus-devlet içindeki etniklerin yok sayılmamaları ve güvence altında ifade edilebilmelerini belirtmektedir. Rapor Kürt Sorunu'nun temelinde bir insani ihtiyaç olarak kimlik sorununun yattığını ve Kürt Sorunu'nun ortadan kalkmasının güvenlik tedbirleri ile değil ancak doyurulmuş kimlik ihtiyacı ile mümkün olacağını ileri sürmektedir. Bu bağlamda kültürel haklar çözümün olmazsa olmazı olarak karşımızda durmaktadır. Kültürel hakların insaniliği ve böylece gayri siyasi oluşu Kürt Sorunu'nun da esasında gayri siyasi olduğunu ortaya koymaktadır. Kültürel hakların geçmişte bölünme kaygısının aksine bütünleştirici yanına vurgu yapıldığı bu raporda elbette en büyük handikap Kürt milliyetçiliğinin statü talebidir. 

Kürt milliyetçilerinin statü talepleri hem milliyetçiliğin doğası gereği bağımsız devlet hedefinden hem de Kürtlerin bağımsız bir devlet ile daha çok haklara sahip olacaklarına inanmalarından kaynaklanmaktadır. Bu bakımdan kültürel haklar ile PKK ve Kürt Sorunu zayıflatılsa da PKK'nın her dönemde farklı biçimlerdeki statü talebi varlığını sürdürecektir. Bu statü taleplerinin ise mali ve yönetsel bakımdan güçlendirilmiş ve merkezden daha bağımsız yerel 
yönetim birimleri ile karşılanması mümkündür. Raporun bu bilgiler ışığında Kürt Sorunu'nu salt terör ya da salt kültürel haklar noktasında görmemesi gerçekçi bir bakıştır. 

3.3.4. Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu: 

Kürt Sorunu ve Demokratik Çözümü Konusunda Görüş ve Değerlendirmelerimiz 
DİSK PKK ve Kürt Sorunu'na eğilen ilk kurumlardan birisidir ve DİSK'in bu konudaki kongre kararları uzun geçmişi ile bu gün de etkisini sürdürmektedir. 2009 yılındaki Demokratik Açılıma da destek verdiğini ilan eden DİSK'in önerilerini sıralayacak olursak (Devrimci İşçi Sendikası [DİSK], 2010: 3-11): 

. Açılım kararlılıkla yürütülmeli, geri adım atılmamalıdır, 
. Bölge halkını ucuz işgücü deposu olarak gören çözümlere başvurulmamalı, bölgesel asgari ücret uygulamasına yönelik çalışmalara son verilmelidir, 
. Bölge’de başta sağlık ve belediyecilik olmak üzere çeşitli kamu hizmetlerinin bölge dilleri ile de verilmesini sağlayacak adımlar atılmalıdır, 
. Bölgede çeşitli yayın organlarının dağıtımının engellendiğini, demokratik kitle örgütlerinin faaliyetlerine müdahale edilip yasaklandığını, sendikal 
  faaliyetlerin dahi büyük zorluklarla sürdürüldüğünü dikkate alarak bu uygulamaların kaldırılması için mücadele edilmeli, 
. Bu bağlamda Olağanüstü Hal Uygulaması'na son verilerek bölgede yaşayanların ekonomik ve sosyal sorunlarının ortadan kaldırılmasına 
  yönelik kamusal uygulamalara hızla başlanmalı, 
. Eğitim kurumlarında Kürt dilinin kullanılması ve öğrenilmesinin önündeki tüm engeller kaldırılmalı, 
. Ekonomik, sosyal ve siyasal alanda, düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğünü engelleyen her türlü yasa ve uygulamaya derhal son verilmeli, 
. Koruculuk sistemi dağıtılmalı, 
. Örgütlenme ve ifade özgürlüğü geliştirilmeli ve bu alanlardaki dil yasağı kaldırılmalı, 
. Seçim barajı kaldırılmalıdır, 
. Silahlı örgütün silahsızlandırılması için süreç içerisinde bir genel af çıkarılmalı, af sürecinde, toplumsal hassasiyetler dikkate alınmalı, tüm 
  toplumsal kesimlerin görüşü önemsenmeli ancak toplumu gerecek ve kutuplaştıracak tartışmalardan kaçınılmalı, 
. Sorunun çözümü için bölgenin kalkınması ve bölge halkının refahı çok önemlidir. Bu nedenle bölgede toprak reformu gerçekleştirilmeli, bölgenin 
  ekonomik kalkınması için bölgeye yönelik kamu yatırımları arttırılmalı, ekonomik ve sosyal yardımlar erzak ve eşya dağıtımı tarzında değil, 
  ihtiyacı olan ailelere asgari gelir desteği sağlanarak gerçekleştirilmeli, sağlık ve temel eğitim hizmetleri parasız sağlanmalı, böylece yoksulluk azaltılmalıdır, 
. Türkiye’de her alanda özgürlükleri, insan haklarını ve demokrasiyi geliştirecek yeni bir Anayasa hazırlanmalı, toplumun çoğulcu yapısı 
  anayasa, yasalar ve kurumlar nezdinde karşılığını bulmalıdır, 
. Herkesin dilini, kültürünü, inancını özgürce yaşayabileceği "Türkiye Cumhuriyeti Yurttaşlığı" kabul edilmelidir, 
. Yerinden yönetim ve katılımcı demokrasi uygulamaları geliştirilmeli, kendi hayatına dair konularda, katılımcı demokrasinin de bir gereği olarak, bölge halkının söz sahibi olması sağlanmalı, sivil toplum diyalogu geliştirilmelidir. 

Raporun özetle, dil kullanım özgürlüğüne, bölgesel istihdam ve gelişmeye, kültürel haklara, demokrasiye, koruculuğunun kaldırılması ve bölgenin 
normalleşmesine, anayasadaki yurttaş tanımının değişimine, PKK militanlarına af getirilmesine ve yerel yönetimlerin daha özgür ve daha bağımsızlaşmasına vurgu yaptığı görülmektedir. Bu bağlamda raporun Kürt Sorunu algısının kültürel ve bölgenin geliştirilmesi yönünde ise ekonomik düzenlemelere vurgu yaptığı 
anlaşılmaktadır. 

Raporun PKK'nın ortadan kalkması yönünde etkin bir önerisi bulunmamakla beraber bu durumun kısıtlanan kültürel haklar ve geri kalmışlık nedenli görülen Kürt Sorunu ile PKK'nın ayrı düşünülmemiş olmasına bağlayabiliriz. Böyle olunca Kürt Sorunu'nu ortadan kaldırmaya yönelik önlem ve düzenlemeler PKK için de geçerli görülmüş ve PKK'nın ortadan kalkması için gerekli düzenlemelerden söz edilmemiştir. Fakat Kürt Sorunu'nun ortadan kalkmasının PKK'yı da bitireceğini 
düşünmek PKK'nın geçmişi ve günümüzdeki karmaşıklığı göz önüne alındığında kesin bir yargı olamaz. Sonuç olarak rapor Kürt Sorunu algısının kültürel haklar ile ekonomik gelişmişlik ekseninde değerlendirmiş ve bu eksenindeki önerilerini Kürt Sorunu ve bu bağlamda PKK terörünün çözümü olarak sunmuştur. 

3.3.5. Stratejik Düşünce Enstitüsü: Kürt Sorunu Çözüm için Öneriler 

"Kürt Sorunu: Çözüm İçin Öneriler" başlığını taşıyan ve 22 Ocak 2011 tarihinde Ankara'da gerçekleştirilen etkinlik, konuyla yakından ilgili akademisyen, 
siyasetçi ve kanaat önderini yuvarlak masa etrafında bir araya getirmiştir (Stratejik Düşünce Enstitüsü [SDE], 2011: i). Bu şekilde zenginleştirilen rapor Kürt Sorunu'na daha net ve geniş perspektifte öneriler içermektedir. 

SDE'nin raporunda Kürt Sorunu'nun esası üç aşamalı olarak şöyle (SDE, 2011: 7) tarif edilmiştir: 

1. Cumhuriyetin tek dilli-tek uluslu olarak kurulmasıyla ilgilidir. 
2. Bu bahsedilen duruma itirazla ilgilidir. 
3. Bu itiraza silahın müdahil olmasıyla ilgilidir. 

SDE'nin bu şekilde Kürt Sorunu'nu ulus-devlet ile etnisitenin çatışması perspektifinde ele aldığı görülmektedir. Raporun bu perspektifte mevcut durumu, sorunun ortadan kalkması manasında avantajlı görmüş ve çözüm sürecinde somutlaşan tartışmalar olarak "Demokratik Özerklik" veya "Yerel Yönetimler Reformu" ile eğitimde anadilin kullanılmasına dikkat çekmiştir. 

Rapor Kürt Sorunu'nu ve böylece PKK'yı bitirecek sürecin yönetiminde atılması gereken adımlara ilişkin şunları (SDE, 2011: 15-24) önermiştir: 

1. Çatışmazlık Ortamının Korunması ve Şiddetsizlik Halinin Devamı: Süreci ilerletebilmek bakımından, silahların devreye girmesi mutlak surette 
engellenmeli ve çatışmama durumu muhafaza edilmelidir. Zira çatışmasızlık, demokratik çözümü zorlaştıran karşılıklı milliyetçiliklerin sönmesine, barışın inşası için gerekli olan reformların müzakere edilmesine ve sonraki aşamalarda yapılacaklar için toplumun hazırlanmasına imkân sağlar. 

2. Perspektif ve Dil: Kürt Sorunu konusunda ilk kez yaygın bir iyimserliğin egemen olduğu bir atmosfer ve çözüme ilişkin her türlü fikrin ifade edildiği bir müzakere atmosferi mevcuttur. Evrensel tecrübeyi göz önüne alan hak temelli bir perspektife uygun bir dil ve müzakere tarzı geliştirilmelidir. Bu bağlamda, açılım politikasının yürütülmesi sürecinde hiçbir talep peşinen reddedilmemeli, tersine, -anadilde eğitim talebinde olduğu gibi- kamusal müzakereye açılmalıdır. "Tek devlet, tek bayrak, tek vatan" gibi, son seksen yılın homojenleştirme politikasını çağrıştıran ve dolayısıyla Kürtler arasında olumsuz çağrışımları olan slogan ve söylemlerden kaçınılmalıdır. Aynı şekilde, "Teröristbaşı", "terör örgütü" veya "bölücü örgüt" gibi uzlaşma atmosferine zarar verici tanımlamalardan kaçınılmalı ve mümkün olduğunca değer yargısı içermeyen, nötr bir dil kullanılmalıdır. 

3. Sorunu Depolitize Edecek Üçüncü Bir Gücün İnşası: Sorunu "depolitize etmek", atılması gereken adımları siyasi öfke ve tarafgirlik duygularının 
ötesinde serinkanlı bir zeminde ele alabilmeyi ifade etmektedir. Bunun başarılması ise, çatışmaların doğrudan tarafı olmayan, dolayısıyla sorunun 
tartışılmasında ve çözüm perspektifinin geliştirilmesinde tansiyonu düşürecek ve konuyu soğutarak daha kolay ele alınmasını sağlayacak "üçüncü güç"ün devreye girmesini gerektirmektedir. Buradaki üçüncü güç, soruna şimdiye kadar doğrudan taraf olmamış, ama ondan etkilenen ve müdahil olmasıyla birlikte çözümün önünü açabilecek kesimler, âkil insanlar ve Cumhurbaşkanı’dır. 

4. Güven Arttırıcı Adımların Devamı: Seçimlere kadar geçecek olan zaman kritik öneme sahip olacaktır. Özellikle de Öcalan'ın somut bir gelişme 
olmadığı taktirde aradan çekileceğine ilişkin uyarısıyla Bölge'de gerilimin dozunun arttığına ilişkin duyumlar, içinde bulunduğumuz sürecin iyi 
değerlendirilmesinin gereğine işaret etmektedir. 

5. Yerel Yönetim Reformunun Gündeme Alınması: Önceki Cumhurbaşkanı A. Necdet Sezer tarafından veto edilen kamu yönetimi reformuna ilişkin 
yasal düzenleme, sadece Kürt Sorunu'na çözüm bakımından değil, ülkenin ademimerkeziyetçi bir reorganizasyon ihtiyacına cevap verecek olması 
bakımından da önemliydi ve bu önem bugün de geçerlidir. Özellikle de PKK-BDP çizgisinin "demokratik özerklik" kapsamında dile getirdiği bazı taleplerle AB Sürecinin gerektirdiği yerel yönetimler reformunun buluşturulması için bir dizi sempozyum veya konferanslar düzenlenmeli ve bu konuda genel bir mutabakatın oluşması için çaba sarf edilmelidir. 

6. Anadilde Eğitime İlişkin Talep Doğrultusunda İrade Ortaya Koymak: Çalıştayda en fazla dile getirilen hususlardan biri, Kürt Sorunu'nda bugün 
anadil meselesinin vazgeçilmez bir talep olarak belirginleştiği ve bu talebi karşılamaya yönelik adımların önemli olduğuydu. Dolayısıyla Kürt meselesine yönelik bir çözüm planı, her şeyden önce, anadilinin, başta eğitim olmak üzere, kamusal makamlarla olan ilişkilerde kullanılması talebini karşılamalıdır. 

Özetle rapor Kürt Sorunu'nun çözüm anahtarı olarak kültürel taleplerin karşılanmasını, şiddetsizlik halinin devamını, diyaloğu ve yerel yönetimlerin daha da özerk ve güçlü hale getirilmesini ifade etmiştir. Raporda ifade edilen kültürel hakların verilmesi esasında sürecin devamlılığına ve Kürt Sorunu'nun ortadan 
kalkmasına engel teşkil etmezken yerel yönetimler konusundaki öneriler oldukça radikaldir. Çünkü BDP’nin talep ettiği özerkliğin ana hatlarını şöyle resmetmek 
mümkündür: Türkiye, idari ve siyasi bakımdan 25 farklı bölgeye ayrılacaktır: 

Bu ayrım, etnik bir temelde olmayacak -yani sadece Kürt coğrafyasına dayanmayacak- bütün ülkeyi kapsayacaktır; bölge meclisleri oluşturulacak ve meclisler -anayasada güvence altına alınan yetkileri kapsamında- bölge ile ilgili idari, siyasi ve iktisadi bakımlardan asıl yetkili organlar olacaktır (SDE, 2011: 7). Esasında yerel yönetimlerin yetki ve statü bağlamında durumu ya da özerkliğin kıstasları belirsiz başlıklar olarak önümüzde durmaktadır. Rapor yerel yönetimlerin reorganizasyonundan söz ederken BDP'nin yerel yönetim reformundan anladığı kuşkusuz çok farklıdır. Ayrıca rapor anadilde eğitimin üstünde önemle durmuştur. 

Rapor PKK ve Öcalan'a çözümleyici güç olarak bakmış ve çözüm sürecinde bu iki faktörle devletin arasında bir barış ve saygı çerçevesi kurulmasına vurgu 
yapmıştır. Öcalan'a yönelik olumsuz tasvirlerin kullanılmamasını dikkat çekmesine bu açıdan bakmak gerekir. Böylece rapor diğer raporların önerilerine benzer öneriler sunmasına rağmen radikal görüşleri ile önemlidir. 


30. CU  BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder