20 Ekim 2019 Pazar

OSMANLI VE ARAPLAR., BÖLÜM 1

OSMANLI VE ARAPLAR., BÖLÜM 1



Osmanlı ve Araplar  1 ' Arapçılık Anakronizmdir '

Anakronizm: Herhangi bir olay ya da varlığın içinde bulunduğu zaman dilimi (dönem) ile kronolojik açıdan uyumsuz olması. Özellikle edebiyat ve sanatta genellikle eserin geçtiği tarihi döneme ait olmayan varlıkları ve uygulamaları belirtmek için kullanılır.

Fatih Üniversitesi Tarih Bölüm Başkanı Prof. Tufan Buzpınar'la O.Doğu'nun Osmanlı'dan ayrılış sürecini konuştuk.

Aynur Erdoğan/ Dünya Bülteni.,

Türkiye'nin Suriye dış politikasında yaşanan gelişmelerle birlikte Osmanlı mirasına atıfla değerlendirmeler yapılmaya başlandı. Ortadoğu Osmanlı'dan nasıl ayrıldı? 
Ayrılma döneminde ve sonrasında yaşanan gelişmeler göz ardı edilerek Osmanlı mirasıyla politika üretilebilir mi? 
Kafamızda beliren bu sorularla, gelişmeleri biraz da Suriye tarafından görebilmek için Ortadoğu'nun Osmanlıdan ayrılış sürecini ve sonrasını 
Fatih Üniversitesi Tarih bölüm başkanı Prof. Dr. Tufan Buzpınar'la konuştuk. 
Prof. Dr. Tufan Buzpınar Arap milliyetçiliği söyleminin anakronizm olduğunu, Osmanlı döneminde bölgede ayrılıkçılığa sebep olacak bir milliyetçilik anlayışının 
olmadığını ve Avrupalı devletlerin müdahalesinin bölgedeki dengeyi bozduğunu söyledi. 

Aynur Erdoğan- Çalışmalarınız II. Abdülhamit dönemi ve Ortadoğu üzerine yoğunlaşıyor. Kafanızdaki temel sorun nedir? 

Tufan Buzpınar- Benim cevaplandırmaya çalıştığım temel soru şu: Osmanlı devleti bölgeden çekilme noktasına nasıl geldi? Asıl kırılma noktası nerede? 
Diğer bir ifadeyle çok ciddi problemler yaşanan modern Orta Doğu'nun oluşum süreci, doğuşu nasıl gerçekleşti? Bu soruya cevap ararken Napolyon'un Mısır'ı 
İşgaline kadar geriye gitmemiz gerektiğini düşünüyorum. Bernard Lewis'in veya Charles Issawi'nin baktığı gibi Napolyon'un Mısır işgalini Orta Doğu'nun modern 
döneme geçişi, Orta Doğu insanının gözünün açılması, Batıyı keşfetmesi ve dolayısıyla kendisini geliştirmek için uykudan uyanması şeklinde değerlendir miyorum. 
Napolyon'un Mısır'ı işgalini ben de hakikaten tarihi bir dönüm noktası olarak görüyorum. Ama şu anlamda: Avrupa'nın büyük devletlerinin kendi aralarındaki rekabeti kıta dışına taşıyıp bugün Orta Doğu dediğimiz bölgeye yayması ve orada 19. yüzyılda ciddi bir rekabet içine girmesi; bu rekabette öne çıkan Fransa, İngiltere ve Rusya'nın bölgedeki nüfuz mücadelesinin Osmanlı Devleti'nin çok uzun yıllarda oturttuğu dengeleri bozması, Osmanlı Devleti'nin zaaflarının da dengenin bozulmasına mani olamaması, yani Avrupa'nın bölgede giderek daha fazla etkili olarak emperyal çıkarlarına hizmet etmeye çalışması ve sonuçta bugün karşımıza çıkan Osmanlı sonrası problemli bir yapı… Ben bu problemli yapının daha iyi anlaşılabilmesi için Osmanlı son dönemini iyi çalışmak gerektiğini düşünüyorum. 

O bölgenin Osmanlıdan kopuş nedeni olarak gösterilen Arap milliyetçiliğinin ittihatçılığa bir tepki olarak ortaya çıktığı söylenir. Arap milliyetçiliğinin kökeninde sizce ne var? 

Ben Osmanlı döneminde bir Arap milliyetçiliğinin olduğunu düşünmüyorum. 1870'lerden sonra Osmanlı yönetimini eleştiren veya onu kabul edilemez bulan 
bazı Arapların varlığını kabul ediyorum. Ama bu Osmanlıyı bölgeden tamamen çıkarmayı hedefleyen ve Arap milliyetçiliği olarak adlandırılabilecek bir harekete 
dönüşmüş görünmüyor. Biraz önce bahsettiğim dengelerin bozulmasıyla alakalı bir şey bu. Dengeler değişince bir kısım insanların referans noktaları da değişiyor. 

Mesela oturmuş dengeler şöyleydi: Osmanlı Devleti İslam'ı temel referans almış bir devlet olarak Müslümanların önceliğine dayalı bir sistem kurmuştu. 
Burada gayrimüslimlerin, yani Hıristiyanların ve Yahudilerin de bir yeri vardı. Böyle bir denge üzerine barış sağlanmıştı ve bu uzun süre devam etmişti. 
Avrupa'nın bölgede nüfuzu arttıkça bölgede Müslümanların önceliğine dayalı oturmuş denge kaybolmaya başladı. 

Önce Mehmet Ali Paşa Müslüman Hıristiyan eşitliği ilkesini getirdi. Bunu getirişindeki temel amaç da Osmanlı merkezine karşı Avrupa'nın desteğini almaktı. 

Bağımsızlık elde ederek o bölgenin yönetimini kalıcı olarak ele geçirmek istiyordu. Bunda da Avrupa'nın desteğini almadan başarılı olamayacağını düşündüğü için bölgeyi Avrupa'nın nüfuzuna açarak onların desteğini sağlamaya çalıştı. 

EŞİTLİK POLİTİKALARI KARGAŞA ÇIKARDI 

Tanzimat'ın da dış güçlerin desteğini sağlamak için ilan edilmesi gibi… 

Evet. Tanzimat da Osmanlılık anlayışı çerçevesinde bunu devam ettirirdi. Dolayısıyla Müslümanlar kendi devletlerinde Hıristiyanlarla ve Yahudilerle eşit statüye indirgenmiş oldular. Yani öncelikli konumda iken eşit konuma getirilince üstünlük konumlarını kaybetmiş oldular. Bu da tepki doğurmaya başladı. 
Nitekim Mehmet Ali Paşanın 1831–40 yılları arasında Suriye'de uyguladığı politikalar Nablus'ta, Beyrut'ta, Lübnan'da… isyanlara neden olmuştur. 

İsyanları Müslümanlar mı çıkarıyor? 

Nablus'ta Müslüman Araplar Mehmet Ali Paşa yönetimine karşı isyan ediyorlar. Lübnan'da Dürzîler isyan ediyorlar. 

Daha sonra da silahsızlandırma, vergilerin artırılması… 
İsyanları körüklüyor. Aynı dönemde Avrupa'nın bölgede giderek nüfuzunu artırması gerginliğin artmasına katkı yapıyor. 
Tabii olarak Avrupalılar bölgedeki Hıristiyanlarla işbirliği yani "iş" yapıyorlar. Ticaretlerini onlarla geliştiriyorlar. Bu da yadırganacak bir şey değildir. 
Kendi dinlerinden olan insanlarla iş yapmış oluyorlar. Fransızlar özellikle bölgedeki Katolikleri desteklemeye çalışıyorlar. Böyle olunca ticaret yapan kesim giderek güçleniyor. Yani Hıristiyanlar ekonomik olarak giderek daha kuvvetli hale geliyorlar. Ticaret biraz Kuzeye kayıyor ve Beyrut Limanı üzerinden yapılıyor. 
Beyrut o kadar hızlı gelişiyor ki 1880'lere gelindiğinde artık bir sancak statüsü yetmeyecek kadar gelişiyor ve Suriye vilayetine bağlı bir sancak olmaktan çıkarılarak müstakil bir vilayete dönüştürülüyor. Bu hızlı gelişmenin lokomotifi aslında Avrupa'yla ticarettir. 
Bu ticaretin kaymağını da bölgenin Hıristiyanları yiyor. 

Müslümanlar açısından? 

Dolayısıyla onlar giderek güçlenirken Müslümanlar, konumları yerinde saymış olsa bile, zayıflamış oluyorlar. Bu da büyük gerginliklere yol açıyor. 
1860 ve 61'de Önce Lübnan'da başlayan sonra Şam'a sıçrayan çatışmalarda çok sayıda Hıristiyanın öldürülmesinin arkasında aslında bu gerilim yatıyor. 
Bu, bölgenin İslam dönemi tarihinde görülmemiş bir şeydir. 

AVRUPALI DEVLETLERİN ETKİSİYLE MEZHEPÇİLİK GELİŞİYOR 

Toplumsal yansıması ne oluyor? 

Bu insanlar yıllardır birlikte yaşıyorlar. Hiçbirisi o bölgeye yeni gelmedi. Ne Dürzîler ne Marunîler ne Şii Müslümanlar ne Sünni Müslümanlar… 
Bu kadar uzun süre bölgede birlikte dengeli bir şekilde yaşamış insanlar ne oldu da 19. yüzyılda birbirlerine silah çeker hale geldiler? 
Amerikalı bir araştırmacının tabiriyle "the culture of sectarianism", yani mezhepçilik kültürü gelişiyor. Hepsi kendi dar anlamda mezhebini öne çıkarıyor ve diğerlerini dışlıyor. "Dışlayıcılık" gelişiyor. 
Birlikte yaşama anlayışından uzaklaşılıyor. 
Benim vurgu yaptığım nokta bu. 
Bunu biraz daha ileri götürdüğünüzde aslında geleneksel olarak söylenegelen Osmanlıdan kopuşu savunanların bazı Hıristiyan Araplar olduğu ve savaş yıllarında da buna bazı Arabistlerin katıldığıdır. 

Doğru mu bu tez? 

Dar anlamda buna "evet" diyebiliriz. Beyrut merkezli olarak bakıldığında 19. yüzyılda misyoner faaliyetlerini yeni bir gelişme olarak görüyoruz. 
İngilizler 1820'li yıllardan itibaren bölgede hiç yoktan bir Protestan cemaati oluşturuyor. 1840'lı yıllara gelindiğinde Protestan Piskoposluğunu kuracak seviyeye geliyorlar. 
Bu dönemde Müslümanları Hıristiyanlaştıramıyorlar. 
Yeni cemaat diğer Hıristiyan gruplardan devşiriliyor. 
Katolikler arasında Fransızlar, Ortodoks Hıristiyanlar arasında Ruslar ve biraz Kuzeyde olmak üzere Amerikalılar bölgede misyoner faaliyetlerini artırıyorlar. 
Bu da orada bir rekabet ve gerginlik oluşturuyor. Avrupa bölge ile sağlıklı bir ilişki kurmak için değil kendi çıkarları doğrultusunda nüfuz sağlamaya çalışıyor. 
Açılan okullar, kiliseler, hastaneler… bunların hepsi Müslüman cemaati Hıristiyanlaştıramadıkları için diğer Hıristiyanlardan Protestanlaştırma anlamına geliyor. 
Mesela gerginliğin nereden kaynaklandığını göstermesi bakımından çok enteresan bir örnek vereyim: 
Yanılmıyorsam 1823 yılında İngiliz Protestan misyonerleri Lübnan'da Malta'da basılmış İncilleri dağıtıyorlar. 
Lübnanlı Katolik Hıristiyanlar Papalığın onayı olmayan İncil dağıtıldı diye ayaklanıyorlar. Protestan misyonerler canlarını zor kurtarıyor ve dağıtılan İnciller toplatılıyor. 

Aynı dinin iki mezhebi arasında da çatışma yaşanıyor? 
Evet. Mezhepler arasında tahammülün azaldığı ve karşılıklı saygı ve anlayışın zayıfladığı bir ortama doğru gidiliyor. İşte bu durum çatışmaları doğuruyor. 
Temel sebep Avrupa devletlerinin Osmanlı üzerindeki çıkar mücadelesi mi? 

Bu sürece daha geniş açıdan baktığınızda Şark meselesiyle irtibatlı görebilirsiniz. Avrupa'nın güçlü devletleri 18. yüzyılın son çeyreğinden itibaren 
Osmanlı Devleti'ne yıkılacak gözüyle bakmaya başlıyorlar. Osmanlı Devleti çok kıymetli topraklar üzerinde hüküm sürüyor. Yıkılırsa bu kadar kıymetli toprakları 
kim ele geçirecek? Kim ele geçirirse ona avantaj sağlayacak. O halde rakip olan diğer bir güç ele geçirmesin diye herkes ilgisini artırıyor. 
Yani Ruslar, Fransızlar ve İngilizler herkes birbirini kolluyor. 1798'de Fransa Mısır'ı işgal ettiğinde ilk tepki veren Osmanlılar değil, İngilizler olmuştur. 
Osmanlılar daha donanmasını göndermeden Fransız donanmasını İngilizler bombalıyorlar. 

YAHUDİ GÖÇÜNÜ İNGİLİZLER DESTEKLİYOR 

Neden, İngilizler neden rahatsız oluyor? 

Çünkü bu işgali birinci derecede kendi çıkarlarına, kendi Hindistan güzergâhları açısından tehdit olarak değerlendiriyorlar. Ardından bölgedeki yapılanmayı 
gözden geçirdiklerinde İngilizler kendilerini Fransızlara ve Ruslara karşı daha zayıf görüyorlar. Çünkü Fransızların Katoliklerle çok uzun süredir devam eden 
diyalogu var, ticarette önceliği var. Rusların bölgedeki Ortodokslarla diyalogu var ve bölgedeki Hıristiyanların çoğunluğu Ortodoks. Bu çok önemli bir avantaj. 
İngilizlerin bölgede doğrudan diyalog kurduğu kimsesi yok. İşte bundan sonra Protestan cemaatini oluşturmaya çalışıyorlar, Yahudilerle yakından ilgilenmeye 
başlıyorlar. Osmanlı Devleti'yle ta başından beri problemli olan Dürzilerle ilgileniyorlar. Yani yabancı müdahalesi bölgenin dengelerini aslında şu anlamda da değiştiriyor: bölgede zayıf olan dışardan destekle kuvvetli duruma gelmeye çalışıyor. Bir de enteresan bir durum olarak; bölge insanının bakış açıları değişiyor. 

Yani daha önce otoritenin kaynağı olarak Osmanlı merkezine bakarken şimdi giderek güç kaynağı çoğalıyor. Bir kısmı Ruslara, bir kısmı Fransızlara, bir kısmı 
İngilizlere bakmaya başlıyor. Osmanlıya bakan önemli bir kitle var. Ve bu süreçte 1870'lerden itibaren bir de Yahudi göçü unsuru eklenmeye başlıyor. 

Avrupa'nın kıta dışına yaydığı bu nüfuz mücadelesiyle bölge giderek barışı, huzuru arayan bir yer haline geliyor. 

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder